(41) Zehirli Elmayı Bir Tek Pamuk Prenses Yemezdi.

77.1K 9K 37.5K
                                    

Bazı zaferler yenilgiden geçiyordu.

Aldığım her galibiyet ses getirir, ama yenilgim bile bir zaferin başlangıcıydı... Onlar bilmiyor.

Bana cehennemi sorsalar sanırım onlara Ölüler Diyarını anlatırdım. Araf bile buranın yanında cennet kalırdı. Sanırım ruhların buradan kurtulmak için neden yaşayanların kölesi olduğunu artık anlıyorum. Kim böyle bir cehennemde kalmak ister ki?
Burada güneş hiç doğmuyordu hava hep sisli gri. Baktığınız her şey gri ve gökyüzünde hiç bulut yoktu. Alışık olduğum mavinin yerini sisli bir grilik almıştı. Her yer ve her şey o kadar kasvetli ki, kendimi siyah, beyaz bir filmin içine girmişim gibi hissediyorum. Canlı renkler yok, solgun ve kasvetli renkler her yeri kuşatmıştı. Gökyüzü, ağaçlar, nehirler, içinde yaşadığınız ev, yürüdüğünüz sokak ve siz, hepsi grinin hükmü altındaydı. Bu yerin farklı bir büyüsü vardı, içine aldığı her şeyi tek bir renge tâbi tutuyordu. Neyse ki içindeki ruhların fiziki özelliklerini griye çevirmiyordu da hâlâ sarışın olmayı sürdürüyorum.

Diğer her şey normal bir dünyada olması gerektiği gibiydi. Yollar var, sığınacağınız kulübeler, dostluklar ve akraba ilişkileri. Evet, bu bakımda neyse ki alışık olduğum şeylere sahipti. Topluluklar vardı burada, bu yönüyle bana Araf'ı hatırlatıyordu. Her klanın kendi sembolünü taşıdığı ve sadece kendi klanıyla yakın olduğu topluluklar. Ve yağmur yoktu. Kar, tipi, rüzgar, soğuk veya sıcak yoktu... Hava hep ılık olurdu. Bazen kül yağardı tepemize, yağmur veya kar değil, gerçek küller. Ve o gün anlardık ki biri daha öldü. Ölen herkes için burada kül yağardı. O küllerin içinde ruhu buraya ilk adımını atardı. Benim geldiğim gün de kül yağdı ama o küller aslında benim için yağmamıştı. Kapıdan geçip buraya geldiğim esnada biri daha ölmüştü ve Ebrar, ikimizin buraya gelişini aynı zamana denk getirerek dikkatleri benim üzerimden çekmişti.

Yakalanmamak için her şeyi yapıyordu.

Ruhların arasında yaşamak çok zordu. Uyku ihtiyaçları yoktu hiç uyumuyorlardı. Acıkmıyorlardı, acı hissetmiyorlardı ve kanamıyorlardı, çünkü ruhlar kanamazdı. Onların ait oldukları dünya burası olduğu için ruhlar başka boyutlarda şeffaf görünürken, burada ete kemiğe bürünmüş biri gibi görünüyorlardı. Diğer boyutlarda havada süzülüyorlardı, eşyaların içinden geçiyorlardı ve şeffaf bir şekilde görünürlerdi. Ancak kendi dünyalarında bu saydıklarımın hiçbirini yapamıyorlardı. Burada sıradan insanlardan farkları yoktu.

İşin korkutucu tarafı ölü gibi görünebilirim, ama hâlâ yaşıyorum. Acıkıyorum, tuvalete gitme ihtiyacı duyuyorum, regl oluyorum ve Savcı kalp ritimlerimi en aza düşürse de hâlâ nefes alıyorum. Göğüs kafesim hareket edip dikkat çekmesin diye kısık nefesler almak hiç kolay değildi. Ruhlar sadece çiğ damlası gibi küçük bir ruh özüyle beslendiği için onlar acıkmıyordu. Ebrar'ın gizlice bana fânilerin bölgesinde getirdiği birkaç şeyle yetinmek çok zordu. Bütün bunlar fiziksel olarak halsiz ve yorgun olmamı sağlıyordu.

Artık hayvanların ölünce ruhlarının yok olduğunu biliyorum ve buradaki hayvanlar sıradan hayvanlar değildi.

"Ne düşünüyorsun?" Nehrin suyunu izlemeye daldığım için anneannemin yanıma geldiğini fark etmemiştim. "Hiçbir şey ve her şey anne." Nehrin suyu bile griydi. Burada nasıl hayatta kalabilirim ki, içecek su bulmak bile mümkün değil.

"En zor olanı bu değil mi?" Yanıma oturdu ve tıpkı benim gibi o da suyu izlemeye başladı. "Her şeyi uzaktan izlemek ve hiçbir şey yapamamak." Bunun nasıl bir duygu olduğunu en iyi o biliyordu.

"Sende on yıl boyunca beni böyle izledin değil mi?" Nereye baksam hep geride bıraktığım insanları görüyordum. Duvarda, yerde, suda ve gökyüzünde. Gözlerimin değdiği her yerde beni düşünen birinin yansıması belirirdi.

MEDUSANIN ÖLÜ KUMLARI (Kitap Oluyor)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin