KARA GÜZ

By medusasguard

9.5K 3.9K 3.5K

Gecenin gölgesinden bir mevta doğdu. Birbirlerine kulaklarını tıkanmış iki beden sevdanın kefeninde yaşam bul... More

TANITIM
I - Gecenin Izdırabı
III - Kanadı Kırık Kelebek
IV - Ölüme Düşen Yaprak
V - Ruhun Avucunda Şeytan
VI - Zamanın Ölü Dikişleri
VII - Ay Işığında Susar Bulutlar
VIII - Karanlığın Varisi
IX - Sözler Soluksuz Acıtırmış
X - Gözden Akan Kan
XI - Sevda Zelzelesi
XII - Karanlık Güneş
XIII - Kaburga Arasında Kalbin Satırları
XIV - Kalbe Mızrak Saplanır
XV - Hatıralar Acı Ateşin İçinde
XVI - Zehirden Köze Dönmüş Kalpler
XVII - Kış Görmeden Olmaz Bahar
XVIII - Cefakar Bir Bedel
XIX - Katrana Bulanan Duygular
XX - Kalp İhtilali
XXI - İdam İpine Bürünmüş Şafak
XXII - Yitirilmiş Savaşın Külleri
XXIII - Gölgeler Ardındadır Ölüm
XXIV - Kanın Külünden Doğan Bağ

II - Güneşin Karahindibası

911 320 670
By medusasguard

Merhabalar! İkinci bölümümüzle karşınıza geldik. Yorumlarınızı ve oylarınızı eksik etmeyin. ❤️

#Selda Bağcan - Yürüyorum Dikenlerin Üstünde

KARA GÜZ
2.BÖLÜM : "GÜNEŞİN KARAHİNDİBASI"

🌙

Rüzgarın savurduğu bir karahindiba misaliydim. Gün doğmadan soğuk bir nefes üzerime üflendi ve bütün hayatım savruldu.

İçimde acının kaynattığı acılar vardı. Kelimelerden çıkıp ruhlara bürünen...

Söyleyip de haykırmak istediğim cümleler vardı, dilime dikenler batıran.

Geriye değen bakışlarım Emre'nin bedeninin yattığı yerde takılı kalırken polis arabasının siren sesleri beni ayılttı. Her şey gerçekti. Bir kabus olmasını dilediğim anlarda bile. Polisler karşımda benim arkamdaki bedenden ayırmadığım gözlerime bakmaya çalışıyordu. Ellerim titremeye başlarken kanımda kaynayan sızının geçmemesi canımı daha çok yakmıştı.

"Bakın." dedim tereddüt ederek. Dudaklarım hezeyanla kurumuştu. "Bütün bunlar..." Kelimeler dudaklarımın arasında sönüp gidecek gibi asılı kalmıştı. Ne diyeceğimi dahi bilemiyordum. Emre , arkadaşım sadece dostum değil kardeşim...

Bedeni bir cesedinki kadar soğumuş, gözleri karanlığa bakıyordu.

"Ben yapmadım." dedim ağlamaya direnerek. "Bütün bunlarda suçum yok. O..." Arkama tekrar baktığımda gözlerimin doluluğuna engel olamadım. Elim ayağım titriyordu. Kalbim sancılı bir acının eşiğinde, ruhuma darbeler indiriyordu."Geldiğimde o haldeydi." Bu halde kurabildiğim cümleler bir dize halinde birikmiş ama çıkamayan dudaklarıma isyan etmişti.

"Bunları karakolda anlatırsınız." dedi memur bey arkasından kelepçe çıkarırken. Gözlerim gördüğüme bağlı büyürken başımı iki yana salladım. "Hayır ben yapmadım." dedim gözlerimden bir damla yaş düşerken. "Ben yapmadım bunu bana yapamazsınız. O benim arkadaşımdı." Polis memuru arkasından kelepçeyi çıkardı ve bileğime geçirmeye çalıştı.

"Zorluk çıkarmayın." Zayıf, güçsüz bileklerime saplanan soğuk metal içimi yakıp kavururken ardımda Emre'yi bırakmak istemedim. "Emre." dedim ağlayarak. "Ben yapmadım yemin ederim." Gözlerimden bir damla yaş daha düştü. Kim ne istemişti? Nasıl yapmıştı anlamıyordum. Beynim düzine düşünceler içinde anlam aramaya çalışsa da başaramıyordu.

Neşeli bir insandı. Kahve gözlerine düşen merhameti bedeniyle hep iç içe olurdu. Kimseyle bir düşmanlığı olmazdı.

Ama o son söylediği isim. Bir şey gördüğünden bahsetmişti. Ama neydi? Ne görmüştü? Belki de görmüş olduğu şey onun idam sehpasına konan sandalyesi olmuştu.

"Emre! Oğlum!" Aliye Teyze'nin buraya koşan adımlarıyla beraber çığlıklarını duyduğumda gözyaşlarım benden bağımsız biçimde göz pınarlarımda dolmaya başladı. Artık seri bir şekilde yüzümü ıslatıyor, dudaklarıma kadar tuzlu su iniyordu. Dengesiz, hızlı adımları buraya kadar gelirken elini dizlerine vuruyor, yüzüne dağılan gözyaşları soğuğun etkisiyle farklı noktalara savruluyordu.

Ellerim soğuktu artık. Kan pıhtılaşmamıştı sanki dakikalar zamana meydan okuduğunda. İçimin sancısı o kadar yakıcıydı ki soğuğu bile eritiyordu ansızın.

Önümdeki polis bana yavaşça yaklaşıp belinden çıkardığı kelepçeyi bileklerim saplarken anladım özgürlüğün çırpındığı bedenimin şimdi nasıl esir düştüğünü.

"Oğlum nerde?" Aliye Teyze polisin yanından geçip bana saldırmaya başlarken elleri montumun yakasını kavradı. "Oğlum nerede? Ne yaptın ona?" Hızlı hızlı yüzünde dağılıp göz pınarlarından ayrılan göz yaşları kırışık yüzünü ıslatmıştı. "Söyle ne yaptın?" Kısa, kahve kirpiklerinin ardından bana bakan ıslak gözlere bir şey diyemedim. Sözcüklerimi yitirmiştim.

İnsanların seslerini duymaya başlamıştım. Gözlerim etrafta düz bir şekilde gezinirken bana bakan acınası gözler bir an bedenimi buraya sermeme yetmişti.

"Söyle ne yaptın oğluma?" Aliye Teyze'nin sesi güçsüzleşti. Küçük topuz yaptığı saçlarının birkaç tutam önüne düştüğünde polis bize yaklaşacaktı ama durdurdum. Gözlerim yanıyordu. Soğuğun etkisi artık vücuduma vurmaya başlamıştı ama şimdi çok sıcaktım. Acıyla kavruluyordu bedenimin yangını.

Başını omzuma vurmaya başladığında güçsüzleşmişti. "Nerede?" Sesi kısılmaya başlamış, başını vurduğu her uzvum fiziksel açıdan değil de ruhumun ateşinde harlanmıştı.

"Aliye Teyze." dedim cılız bir sesle. "Nerede?" dedi tekrar sessiz bir şekilde. Kollarıma ona sarılacakken aniden birkaç adımla geriye gidip "Oğlum!" diyerek omzumdan sertçe çarparak yana geçti ve evin içine girdi. "Aliye Teyze!" dedim arkasından bağırarak. Polis beni çekiştirmeye başlarken "O iyi değil." dedim ağlayarak. Gözlerim kızarmıştı.

Önümdeki polis memuru "Mehmet! Hanımefendiyi olay yerinden uzaklaştır." diye arka tarafa doğru bağırdı. İnsanların bakışları dikkatle üzerimizde geziniyordu. Aralarında dönen fısıldaşmalara tanık olmuştum. "Nehir değil mi bu? Oda arkadaşını mi öldürmüş?" Bir kadın diğer bir kadına bunları söylerken içimde doğmaya hazır çiçek kar tanelerinin arasında buz tutmuştu.

Polisin bağırdığı memur yanımdan geçtiğinde içeriye girerek Emre'nin yanına giden Aliye Teyze'yi sakinleştirmeye çalışıyordu." Emre! Oğlum. " Sesleri içeriden gelirken dahi bir yerde ölümün kokusu kalbime sızmaya başlamıştı.

"Ne yaptın oğluma?" Polisin yanında gelen Aliye Teyze sinir krizi geçirmiş biçimde ağlamaya başladı. Öyle ağlıyordu ki bir an ona sarılmak istedim. Saçlarını kavradı. Eliyle kalbine vuruyordu. "Bırak oğlum bırak." diye yalvarmaya başladı polis memuruna dönerek. "Oğlum içeride. Duramaz öyle bırak."

Canımın bu kadar acıyacağını, kaslara sürünerek kalbimin bir fırtına içinde darmaduman olduğunu anlamıştım.

"Aliye Teyze." dedim zorlukla. Polis memuru beni arabaya doğru sürüklüyordu ama adımlarımı kımıldatmak bu kadar zordu. Kendimi sıkmak, güçlü gözükmek istedim ama Aliye Teyze bir an hızlı adımlarla üzerime atıldığında beni sarsmaya başladı. Aramıza giren polis onu engellemeye çalışsa da kendinde değildi.

Acısı her şeyin önüne geçmişti. "Niye yaptın oğluma? Ha? O sana ne yaptı?" Orta yaşının getirdiği kırışıklıklar ellerinde birikmişken iki elini acıyla yüzüne getirdi. Yüzünden aşağıya inen elleri titriyordu. "Beraber kalacağız dedi. Bir şey demedim. Arkadaşım dedi." Buğulu gözlerim önümdeki görüntüyü bulanıklaştırıyordu. Tuzlu suyun tadı dudaklarımın arasına düşerken titrek bir nefes aldım.

"Hanımefendi lütfen sakin olun." Polis bey beni geriye aldı ve oradan uzaklaştırarak arabanın önüne getirirken insanların aralarında fısıldaşmaları yine sokağın sessizliğine düştü.

"Oğlum kalamaz orda tek başına!" diye bağırdı. Saçlarını yolmaya başlarken daha fazla ağlıyordum. Artık kendimi tutamıyordum. Ellerini saçlarından ayırmaya çalıştım. "Yapma Aliye Teyze yapma ne olur." Gözyaşları acıyla harmanlanmış yüzünde izler bırakırken gece artık doğmayacağını bildiği günün eşiğinde sallanıyordu.

"Mehmet." Polis arkada bize yaklaşan adama seslendi. "Ambulans geldi. Hanımefendiye sakinleştirici vurdurt." Polis memuru başını salladı. Koluma giren polis beni polis arabasına bindirmeden önce Aliye Teyze'nin bakışlarıyla tekrardan karşılaştım. Bağırışları çığlıkları bir ok gibi kalbimden ruhuma sızmıştı.

" Dilerim Allahtan. " Bir adım daha atacakken duraksadım. Bakışlarımı ardıma çevirmeye korktum. Ben yapmadığım bir enkazın eşiğinde vicdanımla sınanıyordum. "Bir gün sende gülemezsin. Öyle şeyler yaşarsın ki şimdi bunları aramak zorubda kalırsın." Aliye Teyze'nin sesi gitgide kısılıyordu. Boğazımda yumruydu dakikaların darbeleri.

Acının eşiğinde kalmıştım.

"Dilerim Allahtan sana hep yara olacak insanlar karşına çıksın. Hiç mutlu olmayasın. Benim yaşadığımı sen de yaşarsın inşallah." Gözyaşlarım dudaklarıma kadar süzüldü. Artık kendimi tutamadım. Titreye titreye ağlamaya devam ettim. Onun da benden farkı yoktu ki. Bir anneydi. Ne dese yeriydi ama besleyip de büyüttüğü, bir zamanlar kendi kızından ayırt etmediği o küçük kız çocuğuna bu sözleri savurması da yakıyordu canı. Bir şey yapmamıştım ama yüreğinin yangınını bana savurmasına karşı koymamıştım. Gücüm yoktu.

"Emre'mi benden aldın. Allah da senin sevdiklerini elinden alsın." Alt dudağımı düşlerken avuç içlerim titriyordu. Derin bir nefes almaya çalıştım ama göğüs kafesim aldığım nefesleri içine sığdıramayacak kadar sıkışmıştı.

"Deme öyle Aliye Teyze." dedim ağlayarak. "Ben yapmadım." Sokağın sonundan gelen ambulans sesiyle herkes aralanmıştı. Mehmet denen polis memuru insanları geride tutuyordu. "Ambulansa yer verin herkes geri çekilsin!" diye bağırdı.

Ambulans evin önünde siren sesleriyle durduğunda polis beni arabaya bindirdi. Diğer taraftan dolanıp yan tarafıma oturduğunda kapıları kapattı ve öndeki komiser aracı karakola doğru sürmeye başladı.

Gecenin ardından bıraktığı bulutlar şimdi ruhum kadar karanlıktı.

"Aliye Teyzem." dedim fısıldayarak. Elimi arkama döndüğümde camda gezdirdim. Aliye Teyze düşüp bayıldığında yakınları onu tutmuştu. Dudaklarım anında aralandı.

Bir gözyaşım daha göz pınarımdan ayrıldı.

Şimdi bana düşen ise sorguya kalmaktı.

🌙

Rüzgar estiğinde ardında harabe bırakırken, insan dilindeki cümleleri içinden döktüğünde acı etrafa yayılırmış.

Şişme montumun yakama vuran kısmını çekiştirirken loş, beyaz ışık göz alıcı şekilde duvarlara gölge oluşturuyordu. Oturduğum sandalyede hiç durmadan önüme attığım bakışlarım donuk , zihnim tek bir yerdeydi.

Aliye Teyzemin çığlıkları...

Kalbimin acısı...

Bir kayıp sadece bedenen olmuyordu. Ruhen de acıyordu içinde açan çiçeklerin yaprakları. Sanki hiç sulamamışsın gibi büyümüyordu artık. Bir yerde tıkanışın ilk hali gibi...

Ağlamaktan kızaran gözlerimi kırptığımda bir damla daha yanağımdan süzüldü. Saçlarım beremin içinde dağılmıştı. Her bir teline adadığım harfler şimdi alfabeden silinmiş, sözcükler yarım kalmıştı.

Dudaklarımı birbirine bastırıp zorlukla derin bir nefes aldım. Avuç içlerime tırnaklarımı sapladım. Hava soğuktu ama bu dört duvarın arasına girmese bile soğuk artık ruhumun içinde yaşıyordu.

Kapı yavaşça aralandı. İçeriye deri ceket giymiş, saçlarını yana taranmış uzun boylu bir adam girdiğinde sivil şeklinde polis olduğunu anladım. Sessizliğin dakikalara vurduğu darbeler artık kasırga içinde kopmuş ve çığlıklar birer birer duyulmaya başlamıştı. "Evet." dedi yavaşça karşımdaki sandalyeyi kendine doğru çekip oturarak. "Nehir Ezel." Bakışları onay bekler gibi yüzüme değmeye çalışıyordu.

Hafifçe kıpırdadım. Ellerini masanın üzerine dayayıp parmaklarını birbirine kenetledi. Oturduğu yerde hafifçe dikleştiğinde bu şekilde hiçbir yerde bulunmadığımı şimdi fark etmiştim.

O gitmişti. Beni küçüklüğümle, küçüklüğünün anılarıyla bırakıp gitmişti. Her gidiş ardında bir gözyaşı bırakırdı. Öyleyse o kaç gözyaşı bırakmıştı ardında?

"Olayı kimin yaptığıyla ilgili bir fikrin var mı? Mevtayla bir ilgisi olan birisi? Kavgalı olduğu ya da iyi anlaşamadığı birisini tanıyor musun?" Sorgular bakışları yüzümde dururken "Hayır." dedim düz bir sesle. Ben de bunu bilmiyordum. Kimseyle bir sıkıntısı, kavgası olmayan bir adamı evinde öylece bulmam beni de işkillendiriyordu.

"Kimseyle bir sıkıntısı yoktu. Herkesle iyi anlaşırdı ama bunu kim yaptı bilmiyorum." Komiser dikkatle sözlerimi dinlediğinde bakışlarını benden ayırmadı. "Olay yerindeydin." Bakışları yüzümde süzülüyordu. Sanki bir noktayı kaçırmamak için gözleri hep üzerimde geziniyordu.

Beni orada öyle yakalamışlardı ama ben bir şey yapmamıştım. "Bunun hakkında bir şey söyleyecek misin?" Ben de oturduğum yerde dikleştim. "Olay zamanı orada değildim. Oraya gittiğimde Emre o haldeydi." dedim düz bir sesle. Sertçe yutkunduğumda adını anmanın verdiği sizi dudaklarıma yayıldı.

Komiser derin bir nefes aldı.

"Sana neden inanalım?" diye sordu alayla. "Burada olup da ben yapmadım diyen kaç kişi suçlu oldu senin haberin var mı?" Elini birden masaya vurduğunda gözlerimi bu sefer bizzat yüzüne diktim. "O benim kardeşimdi!" diye bağırdım sesimi kontrol edemezken. "Siz beni neyle itham ediyorsunuz?"

"İtham etmiyorum. Bilgi almaya çalışıyorum. Ayrıca karşınızda bir devlet memuru var." Sertçe elini birbirine kenetlediğinde dişlerini sıkmıştı. "Ben de devlet memuruyum. Müzede güvenlik görevlisiyim. Ve sizin de böyle konuşmaya hakkınız yok." Ellerimi sandalyenin kenarına koyup oturduğum sandalyeyi sıktım.

Bana kardeşimi öldürmüş muamelesi yapıyordu. Kalbim bu kadar acırken, bir annenin dudaklarından çıkanlar ruhuma saplanmışken hak olabilir miydi böyle bir şey?

"Neredeydiniz eve gitmeden önce?" Sesi duvarda yankılandığında beyaz ışık göz alıcı şekilde masadan gözlerimize çarpıyordu. "Yeni yıl için süsleme almaya gitmiştim. Mağazaya giderken onunla telefonda konuşmuştum." Dudakları düz bir çizgi halini aldı. "Yine inanmıyorsanız onun telefonuna bakın."

Komiser kendisini izleyen diğer bir memura bir anlık baktı. Başını salladığında tekrar bana döndü. "Kendisiyle aynı evde mi oturuyordunuz?"

Başımı onaylayarak salladım. "Küçüklükten beri tanıyorum onu. Üniversitede daha da yakın bir şekilde arkadaş olduk ve aynı evde yaşamaya başladık." Anılarımız aklıma geldiğinde burukça gülümsedim. Onunla yaşadığım her şey güzeldi. "Peki onu öyle gördüğünü varsayalım. Dikkatini çeken bir şey oldu mu? Bir iz, veyahut nesne?"

Komiser dikkatli bir şekilde beni dinlemeye kendini hazırlamışken aklıma telefonla Sinan'ı ararken bana söylediği isim geldi. "Herhangi bir iz görmedim. Ama ben yanına gittiğimde bana bir isimden bahsetti." Komiserin kaşları daha da çatıldı. "Kim?"
Soluklandım ve kanlı ellerimden gözlerimi kaçırarak masaya odaklandım. "Asaf Alahan. Bu kişi her kimse ölmeden önce onu bana söyledi."

Komiser duraksadı. Bir anlık soluklandı ve tekrar devam etti. "Kendisini tanımıyor musun?" Başımı iki yana salladım. "Hayır. Katil o olabilir mi?" diye sordum endişeyle. "Belki de Emre'yi tanıyordu ve onunla arasında bir şey vardı anlaşamadıkları için..." Cümlemin devamı havada asılı kaldı. Bu kelimeyi ona hiç yakıştıramıyordum.

İçimde kopmak bilmeyen fırtınanın esintisi hala bedenimi kaosa sürüklüyordu.

"Hanımefendi bırakın da işimizi biz yapalım." Komiser sertçe kaşlarını kaldırdı. Adaletin olmadığı bu ülkede adaleti bulamamaktan çok korkuyordum. Acı çeken her bedenin ardından gizli bir sır gibi mahzene gömülen çok olay vardı ama bazıları gün yüzüne çıkarken bazıları sır gibi tekrar orada kalıyordu. "Umarım yapacaksınız." dedim duraksayarak.

Kapı çaldığında başka bir memur geldi. "Yakını gelmiş." dedi bana bakarak. Komiser sandalyesini geriye itip ayağa kalkarken ben de üzerime bulaşan kan lekelerini gördüğümde ağlamamak için sıktığım çenemi rahat bıraktım.

Sorgu odasından çıktığımızda komiser koltuğuna yerleşmişti. Karakol binasından içeriye giren amcamı ve Sinan'ı gördüğümde içimdeki ağlama isteği tutuşmuştu ama bunu durdurmayı başardım. "Amca. " dedim hızla ona doğru koşarak. Hafif kır düşmüş saçlarını toparlamış, yüzüne düşen yaşının tecrübe kokan sakalları çenesini sarmıştı. Sıkı sıkı sardığı lacivert kabanıyla asilzade bir aileden geldiğini yine temsil ediyordu. "Nehir." dedi saçlarımı okşayarak. "Emre'ye ne oldu?" diye sordu şaşırarak. "Nasıl oldu?" Hiçbir şeyi anlamamış gibi olan bakışları bir benim bir de karakolun üzerinde geziniyordu.

"Bilmiyorum amca. Kim yaptı hiçbir şey bilmiyorum. Niye yaptı onu da bilmiyorum." Gözlerim dolduğunda kollarından ayrıldım. Sinan yanıma gelip beni kollarının arasına aldı. Sesim titremiş, boğazın ağrımaya başlamıştı. "Şşt." dedi saçlarıma hafif bir buse kondurarak." Emre. " dedim dilim kaynar sudaymış gibi yanarken." Sinan, Emre. " Cümlemi tamamlamama izin vermeden "Gel biraz dışarıya çıkalım." dedi yumuşak bir sesle.

Sinan da Emre gibi benim kimseye değişmeyeceğim insanlardan birisiydi. Onunla da üniversitede yakınlaşmıştık. Emreyle benim ortak arkadaşımdı. Erkek arkadaşımdı. Beraber çok güzel günler geçirmiş, hep beraber olmuştuk ve olacağımıza dair de verdiğimiz sözler şimdi birer birer sabah yıldızların sönmesi gibi sönmüştü.

"Hadi anlat bana güzelim. Ne oldu?" Sesi titriyordu. Soğuk rüzgar ve gökten düşen kar taneleri zemine değerken gözlerim kızarmış ve buğulanmıştı. "Sinan." dedim ağlayarak. O da ağlıyordu. Eliyle gözlerini sildiğinde yüzünü kendime çevirdim. "Bunu ona yapanı bulalım mı?" Sinan da benim gözümden düşen yaşı sildikten sonra orayı öptü. "Bulacağız. Kardeşime kim bunu yaptıysa onu da bulacağım. Bulduğumda öldüre..." Dudaklarının üzerine elimi kapadım. "Öldürmeyeceğiz. Öyle bir şey olmayacak. Ama yaşamasına da izin vermeyeceğim. Cezasını çekecek." dedim Dudaklarımı sıkarak.

"Kardeşim." dedi gözlerini birbirine bastırarak. "Kim yaptı bunu sana?" Yüzüne değen kar taneleri soğuk bir şekilde yanağından süzülürken "Onun son halini gördün mü?" diye sordum kayıtsızca. Sinan'ın bakışları bana değdi. "Görmek istemiyorum." dedi buruk bir şekilde. "Göremem." Yüzünü avuçlarımın arasına aldığımda çenesi kasıldı. "Kardeşim o haldeyken göremem." Başını iki yana sallarken kendine hakim değildi.

"Sinan." dedim ben de kendim sıkmaya çalışırken. Ne kadar denediysem olmayan bir şeydi bu. İçimden dökülüyordu her şey teker teker. Sinan'ın omuzları sarsıldığında kahve saçları alnına vuruyordu. Yeşil gözleri kırmızıya dönmüştü. O da benim gibiydi. Her ne kadar başkası ona soğuk dese de içinde bir yerde yaranın avucunu kanattığı çocuk vardı.

Ruhlarımız hep çocuktu ama o çocuğu kanatanlar da çoktu.

"Tamam." dedim sanki onu iyileştirirken kendim de iyileşecekmiş gibi. "Geçti." Kahve, kareli kabanını saran bedenini kollarımın arasına aldığımda yüzü omzuma değdi. Gözyaşları bu sefer şişme montumu üzerinde olup aşağıya doğru sızıyordu.

Birkaç dakika içinde bulunduğumuz durum, üzerimize yağan damlaların yakıcı hissi ruhumuza damlarken dayım karakol binasının önüne geldi. "Ne oldu?" dedim Sinan benden ayrıldığında. Amcam ellerini kabanının cebine koyduğunda içeriye komiserin olduğu yere baktım. Bir an bakışları buraya değdi. Ardından diğer komiserlerle bir şey konuşmaya başladı. "Buradaki işimiz bitti." dedi arabası karakolun önüne geldiğinde. Bakışlarım oraya çevrildi.

Araba farları yanıp ses çıkardığında üzeri karla dolmuştu. Kurumuş kanın izlerini taşıyan ellerimi montunu cebine koyduğumda dudaklarım soğuktan kurumuştu. "Nasıl bitti? Sorguya çekilmiştim en son." Sinan belimden tutup beni yürütürken nereye gittiğimizi de bilmiyordum.

Amcam arabaya doğru yürürken arkasından Sinanla beraber gidiyorduk. Az önce bitmeyeceğini düşündüğüm sorgu yarım kalmıştı ama amcam şimdi işimizin bittiğini düşünüyordum." Daha soracak soruları olursa avukat olmadan konuşmayacağım söyledim. Sorun yok. Olay yerini araştıracaklar." Şoför, amcam ve bana araba kapılarını açtığında amcam Sinan'a "Sen ön tarafa geç." dedi. Sinan inkar etmeden öne geçtiğinde sessizliği damağımı kurutmuştu.

Ölüm ruhlarımıza kazınmıştı. Artık onun adıydı.

Araba hareketlendiğinde asfalt zemin tekerleklerin yerde dönmesiyle tiz bir ses çıkardı. Gecenin içinde gündüzün kaybolması artık kar tanelerini de karanlıkta kaybettiriyordu. "Nereye gidiyoruz şimdi?" diye sordum düz bir sesle. Artık ne hissedeceğimi bilemiyordum. Hissiz gibiydim. Sanki kalbime vuran hançerleri de hissedemiyordum.

Aliye Teyze'nin sözleri... Bir kalbe okuduğu ağıtlar, beddualar...

Artık hiç geçmeyecek bir acının eşiğine atmak gibiydi.

"Olay yerinden alacakların varsa al. Polis orayı inceleyecek. Birkaç gün benimle kalman gerekiyor." Başımı hızla salladım. "Bu arada söylemeyi unuttum." dedi Sinan on koltuktan bana bakarak. "Sinem Hanım seni aramış. Başsağlığı için." Sesi güçsüz çıkıyordu. Belli etmemeye çalışsa da içinde kopan fırtınadan kalbi zedeleniyordu."Birkaç gün için sana izin verdi. Bu durumda işe gelmemende sıkıntı yokmuş."

Araba camından dışarıya değen bakışlarım ağaçların, gökyüzünün arasında mekik dokurken "Buna gerek yok." diyebildim. "İşe gideceğim. Yapacak bir şey de kalmadı zaten." Dudaklarımı birbirine bastırdım. İşten çıktığımda göreceğim o yüz yoktu artık. Bana emirler verip istediğini yaptırmak için yalvaran o sesler de yoktu. Emre yoktu.

"Bu halde gitmen..." Bakışlarımı amcama çevirdim.Bana dikkatle ve olumsuz bir karar vermem için ikna eder şekilde bakıyordu. "Hayır amca. Bari buna karışma." Sinan dudaklarını birbirine bastırdı. Saçlarını geriye yatırırken "Münir Bey. İzin verin çalışsın. Kafasını ancak böyle dağıtabilir." Sinan'a gülümsemeye çalıştım ama bunu galiba başaramadım çünkü yüzüm tepki veremiyordu.

Amcama döndüğümde başını belli belirsiz salladı. Sokaktaki lambaları üzerine düşen kar kütlesi ışığında gölgesini hafif kapatırken aynı zamanda arabaya vurduğunda yüzümüze vurup ışığını geri çekiyordu.

Asfalt zeminde araba duraksadığında sessizliğin kalıntılarının kaldığı yere tekrar gelmiştik. İçimdeki sancı kendini hatırlatırcasına sızladı. "Hadi kızım." Araba kapısını açarken adım atmakta zorlanmış gibiydim. Bacaklarım kıpırdamamak için olduğu yerde durmayı tercih ediyordu. Rüzgar saçlarımı uçurduğunda yüzüme savruldu. Olay yerinde çantamı ve telefonunu unutmuştum. Onları alabilir miydim bilmiyordum ama içeriye girecek kadar güçlü olduğumu düşünsem bile o bedenin olduğu yer aklıma gelirse dahi olduğum yerde kilitli kalacaktım.

Başımı iki yana salladım. Birkaç adım daha attığımda kapının önünü gördüğümde gözyaşım benden bağımsız bir şekilde yüzümden aktı. Aliye Teyze karşımdaydı sanki. Şimdi bana o gözleriyle bakıyor. Acının kıvrandırdığı bedeni yine o anda yaşıyor, bana dudaklarının arasından belalar okuyordu.

Gözyaşlarım sicim sicim süzülürken başımı tekrar iki yana salladım. Omzuma dokunan elleri iteklemeye başladım. "Hayır hayır. Uzak dur. Hayır." Ellerimi kendimi siper etmek ister gibi önüme koyduğumda sokağın sonuna doğru koşmaya başladım. "Nehir!" Ayağımın altına batan kar birikintileriyle bu biraz zor olsa da nefesime batan dikenleri yokmuş gibi varsayarak oraya bir daha varmak istemedim.

Botlarımın altında ezilen kar tanelerinin çıkardığı ses sokağın sessizliğine gömülürken dengemi sağlayamadan karın üzerine dizlerimin üzerinde düştüm. Ağlayışım sesli bir şekilde dudaklarımın arasından çıkarken ara sıra hıçkırıklar da buna eşlik ediyordu.

Birisi beni yerden kaldırmaya çalıştığında tutmayan bacaklarım sanki bana ihanet ediyordu. Kendine doğru hızla çekti. Çığlık çığlığa bağırmaya başladığımda beni sarstı. "Nehir! Nehir tamam güzelim. Tamam bak ben buradayım." Ellerimi yüzüme kapattığımda gözyaşlarım daha da hızlı akmaya başladı. Kendime sahip çıkarmıyordum. "Tamam birtanem. Geçti." Saçlarımda değen eller yavaşça tutamları okşarken karşımdakini iteklemeye başladım. "Bırak! Geçmedi. Hiçbir şey geçmeyecek." Sokak ışıklarının yaktığı sokaklar sanki bana artık karanlıktı. Onun olmadığı bir dünya, sokak artık ışıksızdı.

"Geçecek. Sen güçlüsün. Bunu da atlatacaksın." Nihayetinde kendime gelme çabalarım gözlerimi kapatıp açmamla beni sessizliğe bıraktığında artık yorulmuş, kendimi bitkin hissetmiştim. "Geçecek ben de yanındayım." Sinan yüzümü avuçları içine aldığında "Hadi gel gidelim." dedi yumuşak bir sesle. Koluma girdi ve beni dengede tutmaya çalışarak arabaya doğru götürmeye başladı.

Gömüldüğüm kar tanelerini üzerimden yavaşça silkelerken kendimi kaybetmişliğim bedenimde acınası izler bırakmıştı. Dizlerim acıyordu, soğuktan titriyordum ve saç diplerim kurumuştu.

Eve bakmamak için direnen gözlerim sanki orada yaşamış, ve hep yaşayacak Aliye Teyze'nin yüzünü anımsıyordu. Orada bir sözüyle beni hep darmaduman edecek, sanki bir kere daha beni dudaklarının arasında öldürecekti.

Arabanın önüne geldiğimizde artık tutmayan bacaklarım beni yere bırakacak kadar güçsüzleşmişti. Gece saatleri ardına bırakırken yeni bir yıla değil de yeni bir zindana girmişim gibi hissetmiştim kendimi.

Yavaşça beni arka koltuğa oturttuğunda kendisi de on koltuğa oturdu ve araba kapılarını kapattı. Araba karlı yolda dönüş yaparak asfalt zeminde seslerini yansıtarak ilerlemeye başladı.

"İyi misin?" Amcamın sorusunu işiten kulaklarım bir an duraksadı. Cevap vermedim. Sessizliğim konuştuğum bütün kelimelerin yerini almıştı. Yaslandığım araba camında başım titremeye başlamıştı. Araba hareketlenirken önümden geçip giden ağaçlara, bembeyaz gözüken berrak hayata baktım ana artık karanlığa gömülmüş ruhumu bunlar bile aydınlatmıyordu.

Geçmek bilmeyen dakikalar bir asır gibi gözüme gelirken araba duraksadı. Hareket etmek istemeyen bedenim üzerine çimento serilmiş gibi duraksamış ve kıpırdama adına hiçbir girişimde bulunamamıştı. Şoför arabadan inip ilk önce amcamın, sonra da benim kapımı açtığında zorlukla bir adım atarak karlı zemine ayak bastım.

"Hadi kızım." dedi amcam arabanın önünden malikaneye doğru giderken. Adımları sakin, huzursuzluğun arasında gidip geliyordu. Yüzünün yumuşak kıvrımlarını kaplayan sakalları çenesinden hafif uzamıştı.

Sinan da bizimle beraber arabadan indiğinde koluma dokunarak beni ayakta tutmaya çalıştı. Eli belime sarıldığında beni arabanın etrafından amcamın malikanesinin girişine doğru getirmeye başladı. Duraksadım. Bakışlarım sarı ışıkların çevrelediği, iki katlı büyük malikanede duraksadığında kapıdaki Turan Malikanesi yazısında gözlerim duraksadı. Burada geçen gençliğimin seneleri şimdi kendini hatırlatır olmuştu. Sadece birkaç sene önce buranın bir kızı olarak burada yaşamış, ama sonra kendi ayağımın üzerinde Emre'yle yaşamaya başlamıştık.

Emre'yle yaşamak... O kadar anıyı zihnime sığdırmak. Acı şimdi kollarını boynuma dolamış , sesimi çıkarmadan celladın sesini duymamı istiyordu.

Amcama yetişmeye çalışırken bizi kapıda beklediğini ve gözlerinin Sinan ile benim aramda gezindiğini gördüm. Amcam aramızdaki ilişkiyi biliyordu. Yine yadırgadığı bir durum olsa da ona statü farkından dolayı bunu yapmaması gerektiğini konuştuğumda karışmayacağını söylemişti.

İnsanlarla aramda olan bağların bu şekilde değerlendirilmesi beni üzüyordu.

Amcam beni yanına aldığında malikane kapısındaki görevli başını eğdi ve kapıyı bizlere açtı. İki adım atarak içeriye adım attığımda büyük yemek masasının önünde duran, aile olarak bildiklerimin bakışları üzerimdeydi.

"Nehir?" dedi yengem masadan kalkarak. Bunca sene sonra onları fazla görmeyim yüzümdeki ifadeyi silmemişti. Dışarıdan nail gözüktüğü bilmiyordum ama herkesin üzerimde olan bakışları farklı ve tuhaftı.

Amcam birkaç adım daha atmama yardımcı olurken masadaki bakışları karşıladım. Yengem, kuzenim, yeğenim... Herkes bir ailenin olması gerektiği gibi yüz yüze, gülüşleri gülüşlerinde birbirlerinin yanındaydı.

Benim ailem ise uzaklardaydı. Çok uzakta.
Bana okunan masalın en güzel yerinde...

Yengem birkaç adımda yanıma ulaştığında bana sarıldı. Saçlarımı okşadı. Kollarımı ona dolayacak hali kendimde bulamadım. Tepki veremiyordum. Yüzümde sahte gülümseme taşımak , gerçeğini taşımaktan da zor geliyordu.

Sahte mutluluk yüzüme yaraşmıyordu.

Yengem bedenimden ayrıldığında yüzündeki sevinç bakışlarımın hüzünden hafifçe soldu. Ela gözleri hafifçe solarken bana doğru koşan küçük kuzenimi gördüm. "Nehir abla." dedi bacaklarıma sarılarak. Hafifçe sarıldım ama bunu çaktırmadan kendime gelmeye çalıştım.

"Birtanem." dedim göz pınarlarımı sıkarak. Şimdi ağlarsam bu kadar insan bana neden ağladığımı soracak, ardını aralamak istemediğim hikayeyi dudaklarımın arasından çıkarmak zorunda kalacaktım. Hafifçe eğilerek dizlerimin üzerinde durdum ve saçları örülmüş, gözleri gülümseyen Ece'nin yanağına hafifçe dokundum. "Nehir abla ne oldu sana?" Dışarıdan görülen halimi bilmediğim için onlarda nasıl bir izlenim bıraktığım hakkında da bir fikrim yoktu.

"Hiç." Diyebileceğim tek şey bu kelimeydi. sanki. Her şey bir hiçten doğmuştu. Şimdi her şey bir hiçe dönmüştü. "Bir şey olmadı bir tanem." dedim gülmeye çalışarak. Ama bunu başaramıyor, kendime telkin bile edemiyordum.

Yanıma vararak kollarını boynuma dolandığında içimdeki o hisse dokunmamaya çalıştım. Ağlayasım geliyordu. Şimdi bu ağlama isteği arşınlanmış ve ruhumda yer bulmuştu.

Ben de kollarımı onun bedenine sardığımda içime dolan huzur şimdi tarif edilemezdi. Sanki çocuklarla konuşunca insanın içindeki çocuk da uyanıyordu.

Yavaşça birbirimizden ayrıldığımızda yengem arkasına dönerek "Nehir geri döndü." Dedi. Masada amcamın oğlu Emir ve onun arkadaşı Cem vardı. Yengemin bakışları benim ve amcam arasında mekik dokunduğunda "Turan malikanesine hoş geldin Nehir." diyerek geceye tutuşan barutu hepimizin üzerine saldı.

🌙

Cennetin rüzgarı cehennemin ateşinde esiyorken uzandığı küvetin köpükleri bedenimi rahatlatıyordu ama içimdeki sızı ne yaparsam yapayım ruhumdan gitmeyecek kadar sabitti.

Elime aldığım köpüklere düz bir şekilde bakıyorken odanın içerisinden birisinin sesi geliyordu."Nehir Hanım. Sinem Hanım sizinle görüşmek istiyor." Yorgun ve bitkin bir şekilde bacağımı küvetten çıkardığımda zeminde doğruldum ve bornozumu giyerek saçlarıma da havlumu sardım.

Banyodan çıktığımda kaldığım odamda fazla bir değişiklik olmadığını gördüm. Amcam Emreyle yaşadığı zamanlar beni hep evine çağırdığı için hiçbir şeyi değişmemiş olmalıydı.

Yine gardırobum geniş pencerenin yanında, karşısında yatağım ve büyük odanın içerisindeki tablolar, küçükken oynadığım oyuncaklar...

Odanın içinde gezinen bakışlarım hatırlamak istemediğim anılar yüzünü bana dönmüş, sokaklarının sonuna doğru gidiyordu.

Duraksadım.

Gözlerimi sıkıca yumduğumda önüme düşen filmin ilk sahnesi, ölümün içinde can veren Emre oldu. Gözlerimi daha da sıkı yumdum.

Bir gözyaşı peşinden sürüklendiğinde yüzüm bunu yadırgamadı. Fatma Hanım elindeki telefonla beklerken kendimi anılardan çekip aldığımda telefonu elime almadan önce kendimi konuşmaya hazırladım.

Derin bir nefes alarak boğazımı temizledim. Saat akşamın kaçıydı bilmiyordum ama yeni yıl benim için artık bir asır sonra gelecekti.

Odadaki saate baktığımda geceye yakın olduğunu fark ettim. Telefonu açarak kulağıma koydum. "Nehir?" Dudaklarımı ısırdım. "Sinem Hanım?" dedim sorar gibi.

"Kusura bakma bu saatte aradım. Olanları duydum." dediğinde bir an her şeyi silip gitme isteği içimde perçinlenmişti. Bir şey söylemedim. "Nehir bak işe gelmek zorunda deği..." Tedbirli gelen sesini böldüm.

"Sinem Hanım lütfen. Ben bunu ancak bu şekilde atlatabilirim. Endişenizi anlıyorum ama lütfen bunu elimden almayın." Sinem Hanım soluklandığında daha bir şey değmeyeceğini onaylar gibi "Peki o zaman yarın görüşürüz." dedi.

Telefonu kulağımdan uzaklaştırıp Fatma Hanıma verdim ve Fatma Hanım başka bir şeye demeden odadan çıktıktan sonra üzerime gardırobumda duran pijama takımlarından birini geçirerek saçlarımı hafifçe kuruttum.

Yatağın üzerine yeni serildiği belli olan temiz nevresimi açarak yatağın içine uzandım ve saçlarım yastığın üzerine dağınık bir şekilde yayıldığında kokusu da burnuma dolmuştu.

Gözlerimi kapatarak kendimi zor olacak günün çıkaracağı yeni bir acıya bıraktım.

🌙

Güneş gecenin ardından geçen saatleri birer birer yok sayarken gözlerime vuran gün ışığı kapalı olan göz kapaklarıma ışık bırakmıştı.

Gözlerimi hafifçe araladığımda kapıma birisi vurarak bana seslendi. "Nehir Hanım kahvaltı hazır. Amcanız sizi bekliyor." Yardımcı Fatma Hanım'ın sesini duyduğumda boğazımdan bir şeyler geçmeyeceğini düşündüğüm için birkaç dakika olduğum yerde durdum. Bir şey yemek istemiyordum. Bu durumda istesem bile böyle bir şeyi yapamazdım.

Kapı önünden adım sesleri uzaklaştığında gittiğini anladım. Bugün işe gidecektim. İş kıyafetlerim yanımda değildi. O evde, o acı anının ardında kalmıştı.

Yataktan doğruluğumda kemiklerime vuran ağrı sanki ruhumun bana bıraktığı bir parçaydı. Hafifçe kalktım ve ayaklarım zemine değdiğinde odamdaki banyoya gidip elimi yüzümü yıkadım.Aynadaki aksime bakmak şuan çok zor geliyordu.

Kendimi uyararak hafifçe başımı kaldırdım. Aynada gördüğüm Nehir sanki kırık kanatlarla uçmaya çalışan bir kuş gibiydi. Kanadı kırıktı ama güçlü kalmaya çalışıyordu. Sanki her şeyi yitirip tekrar uçabilecekmiş gibi hissediyordu.

Yumuşak, oval yüzümün aydınlattığı gözlerim ağlamaktan kan çanağına sönmüş gibi kızarmıştı. Dudaklarım çatlamış, saçlarım dün taramadığım için dağılmıştı.Bakışlarımı çektim. Yüzümü kurulayıp banyodan çıktım ve gardırobuma doğru yürüdüğümde üzerime rahat bir parça bakındım. Kırmızı, yün bir triko ile siyah kot pantolon alıp üzerimdeki pijamalardan kurulduktan sonra üstüme geçirdim.

Komodinin çekmecesinden tarak çıkarıp banyodaki aynanın önüne geçtim ve saçlarımı tarayıp düz şekile getirdim. Daha derli toplu gözüküyordu. Hazırlanmam bittiğinde aşağıya indim. Merdivenlerden inerken yengem, amcam ve yeğenimin de aşağıda olduğunu gördüm. Sinan dün beni bıraktıktan sonra gitmişti.

"Günaydın Nehir." dedi yengem bana gülümseyerek. Amcamla aralarında bakıştıklarında amcam da bana döndü. "Günaydın kızım." Hafifçe dudağımı kıvırdım."Fatma Nehir'e servis yap." Elimi kaldırarak Fatma Hanım'ı durdurdum. "Hiç gerek yok. Ben şimdi çıkıyorum zaten." Amcam kaşlarını çattı. "Bir kahvaltı yapsaydın önce. Gidersin yine." Başımı hafifçe salladım. "İştahım yok. Hadi görüşürüz." dedim elimi sallayarak. Gitmeden önce birkaç adımda yeğenimin yanına ulaştım. Yanağını öptüm. "Görüşürüz birtanem." dedim ve tekrar kapıya gittiğimde görevli kapıyı açtı.

"Serdar'a söyleyeyim bıraksın seni." Amcam arkadan seslendiğinde "Olur." diyerek ona döndüm. Kapıdan çıktım. Serdar'ın arabayı getirmesini beklerken karları açan dozerler diğer taraflara doğru gidiyordu.

Kar hafif hafif varlığını unutturuyor, sokak kaldırımlarından siliniyordu.

Birkaç dakika sonra Serdar arabasıyla malikanenin önüne geldiğinde aracın arka koltuğuna oturdum ve işe doğru giden aracın penceresinden sokaktaki hayatları izlemeye başladım.

Müzeye varan araç son anda frenle kenarda park edildiğinde arabadan indim ve müze girişine doğru ilerledim. Güvenlik arkadaşım beni gördüğünde hafifçe gülümsedi. Bakışı acır gibiydi ve bu beni hafif tedirgin etmişti. Herkesin haberi var mıydı?

"Günaydın." dedim mesafeli bir sesle. Başını hafifçe salladı ve o da karşılık verdikten sonra "Sinem Hanım seni odasında bekliyor." dedi bir adım daha attığımda. Sinem Hanım'ın odasına doğru gittiğimde sivil giyindiğim için biraz farklı hissetmiştim ama bu bir süre sonra geçmişti.

Sinem Hanım'ın odasının kapısını tıklattım. "Gel!" Kapıyı hafifçe araladı ve içeriye girdiğimde Sinem. Hanım beni baştan aşağıya süzdü. Sonra sessizlik damağında yayılmış gibi bir süre duraksadıktan sonra "Hoş geldin canım." dedi. Dudaklarımı zorlukla birbirine bastırdım. Damağım kurumuştu. "Başın sağ olsun." dedi hafifçe bana sarılarak. Kolları beni sardığında ben de tereddüt etmeden ona sarıldım. Hüznümü yansıtmayı sevmiyordum ama sarılacak bir çift kola ihtiyacım olduğunu hissediyordum.

Güçlü durmaya çalıştım. Kollarımız birbirimizden ayrıldığında Sinem Hanım geçip yerine oturdu. "Kimin yaptığı hakkında bir şeyler biliyor musun?" diye sordu hemen. Zihnimi yadırgamadan kullanmak istedim ama şuanda her şey devre dışı olmuş gibiydi. "Bir fikrim yok." dedim sertçe. "Ama bulacağım. Bu işin ardını bırakamam." Sinem Hanım yüzümü incelerken tereddütle ekledim. "O söylediği ismi de araştıracağım. Gerekirse bütün polis tanıdıklarıma soracağım."

Sinem Hanım kaşlarını çatarak "Söylediği isim mi?" diye sordu. Başımı hızla salladım. "Emre ölmeden." Gözlerimi yumdum. "Yani bana Asaf Alahan diye birisinin ismini söyledi. Onunla ne ilgisi olduğunu bilmiyorum ama bence ölümünde parmağı olabilir." Aklıma geldikçe düşüncelerin içinde dönüp dolaştım ama nasıl bir şey olduğunu varsayamıyordum.

"Nehir. Sen Asaf Alahan'ın kim olduğunu bilmiyor musun?" diye sordu Sinem Hanım. Karşısındaki koltuğa kendimi tereddütle bıraktığımda bir fikrim olmadığı için bir şey söylemek de kararsız kalmıştım. "Kim? Tanıyor musun?" Sinem Hanım başını iki yana salladı. "Ölümün de payı olacağını düşünmüyorum. Koskoca iş adamı. Neredeyse bütün buraların sahibi. Nehir." Sinem Hanım endişeyle bana bakıyordu. "Ölümün de payı olsa bile neler yapabilirsi..."

"Sakın." dedim Sinem Hanım'a. "Bunu duymamış olayım. Böyle bir şey mümkün değil. İsterse bütün dünyanın sahibi olsun ama yine de cezasını çekecek." Sinem Hanım başını iki yana salladı. "Nehir bir dinle..." Konuşmasını bölmek zorunda kalarak oturduğum koltuktan hızla kalkıp müze salonuna doğru gittim. Müşteriler bu saatlerde antika ögeleri incelemek için gelmiş olabilirlerdi.

Sinem Hanım'ın odasından çıkarken böyle bir şeyin nasıl düşünülebileceği içimi acıtmıştı. Beni az çok tanıyordu. Ne zamandır yanında çalışıyordum ve karşımdaki kişiden korkmayacağımı bilmesi gerekirdi. Bu noktadan sonra bir korkum olamazdı. Yoktu da. Artık gerçeklerin peşine düşmek omzuma yüklenen bir sorumluluk gibi değil, vicdanen aldığım bir karardı.

Müzeye doğru gittiğimde gelen müşteriler kapıdan içeriye diğer güvenliğin yol göstermesiyle girerken ben de salonda dolaşıyor, yanlış bir şey yapma lükslerine sahip olmamaları için kendilerini kolluyordum.

Müşteriler rehber önderliğinde tarihi ve antika tabloların, silah, kılıçların geçmişini öğrenirken ben de kapıya arkadaşımın yanına gittim ve ona yoğunluk olmaması için kapıdaki insanların cihazdan geçişini kontrol ettim. "Hoş geldiniz." dedim onları karşılayarak. Ellerindeki müze kartını bana gösterdiğinde geçmelerine izin verdim.

Etrafı inceleyen keşfeder bakışlar, çocuklarıyla aileleriyle geziye gelen aileler... Arkadaşlarıyla yeni kültürler öğrenmeye çalışan insanlar...

Onları incelerken diğer insanlar da içeriye giriyor ve bazıları kartının olmadığını söylese de yine de bir şekilde onları da geçiriyorduk. Bütün güvenlik önlemlerini alıyorduk.

Koltuğuma oturdum. Halim kalmamıştı ama bu fiziki yorgunluk gibi değildi. Ruhen içim yanıyordu. Çalışıp bunu asacağım düşünüyordum ki aşmış gibiydim de ama sanki yine içimdeki acı hep oradaydı. Hiçbir zaman gitmeyecekti.

Günün saatleri güneşin batmasıyla akşama doğru yol almıştı.

"Müze kapanacaktır. Lütfen salonu terk ediniz!" Güvenlik arkadaşım insanlara bağırdığında herkes dağılmaya başladı. Seans saati bitmişti ama bugün nöbet saati bendeydi. O yüzden biraz daha burada kaldıktan sonra tekrar eve gidecektim.

İnsanlar dışarıya çıkarken ışıkları kapatmadan önce güvenlik arkadaşım "Sana kolay gelsin." diyerek salonu terk etti. Sinem Hanım da iyi akşamlar dedikten sonra salondan ayrıldı ve ikisi beraber yürüyerek buradan uzaklaştı. Bulunduğum kısımda ışığı yaktım. Oturduğum koltukta derin bir nefes alıp soluklanırken yalnız kalmanın bile bazı şeyleri susturduğunu düşündüm. Sessizlik bazen huzur oluyordu.

Kapattığım gözlerim bir tıkırtı sesiyle bir an açıldı. Etrafa kimin burada olduğuna dair bakışlar atarken doğruldum ve keskin bir şekilde müze salonunu inceledim. Işık kapalı olduğu için bir şey gözükmüyordu. Oturduğum koltuğun önündeki masadan el fenerini aldım ve feneri salona doğrulttum.Kaşlarım kendinden çatılmıştı. "Kim var orada?" diye bağırdım etraftan bakışlarımı ayırmadan.

Salona doğru temkinli adımlar atarken duyduğum sesi tam olarak nereden aldığımı düşünüyordum. Az ileriden gelmişti. "Kimsin?" diye sordum tekrardan. "Bu saatte burada bulunman yasak çık ortaya." Etraftan ses gelmiyordu.

Birkaç adım daha attım. "Sana diyorum çık ortaya." Hala etrafa anlamadığım bakışlar atarken arkamı dönerek bu sefer de oturduğum kısma ışık çaktım. Orada da kimse yoktu. Geri geriye giderken sırtım bir bedene çarptığında çığlık atarak hemen geriye sendeledim ama bir el belime sarılıp beni tuttu ve düşmemi engelledi. "Kimsin?" dedim hemen ellerinin arasından kurtularak.

Elimdeki feneri ona doğrulttuğumda üzeri full siyah giyinmiş, ve başındaki şapkayla bu sıfatı nerede gördüğümü hatırlar gibi oldum. Dün.

Eve gitmeden önce.

"Sen?" dedim tereddütle. "Aynada gördüm." Bu sefer sanki bunu kendi kendime söylüyor gibiydim. "Kimsin sen. Ne işin var burada?"

"Güzel müze." Dedi etrafa bakınarak. Tuttuğum el feneri hala yüzünü yansıtmıyordu. Başındaki yüzünü kapatan şapkayı çekmek için elimi kaldırıp uzattığımda kolumu sırtımı gerisine koydu. "Fazla erkencisin."

"Kimsin sen bırak beni yoksa güvenlik çağıracağım." Etrafa bakındığımda adam hafif bir soğuklukla güldü. "Senin güvenlik olduğunu düşünüyordum." Dudaklarımı birbirine bastırdım. Şuan anlamadığım şeyler yüzünden kendim bile saçmaladığımı yeni fark etmiştim.

"Bu davadan vazgeç." dedi temkinle. El fenerini yüzüne çaktığımda kolumu bıraktı. Geriye doğru gittim. Şapkasını kendisi çıkardı ve el feneri yüzüne değdiğinde karşımda orta yaşlı, siyah ortası kel saçlarıyla duran adam belirdi. "Bunu sana başında duran adam mı söyledi?" dedim alayla. Bunu bana nasıl söylerdi? "Asaf Alahan mı yoksa?"

Adamın çene kaşları sertleşti. "Sonu senin için iyi olmayacak şeylere bulaşma." Güldüm. İlk defa kendime hakim olamayışım şimdi yerinde olmuştu. "Sonu benim için iyi değil öyle mi? Neymiş sonu söyle bileyim? Her şeyi bir kenara bırakıp o başın her kimse adaleti savurmasını mı izleyeyim?"

Adam kollarını göğsünde bağlamış beni izliyordu. Yüzü bir katil kadar soğuktu. "Buna asla izin vermem. O adam her kimse söyle ona bu davadan vazgeçmiyorum. Hatta ardına kadar gideceğim."

Adam kaşlarını kaldırdı. "O zaman bütün bunları sen söyle." Birkaç adım geriye gittiğimde "Bana sakın yaklaşma." dedim. Adam ben geri gittikçe üzerime doğru geliyordu. "Bütün bunları başımıza sen söyle." Ardından cebinden hızla bir mendil çıkardı. Ben geriye doğru arkama bakmadan koşarken beni yakaladı. Debelenip durmam bir işe yaramıyordu ama başımı yana çevirip o mendili bana koklatmasına izin veremezdim. Silahım da yanımda değildi.

Ona karşı koymam için bir şey elimde yoktu.

Başımı ısrarla yana çevirirken elimle elini uzaklaştırıyordum. Ama bu girişimimi ellerimi arkamda birleştirerek kayıtsız bıraktı ve mendili burnuma getirdiğinde nefesimi tutmaya başladım. Bayılmak istemiyordum. "Daha fazla dayanamazsın." dediğinde gözlerimi açık tutmaya çalıştım. Kollarında hareket etmem bunu engelleyecek olsa da bir etkisi olmamış ve beni en son şeytanın avuçları içinde bir hayalin göbeğinde bırakmıştı.

Gözlerim bu son noktada kapandığında her şeyi zifiri bir karanlık bürümüştü.

BÖLÜM SONU!

Bölüm nasıldı?

Bu bölümü fazla uzun yazdığım için aksiyonu birdahaki bölüme bıraktım.

Bölümü bir emoji ile anlatmak isteseniz bu hangisi olurdu?

Birdahaki bölümde görüşmek üzere... ❤️🌙

Continue Reading

You'll Also Like

808K 33.3K 92
Duyuyor musun? Sallamayı bıraktığın beşikte ağlıyor ölüm. (Bölüm sayısı sizi korkutmasın, iki seri (1 ve 3) aynı hikâyede yayınlanıyor.) 1. Seri Ölüm...
Crathall-taekook By SETH

Mystery / Thriller

22.6K 1.4K 25
Jungkook işten evine yorgun bir şekilde dönmüştü. tek bir isteği vardı o da güzel karısının kollarında uyumaktı, karısını 4 adamın üzerinde inlerken...
İHTİLÂF By Emine

Mystery / Thriller

15.8K 1.9K 3
Tutmak için çıldırdığım elleri vardı. Öpmek için delirdiğim gözleri. Bir kez olsun dokunmak için feryat ettiğim çehresi vardı. Asla vazgeçemeyeceğim...
Ateş'in Evi By Pelin Cansu

Mystery / Thriller

32.9K 1.5K 50
Siyah Güz Semti denilen ruhsuz insanlarla dolu bir yerleşim yerine annesi ile birlikte taşınmak durumunda kalan Destina durumdan hiç memnun değildir...