MEDUSANIN ÖLÜ KUMLARI (Kitap...

Oleh Maral_Atmc6

7.1M 640K 1.2M

Elzem Akay'ın sıradan ama güzel bir hayatı vardı. En iyi okullarda okumuş, en güzel oyuncaklara ve kıyafetler... Lebih Banyak

KİTAP KAPAĞI VE DUYURU
(1) Mühür ve Kalkan.
(2) Tarot Kartı.
(3) Kim Olduğunu Biliyorum.
(4) Kalkanlar.
(5) Neredeyiz Biz?
(6) Parazitler.
(7) Akademiye Doğru Yolculuk.
(8) Ben Ve Hizmetçi Olmak Mı?
(9) Kazara Ayin.
(10) Sürpriz Misafir.
(11) Kim Efendi Kim Köle?
(12) Ruhumdaki Mühür.
(13) Zindan ve Ruh.
(14) Kayıp Şaşkın Bir Ruh.
(15) İstenmeyen Öğrenci Olmak Zor.
(16) Saflar Tutuluyor.
(17) Karanlığın Gizlediği Korkular.
(18) Aksilikler Bir Değil Ki!
(19) Buz Festivalinin Korkunç Yüzü.
(20) Meydan Okuma.
(21) Bitmeyen Gece.
(22) Çocuk Kadın.
(23) Küçük Baş Belası.
(24) Evlilik Mi?
(25) Yorgun Düşüyor Gibiyim.
(26) Sürpriz Ziyaretçiler.
(27) Gizli Gerçekler.
(28) İhanet.
(29) Prenses Ari Ve General Karun.
(30) Geçmişe Doğru Yolculuk.
(31) İnfaz.
(32) Oyun İçinde Oyun.
(33) Yolculuk.
(34) Zindanlarda Ki Sır.
(35) Bedenimdeki Azap.
(36) Veda.
(37) Geri Dönmeyeceğim.
(39) İktidar Yarışları.
(40) Asıl Suçlu Kim?
(41) Zehirli Elmayı Bir Tek Pamuk Prenses Yemezdi.
(42) Kovulmadım, İstifa Ettim!
(43) Ölümsüz Olmak Mı?
(44) Bir Nefes Kadar Yakınındayım.
(45) Küçük Zararsız Yalanlar.
(46) Büyük Sürpriz.
(47) Hayal Kırıklığı.
(48) Ruh Kapanı.
(49) Geçmişin Enkazı.
(50) Aradığımız Masumiyet.
(51) Benim Şarkım.
(52) Sessiz Çığlıklar.
(53) Bazı Günahların Affı Olmuyordu.
(54) Medusanın Kızı.
(55) Kalbim Yasta.
(56) Ninfalar.
(57) Tanrıların Piyonu.
(58) Geldiğin Yere Geri Dön!
(59) Zamanın Ötesinde.
Duyuru
(60) Tanrı Tanımaz Asi.
(61) Büyü Artık!
(62) Bana Anılarımı Geri Ver.
(63) Kendinin Gölgesi.
(64) Küllerinden Doğmak.
(65) Garip Bir Meyve.
(66) Ansızın Gelen Teklif.
(67) Rüyalarda Buluşmak.
(68) Canavar Ve Güzel.
(69) Geleceği Düşlemek. (FİNAL!)
Buraya Toplanınn

(38) Avcılar.

109K 9.2K 24.4K
Oleh Maral_Atmc6

Aynaya her baktığında gördüğü yabancı kadının kim olduğunu sorguluyordu. Siyah saçları ağarmış, aradan geçen yıllar yüzündeki kırışıkları çıkarmıştı. Ancak hiçbir kırışıklık yaşadıklarını ona hatırlatmıyordu. Yıllardır derin bir uykudayken ne yaşadığını nasıl hatırlayabilir ki? Elzem'i doğurduğunda hayatının baharında yirmili yaşların ortasındaydı ama şimdi yaşı elliyi bulmuştu. Ondan çalınan koskoca yirmi dört yıl! Uğruna her şeyini feda ettiği küçük kızının yüzünü dahi bilmiyordu. Ancak o, büyümüş ve onu korumayı başaramayan annesini kurtarmıştı. Evet, bunu yapan Elzem'di, çünkü o gece hayal meyal onunla konuşan kızın sesini duymuş ve onu hissetmişti.

Ve Itır! Munure Hanım ona hamile kaldığını bile bilmiyordu ki. Yıllar önce gözlerini yumarken iki küçük oğlu ve yeni doğmuş bir kızı vardı, uyandığında ise bir kızı daha olduğunu öğrenmişti. Meliz, bedenini kullanarak kocasıyla birlikte olmuş ve bir kız çocuğu daha doğurmasını sağlamıştı. Bütün bunlarla yaşamak onun için hiç kolay değildi. En acısı da bütün bunlara sebep olan sadece kendisiydi.

O gece yıllar sonra konakta yeniden gözlerini açtığında şaşkınca etrafındaki dağınıklığa bakmıştı. Kendisini hâlâ yeni doğum yapmış bir kadın sandığı için olanları anlamamıştı. Çok sonradan aynadaki yansımasını görmüştü. Titreyen parmakları yüzüne dokunmuş, aynadaki yabancının kim olduğunu sorgulamıştı. Hatırladığı güzelliğinden eser yoktu. Teni solmuş, gözleri eskisi gibi ışıltılı bakmıyordu. Yanakları artık pembe değildi, sarkmıştı. Dolgun dudakları dikkat çekmiyor, kırışıklar çevresini sarmıştı. Gözlerinin etrafında bile birçok kırışık vardı ve saçları eskisi gibi parlamıyordu. Tanımamıştı ki yüzünü, yaşlanmıştı. Aklını kaçırmış gibi çığlık çığlığa çıkmıştı odadan ve arka kapıyı kullanarak konağı terk etmişti. Sabaha kadar sokaklarda şuursuzca koşturmuş, olanları anlamaya çalışmıştı. Bir türlü aradığı cevapları bulamayınca yağmurun altında ıslanan bedeni yorgun düşmüş ve bilincini kaybetmişti.

Gözlerini açınca kendisini bir hastanede bulan kadın, kaçarcasına oradan çıkıp öğleye doğru konağa geri dönmüştü. Bahçe kapısından içeri girince konaktaki kalabalığı görmüştü. İşte o an şaşkınlığı iyice artmıştı çünkü polisler onun için gelmişti. Hizmetçisi Berna'yı anımsatan yaşlı bir kadın ağlıyordu ve polisler Munure Hanıma sürekli birilerini soruyordu. Fazla şaşkındı bir türlü olanları anlamıyordu. Mara ve Doğa adında iki kızı soruyorlardı, onların kim olduğunu bilmiyordu. Sadece bu da değil aynı zamanda Elzem ve Itır diye iki kızı daha soruyorlardı. Munure Hanım onları tanımıyordu, kimlerden bahsettiklerini bilmiyordu.

Polisler apar topar ifadesini almak için onu karakola götürmüşlerdi. Sürekli bu dört kızı soruyorlardı, lakin Munure Hanım hâlâ nasıl yaşlandığını düşünüyordu. Ta ki içlerinden biri sorgu odasında yüzüne bir dosya fırlatana kadar. "Bu iki kızı tanımadığını mı söylüyorsun?" demişti polis memuru ve dosyada gördüğü fotoğraflar ona yabancıydı.

Kabus gibi geçen sorgudan sonra avukatlar onu kocasıyla görüştürünce nihayet gerçekleri öğrenmişti. Kocası da yaşlanmıştı çünkü Munure Hanım aslında dün gece doğum yapan o genç kadın değildi! Kocası Ragıp Bey ona her şeyi anlatmıştı ve o an tek yaptığı çıldırmış bir hâlde tırnaklarını saçlarına geçirip bağırmak olmuştu. Yirmi dört yıl! Ondan çalınan koskoca yirmi dört yıl! Bu dayanılacak gibi değildi!

Sadece bu kadarı da değildi, çok daha fazlası vardı. Dosyadaki kızlar onun kızıydı. Henüz kucağına bile doğru düzgün alamadığı küçük bebeği ölmemişti. Kocası ona Elzem ismini vermişti ve küçük bebeği büyüyüp genç bir kadına dönüşmüştü. Hepsi bu kadar da değildi, Itır adında bir kızı daha vardı!

Munure Hanım öğrendikleri karşısında delilik sınırlarını zorlayınca kendi öz oğlu tarafından akıl hastanesine kapatılmıştı. İlaçlarla güçlükle ayakta duruyor ve günün çoğunu yaşadığı krizler yüzünden uyuyarak geçiriyordu. Onu buraya Sıraç kapatmıştı, ama ondan nefret eden o genç adama bile yabancıydı. O, artık ailesini gerçek anlamda yıkmayı başaran bir kadındı.

"Bugün nasılsın?" Pencereden dışarıyı izlerken başını çevirince Yavuz'u gördü. Küçük oğlu ne kadar da büyümüştü. Kahverengi kısacık saçları yüzünü açığa çıkarırken, ürkek bakan gözlerinin elaları annesine karşı herhangi bir nefret barındırmıyordu. Tıpkı babasının gençliği gibi yuvarlak bir yüzü vardı ve dolgun yanakları onu fazla sevimli gösteriyordu. Yeni traş olduğunu gösteren pürüzsüz çenesi bile Ragıp'ın gençliğini anımsatıyordu. Öfkeden üzerine saldıran oğlu Sıraç'tan daha kısa ve zayıftı ama kesinlikle çelimsiz bir çocuk değildi. Bir oğlu aylardır tehditler eşliğinde onu zorla burada tutarken, diğer oğlu hergün bir buket gülle annesini görmeye geliyordu.

Kızlarını ise henüz hiç görmemişti. Sıraç, buradaki herkesi parayla satın aldığı için onların resimlerini bile göstermiyorlardı.

"Hoş geldin Yavuz." Yorgunca ona tebessüm edip yatağın üzerine oturunca, Yavuz annesinin yanına oturup elindeki gülleri ona uzattı. "Yine beyaz güller ve kırmızı karanfillerden oluşan bir buket getirmişsin. Özel bir anlamı olmalı değil mi?" Yavuz her ziyaretinde hep aynı çiçekleri getiriyordu.

Gözleri hüzünlü bakarken başını salladı. "Elzem beyaz gülleri, Itır ise kırmızı karanfilleri severdi. Senin hangi çiçekleri sevdiğini bilmediğim için ne zaman çiçekçiye uğrasam kendimi bunları alırken buluyorum." Hiçbir zaman bir annesi olmamıştı ki neyi sevdiğini bilsin. O da hayatındaki iki kadının sevdiği çiçeklerden alıyordu.

"Ben çok üzgünüm Yavuz..." Elindeki çiçeklere bakarken ağlamamak için kendisini güçlükle tutuyordu. Her şeyin suçlusu oydu.

"Sana onları anlatmamı ister misin?" Gözleri dolu dolu hızlıca başını sallayan kadına tebessüm etti. Ne yaşanırsa yaşansın birine kin besleyip nefret etmek Yavuz'un karakterinde yoktu.

"Itır..." Buketteki bir karanfili çıkartıp aldı. "Açık konuşacağım Sıraç'tan sonra beni gerçek anlamda korkutan biriydi." Kız kardeşinden bahsederken geçmiş zaman eki kullanmak içini acıtmıştı.

"Kaşları hep çatık gezer, çok öfkeli bir mizacı var. Olur olmadık her şeye sinirlenir ve kızınca tıpkı Sıraç gibi gözleri hiçbir şey görmez. Ama uysal bir yönü de yok değil. Elzem'e çok düşkün olduğu için genelde onu ne zaman incitse hemen sonrasında uysallaşır ve pişmanlık duyar." Onun öfkesinden nasibini en çok Yavuz almıştır. Utanç verici ama tüm çocukluğu küçük kız kardeşinden dayak yiyerek geçmişti. Evi terk etmesinin sebeplerinden biri de Itır'dı, çünkü Yavuz'u gördüğü her yerde onu dövecek bir sebep buluyordu.

"Itır'ın fiziki özelliklerini senden aldığını biliyor musun?" Annesi yüzündeki tebessümle onu dinlerken bunları aylardır hiç bıkmadan anlatıyordu ve Munure hanım ilk günkü heyecanıyla onu dinliyordu.

"Kömür karası gözleri var, özellikle sinirlenince o gözler daha da koyulaşır. Saçlarının her bir tutamı geceden çalınan karanlığın tonunda. Sürekli kavgaları karıştığı için hasarlı bir burnu ve içe çökük yanakları var. Güzel bir kız ama öyle ahım şahım bir güzelliği yok. Ya da Elzem ile kıyaslandığında bu böyle." Şimdi burada olsaydı son kısmı söylediği için tüm kemiklerini kırana kadar durmazdı. Kardeşini özlemişti, öfkesini bile özlemişti.

"Ve Elzem..." Sesindeki hayranlığı gizleyemedi. "Elzem Akay anlatılmaz yaşanır anne, o derece başdöndürücü biri. Onun için, 'güzel' kelimesi az kalır büyüleyici bir görünüşü var. Yaşlı genç fark etmez her erkeğin aklını başından alacak zehirli bir güzelliği var." Kız kardeşi diye bunları söylemiyordu, çünkü şu zamana kadar Elzem'in güzelliğine yakın bir kadın görmemişti. Kız kardeşi girdiği her ortamda insanları etkilemeyi iyi bilirdi. Sıraç, Elzem'in güzelliğinden hep nefret etmiştir. Sırf bu yüzden Itır'ı arkadaşlarıyla tanıştırırken aynısını Elzem'e hiç yapmazdı. Mümkün olsa onu herkesten saklayacak kadar hastaydı.

"Sadece güzel değil aynı zamanda çok zeki." Beyaz güllere bakıp iç çekti. "Biliyor musun o çocukken bile çocuk gibi davranmazdı. Bu bazen beni korkuturdu çünkü arasıra Itır'dan daha ürkütücü davranıyordu."

"Ne demek istiyorsun?"

"Bilmiyorum anne, ama çoğu zaman onun karanlık ve tehlikeli bir yönü varmış gibi hissettiriyordu. O, kusursuz biri anne, Elzem'de bir kusur bulmak imkansız. Ancak çoğu zaman en büyük kusuru aslında kusursuzluğu gibi geliyordu. Nasıl bir insan her hâliyle dört dörtlük olur ki? Fazla gerçek dışı biri, sana bunu anlatamam bizzat onu yaşaman gerekir." Yavuz, herkesin bir zayıflığı olduğunu düşünürdü ve ona göre Elzem'in en büyük zayıflığı sergilediği kusursuz hâlleriydi.

"Sanki elinde sihirli bir değnek var ve adımını attığı her yeri bir tiyatro sahnesine çevirip hayatının rolünü sergiliyordu."

"Başarılı oluyor muydu?"

"Tüm seyircileri ayakta uyutup parmağında oynatacak kadar."

"Peki ya Itır?"

Güldü. "O daha çok sahnedeki perdeleri ateşe verip, beceriksizliği yüzünden birilerini yumruklayan kişilerin içinde yer alıyordu." Sonunda annesini güldürmeyi başarmıştı. Küçük kız kardeşleri ay ve güneş kadar birbirinden farklıydı.

*****

Yaşlı adam terasta arkadaşlarıyla birlikte kahvesini içerken öğrencilerini izliyorlardı. Bu çiftlik evinin geçmişi beş kuşak öncesine dayanıyordu. Sahipleri sürekli değişiyor ama defalarca tadilatta geçen sığınakları hâlâ ilk günkü gibi iş görüyordu. Atalarından biri burayı Avcılar için özel olarak yaptırmıştı ve birçok Avcıyı burada eğitmişti. Nihayetinde babadan oğula derken babası ölünce ona, yani Yahya'ya kalmıştı. Yahya ve üç arkadaşı onlara kalan eğitmenlik görevini üstlenmiş ve şimdiki nesil Avcıları en iyi şekilde eğitmeye başlamışlardı. Her bir öğrencisi gerçek kimliğini gizleyerek toplumda yer edinmeyi başarmıştı. Tüm Avcı aileler henüz küçükken çocuklarını eğitmenlere gönderir en iyi şekilde eğitilmesini isterdi. Avcılar toplumda farklı mesleklerle gündeme geliyor olabilirler, ama kuşaklardır hiçbiri kim olduklarını çocuklarından gizlemediler. Aksine hergün gördükleri doğaüstü varlıklara karşı onları uyarıp, en iyi eğitimi almalarını sağlamışlardı.

Avcılar'da tıpkı kurtlar gibi sürü hâlinde gezdikleri için her kuşaktakiler birbirini tanırdı. Tıpkı yeni nesil Avcıların hepsi yıllardır birbirini tanıdığı gibi. Onlar kendi akranları olan Avcılarla kaynaşıyor ve ileride çocukları da aynı şeyleri kendi yaşıtları olan Avcılarla yapacaktı. Bu yıllardır hep böyle olmuştu.

"Şu ikisi." Yahya gibi eğitmenlerden biri olan Şahin Bey, gözleriyle eğitim sahasında birbirini ölümüne yumruklayan ikiliyi gösterdi. "Yıllardır dost mu yoksa düşman mı olduklarını anlamadım gitti." Her ikisi de birbirine karşı fazla acımasızdı.

Yaşlı kadın güldü. "Sıraç ve Uraz mı?" Bir diğer eğitmen olan Dilek Hanım yarım saattir onları izliyordu. Uraz'ın attığı tekmeyle Sıraç'ın kaburgalarına nasıl hasar verdiğini gördü. Hemen sonrasında ağzındaki kanı tüküren Sıraç, rakibine ikinci bir hamle şansı tanımadan yumruğunu onun yüzüne geçirerek Uraz'ı sersemletmişti. "Ringde düşman, ringin dışında dostlar. Her ikisinin öfkesi birbiriyle yarışır, aynı kriterlere sahipler ancak bu ikisinin dövüşlerini izlemeyi sevmemin sebebi bu değil." Her öğrencisi onun için çok değerliydi ama bu ikiliye karşı özel bir sempatisi olduğunu da inkar edemezdi.

"Onları senin için farklı kılan nedir Dilek?" Arkadaşı Firdevs'e gülümseyerek ikisini gösterdi. "Sıraç'ın onca zamandır dövüşlerini izlerim ama bugüne kadar Uraz'ın ellerine hiç zarar vermedi. Uraz ise asla Sıraç'ın yüzüne vurmaz. Dövüş esnasında öfkeden gözleri kan bürüyecek kadar hırslılar ama buna rağmen kendilerini kontrol etmeyi iyi biliyorlar." Uraz başarılı bir doktordu, Sıraç ise koskoca bir holdingin patronuydu. Hafta içi Avcı kimliklerini gizleyip biri ameliyatlara girer, diğeri birçok insanla yüz göz olarak toplantılara katılırdı. Birinin yüzü zarar görmemeliydi, diğerinin neşter tutan parmakları. Ve her ikisi bu sınırı asla geçmiyorlardı. Birbirlerinin kırmızı çizgilerini bildikleri için öfke anında bile kontrollü olmayı başarıyorlardı.

Dilek Hanımın onları kayırmasının tek sebebi bu değildi. Uraz beş yaşında tüm ailesini kaybedince onu çocuk yurduna vermişlerdi. O yaşlarda henüz bir Avcı olduğunu bilmediği için gördüğü şeyler yüzünden zavallı çocuğu deli diye bir kliniğe göndermişlerdi. Sıraç ise her şeyden elini çeken depresyondaki bir baba ve ruhunu şeytana satan bir annenin arasında sıkışıp kalmıştı. Ailesi atalarından kalan Avcılığı ona anlatmadığı için bocalayıp duruyordu. Ve Dilek Hanım tesadüfen ikisinin başına gelenleri öğrenip onları himayesi altına almıştı. O dönemlerde genç bir kadın olan Dilek Hanım, eğitmen olarak seçilmişti ve eğiteceği çocukların içine bu iki çocuğu da dahil etmişti. Ancak eğitimi kabul etmeyen Yavuz ve Yahya'nın kızı Süreyya için kimse bir şey yapamazdı, çünkü bu iki çocuk Avcıların yüz karasıydı.

Yavuz'a bir yerden sonra anlayış gösterebilirdi, ama Yahya gibi sıkı bir eğitmenin kızı nasıl böyle korkak ve beceriksiz olur, aklı almıyordu.

"Bu da ne?" Şahin Bey kaşlarını çatarak eğitim sahasındaki tüm çocukları gözleriyle eledi ve yeğeni Kenan'ın olduğu ringi gösterdi. "Oğlunun ne halt yediğini bana açıklayacak mısın Yahya?" Rakibi kesinlikle onun dengi değildi ve Kenan ona karşı fazla acımasızdı.

Gülerek arkasına yaslanan yaşlı adam, kahvesinden büyük bir yudum aldı. "İyi bir abi olarak kız kardeşine dövüşmeyi öğretiyor." Kızı, öyle veya böyle bir Avcı olarak öğrenmesi gereken şeyleri öğrenecekti.

"Daha çok zavallı kız dayak yiyor gibi görünüyor!" Şahin Bey hemen ayağa kalktı. "Süreyya'nın çok fazla üzerine gidiyorsunuz!" Sandalyesini iterek terastan çıkınca geride kalan üç ihtiyar güldü. "Bu sefer Kenan'ı kimse onun elinden alamaz." Yahya gülerken, Firdevs Hanım homurdanarak ayağa kalktı. "Daha önce sana berbat bir eş ve baba olduğunu söyleyen oldu mu?" Kardeşini durdurmak için onun peşinden gitmişti.

Sıraç ve Uraz nefes nefese kalmalarına rağmen işi inada bindirdikleri için bir türlü dövüşü bırakmıyorlardı. Uraz'ın kehribar gözleri yorgunca bakıyor, aldığı hızlı soluklar duyuluyordu. Çok fazla terlediği için teni parlıyordu ve çenesindeki çukur en çok dişlerini sıkınca ortaya çıkıyordu. Arada bir elleri terli saçlarını buluyor, koyu kumral saçlarındaki ıslaklığı karıştırıyordu."Bu gece çok önemli bir ameliyatım var, sal artık beni!" Uraz'ın eve gidip ameliyattan önce biraz dinlenmesi gerekiyordu, ama bu hayvan herif bir türlü yenilgiyi kabul etmiyordu!

Sıraç, karnına doğru gelen yumruktan son anda kendisini korurken güldü. "İki saat sonra başlayacak olan ihaleye giremezsem kırılmadık kemiğini bırakmam!" Birbirlerinin hayatını zorlaştırmak çok sık yaptıkları bir şeydi. İşin trajik yanı başlarına gelecekleri bildikleri hâlde her defasında rakip olarak birbirlerini seçiyorlardı.

"Ah! Abi dur artık!" Süreyya'nın haykıran sesini duyunca ikisi aynı anda küfredip dövüşü bırakmışlardı. "Ben bu Kenan'ı birgün çok pis döverim!" Sıraç'ı takip eden Uraz, "Sıranı bekle!" dedikten sonra iki arkadaş ringden atlayıp koşmaya başlamıştı. Bu gidişle birgün kızı öldürecekti!

"Güzel kardeşim, bana bir kere karşılık ver bak valla gitmene izin vereceğim!" Kenan, yakasına yapıştığı kızı sarsarken, yüzü gözü morluklarla dolu olan Süreyya yine ağlıyordu. "A-abi ben şiddete karşıyım ama..." Duyduklarıyla iyice çıldıran Kenan, onu yere savurdu. "Ne demek şiddete karşıyım lan! Bir Avcının şiddet karşıtı olduğu nereden görülmüş! Kalk ayağa Süreyya!" Bu kız onu katil edecekti. İstediği tek şey sağlamından bir yumruk atmasıydı!

Süreyya yerde can çekişirken sinir krizi geçirmek üzereydi. Bir cadıyı andıran kıvırcık, kısa saçları kabarıkça duruyordu. Kahverengi gözleri ağlamaklı bakıyor, hatta birkaç damla gözyaşı çilli yanaklarından süzülmüştü. Yüzündeki izleri fondöten ile kapatabilirdi ama patlamış dudağı için yapacağı hiçbir şey yoktu! Tişörtü yukarı doğru sıyrıldığı için karnına aldığı darbelerin izi belli oluyordu. Üstelik ilk kez bugün giydiği pantolonu kir içindeydi. "Ben bir Avcı olmak istemiyorum abi!" Onu zorladıkları bu eğitimden nefret ediyordu. En büyük hayali asla dışarı çıkıp ölülerle savaşmayacağı bir tünel bulmak ve oraya taşınmaktı!

"Sen bir Avcısın kuş beyinli ve bir Avcıya yaraşır bir şekilde yaşayacaksın!" Kolundan tuttuğu kızı sertçe ayağa kaldırdı. "Şimdi tekrar et bakalım sen neymişsin?"

"Ya abi ben artık insan bile olmak istemiyorum o derece yani!"

"Yanlış cevap şimdi seni bir posta daha döveceğim."

"Kadınlara el kaldıran hayvanın tekisin!"

"Senin neren kadın lan! Daha çocuksun sen, doğru konuş gebertirim! Şimdi tekrar et bakalım neymişsin sen?"

"Yirmi beş yaşındayım! Sen ve arkadaşlarından sadece iki veya üç yaş küçüğüm."

"Bak çocukmuşsun işte!" Süreyya pes etmişti. Bu hayvana ne derse desin o kalın kafasına girmiyordu.

"Kenan, rahat bırak kızı." Uraz'ın uyarısıyla Süreyya onların gelmesini çok sevinmişti. "Neden kendi süründeki hayvanları dinlemiyorsun?" Ve bu söylediklerinden sonra Sıraç'ın sesini duydu. "Kır şunun çenesini Kenan." Kenan ve arkadaşları onun en büyük cezasıydı.

Kenan, dayısı Şahin'in onlara doğru geldiğini görünce hemen kız kardeşini bıraktı. "Şimdi uslu bir çocuk olup dayımın buraya gelmesine engel oluyorsun güzel kardeşim. Aksi takdirde beynini dağıtırım Süreyya." Cümleye iltifatla başlayıp tehditle sonlandıran bu adamın kardeşi olmaktan bıkmıştı.

Süreyya dayısını ikna etmek için gidince üç arkadaş kumların üzerine oturdu. Biraz sonra Destan'da onlara katılınca nihayet yalnız kalmışlardı. "Bu korkaklığı canımı sıkıyor." Kenan soluklanırken her zamanki gibi yine kardeşi konusunda dert yanıyordu.

"Evlendirsene onu." Uraz sırıtarak yanında oturan Sıraç'ı gösterdi. "Yavuz ile harika bir çift olurlar değil mi Sıraç?" İkisi yüzünü buruşturunca Uraz gülmeye başladı. Süreyya ve Yavuz'un çok fazla ortak noktası vardı.

"Çocuklar aradı yine yanlış adres." Destan'dan önce hepsi bu haberi aldıkları için sessiz kaldılar. Sıraç ve arkadaşları uzun zamandır onlara kapıyı açacak bir iblisin peşindeydi, ancak öğrendikleri tüm söylentiler hep boş çıkıyordu. Kapıyı açacak büyüyü sadece Medusa'nın soyundan gelen bir iblis yapabilirdi, ama onlardan bir tane daha yoktu! Bir hafta önce kulaklarına gelen haber iblisin Babil'de olduğuyla ilgiliydi, ancak oraya gönderdikleri Avcılar elleri boş dönüyordu. İblisin izi onları Akad ve Sümer topraklarına kadar götürmüştü, ama izini bir şekilde kaybettirmeyi başarmıştı.

Üç gün önce ona sesini duyuran Doğa'da hâlâ suskunluğunu koruyordu!

"Farklı bir iblis büyüyü yapamaz mı? Neden inatla Medusa'nın soyundan olmak zorunda? Senin için başka bir iblis bulabilirim." Destan şişkin kaslarını gösterince arkadaşları güldü. Kendi aralarında Destan'a taktıkları lakaplardan biri de devdi, çünkü herkesten daha uzun boyu ve kocaman şişkin kasları vardı. Süreyya ona goril diyerek onu kızdırıyor olabilir, ama gerçekten çok iriydi. Sıfıra vurduğu kafası ve delici bakan mavi gözleri fazla ürkütücüydü.

"Diğer iblisler işimizi görmez kardeşim," diyen Kenan, Destan'ın aksine daha sağduyuluydu. Kahverengi gözleri sadece kız kardeşi Süreyya'yı görünce ateş saçar, onun dışında bakışları hep muzipçe bakardı. Uzun bir yüz, köşeli çenesi ve annesinin her defasında zorla karıştırdığı kahverengi saçlarıyla fazla karizmatikti.

"Neden illa Medusa'nın soyundan olmalı bilmiyorum." Sıraç ayağa kalkarak yürümeye başladı. "Ama öğreneceğim." Kızların ortadan kaybolduğu gün Mara'nın annesi Berna Hanım ona gelmiş ve Medusa'nın soyundan gelen bir iblis bulursa kızları getirmek için kapıyı açabileceğini söylemişti. Ona daha fazlasını anlatmayan kadını bir şekilde konuşturmalıydı!

*****

Ragıp Bey, Elzem'in çalışma odasına girince huzur bulduğu tek yer burasıydı. Çalışma masasındaki dağınıklığa bakmak bile gözlerinin dolmasını sağlamıştı. "Bu ihtiyarı affet kızım." Elzem'in en çok vakit geçirdiği yer bu masanın başıydı. Öğrencileri için tuttuğu notları ezberlemiş ve onun elinin değdiği her şeyi defalarca okumuştu.

"Beni koru baba," diyen sesi hâlâ kulağındaydı. Yapamamıştı, kızlarını koruyamamıştı.

"Susmaya devam et baba, seni susturan o sebep bize zarar verene kadar susmaya devam et. Umarım birgün konuşmaya karar verdiğinde her şey için çok geç olmaz, çünkü son zamanlarda beni korkutan çok fazla şey var." Elzem'den duyduğu son şeyler bunlar olmuştu. Bir baba olarak kendi kızlarını koruyacak hiçbir şey yapmayan sefil bir adamdı.

"Yeniden aile olmak istedim. Özlemini duyduğunuz anne sevgisini yaşayın istedim." Boş masayı izlerken gözlerinden süzülen yaşlara engel olamadı. Çocuklarının bir annesi hiç olmamıştı, geç olsa da anne sevgisini bilsinler istemişti. Bu yüzden yıllarca susarak gerçeği bilmelerine engel olmuştu. Karısının bedenini alan iblis, kendi bedenine kavuşunca karısını ve kızları özgür bırakacaktı. Ne kadar da aptaldı! Ona inanarak karısının düştüğü tuzağa o da düşmüştü. Şimdi ise anne ve babalarının hatasının bedelini çocukları ödüyordu. Kızları kayıp, bir oğlu korkudan sokağa bile çıkamazken diğeri kardeşleri için bir arayış peşindeydi.

İlk Kalkanlardan oluşan ataları geçiti açarken çocuklarının zihinlerine kim olduklarını yerleştirmişlerdi. Her biri dünyaya uyum sağlamıştı ama kim olduklarını çocuklarından hiç gizlemediler. Yirmi dört aileden sadece bir çocuk kapıdan geçmişti. Her aile sadece bir çocuğunu kurtarıp, soyunun devamı için o çocukları seçmişti. Dünyaya gelen Avcılar birbirinden hiç ayrılmadı, hatta evlilikleri bile kendi içlerinden olmuştu. Avcıların kanını farklı evlilikler yaparak kirletmediler. Nesiller boyunca çoğaldılar ve çocukları bile sadece onlar gibi olanlarla evlenmişti. Her biri nereden geldiğini ve kim olduğunu çocuklarına anlatarak onları Avcı olarak yetiştirdi. Nesiller boyunca bu hep böyle devam etmişti, ta ki Munure Hanım bunu değiştirene kadar. Elzem ve Itır'da dahil olmak üzere dört çocuğu bir Avcı olarak eğitim görecekken kızları artık düşman ırka aitti!

Oğulları kızlar gibi değildi. Yavuz bir Avcı dışında her şeydi ama yeni nesil Avcıların neredeyse hepsi Sıraç'ın arkadaşıydı. Sıraç'ın Avcı yönü herkesten daha baskındı! Öyle ki hayatına aldığı kadınları bile Avcılardan seçiyordu. Kendi türünden olmayan kimseye tahammül etmeyen bir yırtıcıdan farkı yoktu. Gündüzleri örnek bir işadamı olan oğlu, geceleri arkadaşlarıyla birlikte buradaki kayıp ruhları avlıyordu. Evet, Ragıp Bey onun hakkındaki her şeyi biliyordu.

Babasının aksine Elzem ve Itır'ın düşman ırka mensup olmalarını görmezden gelerek kardeşlerini sevmeyi başarmıştı. Bir Avcı için bunu yapmak hiç kolay değildi ama oğlu kendi doğasına bile hükmetmeyi başarmıştı. Doğa'nın babası bile sırf lânetli bir kızı var diye yıllarca zavallı kıza işkence etmişken, bir Avcı için düşman ırktaki birini kabul etmek hiç kolay değildi.

"Gelebilir miyim efendim?" Başını kaldırınca Berna'yı elindeki kahveyle gördü. Bu kadın yıllardır Akay ailesinin hizmetindeydi ve bir zamanlar karısının tek sırdaşıydı.

"Gel Berna." Oturunca karşısındaki koltuğu işaret etti. "Sende otur lütfen." Mara gidince bir türlü kendisini toparlayamayan kadın, hasta gibiydi. Gözlüklerinin camı sürekli buğulanıyordu ve yalnız kaldığı her yerde kızı için gözyaşı döküyordu. Aklar düşen saçları bile seğrelmiş, zayıflayan bedeninde hastalıklar gün yüzüne çıkmıştı.

"Sen neden o yaratığı çağırmıştın Berna?" Ragıp Bey'in kahvesini uzatırken, yine gözleri dolarak onun gösterdiği koltuğa oturmuştu. "Mara'ya sahip olmak için..." Berna Hanımın bir çocuğu olmuyordu. Zehirli rahmi uzun süre bir bebeği hayatta tutamıyordu. Mara'dan önce beş başarısız gebelik yaşamıştı, beş hayalkırıklığı. Altıncı gebeliğinde yine aynı şeyleri yaşamaktan çok korktuğu için o gün bu korkusundan Munure Hanıma bahsetmişti. Munure Hanım ona bir iblisin varlığından o gün bahsetmişti. Oğulları Sıraç ve Yavuz'un Avcı yeteneklerini büyüyle kapatan bir iblisten söz etmişti. Sıraç ve Yavuz'a yaptığı büyünün karşılığını istemeyen iblise güvenmeyi seçmişti. Ondan tek istediği sorunsuz bir hamilelik süreciydi ve öyle de olmuştu. İblis, ona bir şey içirdikten sonra sorunsuz bir gebelik geçirmişti. Bilemezdi, Mara'yı kurtarırken bir Avcı olan kızını lânetleyip bir iblise kurban verdiğini o an bilemezdi.

"Munure'de Elzem için onu çağırmıştı. Kızları kurtarmak isterken her şeyi daha kötü hâle getirdik Berna." En az onlar kadar Ragıp Bey de suçluydu, çünkü onu karısının hayatıyla tehdit eden iblis yüzünden karısına ihanet etmişti. İblis, kendisine ait bir Kalkan istiyordu ve Ragıp Beyi onunla birlikte olması için zorlamıştı. Itır'dan bunu sır gibi saklıyorlardı ama Itır, iğrendiği bir gecenin meyvesiydi. Belki de bu yüzden susmuş ve oğullarını susturmuştu. Kendisine bile itiraf edemiyordu ama belki de Itır'dan kurtulmak için susmuştu. Karısının hayatı bahanesi olabilirdi, belki de yıllardır sessiz kalmasının sebebi bir iblisin ruhunu taşıyan kızının kapıyı açarken ölmesini istemesiydi. Böyle düşündüğü için kendisinden nefret ediyordu ama gerçek buydu. Ragıp Bey hep Itır'ı sevmek ve nefret etmek arasında gidip gelmişti.

Emin değildi ama belki de Elzem'i tehlikeye atarak susmasının en büyük sebebi Itır olabilirdi.

"O da sizin kızınız efendim." Berna Hanım onun aklından geçenleri anlamıştı, çünkü Ragıp Bey'in dalgın gözleri duvardaki çerçeveye bakıyordu. Itır ve Elzem'in el ele tutuşarak poz verdikleri fotoğrafa bakıyordu. Elzem'e bakarken gözleri sevgiyle doluyordu, fakat Itır'a olan bakışları çelişkiliydi. "Öfkesinin ardına gizlerdi ama Itır Hanım hep sizlere kırılırdı efendim. Ablası çok sevilirken ailesi tarafından görmezden gelinmek onu üzerdi ama kimselere diyemezdi." Berna Hanım en az Mara kadar Itır ve Elzem'i severdi. Elzem sürekli ona sorunlar çıkarsa da onu da kendi kızından ayırmazdı; ancak Itır'ı daha çok severdi.

Berna Hanım'ın tüm ömrü bu konakta geçtiği için Itır'ın uğradığı haksızlığa yakından şahit olmuştu. Hatta hiç unutmazdı birgün Ragıp Bey kızlarını görmek için konağa gelmişti. Babalarına doğru koşan kızlar, yerler yeni silindiği için aynı anda kayıp düşmüşlerdi. O an Berna Hanım mutfak kapısının önünde onları izliyordu. Kızların ikisi yere düşmüş ve, "Baba," diyerek Ragıp Bey'e elini uzatmıştı ve Ragıp Bey, Itır'ın uzattığı elini görmezden gelerek Elzem'e doğru koşmuştu. Elzem'i yerden kaldırıp endişeyle iyi olup olmadığını sorarken Itır hâlâ yerdeydi. Önce havadaki eline bakmıştı, daha sonra ise Elzem'le ilgilenen babasına. Üzüm karası gözleri dolmuş, yutkunamamıştı. Hemen sonrasında ayağa kalkarak geriye doğru adımlar atan çocuk, o gün odasından hiç çıkmamıştı.

Bir tek Sıraç ve Yavuz onu Elzem'den ayırmıyordu. Bir tek o ikisi her iki kızı eşit seviyorlardı.

"Berna Hanımı çalışma odasına gönder Neslihan!" Dışarıda Sıraç'ın sesini duydukları esnada sadece saniyeler içinde kapıyı açmıştı. "Demek buradasın." Berna Hanımı görünce rahat bir nefes almıştı ki, babasını gördü. "Bakıyorum da kızların gitmesinden sonra konaktan çıkmaz oldun. Sende haklısın yorgan gidince kavga biter değil mi?" Ragıp Bey, oğlunun bu uygunsuz çıkışı karşısında sessiz kaldı. Sıraç son günlerde fazla öfkeliydi.

Sıraç kapıyı kapatıp pencerenin yanında durarak Berna Hanıma baktı. "Geçiti açacak büyüyü neden Medusa'nın soyundan gelen bir iblis yapmak zorunda?" Bugün bilmesi gereken her şeyi öğrenecekti.

"Medusa'nın Ölü Kumları nedir bilmiyorsunuz değil mi efendim?" Kızı Mara'nın bulunmasını istediği için bildiği her şeyi Sıraç'a anlatacaktı. "Medusa, tanrılar için lânetlerden birini ifade eder, çünkü bir zamanlar taş gözler ve yılan saçlarla lânetlenen ilk kadın fâniydi. 'Ölü' ise Kalkanları ve Kumlar da Zamanı temsil eder. Geçit kapısını açan büyünün adı Mortuus est medusae Sands, yani Medusa'nın Ölü Kumları." Berna'nın ataları günlük tutardı ve tüm kehânetleri yazdıkları günlükleri çocuklarına aktarırlardı. Bu yüzden birçok şeyi biliyordu.

"Peki Medusa'nın Ölü Kumlarının varlığı nasıl ortaya çıktı?" Bu soruyu soran Ragıp Beydi. Bu tür şeylerden hep kaçınmıştı lâkin son olanlardan sonra gerçeklerden daha fazla kaçamazdı.

Berna Hanım, sıkışan göğsüne baskı uygulayarak ağrının geçmesini bekledi. Mara gidince kocası onu terk etmiş ve Berna Hanım'ın tek arzusu ölmeden önce kızını son kez görmek olmuştu. "Tanrıça Athena'nın tapınağında; Sthenno, Euryale ve Medusaise, yani Medusa isminde üç kız kardeş yaşardı efendim. Bu üç kız kardeşten sadece Medusa ölümlüydü. Üç kız kardeş çok güzelmiş ama Medusa'nın güzelliği bütün kadınları kıskandırırmış. Denizlerin tanrısı Poseidon, karısı Athena'nın tapınağındaki Medusa'nın güzelliğinden etkilenip ona aşık olmuş ve bu aşkı, Medusa'ya zorla sahip olarak onu kirletmiş. Bunu duyan tanrıça Athena, aşağılanmış hissetmiş ve kıskançlıktan Medusa'yı lânetlemiş. Saçları yılanlara dönüşen, gözlerine bakan herkesi taşa çeviren ve sivri dişleri olan bir yaratığa çevirmiş. Tanrıça o kadar öfkeliymiş ki, benzer şeyleri Medusa'nın kız kardeşleri olan Sthenno ve Euryale'ye de yapmış ve onlara yeni bir tür olan Gorgonlar adı verilmiş." Sıraç bu duyduklarından sonra alayla güldü. Sokaklar erkeklerle eşit haklara sahip olmak istediğini söyleyen kadınlarla doluydu, ama mitoloji de bile bir kadının en büyük düşmanı yine bir kadındı. Athena denilen tanrıça neden kocasını lânetlemek yerine masum bir kadından intikamını almıştı? Bu örnek bile kadın, kadının en büyük düşmanıdır diye çok sağlam bir teoriyi ortaya çıkarıyordu.

Berna Hanım anlatmaya devam etti. "Tanrılar ve halk Gorgonlar'dan nefret etmişler ve Perseus'u kuşatıp Medusa'yı öldürmesi için Gorgonlar'ın mağarasına göndermişler. Perseus, Medusa'nın kafasını kız kardeşlerinin gözleri önünde kesmiş ve onlardan kurtulmak için Hades'in görünmezlik pelerinini kullanıp kaçmış. Medusa'nın başını tanrıça Athena'ya getirmiş ve tanrıça, kesik başı kalkanına yerleştirmiş; böylelikle düşmanlarını taşa çeviren bir kalkanla onlara korku salmıştı. Efsaneye göre Medusa'nın kız kardeşleri Sthenno ve Euryale, mağaradan hiç çıkmamış ve tüm hayatları boyunca Medusa için yas tutmuşlardı. Ancak bu doğru değildi." Tarihin tozlu sayfalarında yer almayan saklı gerçekler vardı ve çoğu kişi bunu bilmezdi.

"Bir kehânete göre Gorgonlar'dan doğan çocuklara iblis adı verdiler. İblisler Sthenno ve Euryale'nin kanını taşıyordu ve onlara yapılan haksızlıktan dolayı başta tanrıça Athena olmak üzere tüm tanrılardan nefret ediyorlardı. Tanrılar ve halktakilere hep sorun çıkardıkları için tanrılar hepsini yok etmeye başladı. Sthenno'nun kızı Soaireya, yani doğan ilk Gorgon, Athena'nın savaşçılarından kurtulmak için tanrıçanın dört savaşçısını kaçırdı. Bu dört savaşçı fânilerdendi ve onlara Avcı deniliyordu. Soaireya ise Medusa'nın kız kardeşi Sthenno'nun kızı olduğu için doğrudan Medusa'nın soyundan geliyordu. Soaireya, Avcıları kurban ederek o gece bir kapı açtı ve Euryale'nin oğluyla, yani kuzeni Tohadors'la birlikte kaçmayı başardı. Ve Soaireya'nın yaptığı o büyüye Medusa'nın Ölü Kumları adı verildi." Sıraç böyle bir şey duymayı beklemiyordu ama öğrendiği şeyler ilgisini çekmeye başlamıştı. Bu hikâyenin ucu nasıl kız kardeşlerine değinecek merak ediyordu.

Berna Hanım masadaki su bardağını alıp kuruyan boğazını ıslatmak için bir yudum aldı. "Soaireya ve Tohadors, tanrılardan kaçarak geçitten geçtiler ve yeryüzündeki fânilerin içine sızdılar. Her ikisi de insanların zihinlerine girdiler, onlara vesvese vererek akıllarını karıştırdılar ve Zeus'un kanatları altında olan tüm tanrılara karşı insanları kışkırttılar. Medusa ve annelerine yapılan haksızlığın intikamını almaya kararlıydılar. Tanrılar güçlerini yeryüzündeki fânilerin onlara olan inançlarından alırdı ve fâniler artık eskisi gibi onların varlığına inanmıyordu. Tohadors şehvete düşkün biriydi ve onun yeryüzünde insanların içinde olması birçok zina ve tecavüzün yayılmasını sağladı. Soaireya ise savaşçı bir Gorgon'du ve o da birçok savaşı başlattı. İnsanlar ikiye bölündü. Bir grubun kabul ettiğine diğer grup karşı çıkıyordu ve böylelikle fâniler bölündü. Soaireya yeryüzünde büyük bir kaos çıkarmayı başarmıştı ve tanrılar zayıfladığı için onu bulup cezalandıramıyorlardı. Zeus'un tapınağında ki tüm tanrılar birleşti ve onlara isyan eden fânileri cezalandırmak için hepsini ölümsüzlükle lânetlediler. Onlara farklı yetenekler vererek birbirlerini yıllarca yok etmelerini izlediler. Tanrılara olan inançlarını hiç kaybetmeyen masumlara ise Avcılar verdiler. Onlardan çoğunu Avcı olarak lânetlediler; böylelikle kendilerini ve onlara ait halkı koruyabilirlerdi." Berna Hanım konuştukça odadaki iki kişinin nasıl sessizlik içinde onu dinlediğini görüyordu. Atalarının nasıl var olduğunu belki de ilk kez öğreniyorlardı.

"Aradan yıllar geçti ve sadece fâniler değil ölümsüzlerden de çok fazla kişi onlara verilen ceza yüzünden yeniden tanrılara inanmaya başladı. Gün geçtikçe herkes daha çok tanrılara inanıp onlara dua ediyordu ve bu durum Zeus ve diğer tanrıların güçlenmesini sağlıyordu. Artık Soaireya ve Tohadors'un yerini bulacak güçteydiler. Tohadors'u bulmaları çok kolay oldu çünkü zevk düşkünü biri olduğu için kızı onu ele verdi. Evet bu süreçte Tohadors'un soyu yüzyıllar boyunca çoğaldı ve asıl iblisler onlardı. Tohadors ve Soaireya bir iblis değil Gorgon'du. Tohadors'un soyundan gelen tüm yaratıklar genelde farklı türlerde ki melezlerin karışımı olduğu için iblis olanlar onlardı. Tanrılar Tohadors'un soyundan gelen tüm iblisleri yok ettiler. Ruhlarını bile silerek kâinatta kaldırdılar. Tohadors'un son kurbanı ölümsüzlerden bir kadın olmuştu. Kadın, farklı klandan bir adamı seviyordu ve Tohadors, adamın bedenini çalıp kadınla birlikte oldu. O birliktelikte bir kız çocuğu doğdu ve büyüyüp Tohadors'u tuzağa düşürerek tanrıların onu yok etmesine yardım etti. Böylelikle Tohadors'un soyundan gelen herkes yok olmuştu, tabii onu tuzağa düşüren melezi dışında." Bundan gerisini tahmin etmek zor değildi. Tanrılara yardım ettiği için onu, yani melezi hayatta bırakmış olmalılardı değil mi?

"Tanrılar, Medusa'nın soyundan gelen tüm iblisleri yok etmeyi başardılar, geriye sadece aynı soydan gelen bir iblis ve bir Gorgon kalmıştı. Bunlardan biri ilk doğan Gorgon olan Soaireya ve diğeri son iblis olan Tohadors'un melez kızı."

"Madem öyle annemin bedenini alan bunlardan hangisiydi?"

"Melez olan efendim." İkinci kez karşısına çıkarsa tanrıların o meleze bahşettiği hayatı Sıraç, büyük bir zevkle alacaktı.

"Peki Soaireya? Onu neden hayatta bıraktılar?" Sıraç'ın bu konuyla ilgili soruları bitmek bilmiyordu.

"Soaireya, savaşçı bir Gorgon efendim, tuzaklarını geçmeden onu bulmak kolay değil. Bazı rivayetlerde onun da tanrılar tarafından yok edildiği söyleniliyor, bazı kitaplarda ise tanrıları kızdıracak yeni şeyler yapmadığı sürece yaşamasına izin verildiği yazıyor." Sıraç derin nefes alarak başını salladı. Melez olan iblis, kızları da alıp gitmişti ve Soaireya'nın varlığı bile şüpheliyken kapıyı nasıl açacaktı? Medusa'nın soyundan gelen sadece iki yaratık kalmıştı ve onları bulmak samanlıkta iğne aramaya benziyordu!

Buradaki işi bittiği için gitmeye yeltenmişti ki, babası ayağa kalktı. "Biraz konuşalım mı oğlum?" Kardeşlerini bulmadan babasıyla konuşacağı bir şey olamazdı!

Onu dinlemeyip kapıyı açınca, Ragıp Bey'in söyledikleri onu durdurdu. "Anneni eve getirmek istiyorum." Her şeyin suçlusu olan kadını buraya, yani Elzem ve Itır'ın çocukluğunun geçtiği yere mi getirmeyi düşünüyordu?

"Durma, onu getirmeyi dene." Başını çevirip babasına baktı. "Adamlarımdan bazıları tüm gün kliniği bekliyor ve Munure Hanım oradan çıktığı an ölecek! Evet, onlara karının ölüm emrini verdim." Afallayan Ragıp Bey'in gözlerine baktı. "Onu görmeye gidebilirsin ama onu oradan çıkardığın an karının ölümüyle yüzleşirsin. Sakın yapmaz diye düşünme baba, çünkü kız kardeşlerim için kendi kanımdan olanları bile gözümü kırpmadan harcarım!" Kapıyı çarparak dışarı çıkınca söylediklerinde son derece ciddiydi. Elzem ve Itır geri dönmeden o kadına huzur yoktu!

*****

Sıraç arabayı kaldığı rezidansın otoparkına çekince fazlasıyla hayal kırıklığı yaşıyordu. Soyu tükenmekte olan iki yaratığı nasıl bulacağını bilmiyordu. Asansöre binip 12. Kata bastığında kaldığı rezidans üstün teknolojilerle donatılmış, yüksek güvenliğe ve zengin sosyal imkânlara sahip bir yaşam alanıydı. Ancak bu zenginlik onu yaşadığı kasvetten uzak tutmaya yetmiyordu. Asansörden inip kendi dairesine doğru yürürken, hemen karşı dairesinin kapısını zorlayan genç bir kadın gördü. Ona sırtı dönük bir hâlde duran kadının sadece kahverengi saçlarını görüyordu. Bukleler hâlinde salınan saçları beline kadar uzanıyordu. Elinde kocaman bir kutu tutuyordu ve kutuyu düşürmemeye çalışarak kapıyı açmaya uğraşıyordu. "Bu kapının sorunu ne?" Huysuz homurtular çıkartarak elindeki kartla kapıyı açmaya çalışıyordu.

"Yardım gerekiyor mu?" Sıraç onun müşkül durumu karşısında daha fazla sessiz kalmadı. Kadın bir anda duyduğu sesle sıçrayınca elindeki kutu yere düşmüş ve içindekiler dökülmüştü.

"Neden bu kadar sessiz hareket etmek zorundasınız ki? Beni korkuttunuz-" Genç kadın Sıraç'a doğru dönünce sözlerine devam edememiş ve gözlerini irice açmıştı.

Sıraç karşısındaki kadının verdiği tuhaf tepkileri izliyordu. Kahverengi gözlerini mümkün olduğunca irileştirmiş, hafif aralıklı dudakları şaşkınlığının bir simgesi olsa gerek. Kaşlarının üzerine kadar kestiği kakülleri yüzünü küçük gösterirken, gözlerinde kocaman şişe dibi gözlükler vardı. Yanaklarında ki gamzeleri o gülmese de belli ediyordu, ama yüzündeki çirkin benleri gamzesinin güzelliğine gölge düşürüyordu. Burnunun ucunda, çenesinin çukurunda, sağ yanağında ve dudağının hemen üstünde iri et benleri vardı. Çipil çipil gözlerini kırpıştırıyor ve şoke olmuş gibi Sıraç'a bakıyordu. Şu zamana kadar gördüğü en çirkin kadın diye düşündü. Sıraç, ona bakarken yüzünü buruşturmamak için kendisini zor tutuyordu.

Üzerinde yarım kollu, çiçekli bir elbise vardı ve elbisenin açık yakasından dolayı tuhaf bir kolye taktığını gördü. Kolyesi tırnak büyüklüğündeki bir şişeden oluşuyordu. Küçücük beyaz şişenin içinde aynı renkte bir sıvı vardı ve bu sıvının içinde sarı bir iple sıkıca bağlı bir kâğıt rulosu vardı. Uzun süre kadının kolyesine bakmak onu tedirgin eder diye bakışlarını çekmişti. Sıraç, kadının hemen arkasındaki daireyi gösterdi. "Burada mı oturuyorsunuz?" Daha sonra kendi arkasındaki daireyi gösterdi. "Bende burada oturuyorum ama daha önce sizi hiç görmedim." Neredeyse yedi yıla yakın burada yaşıyordu ama bu kadını daha önce gördüğünü hatırlamıyordu.

Son söylediklerinden sonra kadının daha da şaşırdığını gördü. "Sekiz..." Nihayet kendisini toparlayan kadın, güçlükle konuşmuştu. "Sekiz yıldır burada yaşıyorum, peki siz?" Şimdi şaşırma sırası Sıraç'taydı çünkü yedi yıldır burada yaşıyordu ve daha önce karşı dairesindeki kapının hiç açıldığını görmemişti.

"Yedi yıldır buradayım." Tekrar şaşırma sırasının kadına geçtiğini görünce güldü. "Sanırım her ikimiz de komşuluğa pek önem vermiyoruz." Bu kadın dışında rezidanstaki çoğu kadın farklı bahanelerle kapısını çalmıştı. Sıraç kimsenin dairesine gitmezdi anlaşılan komşusu da ondan farklı değildi.

"Öyle görünüyor." Kadın bakışlarını kaçırıp yere düşen eşyalarını toplamaya başladı. Sıraç ona yardım etmek için eğildi ve tıpkı onun gibi eşyaları kutunun içine koymaya başladı. Kablosu dolaşmış kulaklık, fotoğraf makinesi ve birçok gazeteden kesilmiş haber başlıkları. Evet, kutudan düşen eşyaların çoğu bunlardan ibaretti. Yerdeki defteri alıp kutuya koymak üzereyken defterin yapraklarının arasında bir fotoğraf düştü. Fotoğrafı eline alınca boğazı kesilerek ölen bir adamın resmini gördü. Daha fotoğrafa yakından bakmadan kadın fotoğrafı elinden çekip almış ve kutuya atmıştı. "İşimden kaynaklanan bir fotoğraftı." Kutuyu alıp ayağa kalktı. "Ben bir dedektifim ve müşterilerimin söyledikleri kişi veya eşyaları bulmaya çalışırken çok fazla kurbanlarla karşılaşıyorum. Onların fotoğraflarını çekmek de işimin bir parçası." Gülümseyerek kutuyu karıştırdı ve bulduğu kartı Sıraç'a uzattı. "Eğer sizin de bir dedektife ihtiyacınız olursa komşu kontenjanında olduğunuz için firatta size indirim yapabilirim." Sıraç'ın bir dedektife ihtiyacı yoktu çünkü kendi işini kendisi yapmaya alışkandı.

Kartı alıp bakınca farkında olmadan kartta yazan ismi sesli okumuştu. "Soya Gizel." Alay ederek kartı yeniden kadına uzattı. "Bana Soaireya isminde bir kadını bulamayacaksanız bu kart bir işime yaramaz Soya Hanım." Ona sırtını dönüp kendi dairesine doğru yürüdü. Bu dedektif kadın kendi küçük dünyasında bir şeyleri kovalarken, bu dünyayı kimlerle paylaştığına dair en küçük bir fikri olamazdı.

"Gorgonlar'ın ilk kızını mı arıyorsunuz?" Sıraç aceleyle Soya'ya döndü. Onun, bunu bilmesini beklemiyordu. "İblislerin var olduğuna inanıyor musunuz?" Bu kadının Soaireya'yi biliyor olmasının şaşkınlığını yaşıyordu.

"Ben bir dedektifim bayım." Gülerek başını salladı. "Yirmi beş yaşında olabilirim ama doğaüstü varlıkların içimizde yaşadığını öğrenecek kadar çok fazla dava araştırdım." Eliyle dairesini gösterdi. "Akşam yemeğinde bana eşlik etmek ister misiniz? Belki de konuşacak çok fazla ortak yönümüz vardır?"

Normalde yaşadığı yerdeki kadınların her türlü teklifini reddederdi, ancak Soya'nın gizemli tavırları Sıraç'ın bunu kabul etmesini sağlamıştı. "Memnuniyetle." Onun elindeki anahtarı alıp Soya'nın bir türlü açamadığı kapıyı açtı ve içeri girdi.

Kapıyı arkasında kapatan Soya, "Ben yemeği hazırlayana kadar rahatınıza bakın," dedikten sonra ondan uzaklaştı. Elindeki kutuyu ayaklı askılığın yanına bırakınca Sıraç salonu inceliyordu.

Beyazın şıklığıyla döşenmiş salon bir kadının zevkini yansıtıyordu. Şehir manzarasını gösteren büyük camlarda tek bir leke yoktu ve her şey fazlasıyla özenli döşenmişti. Duvarlardaki yağlı boya tabloları göz yoruyordu, lakin her biri ortaçağ figürlerini yansıtan tablolardı. Başını çevirince plazmanın olduğu televizyon ünitesini gördü, ancak onun dikkatini çeken bu değildi. Televizyon ünitesinin üzerinde duran dağınık CD'lerdi. Yaklaşıp eline bir CD alınca bunun bir korku türü olduğunu gördü. Diğerlerine göz atınca neredeyse hepsinin kurgusu iblisler üzerineydi ve bazılarını izlediğini hatırlıyordu. İzlediklerinin finalinde iblislerin öldüğünü anımsadı.

"O elinizde tuttuğunuz benim favorilerimden biri." Soya, mutfak kapısında başını uzatıp gülümsedi. "Kalbin Günahı," deyince Sıraç başını eğip CD'ye baktı ve üzerinde Kalbin Günahı yazıyordu. "Konusu ne?" diye sorarken mutfak kapısında kafasını uzatan kadını küçük bir çocuğa benzetti. Bedeninin geri kalanı görünmüyordu.

"Bir iblis ve Avcının aşkını anlatıyor. Dram yüklü bir film ve finalde kadın, yani iblis, Avcının hayatını kurtarmaya çalışırken ölüyor."

"Bir iblis ve Avcı mı?" Sıraç tiksintiyle yüzünü buruşturdu. "O şekilsiz yaratıklara aşık olan bir Avcı sadece kurgular da olabilir." Soya gülerek başını salladı. "Haklısınız çok çirkin yaratıklar, tanrılarınıza dua edin de onlardan biriyle karşılaşmayın." Gözlerini korkmuş gibi muzipçe irice açtı. "Aksi takdirde boom!" Sıraç, Soya'nın yüzünü soktuğu garip şekillere gülmeden edemedi. "Tanrılarınız dediniz Soya Hanım?" Kaşlarını yukarı kaldırdı. "Bu sözlerden ne çıkarmalıyım?"

"Zeus ve onun yanındaki kölelerinden bahsediyorum. Onlara inanmadığım için beni darağacına çıkarıp yakmazsınız değil mi?" Gülerek başını iki yana salladı. "Ne haddime." Kendisi de onlara inanmıyordu.

Soya tekrar gözden kaybolunca yaklaşık on dakikanın sonunda elindeki kocaman tepsiyle içeri girdi. Orta masayı koltuğa doğru çekmesi için Sıraç'a gözleriyle işaret etti. Kısa sürede elindeki ağır tepsiyi masanın üzerine koymuştu. Her ikisi koltukta yan yana oturunca Sıraç, tepsideki yemeklere baktı. Tost ve kola mı? "Üzgünüm yemek hazırlayacak yeterli zamanım yoktu, ama dilerseniz dışarıdan bir şeyler sipariş edebilirim." Soya'nın mahçup dolu bakışları daha fazla devam etmesin diye uzanıp kendi tabağındaki tostu aldı. "Tost iyidir." Onu rahatlatmak için söylediği şeylerin gerçeklik payı yoktu. Nefret ettiği kahvaltı türünün başında tost geliyordu.

"Soaireya hakkında neler biliyorsunuz?" Sıraç'ın sorusuyla Soya kolasından bir yudum alarak ona döndü. "Neden önce tanışmıyoruz? Bana hâlâ adınızı söylemediniz?"

"Adım Sıraç."

"Işık, meşale, kandil, anlamları içeriyor ve aynı zamanda nur saçan kişi olarak bilinir. Peki bir soyadınız var mı?" Sıraç, sebepsiz yere bu kadının her konuda bir bilgisi olabileceğini düşündü ve bu kanıya nasıl vardığı hakkında en ufak bir fikri yoktu. "Sıraç Akay," diyerek ona istediği cevabı vermişti.

"Soaireya hakkında çok fazla şey duydum." Önüne dönüp tosttan kocaman bir ısırık alırken Sıraç tarafından izlendiğini biliyordu. "Gorgonlar'ın ilk kızı, yani Gorgonlara dönüşen üç kız kardeşten olan Sthenno'nun kızı. Soaireya hakkında uydurulmuş birçok kaynak var ama ben içlerinden sadece birine inanırım."

"Hangisine?"

Gülümseyerek Sıraç'a döndü. "Tanrıça Athena'yı bile dize getirecek güçte olan tek Gorgon olduğuna." Bunları söylerken fazlasıyla kendi söylediğine inanıyor gibiydi.

"Onu fazla büyüttüğünü düşünüyorum."

"Boyu bir yetmişlerde olan kadını fazla küçültemem ama." Kendi esprisine gülerek yemeğini yemeye devam etti.

"Boyunu bilecek kadar onu nasıl bu kadar iyi tanıyorsun?" Sıraç'ın gözlerini kısarak ona baktığını görünce omuz silkti. "Onun boyunu biliyorum çünkü ben çocukken tüm ailemi gözlerimin önünde katlederek iblislerin varlığına inanmamı sağladı." Sertçe yutkunan Sıraç, başından beri kendi hâlindeki bir dedektifin nasıl iblislerin varlığından haberdar olduğunu sorguluyordu, ama bu şekilde öğrenmesini beklemiyordu.

"Çocukken başıma gelen o trajik olaydan sonra bir dedektif olmaya karar vermiştim. Tıpkı benim aileme olanlar gibi iblislerin gazabına uğrayan insanlara yardım ediyor ve elimden geldiğince kayıp yakınlarını kurtarmaya çalışıyorum." Sıraç, onun gibi çıtı pıtı bir kadını iblislerle savaşırken hayal edemiyordu.

"Onu gördüğünü söyledin, nasıl biriydi?" Hangi ara resmiyeti bıraktığının farkında değildi.

"Korkunç biri." Sanki komik bir şey söylemiş gibi Soya kıkırdadı. "Gözlerinin bebeği kan renginde kıpkırmızı ve azı dişleri tıpkı bir vampir gibi uzundu." Ürkmüş olmalı ki elleriyle kollarını sıvazladı. "Kumral saçları canlıymış gibi kafasında uçuşarak hareket ediyordu ve saçlarında yüzlerce yılanın tıslama sesi geliyordu. O bir Gorgon kızı, bu şekilde görünmesi normal bir durum. Annem ve babamı önce taşa çevirdi ve hemen sonrasında taştan bedenlerini parçaladı. Evet, gözlerinin değdiği her canlıyı taşa çevirdiği doğru." Sıraç'ın ona inanmadığını görebiliyordu. Neden inansın ki? Herkes sadece Medusa'yı tanıyordu ama çok az kişi Medusa'nın yeğeni Soaireya'yı biliyordu.

"Peki siz onu neden arıyorsunuz?" Sıraç'ın öylesine tehlikeli bir Gorgon'u neden aradığını merak ediyordu çünkü Soaireya'nın peşine düşmek büyük bir cesaret isterdi. "Kız kardeşlerim için." Bardaktaki tüm kolayı birkaç yudumda içerek masaya koydu. "Kardeşlerimi bulmam için Medusa'nın Ölü Kumları adında saçma bir büyüyü yapmak için o yaratığa ihtiyacım var!" Sıraç ayağa kalkarak koltuğun üzerindeki ceketini aldı. "Yemek için teşekkürler." Bunları söyledikten sonra evden çıkan adamın arkasında öylece bakakalmıştı.

"Neden bir geçit büyüsüne ihtiyacı var ki? Ayrıca hiç detaycı değil ona söylediğim şeyleri doğru düzgün sorgulamadı." Kendi kendine konuşarak çantasını aldı ve yatak odasına girdi. "Bazı fâniler fazla meraksız Safir." Çantasındaki kavanozu çıkartıp kavanozun içindeki beş ölü kurbağayı fayansın üzerine döktü. "Ona ailemin katledildiğini söyledim, ama bir iblisin neden ailemi öldürdüğünü sorgulamadı. Üstelik beni teselli edecek hiçbir şey de söylemedi." Sıraç'ın duygusuz bir avcı olduğunu düşündü. Belki de Soya'nın çirkin görüntüsü yüzünden Sıraç, onu kendi ilgisine layık görmemiş olabilirdi.

"Hey! Yemek zamanı buraya gel Safir." Yatağın altında sürünerek çıkan engerek yılanı, beyaz pullarını fayanslara sürterek kurbağalara doğru geldi. "İşte böyle benim küçük vampirim, gel ve yemeğini al." Soya, onun pullu derisini okşayıp evcil hayvanının karnını doyurmasına izin verdi.

Makyaj aynasının karşısına oturunca önce kocaman, kalın gözlüklerini çıkardı ve hemen ardından gözlerindeki kahverengi lensleri çıkartarak kutuya koydu. Yüzündeki çirkin ve sivilce gibi görünen plastik benleri sökerek onları da bir kutuya koymuştu. Kahverengi peruğundaki tüm çıtçıtları sırasıyla açarak peruğu da aynanın önüne bırakmıştı. Kafasındaki fileli boneyi çıkartınca kumral saçları salınarak omuzlarından salındı. Uçuşan saçlarından yılanların tıslayan sesleri geliyordu. Aynadaki yansımasına bakarken olağanüstü güzellikte bir kadın gördü ve bir o kadar da tehlikeli. Beyaz teninde dikkat çeken kırmızı gözleri ışıldıyor, kumral saçları dalgalanarak bukleler oluşturuyordu. Pürüzsüz teni tüm maskelerden arınmışken her erkeğin düşlerini süsleyecek güzellikteydi. "Soaireya..." Aynaya bakarak adını fısıldadı. "Veya Soya mı demeliyim?" Uzun zamandır gerçek adının kısaltmasını kullanıyordu. Yıllardır kendi güzelliğini gizleyerek çirkin bir yüzle insanların arasındaki varlığını sürdürüyordu. En çok rahatsızlık duyduğu şeylerden biri de gözlerine takmak zorunda olduğu lenslerdi, ama birilerini taşa çevirerek dikkat çekmek istemiyorsa bunu yapmalıydı. On üç şamanın kanını kullanarak büyü yaptığı bu özel lenslere ihtiyacı vardı. En azından gözlerindeki tehlikeden insanları koruyordu değil mi?

Tüm kurbağaları yutan Safir, onun koluna dolanarak omuzuna çıkınca, Soya hemen başını başka tarafa çevirmişti. "Lensler yokken bana yaklaşmaman gerektiğini söylemiştim Safir." Aksi takdirde onun da sonu daha önceki evcil hayvanları gibi olurdu. Taşa dönüşmüş otuz yedi yılana yenisini katmak istemiyordu.

Ayağa kalkınca hızlıca pijamalarını giyip odanın köşesinde duran taş heykele tebessüm etti. "İyi geceler Bayan Gilbert." Gözlerini irice açıp, çığlık atar gibi dudaklarını sonuna kadar aralayan heykele gülümsemişti. Duvardaki raflarda duran yılanlardan oluşan taş heykel koleksiyonuna da tebessüm etti. "Size de iyi geceler Safir'ler." Tüm evcil hayvanlarına aynı ismi vermek yaptığı en akıllıca şeydi, çünkü hiç birinin ismini yanlış söylemiyordu.

Işıkları kapatınca tehlikenin geçtiğini anlayan yılan, ona sarılırken tebessüm ederek gözlerini yumdu. "Uyuyalım Safir, yarın sabah ilk gün ışıklarıyla araştırmam gereken bir Avcı var." Sıraç'ı öldürüp öldürmesi tamamen yapacağı araştırmanın sonucuna bağlıydı. Parmakları boynundaki tılsımını buldu. Avcılar tüm yaratıkları hissedip görebilirdi, ama bu tılsım boynunda olduğu sürece kimse onun enerjisini hissedemez ve maskelerin ardına gizlediği gerçek yüzünü göremezdi

Bunca zamandır bir Avcıyla komşu olduğuna inanamıyordu.

*****

"Şimdi git ve o afetle sohbet et Yavuz." Uraz, Yavuz'u kadınlar konusunda cesaretlendirmeye çalışırken şu ana kadar pek ilerleme kaydettiklerini söyleyemezdi.

Barın gürültücü müziği Süreyya dışında kimseyi rahatsız etmezken, oturdukları özel suitte aşağıda dans eden insanları izliyorlardı. Yavuz, yan masadaki kadının bakışlarından kurtulmak için başını yerden kaldırmıyordu. "Yapamam ben öyle şeyler." Bir kadınla konuşamayacak kadar korkuyordu.

"Oğlum az biraz erkek olsana." Kenan masadaki içki şişesini ona doğru uzattı. "Hepsini içerek kafayı bul ve git onunla konuş. Ona sadece merhaba demeyi başar bu bile bize yeter." Renkten renge giren Yavuz, bir deve kuşu misali utangaç bakışlarını yerden kaldırmıyordu. "Alkol tüketmiyorum ben ve bir kadına merhaba demek istemiyorum." Buradaki kimse Yavuz'u anlamıyordu.

"Ya abi rahat bıraksana çocuğu." Süreyya, Kenan'ın yanından kalkarak Yavuz'un yanına oturdu. "Onu korkutuyorsunuz." Masadaki erkeklere çıkışarak elini Yavuz'un koluna koydu. "Sen üzülme Yavuz'cuğum, ben her konuda senin yanındayım." Aynı şeyleri Süreyya'ya da yaptıkları için Yavuz'u çok iyi anlıyordu.

"Uraz haklı dostum." Destan gülerek Kenan'a bakıp Yavuz ve Süreyya'yı gösterdi. "Sıraç'la ikiniz evlendirin bunları." Kısık bir sesle arkadaşının kulağına söyledikleriyle Kenan yüzünü buruşturdu. "İkisini aynı evin içinde düşünebiliyor musunuz? Küçük bir böcek görseler bu ikisi evi terk eder ve sabaha kadar kapının eşiğinde uyurlar." İki korkağı bir araya getirerek büyük bir felakete yol açacak değildi.

Bir köşede sessizliğini koruyarak arkadaşlarını izleyen Sıraç, her zamanki gibi kafasındaki düşüncelere dalıp gitmişti. Garsonlardan biri masaya yaklaştı ve Sıraç'a küçük bir not kağıdı uzattı. "Efendim üst katta sizi beklediğini söyleyen bir hanım bunu size gönderdi." Uraz ve Kenan, sırıtarak ona bakarken notu alıp açtı ve okuduklarıyla tek kelime etmeden yerinden fırladı. "Beni aradığını duydum... Soaireya."

Gerçekten o, olabilir mi?

Âdeta koşarcasına kalabalıktan çıkmış ve üst kata gelmişti. Odaların olduğu koridorda doğru odayı bulmaya çalışırken beş numaralı odanın kapısını iterek açtı. Kapının aralıklı olması yüzünden bu odada olduğunu anlamamıştı, Soaireya'nın güçlü enerjisi bu kapının arkasından geliyordu. Odaya girince kapı kendiliğinden kapanmıştı. Onun olduğu yeri bulmak için enerjisini takip ederek yatak odasına girince aradığı kadını bulmuştu. Işıkları açacağı esnada iblis onu durdurdu. "Bunu yapmak istemezsin Avcı. Beni görenlere neler olduğunu tahmin etmek zor değil." Aynı anda üç kişi konuşuyor gibi kadın ve erkek sesleri birbirine karışarak konuşmuştu. Sıraç, bunun bir aldatmaca olduğunu düşündü. Sesini özellikle değiştiriyor olabilirdi.

Onu dinlemedi ve ışıkları açınca karşısında gördüğü kadın ile yutkunmuştu. Yüzünü gizleyen siyah bir tülü kafasına atmıştı. Tıpkı bir gelin duvağı gibi kalın ve siyah tül onu görmesini engelliyordu. Ancak tülün ardından bile kırmızı gözleri puslu bir şekilde görünüyordu. Üzerinde Roma'lı kadınlara özgü zarif bir elbise vardı. Elbisenin askıları omuzlarında kurdele şeklinde bağlıydı ve birçok yeşil tülden oluşan elbise bir sarmaşık gibi bedenini sarıyordu. Düz göbeği ve bacaklarının büyük bir bölümünü açıkta bırakıyordu. Bileğinde yapraklardan oluşan bir bileklik vardı. Ayaklarındaki ayakkabılar bile gladyatör terlikleriydi. Terliğin bağcıkları dizlerinin altında düğümlüydü. Sıraç, sebepsiz yere tülü kaldırıp yüzünü görmek istedi.

"Avcılardan Sıraç Akay." Gülerek ona doğru yürüdü. "Büyüyle yeteneklerin kapatıldı sanıyordum?" Anlaşılan karşısına çıkmadan önce Sıraç'ı araştırmıştı.

Sıraç, alayla gülerek ona doğru bir adım attı. "Avcılara hiçbir büyü işlemez. Aptal olmak ve aptalı oynamak arasında ince bir sınır vardır." Soaireya, yüzünü gizlediği tüllerin arkasında sebepsiz yere gülümsedi. Çok güçlü bir Gorgon ile yalnız başınaydı ama korkusunu hissedemiyordu. Ya fazla cesurdu ya da ölüme meyilliydi.

"Seni, bana getiren nedir Avcı?" Neden burada olduğunu zaten bildiğini tahmin ediyordu.

Ve Sıraç'ın cevabı çok hızlı geldi. "Ben ve arkadaşlarım için kapıyı aç!" Tarih yeniden tekerrür ediyordu çünkü Avcılar geri dönmenin bir yolunu bulmuştu. Anlaşılan Sıraç, kız kardeşlerine zarar vermek neymiş hepsine gösterecekti.

"Peki benim bu işten ne çıkarım olacak?" Aslında Sıraç'tan hiçbir beklentisi yoktu ama bu işi onun için kolaylaştırırsa bundan şüphelenebilirdi.

"Ne istiyorsun iblis?" Soaireya yüzünü buruşturdu çünkü o bir iblis değildi. O, Gorgon'du ama fâniler iblis ve Gorgon'un arasındaki farkı anlayamazdı.

"Ailen iblislerle yaptığı her anlaşmada zararlı çıktı Avcı." Soya, onunla ilgili her şeyi şu bir haftada araştırdığı için tüm gerçekleri biliyordu. "Aynı hatayı yapmak istediğini mi söylüyorsun?"

Sıraç'ın kaybedeceği hiçbir şeyi yoktu. Ailesi yeterince parçalanmıştı, kız kardeşlerini kaybetmekten daha kötüsü olamazdı. "Ne istediğini söyle."

"Bir yemin istiyorum Avcı." Soya, Sıraç'ın verdiği tüm yeminleri hayatı pahasına tuttuğunu öğrenmişti. "Zamanı geldiğinde ve benim için bir şey yapman gerekirse sorgusuz sualsiz bunu yapacağına bana yemin edersen senin için hemen şimdi kapıyı açabilirim." Soya, bu yemini aslında öylesine istiyordu. Hiçbir konuda bir Avcının yardımına ihtiyacı olamazdı, fakat Sıraç bir anlaşma yaptığına inanmalıydı.

"Bu yeminin ucu ailemden birilerine veya yakınlarıma dokunacak mı? Seninle yapacağım anlaşma benden olacak çocukları etkileyecek mi?" Soya neden tebessüm ettiğini bile bilmiyordu. Aslında çok zeki bir Avcıydı değil mi? Ailesinin yaptığı hatalardan kaçınıyordu.

"Hayır." Soya, asla bir fâniye iyilik yapmazdı ama Sıraç, karşılık beklemeden iyilik yaptığı tek fâni olacaktı. "Vereceğin yemin, ne seni ne de soyundan gelecek olanları etkileyip lânetlemeyecek." Bunları söylerken onu kandırmıyordu çünkü gerçekten karşılık beklemeden yaptığı bir iyilik olacaktı.

"Senin söylediklerine neden inanayım?" Avcı fazlasıyla tedbirliydi, annesiyle aynı hataya düşmek istemiyor olmalıydı.

"Bana güvenmekten başka seçeneğin var mı? Burada benim yardımıma ihtiyacı olan sensin."

"Bana bir teminat vermelisin." Sıraç, aralarındaki son adımı da kapatarak Soya'nın üzerine eğildi. "Ben bir yemin edersem ne olursa olsun tutarım onu ve yerine getireceğim yeminin kimseye zarar vermeyeceğine emin olmalıyım." Soya iyilik yapmanın berbat bir şey olduğunu ve çok uğraştırdığını düşündü. Sadece kabul etse olmaz mı?

"Pekâlâ öyle olsun." Elini tülün altına sokarak kumral saçlarından bir tel kopardı. "Elini uzat." Sıraç onun dediğini yapınca saç telini Sıraç'ın avuçlarına bıraktı. "Şimdi söylediklerimden sonra avucundaki saç teline iyice bak." Başını kaldırıp tülün ardından Sıraç'ın gözlerine baktı. "Şu zamana kadar gördüğüm en korkak Avcısın." Bunları söyleyince Sıraç başını eğdi ve avucundaki kumral saç teline baktı. İlk başlarda bir şey olmadı ama birkaç saniyenin ardından saç teli siyaha dönüşünce afalladı. "Yalanın rengi siyahtır Avcı." Soya, elini yine tülün altına soktu ve bu sefer çiçekli bir toka çıkardı. Tokanın sivri ucunu boynuna biraz bastırınca, çok az kanayan boynu ile siyah saç teli bu sefer de griye dönüşmüştü. "Acı ve ölümün rengi gridir." Tokayı yeniden saçlarına taktı ve kanayan boynunu umursamadan elini uzatıp Sıraç'ın dudaklarına dokundu. Narin parmakları Sıraç'ın dudaklarına sürtünürken avucundaki saç telinin kırmızı rengini aldığını gördü. "Tutkunun rengi kırmızıdır." Elini Sıraç'ın dudaklarından çekti ve kendi kalbinin üzerine bastırdı. "Vereceğin yemin ne aileni ne de yakınlarını kötü şekilde etkilemeyecek," dedikten sonra Sıraç, saç telinin beyaza dönüştüğünü gördü ve Soya gülümsedi. "Masumiyetin rengi ise beyazdır Avcı..."

Sıraç şaşkındı. Tek bir saç telinin farklı renkler alarak duyguları nasıl yansıttığına ilk kez şahit oluyordu. "Bunu nasıl yaptın?" Az önce tanık olduğu şey bir ilizyon gösterisi gibiydi.

"Düşündüğün gibi ben bir iblis değilim." Soya, onun avucundaki saç telini alıp geriye çekildi ve odada yanan mumlardan birine yaklaştı. Saç telini yakarak ondan kurtulurken, Sıraç onun acı çeken iniltisini duyduğuna yemin edebilirdi.

"Eğer elinde bir Gorgon'un saç teli varsa onun duygularını çok rahat öğrenebilirsin." Sıraç, aynı zamanda onu öldürmenin yolunun saçlarından geçtiğini de anlamıştı, ama bunu ona söylemedi. Az önce tek bir saç telini yakarken dudaklarından çıkan belli belirsiz iniltisi, Sıraç'ın onun zayıf noktasını yakalamasını sağlamıştı.

"Ne yani duygularına göre kafandaki saçlar renk mi değiştiriyor?"

Gülerek başını iki yana salladı. "Kafamda oldukları sürece hayır, ama bir başkasında olunca evet."

"Öyle mi? Pekâlâ benden istediğin bir şeyi yerine getireceğime yemin ediyorum." Sıraç o kadar hızlı bir şekilde ona yaklaştı ki, daha Soya ne olduğunu anlamadan belinden tuttuğu gibi onu göğsüne çekmişti. Soya, şaşkınca başını kaldırıp onun yüzüne bakarken, Sıraç hızlı bir el çabukluğuyla cebinden bıçağı çıkardı. Ellerini Soya'nın sırtına getirip beline doğru uzanan saçlarından küçük bir tutam kesmeyi başarmıştı.

Soya'nın attığı çığlık penceredeki camların paramparça olarak yere savrulmasını sağlamıştı. O kadar yüksek sesle bağırmıştı ki, buradaki tüm aynalar kırılmış ve odadaki eşyalar yere saçılmıştı. Bacakları titreyerek yere düşmek üzere olan kızı son anda sıkıca tutarak düşmesine izin vermedi. "Bu-bunu neden yaptın?" Genç kadının titreyen sesiyle bir an yaptığı şey için pişmanlık duydu ama bu çok kısa sürmüştü. "Bir yemin ettiysem bu ileride birgün mutlaka karşılaşacağımızı gösterir. Sana ait bir şeyler olmalıydı benden ve bu sadece saçların olabilirdi." Onun gibi güçlü bir yaratığın oyunlarına aldanmamak için saçlarından bir tutama ihtiyacı vardı.

Soya ondan uzaklaşarak Sıraç'a sırtını dönünce, elindeki kumral saç tutamına baktı. Sadece saniyeler içinde saç tutamının rengi değişmiş ve sarı rengini almıştı. "Sarı ne demek?" Soya'nın kısık sesini duydu. "Hayal kırıklığı..."

Yutkunan Sıraç, bir şeyler söylemeye hazırlandığı esnada Soya ondan önce davranmıştı. "Arkadaşlarını alıp evine git ve arabana bıraktığım büyü sözlerini orada sesli bir şekilde söyleyin. Ben yanınızda olmayacağım ama uzaktayken bile gereken büyü sözlerini sizden sonra tekrarlayacağım. Kapı açılınca istediğin gibi kardeşlerinin yanına gidersin." Soya, kırgın bir sesle konuştuktan sonra hızlıca Sıraç'ın yanından geçip dışarı çıktı. "Neden suçluluk duyuyorum!" Homurdanan Sıraç, avuç içlerindeki saçları sertçe sıktı ve koşarak onun peşinden odadan çıktı. Ancak koridora bakınca onu bulamadı, üstelik enerjisi de bir anda yok olmuştu. Bu kadar hızlı nasıl ortadan kayboldu ki?

Her neyse, şimdi bunu düşünmeyi bırakmalı ve aşağıya inip her şeyi çocuklara anlatarak eve gitmelilerdi.

*****

"Fâniler bir Gorgon'un iyiliğine layık değil Safir." Burnunu çekince kesilen bir tutam saçı çok canını yakmıştı. "Hâlâ ona neden yardım ettiğimi bile bilmiyorum!" Boynuna dolanan engerek ile konuşurken, karşı dairesinde Sıraç ve arkadaşlarının söylediği büyü sözlerini zihninde duyuyordu. Medusa'nın Ölü Kumları büyüsü Soya'ya ait olduğu için nerede olursa olsun bu büyüyü yapan kişilerin seslerini zihninde duyardı.

Tohadors'un melezi bu büyüyü yapmak için her elli yılda bir ortaya çıkan kanlı ayı beklemek zorunda kalmıştı. Soya dışındaki herkes kanlı ay çıkmadan bu büyüyü yapamazdı. Bu Soya için geçerli değildi çünkü büyü ona aitti ve dilediği her an dört Avcı bularak geçiti açabilirdi. Sıraç daha eve gelmeden önce onun evine gizlice girip gereken tüm hazırlıkları yapmıştı. Avcıların tek yapması gereken halkanın içine girip büyü sözlerini tekrarlamaktı. Zihnindeki seslerin kesildiğini fark edince sıranın Soya'ya geldiğini anladı. "Gitme vakti dostum." Eski dilde büyü sözlerini mırıldanırken, Safir'i sırt çantasının içine koydu.

Aralıksız büyü sözlerini söyleyerek aynanın karşısına geçti. Peruğu gayet düzgün görünüyordu ve gözlükleri de gözlerindeydi. Çirkin et benleri aynı yerinde, iğrenç görüntüsünde bir şeyler kaybetmemişti. Üzerindeki tişört ve pantolonu kontrol ederken tek dileği Araf'ta şu anda kış olmamasıydı. Yeterince fânilerin sıkıcı dünyasında kalmıştı, biraz eğlenmek için ölümsüzlerin dünyasında küçük bir geziye çıkmak kulağa iyi bir fikir gibi geliyordu. Sırt çantasını takıp dairesinden çıkınca hâlâ büyü sözlerini söylemeye devam ediyordu. Avcılar geçitten atladıktan hemen sonra içeri girecek ve o da peşlerinden gidecekti. Tamam, itiraf ediyordu! Saçlarını geri almak için Avcıların peşinde gidiyordu, çünkü bir Gorgon'un saçı ölümsüzlerden birinin eline geçerse Soya için çok kötü sonuçları olabilirdi.

*****

"Be-ben gelmek istemiyorum." Yavuz ağlayarak ensesini Uraz'dan kurtarmaya çalışırken, Uraz bir türlü gitmesine izin vermiyordu. "Sıraç yerine benim kardeşim olsaydın dünya üzerindeki tüm eşekleri yok eder ve eşek sudan gelene kadar seni döverdim Yavuz!" Büyü sözlerini Yavuz'a okutana kadar Uraz sinir krizleri geçirmişken, daha fazla şansını zorlamamalıydı.

"Ab-abi bende gelmek istemiyorum." Süreyya kolunu Kenan'dan kurtarmaya çalışırken etrafında gördüğü şeylerin şokundan çıkamıyordu. Sıraç barda tekrar onların yanına gelince Kenan, Destan ve Uraz'ı alıp başka bir masaya geçmişlerdi. Ne konuştuklarını bilmiyordu ama on dakikanın sonunda Kenan ve Uraz sırıtarak onların yanına gelmiş ve eğlenmeye Sıraç'ın evinde devam edeceklerini söylemişti. Sıraç'ın evine gelince salonun ortasında kanla çizilmiş garip desenler görmeyi beklemiyorlardı. Her yerde yanan mumlar ve tütsüler varken, üçü tehditler yağdırarak Yavuz'a zorla bir şeyler okutmuşlardı. Çemberi andıran kandan dairenin içine Sıraç, Uraz, Kenan ve Yavuz girmişken, gittikçe yükselen alevler etrafını sarıyordu. Destan'ı güçlükle ikna edip evine göndermişlerdi. Yarın sabah hepsi ortadan kaybolunca Destan burada kalıp ailelerini bu konuda bilgilendirmeliydi. Ateşler iyice yükselirken Kenan kardeşini de halkanın içine çekmişti. "Rahat dur Süreyya." Kız kardeşini iyice göğsüne bastırdı. "Benim gittiğim her yere benimle gelmek zorundasın." Kız kardeşini buradaki ruhların yanında savunmasız bırakıp gidemezdi. Süreyya'yı korumak için onu yanından hiç ayırmamaya kararlıydı.

"Başladı." Sıraç'ın sesiyle hepsi susmuştu. Zeminde açılan delik süratle büyürken Sıraç, Soaireya'nın sözünden durup büyüyü tekrarladığını anladı.

Sadece saniyeler içinde zeminde her şeyi içine çeken bir kara delik oluşmuştu. Yavuz ve Süreyya çığlık çığlığa kaçmaya çalışırken arkadaşları ilk bu ikisini kara deliğin içine itmişti. Hemen sonrasında üçü atlayınca kısa süre sonra Soya kapıyı kırarak içeri girmişti. Geçitin kapanmak üze olduğunu görünce acele ederek onların peşinden atlamayı başarmıştı.

Bakalım bir grup Avcıyla Araf'a olan macerası nasıl sonuçlanacaktı?


































Evet sonunda Avcılarımız da Araf'a gitmeyi başardı. İki kadın ve dört erkekten oluşan bir grup nihayetinde Araf'a gitti diyebiliriz.

Peki Soaireya, yani Soya'nın da onlarla birlikte gitmesini bekliyor muydunuz?

Bu bölümde hikâyeye dahil olan yeni karakterleri okudunuz. Peki Sıraç'ın arkadaşlarını nasıl buldunuz?

Sıraç, kapı komşusunun ne denli tehlikeli biri olduğunu anlamadı. Peki yıllarca her ikisinin aynı yerde birbirinden habersiz yaşamalarına ne demeli?

Soya'da kurguya dahil olan karakterlerden biri. Peki onu nasıl buldunuz?

Bu bölümde dünyada kalanları okuduk. Ragıp Beyi susturan sebeplerden biri Meliz'in yalanlarına inanmış olmasıydı. Bir nevi o da tıpkı karısı gibi bir iblise inanmanın cezasını çekti diyebiliriz.

Peki Munure Hanımın tüm bu süreçte bir klinikte olmasını bekliyor muydunuz? Sıraç, annesine karşı fazla acımasız davranıyor olabilir mi?

Mara'nın babası kızına olanlardan sonra karısını terk etmiş ve Berna Hanımın sağlığından ciddi problemler oluşmaya başlamış. Evet Mara'nın tüm ailesi iki kişiden oluşuyordu ve onun ailesi hakkında bildiklerimiz bu kadar.

Doğa'nın bir ailesi olmadığını zaten hikâyenin başında belirttiğim için bu bölümde onun yakınlarını yazmaya değer bulmadım. Sadece ona eziyet eden bir babası vardı ve onun dışında Doğa kimsesiz büyümüş biri.

Şimdilik bu kadar, yeni bölümde Araf'ı okuyacağınız. Bakalım oradakiler neler yapmış değil mi?

Yeni bölümde görüşmek dileğiyle hepiniz Allah'a emanet olun canlarım.💙

Lanjutkan Membaca

Kamu Akan Menyukai Ini

47.4K 5K 14
ufkunda güneş batmayan kadına ve acısıyla kıvrandığım kalp ağrısına; sana. benim ölüm meleğim. saçlarımda esen rüzgâr senin matemindir. kaburgalarım...
39.7K 1.2K 75
İşini ailesi gibi gören bi psikolog ve sinirlenince kimseyi tanımayan mafya aşka inanmayan adama aşkı öğreten kadın💖 Ateş ❤️ Ezgi
738K 68K 58
Sadece kötülerin var olduğu bir şehirde hayatta kalabilir misin? Yekta kendini bir cesedin başında, elleri kanlı bir halde bulduğunda kötülük onun ya...
29.5K 376 22
Zehra ile yolları ayrılan Emir, kendini kabus gibi bir ortamda bulur. Acımasız kadınların elinde oyuncağa döner ve tek isteği bu kabustan uyanıp eski...