MEDUSANIN ÖLÜ KUMLARI (Kitap...

By Maral_Atmc6

7M 638K 1.2M

Elzem Akay'ın sıradan ama güzel bir hayatı vardı. En iyi okullarda okumuş, en güzel oyuncaklara ve kıyafetler... More

KİTAP KAPAĞI VE DUYURU
(1) Mühür ve Kalkan.
(2) Tarot Kartı.
(3) Kim Olduğunu Biliyorum.
(4) Kalkanlar.
(5) Neredeyiz Biz?
(6) Parazitler.
(7) Akademiye Doğru Yolculuk.
(8) Ben Ve Hizmetçi Olmak Mı?
(9) Kazara Ayin.
(10) Sürpriz Misafir.
(11) Kim Efendi Kim Köle?
(12) Ruhumdaki Mühür.
(13) Zindan ve Ruh.
(14) Kayıp Şaşkın Bir Ruh.
(15) İstenmeyen Öğrenci Olmak Zor.
(16) Saflar Tutuluyor.
(17) Karanlığın Gizlediği Korkular.
(18) Aksilikler Bir Değil Ki!
(19) Buz Festivalinin Korkunç Yüzü.
(20) Meydan Okuma.
(21) Bitmeyen Gece.
(22) Çocuk Kadın.
(23) Küçük Baş Belası.
(24) Evlilik Mi?
(25) Yorgun Düşüyor Gibiyim.
(26) Sürpriz Ziyaretçiler.
(27) Gizli Gerçekler.
(28) İhanet.
(29) Prenses Ari Ve General Karun.
(30) Geçmişe Doğru Yolculuk.
(31) İnfaz.
(32) Oyun İçinde Oyun.
(33) Yolculuk.
(34) Zindanlarda Ki Sır.
(35) Bedenimdeki Azap.
(36) Veda.
(38) Avcılar.
(39) İktidar Yarışları.
(40) Asıl Suçlu Kim?
(41) Zehirli Elmayı Bir Tek Pamuk Prenses Yemezdi.
(42) Kovulmadım, İstifa Ettim!
(43) Ölümsüz Olmak Mı?
(44) Bir Nefes Kadar Yakınındayım.
(45) Küçük Zararsız Yalanlar.
(46) Büyük Sürpriz.
(47) Hayal Kırıklığı.
(48) Ruh Kapanı.
(49) Geçmişin Enkazı.
(50) Aradığımız Masumiyet.
(51) Benim Şarkım.
(52) Sessiz Çığlıklar.
(53) Bazı Günahların Affı Olmuyordu.
(54) Medusanın Kızı.
(55) Kalbim Yasta.
(56) Ninfalar.
(57) Tanrıların Piyonu.
(58) Geldiğin Yere Geri Dön!
(59) Zamanın Ötesinde.
Duyuru
(60) Tanrı Tanımaz Asi.
(61) Büyü Artık!
(62) Bana Anılarımı Geri Ver.
(63) Kendinin Gölgesi.
(64) Küllerinden Doğmak.
(65) Garip Bir Meyve.
(66) Ansızın Gelen Teklif.
(67) Rüyalarda Buluşmak.
(68) Canavar Ve Güzel.
(69) Geleceği Düşlemek. (FİNAL!)
Buraya Toplanınn

(37) Geri Dönmeyeceğim.

93.5K 9.2K 26.9K
By Maral_Atmc6

Doğa, kendi çağını özlemişti. Bulaşıkları eliyle yıkamadığı, makinelerin icat edildiği modern çağı özlemişti. Köleliğin hâlâ hüküm sürdüğü ortaçağda kaybolmuş gibiydi. Elleri bulaşık yıkamaktan tahriş olmuş, fazla çalışmaktan zayıf düşmüştü. Onlarca öğrencinin çıkardığı bulaşığı yıkamak hiç kolay değildi. Üstelik son bir aydır her zamankinden daha fazla çalışıyordu. Elzem'in ölümünün üzerinden bir ay geçmişti ve bir aydır mutfakta bulaşık yıkamaktan başka bir şey yapmıyordu. Sürekli kuyudan kovalarla su çekerek bulaşıkları yıkıyordu, ancak tam bitti diye sevinirken yeni bulaşıklar çıkıyordu. Tüm bu kazanlar, tabaklar ve dağınıklık hiç bitmiyordu. Arkadaşının yasını yaşamasına fırsat vermeden onu soluksuz çalıştıran bir kahya belası vardı. Elzem gittikten sonra yalnız kaldığı için dayanma gücü sıfıra düşmüştü.

Sabunladığı bulaşıkları durulamak için boş kovaları alıp mutfaktan çıktı. Temiz su gerekiyordu ve günde çok fazla su çeker olmuştu. Bahçeye çıkınca kovanın bağlı olduğu halatı kuyuya atarak suyu çekti. Kollarında artık güç kalmamışken zorlukla yerdeki iki kovasını doldurmayı başarmıştı. Su kovalarını alıp yürüdüğü esnada akademiden çıkan üçlüyü gördü. Elzem'in onlara taktığı isimle Üç Silahşörler! "Sol taraftaki tehlikeyi görmemiş gibi yaparak uzaklaşıyoruz Beyler." Gediz'in sessiz uyarısını duyan arkadaşları Doğa'yı gördü. Ancak üçü hemen akademiye doğru dönünce Doğa kendisini tutamayıp güldü. Şu son bir aydır hiç revirden çıkmadılar, çünkü üçü iyileştiği an Doğa onları hastanelik ediyordu.

"Siz üçünüz beni görmezden geliyor olamazsınız değil mi?" Kovaları yere bırakınca mecburen üçü ona doğru dönmüştü. "Asla," diyen Hafız'ın bir kolu sargıdaydı. "Kırılan kemiklerim seni görmezden gelmemeyi bana hatırlatıyor." Homurdanınca fazla isyankâr bakıyordu.

"Bir kadını nasıl görmezden gelebilirim ki?" Gediz ise boynundaki morluğu ve kafasındaki şişliği gösterdi. "Özellikle senin gibi bir hatunu." Gömleğinin yakasını sıyırıp yanıklardan kalan izleri gösterip güldü. "Vücudumda morluk açmanın farklı yolları da var biliyorsun değil mi?" Bu çocuk neden hiç akıllanmıyordu ki? Her daim çapkınlık yapmak zorunda değildi.

Gediz'in ima ettiği şeylerle Asil ona ters ters bakarken eli belindeki kılıcına gitti. "Onun yerine ben sana farklı morluklar açabilirim it herif!"

Gülerek Asil'den uzaklaştı. "Hafız'ın eski sevgilisi bile daha çok ilgimi çekiyor."

"Ne?" Hafız, kaşlarını çatarak ona döndü. "Onunla yatmış olamazsın değil mi?" Bu kadar ileri gitmiş olamaz!

Masumca Asil'e dönerek ona öldürecekmiş gibi bakan arkadaşını gösterdi. "Fark ettin mi hangisi diye sormadı." Sinirleri bozulan Asil, güldü. "Ne önemi var ki, her şekilde içlerinden biriyle olacak kadar şerefsizsin."

"Hadi ama beni baştan çıkaran oydu." Hafız tarafından suratına yediği yumrukla yere düştü. "Seni öldürmemem için bana tek bir sebep söyle hayvan herif!" Hafız, kılıcını çıkarıp onun boynuna bastırınca güldü. "Seninle birlikteyken onun kışkırtmalarına hep karşı koydum." O, onurlu bir erkekti. Arkadaşının sevgilisiyle yatmak için ayrılmalarını beklemişti.

"Son şansını kaybettin!" Hafız kılıcını kaldırıp boynuna doğru savurunca, Asil hemen araya girip kolunu tuttu. "Hancının kızından bahsediyor, hani seni büyüyle kendisine aşık eden o kız." Hafız, onu hatırlayınca yüzünü buruşturarak geriye çekildi. Hatırlamaktan nefret ettiği bir anıydı.

"Bir hatun için beni gerçekten öldürmek istedin." Gediz gülerek arkadaşına bakarken, Asil gözlerini devirerek kalkması için ona elini uzattı. "Neden şaşırıyorsun? Ben dahil herkes seni öldürmek istiyor." Her daim kendini yanında güvende hissettiği arkadaşlara sahip olduğunu bilmek en büyük şansıydı.

"Pekâlâ." Doğa üçüne sırasıyla baktı. "Önce hanginizden başlayayım?" Asil ve Hafız, gülerek bir adım geriye çekilince hedef belliydi. "Kadınlar konusunda önceliği hep bana verdiklerini fark ettin mi?" Gediz, hâlâ kendisini haklı çıkarmanın peşindeydi. "Sonra adı kötüye çıkan ben oluyorum."

"Kabul et sapıksın."

"Asil, senin bu hatun bana sapık mı dedi? Kadınlar bana deli oluyorsa bu benim suçum olamaz." Doğa gözlerini kapatınca Gediz'in omuzuna düşen yıldırım küfretmesini sağlamıştı. Yere savrulunca dumanlar çıkan omuzuna ve yeni edindiği yaraya bakıp inledi. "Şunu yapma, fevri hatunlar ilgimi çekiyor, sonra bana sapık diyorsun." Ayağa kalkmaya çalıştı, ancak ikinci bir yıldırım buna izin vermedi. Omuzu çok kötü kanadığı için bedenine giren elektrik akımı onu sarsmıştı. "Kahretsin! Uzun süre kadın görmek istemiyorum!" Bilincini kaybedince sonunda susmuştu. Evet, Doğa üçünü revirden çıkarmamaya kararlıydı.

Gözleri Hafız'ı bulunca hemen yerdeki arkadaşını göstermişti. "Pisliğin teki olabilir, ama onu revire taşıyacak biri gerekiyor. Bir aylık işkenceye küçük bir ara verebilir misin?" Hafız'ın savunmasına başını iki yana salladı. "İkinizi revire taşıyacak birini bulabilirim." Gökyüzünde şimşekler çakınca sinirleri bozulan Hafız, gülerek Asil'e döndü. "Bunu yapmayı sevmiş gibi görünüyor." Ayaklarının önüne düşen yıldırım Hafız'ı geriye savurup yere sertçe düşmesine sebep oldu. Başını çok kötü bir şekilde arkasındaki kolonlara çarpmıştı. Yere düştüğünde kafasından kanlar akarken o da tıpkı Gediz gibi bilincini kaybetmişti. Evet, Doğa bunu yapmayı çok sevmişti.

Akademide olan kimse buna karışmıyordu. Doğa'nın Üç Silahşörlere yaptıkları yüzünden ona karşı bir saldırıda bulunmuyorlardı. Çünkü Üç Silahşörler her birini önceden uyarmış, Doğa'nın öfkesi geçene kadar kimsenin müdahale etmesini istememişlerdi. Son olarak gözleri Asil'i bulan kız, onun sağ bileğindeki sargıya bakıp gülümsedi. "İyileşmiş görünüyor bakalım bu konuda neler yapabilirim?" Asil homurdanarak başını iki yana salladı. "Kılıç tutan elim olmaz Günışığı." Sol elini gösterdi. "Bence bu elim de işini görür." En iyi yaptığı şey kılıç kullanmaktı. Olası bir tehlikede Doğa'yı korumak için sağ eli sağlam olmalıydı.

Muhafızlardan ve Azınlıklardan bir grup Doğa'ya nefretle bakarak Gediz ve Hafız'ı içeri taşıdılar. Doğa bu tür bakışlara alıştığı için onları görmezden geldi. "Sen kalpsiz birisisin Asil Kılıç." Eğilip yerdeki kovalarını alarak akademiye doğru yürüdü. Asil'in hizasına gelince durup ona baktı. Üzerine titreyen bu sıcak tavırlarına hiçbir zaman inanmadı ama inanmak istemişti. Doğa, ona güvenmek için attığı ilk adımda Elzem'in ölümüyle yüzleşmişti. "Benim arkadaşım öldüğü gün sen ve arkadaşlarını gülerken gördüm. Sizler sevgi nedir bilmiyorsunuz." Elzem'in infaz edildiği gün onları görmüştü. O gece arkadaşının cesedi şifahanede cansız bir hâlde yatarken onlar dışarıda gülerek sohbet ediyordu. Doğa o sahneyi unutamazdı.

"Bu doğru değil Günışığı." Asil, daha yeni bazı şeylerin farkına varıyordu. Kahretsin! Doğa yine ondan nefret etmek için bir sebep bulmuştu ama yanılıyordu.

"Doğru değil mi?" Doğa, tam şuanda daha fazla ondan nefret ediyordu çünkü yalancının tekiydi. "Gözlerimle gördüm diyorum!"

"Hiçbir şey gördüğün yok!" Aşık olduğu kadının gözlerindeki nefreti gördükçe öfkesi gün yüzüne çıkıyordu. "Gördüğünü sandığın her şey yanılgıdan ibaret!" Evet, Araftaki herkes ölümlere alışık olduğu için uzun süre yas tutmazdı. Onlar ölümle iç içe bir hayat sürüyordu. Ölüm onların bir parçasıydı, ölmek ve öldürmek hep yaptıkları bir şeydi. Bu yüzden acı çekince bile zayıf görünmemek için bunu gizlemek hep yaptıkları bir şeydi. Ancak o gün gülmelerinin sebebi Elzem'i yok saymak değildi. Ölmeyen biri için üzülmek ne kadar doğru olurdu?

Köle ve efendi arasındaki ilişki tamamen köleye bağlı hareket ederdi. Köle, efendisine hizmet etmek zorunda olduğu için efendisini hep duyar ve hissederdi. O gece Savcı efendi konumunda olduğu için Elzem'in aslında ölmediğini anlamamıştı. Ancak Gediz, Elzem'in kölesi olduğu için aralarındaki bağın hâlâ devam ettiğini söylemişti. Elzem ölseydi bağlı olduğu tüm bağlar kopardı. O yüzden rahat davranmışlardı. Kız bir Oyunbazdı, intihar süsü yaratması mümkündü. Üçü onu gömdükten sonra neler olacağını görmek için mezarlıkta saklanıp beklemeye başlamışlardı. Kimsenin onun için gelmeyeceğini anlayıp Elzem'i mezardan çıkaracakları vakit Meliz gelmişti. Böylelikle Elzem'in suç ortağını da bulmuşlardı. Meliz onu çıkarınca kısa sürede kendisine gelen Elzem, mezarını kapatırken üçü oradan uzaklaşmıştı. Doğum gününde zaten ölecekti, o yüzden onu ele vermek yerine hiçbir şey görmemiş gibi davrandılar. Şimdi Doğa'ya gerçekleri anlatamazdı çünkü arkadaşının oynadığı oyun onu daha çok üzerdi. Zaten artık Elzem'de gerçek anlamda ölmüştü.

"Yanılgı mı? Ne demek istiyorsun?" Doğa, hâlâ bir açıklama beklediği için kendisine kızdı. Bu adamın söyleyeceği hiçbir şeye inanmazdı. "Anlatamam." Asil'in gözlerindeki tereddüt dolu ifadeyi gördü. Bir şeyler gizliyordu değil mi? Doğa, aslında ona inanmak istemişti. Babası ve Sıraç'ın kalbinde açtığı tüm yaraları Asil sarar gibi olmuştu. Ela gözleri hep ilgiyle bakar, en güzel gülüşlerini hep Doğa'ya sunardı. Kendi dünyasındaki erkeklerden çok farklıydı. Uzun, kahverengi saçları hırçın bir şekilde omuzlarından dökülürken, kılıç tutan bu adama yabancıydı. Ancak bir o kadar da tanıdık bir şeyler var gibiydi.

Asil gibi bir adamın ilgisini her kadın severdi. Doğa bundan hep kaçmıştı ama son günlerde onun rüzgârına kapılmaya başladığını biliyordu.

"Bu yanlış Tenebris." Kızlarla birlikte verdikleri sözü hatırlayınca o sözü tutmaya kararlıydı. "Bana karşı olan hislerin yanlış." Bu konuşmayı yapmanın zamanı geldi de geçiyordu. "İkimiz olamayız, seni bir daha yakınımda görmek istemiyorum." Kararlı bir sesle konuştuktan sonra onu bırakıp akademiye girdi. Işık ve karanlık birlikte olamazdı.

"Farklı ırklardan olduğumuz için böyle konuşuyorsun." Asil, peşinden gelince koridorda yürürken su kovalarını bırakıp ona döndü. "Sence bu geçerli bir sebep değil mi?" Artık bunu kabul etmek zorundaydı. Her ikisini de zor durumda bırakıyordu.

"Değil." Bu belirsizlikten fazlasıyla sıkılan Asil, ikisinin arasındaki mesafeyi kapattı. "Farklı klanlar da olmamız bizim için engel değil." Onların arasındaki tek engel Doğa'nın ta kendisiydi. Asil'e hiç şans vermeden vazgeçmesini bekleyemezdi. "Sana olan hislerimi biliyorsun Günışığı." İstediği tek şey küçük bir umuttu. Birgün onu seveceğine dair küçük bir umut.

Doğa derin nefes alarak onun gözlerine baktı. "Seni sevmediğimin farkında mısın?" Elzem'den öğrendiği şekilde alaycı bir üslup takındı. "Tenebris liderinin oğlu için bu ne gurursuzluk?" Koridordaki insanlara bakarak sesini yükseltti. "Siz Tenebrisliler hep böyle gurursuz mu olursunuz? Yüz tane kalbim olsa birini bile senin gibi bir Tenebrise vermezdim!" Başta Tenebrisliler olmak üzere koridordaki herkes onlara bakmaya başladı. Doğa bugün Asil'i küçük düşürmeyi başarmıştı.

Bir erkeği taşıdığı sevgisiyle vurmayı başarmıştı.

Yutkunan Asil, saflığıyla hep aklını başından alan ışığından duyduklarına inanamadı. Onun aşık olduğu kadın mı bunları söylemişti? Etrafına baktı, onların içinde kendi halkı da vardı ve Asil hepsinin önünde küçük düşmüştü. "Gurur öyle mi?" Hayır, kimin ne düşündüğü umursamıyordu. "Ben seni ilk gördüğüm gün gururumu söküp attım be kadın! Sen bana neyin gururundan bahsediyorsun? Tüm itibarımı kaybedeceğimi bilerek sevdim seni!" Onları izleyen kalabalığı gösterdi. "Sence kimin ne düşündüğü umurumda mı? Seviyorum seni diyorum nesini anlamıyorsun?" Doğa'ya inat o da bağırarak herkesin duymasını sağladı. "Aşığım sana hatun, aşık!" Madem herkes her şeyi öğrendi, o vakit bundan sonra ne babası ne de klanı onu durduramazdı.

Bu kadın onun karısı olmalıydı, kaçışı yok.

Asil'in bu çıkışı karşısında gözlerini irice büyüten Doğa, "Sen hastasın," deyince güldü. "Bir tek sana." Uslanmıyordu!

"Asil! Seni gerçekten istemiyorum!"

"Ama ben istiyorum."

"Sevilmiyorsun Asil!"

"Tarafımdan çok seviliyorsun hatun."

"Seni sevmiyorum diyorum!"

"Sevmen de gerekmiyor! Sana beni sev demiyorum ki, sadece benim sevgime karışmayı bırak!"

"Sevdiğin kişi bensem karışmaya hakkım var!"

"Beni çıldırtma Günışığı! Seni sevmek için senin iznine ihtiyacım yok! Ama evlenmek için iznine ihtiyacım var." Ensesini kaşıyarak bir çocuğun saflığıyla Doğa'ya baktı. "Acaba benimle evlenmeyi düşünür müsün?" Evet, bunu gerçekten sordu.

"Sen? Ne?" Doğru mu duydu?

"Benimle evlenmek ister misin diyorum?" Neden Gediz'i yaraladı ki? Şimdi burada olsaydı evlilik teklifi konusunda ondan birkaç nasihat alabilirdi. Tanrı aşkına daha önce hiçbir kadınla evlenmek istememişti ki, bu teklifin nasıl yapıldığını bilmiyordu!

Doğa, karşısındaki akıl hastasına hayretler içinde bakıyordu. Evlenme teklifinden mi bulundu? Hemde kaba bir şekilde? Gerçi ne bekliyordu ki, bir Tenebrisin diz çöküp kibar bir şekilde bunu söylemesi asıl şaşırtıcı olurdu. "Hayır." Bu cevabı verirken hiç zorlanmadı. "Hayır mı?" Asil, artık sevdiği kadından güzel bir şeyler duymak istiyordu. "Önce bir düşünseydin?" Bir dakika bile düşünmeden hayır dediğine inanamıyordu.

Doğa omuz silkti. "Düşündüm ve cevabım hayır."

"Hangi ara düşündün? İlk dakikada hayır dedin." Eğer cevabı evet olacaksa ona düşünmesi için fazladan birkaç yıl verebilirdi.

Asil'in bu uslanmaz tavırları az kalsın onu güldürecekti. Bu adam bir şekilde onun öfkesini yatıştırmayı iyi biliyordu. "En yakın arkadaşım senin arkadaşının ablası yüzünden ölmüşken cevabım sonsuza kadar hayır olacak."

"İyi de benim burada ne suçum var?" Gün geçtikçe Gediz'i daha fazla öldürmek istiyordu. O serseri önce babasının metresini ayartmıştı, şimdi ise sevdiği kadının ona hayır demesinin sebebi olmuştu! Neden hâlâ onunla arkadaştı onu da bilmiyordu!

"Sevgine beni inandırmadığın sürece seni asla sevmem." Asil, karşısındaki acımasız kadına içi acıyarak bakıyordu. Aylardır ona olan hislerini hep açık etmişti ve hâlâ inanmıyordu. Onu nasıl inandıracağını bilmiyordu. Doğa onu sevmediği gibi ona olan duygularıyla oynuyordu. "Seni nasıl inandırabilirim?" Bunu da kabul etti. Bir kez daha Doğa için kendinden ödün verip onun için savaşmayı kabul etti. Doğa yerine başka bir kadın ona bu şekilde muamele etseydi Asil, o kadını hemen unuturdu. Ancak kalbini bir vicdansıza vermişti, şimdi Doğa ellerinde tuttuğu kalbi paramparça ediyordu.

"Gerçekten beni inandırmak istiyor musun?"

"Cevabı zaten biliyorsun."

"Kanıtla o zaman."

"Ben senin için kendi karanlığımı söndürürüm Günışığı. Daha benden nasıl bir kanıt istiyorsun?" Kendi klanının diline düşmüş, Doğa'ya olan aşkı yüzünden hepsinin maskarası olup çıkmıştı. Yarın babasının her şeyden haberi olacaktı. Belki de Asil'i evlatlıktan reddedip klandan kovacaktı. Ve Asil bütün bunları kabul ederek Doğa'yı seçmişti. Daha ona nasıl bir kanıt sunabilirdi ki? Sevgisi Doğa için bu kadar değersiz miydi? Yoksa değersiz olan Asil miydi?

Sevmek neden işkencelerin en büyüğüydü?

Bir kez olsun ona tebessüm etse Asil, tüm dünyayı karşısına alacak biriyken sevgisi sorgulanıyordu.

"Sana inanmamı istiyor musun?" Doğa iyice ona yaklaşıp başını kaldırdı. "O zaman bir daha karşıma çıkma!" Ona bir imkânsızı şart koşmuştu.

"Bunu yapamam!" Farkında olmadan sesini yükseltti. "Ben, seni vazgeçmek için sevmedim!"

"Ama yapmak zorundasın!"

"Seni bırakmamı hiçbir güç sağlayamaz!"

"Evliyim ben!" Bir sessizlik oluşunca Doğa elindeki son kozu ona karşı kullandı. "Bir erkeğin karısıyım!" Hiçbir zaman kimsenin karısı olmamıştı. Kağıt üzerinde yaptığı bir aylık evliliği ona karşı kullanmaktan başka şansı kalmamıştı. "Neler diyorsun sen?" Şaşkınlıktan zor konuşan adamın gözlerine uzun süre bakamıyordu. Dudaklarından evli olduğunu söyleyen kelimeler çıktığı an pişman olmuştu. Asil'in afallamış hâline bakınca pişmanlığı çoğalıyordu. Ona gerçek anlamda acı vermeyi başarmıştı.

"Günışığı?" Asil, duyduğu şeylerin gerçekliğini sorguluyordu. "Sen az önce ne dedin?" Evli olduğunu söylemiş olamaz değil mi? Hayır onun ışığı onu bunca zaman kandırmış olamazdı. "Tamam, öyle olsun." Hızlıca başını salladı. "Tamam bir daha çıkmam karşına, ama sende böyle şeyler söyleme." Sırf onu uzaklaştırmak için bunu söylemişti değil mi? Onun Günışığı başka bir erkeğe ait değildi, olamazdı.

Doğa ona evliliğindeki küçük ayrıntıyı anlatmak istedi. Özellikle Asil, onun karşısında bu kadar savunmasız ve çaresizlik içinde kıvranırken bunu daha çok yapmak istedi. Ama yapmadı, Elzem aklına gelmişti ve bu onu susturmuştu. Onun canını yakan herkesin canını yakmak istiyordu. Elzem sahip olduğu her şeydi, şimdilerde kimsesiz kalmıştı. Ona bunu yaşatan herkesten intikam almaya kararlıydı ve Asil onlardan biriydi. "Üzgünüm..."

"Niçin?" Asil onu anlamıyordu, anlamaktan korkuyordu. "Niçin üzgünsün?" Doğa'nın gözlerine bakıyordu. Dudaklarından çıkacak sözler gözlerini yansıyor, onun tanıdığı ışığını gizliyordu. "Üzgünüm." İkinci kez aynı şeyleri tekrarlayıp geriye çekildi. "Şuanda seninle muhatap olarak eşime haksızlık yaptığım için çok üzgünüm." Asil, hayır dercesine başını iki yana salladı. Hayır, sus demek istedi. Evli olduğunu bu kadar kolay söyleyemezdi. Tamam, karşısına çıkmayacağını söylemişti değil mi? O hâlde bu tatsız şakayı neden uzatıyordu?

"Asil, ben evliyim."

"Sus..." Güçlükle konuşurken bunu duymaya dayanamıyordu. "Sen evli olamazsın. Parmağında yüzük bile yok, sus artık, sus!"

"Konaktaki son gecemde elimi yıkarken lavaboda çıkarmıştım."

"Sana sus dedim!" Bağırarak yerdeki su kovalarına vurup onları devirdi. "Yalan söylüyorsun!" Doğa'nın omuzlarını tuttu ve gerçeği duymak için onu sarsmaya başladı. "Senden uzak durmam için yalan söylüyorsun!" Doğa, omuzlarında ki ellere bakıp yutkundu. Etrafına ördüğü kalkan Asil'in ellerini yakıyor, parmaklarında dumanlar çıkıyordu. "Elin yanıyor..." Yalvararak uzaklaşmak istedi ama Asil daha sert tuttu onu. "Yanan ellerim değil ki." Bir yakarış vardı gözlerinde. "Ne olursun bu tatsız şakayı bitir artık." Evli olamazdı, olmamalıydı.

Çok sevmişti be! Onu böyle kanatamazdı.

Asil, böyle yaptıkça Doğa daha çok acı çekiyordu. Hayır, bu yanlıştı. Onun acısı Doğa'nın canını yakmamalıydı. "Soyadım neden Akay diye hiç sorgulamadın." Gözleri doldu, ağlamamak için kendisini tuttu. "Elzem ve Itır ile aynı soyadı taşıyorum ama aynı kanı taşımıyoruz." Boğazında bir düğüm oluşmuş, yutkunamadı. "Kızların yengesiyim..." Son söyledikleriyle önce Asil'in elleri omuzlarını bıraktı, sonra ise sendeleyerek Doğa'dan uzaklaştı. "Onların kardeşiyle mi?" Sarsakça geriye doğru adımlar atarken her şey bitmişti.

Başka bir erkeğin kadını mıydı?

Bir sarhoşun adımları gibi sendeleyerek geriye çekildi. Her şey etrafında dönüyor, Doğa'nın yüzü fazla sahte geliyordu. "Sen ışık değilsin, benden daha fazla karanlıksın Doğa." İlk kez ona ismiyle hitap etmişti. Oysaki Günışığı ne çok yakışıyordu ona. Başka bir adamın ışığı onun aydınlığı olamazdı.

"Sahte ve yalansın." Onu kandırmıştı. Evet, onu kandırmıştı çünkü suskunluğu en büyük yalanıydı! Aylardır ona bu gerçeği söylemek için çok fazla fırsatı vardı, ama susmuştu! Ona kalpsiz derken asla susmadı, canavar derken fazla konuşkandı! Uzak dur benden derken korkusuzdu, ama tek bir kelimeyi söylemek yerine suskundu! Evliyim! Bu lânet olası kelime dışında her şeyi söylemişti! Eğer ilk günden evli olduğunu söyleseydi şimdi böyle olmazdı. Ona olan hisleri büyümez, bu kadar çok sevmezdi. Doğa susmuştu çünkü onu vurmak için doğru zamanı bekliyordu. Babası haklıydı, Işıktan Gelenler karanlığın en büyük düşmanıydı.

Ne kadar nefret ediyor olsa da, yine ve yine babasının, "Ben demiştim," diyen sesini duyar gibiydi.

Sevdiği kadın, başka bir erkeğin kadınıydı. Onun gözlerine baktı, nefesi kesildi. Asil'den başka kimler bakmıştı bu gözlere? Bir kez bile dokunamadığı saçlarına hangi erkeğin eli değmişti? Bedeni yakıcı bir öfkeyle dolarken onu başka bir adamla düşlemek çıldırmasını sağlıyordu. "Sen..." Konuşursa onun kim olduğunu unutup zarar verebilirdi. Asil şuanda bir çılgınlık yapmamak için kendini güçlükle durduruyordu. "Başka bir erkeğe ait kadın, benim kadınım olamaz." Derin nefes alarak içindeki karanlığa sarıldı. Daha fazla kendisini onun karşısında küçük düşürmeyecekti. "Var git yoluna hatun, bundan sonra ne kalbim sana atar ne de seni sevebilirim." Doğa'ya sırtını dönüp hızlı adımlarla uzaklaştı ve akademiden çıktı. Oysaki ne çok sevmişti...

Doğa, ondan daha kötü bir hâlde giden adamın arkasında öylece baktı. İlk birkaç dakika hiç kıpırdamadan sebep olduğu enkazı yaşadı. Çok sonradan kendisini toparlayıp o da akademiden çıkmıştı. Kulübesinin kapısından içeri girene kadar tepkisizdi. Kapıyı kapatınca yatağının üzerine oturdu ve ağlamaya başladı. "Neden acıyor?" Elini kalbinin üzerine bastırarak hıçkırdı. "Neden bu kadar çok acıyor?"

Asil'i sevmiş olamazdı değil mi?

"Elzem..." Ağlayarak yanında olmayan tek kişiye sığındı. "Sana ihtiyacım var." Elzem ondan iki yaş küçüktü ama Doğa'yı her şeyden koruyacak kadar güçlüydü. "Canım yanıyor, Elzem." Hıçkırıklarını susturmaya çalıştı ancak işe yaramıyordu. "Sen varken her şey daha kolaydı." O, varken Doğa korkmazdı, acı çekmez, endişe etmezdi. Çünkü Elzem yanında olan kimsenin üzülmesine izin vermezdi.

"Neden gittin ki!" Gözyaşları içinde bağırdığında kulübesinde ince bir ses yankılandı. "Doğa? Bekle! Seni nasıl duyuyorum?" Doğa, yatağın üzerinden fırlayarak ayağa kalkarken şaşkındı. "El-Elzem?" Az önce onun sesini duymuş olamazdı değil mi?

Çok fazla özlediği için olmayan sesler duymuş olmalı.

"Yanılgı." Omuzları çökünce yeniden yatağın üzerine oturdu. "Gerçek olmanı o kadar çok isterdim ki, ama sen ölüsün." Gözleri dolunca şaşkın çıkan bir ses duydu. "Ölü kısmını hiç üzerime almıyorum aptal Işık." Kahretsin! Bu gerçekten Elzem'in sesiydi! Doğa onu duyuyor mu?

Hayretler içinde yine ayağa kalkıp etrafına bakındı. "Bu gerçekten sen misin? Elzem neredesin?"

"Cehennemin dibindeyim Doğa, sen?"

Koşarak mutfağa girip orayı kontrol etti. "Alay etmeyi bırak, neredesin?" Mutfakta yoktu.

Gülen sesini duydu. "Cehennem konusunda şaka yapmıyordum."

"Elzem! Ben ciddiyim, neredesin?" Aceleyle mutfaktan çıkıp banyonun kapısını açtı. Kahretsin ki burada da yoktu! "Doğa, benim şaka yaptığımı hiç gördün mü?" Yutkunan kız sendeleyerek duvara tutundu. Haklıydı, şaka yapmak gibi şeyleri fazla gereksiz bulurdu ve yapmadığı gibi ona yapılmasına da tahammül etmezdi. "Yani gerçekten cehennemde misin?" Bu sefer yüksek sesle gülüşünü duydu. "Hangi açıdan baktığına bağlı. Kıyamet sonrası hep ilgimi çekmiştir." Üçüncü kez yatağın üzerine otururken yine onu anlamıyordu. Hep olduğu gibi fazla karışık konuşuyordu. O aslında şu anda ölüler diyarındaydı değil mi?

"Elzem..." Derin nefes aldı. Bunu ona nasıl söyleyeceğini bilmiyordu. "Ben Araftayım, seni duyuyorum ama yanında değilim." Onun olduğu her yerde olmak istiyordu.

"Hey! Üzülme, bunu biliyorum." Doğa'yı mutlu etmek için sesini neşeli çıkarmaya çalışıyordu, ama sesi buruktu. "Sen bir Aykırısın, boyutlar arası sesini duyurmak yeteneklerinin arasında olmalı." Doğa'nın yas tutan yüreğine küçük bir ışık doğdu. Yani bundan sonra istediği her an arkadaşıyla konuşabilir mi? Belki de ilk kez Aykırı olduğu için üzülmedi. Kendisi olmasa da sesi hep yanında olacaktı.

"Nasılsın Elzem?" Kucağındaki elleriyle oynarken bir sessizlik oluşunca telaşlandı. "Elzem?" Onun sesini şimdi neden duymuyordu? "Buradayım Doğa." Rahatlarken onun sesi fazla buruk çıkmıştı. "Sadece..." Yine bir sessizlik. "Şu zamana kadar kimse nasıl olduğumu hiç sormadı. Demek ki böyle bir duyguymuş." Doğa, ellerini dudaklarına bastırarak hıçkırıklarını gizlemeye çalıştı. Doğru söylüyordu, o hep güçlü göründüğü için ona nasıl olduğunu hiç sormadılar. Ne Doğa, ne de bir başkası bunu ona hiç sormadı. Elzem, kan kusup kızılcık şerbeti diyen biri olduğu için onu hep iyi sanmışlardı. Belki de o fazla ketum değildi, belki de konuşmak için hep bir, 'Nasılsın?' Sorusunu beklemişti.

O, güçlü görünmeye çalıştı ve herkes onu yıkılmaz sandı.

Oysaki en kırılgan olanlar duygularını gizleyenlerdir. Doğa, bunu unutmuştu, herkes unutmuştu.

"Seni özlüyorum, çok özlüyorum." Daha fazla kendini tutamayıp ağlamaya başladı. "Senden sonra hiçbir şey aynı değil." Sanki bir yıkım başlatıp gitmiş gibi her şey fazla kasvetliydi. Aradan geçen bu bir ayda çok fazla şey olmuştu.

"Aynı değil derken ne demek istedin? Neler oldu Doğa?" Ona ne söyleyebilirdi ki? Mara, iki hafta önce tüm eşyalarını toplayıp akademiden ayrılmıştı. Eğitimine başka bir yerde devam edeceğini söyleyip gitmişti. Ve Itır... O da gitmişti. Ablasının cenazesini kaldırdığı gün kayıplara karışmıştı. Sanki hiç var olmamış gibi arkasında en küçük bir iz bile bırakmadan çekip gitmişti. Birileri onu arıyor mu bilmiyordu çünkü Doğa, onu hiç merak etmiyordu. Onu arayacak kişiler Üç Silahşörlerdi ve onların revirden çıkmasına hiç izin vermediği için kimse aramıyor diyebilirdi. O, nankör yalnız kalmayı hak etmişti. Doğa, onun için üzülmüyordu.

"Hepsi çok iyi." Ona yalan söyledi. "Kızlar hâlâ bıraktığın gibi." Arkadaşı yeterince acı çekmişti, gerçekleri söyleyerek onu daha fazla üzmeyecekti.

"Sesinden yalan söylediğini anlıyorum. Hatta şuanda kucağındaki ellerinle oynadığına bahse girerim." Doğa hemen kucağındaki ellerini çekti. "Yok öyle bir şey." Onun gülüşünü duydu. "Sağ elini dudaklarından çekersen sana inanırım." Gözlerini irice açan Doğa, elinin hangi ara dudağına gittiğini anlamamıştı. Bunu nasıl bilmişti? "Şimdi ise bunu nasıl bildiğimi sorguluyorsun değil mi? Etrafımdaki insanları inceleyecek kadar iyi bir gözlemci olduğumu biliyorsun. Sen ne zaman yalan söylesen önce ellerinle oynuyorsun, daha sonra karşı tarafın dikkatini çeker diye panikleyip dudağına dokunuyorsun. Itır, gerçek anlamda asla yalan söylemez. Şu ana kadar hiç yalan söylemediğini biliyor musun? Mara ise önce yalan söyler, beş dakika içinde kendi yalanını ifşa eder. Sıraç, yalana çok az başvurur, ama bunu yaptığında eli kendiliğinden yumruk olur. Yavuz, yalan söylemekten bile korkar. Daha sayayım mı? İnan bana en ilginç olanını sona sakladım. Bence İlkokul öğretmenimin hikayesi ilgini çekecektir." Doğa, kıkırdayarak başını iki yana salladı. İşte yine yapmıştı, yine onu güldürmenin bir yolunu bulmuştu.

"Itır gitti, Mara'da öyle..."

"Biliyorum, senin bile bilmediğin çok şey biliyorum. Size yardım etmem için söylediklerimi sorgulamadan yapmak zorundasın." Hâlâ onları mı düşünüyordu? Kim bilir şuanda ne tür zorluklarla uğraşıyordu ve o, her şeye rağmen hâlâ yardım etmeye mi çalışıyordu. Elzem Akay olmak gerçekten zor olmalı.

"Tamam, ne yapmamı istiyorsun?"

"Afra'yı durdurmak zorundasın. Eğer orada olsaydım bunu ben yapardım, ama ben orada değilim." Yine mi Afra? Bir aydır herkes onu konuşuyordu. Döndüğü gün yoğun enerjisi hissedilmiş, tüm klanlar onu arıyordu.

"Herkes onu arıyor ve kimse yerini bilmiyor Elzem."

"Çünkü herkes onu uzakta arıyor ama burnunuzun dibinde. Son bir aydır neden köle gibi çalıştığını hiç sorgulamadın mı?"

"Elif kahyanın zalimlikleri."

"Değil! Kahyanın tek derdi bendim, sen değil. Afra, onu telkin etti."

"Telkin? O da ne?"

"Aptalsın Doğa!" Sinirlenmeye başladığını hissediyordu. "Telkin, hipnoz gibi bir şeydir. Afra'nın Aykırı yeteneklerinin içinde telkin var, yani göz teması kurduğu kişileri etkisi altına alabilir. Onların zihinlerine istediği anıları ekip, istediği şeyleri silebilir. Etkisi altına aldığı birine git uçurumdan atla deyince, o kişi bunu sorgulamadan yapar. Sana Asil'e kötü davranmanı söyledi ve sende bunu yaptın!" Duydukları karşısında soluğunu tutan Doğa, buna inanmak istemiyordu. Elzem'e olanlar için Asil'i incitti, sebebi Afra değildi.

"Hayır." Telaşa kapılarak ayağa kalktı. "Afra'yı hiç görmedim, bu dediğin mümkün değil."

"Ben boş konuşmam Doğa Akay! Şimdi kes sesini ve beni dinle, çünkü değer verdiğim herkesin o kadının kuklası olması yeterince canımı yakıyor!" Bağıran sesini duyunca başını salladı. Elzem, ölüler diyarında olabilir, ama onu kızdırmaması gerektiğini iyi biliyordu. Peki Elzem, bütün bunları nasıl biliyordu?

"Bir ay önce kulübenin kapısını çalıp seninle sohbet ettiğini bile sana unutturdu! Kahretsin! Bir aydır onun istediği gibi davranıyorsun. Üç Silahşörler Itır'ı aramasın diye seni telkin etti ve sende onların revirden çıkmasına izin vermiyorsun. Farkında değilsin ama sen bütün bunları benim için değil, onun için yapıyorsun. Gediz, Itır'ı bulamazsa onu ablasına karşı koruyamaz! Doğa, Asil'i sana karşı silah olarak kullanacak! Bugün onu çok kırdın ve Asil şuanda handa sarhoş oluyor. Afra belki de onu da telkin edecek. Asil, acı çekiyor ve bizzat kendisi Afra'dan sana beslediği tüm hislerin yok olmasını isteyebilir. Peki Afra bu kadarıyla yetinir mi dersin? Hayır, Asil tüm gardını indirmişken ondan bir canavar yaratabilir!" Gerçekleri sonunda fark eden kız, elini korkarak kalbine bastırdı. Hayır, Asil ondan intikam almak için böyle bir yola başvurmazdı. Afra'nın tarafına geçmezdi, bunu yapmazdı değil mi?

"Elzem..." Aceleyle etrafına bakındı. "Bunu nasıl durdurabilirim?" Afra'nın bu kadar ileri gideceğini tahmin edemezdi. Haftalardır onun söylediklerini yapmış, her şeyi onun için kolaylaştırmıştı! Asil'i karşısında bulmayı istemiyordu, bu korkunç bir şey olurdu.

"Asil için yapacağın bir şey yok. Bundan sonra ondan uzak durmaya çalış, çünkü artık karşı safta olabilir. Sana zarar verebilir Doğa, etki altındayken her şeyi yapabilir. Gediz ve Hafız'ı rahat bırak çünkü onlar en azından seni Asil'e karşı koruyabilir. Gitmem gerekiyor ama öncesinde bir şey yapmanı istiyorum. Sen ve kızları Afra'dan kurtarmanın tek yolu bu."

"Ne? Ne yapmamı istiyorsun?"

"Afra ve sebep olacağı tehlikeleri durduracak tek kişiyi Araf'a getir."

"Kimden bahsediyorsun?"

"Sıraç ve Yavuz'u Araf'a getir Doğa. Akay erkeklerini Araf'a getir, bırak hepsinin canına okusunlar! " Gerçekten böyle bir şeyi söyledi mi? Portal açılmadan onları buraya getiremezdi ve kapıyı açmak imkansıza yakındı.

"Tanrı aşkına sen neler söylüyorsun? Kapıyı açmak Kalkanları öldürebilir, ayrıca bunun için dört Kalkana ihtiyacım var ve sen ölüsün. Üstelik Sıraç bir fâni, bizim gibi yetenekleri yok onları nasıl durdursun? Yavuz'un cesaretine değinmek bile istemiyorum." Buraya geldikleri an onları öldürürlerdi.

"Annem Medusa'yı iki kez çağırdı Doğa! İkincisi benim hayatım içindi, ama ilki Sıraç ve Yavuz içindi. Anneannem neden ölüler diyarında sanıyorsun? Suzan Dilzah, nesiller boyunca süren Avcıların soyundan geliyor. Yüzyıllar öncesine dayanan bir olay bu. Avcılar on kuşak öncesine dayanıyor. Tanrılar asilik yapan klanları ölümsüzlükle lanetledi ve birbirlerini tüketsinler diye onlara farklı yetenekler verdiler. Ancak Arafta masumlar da vardı, faniler! Ölümsüzleri onlardan korumak için tam yirmi dört fani aileyi Avcı olarak lanetlediler. Ölümsüzlerin yetenekleri Avcılara işlemez, onları yenmek için fiziksel güç uygulamak zorundalar. Avcılar yıllar boyunca kendi bölgelerini Ölümsüzlerden korumayı başardı, Avcılar hayattayken Ölümsüzler güvende değildi. O yüzden klanlar birleşip Avcılara saldırdı. Birebir onlara karşı bir şansları olmadığı için birleştiler! Yirmi dört aileye karşı yüzlerce aile! Atalarımdan biri olan Macit Akay, o gece ilk geçiti açmayı başardı. İlk Kalkanlar onlardı Doğa! Meliz'in aslında dünyadayken lanetlediği tüm o çocukların her biri Avcı soyundan geliyor, çünkü sadece Avcılar Kalkan olabilir! Dört güçlü Kalkan geçiti açtı ve tüm çocuklarını dünyaya kaçırdılar. Bu çocukların içinde babamın geldiği soy, yani Akaylar da vardı ve annemin geldiği soy olan Dilzahlar da vardı. Sadece bu kadarı da değil, senin ve Mara'nın da ataları vardı." Şaşkınlık içinde gözlerini irice açtı. Yani kızlar birbiriyle bağlantılı mıydı? Her birinin ataları birer Avcıydı! Bu onların en büyük ortak noktası olmuşken, aralarındaki bağ azımsanmayacak kadar büyüktü.

"Hepimiz Avcıların soyundan geliyorsak Ölümsüzlerin güçleri bizi neden etkiliyor Elzem?"

"Çünkü biz dördümüz lanetlendik. Avcılar korumakla görevlendirildi, ama annelerimiz bunu yapmadığı için bizler lanetlendik." Bu da onları Avcı olmaktan çıkarıp Avcıların düşmanı olan gruba dahil etmişti.

"Bizler lânetlendik, fakat ailelerimiz hâlâ birer Avcı. Avcılar, Ölümsüzleri öldürecek tek klan, hiçbir güç veya büyü onları etkileyemez. Etraflarında olan her şeyi görürler, buna hayaletler de dahil. Tüm doğaüstü varlıkları görürler. Annem bunu biliyordu. Hepimizin ailesi bunu biliyordu, çünkü onlar da Avcı oldukları için her şeyi görüyorlardı. Annem oğulları aynı şeyleri yaşasın istemedi, ait oldukları dünyayı kimlerle paylaştıklarını görsün istemedi. O yüzden Medusa'yı çağırıp Sıraç ve Yavuz'un Avcı tarafını uyutacak kara büyüyü yaptırdı. O yıllarda henüz iki veya üç yaşında olan Sıraç ve Yavuz'un yeteneklerini büyüyle kapattı." Böylece her ikisi de normal bir yaşam sürdüler. Yılmazlar, yani Mara'nın ailesi o yüzden kaç kuşaktır Akaylara hizmet ediyordu. Çünkü ataları Araftayken de onların yanında çalışıyor olmalı değil mi? Ya da onlara karşı borçlu oldukları için her daim sadık olmuşlardı. Sebebini tam olarak bilmiyordu, ama Mara'nın ataları nesiller boyunca hep Elzem'in atalarına hizmet ettiği için iki aile hiç ayrılmamıştı.

"Yılmazları mı düşünüyorsun? Mara'nın ataları bir zamanlar Akay'ların kölesiymiş, modern çağda ise hizmetçileri olmuşlar."

"Peki sen bütün bunları nereden biliyorsun?"

"Atalarımın ruhlarıyla aynı yerdeyim Doğa. Bilgi kaynağım atalarımdan biri olan Macit, yani Avcıların ilk kurucularından biri." Yüzyıllar önce yaşamış, bilmem kaç kuşak öncesinden kalan akrabasından bahsediyor olamaz değil mi?

"Seninle konuşmam dikkat çekerse başım belaya girer. Daha sonra yine konuşuruz ama şimdi yapmam gerekenler var. Araftaki tüm Avcıları öldürmüş olabilirler, ama mutlaka Avcıların soyundan gelen birkaç kişi kurtulmuştur. Dört Kalkanı oluşturmak için onlardan birini bulursan benim yerime o halkayı tamamlar. Kapıyı açınca sakın dünyaya gitmeyin! Doğa ciddiyim geri dönmek yok, sadece Akay erkeklerini getirin." Elzem, geri dönmeyin diyorsa mutlaka bildiği bir şeyler olmalı. Onları korumaya çalışıyordu ve geri dönmek kızlar için güvenli olsaydı o zaman gitmelerine izin verirdi.

"Fanilerin bölgesini araştıracağım Elzem." Eğer hâlâ yaşayan Avcılar varsa onları bulup Sıraç ve Yavuz için kapıyı açacaktı.

"Hayır, sen yapma. Bu çok zaman alır ve fazla dikkat çeker. Her boyuttaki herkesle konuşabilirsin, Mara'ya sesini duyur o bulur." Doğru ya, Mara kâhindi değil mi? Hayatta kalan Avcıların nerede olduğunu görebilirdi.

"Elzem, geri gelemez misin? Dönmenin bir yolu yok mu?"

"Geri dönmek için bir sebebim yok Doğa." Sesi acı çekiyor gibi çıkmıştı. "Geride bıraktığım herkes beni çok kanattı. Biliyor musun dönmenin yollarını aramıyorum." Pes mi etmişti? Bu Elzem Akay'ın yapacağı bir şey değildi. O, savaşçıydı, yenilgiyi asla kabul etmezdi.

"Oraya sevdin mi? O yüzden mi dönmüyorsun?"

"Sevmek?" Sinirleri bozulmuş gibi güldü. "Tam tersi olduğu için dönmüyorum."

"Nefret ettiğin bir yerde kalmak için neden ısrarcısın?"

"Çünkü buradan nefret ediyorum, kalmam için bu yeterli bir sebep." Itır, haklı olabilir mi? Gerçekten de nefret ettiği her şeye bağlanıyor olabilir mi?

"Dönmeni istiyorum, benim için bunu yap."

"Üzgünüm, ama dönmeyeceğim." Aklını kaçırmış olmalı!

"Ne demek dönmüyorum?" Gittikçe sinirleniyordu. "Elzem, sen ne diyorsun?" Acı çektiği bir yerde kalacak kadar çıldırmış olamazdı.

"Dönmüyorum Doğa!" Ona bağırarak kestirip atmıştı. "Burayı yıkmadan oraya gelmiyorum." Lânet olsun! Doğa' da bundan korkuyordu. Ortalığı karıştırmadan rahat durmayı bilmiyordu. "Tanrı aşkına neden gittiğin her yeri yıkmak istiyorsun? Elzem neden böyle yıkıcısın, ne olur biraz yapıcı ol," diye ona yalvardı. Gittiği her yerde deprem çıkarmadan rahatı gelmiyordu. "Bana yapılan saygısızlığı görmezden gelmemi mi istiyorsun? Bu lânet ölüler kiminle uğraştıklarını bilmiyorlar!" Kahretsin ki Doğa bundan korkuyordu! Kim bu deliye saygısızlık yapacak kadar aklını kaçırmış olabilir ki? Kibar ruhu hiçbir saygızlığa tahammül edemezdi. Bu da onun çılgın takıntılarından biriydi.

"Orayla işin bittiğinde dönmenin yollarını arayacaksın, söz ver bana." Gülüşünü yine duydu. "Gerçekten söz vermemi istiyor musun?" Doğa, hatırladıklarıyla yüzünü buruşturdu. "Haklısın, bu konuda sakın bana söz verme." Verdiği tüm sözleri inadına bozmak gibi kötü bir alışkanlığı vardı.

"Dinle..." Sesi fazla içten geliyordu. "Nerede olursam olayım size zarar gelmesine izin vermem. Senin Aykırı yeteneğin benim en büyük silahım. Uzakta olabilirim ama sizi hep izliyorum. Ben her tehlikeye karşı seni, sende diğerlerini uyardıkça güvende olursunuz. Afra sorunu ortadan kalkınca ruhum huzur bulacak."

"Peki ya sonra?"

"Sonrasında ben yokum arkadaşım. Acı veriyor Doğa, her şey artık bana acı veriyor. Afra, Savcı'ya benimle ilgili olan her şeyi unutturdu. Kim beni düşünürse onu görürüm, ama bir aydır Savcı'yı hiç görmedim. Artık geri dönmek istemiyorum..." Savcı yüzünden! O, Elzem'i unuttu diye savaşmaktan vazgeçti. Belki de Afra aynı şeyleri Asil'e de yapacaktı. Bu kadının çok tehlikeli bir yeteneği vardı ve onu Elzem ile bağlantısı olan herkese karşı kullanıyordu!

Afra'yı durduracak kişiler Sıraç ve Yavuz ise, o hâlde Doğa onları getirecekti!

Elzem ile olan bağını keserek Sıraç'ı düşlemeye başladı. Onu düşünerek birkaç kez adını söyledi. Bu yeteneğini az önce Elzem'i düşünerek fark etmişti, eğer Sıraç'ı da düşünürse ona sesini duyurabilirdi. "Sıraç? Beni duyuyor musun?" Eski kocasıyla konuşacak olmanın gerginliğini yaşıyordu.

"Doğa?" Onun sesini duymak bile nefesini kesmişti. "Doğa, bu sensin değil mi? Araba kullanırken seni nasıl duyuyorum? Her neyse bunu merak etmiyorum, bana derhal nerede olduğunu söyle!" Doğuştan bir Avcı olduğu için farkında değildi ama bu tür doğaüstü şeylere alışkınmış gibi duyduğu ses onu fazla şaşırtmadı.

"Sıraç, ben..." Daha fazla dayanamayıp ağlamaya başladı. Onu bile özleyecek kadar çok şey yaşamıştı. "Sıraç, biz bir cehennemi yaşıyoruz. Medusa, bir ritüel yaparak bizi Araf diye bir yere sürgün etti. Geçit kapısını açmak için Kalkanları, yani bizi kullandı." Burada çıkmanın bir yolu yoktu. Araf gitmelerine izin vermiyordu.

Önce bir sessizlik oluştu, büyük ihtimalle Sıraç duyduklarını anlamaya çalışıyordu. Fakat daha sonra onun kızgın sesini duydu. "Doğa! Ağlamayı bırak ve oraya gelmemi sağla!" O, gerçekten bir Avcıydı değil mi? Fazla korkusuzdu bunları söylerken.

"Yapamam Sıraç." Elzem'in yerine geçecek Kalkanı bulmadan kapıyı açamazdı. "Burası tam bir cehennem, gelmek istemezsin." Nereye geleceğini bilmeden onu da Araf'a kurban etmek istemiyordu. Bunun suçluluğunu çekemezdi.

Bu sefer Sıraç'ın öfkeden gürleyen sesini duyunca ürperdi. "Sizi orada bırakamam! Kalkanlar kapıyı yine açabilir, kızları bul ve aynı ritüeli tekrar yapın. Yavuz ve benim için kapıyı açmalısınız!" Peki Yavuz'un bundan haberi var mıydı? O kendi gölgesinden korkan biri, abisinin bu düşüncesini bildiğini sanmıyordu.

Bir an ona her şeyi anlatmak istedi. "Ama Elzem," deyip son anda sustu. Kız kardeşinin öldüğünü duymak onu çıldırtırdı. "Ne oldu Elzem'e?" Sıraç, henüz Avcı olduğunu bilmeden fazla kontrolsüzdü, eğer Elzem'e olanları öğrenirse bir delilik yapabilirdi. "Cevap ver Doğa! Ne oldu kardeşime!" Doğa hemen ikisinin arasındaki bağı keserek onun sesine kendisini kapattı. Bu soruya şimdilik cevap veremezdi. Sıraç'ı buraya getirince her şeyi bizzat anlatırdı, ama bu uzaklıkta yapamazdı.

Bir kardeşin, diğerinin ölümüne sebep oldu, demek kolay değildi.

******

"Kabul edelim bu konuda ikimiz de çok kötüyüz." Mara, oltasını çekip boş kancaya bakarak güldü. "Bu akşam menüde balık yok, neden yine avlanmıyorsun?" Başını çevirip yanında oturan Itır'a bakınca, onu yine fazla durgun gördü. Berbat bir haldeydi. Son bir aydır ne tebessüm etmiş ne de doğru düzgün konuşmuştu. Herkes ondan nefret ediyor olabilirdi, ama Mara onun için akademiden ayrılmıştı. Bir kâhin olduğunu fark edince Itır'ın eşyalarından birini kullanarak yerini bulmuştu. Araf'a ilk geldiklerinde fanilerin bölgesinde buldukları kulübeye taşınmıştı. Tüm gününü tek başına geçirerek ablasına olan ihanetiyle yüzleşiyordu. Hayır, onu kendi yalnızlığına bırakacak değildi. Burada kalacak ve Afra, Itır için gelince onu koruyacaktı. Afra, bir Aykırı olabilirdi ama Bilgelerden bir kâhini o kadar kolay yenemezdi.

"On dört yaşındaydık. Yavuz abim beni ve Elzem'i balık tutmaya götürmüştü." Göle bakınca dudakları titredi. "O gün Elzem benden daha çok balık tuttuğu için sinirlenip ona vurmuştum." Gözlerinden süzülen yaşlarla yanındaki kıza döndü. "Mara, ben neden bu kadar kötü bir kardeş oldum?" Hatırladığı her anı canını yakıyordu. "Ben neden ölmüyorum ki!" Ağlamaya başlayınca Mara, onu göğsüne çekip sımsıkı sarıldı. "Yaşadığın suçluluk duygusu sana bunları hatırlatıyor Itır." Onu böyle görmeye dayanamıyordu. Bir ayda Itır o kadar değişmişti ki, eski Itır'dan eser yoktu. Her saniye kendini suçlayan, kendinden nefret eden ve ölümü arzulayan biri olmuştu.

"Bazen ölmek istiyorum, ama orada da Elzem var." Hıçkırarak Mara'nın göğsüne sığındı. "Beni görmek istemez değil mi? O yüzden ölemiyorum ama yaşamak da istemiyorum. Araftayım Mara, Arafta..." Elzem ona öyle bir acı bırakmıştı ki, ne yaşatıyordu ne de öldürüyordu.

"Geçecek, ama sende hiç savaşmıyorsun Itır."

"Geçsin istemiyorum ki, bununla yaşamak benim cezam." Ablası onun gözlerinin içine bakarak kendi hayatına son vermişti. Itır, kalan tüm hayatını bununla yaşayacaktı ve o, ölümsüzdü.

"Bugün avlanma sırası bende." Mara gülmeye çalışarak ayağa kalktı. "Sen kulübeye git ve akşam için yakacak biraz odun kır." Ağacın yanına bıraktıkları ok ve yayı alıp uzaklaştı. Biraz daha kalırsa o da salya sümük ağlayabilirdi. "Akıl hastası, sadist! Ölürken geride bıraktığı kimseye huzur vermedi!" O, tırmarhane kaçkınının geri döndüğünü rüyasında gördüğü için artık ölümüne üzülmüyordu. Hatta bunu kimseye söyleyemediği için Elzem'den daha fazla nefret ediyordu. "Evet," diye fısıldadı. "Lânet kadın tüm görkemiyle geri dönmenin yolunu bulacak." Rüyasını hatırlayınca güldü. "Hemde ne biçim gelecek." Çok yakında Elzem Akay, tozu dumana katarak gelecekti.

O gün gelene kadar depresyonda olan kardeşine göz kulak olabilirdi. Ve evet, bunun için de Elzem'den para alacaktı!

Mara'nın gittiğini gören kadın, saklandığı ağaçların arkasında çıkarak Itır'a doğru yürüdü. Oturarak gölü izleyen kızın yanında durunca, başını çevirip ona bakmayacak kadar dalgındı. Afra, onun acısını hissediyordu. Bu acıyı öfkeyle değiştirip onu kölesi yapması çok kolaydı. Bunun için buraya gelmişti. Itır'da onun emrindeki kölelerden biri olacaktı. Acı çekenler genelde çok kolay telkin edilirdi, çünkü duygularından kurtulmak ilk düşündükleri şey olurdu.

Göldeki yansımasına baktı, ancak bir yabancıya bakar gibiydi bakışları. Afra ne kadar bakarsa baksın bir türlü eski Afra'yı göremiyordu. Hayır değişmemişti, aksine uzun zamandır ruhu ölüler diyarında olduğu için bedeni yaşlanmayı bir süreliğine bırakmıştı. Yirmi dört yılın geçmesi onu hiç değiştirmedi hâlâ eskisi gibi simsiyah kıvırcık saçlara sahipti. Her bir buklesi omuzunda sarkıyor, yeniden doğuşunu haykırıyordu. Ancak badem gözlerinin siyahı eskiye göre daha canlı bakmıyordu. Buğday teni içindeki soğukluğu gizleyemiyordu. Afra, çekici bir kadından çok şirin bir görüntüye sahipti. Yuvarlak yüzü bir çocuğun yaramazlığına sahip, fındık kadar burnu ve kalp şeklindeki dudakları onu hep görünüş olarak erkek kardeşlerinden küçük gösterirdi. Sürekli yaramazlıklar yapan, kalede neşeli kahkahası eksik olmayan hayat dolu biriydi. Lâkin şu anda baktığı kişi ve eski Afra arasında çok fark vardı. Sanki kalbi buz tutmuş, gözlerindeki ışıltıyı yok ederek mezardan çıkan bir ceset olarak gelmişti. Değişmişti, görünüş olarak aynıydı ama aynı bakmıyordu. Bizi biz yapan yaşadıklarımızdı. Kimse farkında değildi ama karakterimizi şekillendiren çoğu unsur yaşanmışlıklarda gizliydi. Geçmişte bıraktığımız her şey geleceğimiz olarak hayatımıza yansırdı çünkü geçmiş pek geçmezdi. O neşeli kadının şimdilerde böylesine bir cesede dönüşmesinin en büyük sebeplerinden biri geçmişinde saklıydı.

Güzel düşler kurarak çıkmadı o cehennem çukurundan. Alması gereken tüm intikamları almak ilk önceliğiydi.

"Afra Gevheri, değil mi?" Itır, hâlâ gölü izlerken iç çekti. "Benden ne istiyorsun?" Azınlık enerjisini hissetmişti. Son yarım saattir onun tarafından izlendiğini biliyordu. Mara, ona bu kadının Elzem'den nefret ettiğini ve rahat durmayacağını söylemişti.

"Senden istediğim bir şey olamaz." Onun yanına oturup ayaklarını uzattı. "Ama sen benden bir şey isteyebilirsin." Gerçi hayır deyince bile bir şey değişmezdi çünkü sıra ona gelmişti.

"Beni rahat bırakmanın dışında mı?" Mümkün olduğunca onunla göz teması kurmamaya çalışıyordu. Mara, bir kâhin olduğu için bu kadının Aykırı yeteneğine karşı onu uyarmıştı.

"Çektiğin acıyı senden alabilirim." Omuzuna dokundu. "Bu işkencenin bitmesini istemiyor musun?" Kendi ablasından asla görmediği bir sıcaklığı onun sesinde duydu. "Sana yardım edebilirim Itır." Yüzüne düşen saçlarını kulağının arkasına sıkıştırdı. Evet, Elzem'in çok az okşadığı saçlarına Afra dokunuyordu. "Sana acı veren anıları silebilirim, ama bunu isteyeceğini sanmıyorum." Çenesini tutarak ona bakmasını sağladı. "Ablana ait anılara dokunmam, onun bıraktığı acıları senden alırım." Parmakları yanağını buldu. "Sana yaşattığı şey adil değildi, o seni hiç anlamadı Itır, ama ben anlıyorum. Kendi ailen tarafından dışlanmak nasıl bir duygu biliyorum." Itır'ın gözleri dolunca doğru yolda olduğunu anladı. Ortak acılar daha hızlı ona güvenmesini sağlardı. Şu bir ayda Elzem hakkında duydukları eğer doğruysa, ne yapıp edip geri dönmenin yolunu bulurdu. Ve geri döndüğünde bıraktığı her şeyin Afra'ya ait olduğunu görmeliydi. Kardeşi de buna dahildi.

"Yapamam." Itır başını iki yana salladı. "Elzem'den bana kalan tek şey bıraktığı acı, onlar giderse o da gider diye korkuyorum." Afra tebessüm ederek başını salladı. "Benim hakkımda sana ne anlatıldı bilmiyorum, ama sana zarar vermem. Sen istemediğin sürece anılarına dokunmam." Ayağa kalkınca pelerinini çıkartıp Itır'ın omuzlarına koydu. "Hava kararmak üzere kulübeye dönmelisin." Sırtını dönüp uzaklaşırken Itır'ın şaşkınlık içinde onu izlediğini biliyordu. Onu telkin ederek bu işi kolay yollardan bitirebilirdi, ancak istediği bu değildi. O, Itır'ın güvenini, kalbini, sevgisini ve sadakatini istiyordu. Itır'ın zayıf noktası ilgiydi, Mara ise parayı tercih ediyordu ve Afra her ikisini de onlara verecekti. İki Kalkanın gözünü öyle bir boyayacaktı ki, Elzem birgün çıkıp geldiğinde onları tanımayacaktı.

Onu zorlayacak tek Kalkan, Işığın kızıydı ve çok yakında o da Afra'nın safında yer alacaktı.

"Orada çaresizlik içinde sevdiklerini izlemek nasıl bir duygu Oyunbaz?" Gülerek adımlarını hızlandırdı. Elzem'in onu izlediğini biliyordu, çünkü burada hangi ölüyü düşünürseniz o ölü sizi görürdü. "Asıl Oyun yeni başlıyor Oyunbaz, dönmek için beni fazla bekletme." Bu bir meydan okumaydı. Bilmediği şey; Elzem Akay'ın meydan okumalara kayıtsız kalmadığıydı.

Ve tam o esnada farklı bir boyutta olan bir kadının aklında en sevdiği sözleri geçiyordu. "Bana meydan okurken iki kez düşün, kabul etme ihtimalim var..."
























Nes1Sbn bu bölümü sana ithaf ediyorum kuzum ve bunu benden isteyen Beyazkanat9 oldu. Sanırım seni çok seven bir arkadaşın var, her daim böyle kalmanız dileğiyle.🌺

Evet gördüğünüz gibi Afra planlarını devreye sokmak için fazla beklemedi. Herkesin zaaflarını yakalayıp onları ordan vurmayı bilecek kadar kurnaz. Peki onun Aykırı yeteneğini nasıl buldunuz? Herkesi etkisi altına alıp istediği şekilde onları kullanabilir.

Çoğu kişi henüz Aykırı olmak nedir anlamamış, o yüzden önce buna küçük bir açıklık getirmek istiyorum. Arkadaşlar kurguda birbirinden farklı klanlar var ve her klanın bilindik tek bir yeteneği var. Örneğin Oyunbazlar ruh emer, Tenebrisliler karanlığı kontrol eder, Işıktan Gelenler ışığı, Koruyucular ruhları, Bilgeler bilgiyi, Azınlıklar acıyı, Muhafızlar zihinleri, gibi belirli özellikleri vardır.

Bunun dışında klanlardan nadiren de olsa Aykırılar çıkar. Onlar kendi klanının sağladığı yeteneklerden farklı yetenekleri de taşırlar. Aykırılar koca bir bilinmez oldukları için klanlar yaşamalarına izin vermiyor, çünkü boynuz kulağı geçer hesabı herkes için tehlikeli olabilirler. Tüm klanlar birbirinin yeteneklerini bildikleri için bir savunma hazırlıyor ve Aykırıların yetenekleri her şey olabilir. Bu da onları kurtulmaları gereken bir tehlike yapıyor.

Şu ana kadar tanıdığımız Aykırıları bir hatırlayalım mı? Elzem, ruh olarak gezebiliyor ve istediği bedeni alabiliyor. İblisler dışında bunu kimse yapamaz, farkındaysanız Takva'nın bile bedeni yok. Yani ölen her ruh geri dönüp bir bedene giremez.

Doğa, her boyuttaki herkesle konuşabilir ve onun dışında kimse bunu yapamaz. Bir Aykırının yeteneği başka bir Aykırı da olamaz.

Bir diğer Oyunbaz olan Gazi'nin oğlu Raven. O da yakınında olan herkese içinden söylediklerini duyurabilir, bunun için konuşması gerekmiyor.

Ve Afra, bu Aykırı ise herkesi telkin edebilir. Onlara ne derse yaptırabilir. Bunu yaparken kurbanı hiç şüphelenmez, tıpkı bir aydır Doğa'ya yaptırdığı şeyler gibi.

Peki sizce Aykırıların içinde en tehlikeli kimin yeteneği sizce?

Doğa, Afra tarafından etki altına alındığı için bu bölüm fazlasıyla Asil'e karşı kırıcı oldu. Sizce evli olduğunu o şekilde söylemesi doğru bir şey miydi? Veya bazı şeyleri eksik anlatması?

Asil'in bu bölümden sonra farklı birine dönüşmesi mümkün mü? Afra, gerçekten de Doğa'ya beslediği duygularını ondan almaya kalkışmış olabilir mi?

Peki ya Itır? Çocukluğundan beri hep ikinci plana atılan ve sevgiye aç kızımız, Afra'nın ilgisine inanacak mı dersiniz? Afra dediği gibi onu değiştirmeyi başarır mı?

Mara onun için en kolay hedeflerden biri. Paraya aşık Bilge kızımız, para karşılığında ihanet eder mi sizce?

Ve Elzem? Gördüğünüz gibi gittiği yerde bile yardım etmeye çalışıyor. Şimdilik Doğa vasıtasıyla sadece sesini duyacağız ama çok yakında bizzat kendisini.

Savcı ve diğerlerine de bu bölümde yer vermek isterdim, ama onlar bölüme sığmadı diyelim çünkü onları yazsaydım bölüm yine çok uzun olurdu. Ama yeni bölümde onların ne yaptığını da okuyacağız. Bakalım Elzem gidince Savcı neler yapmış ve Afra'nın dönüşü klan liderlerini nasıl etkiledi?

Kalkanların soyu Avcılara dayanıyordu ve bunu da bu bölümde okumuş olduk. Herkes Munure hanımın iki kez Medusa'yı çağırdığını hatırlıyor değil mi? Peki ilk çağırması Sıraç ve Yavuz için olduğunu tahmin etmiş miydiniz?

Evet çok yakında Avcılar'dan olan iki kardeşin Araf'a gelişini okuyacaksınız. Bakalım Elzem'in düşündüğü gibi kızları Afra'dan korumayı başaracaklar mı?

Peki Elzem, neden Doğa'ya kapıyı açınca kendi dünyalarına gitmemelerini söyledi? Bu konuda herhangi bir tahmini olan var mı?

Araftaki olayları anlatmayı bitirdikten sonra önce Kızların Ankara'da bıraktığı ailelerinin olduğu bir bölüm yazacağım, hemen sonrasında ise ölüler diyarını. Eminim çoğu kişi bu iki yerde olanları merak ediyordur.

Yeni bölümde görüşmek dileğiyle hepiniz Allah'a emanet olun canlarım.💙

Continue Reading

You'll Also Like

414K 32.9K 23
Rosanna Camborne, bir kitap yazarıdır ve aklındaki karakterleri kelimelere dökmeyi planladığı sırada işler bambaşka gelişir. İlkel bir zamana ve haya...
298K 4.7K 30
Kocam ve arkadaşımın inlemeleri koridorda yankılandı. Gabriel, "Bir saniye bekle burada," dedi, kapıyı açtı. Öne doğru hamle yapmak istedim, koluyla...
3.7M 306K 84
Ölüm uşaklarını peşime salmıştı. Soluğum korkunun soluğuna karışmıştı. Koşuyordum. Sivri dalların berelediği bacaklarım hiç durmadan hareket ediyor...
927 623 6
Adım Josef Auri Ardner ama herkes bana Auri der. 27 yaşındayım.Dün doğum günümdü 17 Nisan Çarşamba fakat kimse pasta getirmedi.Sadece borcum olan G...