MEDUSANIN ÖLÜ KUMLARI (Kitap...

Oleh Maral_Atmc6

7.1M 640K 1.2M

Elzem Akay'ın sıradan ama güzel bir hayatı vardı. En iyi okullarda okumuş, en güzel oyuncaklara ve kıyafetler... Lebih Banyak

KİTAP KAPAĞI VE DUYURU
(1) Mühür ve Kalkan.
(2) Tarot Kartı.
(3) Kim Olduğunu Biliyorum.
(4) Kalkanlar.
(5) Neredeyiz Biz?
(6) Parazitler.
(7) Akademiye Doğru Yolculuk.
(8) Ben Ve Hizmetçi Olmak Mı?
(9) Kazara Ayin.
(10) Sürpriz Misafir.
(11) Kim Efendi Kim Köle?
(12) Ruhumdaki Mühür.
(13) Zindan ve Ruh.
(14) Kayıp Şaşkın Bir Ruh.
(15) İstenmeyen Öğrenci Olmak Zor.
(16) Saflar Tutuluyor.
(17) Karanlığın Gizlediği Korkular.
(18) Aksilikler Bir Değil Ki!
(19) Buz Festivalinin Korkunç Yüzü.
(20) Meydan Okuma.
(21) Bitmeyen Gece.
(22) Çocuk Kadın.
(23) Küçük Baş Belası.
(24) Evlilik Mi?
(25) Yorgun Düşüyor Gibiyim.
(26) Sürpriz Ziyaretçiler.
(27) Gizli Gerçekler.
(28) İhanet.
(29) Prenses Ari Ve General Karun.
(30) Geçmişe Doğru Yolculuk.
(31) İnfaz.
(32) Oyun İçinde Oyun.
(33) Yolculuk.
(34) Zindanlarda Ki Sır.
(35) Bedenimdeki Azap.
(37) Geri Dönmeyeceğim.
(38) Avcılar.
(39) İktidar Yarışları.
(40) Asıl Suçlu Kim?
(41) Zehirli Elmayı Bir Tek Pamuk Prenses Yemezdi.
(42) Kovulmadım, İstifa Ettim!
(43) Ölümsüz Olmak Mı?
(44) Bir Nefes Kadar Yakınındayım.
(45) Küçük Zararsız Yalanlar.
(46) Büyük Sürpriz.
(47) Hayal Kırıklığı.
(48) Ruh Kapanı.
(49) Geçmişin Enkazı.
(50) Aradığımız Masumiyet.
(51) Benim Şarkım.
(52) Sessiz Çığlıklar.
(53) Bazı Günahların Affı Olmuyordu.
(54) Medusanın Kızı.
(55) Kalbim Yasta.
(56) Ninfalar.
(57) Tanrıların Piyonu.
(58) Geldiğin Yere Geri Dön!
(59) Zamanın Ötesinde.
Duyuru
(60) Tanrı Tanımaz Asi.
(61) Büyü Artık!
(62) Bana Anılarımı Geri Ver.
(63) Kendinin Gölgesi.
(64) Küllerinden Doğmak.
(65) Garip Bir Meyve.
(66) Ansızın Gelen Teklif.
(67) Rüyalarda Buluşmak.
(68) Canavar Ve Güzel.
(69) Geleceği Düşlemek. (FİNAL!)
Buraya Toplanınn

(36) Veda.

112K 9.7K 45K
Oleh Maral_Atmc6

Bu son olsun mu? Son bakış, son bir gülüş ve son öpücük.

Bir insan hem bu kadar suçlu hemde bu kadar masum olabilir mi? Savcı öyleydi evet aynı anda her ikisiydi. Her şeyi başlatan olacak kadar suçlu hiçbir şeyden haberi olmayacak kadar da masum. Onun için farklı bir intikam planım yok çünkü o zaten hakkettiği cezayı yeterince çekiyordu. Suçluydu çünkü beni bitirdi, masumdu sebebi ise bana olanları son ana kadar hiç bilmedi. Ablasını korumak istemişti herkes gibi o da sevdiği birini korumak için bulduğu tek çözümü hayata geçirmişti. Onun yaptığı planda onun bakış açısıyla kimse zarar görmemişti ki? Klan liderleri Afra'yı istiyordu o da ablasını korumak için herkes onu unutana kadar Afra'yı saklamayı uygun gördü. Bir takas ne kadar kötü olabilirdi ki? Takası yapacağı bebek zaten ölü doğmadı mı? Savcı o bebeğe fazladan yirmi dört yıl gibi bir yaşam verilmesini sağlamıştı hepsi bu. Evet bu onu suçlu kılan şeylerdi ama olayları onun açısından bakınca ortaya bunlar çıkıyor suçu bile bir ihanete dönüşmüyordu. Ve masumdu hayır olanlara tek taraflı bakarak bana olanlar için onu suçlayamam çünkü yaratığı hiç bilmedi. Ruhumu bedenime mühürlerken benimle birlikte sürgünden firar eden bir canavardan habersizdi. Yirmi dört yıl gibi bir yaşamı hediye ettiği o bebeğin canavar yüzünden hergün ölmekten beter olacağını bilmiyordu. Hayır ona duyduğum derin aşk yüzünden Savcı'nın günahlarını örtüp onu kendi içimden masum çıkarmaya çalışmıyorum. Belki farklı biri olsaydı bunu yapardı veya tam tersi yaşadığı her şeyin suçlusu olarak onu görürdü. Ancak ben zekasıyla ön planda olan bir ırktan geliyorum incinen duygularım sıradan insanlar gibi onu suçlu çıkarmak isterken, her açıdan durumu değerlendiren mantığım buna izin vermiyordu.

Hâl böyle olunca ondan çok ağır bir intikam almak ona haksızlık olmaz mıydı?

O bebeğin yıllar sonra genç bir kadına dönüşüp ona gelmesi intikamların en büyüğü değil miydi? O kadına delici aşık olması azapların en büyüğü değil miydi?

Ben Oyunbaz doğam yüzünden Meliz hatta canavarın bile hakkını teslim ederken kendi sevdiğim adama karşı acımasız olamam.

Savcı yaptıklarının bedeli olarak bu gece benim kaybımı yaşayacaktı bu onun için tüm cezalardan daha ağırdı.

Attan inerek ona doğru yürürken o da bana doğru geliyordu. Aslında infazımdan sonra hiç uyumadı değil mi? Ela gözlerindeki o keder bir tek onu yakmıyor. Gözlerinin altında gölgeler oluşan o karaltıları sevmedim. Bakışları bile canlılığını yitirmiş gibiydi. Aramızda sadece bir adım kalarak ikimiz de durunca bana olan özlemini solumak günlerdir çektiğim tüm acıların üzerine şifaydı. Gözleri saçlarımı incelerken ruhundaki beğeni yüzüme değen bakışlarıyla katlandı. Beslendiğim için yeniden doğmuş gibiydim eski halime meftun olmuşken bu yeni halim onun için karşı konulmazdı. Beslendiğimi anlamıştı. "Aynısın ancak değişmiş gibisin." Bakışları gözlerimde durunca belkide en uzun baktığı yer gözlerimdi. "Bir tek gözlerine değmemiş yabancı bir his." Her defasında uzun uzun gözlerime bakardı biliyorum fazla anlamsız ama sanki en çok gözlerimi seviyordu.

"Beni hiç özlemediniz mi?"

"Ruhumu solurken bu söylediğine inanıyor musun?"

"Ama hâlâ bana sarılmadınız yoksa bunun için de evlenmemiz mi gerekiyor?"

"Bunun için tüm haklarımı daha sahip olmadan tükettim." Tüm neşem kaybolurken sanırım bu tavrının sebebini anladım. Gerçekleri bildiğimi artık öğrenmişti ondan nefret ettiğimi düşündüğü için çok istese de aramızdaki son adımı kapatmıyor. Bana yaptığı şeyden sonra onun yakınlığından rahatsız olacağımı hatta belkide tiksineceğimi düşünüyordu değil mi?

Bana sarılsın istiyorum son saatlerimizi yaşıyoruz.

"Evet öyle." İçim acırken omuzlarımı dikleştirip elimin tersiyle saçlarımı geriye doğru savurdum. "Bu fazla anlamsız olurdu." Yanından geçerek kulübeye doğru yürüdüm. Bundan nefret ettim böyle hayal etmemiştim ölecek olan benim ama o benden daha ölü gibi duruyor.

Böyle soğuk bir karşılamayla aslında kendisini cezalandırıyordu.

Kulübeye girince peşimden geldi birbirimizden en uzak köşelere otururken iki yabancı gibiydik. Konuşacak çok şey vardı ancak havada rahatsız edici bir sessizlik vardı. Buradaki tek yatağın üzerine ben oturuyorum. Kulübe küçük olduğu için salon da aynı zamanda bir yatak vardı. Savcı ise duvara sırtını yaslayarak oturduğu için bir bacağını uzatırken diğer bacağını dizinden hafif bükmüştü. "Biliyordun değil mi?" Sessizliği bozarken nefesini vererek başını arkasındaki duvara yasladı. Sağ eli yerde diğer eli ise büktüğü dizinin üzerindeydi. "En başından bunu sana yapanın ben olduğumu biliyordun. Peki neden sustun?" Konuşsam ne değişecekti ki? Öte yandan o her şeyi konuşmak istiyordu çünkü odasındayken masal bitince konuşmasına izin vermemiştim.

"Bize dair güzel anılar bırakmak istedim." Hiç biz olmasak da.

Yine sustu konuşmak onu acıtıyordu ancak buna rağmen konuşmak istiyordu. "Gitmeni istemiyorum." İçten gelen bir yakarışı sesinde taşıyordu hemen sonrasında ise kendisine olan öfkesi. "Kahretsin ki bunu engelleyemiyorum!" Yüzünü sertçe ovuşturarak yumruğunu gizlemeye çalışınca derin nefes aldım. Biliyorum kalmam için çırpındığını görebiliyorum.

"Zaman geldi Savcı hoca." Ayağa kalkarak ona doğru yürürken daha güzel şeylerden konuşmak istiyorum. "Bana hoşçakal demeyecek misiniz?" Yanına oturup iyice dibine kadar girdim. Tamam daha altı saat vardı ama daha güzel bir vedayı hakkediyoruz. Daha anlamlı bir hoşçakalı.

Başını çevirip bana bakınca dokunmak için elini uzattı lakin buna hakkı yokmuş gibi eli havada kalmıştı. Aramızdaki mesafeyi yine geçemedi içi acır gibi bana bakıyordu. "Orası karanlık." Onu kahreden nefesini burnundan verirken sanki benim yerime ölen oydu. "Sen karanlıkta korkarsın..."

Şu anda tek korkum karanlık değil.

"Orası nasıl bir yer? Takva bir ruh, sık sık oraya gidiyor olmalı?" Gideceğim yer hakkında bilgi almak istiyorum beni neler bekliyor tahmin edemiyorum.

"Kötü." Bir kasvet benliğini sarınca beni oraya nasıl göndereceğini düşünüyor kıyamıyordu. "Seni solduracak bir yer." Bu birçok sorunun cevabıydı.

"Bunca zaman neredeydin Elzem?"

"Size yalan söylemek hoşuma gitmiyor neden günün kalanında hiçbir şey olmamış gibi davranmıyoruz?" Gülerek ayağa kalktım. "Şu son altı saati her şeyi unutarak yaşayalım mı?" Son anlarımı onunla mutlu geçirmek istiyorum. Hayatımda yeterince dram vardı onun olduğu yerlerde genelde hep mutluluk oluyordu.

Ben bu adamın yanında her şeyi unutuyorum tüm sorumluklar kayboluyor geriye sadece Elzem kalıyordu.

Ve en önemlisi ben onun yanında çoğu zaman çocukluk yaparak hiç tatmadığım bir duyguyu hissediyordum.

"Elbette." Bana istediğimi verdi ölmek üzere olan birinin son dileklerini yerine getiren birinin burukluğunu yaşıyordu. "Neden bana yemek yaparken tenindeki bu ışıltının sebebini açıklamıyorsun?" Beslendiğimi anladığını tahmin etmiştim. "Soru yok diye anlaştığımızı sanıyordum?" Mutfağa doğru yürürken beni konuşturacak ya üzerime gelmeyi bırakmıyordu. "Lanetin yüzünden değil mi?"

"Yorum yok."

"Yine sorun çıkartacak bir şeyler yaptın değil mi? Kimin ruhuyla beslendin?"

"Merak etmeyin anneleriniz hâlâ yaşıyor."

"Annelerim ne alaka?"

"Siz zeki birisiniz hocam." Kaşlarını çatınca gülerek mutfağa girdim.

Onlardan nefret ettiğimi iyi biliyor.

******

Patatesleri yıkayıp ocağın üzerinde kaynayan tencerenin içine atınca masada eti doğrayan adama bakarak güldüm. "Hayır onları benim sebze yemeğimin içine koymuyoruz." Birlikte mutfağa girmek berbat bir fikirdi şu iki saat içinde yaptığım her şeyin içine ısrarla et koyuyordu. "Et olmadan yemek olmaz." Yine beni azarlayıp doğradığı tüm etleri tencerenin içine koyunca sinirden güldüm. "Etobur."

Buraya ilk geldiğimde mutfakta yiyecek hiçbir şey yoktu ancak şimdi ise dolaplar boğazına kadar doluydu. Aslında mezarlıkta notumu aldığı günden bu yana burada beni bekliyordu değil mi?

Ben yemek için gerekli hazırlıkları yaparken o dışarıda odun kırmıştı. Daha sonra duvarın içine gömülü olan bir şömineden farksız olmayan ocağı yakıp tencereyi ocağa yerleştirdi. Hemen sonrasında ben yemeği pişirmeye başlayınca ok ve yayını alıp dışarı çıktığını gördüm. On dakika içinde elinde üç tane besili kuşla gelmiş dışarıdaki kuyudan bir kova su daha çekerek bizzat kendisi onları yıkamıştı. İşin trajikomik tarafı o şeyleri yıkaması iki kova suyu bulmuştu. Sırf ben yiyemem diye defalarca yıkadığı halde bundan hiç şikayetçi olmadı. Bir şekilde gece yarısı olacak takası ona unutturduğum için nihayet ruhunda mutluluğu solumaya başladım. Benim yanımda asla mutsuz olmamalı çünkü o bir tek benim yanımda gerçek anlamda gülüyordu.

"Pişti sanki." Çok acıkmış olmalı ki tahta kaşığı hâlâ kaynayan tencereye doğru uzatınca sinir krizleri geçirerek kaşığı elinden aldım. "Yedinci kez söylüyorum daha pişmedi!" Aslında mutfağı erzaklarla benim için doldurmuştu değil mi? Günlerdir yemek yememiş gibi davranıyor dahası mutfağa girdiğimde her şey ilk bıraktığım gibiydi. Tencereler hiç kullanılmamış ilk sahibi onları nereye koyduysa orada duruyordu.

"Kokusundan belli pişmiş işte." Tencereyi ocaktan almak için adım atmıştı ki önüne geçerek kaşlarımı yukarı kaldırdım. "Açım diyorum hatun nesini anlamıyorsun?"

"Elmalar var onlarla idare edin."

Yüzünü buruşturdu. "Onları senin için aldım." Elma yememden nefret ediyor olmalı.

Nihayet bir süre sonra yemek pişince benim için onu ocaktan aldı çünkü tencerenin kulpu çok sıcaktı. Mutfaktaki tahta masanın üzerine bırakınca her ikimiz için bakır tas alıp yemekleri doldurdum. Onun tabağını iyice doldururken kendi tabağıma sadece yiyeceğim kadar koydum. Tahta kaşıkla nasıl yiyeceğimi düşünüyorum bu şey parmaklarım için fazla kaba. Savcı buna alışık olduğu için hiç zorlanmadan yemeğine yumuldu ancak ben kaşığı doğru şekilde orta ve işaret parmağımın arasına yerleştiremiyorum. Kaşlarımı çatarak kaşığı sertçe masaya bıraktım başımı kaldırınca beni izlediğini görmek berbat bir duygu. "Temizlik, hatta yemek dâhi yapıyorsun-" Tabağındaki yemeği gösterdi. "Çok da güzel yapıyorsun ama bir kaşığı ince parmaklarına sığdıramıyor musun?" Alay etmesi çok yersiz şu ana kadar burada tabakta hiç yemek yemedim haliyle bu kocaman kaşığa alışkın değilim.

"Ne münasebet." Hafif öksürerek omuzlarımı dikleştirdim. "Dünya üzerinde benim yapamadığım hiçbir şey olamaz. Yemek isteseydim kaşığı kullanmayı bildiğimi görürsünüz ama aç değilim."

"Güzel deneme."

"Haklı bir savunma."

Kaşığına yemek koyup bana doğru uzatınca hemen kafamı geriye çektim. "Kaba olmak istemem ancak bir başkasının tabağında ve kaşığından yiyemem." Sevdiğim adam olabilir ama onunla ortak bir şeyler de yemek yemek midemi bulandırır. Annemin bardağından bile su içemezdim.

"Şu takıntıların bazen fazla can sıkıcı oluyor." Bana tersçe baktıktan sonra benim tabağımı önüne çekti. Kaşığımı alınca yemek doldurup bana doğru uzattı. "Üzgünüm ama beş yaşından beri kendi başıma yemek yemeyi tercih ederim." Sinirlenmeye başladığını görebiliyorum fakat kendimi aciz durumuna düşürüp yemek gibi çok basit bir eylemde onun yardımını alamam.

Tüm iştahı kaçtığı için kaşığı sertçe tabağın içine bırakıp bana döndü. "Alt tarafı bir yemek, bu seni zayıf kılmaz. Öyle olsa bile zayıflık her zaman kötü bir şey değil."

"Benim hayatımda zayıflık sadece kötü olmadı aynı zamanda öldürücüdür." Ağzımdan kaçırdıklarım yutkunmasını sağlarken kendime kızdım. Tatsız şeyler konuşmayalım diyen bendim ancak bu konuyu da açan ben oldum.

"Konuşalım, bu erteleyeceğimiz bir şey değil izin ver konuşmamız gereken her şeyi konuşalım." Bunu istemiyorum lakin haklıydı konuşmadıkça şimdi olduğu gibi hep bir yerde patlak verecekti.

Çoktan akşam olduğu için kulübedeki gaz lambasını yakıp şömineyi tutuşturdu. Şöminenin yakınına küçük bir halı serip oturunca yanındaki yerimi aldım. İlk başlarda yanyana oturup sadece ateşi izledik fakat daha fazla sessizliğe dayanamadı. "Afra..." Nefes alınca ruhundaki gerginliği hissettim bununla yüzleşmek onun için kolay değildi. "Gevheri ailesinin tek kızı kalenin prensesiydi. Dört erkek kardeşi tarafından daima şımartılmış onun tek bir gözyaşına yapmayacağımız şey yoktu." Ailesi tarafından bu kadar çok sevilmesi çok kıymetli bir duygu olmalı. Sıraç'da öyleydi ben ve Itır'ı hep çok sevmiştir.

"Afra acı nedir hiç bilmedi öğrenmesine izin vermedik." Ablasına olan sevgisi özlemi sesine yansıyordu. "O dönemlerde sıklıkla kalede olurdum üzerimde suçluluk duygusu yoktu." Ailesinden uzak durmasının sebebi sadece takas değildi değil mi?

"Benim yüzümden ifşa oldu." Başını sallayarak pişmanlık dolu gözlerini kaçırıp şöminedeki ateşi izlemeye başladı.

Kardeşini o mu ele verdi?

"Arafta asillerin çocukları için bir yarışma vardı Afra'da katılmak istedi buna izin vermedim. El bebek gül bebek büyüdüğü için bizim himayemiz altında yaşamaktan hep şikâyet etmiştir. Herkese güçlü olduğunu başının çaresine bakacağını kanıtlamak istiyordu bunun için bulduğu tek çözüm yarışmalara katılmaktı. Ben buna karşıydım çünkü onun bir aykırı olduğunu sadece ben biliyordum. Yarışmalara katılırsa kontrolünü kaybederek kim olduğunu ortaya çıkarabilirdi." Ah hayır sanırım onu böyle kıvrandıran şeyi anladım. Afra'yı ifşa eden gerçekten oydu değil mi?

"Evet bendim." Bakışlarımdan ne düşündüğümü anlamıştı. "Yaptığım tek hatanın sonuçları çok ağır oldu. Onun yarışmalara katılmasını engellemek için bulduğum tek çözüm Afra'nın nişanlısıyla konuşmaktı. Afra ile birbirlerini çok seviyorlardı eğer gerçekleri bilirse Afra'yı korumak için onu ikna edebilirdi."

"Ama tam tersini yaptı değil mi?"

"Evet!" Yumruklarını sıkarken öfkesi şöminedeki ateşten daha yakıcıydı. "Bir erkek için sevdiği kadın tüm inançlarından daha üstün olmalı ama o piç kurusu öğrendiği gerçekleri klan liderlerine yetiştirecek kadar korkaktı!" Oysaki Savcı'da Araftaki acımasız kurallarla büyümüş onların doğrularıyla yetiştirildi. Ancak Savcı benim aykırı olduğumu öğrenince bunu hemen birilerine söylemek yerine beni korumak için susmayı seçti. Afra en büyük ihaneti sevdiği adam tarafından almıştı Savcı'nın bir suçu yoktu ki, bu konuda kendisine işkence etmesi doğru değil.

Savcı ve Afra'nın nişanlısı aynı duruma düştüler biri sevdiği kadına ihanet ederek inandığı doğruları seçti. Diğeri ise tüm doğrularını silip benim için inançlarına ters olan şeyi seçti.

"Sizin suçunuz değildi."

"Hayır benim suçumdu!" Yanlış düşünüyordu ablasını korumak için gelecekte onun eşi olacak kişiden yardım istemesi yanlış bir şey değil. Burada ihanet eden Savcı değil o alçak adam.

"Her şey bir anda altüst oldu bunu önleyemedim. Klan liderleri babama baskı yapmaya başlayınca infazı onaylamaktan başka şansı kalmadı. O gün meydanda onu asacaklardı fakat Gedi-" Bu ismin devamını getiremeyince kardeşine küfretmesi çok komikti. Gediz kendi adını lanetleyen bir deliydi.

Ailesine olan nefreti yüzünden onların koyduğu ismi lanetleyip Yıkım ismine hak kazanmıştı.

"Üç silahşörler onu kurtardı değil mi?"

"O kadar klandan kurtulmak üçünün üstesinden gelemeyeceği bir şeydi. Hafız bir Muhafız onun yetenekleri arasında kalkan yok. Kalkanlar Işıktan gelenlerin yeteneği."

"Aman tanrım onlara yardım ettiniz?"

"Sadece ben değil Dehliz ve Aybars'da yardım edenlerin içindeydi. O üçü bunu bilmiyor diğerleri de öyle ama herkesin düşündüğü gibi orada Afra'nın infazını izlemedik. Çağırdığım ruhlardan biri çok güçlü bir Işıktan gelendi biriydi. Hafız'ın kulağına büyü sözlerini o fısıldadı ancak o kargaşada Hafız bunun farkında değildi. Büyü sözlerini tekrarlaması aslında hiçbir işe yaramıyordu fakat herkes büyüyü onun yaptığını düşünmeliydi. Asıl büyüyü yanındaki ruh yapıyordu kandan kalkanı oluşturup üçünü koruma altına aldı. Dehliz tüm Azınlıkları zayıflatarak onlara acı verdi herkes bunu Yıkım yapıyor sandı. Aybars o sırada Afra'ya yaklaşan herkesi öldürmekle meşguldü. Üçü tek başına bu işin içinden çıkamazdı etraflarında onlarca ruh ne onlara ne de diğerlerine belli etmeden onları koruyordu. Bize bakan herkes olanları tepkisizce izlediğimizi görüyordu ancak o esnada dikkat çekmeden birçok şey yapıyorduk. Ortaya çıkıp doğrudan savaşabilirdik ancak Afra ve diğer üçünün güvenliği açısından bizim deşifre olmamamız gerekiyordu." Çok zekice bir taktik çünkü kendilerini ele verselerdi sadece klanların güvenini kaybetmezler aynı zamanda onların planlarını önceden öğrenemezlerdi.

Gediz bunu bilmediği için ikizlerden yani Aybars ve Dehliz'den nefret ediyordu. Peki Savcı'dan neden nefret etmiyor? Bir şekilde orada Savcı'nın yardımlarını hissetmiş olmalı.

"Toplam otuz iki Muhafızın ruhu çok güçlü bir büyü yaparak oradaki herkese şüphe etmeyecekleri bir halüsinasyon göstermeyi başardılar. Herkes Afra'nın kesilmiş başını gördü ama yerdeki o ceset Afra'ya ait değildi. Afra'nın öldüğünü gören Asil ve Yıkım, Hafız'ın kaçmasını sağlayıp teslim oldular çünkü Hafız'ın klan lideri olan bir babası yoktu lideri Feti onu çok kolay harcayabilirdi. Asil uzun süre zindanda babası Abraham'ın emriyle işkence gördü. Yıkım sürgün edildi, Hafız ise gizlice her ikisini ziyaret ediyordu. Ancak üçü Afra'nın ölmediğini biliyordu çünkü bir şekilde öğrenmelerini sağladım. Bunu bilmek onların haklıydı." Geri planda kalarak aslında birçok şey yapmıştı lakin bunu kimseye yansıtmadı.

"Halk Afra'yı ölü sanıyordu ama liderler bir süre sonra şüphelendiler çünkü Afra'nın güçlü enerjisi hâlâ Arafta hissediliyordu. Sadece Oyunbazlar ve iblisler enerjilerini gizleyecek yetenekte Afra bir Azınlıktı onu saklamak çok zordu." Sıkıntılı bir nefesten sonra bana döndü. "Benim yüzümden deşifre olup onca sıkıntıyı çekmişti ablamı saklamalıydım Elzem. Herkes tarafından unutulmalıydı ancak bu şekilde hayatta kalabilirdi." Tam bu kısımda da ben devreye giriyordum değil mi?

"Onu Arafın dışına kaçırmayı düşündüm ancak klanlar kolay kolay peşini bırakmazdı. Ne yapacağımı düşünürken bir gece ansızın Meliz benden yardım istedi. Ölü doğan küçük bir bebeği kurtarmam için bana geldi ona borçluydum." Alay edercesine güldü. "Meliz benden elli yaş büyük öz babamı öldürdükleri o saldırıda beni ve annemi kurtaran oydu. Babam onun Araftaki tek arkadaşıydı saldırıyı duyduğu an gelmişti babam için geç kalsa da annem ve beni korumayı başarmıştı. Daha sonra Azınlıklar gelip saldırıyı geri püskürttü. Annem bana bunları anlatmışken yıllar sonra Meliz'in yardım isteğini geri çeviremezdim." Ve böylece o olayda Meliz tek arkadaşını kaybetmişti lakin onun karısı ve oğlunu kurtarmayı başardı.

"O bebeğin bir gün bana sen olarak döneceğini tahmin edemezdim. Ne büyük ceza ama..." Gözlerime bakamıyor yaşadığı yoğun pişmanlığı her hücremde hissediyorum. Ben onun cezasıydım bunu kabul ediyordu.

"Büyüyü yaptım." Gözleri o geceye geri dönmüş gibi dalgınca ateşi izliyordu. "Büyü bitmek üzereyken ölüler diyarına ait gardiyanlardan biri bana geldi. Tanrıların yasağını çiğnemek üzeresin dur diyerek beni uyardı. Ölülerden bir ruh almanın çok ağır bir bedeli var dedi. Bir ruha karşılık büyüyü yapan kişi ya canından ya da kanından birini feda etmeli deyince o an aklıma gelen tek isim Afra oldu. Ya canımdan çok sevdiğim biri olmalıydı ya da benim kanımı taşıyan biri. Annem dışında benim kanımdan olan kimse yok canımda olan herkes Gevheri ailesine mensup. Afra'yı seçmemin sebebi onu daha az sevmemden kaynaklanmıyor eğer öyle olsaydı takas için uygun bir aday olmazdı çünkü canımdan vazgeçecek kadar çok sevdiğim biriyle takas olacaktı. Afra'yı seçtim sebebi onu saklayacağım bir yer bulmuş olmamdı. Gardiyana takasın daha sonra yeniden yapılmasını şart koştum Afra'yı orada bırakamazdım. Bebek yirmi dört yaşına girince takas yeniden olacak dedi neden mi yirmi dört? Atalarımız tanrıların gazabına yirmi dört yaşlarında uğradı o yüzden yirmi dört yaşına girince hepimizin yaşlanması duruyor çok yavaş ilerliyor." Evet bunu biliyorum Mara daha önce bana bu konuda bir şeyler anlatmıştı.

"Afra yirmi altı yıl boyunca saklanarak yaşamını sürdürdü ve onu daha fazla gizlemek mümkün değildi. Bunu yapmaktan başka çarem yoktu." Demek o yüzden herkes elli yıl önceki katliamı konuşurken aklımda sürekli bir soru işareti oluşuyordu. Ben elli yıl önce doğmamıştım yani takasın o zaman yapılmış olması mümkün değildi. Herkes Afra'yı elli yıl önceki olaydan dolayı ölü biliyordu ama o yirmi altı yıl boyunca herkesten gizlendi. Benim doğumum ile takas yapıldı ve ben bugün yirmi dört yaşına girerken aradan geçen süre elli yıl oluyordu.

"O an yaptığım takasta yanlış hiçbir şey yoktu. Bebek ölü doğmuştu, zaten bir ölüydü ben ona fazladan yaşaması için yirmi dört yıl vermiştim bunda bir yanlış göremedim. Afra ise herkes tarafından unutulup hedef olmaktan çıkacaktı. Takas günü zaten ölü olan bebek yeniden ölecek en başından olması gerektiği gibi. Bende herkes tarafından unutulan ablamı alıp çok uzaklara götürecektim. Herkes için bir ölü olacağı için Arafın dışında kendi hayatını yeniden kurabilirdi." Ona kızıyorum ama Itır için bende aynısını yapardım. Bunu kabul etmek çok acı lakin gerçek buydu bende kardeşim için aynı şeyleri yapardım. Hiç tanımadığım bir bebek, üstelik ölü doğan bir bebeği Itır'a karşılık takas edebilirdim. Kaldı ki daha dün gece kendi halkım için beş kişiyle beslenmişken Itır için neler yapar kimleri feda ederdim.

Dedim ya onun açısından olaylara bakınca benim için bir suçlu olmaktan çıkıyordu.

"Bilmiyordum Elzem." Gözlerimin içine öyle bir bakışı vardı ki hangimiz için bu konuşma daha ağır kestiremiyorum. "O bebeğin ileride sen olacağını bilemezdim. O gece küçük bir bebeğin ruhuna karışan karanlığı bilmiyordum. İnandığım her şey üzerine yemin ederim ki o esnada bunu anlasaydım asla takasın olmasına izin vermezdim. Onun ileride sen olacağını bilmeden bunu engellerdim. Kendi ablamı korurken ileride büyüyüp bir başka çocuğun ablası olacak kişiyi onca acıya maruz bırakmazdım. Fazladan yaşayacağı yirmi dört yılın ona ne denli azap olacağını bilseydim mührü asla yapmazdım." Bu konuda yalan söylemediğini görüyorum ancak gel gör ki bilerek veya bilmeyerek yaşadığım her şeyi başlatan oydu. Evet onu anlıyorum ve evet ona hak veriyorum ancak bu çektiğim tüm acıların sebebi olduğunu değiştirmiyor. Biliyorum bu işte o da suçsuzdu ama mührü o yaptı.

Bir yanım suçsuz olduğunu kabul ediyor ancak gel gör ki diğer yanım her şeyin sebebi o diyor.

Konuşmamı bekledi bir şeyler söylememi hatta ona nefret kusmamı bekledi. Tek yaptığım sessizlik içinde başımı omuzuna yaslayıp boş gözlerle ateşi izlemek. "Zordu ne kadar zor olduğunu tahmin bile edemezsiniz. Biliyor musunuz ben başlattığınız şeyi bitiriyordum. Sizin engel olamadığınız bu şeyi bitiriyordum yarın sabah Afra ve ben özgür olacaktık ama olmadı." Bunu durdurmaya onun bile gücü yetmiyordu ama ben yapıyordum. Bir imkansızı başarmaya çok yaklaşmıştım.

"Uykum geldi biraz uyumak istiyorum." Onu arkaya hafif iterek yere uzanmasını sağladım. Yanına uzanarak başımı göğsüne koyunca kollarıyla beni sardı. "Uyu." Bana sarılarak göğsüne çekince gözlerimi kapatıp çok hızlı atan kalp atışlarını dinledim. "Daha önce bir erkek ile bu pozisyonda hiç olmadım." Gözlerim kapalı kıkırdadım. "Ergenlikte hayatımda olan o beş korkak elimi tutmaya çekiniyordu." Şu zamana kadar ileri gitmiş tek halim zorla onlardan birinin elini tutmak olmuştu. Ah bir de yanağıma aldığım küçük bir buse. "Sizin hayatınızda benim aksime çok kişi olmuş olmalı." Malum benim yaşımın üç katı yaşı vardı eğer Gediz ile birazcık benzerliği varsa bu sayı bir hayli kabarık olabilir.

Sinirleri bozulmuş gibi gülünce başımı yasladığım göğsü hareket etti. "Sadece bir kadın oldu." Ne dedi şimdi bu? Sadece bir tane mi?

"Ciddi misiniz? Yani tüm tecrübeniz tek bir kadınla mı sınırlı?" Yok artık adam dedemden daha yaşlı rahmetli dedemin bile sadece anneannem ile sınırlı kalmadığına eminim.

"Neden şaşırıyorsun?" Elleri saçlarıma küçük dokunuşlar bırakırken bu daha çok uykumu getiriyor. "Bir erkeğin hayatında sadece bir kadın olmalı öbür türlüsü benim inançlarımın içine girmiyor."

"Kendinizle çelişiyorsunuz hocam."

"Neden?"

"Sadece bir kadın olmalı dediniz ama şu anda bana sarılıyorsunuz. Geçmişteki kadın birinci ve ben ikinci kadın oluyorsam bu demektir ki hayatınızda dediğiniz gibi tek bir kadın olmadı."

Güldü. "Geçmiş ve geleceğimdeki tek kadın sen olduğun için ben bir çelişki göremiyorum." Başımı hızlıca kaldırıp afallayarak yüzüne baktım. Doğru mu anladım ben? "Sadece ben mi?" Yüzüme gelen saçlarımı yavaşça kulağımın arkasına sıkıştırdı. "İyi ki de sen..."

Ah hayır ilk aşklar unutulmaz derler onun için kanadıkça kanayan yara olacağım. Her şeyin ilkini benimle yaşarken kimse beni onun yüreğinden silip atamayacaktı.

"Her ikimizde bazı konularda deneyimsiz ve acemiyiz." Çenemi göğsüne yaslayıp kirpiklerimin altında ona baktım. "Neden biraz sınırları zorlamıyoruz?" Ahlaksız teklifim karşılığında o ne yaptı dersiniz? Başımı göğsüne bastırıp, "Uyu Elzem." Çıldıracağım benim gibi karşı konulmaz bir kadını reddetmesi büyük hakaret!

"Uykum yok."

"Az önce vardı."

"Ama şimdi yok."

"Uslu uslu uyuyorsun itiraz kabul etmiyorum." Uslu durmak benim kanımda yok ki o dediği nasıl olacak?

"Bir kadın olarak hayatımdaki erkekten beni öpmesini talep ediyorum."

Ve o kahrolası gülüşü. "Reddedildi!"

"Hadi ama nasıl bir his olduğunu sadece ben mi merak ediyorum?" Başımı tekrar kaldırıp ona baktım. "Dudaklarım zehirli diye mi beni reddediyorsunuz? Daha yeni beslendim bu kontrollü olmamı sağlar. Üstelik ben bir aykırıyım diğer Oyunbazlar için tutku açlığı tetikleyebilir ama ben onlardan farklıyım. Kendimi durdurabilirim denemeden bunu bilemeyiz." Ben kendi ırkımdaki biriyle birlikte olmak istemiyorum. Bana yasaklı olan bu adam ile tüm yasakları çiğnemek istiyorum.

"Evet dudakların zehirli." Elini kaldırınca baş parmağı dudaklarımın üzerinden gezindi. "Zehirli olan sadece dudakların değil bir bütün olarak zehirsin." Bakışları gittikçe koyulaşırken ruhunda yavaş yavaş yükselen şehvet ateşle oynadığımı gösteriyor. "Ve ben bu zehri sonuna kadar içmek için deli oluyorum." Gözleri dudaklarımda oyalanırken şimdi bakışları beni buldu. "Ama bunu yapamam sebebi senin tarafından zarar görmekten kaçınmam değil kırılgan bedenine zarar verme düşüncesi." Bana ne tür bir zarar verebilir ki burada tehlikeli olan bendim.

"Ne demek istiyorsunuz?"

"Bizler bazı konularda kontrolsüz olabiliriz Elzem. Kadınlarımız da bizim gibi olduğu için sorun olmuyor ama sen bir fanisin. Bir ölümsüz ile yakınlaşman zarar görmeni sağlayabilir."

"Tanrı aşkına her konuda bu kadar vahşi olmak zorunda mısınız?" Kısacası sarılsam bile kemiklerin kırılır zorlama beni diyor.

"Vahşi değiliz siz faniler fazla zayıfsınız."

Gülerek omuz silktim. "Olsun yine de denemek istiyorum." Çenemi göğsünden ayırıp ona doğru tırmandım. "Elzem-" Beni tekrar uyaracaktı ki, üzerine eğilmem yutkunarak onu susturdu. "Sizde istiyorsunuz." Saçlarım yüzünün her iki yanına dökülürken dudaklarımı onun dudaklarına sürttüm. "Beni durdurabilirsiniz." Ilık nefesim dudaklarına çarparken konuşunca dudaklarımız tekrar birbirine sürtününce nefes alışları hızlanmıştı. "Dur derseniz dururum." Alt dudağını dişlerimin arasına alıp sertçe ısırınca aldığım kan tadı ruhunda büyük bir patlamaya sebep oldu. Saçlarımı kabaca tutup ona bakmamı sağladı. "Seni uyarmadığımı söylemeyemezsin!" Dişlerinin arasında boğuk bir sesle konuştuktan hemen sonra belimi kavradığı gibi beni altına almıştı. Sırtım sert bir şekilde yerle temas ettiği an dudaklarımız arasındaki son mesafeyi kapatmak için daha fazla beklemedi.

Bu gece her ikimiz de sınırı geçmek için fazla gönüllüydük.

Saçlarımı kavrayıp beni hoyratça öpen adamın öpüşü acemice değildi. Ona karşılık verirken bunu acemice yapmıyordum. Her ikimiz de birbirine teslim olarak ilk deneyimizi yaşarken kendimizi tüm kurallardan bertaraf etmiştik. Onu seviyorum onunla yaşayacağım şeylerden asla pişmanlık duymayacağımı biliyorum bu beni daha fazla cesaretli olmaya itiyordu. Ancak tüm kuralları yıkmamızı sağlayan en büyük sebep bunun ilk ve son kez olduğunu bilmemizden kaynaklanıyordu. O bu gece sevdiği kadının öleceğini bildiği için bana karşı olan dokunuşları doyumsuzdu. Bunun bitmesini hiç istemiyordu bu anı bir daha yaşamayacağımızın bilincinde olarak tüm inançlarını yıkmıştı. Ben ise ölmek üzere olan birinin burukluğunu yaşarken içimde hiçbir şeyin ukdesi kalsın istemiyorum. Yarım kalan onlarca hayalin ardından sevdiğim adamın kollarında olmayı yanlış bulmuyorum. Bu bir vedaydı birbirimizin dudaklarında kaybolurken ikimiz de bunun farkındaydık.

İlk öpücük son dokunuş.

Ellerimi uzatıp onu iyice kendime doğru çekerek soluksuz karşılık verirken boynumdaki eli aşağıya doğru kaydı. Korsemin bağcığında duran parmaklarıyla ne yaptığını yeni fark etmiş gibi o kadar hızlı bir şekilde benden uzaklaştı ki, kendisini yan tarafıma atınca ne yaptığını anlamıştım. "Kahretsin buna karşı kormak çok zor!" Ağzının içinde küfreder gibi kendisine kızan adam oturduğu yerde sakinleşmek için yüzünü sertçe ovuşturdu. "Karşı koymanıza gerek yok ki." Yattığım yerde nefes nefese ayağa kalkarak korsemin bağcıklarını çözdüm. Korseyi çıkartıp atınca, "Elzem sakın!" Beni uyardı ancak elbisemi çıkartıp yan tarafa atınca şimdi karşısında sadece uzun içlik yani gecelikle duruyordum. "Her ikimizde yaşını almış yetişkin insanlarız şunu kesin artık." Burada onu zorlayan taraf olmaktan nefret ediyorum. O da istiyordu ama o kadar eski kafalı biri ki beni deli ediyor.

Gözleri tepeden tırnağa beyaz geceliğin içindeki vücuduma bakarken ah o ruhundaki arzu bizi bitiriyor. Ela gözleri siyahın rengini alacak şekilde karardı hızlanan nefesleri bana olan arzusunu gizleyemiyor. "Ne denli tehlikeli bir oyun oynadığını bilmiyorsun Oyunbaz." Kıkırdayıp ona doğru yürüdüm ve yine kucağına oturdum. "Koruyucu olan sizsiniz ben değil." Dudaklarına uzanınca kelimenin tam anlamıyla sınırda olduğu için daha fazla direnmedi. Beni kendisine doğru çekerek bu sefer daha büyük bir açlıkla öperken elleri çoktan geceliği çıkarmaya başlamıştı.

Asıl şaşırtıcı olan ruhumdaki tek açlık dokunuşlarına yönelikti. Onun dışında daha dün beslendiğim için tutku ve şehvet bile onun ruhunu arzulamamı sağlamıyor.

******

Aceleyle geceliğimi giyinip banyodan çıkınca sinirden ıslak saçlarımı kurutmayı bile unuttum. Üzerinde pantolon dışında hiçbir şey olmayan adam pencereden dışarıyı izliyordu. "Sizi vahşi barbar!" Duvarın dibinde duran testiyi alıp tüm gücümle kafasına fırlattım. "Tenimdeki morluklardan dünya haritası çıkar!" O esnada heyecandan bunu anlamamıştım ama banyo yaparken gördüğüm morluklar normal değil!

Kemiklerime kadar her yerim acıyor! Dayak yemiş gibiyim!

Ona fırlattığım testiyi havada yakalayıp yere bırakırken hâlâ aynı aç gözlerle bana bakıyordu. "Sana karşı oldukça naziktim." Gülüyor mu o?

"Nazik mi? İki kaburgamın çatladığını hissediyorum!"

"Sen bir şifacısın öyle diyorsan gerçekten kaburgalarında çatlak olmalı."

"Hayvan! Çağdışı doyumsuz hayvan!"

"Sen bana hayvan mı dedin?"

"Haklısınız bu çok kaba oldu bir dakika." Susarak bir süre sessiz kaldım benim gibi bir hanımefendiye uygun birkaç küfür olmalı değil mi? "Aklıma bir şey gelmedi." Geceliğimin açık yakasınını sıyırıp boynumdaki morlukları gösterdim. "Bunları siz yaptınız!"

Gülerek bana doğru yürüdü. "O kadar da kötü görünmüyor." Islak saçlarımı geriye iterken eğilip morluklardan birine dudaklarını bastırınca kahretsin yine başlıyoruz. "En başından beri bırakmak istediğim izler." Ah bu ses tonunu artık iyi biliyorum.

Siz fani kadınlar bize göre fazla zayıfsınız derken artık ne demek istediğini daha iyi anlıyorum.

Bu adamların her şeyi fazla vahşi!

Boynuma küçük öpücükler kondurup geceliğimin bağcıklarını çözeceği esnada gülerek ellerini tuttum. "Çok pis dayak yemiş gibiyim hayatta olma-" Beni öperek susturunca lanet olsun ki bedenimdeki onca acıya rağmen kendimi ona karşılık verirken buldum. İnkar edemem onunla geçirdiğim o sıcak saatlerin her dakikası hayal ettiğimin çok ötesinde büyülüydü.

"Kurallara ne oldu?" Nefes nefese ondan ayrılıp ellerimi çıplak kaslarına bastırdım. "Şimdi uslu durmayan kim?"

"Artık hiçbir kural kadınıma dokunmamı engelleyemez." Geceliğin yakasını sıyırıp omuzumu açığa çıkarırken ruhundaki şehvet hiç bitmiyor. "Elzem..." Sesi hırıltılı çıkarken parmakları çıplak omuzumun üzerinde kışkırtıcı bir yavaşlıkla sürtünüyordu. "Biraz kendini toparlamış gibisin." Dudaklarındaki bu çarpık gülüşün anlamını biliyorum. "Başım ağrıyor!" Tipik Türk kadınlarının savunmasını daha ilk gecede yaptığıma inanamıyorum.

Bir daha hiçbir ölümsüzle bu kadar ileri gidecek cesaretim yok. Kahretsin kaburgalarımı kırdı!

"Çok ayıp ama." Gülerek dudaklarına küçük bir öpücük kondurdum. "Evli bile olmadığınız bir kadınla yaptığınız şey büyük suç." Bir anda eğilip beni kucağına alarak ayaklarımı yerden kesti. "Kendi kadınımla yaptığım hiçbir şey suç olamaz." Eğilip ıslak saçlarımın tepesine dudaklarını bastırdı. "Tüm hayatım seni beklemekle geçmiş gibi hissediyorum." Ait olduğum yer işte tam burası onun kollarının arası benim evim olmalı.

Beni şöminenin yanına bırakıp banyoda bulduğu havluyla yanıma gelince büyük bir özenle saçlarımı kuruladı. Kitapların yanında eski gümüş bir tarak vardı. Benim yerime saçlarımı tararken özenle bunu yapıyor bir saç telini bile incitmekten korkuyordu. Üşümeyeyim diye bana elbisemi giydirirken elbisenin bağcıklarını bile o bağlamıştı. Küçük bir çocuğa bakar gibi benimle ilgilenmesi içimi sıcacık yapıyordu. Banyo yapacağım suyu bile o kuyudan çekmiş benim için ısıtarak banyoya taşımıştı. Birlikte geçirdiğimiz şu kısacık saatlerde adeta üzerime titreyerek daha önce hiç tatmadığım bir duyguyu yaşatmıştı. Bir erkeğin sevgisini ilk kez yaşıyordum o her anlamda bunu hissetmemi sağlıyordu.

Bir saatten az bir zamanımın kalmasına artık daha fazla üzülüyorum.

"Birazdan dönerim sen ısın." Mutfağa gidince yüzümdeki tebessüm yerini korurken iç çektim. Ben banyodayken yemem için bir şeyler hazırlamıştı değil mi? Kokusunu alıyorum.

Ben onu bırakıp nasıl giderim ki.

Fanilerin bölgesinde olan bir kulübenin içindeyiz. Burada ilkbahar olsa da üşürüm diye havanın sıcak olmasını umursamadan şöminenin sönmesine hiç izin vermedi. Ölümsüzlere göre daha zayıf olduğum için üşütüp hasta olmamdan korkuyordu. Benim yanımda olan Savcı Gevheri herkesin tanıdığı o asosyal soğuk adamdan çok uzaktı. Ben böyle bir adamı bırakıp nasıl gideceğim bilmiyorum.

"Verdiğin acıdan değil zaten içesim varmış.
Uyku tutmuyor değil sabahı göresim varmış.
Suç sende değil çekip gidesim varmış.
Kal demek kolay değil elin havada kalmış." İçime çöken ayrılık hüznü hiç adetim olmasa da ateşi izlerken kendimi Zakkum'dan bir şarkı söylerken bulmamı sağladı.

"Gidiyorum yolcu et unutacağız elbet.
Bu şehir bu sonbahar artık sana emanet.
Gidiyorum yolcu et unutacağız elbet.
O günler o ilk bahar hiç yaşanmadı farz et." Gitmek istemiyorum ki, ama buna mecburum. Beni unutmaz değil mi? Kendi elleriyle öldürdüğü kadını unutmaz değil mi?

"Verdiğin acıdan değil zaten içesim varmış.
Uyku tutmuyor değil sabahı göresim varmış.
Suç sende değil çekip gidesim varmış
Kal demek kolay değil elin havada kalmış." Gözlerimden süzülen bir damla gözyaşına engel olamadım. Korkuyorum, ama ölmekten değil zaten doğru düzgün hiç yaşamadım ki. Beni korkutan şey bunun bir veda olduğunu bilmem. Son veda.

"Gidiyorum yolcu et unutacağız elbet.
Bu şehir bu sonbahar artık sana emanet.
Gidiyorum yolcu et unutacağız elbet.
O günler o ilk bahar hiç yaşanmadı farz et.
Verdiğin acıdan değil benim gidesim varmış." Ne güzel söylemiş değil mi? Gidiyorum yolcu et...

Tıpkı tüm hayatım boyunca hep tek başıma yürüdüğüm gibi ölüme de öyle gidiyorum işte.

İç çekerek başımı çevirince mutfağın kapısının önünde elinde bir tepsiyle dikilen Savcı'yı gördüm. Aceleyle gözyaşlarımı silerek saçlarımı yüzüme çekip gülümsedim. "Bana ne hazırladınız?" Benim aksime gülümsemesi kaybolmuş yine durgun bir hali vardı. Söylediğim şarkıyı duydu değil mi? Kim bilir ne zamandır orada.

Yanıma gelince tepsiyi önüme bırakıp karşıma oturdu. "Yemek konusunda senin kadar deneyimli değilim." Çay demlemişti her ikimiz için birer bardak koymuştu. Tereyağından yumurta pişirmiş yanına domates ve salatalık doğramıştı bir de kayısı reçeli. "Harika görünüyor." Ben yumurtayı pek seven biri değilim. Mutfakta elma olacaktı değil mi?

Lanet olsun bundan önceki yemekte de sorun çıkartıp her ikimize zehir etmiştim.

Şimdi gel de yemem de.

Ekmekten küçük bir parça kopartıp yumurtaya doğru uzatınca bileğimi tuttu. "Seni nasıl besleyeceğimi bilmiyorum." Yumurtaya bakarken farkında olmadan yüzümü buruşturmuş olmalıyım ki bunu yakalamıştı. "Kendi dünyanda ne yiyip içiyorsun merak ediyorum. Tüm gün elmayla besleniyor olamazsın değil mi?"

"Brokoli, haşlanmış patates, salata veya kabak. Kısacası sebze ağırlıklı beslenirim arada revani tatlısı ve bolca kahve." Formuma dikkat ettiğim için genelde sağlıklı beslenmeyi tercih ederdim.

Tiksinmiş gibi yüzünü buruşturdu. "Yemek olarak saydıkların hep tatsız şeyler. Zayıflamak için mi bu şeyleri tüketiyorsun? Zayıf kadınları kimse benim dünyamda sevmez. Kadınlarımız da bizim gibi savaşçı gücünü korumak için nasıl besleneceklerini iyi bilirler." Evet ama ben onların kadınlarından biri değilim. Buradaki kadınlar da akşama kadar kılıç salladıkları için hiç diyete başvurmadan yediklerini eritiyorlar.

"Reçel ile ilgili bir sorunun var mı?" Yumurta iptal olduğu için güldüm. "Hangi şartlar altında yapıldığını bilmeden yiyemem onu." Böyle konserve şeylerden özellikle uzak dururum çünkü yapılışı zahmetli şeyler olduğu için bir seferde çok fazla yaparlardı. Haliyle bu da hijyen kuralları dışında o esnada ne kadar beklettiklerini veya o kadar şeyi tek tek yıkayıp yıkamadıklarını bilmiyorum. Örneğin bu kayısı reçelini yapan kişi tüm kayısıları yıkadı mı? Kaç kez yıkadı? O esnada saçları bağlı tırnakları kısa ve temiz miydi? Karıştırırken kıvamı oldu mu diye tadına baktı mı ve ağzına koyduğu o kaşığı tekrar reçelin içine mi daldırdı? Bu gibi şeyler beni çıldırttığı için kendi aşçılarımın pişirdiği şeylerin dışında çok az şeyi yerdim.

Mutfağa kamera yerleştirip iki yıl boyunca hepsini gizlice izlediğim doğru. Bu yüzden birçok çalışanı kovmak zorunda kaldım.

Neyseki Mara'nın annesi Berna hanım çocukluktan beri beni çok iyi tanıyordu. Bu konuda her birini ilk birkaç ay göz hapsine aldığı için onlar da her şeye dikkat eder oldular.

Reçel de menüden elenince kaşlarını çatarak domates tabağını önüme itti. "Bununla ilgili de bir sorunun yoktur umarım!" Farkında olmadan bana sesini yükseltince gülerek başımı salladım. "Yeterince yıkadıysanız sorun yok." Bir dilim domatesi alınca hâlâ bana çok ters bakıyordu.

Domates ve salatalıkla açlığımı bastırınca her ikimize sıcak çay doldurdum. Bardağı burnuma yaklaştırıp çayın buharını içime çekerek tebessüm ettim. "Karanfil, tarçın, ıhlamur ve birazda ebegümeci?" Kokuyu solurken kapattığım gözlerimi açınca beni izlediğini gördüm. "Bana kendinden bahset seni çok az tanıyorum."

"Ben bir çiçeğim."

Gülerek başını iki yanına salladı. "Kendine övgüler yağdır demedim kendinden bahset diyorum. Elzem Akay gerçekte kim?"

"İyi ya bende bunu yapıyorum."

"Ciddi olmayı dene."

"Bir arının bal yaptığı çiçekten yılan zehir yapar. Ben bir çiçeğim kimine bal kimisine zehir." Alay eden gülüşü solunca ağız dolusu küfreden adama şimdi ben gülerek bakıyordum. Kendimi bu kadar iyi tarif etmemi beklemiyordu.

"Beyaz gülleri severim zaten biliyorsunuz." Sıcak çayımdan bir yudum alınca sanırım bilmek istediği bu tür şeylerdi. "Kahve ve çayı şekersiz içerim. Kahve acı çay demli olmalı. Tam bir işkolik biriyim yani boş durmam fazla çalışırım. Temizlik konusundaki takıntılarımı biliyorsunuz. Farklı takıntılarım da var örneğin çok üzgün olunca adımlarımı sayarım."

"Adımlarını mı? Ciddi misin?"

"Evet bunu kimse bilmez ama beni deli eden bir alışkanlık. Simetri hastalığımı belki fark etmişsinizdir her şey düzgün olmalı aksi olursa onları düzeltmedikçe bedenimde kaşıntılar meydana geliyor hatta bazen derimi kanattığım oluyor. Sonra panik atağım var bunu da biliyorsunuz. Genelde karanlıkta ortaya çıkıyor çok kötü krizler geçiriyorum. Saçlarımı kesmekten nefret ederim sadece ucundan kırıklarını aldırırım bu bile sinirlerimi bozar. Yazmayı çok seviyorum kaç defter eskittiğimi tahmin bile edemezsiniz. Başkalarının bana koyduğu kuralları çiğnemeye meyilliyim ancak kimsenin de benim koyduğum kuralları çiğnemesine izin vermem. Hakkım olduğunu düşündüğüm şeyi alırım bu konuda ailem bile beni durduramaz. Örneğin babam konağın tapusunu abim Sıraç'ın üzerine yaptırmıştı ama o konak kimsenin değil sadece benim hakkımdı." Onlar konakta bile yaşamıyordu ama babam konağı abime bırakmıştı. Bu kabul edeceğim bir şey olamazdı. Babam eski kafalı biriydi ona göre her şeyi erkek evlatlar daha iyi bilir kız çocukları abilerinin himayesi altında olmalı.

Kimseden her ay para dilenecek biri değilim hakkım olanı gerekirse zorla almasını hep bildim.

"Konağı aldın mı?" Başımı sallayınca çayını içerken benim hayatımı dinlemek ilgisini çekmişti. "Nasıl?" Benimle ilgili olan her şeyi merak ediyordu.

"Akay soyadından feragat etmek için dava açtım. Tam beş avukatla mahkemeye gittim ama ben daha adliyeden içeri girmeden abim beni durdurup konağı bana devrettiğini gösteren tapuyu elime tutuşturdu." Afallayarak bana bakarken gülerek başımı salladım. "Akay soyadını bırakıp onlara ait bir kuruşu bile almadan gitmeye kararlıydım." Konak benim hakkım onun tüm bakımıyla bahçesiyle her şeyiyle ilgilenen ben olmuşken onu kimseye veremezdim. Eğer babam hakkım olan şeylerden beni mahrum edecekse o zaman neden onun soyadını taşıyayım ki? Kız çocuğuyum diye bana ait şeyleri oğluna bırakıyorsa bu demektir ki beni yok sayıyor. Peki ben neden ortalarda onun kızıyım diye dolaşayım değil mi?

Neyseki daha sonra yaptığı hatayı anlayıp şirkette ben ve Itır'a da en az Yavuz ve Sıraç kadar hisse verdi.

"Peki ya abin gelmeseydi gerçekten soyadını bırakacak mıydın?"

"Oraya soyadımı bırakmak için gittim pek blöf yapan biri değilim. Abimin gelmesi bana sürpriz oldu."

"Ya abin gelmeseydi? Soyadını ve sahip olduğun tüm zenginliği bırakmak sence akıllıca bir karar mı? Tek başına bir kadın nereye kadar dayanır?" Bana kızıyordu hatta yargılıyordu.

"Kardeşimi de alır giderdim ve bu yanlış bir karar olmazdı."

"Onu da kendinle birlikte sefalete çekecektin öyle mi?"

"Beni tanımadığınız o kadar belli ki." Mara ve etrafımdaki herkes böyle düşünüyordu. Ailemin parasıyla herkese patronluk tasladığımı o para olmazsa bir hiç olacağımı. Ben sıfırdan başlayarak en yükseğe çıkacak biriyim kendimi tanıyorum başaramayacağım bir şey olamaz.

"İnanın bana öyle bir şey olsaydı beş parasız çıktığım yolda abim Sıraç'a rakip bir şirketin başında olurdum. Ben ne kendimi ne de yanımdakini aciz durumda bırakmam." Herkes sanıyordu ki ağzımda altın bir kaşıkla doğdum diye böyle özgüvenliyim. Hayır aksine ben daha çocukken kendimi her konuda eğittim neyin nasıl yapılması gerektiğini hep bildim. Kendimi övmüyorum kendimin farkındayım. Öyle aşağılık komplekslere sahip değilim ki kendime acıyayım.

Kaşlarını yukarı kaldırırken ah şu lanet alaycı tavrı. "Fazla iddalı konuşmayı seviyorsun değil mi?"

"İddaa da bir nevi kumar değil midir?" Ya batarsın ya çıkarsın. Birilerinin hükmü altında olmak yerine neden onları yöneten ben olmayayım? Kaybedecek neyim olabilir ki? Birilerinin boyunduruğu altında lüks içinde yaşamak bir kazanç olabilir mi? Bu zaten batmak değil mi? Peki kaderimi tam tersine çevirmek benden ne alabilir ki zaten batmış bir durumdayken ben bunu değiştirmek için adımlar atıyorum bunun nesi kötü?

"Senin tek sorunun yetinmeyi bilmiyorsun. Fazla hırslısın güce karşı doyumsuzsun."

"Aksine ben bir ülkenin parçası olmak istemiyorum ben o ülkeyi yöneten olmak istiyorum. Bunun nesi kötü?" Yüksek sesle gülmeye başladı. "Bunu o kadar masum bir şekilde söylüyorsun ki, sanki pazarda bir sepet elma alıyorsun."

"Ağacı dururken neden bir sepet elmayla yetineyim kimse beni anlamıyor." Ben bir şeyleri ucundan istemiyorum kaynağını istiyorum bu insanlar beni anlamıyor. Yöneteceğim bir ülke istemenin nesi yanlış?

Hakkım olan bir taht varsa ben o tahtı alacağım nokta.

Çaylarımız bitince aramızdaki tepsiyi kenara çektim. "Diyelim ki ben ölüler diyarına gitmiyorum ve Oyunbazlar hiç lanetlenmedi. Her ikimizin klanı arasında bir savaş çıksa ne yapardınız?" Uzanıp başını dizlerime koyarak yattığı yerde beni izlemeye başladı. "Bu savaşın içinde sende olur muydun?" Başı çeken ben olurdum bu da soru mu.

"Evet."

"Kendi klanımın yanında yer alırdım. Savaşlar, güç, iktidar hiç ilgimi çekmedi ama Oyunbazların içinde sen varsan karşında ben olurdum."

"Neden?"

"Öyle bir şey olsaydı o gün bu sorunun cevabını almış olurdun." İçimden bir ses öyle bir günün geleceğini söylüyor. Şimdi sarmaş dolaş olduğum adam ile gelecekte karşı saflarda olabiliriz.

Parmaklarım saçlarıyla oynarken gözlerini dahi kırpmadan beni izlemeye devam ediyordu. Gözlerim sol kolundaki dövmesini buldu. "Yeni mi yaptırdınız?" Nereye baktığımı anladığı için tebessüm ederek bana cevap verdi. "Ezelden beri var." Peki benim bunu yeni fark etmeme ne demeli?

Buradaki herkes klanının simgesini tenine kazırdı. Koruyucuların simgesi ok ve yay, Savcı ise koluna ok kazımıştı. Sol kolundaydı dövmesi. Dirseğinin hemen altında okun tüy olan yeri başlıyordu ve ucu bileğinin yakınlarına kadar uzanıyordu. Tüy kısmı öyle abartılı değil aksine ince çizgilerden oluşuyordu. Tüyün bittiği yerde düz çizgiden sonra okun gözalıcı keskin ucu oluşuyordu. Mürekkebin en yoğun olduğu kısım uç kısmıydı. İtiraf etmeliyim bu dövme onun kolunda çok iyi duruyordu. Ne fazla abartılı ne de sıradan.


"Devam et." Beni benden dinlemeyi sevdi. "Neden merak ediyorsunuz?" Dizlerime başını koyup böyle uzanınca ruhunda çok tatlı bir huzur vardı. "Seni tanıyacak kadar birlikte çok vakit geçirmedik. Daha önce bilge arkadaşından öğrendiklerim de fazla yetersiz." Beni Mara'ya mı sormuştu? O kızıl şeytan sözlere karşı olan zayıflığımdan başlayıp her pazartesi tüm çalışanları toplayıp tek tek saç tırnak kontrolü yaptığıma kadar tüm kötü meziyetlerimi saymıştır. Doğa varken neden Mara'ya sordu ki!

"O şeytanın anlattığı çoğu şey yalandır." Homurdanınca gülerek ellerini uzatıp ensemi kavradı. "Bence hepsi doğru." Beni kendisine doğru çekip dudaklarıma tutkulu bir öpücük bırakınca bunu daha önce neden çok sık yapmadık aklım almıyor. "Neden ruhunuza karşı bir açlık çekmiyorum." Parmaklarım yüzünü keşfe çıkınca mırıldanarak gözlerini kapatıp kendisini dokunuşlarıma bıraktı. "Dün bu kadar yakınlaşsaydık büyük ihtimalle şu anda yaşamıyor olurdum. Sanırım birden fazla ruhla beslendin bu seni bir süre tok tutar." İkinci kez beslenmeye cesaret edeceğimi sanmıyorum zaten buna gerek kalmayacak.

"Geldiler hocam hadi uğurlayın beni." Ölüler hemen dışarıda benim için geldiler bunu hissediyorum.

Veda zamanı.

Başını dizimden ayırıp kontrol etmek için ayağa kalkınca bende peşinden kalktım. Kapıyı açarak birlikte dışarı çıkınca yanılmadım gelmişler. Bu tarafta yaz olmasına rağmen dışarısı sis kaplıydı. Sisin en yoğun olduğu bir kapı vardı tıpkı ağaç kovuğu gibi iki kişinin geçeceği büyüklükteydi. Tüm bu yoğun duman ve sisin kaynağı o kapıydı. Boşlukta dumanlar çıkaran bir kapı düşünün kapının bağlı olduğu bir duvar yok, menteşeleri yok, çerçevesi yok, sadece havada yere doğru uzanan bir boşluk. İki tane gri pelerinli kişi kapının sağ ve solunda duruyordu. Pelerinlerin önü kapalı içinde giydikleri kıyafetler bile görünmüyordu. Pelerinin şapkası burunlarının üstüne kadar geldiği için düz çizgide oluşan dudakları dışında bir şey görünmüyordu. Daha sonra kapıdan bir tane daha pelerinli kişi çıktı tek fark o pelerinin şapkasını çıkarmıştı. Orta yaşlarda güzel bir kadındı. Solgun teninde ilk dikkatimi renkli gözleri çekti ve kızıl saçları. Yuvarlak yüz hatları vardı ancak bu ona kuru bir güzellik katmak dışında pek sevimli göstermiyordu. Sol yanağında beyaz tebeşirle çizilmiş gibi sonsuzluk işareti vardı. "Zaman geldi Savcı." Kadının sesi soğuk görünüşüne tezat fazla canlı çıktı. "Kız artık ölülerin."

"Ebrar." Yanımıza gelen kadının selamını aldıktan sonra derin bir soluk içine çekti. "Kendi bedeniyle gitmesini sağlayabilir misin?"

"Ruhlar alemine bir ruh emiciyi bedeniyle götürmemi mi istiyorsun?" Beni tepeden tırnağa süzen kadın güldü. "Bedeniyle oraya kimse gidemez. Bedenini öldürmeliyim burada çürüyüp yok olacak ruhu bizimle gelecek." O da haklıydı bedenimle oraya gidersem bir ölü olamam ölüler diyarına giden bir canlı olurum.

"Neden kız kardeşine yaptığınız gibi onun da bedenini tapınakta saklamıyorsun?" Ebrar'ın bulduğu çözüm hoşuna gitmedi. "Afra bir ölümsüz büyüyle bedenini uzun süre yaşatmak mümkündü. Sende iyi biliyorsun ki bir fani en fazla bir hafta bedeninde uzak durabilir daha sonra beden ölür bir cesede dönüşür." Zaten öleceğim için hiç çıkamayacağım oradan. Bedenime ne olacağını neden bu kadar umursuyor?

"Benden ne istediğini bilmiyorsun Savcı. Pusulasındaki mühür on dakika içinde bozulacak. Mühür kırılınca ruhu zaten bedeninden çıkacak."

"Mühür ölülerin şehrinde kırılırsa ruhu yeniden bedenine döner."

"Ve o bir ölü olmaz! Kuralları ben koymuyorum ben sadece söyleneni yapan bir gardiyanım kızın bedeni burada kalacak."

"Kimsenin bilmesine gerek yok!" Ona doğru yaklaşınca diğer iki gardiyan duymasın diye sesini biraz kıstı. "Bir büyüyle yaşam enerjisini gizleyebilirim. Kalp atışlarının duyulmamasını sağlarım. Bedenindeki ısıyı yok edersem kimse yaşadığını anlamaz."

"Savcı-"

"Sana yalvarıyorum bu isteğimi geri çevirme Ebrar." Beni gösterdi. "O sahip olduğum her şey. Eğer bedeni ölürse onu sonsuza kadar kaybederim. Onu geri getirmenin bir yolunu bulana kadar bedeni yaşamalı. Bedeni ölürse oradaki ölülerden bir farkı olmaz geri dönme şansı biter." Vazgeçmiyordu hâlâ benim için bir kurtuluş yolu aramaktan vazgeçmiyordu.

"Yakalanırsa işimi bitirirler." Ebrar diğer gardiyanlar duymasın diye onları kontrol edip yeniden Savcı'ya döndü. "Kız yakalanırsa her ikimizin ruhunu yok ederler siliniriz. Tanrı aşkına bu saçmalık Savcı! O bir ruh emici, yaşarken onu götürürsem oradaki tüm ruhların içinde bir avcı konumunda olacak. Daha ilk dakikada sırrı ortaya çıkar."

"Orada kaldığı sürece hiç beslenmez."

"Daha yeni beslenmiş! Ruhların tadını alan biri bir daha duramaz. Sen onun için bir çıkış yolu bulana kadar belkide yıllar geçecek! Bedeni buradakiler gibi yemek isteyecek, ruhu ise diğer ruhları isteyecek. Ruhlar açlık çekmez bu kız orada ne yiyip içecek hiç düşünüyor musun?"

"O aylardır burada elmadan başka bir halt yemiyor! Orada onun için yiyecek birkaç şey götürmen zor olmaz. Sana tepsilerle ona yemek taşı demiyorum. Ruhlar konusuna gelirsek ben ona kefilim orada kaldığı sürece ruhlarla beslenmeyecek." Nasıl bana kefil olabilir bu konuda kendime hiç güvenmiyorum.

"Bir Oyunbaz olmak nedir bilmiyorsun sözün benim için bir teminat olamaz üzgünüm."

"Size zorluk çıkarmam." Onu ikna etmek için bende söz hakkı aldım. "Yemek için bana birkaç elma yeterli olur. Ruhların hepsinden uzak dururum. Lütfen bayan eğer benim için bir şans varsa bedenimi kaybederek o şans yok olsun istemiyorum. İnanın orada kendimi gizleyip kimsenin gerçekleri anlamasına izin vermeyeceğim." Bedenim ölürse tıpkı diğer ruhlar gibi olacağım. Birinin çağrısına cevap vererek bu tarafa gelsem bile efendim dışında herkes için görülmez ve duyulmaz olacağım. Dahası bir ruh bu tarafa gelince herhangi bir bedene giremiyor evet Meliz bunu yapıyor ama o iblis olduğu için ayrıcalıklı. Diğer hiçbir ruh yaşayan birinin bedenini alamaz eğer öyle olsaydı kimse ölmekten korkmaz ölen herkes yeni bir beden ile karşımıza çıkardı.

Savcı ile ikimiz bir umut Ebrar'a bakarken bir süre sessiz kalarak bunu düşündü. Bu onun hiç içine sinmiyordu çok fazla tereddüt ediyordu. Ancak bir süre sonra bana doğru döndü. "Yakalanırsan ikimizde siliniriz." Yüzümde küçük bir gülümseme oluşunca sırf onun hayatına mal olmamak adına yakalanmamak için elimden geleni yapacağım. Bu gece benim için büyük bir risk almıştı ve ben bundan sonra kendimden çok onun başı belaya girmesin diye uğraşacağım.

"Mühür kırılmadan şu büyüyü yapalım." Savcı kollarımdan tutarak beni içeri çekerken Ebrar ofladı. "Bende diğer gardiyanlara vedalaştığınızı söyleyeyim. Unutma kız içeriden çıktığında bedeni içeride kalmış gibi görünmeli."

Yaşarken ölüler diyarına gideceğim. Vay canına bu biraz ürkütücü.

Savcı içeride o kadar hızlı bir şekilde büyüyü yapmıştı ki, kireç gibi olan solgun tenime bakıyorum. Ellerime dokununca bile fazla soğuk buz gibiydi. "Seni geri getirmenin bir yolunu bulacağım." Herkes beni beklerken gözlerim doldu. "Göndermeyin beni korkuyorum orada an-" Devamını getiremedim göndermesin beni aynı şeyleri yaşayamam.

Orada annem var korkuyorum.

"Elzem seni orada bırakmayacağım." Yüzümü avuçları içine alırken beni teselli etsin istemiyorum ki, sadece biri de çıksın korusun beni istiyorum.

Ya biri yok mu korkularımı görecek. Ben anlatamıyorum ki, tıpkı küçük bir bebek gibi canım acısa bile derdimi anlatamıyorum ki.

"Lüt-lütfen." Orada yüzleşmek zorunda kalacağım şeyi bilmiyor. "Bir şey yapın gitmek istemiyorum. Ben orada gerçekten ölürüm beni öldüren her şey orada. Ben artık çok yoruldum neden kimse elimden tutmuyor..." Ya ben ne yaptım bu insanlara. Zaten hiç yaşatmadılar ki şimdi neyin ölümü bu. Annemi istiyorum kendi günahına beni ortak eden öz annemi isteyecek kadar korkuyorum.

Duy artık beni duy! Yüzünü bile tanımadığın kızını duy!

Korkuyorum ben anne, çok korkuyorum. Senin yaşatmak için ruhunu sattığın kızını herkes öldürüyor. Duy artık beni anne duy.

"Yapamıyorum Elzem, kahretsin ki yapamıyorum bunu durduramıyorum!" Beni kollarına çekip sımsıkı sarılırken önce ruhu ağladı hemen sonrasında ise dudaklarını saçlarıma bastırırken saçlarıma düşen birkaç gözyaşı. "Kendi hayatımı dahi teklif ettim olmuyor seni yanımda tutamıyorum. Ben böyle bir çaresizlik yaşamadım!" Ama bana bize bunu yaşatan ta kendisi. Nasıl bir yıkımdır bu böyle, kim kimi daha çok öldürdü bu gece.

"İyi olacağım." Güçlükle kendimi toparlayıp ondan ayrıldım. Beni son kez gördüğü yerde zihninde zayıf biri olarak kalmak istemiyorum. "Ben zaten hep iyi olurum ki." Elimin tersiyle akan birkaç gözyaşımı silerken gülümsemeye çalıştım lakin titreyen dudaklarım izin vermedi. "Beni düşünmeyin bakarım ben başımın çaresine bunu hep yaptım yine yaparım." O kadar zayıfım ki güçlü durmaya çalışmam o bakmaya kıyamadığım gözlerinden bir damlanın daha süzülmesini sağladı ikimizi yakıp geçti. "Pusulanı hiç çıkarma mühür kırılınca yine sana yol gösterektir. Onun ışığı var seni-" Gözlerini yumdu açtığında ise orada bana yönelik bir korku vardı. "Karanlıktan belki korur..."

Gidersem kalbim küser ona. Bir daha ne ben ona Elzem olurum ne de o bana Savcı. Gidersem kalbim küser ona.

"Elzem?" Konuşmaktan güçlük çekiyordu. "Hani sen zaten yapmazsın da, yine de gittiğin yerde bile eğilme." O kadar kötü müydü?

Gözlerim dolarak başımı salladım. "Hani siz zaten yapmazsınız da, yine de kaldığınız yerde bile kalkmasın başınız yerden." Bunları söyleyip tüm kırgınlıkları yanıma alarak dışarı çıktım.

Canımı yakan şeyler var ama kimselere diyemiyorum yazık çok yazık.

Peşimden geldiğini biliyorum ama ona bakmadan kapıya doğru yürüdüm. Bir bilinmezliğe giderken kapıda peleriniyle yüzünü gizleyen biri daha çıktı. Ben kapıya doğru giderken o bu tarafa geliyordu. Mor pelerini Azınlıkların rengini temsil ettiğine göre bu Afra'dan başkası değildi. Ruhunu görmemi Ebrar sağlamış olmalı çünkü kiminle takas edildiğimi görmemi istemiş olmalı. Birbirimize doğru yürürken ortada durduk tek fark omuzlarımız aynı hizada ben geçit kapısına doğru bakarken o yüzünü gizleyen şapkanın altında kulübeye doğru bakıyordu. Başımızı çevirip birbirimize bakmadık her ikimiz de dimdik durarak tam karşımıza bakıyorduk. "Elzem Akay?" Sesi sadece benim duyacağım bir tonda çıkmıştı. "Benden çaldığın hayata karşılık sana bıraktığım cehennemin tadını çıkar." Hiç tanımadığı biri için fazla iddialı değil mi bu sözler?

"Afra Gevheri?" Aynı alaycı üslupla ona karşılık vermekten çekinmedim. "Benim de burada sana bir cennet bıraktığım söylenemez. Benden kalanlarla boş şans." Madem ki günah keçisi olarak beni seçecek kadar gözleri kör olmuş o vakit hakkettiği şekilde karşılık alır.

"Burada bir kardeşin vardı değil mi?" Gülüşünü duydum. "Neydi adı? Ah tabii ya Itır! Gözün arkada kalmasın kardeşinle yakından ilgileneceğim."

"Benim senin kardeşlerinle yakından ilgilendiğim gibi mi? Biri kölemdi diğeri sevgilim. Ah ne kadar da aptalım sen bunları bilmiyordun değil mi?" Kaskatı olan gergin ruhunu kendi haline bırakıp yürümeye devam ettim. Kimsenin bana karşı bir şansı olamaz.

Itır'a hiçbir şey yapamaz Savcı buna izin vermez.

Kapıya yetişmek üzereydim çok az kalmıştı. Dumanların içine doğru ilk adımımı atacaktım ki Savcı'nın sesini duydum. "Söz ver," dedi bana. "Gittiğin yerde kalacağına ve asla bana dönmeyeceğine söz ver." Son kez dönüp ona bakmamı istediğini ruhunda soluyorum. Hayır dönüp bir kez olsun bakmadım.

Benden istediği şey içimi acıttı güldüm. "Söz."

Geçite doğru yürürken hemen arkamda bir ses duydum bu ses Ebrar'a aitti. "Onu tekrar görmek istemiyor musun? Neden ona bu konuda söz verdirdin?"

Ve onun sesiyle son adımı atarak kapıdan geçtim. "Çünkü o verdiği sözleri hiç tutmaz."

Oysaki kadının tuttuğu ilk söz bu olacaktı.

Söz, bir daha asla sana dönmeyeceğim...



























Evet nihayet elbirliğiyle Elzem'i göndermeyi başardılar. Bir süreliğine ona veda ediyoruz. Bundan sonraki bölümlerin bir kısmında sadece Araftakileri okuyacağız.

Elzem gitti ve Afra döndü. Daha ilk dakikada gerçek niyetini belli etti. Sırf Elzem ile bağlantılı diye kızların da canını yakmaya kalkışır mı?

Savcı belki Elzem'i kurtaramadı ama bedeniyle gitmesini sağladı. Bu küçük de olsa Elzem için hâlâ bir şans olduğunu gösterir mi?

Peki Elzem aslında yaşıyorken ruhların içinde nasıl ölü taklidi yapabilir? Sizce uzun süre gizlenmeyi başaracak mı?

Bu bölümde Savcı ve Elzem arasında bir yakınlık yaşandı. Savcı'ya zarar vermemesinin sebebi sadece daha yeni beslenmesinden kaynaklanmıyor o bir aykırı. Diğer Oyunbazlar için imkansız olan çoğu şeyi yapabilir.

Tabii Elzem için farklı bir erkek karakter isteyen çoğu kişi ikisinin yakınlaşması yüzünden bu bölümde bir hayli kızmıştır. Ama benim için Savcı tam olarak Elzem'e ihanet etmiş sayılmaz kıyamıyorum ben ona. 🙈

Yeni bölümde görüşmek dileğiyle hepiniz Allah'a emanet olun canlarım.💙

Lanjutkan Membaca

Kamu Akan Menyukai Ini

672 276 10
Baksana Karanlığın diğer tarafını buldum sonunda Affet beni kalbimdeki Kalbim olan Hislerim olan Affet beni sevgilim Seni seviyorum Hayır Baksana A...
730 511 6
"Tarih boyunca insanlar farklı coğrafyalarda yaşadılar ama asla yönetimsiz yaşayamadılar. Kendilerine liderler, krallar seçtiler. Çünkü toplulukları...
123K 15K 33
"Çok yakınımdasın kedicik. Dikkat et, ısırabilirim." "O halde sana yeni bir bilgi daha çıngıraklı." Öfkesi birden çekilmişti. "Bir Aslanın dişleri de...
29.3K 376 22
Zehra ile yolları ayrılan Emir, kendini kabus gibi bir ortamda bulur. Acımasız kadınların elinde oyuncağa döner ve tek isteği bu kabustan uyanıp eski...