MEDUSANIN ÖLÜ KUMLARI (Kitap...

By Maral_Atmc6

6.9M 629K 1.2M

Elzem Akay'ın sıradan ama güzel bir hayatı vardı. En iyi okullarda okumuş, en güzel oyuncaklara ve kıyafetler... More

KİTAP KAPAĞI VE DUYURU
(1) Mühür ve Kalkan.
(2) Tarot Kartı.
(3) Kim Olduğunu Biliyorum.
(4) Kalkanlar.
(5) Neredeyiz Biz?
(6) Parazitler.
(7) Akademiye Doğru Yolculuk.
(8) Ben Ve Hizmetçi Olmak Mı?
(9) Kazara Ayin.
(10) Sürpriz Misafir.
(11) Kim Efendi Kim Köle?
(12) Ruhumdaki Mühür.
(13) Zindan ve Ruh.
(14) Kayıp Şaşkın Bir Ruh.
(15) İstenmeyen Öğrenci Olmak Zor.
(16) Saflar Tutuluyor.
(17) Karanlığın Gizlediği Korkular.
(18) Aksilikler Bir Değil Ki!
(19) Buz Festivalinin Korkunç Yüzü.
(20) Meydan Okuma.
(21) Bitmeyen Gece.
(22) Çocuk Kadın.
(23) Küçük Baş Belası.
(24) Evlilik Mi?
(25) Yorgun Düşüyor Gibiyim.
(26) Sürpriz Ziyaretçiler.
(27) Gizli Gerçekler.
(28) İhanet.
(29) Prenses Ari Ve General Karun.
(30) Geçmişe Doğru Yolculuk.
(31) İnfaz.
(32) Oyun İçinde Oyun.
(34) Zindanlarda Ki Sır.
(35) Bedenimdeki Azap.
(36) Veda.
(37) Geri Dönmeyeceğim.
(38) Avcılar.
(39) İktidar Yarışları.
(40) Asıl Suçlu Kim?
(41) Zehirli Elmayı Bir Tek Pamuk Prenses Yemezdi.
(42) Kovulmadım, İstifa Ettim!
(43) Ölümsüz Olmak Mı?
(44) Bir Nefes Kadar Yakınındayım.
(45) Küçük Zararsız Yalanlar.
(46) Büyük Sürpriz.
(47) Hayal Kırıklığı.
(48) Ruh Kapanı.
(49) Geçmişin Enkazı.
(50) Aradığımız Masumiyet.
(51) Benim Şarkım.
(52) Sessiz Çığlıklar.
(53) Bazı Günahların Affı Olmuyordu.
(54) Medusanın Kızı.
(55) Kalbim Yasta.
(56) Ninfalar.
(57) Tanrıların Piyonu.
(58) Geldiğin Yere Geri Dön!
(59) Zamanın Ötesinde.
Duyuru
(60) Tanrı Tanımaz Asi.
(61) Büyü Artık!
(62) Bana Anılarımı Geri Ver.
(63) Kendinin Gölgesi.
(64) Küllerinden Doğmak.
(65) Garip Bir Meyve.
(66) Ansızın Gelen Teklif.
(67) Rüyalarda Buluşmak.
(68) Canavar Ve Güzel.
(69) Geleceği Düşlemek. (FİNAL!)
Buraya Toplanınn

(33) Yolculuk.

102K 10K 27.6K
By Maral_Atmc6

Daha ne kadar ileri gidebilirim bilmiyorum ama yapmam gerekeni yaptığımı biliyorum. Kendi ölümümü organize eden biri olarak tarihe geçmeliyim ancak gömülmek düşündüğümden daha korkunçtu. Evet planın her detayına kadar önceden düşündüğüm için canlı canlı mezara gömülmek de beklediğim şeylerin içindeydi. Bülbül'den aldığım şeyleri çantama koymuştum o an içmedim. Gizlice beni hücreden çıkaran nöbetçiler ertesi gün giyinmem için bana beyaz elbise verince doğru zamanın geldiğini anladım. Onlar giyinmem için dışarı çıkınca aceleyle tüm karışımı içtikten sonra üzerimi değiştirdim. Biz darağacına doğru giderken Meliz arkadan eve girmiş çantamı almıştı. Evet Efsun'un rahat durmayacağını bildiğim için başından beri Meliz bizi takip ediyordu. Daha sonra olanlar çok hızlı gelişti her şey planladığım gibi olmuştu. Kusursuz bir plan olmalıydı kimse şüphe etmemeliydi çünkü en küçük hata her şeyi altüst edebilirdi. Neyse ki korktuğum hiçbir şey olmadı her şey plana uygun gitti.

Bir şey dışında Itır, söylediği her şeyi duydum. Döktüğü her gözyaşını içimde hissettim.

Ben kardeşimi çok sevdim, evet onun kadar bunu belli edemiyordum ama ben o esnada birçok şey ile uğraşıyordum. Hâlâ da uğraşıyorum benim hayatım hep koşuşturma içinde geçti ama buna rağmen düşündüğü gibi onu hiç ihmal etmedim. "Ben geç de olsa seni gördüm Itır, daha neler gördüğümü tahmin bile edemezsin." Gözlerim dolarken dedi ya Elzem Akay'ın kardeşi olmak kolay değildi. Itır Akay'ın ablası olmak da hiç kolay değildi. Ben ona baktıkça kendi günahımı gördüm. Kendime olan nefretim daha fazla aramıza mesafe koymamı sağladı ama ona olan sevgimi hiç azaltmadı.

Ben Itır için nelerden vazgeçtim tahmin bile edemez ve hayatımda vazgeçmemi sağlayan da o oldu.

Belki haklı Elzem Akay'ın kardeşi olmak kolay değildir, ama Itır Akay'ın ablası olmak hiç kolay değildi.

"Bunu ona söylemeliydin." Meliz aklımdan geçenleri tahmin etmiş gibi konuşunca iç çektim. "Ne hakkında bahsettiğini bilmiyorum."

"Gizlediğin şeyi söylemelisin. Ne gizlediğini bilmiyorum ama karanlık bir sırrın olduğunu hep hissettim."

"Bazı sırlar sır olarak kalmalı iblis, aksi takdirde her iki tarafı yakar. Ben zaten uzun zamandır hep yanan taraf oldum bana çok koymaz, ama kardeşimin anılarında temiz kalmalıyım." Itır hep kızıyordu ona çocuk muamelesi yaparak hiç sorumluluk vermedim diye ama hiçbir şey bildiği yok. Biz aynı evin içinde büyüyen iki kardeştik bir madalyonun iki farklı yüzü. Ben onun gibi çocuk olmaya gıpta ediyordum o da benim gibi olgun olmayı istiyordu. Ben yaşamadığım tüm çocukluğu kardeşim yaşasın istedim asla büyümesine izin vermedim. O ise çocuk olmaktan hep şikayet edip durdu. Biz birbirimizi hiç anlamadık iki yabancı gibi büyüdük ve koptuk. Evet koptuk çünkü aramızdaki bağın temelinde birçok çatlak vardı er veya geç bu olacaktı.

Bazı şeylerin başlaması için önce bitmeli.

Büyümek istiyordu değil mi? Ölümüm onu büyütecek işte o zaman çocukluğun değerini daha iyi anlayacak ama bir daha asla çocuk olmayacak.

Kendi karamsar düşüncelerim beni boğduğu için hepsini yine rafa kaldırdım. Ormanın içinde etrafıma bakarken çok fazla zaman kaybetmiştik. "Nerede bu köy?" Uzun bir yolumuz vardı kaybedecek fazladan bir dakikam bile yok. Mezardan çıkar çıkmaz ilk iş o küçük çocuğun evinde güzel bir banyo yapmak olmuştu. Tabuttan sızan kumları hatırladıkça hâlâ ürküyorum. Meliz kulübemde frizbi bıçağım dahil ona söylediğim gibi benim için birkaç kıyafeti zindandaki son gece almayı başarmıştı.

Bozdurduğum mücevherlerin parası da dahil her şey ulak çantamın içindeydi. Yolculuk boyunca nelerle karşılaşacağımı bilmediğim için Meliz'in seçtiği buradaki savaşçı kadınların giydiği dar pantolon ve kalın beyaz bir kazak giymek doğru seçimdi. Kasabadaki Oyunbaz kadının bana aldığı uzun kırmızı pelerin ise çok sıcak tutuyordu. Tüm hazırlıkları gizlice yapmıştık şimdi nihayet yola çıkmanın zamanı. Nereye mi gidiyoruz? Mühür ve Kalkan kitabı bizdeydi ancak canavara dönüşen bedenlerin lanetini bozacak büyü için çok fazla şey istiyordu. Kitap eski dilde yazıldığı için ben okuyamıyorum bu konuda Meliz'e güvenmekten başka şansım yoktu. Onun dediğine göre büyüden bahsedilen her şeyi bir araya getirmeyince büyüyü yapamayız. En başından başlayarak tüm malzemeleri toplayacağız ilk hedefimiz çalı eriği. Evet bu meyveyi bulmak zorundayız kasabada pek bulunan bir meyve değilmiş o yüzden meyvenin kaynağına gideceğiz artık orası neresi oluyor hiçbir fikrim yok.

Bir erik bulmak ne kadar zor olabilir ki?

"Sulakkar'dan çıkmalıyız. Çalı erikleri Karsins dağlarında olur."

"Bu isimlerden hiçbir şey anlamadığımın farkındasın değil mi?"

Atımın heybesinde duran çantamı işaret etti. "Kulübende bulduğum haritaları ilk dinlenme yerinde ezberleyip öğren. Senin ülkende nasıl ki şehir isimleri Ankara, İstanbul gibi farklı yerleşim yerlerinin isimleri varsa buradaki topraklarda öyle. Klanların ırkları Tenebris, Oyunbaz veya Bilgeler gibi şeyler ama onlara ait toprakların isimleri farklı. Sulakkar akademiyi de içine alan topraklar yani Muhafızların yaşadığı yer. Akademi Sulakkarın Meyus kasabasında evet şu zamana kadar Sulakkar'a ait kasabalardan birindeydin." Şu haritaya ilk fırsatta göz atmak şart oldu daha kendi klanıma ait toprakların ismini bilmiyorum sanki haritaya baksam çok şey anlarım da.

"Az önce Karsins dedin?"

"Koruyucuların toprakları." Demek ki onların şehrinin ismi de buydu. Burası hakkında öğrenmem gereken çok şey var şu zamana kadar hep hizmetçilik yaptığım için akademiden hiç çıkmamıştım. Haliyle daha yaşadığım yerleri bilmiyorum.

Kar tüm şiddetiyle yağarken çok üşüyorduk lakin durup dinlenecek zamanımız yoktu. Geriye sadece dört günüm kalmıştı her dakikanın hesabını yapmalıydım. Sulakkar'dan yola çıktık rotamız batıydı bu sürede Meliz bana Araftaki topraklar hakkında elinden gelen bilgiyi veriyordu. Her ne kadar bir şeyler anlatıyor olsa da yeteri kadar anlamıyorum. Harita üzerinden bana göstermediği sürece anlamam da mümkün değil. Sulakkar ve Karsins arasında 50 kilometre hesapladım at üzerinde iki saat. Ancak karda yolculuk yaptığımız için atın hızı düştükçe iki saatlik yolculuk fazladan bir saatimizi daha almıştı. Karsins'in içine girmedik bizim işimiz dağlarda olduğu için klana girmek zaman kaybı olurdu. Üstelik neredeyse çoğu kişi meydanda yüzümü gördüğü için birileri beni tanısın istemiyorum. Bulunduğum tepenin üzerinden bakınca bile tıpkı Azınlıklar da olduğu gibi koskoca klanın etrafını büyük duvarlarla sarmışlar kale tüm görkemiyle görünüyordu.

Atlardan inince başımı kaldırıp eteklerinde birçok karı barındıran yüksek dağlara baktım. Oraya tırmanacağız değil mi? O kadar yüksek ve korkutucu görünüyordu ki yamaçta durup o kahrolası eriğin kendiliğinden bana gelmesini istiyorum. "Bundan gerisi kayalık." Meliz atını bir ağaca bağlarken tam olarak hangi dağa tırmanacağımızı bilmiyorum o kadar çok ki!

"Lütfen şu bir günlük mesafede görünen büyük dağa kadar yürümeyeceğimi söyle?" Oraya kadar yürümemiz bir günü alır tırmanmak ne kadar sürer tahmin edemiyorum. Çok uzak bir mesafede sislerin arasındaysa. Yüksekliğiyle ta buradan görünen korkutucu bir şeydi.

"Kızıl dağlar mı?" Çantasını alırken yeşilleri haylazca bana bakıyordu. "Kızıl dağlar Sicim'e ait o dağların ötesinde senin klanın var ama oraya yürüyerek gitmemiz bir günü at ile on saatimizi alır." Şimdi uçsuz bucaksız dağlara farklı gözlerle bakıyordum. Çok uzakta görünen tüm o dağlar benim klanıma mı ait? Demek Oyunbazların yaşadığı şehrin ismi Sicim'di.

Elimde tüm Arafın haritası onu incelerken arada bir yürüdüğüm yola bakmayı ihmal etmiyordum. Ağaçları çoktan geride bırakmış dağlık bir araziye girmiştik. Tüm bu süreçte Meliz bitip tükenmeyen sorularıma maruz kalıyordu çünkü haritada kafamı kurcalayan çok şey vardı. Şu ana kadar incelediğim kadarıyla Muhafızların klanı yani Sulakkarın doğusunda Elümhan vardı... Azınlıkların klanı. Her iki klan arasında altı saatlik mesafe var gibi görünüyor. Elümhan'ın güneyinde ise Akindere vardı, yani Tenebrislilerin klanı. Asil ve Gediz'in klanlarının arasında 100 kilometre çok rahat vardı bu da dört saatlik yol eder. Tabii atların hızına bağlı bu süre artabilir de, ama maksimum söylediğim saatlerden aşağı olmaz gibi görünüyor. Peki Asil'in ışığı yani Doğa'nın klanı Lut nerede dersiniz? Şaka gibi ama Lut, Akindere'nin batısında kalan çöllerde. Evet, Doğa'nın klanı haritada en yoğun güneşi alan tek kırsal bölgede. Meliz'in dediğine göre Mısır'ın kızgın kumları Lut'un en büyük hazinesiydi çünkü oradaki halk Arafta yarı çıplak gezen tek ırkmış. Ağaçların çok az olduğu çölde yaşayan bir ırk neden buradakiler gibi giyinsin ki? Gücünü güneşten alan bir halk haliyle kızgın kumların içinde bol dekolteli gezebilir. Lut ve Akındere arasında ise tahminim bir günlük mesafe vardı. Asil ışığını görmek için tüm o bir günlük mesafeyi geçmek zorunda.

Lut'tun batısında Mara, yani Bilgelerin klanı Hanizdar vardı. Haritadaki tek denizlik bölgeydi, ama bu uçsuz bucaksız denizi hemen kuzeylerinde olan Koruyucular, yani komşuları Karsins halkıyla paylaşıyor olmalılar. Çünkü deniz her iki klanın tam ortasındaydı. Fark ettiğim bir diğer detay ise Karsins toprakları neredeyse diğer tüm klanların iki katıydı. Haritadaki her bölge klanların rengini taşıyordu şu ana kadar tüm toprakları eşit paylaşmışlar gibi görünüyor ama Koruyucuların yeşil rengi haritada büyük bir yer kaplıyordu. Sicim nerede? Neden benim klanımın toprakları bu haritada geçmiyor?

"Sicim hangi cehennemde Meliz?" Kaşlarımı çattığımın farkında bile değildim fakat bu yanımda yürüyen kadını güldürdü. "Çantanda bir tane de feth edilmiş toprakların haritası olacaktı değil mi?" Evet vardı Savcı'nın ailesini görmeye kaleye gittiğimizde pazarda iki harita almıştım.

Biraz soluklanmak için diz çökerek diğer haritayı da çıkardım. İkinci harita daha küçük olduğu için onu büyük olan haritanın yanına koyarak her iki haritayı karşılaştırdım. "Ne?" Feth edilmiş toprakların olduğu haritada Sicim vardı diğer haritayla karşılaştırınca Oyunbazların topraklarını hangi ırkın feth ettiği anlaşılıyor. "Karsins mi?" Savcı'nın klanı benim halkıma ait toprakları mı aldı?

"Bu kabul edilemez!"

"Yıllardır kabul edilen bir şey üzgünüm ama kraliçe ruhun için burada bir taht yok." Gülerek benimle dalga geçince omuz silktim. "Emin ol Sicim benim yönetimim altında olsaydı herkese kök söktürürdüm." Evet bunu yapardım çünkü şu ana kadar tek başıma olmama rağmen hepsinde unutulmayacak izler bıraktım. Ancak en büyük izi son güne saklıyorum yani lanetlenen halkıma vereceğim özgürlük.

Elimle Sicim'e ait yerleri gösterdim. "Şuraya bak Vel nehri Sicim'in topraklarında. Peki bu nehrin suyu nereye uzanıyor dersin? Sicim'in güneyinde olan Sulakkar! Yani Muhafızlara. Peki nehrin suyu onların bölgesinden ikiye bölündüğü için suyun diğer yönü neresi? Karsins! Sulakkar yeşillik alanda zengin olabilir, Karsins deniz konusunda şanslı olabilir ama bu iki klanın tatlı su kaynağı Vel nehri ve onun da kaynağı Sicim! Suyun önü kesilirse bu iki klan istediği kadar savaş çıkarsın Oyunbazlarla masaya oturup su için bir anlaşma yaparak vergi ödemek zorunda kalırlar. Dahası Sicim'e kolay kolay kimse savaş açamaz çünkü klana giden yol dağlardan geçiyor ve Kızıl Dağlar benim halkımın. O dağlara kurulacak tuzakları aklın bile alamaz. Dahası Sicim'in kuzeyinde olan Sisli Tepe ve Yasaklı Köprü maden bakımında zengin topraklar çünkü buraya küçük bir not düşmüşler. Peki bu iki toprak neden Tapınak Kahinlerinin kontrolü altında? Onlar Arafın sınırları dışındaki Keng topraklarının sahibi. Peki Araftakiler neden maden için onlara vergi ödemek zorunda? Sisli Tepe ve Yasaklı Köprü Araftaki klanların hakkı ve o topraklar da feth edilmeli. Ne kadar korkutucu oldukları kimin umurunda savaşta herkes korkutucudur. Lanetlenmiş halkımın topraklarını almak kolay tabii, sıkıysa Keng şehrindekilerden haklarını alsınlar. Emin ol bir ordum olsaydı her iki bölgeyi onlardan alırdım. Böylece iki klan tatlı su için bana vergi öderken madenler için tüm klanlar bana vergi ödemek zorunda kalırdı." Daha şimdiden kafamda onlarca savaş stratejisi var ki, ihtiyacım olan tek şey uzun bir yaşam ve güçlü bir ordu. Kahretsin neden ölmek zorundayım ki!

"Tüm bu taktikleri hangi ara yaptın? Neyse ki bir klanın lideri değilsin ve emrinde yüzlerce asker yok aksi takdirde güçlükle yapılan sulh'u bozabilirdin." Sulh kimin umurunda ben hakkım olan adaleti almak için savaş istiyorum. Kasabada bana yapılan aşağılık muamele yüzünden hepsinin canına okumak istiyorum. Herkesin hatta zengininden fakirine kadar hepsinin yüreğine korku salmak istiyorum.

Aykırılar kötü değildi onlar aykırıları ötekileştirip kötü olmaya zorluyordu.

Bana yapılan muamele hangi aykırıya yapılsa onlar da benim gibi intikam isterdi.

"Yürü hadi karanlık çökmeden en azından listedeki eşyaların yarısını bulalım." Bu soğukta kahrolası bir eriği aradığıma inanamıyorum. Bir telefonla kapıya gelen kargoyu özlemle anıyorum.

*****

Bir saatin sonunda tırmanmaktan avuç içlerim ve diz kapaklarım ağır hasar almış olsa da nihayet dağın göbeğindeki mağaraya çıkmayı başardık. "Be-ben bittim." Kendimi nefes nefese ıslak yere atınca bir adım daha atacak halim kalmamıştı.

"Bu ko-kolay olandı." O da benim gibi güçlükle konuşurken ellerini diz kapaklarına bastırarak nefesini düzene sokmaya çalışıyordu. "Asıl zor olan çalı eriklerini almak." Hemen karşımızda duran karanlık mağarayı gösterince alt tarafı birkaç erik almak ne kadar zor olabilir ki? Tırmanırken yorulduğum kadar yorulacağımı sanmıyorum.

"Orası karanlık ben karanlığa giremem git al şunları." Açlıktan guruldayan karnımı gösterdim. "Biraz fazla al ben çok acıktım." Yola çıktığımızdan beri hiç mola vermediğimiz için açlıktan halsizlik başladı.

"Ben mi?" Ürkmüş gibi kocaman gözlerle mağaraya bakıyordu. "Senin saçma işlerin yüzünden ölmeye hiç niyetim yok. Ayrıca emin ol çalı eriklerini yemek istemezsin tabii yemek konusunda zevklerin değişmediyse." Yine ne saçmalıyor merak dahi etmiyorum sözde iblis olacak ama bir mağaraya bile girmeye cesaret edemiyor.

"Pekala." Ayağa kalkarak boynumdaki pusulanın kapağını açtım ışığa ihtiyacım vardı. "Birlikte giriyoruz beni yönlendir çünkü ışıktan gözlerimi çekersem fenalık geçirebilirim." Ammameti zindanda görmüş olabilirim onunla olan anlaşmam bitmiş olabilir ancak bana kalan karanlık korkusu hâlâ devam ediyor.

Gözlerimi avuçlarımın arasında sıkıca tuttuğum pusulanın ışığından çekmeden ilerliyordum. Meliz hemen yanımda bana sağ sol gibi komutlar veriyor önümdeki taşları söylüyordu. Etrafımdaki karanlığı yok saymak imkansız kendimi kandırıp zihnimde sadece ışığı bırakıyorum. Mağaranın içi karanlık olabilir ancak nemli ve rutubetli havası ılık bir ortam yarattığı için bizi sıcak tutuyordu. "Şu çalı erikleri neye benziyor." Tavanda şıp şıp diye sesler çıkartarak damlayan su dışında burası fazla sessiz.

"Şey gibi." Pusulanın ışığına bakıyor olabilirim ama mağaranın derinliklerine indikçe yanımda daha çok titreyen varlığını hissediyorum. "Ne gibi? Siyah, kırmızı, yeşil sarı?" Şu ana kadar gördüğüm dört erik türü vardı.

"Kırmızı." Adım atmayı bıraktı mı o?

"Rengi tamam peki şekli?" Bir homurtu mu duydum?

"Biraz ürkütücü bir şekli var üzüm gibi sivri, özellikle seni parçalamak ister gibi bakarken." Kulağıma gelen bu hırıltıların sebebi o olamaz değil mi?

"Bir erik nasıl birini parçalayacakmış gibi bakar iblis?" Burada kaçırdığım bir şeyler olmalı ya da bana bazı şeyleri eksik anlatıyor.

Yürümeye devam ederken artık bana yolu tarif etmediğini fark ettim. Pusulanın ışığına gözlerimi dahi kırpmadan baktığım için gözlerim sulanmıştı. "Sana bir soru sordum Meli-" İkinci kez hırıltılı bir ses duyunca dişlerimi sıkarak derin bir nefes aldım. "Buradan sağ çıkarsam bak sana neler yapıyorum!" Aslında beni bırakıp çoktan kaçtı değil mi?

Daha fazla hırıltı duyuyorum.

Karnımda yakıcı bir ısı var daha çok nefes gibi.

Tam önümde bir şey var değil mi?

Burnumun ucuna kadar yaklaştırdığım pusulayı yavaşça çektim. Kalbimin ritimleri dört nala koşan bir atın hızını andırırken derin bir nefes aldım ve başımı aşağıya doğru eğdim. "Aman tanrım..." Bu da nedir tanrı aşkına!

Pusulanın ışığını ona doğru tutarken çığlık atmak ve bayılmak arasında kararsızca gidip geliyorum. Bir ağaca benziyordu ama ağaç değil. Göbeğimin hizasında kısacık boyu olan bu cüce, yaratığın sırtında kirpi gibi sivri çalıları vardı. Bir kaplumbağa gibi büyük bir kamburu vardı ve sırtındaki kamburunda çatallı dalları vardı. Sanki yerde top şeklinde bükülünce elleri ve ayaklarını gizliyor geriye sadece sırtındaki çalıları kalıyordu. Tabii kafasının arkasında kılıcı andıran uzun sivri kulaklarını görmeseydim öyle düşünebilirim. Kahve pütürlü derisini görmek de ayrı bir olay ancak hiçbiri bir çift üzümü anımsatan kırmızı gözlerini görmek gibi olamaz. Çenesini karnıma yaslayacak kadar göbeğimin yakınına getirmişti. Uzun burnu nefesinin buharını karnıma verirken başını kaldırıp bana bakan yaratığın sivri dişlerini görmek pek iyi hissettirmiyor. Her an pençelerini karnıma geçirip iç organlarımı yiyecekmiş gibi bakıyordu. Onun gözlerine korkuyla baktıkça çalı eriğinin artık neye benzediğini biliyorum.

O lanet erik aslında bu şeyin gözleri mi?

Erikleri batsın bu nedir ya!

"Be-ben..." Ağzımın içinde bir şeyler gevelerken bir anda bana bakan gözleri koyulaşınca sertçe yutkundum. "Kahretsin bunu yapma." O kadar hızlı bir şekilde başını eğerek her iki yanımdan belimi kavradı ki, piranayı andıran dişleri süratle karnım ile buluşmak üzereydi. "Uzak dur benden!" Dişlerini karnıma geçireceği esnada refleks olarak sırtındaki çalıları tutarak onu geriye doğru savurdum. Avuçlarıma batan sivri iğneler kanatırken duvara çarpan çılız yaratık aynı hızla kalkıp bana doğru koşunca bağırarak kaçmaya başladım. Ben o korkak iblisi var ya!

Erikleri bile normal erik değil bu lanet yerin!

Buradan çıkmak için tüm gücümle koşarken ayak bileğimi yakaladığı gibi sertçe çekince yüzüstü yere düştüm. Avazım çıktığı kadar bağırarak kalkmaya çalıştım lakin küçücük boyu ve zayıf vücuduna rağmen çok güçlüydü. Ayak bileğime pençelerini geçiren yaratık o kadar hızlı bir şekilde beni mağaranın derinliklerine doğru çekiyordu ki kurtulmak mümkün değil. Tırnaklarımı yere bastırarak onu durdurmaya çalıştım ama yüzüstü yerde uzanan bedenim büyük bir hızla geriye çekilirken öne doğru uzattığım kollarım bir yere tutunamıyor. Yere sürtünmekten sivri taşlar dizlerimi kesip geçiyor aynı taşlar karnıma ve göğsüme büyük darbeler indiriyordu. Bu şey beni inine götürüyordu! Orada bunlardan daha fazlası olmalı kahretsin ne yapacaksam hemen şimdi yapmalıyım.

Çığlık atmayı bırak ve çok geç olmadan aklını çalıştır.

Son sürat zemindeki büyük taşlara bata çıka sürtünürken canım o kadar çok yanıyordu ki bunu tarif edemem. Oldukça irice bir taşın yanında bedenimi kabaca çekince o kadar hızlıydı ki sanki son gaz geçen bir araba gibi her şey bedenimin altında hızlıca geçip gidiyordu. Neyse ki bağırmayı bırakıp son anda kocaman bir taşı kavradığım gibi kollarımı sıkıca taşa dolayıp ona sarıldım. Şimdi beni daha şiddetli çekiyordu kanayan ellerim taşı bırakırsa neler olacağını biliyorum. İki eliyle ayak bileğime asıldıkça taşa daha sıkı sarıldım. Beni kendi inine çekemediği için iyice asabiyet gösteren yaratık ayak bileğimi bırakıp dişlerini geçirince öyle bir haykırdım ki, can acısıyla taşı bırakıp sırtüstü döndüm. Ellerimi yere bastırıp sol ayağımla kafasına tüm gücümle vurunca geriye savrulan şey ayağa kalktığı gibi üzerime atladı. "Bırak beni artık!" Kemerimdeki frizbi bıçağını çıkardığım gibi üzerime doğru sıçrayan yaratıktan önce davrandım. Daha o üzerime atılmadan bir elimi yere bastırarak öne doğru uzandım ve elimdeki yuvarlak bıçağı boynuna doğru fırlattım. Bundan gerisi aklımı kaçıracak türden dehşet bir sahneydi. Bıçak boynunu kesip arkasındaki duvara çarparak yere düşerken boynunda kanlar fışkıran yaratık üzerime düştü. Kopan kafası ise hemen yan tarafıma yuvarlanınca nefes nefese kendimi sırtüstü yere bıraktım. "Bunu yaptığıma inanamıyorum!"

İnsanlıktan çıktığım nadir anlardan birini yaşıyorum.

Ah hayır ya bu şeyin gözlerini nasıl çıkaracağım!

Bunu asla ama asla yapmam!

*****

"Bir daha asla asla demeyeceğim!" Elimdeki içi su dolu küçük kavanozun içindeki bir çift kırmızı gözlere bakıp öğürerek onu hemen atımın heybesine koydum. Kendi kafamdaki hanımefendi imajımı sarsmamak için bu şeyleri defalarca kusarak nasıl çıkardığımı hemen kendime unutturmalıyım.

Bu lanet şehir beni insanlıktan çıkartıp kendisine benzetiyor!

Yaklaşık bir saat önce kulaklarından tuttuğum bir kafa ile mağaradan çıkıp atımın yanına gelmeyi başarmıştım. Meliz atın yanına kavanozu bırakıp gitmişti çünkü eşyalar için gereken kavanoz veya kutular onun atının heybesindeydi. Çıldırmanın eşiğine gelerek çalı eriği dedikleri şeyi eşerek çıkartıp plastik kavanoza koyduktan sonra soyunmaya başladım. Bedenimin içler acısı haline dudak büzerek yanımdaki tek yedek elbiseyi giyindim. Pantolon ve kazak daha rahattı ama onlar kan içinde kaldığı için kışın ortasında iç çamaşırlarıyla kalana kadar soyundum. Yerdeki karları avuçlayıp tenime sürterken soğuktan çenem titrese bile kendimi tamamen kir ve kandan arındırmadan durmadım. Hemen sonrasında üşümekten pembe rengini alan ellerim güçlükle beyaz içliği kavramıştı. Önce uzun geceliği giydim hemen sonrasında yerlere kadar uzanan mavi elbiseyi. Elbisenin bağcıklarını kollarımın altında sıkıca bağladıktan sonra buz mavisi korseyi taktım. Korsenin öndeki iplerini sıkıca bağlayınca şimdi göğüslerim daha dik konumdaydı. Toparlanıp atıma binince ayak bileğim çok acıyordu. Her ne kadar sarmış olsam da bedenimdeki yaralardan kurtulmak için bir güne ihtiyacım var. Şifacı olmayı en çok bu yüzden seviyorum çünkü yaralarım çok hızlı kapanıyordu.

Şimdi ki hedef tanrı şarabını bulmak artık o ne oluyorsa.

"Bu da bir yaratığın kanı çıkarsa bu sefer çıldırırım!" Buradaki erik anlayışı bile farklıyken artık her şeyin en kötüsünü düşünür oldum.

"Beni şu şarabın olduğu yere götür." Pusulanın oku hâlâ kalbimi bulunca sinirden güldüm. "Rica etsem beni tanrı şarabı dedikleri şeye götürür müsün?" Ok batıya doğru hareket edince bu sefer gerçekten güldüm. "Yeni alışkanlıklar edindiğini fark etmedim sanma." Artık ona emir verince trip atar gibi beni dinlemiyor söylediklerimi yapmıyordu. İçinde benim ruhum varken buna neden şaşırıyorum ki.

İki saatlik bir yolculuktan sonra artık bacaklarım ata binmekten uyuşmuşken nihayet Koruyucuların klanından yarım saatlik bir mesafe uzağında olan köylerden birine geldim. Bu köy de Karsins halkına aitti ancak surların dışında kalan bir köy olduğuna göre burada yoksul kesim yaşıyordu. Zaten köyün içinde at sürerken etrafta bir şeylerle meşgul olan yerel halkın giyim kuşamı bunu doğruluyor. Çok aç olduğum için listedeki şarabı bulmadan önce karnımı doyuracak bir şeyler yemeliyim. Atı bir hanın önünde durdurup bana doğru gelen şişman hancıya teslim ettim. "Ona biraz yem, saman, su, yani atlar ne yiyorsa onu verin lütfen." Sarı saçlarım her iki yanımda görünürken pelerinin şapkasını çıkartarak hana girdim. Bu yoksul insanlar Karsins'den yola çıkıp Sulakkar'a giderek infazımı izleyecek kadar varlıklı değil. Yola çıkmadan önce Meliz küçük bir büyüyle Oyunbaz enerjimi geçici süreliğine gizlediği için beni kolayca tanıyamazlar.

Hana girince kendimi rezalet bir gürültünün içinde bulmuştum çünkü kadın erkek aynı masalarda yemek yiyor yüksek sesle gülerek sohbet ediyorlardı. Şöminenin ateşi burayı ısıtıyor fakat buradaki kadınların ne olduğunu anlamam uzun sürmedi. Omuzları açık büzgülü kıyafetleri fazla dekolte barındırıyor. Sıkı korseleri yüzünden göğüsleri her an dışarı fırlayacakmış gibi dikkat çekiyordu. Bazı kadınlar hayvan gibi kaba ellerle onları sahiplenen erkeklerin kucağında bazıları ise sarmaş dolaş bir vaziyette yanındaki erkeklerle gülüşüyordu. Bu kadınlara iskele kadınları diyorlardı değil mi? Benim dünyamdaki fahişenin farklı bir adı olmalı.

"Elzem!" Meliz'in sesini duyunca başımı çevirdim ne yazık ki onu gördüm. Tek başına duvara yakın bir masada oturuyor etrafındaki erkeklerin ona attığı beğeni dolu bakışları umursamıyordu.

Aynı bakışlar bana da yönelince hepsini görmezden gelerek ona doğru yürüyüp karşısında duran tabureye oturdum. "Merhaba iblis." Ona küçük bir tebessüm sunduktan sonra arada gezen çalışan kızlardan birini durdurdum. "Bana su ve elma getirir misin? Su bardağını iyice yıka lütfen ve elmaların her birini en az dört veya beş kez yıkarsan sevinirim." Hiç soru sormadan başını sallayarak gitmesi iyi bir şeydi.

"Beni çok beklettin farkında mısın?" Gözleri tepeden tırnağa beni incelerken elindeki kızarmış tavuğa yumulan kadının ağzının ortasına bir tane çakmak istiyorum.

"Üzgünüm erikleri alırken tüccar ile sıkı bir pazarlık yapmak zorunda kaldım." Masadaki bez peçeteyi ona doğru ittim. "Bu kabalığım için ilk fırsatta kendimi sana affettireceğime emin olabilirsin." Birbirimize sahte tebessümler gönderirken bu küçük macerada birbirimize kan kusturacağımızı her ikimizde iyi biliyoruz.

Elmalarım gelince bir yandan yerken aynı zamanda sıradaki rotamız nereler onu konuşuyorduk. Medusa burada olduğuna göre ve pusulam beni buraya getirdiğine göre tanrıların şarabı burada olmalıydı. "Bahsi geçen şarap nerede?" Gözleriyle sol taraftaki masayı gösterdi. "O masadaki çifti görüyor musun? Kadın buradaki fahişeleri pazarlayan biri yanındaki kişi ise kocası. O da bir köle tüccarı kadın köleleri satın alıp karısına onları getiriyor. Tanrı şarabını bu çift üretiyor ama yasadışı bir uyuşturucu etkisi yarattığı için Arafta yasak bir içecek çünkü içinde insan yağı da olmak üzere birçok şey var. Ölüleri çalıp yapıyorlar bu bir suç o yüzden kendilerini ele vermemek için bize onu satmayacaklardır." Ölülerden yağ almak mı? Tanrı aşkına bu nasıl bir iğrençlik ve birileri o şeyi içiyor mu?

Neyseki geldiğim günden beri elma ve su dışında bir şey tüketmedim. Neyin içinde ne çıkacağı hiç belli olmuyor.

"Pekala şöyle yapıyoruz ben adamı alıyorum sende kadını. İkisinden birini ikna edersek o kahrolası şarabı alabiliriz." Aynı hedef üzerinden oyalanmak vakit kaybı olurdu o yüzden şansımızı her ikisinden denemeliyiz.

"Bunu nasıl yapacağız?"

"Ayrı masalara oturmalarını sağlamalıyız." Başımı çevirip tekrar o masaya bakınca her ikisi de bir hayli yaşlıydı. Ancak adamın siyahları cin gibi keskin bir kurnazlığı içinde barındırıyordu. Saçsız başı parlıyor bir kulağının kesik olduğunu gizlemiyordu. Kulağı kesik derken mecazi anlamda söylemiyorum. Kalın boynunun taşıdığı kafası ince bedenine göre daha iriceydi. Sivri burnunun altında toplanan gür bıyığı bana Hippileri anımsatırken arada bir nasırlı parmakları uyuz olmuş gibi sakalını kaşıyordu. Yakası dökümlü gömleğin üzerine giydiği uzun ceketin içinde küçücük kaldığı için bir yumrukluk canı varmış gibi geliyor fakat Koruyuculardan birini hafife almak akıllıca değil.

Karısı ise uyumsuz bir çift olduklarını gözler önüne serer gibi daha besiliydi. Korsesinin bağcıkları zor bağlanmış her an ipler koparak koca göbeği masaya örtü gibi serilecek izlenimi veriyor. Hâlâ tıkınan kadın tıpkı Savcı'nın annesi Zülüf hanım gibi kırıntılar dökerek yiyordu. Birkaç saç teli yağlı dudaklarına yapıştığı halde onları çekmek yerine ağzına tıkıştırdığı çöreklerle birlikte saçları koparak onun midesindeki yerini alıyordu. "Her an kusacakmış gibi bakmayı bırak Elzem."

"Her an kusmak üzere olduğum için olabilir mi?

İkisinden biri masadan ayrılana kadar bekledik. İlk kalkan kişi adam olduğu için Meliz kadının masasına doğru yürürken daha kapıdan çıkmadan kendi hedefimi durdurdum. "Bir dakika lütfen." Ellerimde eldiven olduğu için bileğini tutarak onu durdurmayı sorun etmedim.

Bana doğru dönünce elimi çektim ancak şimdi onu neden engelledim buna bir açıklık getirmeliyim. "Sizinle konuşmam gereken çok önemli bir konu var lütfen beni takip edin." Kapının önünde ayaküstü konuşacak bir şey değildi o yüzden peşimdeki takipçim ile birlikte insanlardan uzak bir köşede durduk. "Ne istiyorsun?" Gözleri bir alıcı gibi beni süzerken ruhunda herhangi bir arzu aradım ama yoktu. Saçmalık her erkeğin arzulayacağı türden bir kadınım.

Belkide işi gereği hayatında birçok kadın gelip geçtiği içindir neyse benim işim onu baştan çıkarmak değil. "Benim yarın sabaha kadar bir şeyi bulmam gerekiyor. Tanrıların şarabı, kime sorduysam beni size yönlendirdi." Son söylediklerim telaşla etrafını kontrol etmesini sağlamıştı. "Kim sana ne söylediyse yanlış söylemiş Arafta tanrı şarabı uzun zamandır bulunmuyor!" Buram buram yalan kokusu alırken hiç inandırıcı değil. Bu adam yeni gömülen cesetlerle haşir neşir olurken Meliz tarafından mezardan çıkarıldığım için çok şanslıyım.

"Param var size ödeme yapabilirim." Mücevherlerden gelen paranın yarısı küçük çocuğun ailesine gitmiş olabilir ama diğer yarısı hâlâ bendeydi.

"Sana kimsede bulunmuyor diyorum!" Dişlerini sıkarak beni tersledikten sonra gitmek üzereyken hemen kolunu tuttum. "Bu gece gemiye binmeliyim." Birileri tarafından dinlenmek istemiyor izlenimi vermek için etrafımı kontrol ederek ona yaklaştım. "Muhafızlar her yerde beni arıyor lütfen yardım edin. Gemi bu akşam kalkıyor ama beni kaçak yollarla gemiye bindirecek düzenbaz adam para karşılığında bunu yapmak istemiyor." Yalvarırcasına ona bakıyordum. "Lütfen bayım tek umudum sizsiniz. O bir bağımlı şarabı bulmakta güçlük çektiği için benimle geçireceği bir gece ve şarap karşılığında beni gizlice gemiye bindirmeyi kabul etti." Şimdi ruhundaki tedirginlik biraz dağılmıştı çünkü dış görünüşüm fazlasıyla iyi aile kızı imajı veriyordu. Nöbetçilerin içlerine soktuğu bir casus veya soylu aileden gelen biri olduğumu düşünmek tedbirli olmasını sağlardı. Ama bir kanun kaçağından asla şüphelenmezdi üstelik gemiye binmek için bedenimi satacak kadar çaresiz olmam benim açımdaki tüm tehlikeleri ortadan kaldırır.

Şimdi herhangi bir müşterisine bakar gibi bana bakıyordu ama fıldır fıldır dönen gözlerinde hâlâ bir şüphe vardı. "Neden askerlerden kaçıyorsun?" Sorgulamak zorunda değil!

"Bunu söyleyemem."

"O vakit kendi yoluna git." Gideceği esnada yine ve yine kolunu aceleyle tutarak onu durdurdum! "Şey ben..." Küçük bir mahcubiyet rolu sergileyip ağzımın içinde bir şeyler geveledim. Bir suç işleyen kimse bunu büyük bir rahatlıkla söyleyemez bunu yaparsam daha çok dikkat çekerim. "Ka-kazaydı." Sesim her an ağlayacakmış tonda çıkarken başımı eğip ayaklarıma bakıyordum. Önümde birleştirdiğim ellerimle oynarken her uzvum ben masumum diye haykırıyordu. "Kocam bana hep eziyet ediyordu." Kirpiklerimin altından ona baktım. "Hep dövüyordu sarhoşun tekiydi sürekli içip dövüyordu. Bu sabah yine bana saldırdı." Eteğimi biraz yukarı kaldırıp ayak bileğimdeki topallamamı sağlayan sargıyı gösterdim. "Kızgın demirle yaktı ama sırtımdaki kırbaç izleri kadar acıtmıyor." Gözlerim dolarak ellerimi göğsümün hizasında birleştirdim. "Lütfen..." Çaresizlik içinde ona baktım. "Lütfen yardım edin ben onu öldürmek istemedim sadece kendimi korumaya çalışıyordum. Sa-sarhoştu kaçmaya çalışırken onu itince çok kötü düştü. Kafasındaki kanı durduramadım be-ben onu öldürmek istemedim." Öyle acınası bir rol sergiliyordum ki yemin ederim bir an olmayan kocamı öldürmenin psikolojisine girip çıktım.

Sakin ol Elzem, senin bir kocan yok ve hâlâ umutsuz bir bekarsın.

Muhtemelen hep bir bekar olarak kalacaksın.

Kendime bunu yapmayı bırakmalıyım!

Bana olan bakışları benimle ilgili tüm şüpheleri tamamen giderirken uzun parmakları sakallarını kaşıdıkça kulağa gelen harş sesleri fazla rahatsız edici. "Ne kadar paran var?" Şükürler olsun tanrım. Rahatlayarak nefesimi verirken çantamdaki tüm parayı çıkartıp ona uzattım. "Hepsi bu." Nadir bulunan yasak bir içki için yeterli olur mu bilmiyorum ama parayı almadığına göre azdı. "Bir şişesi bu paranın beş katı eder." Sanki ben içeceğim o zıkkımı! Alt tarafı kahrolası bir büyüde kullanacağım ne çektirdi.

"Ama benim başka param-" Gözlerim adamın karısıyla konuşarak çaktırmadan beni gösteren Meliz'i bulunca duraksadım. Seni sinsi şeytan bunu yapıyor olamazsın!

Şarap karşılığında beni o kadın tacirine satıyor olamaz değil mi?

Kim kimi satıyor şimdi görürüz!

"Param yok ama size vereceğim bir şey var." Gözlerimle Meliz'i gösterdim. "O kocamın kölesiydi olanlardan sonra birlikte kaçacaktık ama sürekli bana sorun çıkarıyor. Nasıl anlatsam biraz yarım akıllı kim gel dese gidiyor git deyince onu yapıyor. Çok kolay beni ele verir bana ayak bağı olsun istemiyorum. Ne demek istediğimi anlıyor musunuz?" O beni kadınlara fahişelik yapan birine satıyorsa ben neden onu köle tacirine satmayayım?

Adam gözlerini kısarak karısıyla konuşan Meliz'i alıcı gözlerle süzerken benim kadar olmasa da Meliz'de fena parça değildi. "Çok fazla paraya onu satabilirsiniz." Tıpkı bir şeytan gibi adama vesveseler verirken Meliz'i inceledikçe onun sırtında kazanacağı paraları düşünmeye başlamıştı. "Aklı kıt biri şu anda yediği yemeğin parasını ödemek için o kadına yalvardığı çok açık. Bunu hep yapıyor karın tokluğuna kim ne isterse onu yapıyor." Meliz'in neden karısının yanında olduğunu anlaması işime gelmez.

Başını sallayarak bana döndü. "Kölelik belgesi nerede?"

"Hadi ama evden kaçarak çıkarken belgeyi almak düşündüğüm son şey bile değildi. Arafta yaşıyoruz bayım kimsesiz birini ilk kim alırsa onun kölesi olur. Tüm kölelerinizin bir belgesi olduğunu iddia edemezsiniz değil mi?" Kahretsin şunu yapma Elzem! Sen şu anda kocasını öldürmüş çaresiz, zavallı ve aptalsın. Erkekler zeki kadınları sevmez gerçek potansiyelini bir süre daha gizle. "Yani kocam hep buna benzer şeyler söylerdi." Yeniden yas psikolojisine girince dolan gözlerimi ona çıkardım. "Kulübeden dışarı çıkmama izin vermez sarhoş olduktan sonra sabaha kadar Araftaki şeyler hakkında konuşup küfrederdi." Umarım bilinç altında kendime oluşturduğum bu zavallı kadın figürü bulaşıcı değildir.

"Benimle gel." Neyseki fazla uzatmak yerine üst kata çıkan merdivenleri işaret edince kalabağı yarıp peşinden merdivenleri tırmandım.

Bana karşı herhangi yanlış bir hareketi olursa Oyunbaz olduğumu ruhunu emerek gösteririm.

Neyse ki hiçbir şey düşündüğüm gibi olmadı bu yer onlara aitmiş. Alt katı han, üst katı ise müşterilerin kaldığı odalardan oluşuyordu. Daha önce de handa kaldığım için ilk kez böyle bir yere girmiyordum. Adamın içeri girdiği odanın önünde beklemiştim daha sonra şurup şişesi gibi küçücük sarı bir şişeyi bana uzattı. Şişenin ağzındaki mantarı çıkartıp tadına bakmayı aklımdan bile geçirmedim malum içindeki karışımlardan biri de ceset yağıydı. Birlikte alt kata inince Meliz çantasını alarak ayağa kalktı. Adamın karısı yanındaki iki kişiyle bana doğru geliyordu. Aynı anda yanımdaki adam da iki kişiyi iblisi almaları için gönderince Meliz ile göz göze geldik. Ona doğru gelen adamları gören kadın bir küfür savurunca ne yaptığımı anlamıştı. Aynı anda kapıya bakınca, "Koş!" Evet son günlerde hep yaptığımız gibi kapıya doğru koşmaya başladık. Yakalanırsak bize olacaklar ortada malum her ikimizde yol arkadaşımızı sattık.

Buradaki değerimizin kahrolası bir şaraptan fazlası olmadığını bilmek ne güzel.

*****

Handaki adamlardan kurtulmamız çok zor olmuştu ama bunu başarmıştık. Tabii bu bize iki ata mal oldu çünkü oradan koşarak çıktığımız için geri dönüp atları alamadık. Çantamdaki paranın yarısıyla iki at satın alarak köyden çıkmıştık. Listedeki birkaç şeyi daha bulmayı başarmıştık tabii bu esnada az kalsın Meliz tarafından zehirlenerek ölüyordum. Öncesinde ona verdiğim mantarları yediği için büyük bir zevkle onun acılar içinde kıvrandığını izledim. Şifacı olduğum için içgüdüsel olarak hangi bitkinin zehirli olup olmadığını hissediyordum. Yolda acıktığını söyleyince ona iyilik yaparak topladığım mantarları hiç şüphe etmeden yedi. On dakika sonra boğazına tutarak yerde can çekişirken bana kızması çok saçma sonuçta ona iyi gelecek bitkileri de veren yine bendim. Tabii benim mataramdaki su bitince o iblis intikamını almak için fazla gecikmedi. İçmem için bana verdiği su yüzünden tam yarım saat kan kustum neyseki daha sonra panzehiri verdi. Panzehri hiç de kolay bir yoldan almadım!

En son ben yerde zehirlenirken panzehiri atıp gittiği için yine ayrılmıştık. Hangi cehennemde hiç merak etmiyorum nasıl olsa önceden gideceğimiz rotayı belirledik. Meliz bildiği bu yerlerde yolu çok kolay bulurken ben pusulam sayesinde sıradaki hedef yerimizi buluyorum. Şimdi ise son durağımız Şeytan gözü tepesi. Bunun için Elümhan'a gitmeliyiz çünkü Azınlıklar ve Koruyucular arasında bir hayli mesafe var. Şeytan gözü tepesi Elümhan'daydı tepedeki tapınakta ruhların kutsadığı kızıl kadehi çalacağız. Bir yaratığın gözü, bir insana ait yağ ve diğer anlamsız şeylerle nasıl büyü yapılacak bilmiyorum ama el mecbur hepsini bulmalıyız. Hava çoktan kararmaya başladı gece karanlıkta yolculuk yapmayı sevmediğim için ormanda atımın yularını çekerken kamp kuracak güvenli bir yer arıyorum. Atı çok fazla koşturduğum için yere inerek her ikimizin soluklanmasını sağlamak akıllıca bir karar. Sürekli at sırtında olmak bedenimde sancılı bir uyuşukluk yaratıyordu. "Yardım edin!!" Meliz'in sesini duyunca gülerek pusulanın kapağını kapattım sonunda onu buldum.

Demek yardım edin? Ah ilahi adaleti seviyorum.

Atımı peşimden çekerek küçük adımlarla ağaçların arasından geçtim. Ormanın bu tarafında sık ağaçlar yüzünden yerde o kadar çok kar yoktu. Özellikle bir ağacın dalına çarpmaktan korkuyorum aksi takdirde dallarındaki tüm karları üzerime silkelerdi. Meliz'i söğüt ağaçların biraz uzağında yerde çırpınırken görünce gülmeye başladım. Pardon yanlış oldu o karnına kadar çamurun içine batmıştı. Bataklık mı orası?

"Merhaba iblis." Gülerek çantamdan bir elma çıkartarak kocaman bir ısırık aldım. "Ah ne kadar da kabayım." Elmayı ona gösterdim. "İster misin?"

Çırpınmayı bırakıp çamur ve balçık dolu ellerini gösterdi. "Senin kadar olmasa da benim de bazı temizlik kurallarım var." Doğru söylüyor o ellerle yiyemez ki ne kadar da düşüncesizim.

"Eee?" Bataklıktan uzak büyük bir taşın üzerine oturdum. "Nasıl gidiyor?"

Sinirleri bozulmuş gibi güldü. "Pek gittiği söylenemez." İçinde bulunduğu bataklığı gösterdi. "Beni anladığını umuyorum?"

"Hiç anlamaz mıyım." Elimi göğsüme bastırarak iç çektim. "Seni böyle gördükçe bedbaht olduğumu söylememe gerek yok değil mi?"

"Merak etme o işi senin yerine keyifle ışıldayan gözlerin çok güzel söylüyor."

"Gözler kalbin aynasıdır iblis. Sanırım bir elma daha yiyeceğim istemediğine emin misin?"

"Elzem?" Bu kadının ruhu gülen yüzünün aksine bana deli oluyor.

"Efendim."

"Beni bu lanet yerden çıkarmak için neyi bekliyorsun?" Bilmem ki işin bu boyutunu hiç düşünmedim ben genelde karışmak yerine izlemekten yanayım.

"Bilemiyorum Medusa, belkide yeterince ikna olmayı." Gülerek kollarımı yaramaz çocuklar gibi göğsümde birleştirdim. "Hadi ikna et beni." Çıldırıyor.

Kaşlarını çatarak yumruk yaptığı elini karnına kadar gelen çamura geçirince sıçrayan çamurun bir bölümü yüzüne gelmişti. "Ben olmadan o lanet ritüeli gerçekleştiremezsin!" Yüzündeki çamurlar onu daha korkunç gösteriyor.

"Umurumda değil beni o bataklıkta bırakmanın cezasını çekeceksin." Bana verdiği zehirli su yüzünden yerde iki büklüm kıvranırken panzehiri buna benzer bir bataklığın içine atmıştı!

O hasta halimle uzun bir dal bulup batmak üzere olan şişeyi çıkarana kadar geberdim!

İyice çıldırıp eliyle kendisini gösterdi. "Beni bir köle tacirine sattın!"

"İskele evine beni satan kimdi?" O kadının adamları beni yakalayınca neler olurdu tahmin etmek zor değil.

"Senin yüzünden zehirlendim!"

"Bana o suyu içirtmeden önce düşünecektin!" Hâlâ anlamadığı şey bana ne yaparsa yapsın on katı fazlasını ona yaparım.

Bu iş bitmesine biter de o zamana kadar ikimizden biri hayatta kalır mı işte onun garantisini veremem.

Elmamı bitirip atıma doğru yürüdüm. Bataklığa girmeden atı kenara çekerek devam ettiğimde sinir krizleri geçiriyordu. "Beni burada bırakıp gidemezsin!" Bence çok rahat gidebilirim.

"Bol şans iblis."

"Seni nankör fani! O mezardan seni çıkarmam büyük hataydı!"

"Mağarada o kahrolası canavarla tek başıma kalınca aynı duygular içindeydim."

"Buraya gel beni bırakıp gidemezsin işgüzar yaratık!"

"Bende seni iblis, bende seni." Arkamda sinir krizleri geçirerek çıldırırken gülerek yoluma devam ettim. Beni mağarada tek başına bırakmak neymiş görecek.

Bu yılanlığı bırakmadıkça daha çok bunları yaşayacak. Soyu korusun kadın sinsilik yapmadan duramıyor.

Geceyi geçirmek için güvenli ve sıcak bir yere ihtiyacım vardı. Üstelik birazdan hava zifiri karanlığa bürününce her şey daha ürkütücü olabilir. Kar artık tipiyle karışık yağıyordu dahası gece orman daha tehlikeli olduğu için etraftaki vahşi canavarlara açık hedeftim. Ben ise sığınacak bir yer bulamadığım için suyu donmak üzere olan bir gölün yanına oturmuştum. "Ka-karanlık yok." Üşüyen avuçlarımın arasında duran pusulanın ışığından gözlerimi ayıramıyorum. "Sakin ol karanlık yok." Üşüyorum ancak ateş yakacak kuru odunları bulamadım. Sıcak nefesimin buharı buz gibi havaya karışıyordu.

"Karanlık yok Elzem." Etrafımdaki karanlığı kendime unutturmaya çalışmak çok zor. Önümde koskoca bir gece vardı ya karanlık korkusu yüzünden ölecektim ya da soğuktan donarak.

"Sen kötü bir kızsın Elzem."

"An-anne lütfen." Nefes alışlarım hızlanırken pusulayı iyice yüzüme yaklaştırmak istedim ancak soğuktan üşüyen parmaklarım arasında kayıp yere ters düşünce ışığın yönü değişti. "Hayır, hayır, hayır." Gözlerime istila eden karanlık ile kilitlenip kaldım. Pusula hemen ayaklarımın önünde uzanıp onu almalıyım. Kahretsin neden onu boynumdan çıkardım ki!

Oturduğum soğuk kayanın üzerinde titrerken kalan son cesaretimi toplayıp pusulayı aldım. Zinciri hemen boynuma geçirdim zihnim çoktan karanlığa maruz kalmış kendime yasakladığım anılar kapıda bir çatlak açıp dışarı çıkmak istiyordu. "Be-ben bir şey yaşamadım." Hızlı hızlı nefesler alarak kendimi sakinleştirmeye çalıştım. "Hiçbir şey olmadı." Pusulanın ışığına bakarken dolan gözlerimi güçlükle tutuyor ağlamamak için direniyorum. "Neden peşimi bırakmıyorsun ben çok üzgünüm." Düşünme, düşünme, düşünme!

Pusulanın ışığıyla kendimi sakinleştirmek beklediğimden uzun sürdü. Işığı gölün buz tutmak üzere olan suyuna doğru tutunca ne çok ağlamak isterim. Böyle haykırarak içimdeki zehiri dolu dolu gözlerimden akıtmak istiyorum ama alışkanlık işte bunu yapmaktan hâlâ korkuyorum. "Ben kendimi neden affedemiyorum..." Herkes bana karşı affedilmez şeyler yapmıştı ama ben kendime ne yaptım da en büyük kırgınlığım kendime.

Kendi şarkım dışında pek şarkı söyleyen biri değilim ama nedense şarkı söylemek geliyor içimden. Şarkı söyleyeceğimden değil ama içimdeki zehri bir şarkıyla dışarıya akıtmak isterdim. Bazı şarkılar gerçekten kanatıyor ve kanayan aslında sizin herkesten gizlediğiniz yaralardır. Bazı şarkılar ya gideni ya da kalanı anlatırdı. Hangisi olduğumu artık biliyorum.

Kimseden sonra benim dünyam bana haram olmadı ki, çünkü bana yaşayacağım bir dünya hiç kalmadı. Bitecek, bitmeli ve bunu ben bitireceğim. Ben küçük bir ihanetin kırgınlığını yaşamıyorum ki, benim hayatımda hiçbir şey küçük diye adlandırılmadı. "Olmadı Suzan hanım." Dolan gözlerime rağmen burukça gülümsedim. "Bu kez olmadı. Sende beni özlüyor musun anne? Peki hâlâ beni seviyor musun?" Yanına gelmeme çok az kaldı zaten en çok bu korkutur ya beni.

Tam arkamda çıtırtı sesleri duyunca oturduğum yerde kaskatı kesilen bedenim gelen şeyi biliyordu. "Peşimi asla bırakmayacaksın." Aceleyle ayağa kalkınca kaçmak isterken buz tutmuş kaygan zemine bastığım için yüzüstü yere düştüm. Her şey o kadar hızlı olmuştu ki, düşerken alnımı çok kötü bir taşa çarptığım için bilinç kaybı yaşamam uzun sürmedi.

Beni canlı canlı yiyecek.

*****

Odunların ateşte çıkardığı çıtırtılı sesler kulaklarımda yankılanırken gözlerimi yavaşça açtım. Sol yanağım zemine yapışmış bir halde yerde uzandığım için şu an tek gördüğüm yanan ateş. Ellerimi yere bastırarak yavaşça yattığım yerde oturunca alnımda büyük bir şişlik vardı. Parmaklarım kanaması duran alnıma küçük dokunuşlar yaparken ateşe yakın bir yerde oturduğumu gördüm. Şaşkın gözlerle boynumu çeviriyor nerede olduğumu anlamaya çalışıyordum. Sanırım bir mağaradaydım karşımdaki duvarın yanına kuru odunlar yığılmış ortada yanan ateş bu odunlarla besleniyordu. Canavar nerede? Beni öldürmedi mi? Tamam yıllardır ben hata yapınca laneti onu çıldırttığı için beni cezalandırıyordu ama bu cezalarda o da acı çekiyordu. İkimize acı çektirdiğini bile bile bunu yapıyor özgür kalacağı günü iple çekiyordu. Şimdi özgürdü artık ben hata yapınca bana gelemez fakat hâlâ tam olarak benden kurtulmuş değil. Beni öldürürken belki acı çekecek ancak ben öldüğüm an her anlamda özgür kalacaktı. Hem dilediği gibi beslenebilir hemde ruhlarımız ayrıldığı için artık acıyla bana bağlı olmazdı. Beni öldürmesi onun kurtuluşu olacakken hâlâ bunu niye yapmıyor aklım almıyor.

Sinirli homurtular duyunca ürkerek başımı çevirdim ve mağaraya giren yaratık bir kez daha soluğumu kesti. Bir ağaç kabuğunu andıran pütürlü derisi çok fazla siyahtı. Özellikle ensesinden başlayıp sırtına kadar tek çizgi halinde ilerleyen kemikten sivri çıkıntıları görmek bana iyi gelmiyor. Üç tane sağ tarafında ve üç tane sol tarafında olan altı kolu çığlık atma isteğimi getiriyor. O kadar uzundu ki iki metre boyuyla onun yanında kendimi cüce gibi hissediyorum. Kollarıyla bana bir sarılsa kırılmadık kemiğimi bırakmazdı. Özellikle simsiyah keskin pençelerini yakından hissettiğim için o pençelerin ne denli kanattığını benden iyi kimse bilemez. Bu sefer emeklemiyor iki ayağının üzerinde hareket ediyordu. Göğsünün ortasındaki kemikli kaburgaları arasında lavlar göründükçe ellerimi yere bastırıp daha çok arkaya doğru sürünüyorum. Sanki iç organları yok onların yerine içi ateşle doluydu. Ağaç kabuğu gibi olan derisindeki çatlaklardan sızan lavlar bastığı her yeri ateşe verecek gibiydi.

İki yuvarlak ateşten ibaret olan gözleri beni bulunca korkudan hareket etmeyi bıraktım. Hırıltılar çıkartarak bana yaklaşınca hızlı nefeslerim havaya karışıyor küçük bir kuş gibi ürkek bedenim titriyordu. En alt sırada olan kolları hareket edince pençelerini bana doğru savurdu. "Yapma!" Refleks olarak bağırarak kaçacağım esnada kucağıma sertçe düşen şeylerle gözlerimi kocaman açtım. Tavşan mı? Şu zamana kadar dışarıda avlanıyor muydu? Az önce onu incelerken korkudan pençelerindeki tavşanları fark etmedim. Evet tavşan değil tavşanlar çünkü dizlerimin üzerinde tam beş tavşan var.

"Be-ben bunları ne yapacağım?" Tepemde dikilen dev gibi yaratığa bakacağım diye başımı kaldırdığım için boynum kırılacak sandım. Benim ondan kurtulmak için bir yol bulmam gerekiyor.

Gözleri kucağımdaki tavşanları gösterip hırlayınca sivri dişlerini görmek ödümü koparıyor. "Bunları ye-yememi mi istiyorsun? Ama çok fazla." Kendisi uzun zamandır açlık çektiği için bu tavşanlar onun için az gelirdi. Bir insan ve canavar arasındaki farkı ayırt edemediği için böyle yaptı. Yemek isteyip de yiyemediği tavşanları benim için avlarken midemin kapasitesini hesaplamak onun işi değildi.

Tepemde dikilirken iri bacakları hareket ederek bir böcek gibi beni ayakları altında ezecek diye korkuyorum. Özellikle ben karnımı doyurmadıkça daha fazla sinirleniyordu. "Tamam ama-" Konuşurken kriz geçirir gibi titrerken kalbim her an korkudan durabilir. "Bunlar temizlenmemiş böyle yiyemem ki." Sinirli bir şekilde eğilip bir tavşanı kucağımda alırken bu üç saniyede öldüm öldüm dirildim. Üzerime eğilmesin bir daha!

Pençelerindeki tavşan ile mağaranın arka tarafına doğru yürüyüp duvarın yanında durdu. Üstteki bir kolu tavşanı ayaklarından tutarken diğer kolları tıpkı bir makine hızıyla tavşanı temizleyip derisini soydu. Yeniden bana yaklaşıp kocaman tavşanı uzatınca kireç gibi solgun bir ten ile tavşana bakıyorum. "Şe-şey onu yıkamadan ben öyle yiyemem ki." Biliyorum sınırları çok fazla zoruyorum ancak mideme girecek her şey hijyen kurallarından tam not almalı.

Sabrının sonuna geldiğini kor ateş olan gözleri öfkeyle harlanınca anladım. Ancak buna rağmen hırıltılar çıkartıp birkaç adım uzakta duran çantama doğru yürüdü. Kollarından biri tavşanı tutuyor diğeri çantayı aldı ve diğer ikisi kabaca çantayı karıştırıp su matarasını çıkardı. Çantamı rastgele kenara fırlatarak özellikle ben göreyim diye yönünü bana doğru çevirdi ve suyu dökerek ondan beklenmedik bir titizlikle tavşanı tertemiz yıkadı. Matarayı yere fırlatarak tekrar üzerime yürüyüp yine tavşanı bana uzatınca ağlamak istedim. "Ama ben onu çiğ çiğ yiyemem ki." Bu sefer beni öldürecek.

Diğer kolları öfkeden kımıldarken öyle bir kükredi ki korkudan çığlık atarak kalçamın üzerinden arkaya doğru süründüm. "Üz-üzgünüm ama yiyemem öyle." Gözlerim dolunca korkudan tir tir titriyordum. Benden ne istiyor anlamıyorum beni öldürmek varken neden beslemeye çalışıyor bunu hiç anlamıyorum.

Yanan ateşe doğru yürüyüp tavşanı ateşin içine atmak üzereydi ki, "Bekle." Çok korksam da kucağımdaki diğer tavşanları kenara bırakıp ayağa kalktım. "Ben pişirsem?" Şimdi bu yaratık eti ateşe atar sonra da köz veya kül olmasına aldırmadan onu bana yedirmeye kalkışırdı. Öyle yapınca da bir itirazı daha kabul edeceğini sanmıyorum.

Onunla bu garip şeyi yaşadığıma inanamıyorum.

Ürkek bir halde küçük adımlarla ona yaklaşınca en küçük hareketine karşı tetikteydim. Bana yönelik yapacağı tek bir saldırı çığlık çığlığa kaçmamı sağlayabilir. Eti sertçe bana doğru uzatınca ecel terleri dökerek onu aldım. Daha sonra çantamda yolculuk yaparken küçük bir nehirde doldurduğum ikinci su matarasını çıkardım. Ben eti bir kez daha yıkarken çıkardığı kızgın homurtuları duymak pek iyi gelmiyor. Eti kalın bir dala geçirip ocak şeklinde taşlarla ateşin etrafına ördüğü duvarın üzerine koydum. Şimdi altta ateş yumuşak bir şekilde yanarken et daha iyi pişebilirdi. Ateşin etrafında karşı karşıya otururken onun gözleri beni izliyor ben ise korkudan titremek dışında bir şey yapamıyorum.

Tam olarak ne yaşadığımı bilmiyorum.

Bir süre sonra eti çevirerek pişirdiğim için mağaranın içini mis gibi kokular sarmıştı. Düz bir taşın üzerini bir güzel temizledim bu işime yarayacak. Daha sonra mağaranın duvar dibindeki irice bir bitkinin kocaman yapraklarını kopardım. Canavar her hareketimi izlerken yaprakları taşın üzerine dizdim ve pişen eti yaprakların üstüne koydum. Oturup sıcak etten küçük bir parça kopartıp üfleyerek ağzıma yaklaştırdım fakat aklıma gelenlerle duraksadım. "Sen?" Homurtular çıkartarak bakışlarını benden çekince yutkundum o da açtı ama yiyemiyordu.

"Ben aslında o kadar da aç değili-"

Sinirli bir kükreme. "Tamam çok açım!"

Şu anda bana ne yaşatıyor bilmiyorum!

Bir saat sonra.

"Lütfen daha fazla yiyemem." Sinirden ağlamak üzereyim çünkü küçük bir parça beni doyurmaya yetmişti ama o resmen koskoca tavşanı yemem için beni zorladı! Neredeyse hepsini yediğim için patlamak üzereyim. Hayatımda ilk kez böyle tıka basa tehdit altında yemek yedim. Neyse ki bu sefer itiraz etmediği için elimdeki son parçayı yemekten kurtuldum.

Tıpkı buradaki barbarlar gibi tek başıma bir tavşanı devirdim!

"Bana yaptığın ihanetin hesabını vereceksin!" Meliz'in öfkeli sesini duyunca başımı çevirip mağaranın girişine baktım. Bataklık canavarı gibi çamur içinde kalmış bir halde mağaraya daldı. "Enerjini gizlemek için yaptığım büyüyü kaldırınca tıpkı bir tazı gibi izini sürüp peşinden-" Yeşil gözleri canavarı yeni fark edince sertçe yutkundu. "Gelmez olaydım..." Hemen sonrasında bağırıp geldiği hızda koşarak mağaradan çıktı.

Öylece gitmesine izin verirdim ama canavar sanırım benimle aynı fikirde değil.

Meliz'in peşinden kükreyerek koşan yaratık, sadece bir dakika içinde Meliz'i omuzuna atmış bir şekilde geri döndü. Meliz'i bana doğru savurunca havada çığlık çığlığa üzerime uçan kadın ile kaçmak için çok geç kaldım. "Ah hayır!" Bodoslama üzerime düşen bataklık canavarı hâlâ bağırarak tepindiği için altta kalanın canı çıkmıştı!

"Kahretsin iblis! Tüm pisliğini bana bulaştırıyorsun!" Onu üzerimden iterek çamur olan ellerime bakıp sinirden bağırdım. "Yaptığını beğendin mi?" Her yerime çamur sıçratmıştı.

"El-Elzem." Çamurlu ıslak haliyle çok fazla soğuğa maruz kalmış olmalı ki titreyerek bana yaklaştı. "Yaratıkla romantik bir akşam yemeği randevun olduğunu söyleseydin sizi hiç rahatsız etmezdim." Şaka yapıyor olmalı.

"Koluma yapışmayı bırak beni kirletiyorsun! Bu arada tavşan sever misin? Fazladan dört tane daha var."

"Burada tavşan olan biz gibiyiz." Çamur içinde kalan yüzündeki tek temiz yer parlayan yeşil gözleriydi. Yeşilleri canavara kaçamak bakışlar attıkça ürkerek daha çok bana sokuluyor. "Baş belası işgüzar onu yine niye çağırdın!"

"İnanır mısın bu sefer ben çağırmadım." Canavar bizi duymasın diye kısık sesle konuşuyoruz ancak üzerimizde olan bakışları bizi duyduğunu gösteriyor.

"Sence bizimle ne yapacak?"

"Şu ana kadar sadece yedirdi içirdi gerisini bende bilmiyorum."

"Pekala en can alıcı soruyu soruyorum; şimdi ne yapacağız?"

"Bir planım var merak etme."

"Şükürler olsun tanrım. En çok bu yüzden o lanet beynini seviyorum her durumda bir planı var."

"Sen onu oyalıyorsun ben kaçıp senin için yardım getiriyorum."

"Sözlerimi geri alıyorum o çıkarcı beyninden nefret ediyorum!"

Yaratık her ikimizin karşısında oturunca şimdi yutkunarak ona bakıyorduk. "Sence bizi anlıyor mu?" Az önce tavşanı bana yedirmek için her şeyi yaptığını düşünürsek evet anlıyor.

"Rahat ol o bir canavar ne dediğimizi anlamıyor."

"İyi bari en azından ne kadar çirkin olduğunu söyleyince alınganlık yapmaz." Daha sözlerini yeni bitirmişti ki, dört adım mesafeyle karşımızda oturan canavar kolunu uzatarak onun boynunu kavradı. Meliz'i tıpkı bir çuval gibi yan taraftaki duvara fırlatınca içimin yağları eridi. Yuvarlanarak yere düşen kadın inleyerek bağırırken kendimi daha fazla tutamayıp güldüm. "Sanırım bizi anlıyormuş."

Ve bana lanetler yağdıran bir adet iblisten sonra karşımda homurdanan yaratık. Ne üçlü ama.







































Evet gördüğünüz gibi canavar yine Elzem'in izini buldu. Onu öldürmek yerine Elzem'in karnını doyurarak ne yapmaya çalışıyor dersiniz?

Bu bölümde sadece Elzem ve Meliz ikilisini okuduk. Gördüğünüz gibi pek de örnek bir ikili olmadılar. Her fırsatta birbirinin kuyusunu kazmaya pek hevesliler.

Meliz şu ana dek hep yalnız olduğu için birine güvenip kolay kolay onunla uzlaşacak biri değil. Malum bugüne kadar kimse tarafından değer görmediği için hep dışlanmış bir karakter. Haliyle uyum sağlaması zor olduğu için bu bölümde Elzem'e yapmadığını bırakmadı. İki düşmanın ortak çalışması günlük gülistanlık olamazdı değil mi?

Fakat Elzem'in de ondan aşağı kalır yanı yok. Meliz ne yapıyorsa bir şekilde aynısını iade etmeyi biliyor. Her ikisi de sütten çıkmış ak kaşık değil bakalım bu ittifak nasıl olacak?

Yeni bölümde büyüyü yapacaklarını biliyor musunuz? Evet Elzem sonunda hep istediği gibi ırkını kurtaracak büyüyü yapacak zaten hemen sonrasında bir sonraki durak ölüler diyarı.

Yeni bölümde sadece Elzem ve Meliz olmayacak Oyunbazlardan çoğu kişiyi göreceksiniz çünkü başından beri Elzem'i takip ettikleri için büyüyü yaparken hayatta kalan tek şifacılarına yardım edecekler.

Peki yeni bölümde Oyunbazların lideri Gazi'yi de göreceğinizi biliyor musunuz?

Yine çok fazla spoi verdim yeni bölümün hemen gelmesini istiyorsanız lütfen oy ve yorum yapmayı unutmayın.🦋

Yeni bölümde görüşmek dileğiyle hepiniz Allah'a emanet olun canlarım.💙

Continue Reading

You'll Also Like

893 84 7
"Yine gece, Yine hüzün Ve yine içimde sen Ve biliyor musun İçimde sen olunca Hüzün de güzel..." Ahmet Hamdi Tampınar "Seni bekliyorum___hayatım boyun...
6.8K 742 6
Derin denizlerin en derinlerinde ışıklı bir yol gördü genç kadın. Zihninin kendisine oyun oynadığının farkındaydı ama tek istediği su yüzünde ciğerle...
BOREAS By A.TUNAHAN MIZRAK

Historical Fiction

710 510 6
"Tarih boyunca insanlar farklı coğrafyalarda yaşadılar ama asla yönetimsiz yaşayamadılar. Kendilerine liderler, krallar seçtiler. Çünkü toplulukları...
144K 6.2K 14
"MARDİN'DE AŞK" Birbirlerine olan aşklarını ifade etmek için konuşmaya gerek yok . Belki de sessizlik, kalplerinin birbirine daha da yakınlaşmasına...