MEDUSANIN ÖLÜ KUMLARI (Kitap...

Af Maral_Atmc6

7M 638K 1.2M

Elzem Akay'ın sıradan ama güzel bir hayatı vardı. En iyi okullarda okumuş, en güzel oyuncaklara ve kıyafetler... Mere

KİTAP KAPAĞI VE DUYURU
(1) Mühür ve Kalkan.
(2) Tarot Kartı.
(3) Kim Olduğunu Biliyorum.
(4) Kalkanlar.
(5) Neredeyiz Biz?
(6) Parazitler.
(7) Akademiye Doğru Yolculuk.
(8) Ben Ve Hizmetçi Olmak Mı?
(9) Kazara Ayin.
(10) Sürpriz Misafir.
(11) Kim Efendi Kim Köle?
(12) Ruhumdaki Mühür.
(13) Zindan ve Ruh.
(14) Kayıp Şaşkın Bir Ruh.
(15) İstenmeyen Öğrenci Olmak Zor.
(16) Saflar Tutuluyor.
(17) Karanlığın Gizlediği Korkular.
(18) Aksilikler Bir Değil Ki!
(19) Buz Festivalinin Korkunç Yüzü.
(20) Meydan Okuma.
(21) Bitmeyen Gece.
(22) Çocuk Kadın.
(23) Küçük Baş Belası.
(24) Evlilik Mi?
(25) Yorgun Düşüyor Gibiyim.
(26) Sürpriz Ziyaretçiler.
(27) Gizli Gerçekler.
(28) İhanet.
(30) Geçmişe Doğru Yolculuk.
(31) İnfaz.
(32) Oyun İçinde Oyun.
(33) Yolculuk.
(34) Zindanlarda Ki Sır.
(35) Bedenimdeki Azap.
(36) Veda.
(37) Geri Dönmeyeceğim.
(38) Avcılar.
(39) İktidar Yarışları.
(40) Asıl Suçlu Kim?
(41) Zehirli Elmayı Bir Tek Pamuk Prenses Yemezdi.
(42) Kovulmadım, İstifa Ettim!
(43) Ölümsüz Olmak Mı?
(44) Bir Nefes Kadar Yakınındayım.
(45) Küçük Zararsız Yalanlar.
(46) Büyük Sürpriz.
(47) Hayal Kırıklığı.
(48) Ruh Kapanı.
(49) Geçmişin Enkazı.
(50) Aradığımız Masumiyet.
(51) Benim Şarkım.
(52) Sessiz Çığlıklar.
(53) Bazı Günahların Affı Olmuyordu.
(54) Medusanın Kızı.
(55) Kalbim Yasta.
(56) Ninfalar.
(57) Tanrıların Piyonu.
(58) Geldiğin Yere Geri Dön!
(59) Zamanın Ötesinde.
Duyuru
(60) Tanrı Tanımaz Asi.
(61) Büyü Artık!
(62) Bana Anılarımı Geri Ver.
(63) Kendinin Gölgesi.
(64) Küllerinden Doğmak.
(65) Garip Bir Meyve.
(66) Ansızın Gelen Teklif.
(67) Rüyalarda Buluşmak.
(68) Canavar Ve Güzel.
(69) Geleceği Düşlemek. (FİNAL!)
Buraya Toplanınn

(29) Prenses Ari Ve General Karun.

96.3K 9.3K 20.4K
Af Maral_Atmc6

Bir yerden sonra pes ediyor insan. Baktı olmuyor bırakıyor vazgeçiyor, evet bir yerden sonra pes ediyor insan.

Klan liderlerinden çıkacak karar belli ihtiyar heyeti ve konseyden çıkacak karar da belli ben bir aykırıydım deşifre olmuşken infazım kaçınılmaz. Kurul çoktan toplanmaya başlamıştır birgün içinde kasaba meydanında beni asacaklarına eminim. Klan liderlerinin akademiye gelmesi saatleri bulur Efsun hepsine bir ulak göndermiş olabilir ama bu kışta yolculuk biraz daha uzar. Akademideki asker sayısı en üst düzeye gelmiş olmalı üstelik liderler buraya geldiklerinde bu sayı onların askerleriyle birlikte on katına çıkar. Medusa'nın kızı her şeyi itiraf etmişken aksini savunacak delilleri bulamam zaten artık umurumda da değil. Ne bekliyordum ki annesinin soyundan geliyor fakat benim annemin de kanını taşıyordu. Medusa ile aynı çatı altında büyümüş olabilir lakin annesi onun yüzüne dâhi bakmazken ben tüm hayatımı Itır'a adadım. Her ah dediğinde ona uzanan ilk el hep ben oldum. Ben kendi ah'larımın içinde kaybolurken o beni hiç duymadı ben ise onun yardım çığlıklarını kilometrelerce uzaklıkta duydum. Ben ensemde hep bir silahla gezdim silahın tetiğine bir ip bağlıydı ve o ipin ucu ayaklarıma dolanmıştı. Attığım her adımı önceden düşünmeli adımlarıma dikkat etmeliydim. Kendi ayağıma takılıp tökezlemeye hakkım hiç olmadı aksi takdirde ayağımdaki ip gerilir ve ensemdeki silah patlardı. Şimdi ise soy kandan daha baskın geldi ve öz kardeşim o silahı alıp namlunun ucunda ben varken tetiğe bastı.

Evet soy kandan önce geldi.

Beni bir suçlu gibi attıkları küçük hücrede duvardaki meşalenin alevi titreşirken sindiğim pis duvarın dibinde nasıl da hissiz ve boşluktayım. "Ar-artık ağlayabilir miyim?" Itır yüzünden zaten akmıştı son gözyaşı ama yılların alışkanlığı işte hâlâ dolu dolu ağlamaktan korkuyorum.

Bu sefer ki cezam sonum olacak.

Kapıdan gelen seslerle başımı çevirirken zindan konusunda isyandayım çünkü dört tarafı duvarlarla kaplı olduğu için nefessiz kalıyorum. Keşke kapının olduğu duvarda demir parmaklıklar olsaydı en azından boğuluyor gibi olmaz biraz nefes alabilirim. Güçlükle ayağa kalkınca o kadar aciz ve kırılgan hissediyorum ki Itır'ın bana yaptığı şeyi hatırladıkça burnum sızlıyor gözlerim doluyordu. "Be-ben başarıyordum." O kadar kötüyüm ki bu sefil ses benim özgüven dolu sesimden çok uzaktı. "Kazanıyordum." Kendimi zorlayarak bir adım daha attım ödül benim hayatımdı ama kaybettim. "Çok az kalmıştı beni anlıyor musun çok az kalmıştı." Titreyen elimi kaldırıp baş parmağım ve işaret parmağımı birbirine yaklaştırıp her ikisi arasında minik bir boşluk bıraktım. "Şu kadarcık kalmıştı Meliz." O kadar kötüyüm ki içimi dökecek kişiyi ayırt edecek durumda değilim.

Ben sıradan bir şey kaybetmedim hayatımı kaybettim oysaki o kadar çok uğraştım ki.

"Biliyorum." Yanıma gelince başımı iki yanıma doğru salladım. "Bilemezsin." Kimse bunun nasıl bir his olduğunu bilemezdi.

"Kolay değildi ki yaşadıklarım." Boş yere heba ettiğim çocukluğum geldi aklıma ve ben hiç çocuk olmayı bilmediğim için elimde kalan her ukdeye acıdım. Çocuk ellerimle kendi yaralarımı nasıl sarmaya çalıştığımı hatırladım. Acıdan avaz avaz bağırırken ağlamamak için yumruğumu ısırıp gözyaşlarımı tutmak hiç kolay değildi. İnsanlar arkamdan konuşurken tüm o sözlere kulak tıkamak çok zordu. Babası ve abileri tarafından terk edilen bir çocuk olmak çok zordu. Ruhunu şeytana sattığından habersiz annem tarafından saçlarımın okşanmasını beklemek çok zordu. Defalarca kapısına gitmek ama o kapıdan girememek nasıl bir his anlatamam ve daha birçok şey. Ben yokluğunu çektiğim her şeyi Itır'a vermeye çalıştım en çokta bu acıtıyor ya çünkü ben Itır'ı hayatımın merkezine koymuştum. Ben kendi hayatımı kazanmayı bile Itır için istiyordum çünkü benim kardeşim çocuktu. Onu korumam için yaşamalıydım fakat benim kardeşim ablasını öldürecek kadar büyümüş görememişim.

Bu kahrediyor işte çünkü Itır beni bitirdi. Beni bitiren kardeşim oldu.

"Acıyor." Hıçkırıklar içinde ağlamamak için aldığım kesik nefeslerin arasında güçlükle fısıldadım. "Neden bu kadar çok acıyor?"

Bana yenilgi hiç öğretilmedi bilmiyorum şimdi düştüğüm yerden nasıl kalkacağımı. Kimse bana bunu öğretmedi ki.

Hiç konuşmadı beni teselli edecek bir şeyler söylemesini beklemiyorum ihtiyacım olan tek şeyin gözyaşı olduğunu biliyorum. Hayır ben ağlamadım son gözyaşım yanaklarım da süzülen bir damla yaştan ibaretti onun dışında dolu dolu ağlayıp rahatlamayı kendime yasakladım. Bana iyi gelecek hiçbir şeyi hayatımda istemiyorum her şey bitti. Bundan sonra ne çıkışı bulmak umurumda ne de onlara olacaklar. "Kaybetmeyi de öğrenmelisin."

"Ben sen değilim iblis, kaybetmek sonradan öğrenilecek bir duygu değil." Yirmi dört yaşında kurtuluşa bir hafta kala hiç değil.

"Neden bu haldesin?" Ona ne olduğunu bilmiyorum ama sarı saçları tavuskuşu gibi kafasının üzerinde kabarık görünürken çok komikti. Tabii uzun siyah elbisenin bir kolu yırtıldığı için sarkarken açıkta kalan tenindeki kanlar komik değil ama mutlu eden bir görüntü. Özellikle karın kısmındaki taraklı izler bir yerden tanıdık geliyor. Biri onu çok kötü hırpalamış olmalı ki burnundaki kanlar çenesine ve oradan da boynuna akarken inanır mısınız bugün içinde ilk kez mutlu olduğumu hissediyorum. Bu rahatsız edici bir duygu ama acısından zevk aldığımı da gizleyecek değilim.

Yaşadığı şeyi bana anlatmak için deli olduğunu biliyorum.

Hatırladıkları ile ürkerek etrafımızı kontrol etti sanki birinden korkuyordu. Onu korkutan ve bu hâle getiren şeyi sanırım biliyorum. "Gördüm!" Hızlıca başını salladı. "El-Elzem onu gördüm çok korkunçtu." Bu konuda onu teselli etmemi bekliyor olamaz değil mi?

Burada teselliye ihtiyacı olan benim.

"Senden daha mı korkunç?"

Homurdanarak başını salladı. "İnanır mısın evet."

"İnanırım iblis, malum sayende yıllardır onunla yakın ilişkideyim." Bu onun suçu çünkü Savcı ile yediği halt yüzünden bunlar başıma geldi. "Sakın hata yapma doğrudan yerimizi bulur." Artık bunu yaşamaya mecbur kaldığı için dişlerinin arasında, "Elzem!" Adımı yüksek sesle söyleyince kaşlarımı çattım. "Bağırma bana hâlâ depresyondayım!" Berbat bir ruh halindeyken kendi iyiliği için üzerime gelmeyi bırakmalı.

Aptal kadın ormanda bana saldırıp ağla diye tehdit ederken ağlarsam ona olacakları bilmeyecek kadar beceriksiz.

Aslında ağlarsam ona olacakları bende bilmiyordum şimdi öğreniyorum. Yine de onun bilmesi gerekirdi tüm bu şeylerin içinde yaşayan oydu.

Bir iblis nasıl böyle aptal olur aklım almıyor Itır gerçekten her yönüyle onun kızı çünkü ikisi de sonuçlarını düşünmeden her haltı yiyor. Itır Akay bundan sonra benim için her şey olabilir ama bir kardeş asla. Yapacağı hiçbir hata ona olan bağışlama duygumdan büyük olamaz demiştim ya, halt etmişim ben. Ona saldırdıysa birazdan benim için de gelecek ve alacağım cezayı yenilgimin büyüklüğü ile çarparsam bana olacaklar ortada.

"Onu peşine takan ben değilim benden ne istiyor?" İşte şimdi en sevdiğim kısım başlıyor bakalım bundan sonra ne yapacak? Ben nasıl olsa bir hafta sonra cehennemin dibine gidiyorum canavar oraya kadar peşimden gelecek değil ya.

"Yerinde olsam artık hiç hata yapmam çünkü yaptığım anlaşmanın son maddesine seni de dahil etmiş olabilirim."

Herhangi bir anlaşma yapmadım.

"Se-sen ne saçmalıyorsun?" Bir iblisi bile korkuttuğuma göre ben gerçekten korkulacak biri olmalıyım. "Diyorum ki sakın hata yapma çünkü artık sadece benim değil senin de peşinde. Kahrolası kutsal ruhlarınıza bu hayatı hakettiğimi kanıtlamam gerekiyordu anlaşmanın tek maddesi üç gözyaşı dökmemem. Bunu yaparsam kendimle birlikte onlara bir kurban sunmalıydım." Şoka girmiş şeytana sevimlice sırıttım. "Ne demek rica ederim." Ve çıldıran bir adet iblis.

Madem ki bana ölüm, o halde bundan sonra her birine zulüm.

Peşimdeki karanlığı hep biliyordu ama nasıl ortaya çıktığını ve benden ne istediğini hiç bilmedi çünkü o yıllarda karanlıkla ilgili her şeyi sürekli kendime unutturduğum için zihnime girse bile yeteri kadar bilgi alamıyordu.
"Bana saldıran senin karanlığın mı?" Gözlerini kocaman açan kadına başımı sallayınca karşımdaki şeytan yumruklarını sıkarak üzerime yürüdü.
"O ölü yiyiciyi sürgünde getiren sensin! Evet çok kötüyüm ama ailen kadar kötü değilim!"

"Ailemden bahsetmekten seni men ederim şeytan! Haddini aşarsan geriye içi boş bir bedenin kalacak."

"Baban ve kardeşlerin kim olduğumu anladıkları an kendi canlarını kurtarmanın derdine düştüler!" Ellerini sarı saçlarından geçirirken benden daha öfkeli görünüyor. "Sen ve Itır'ı bir iblis ile bırakıp gittiler benim kim olduğumu ve neler yapacağımı bildikleri halde sizi bırakıp gittiler. Peki ben tüm çocukluğunuz boyunca size hiç zarar verdim mi? Aynı çatı altında yaşadığım iki çocuğa bir tokat dahi vurmadım. Sence kim burada asıl kötü sizi bir iblise kurban eden ailen mi yoksa ben mi?" Ailemin bize bu konuda yaptığı haksızlığı zaten biliyordum ama ondan duymak yaraya tuz basmaktan başka bir şey değildi.

"Ortada bir anlaşma yok neden seni de seçti bilmiyorum." Az önce onu kızdırmak için anlaşmayı yaptığımı söylerken ciddi değildim bu konuda pek bilgim yok. Benden sonra hedef olarak neden onu seçti bilmiyorum üstelik yapılan her saçmalıkta yine ve yine kurban benim.

"Büyük oynadın Elzem ve kaybettin! Kahretsin kendinle birlikte beni de kurban ettiğine inanamıyorum!" Öfkeden yerinde zor dururken kendi söylediğini tastikledi. "Sana bu karanlığı yaşatan ben değilim sen istedin!"

"Sen beni dinliyor musun bu benim işim değil diyorum! Evet üzerime yapılan takası bozmak için güçlü olmaya çalıştım çünkü yaşamak istedim! Sizin benden çaldığınız hayatı kazanmayı istememin nesi yanlış?" Kendi hayatım için savaşmak istemem hata olamaz bana tek bir seçenek sunuldu kabul etmekten başka şansım yoktu.

Beynime koordine ettikleri tek ayrıntı üç gözyaşı dökmemem gerektiğiydi. Bir süre sonra bu neden gerekli onu bile unuttum ama ağlamamam gerektiğini hep bildim. "Bana kızacağına git kızına sadakat dersi ver çünkü bütün bunların sorumlusu ta kendisi! Ah pardon insan bilmediği bir şeyi başkasına nasıl öğretebilir ki!" Buradaki tek suçlu ben değilim hatta belkide masum olan tek kişi benim. Onlar hayatım üzerine bir takas yaptılar bende bana ödünç olarak sundukları hayatı kaybetmemek için yapmam gerekeni yaptım fakat elbirliğiyle sonumu getirdiler. Kimse kusura bakmasın ama bu saatten sonra kime ne olduğu zerre umurumda değil.

Hele beni bir sürgün etsinler asıl o zaman mumla arayacaklar beni.

Sakin kalmak için kendisini zorlarken her an üzerime atlamayacağının bir garantisini kimse bana veremez. "Adı ne beni bulaştırdığın bu lanetin?" Hâlâ benim yaptığımı sanıyor!

Buradaki tek kurbanı benim!

"Ortada bir lanet yok canavar var. Evet bir büyü yapılmış ama bu bana yönelik değil canavara yapıldı." Yirmi dört yaşına kadar hergün farklı işkencelerle ölmekten beter olacaktım oldum da ama sonra ödülümü alacaktım Itır sağ olsun alamadım...

"Canavara yapılan büyüyü nasıl öğreneceğiz?"

"O çok övündüğünüz kutsal ruhlarınıza sorun bu onların işi."

Gözlerini kocaman açtı hemen sonrasında ise iyice burnunda soluyarak bir ayağını sertçe yere vurdu. "O lanet ruhlara ulaşmak için ölmek gerekiyor!"

"Bu konuda endişen olmasın bir hafta sonra geberip gittiğimde senin yerine bir ara sorarım artık."

"Tanrı aşkına biraz ciddi olacak mısın sen artık? Kendin gibi davranmıyorsun."

"Depresyondayım derken şaka yapmıyordum." Aslında şaka dahil tüm gereksiz sohbet eylemleri bende hep nefret duygusu yaratmıştır.

"Peki bunu sana kim yaptı?" Bu kadın gerçekten katıksız aptal.

"Meliz sen mümkünse panik duygusundan uzak dur çünkü bu sadece seni aptal yapmıyor aynı zamanda sağır ediyor. Savcı beni çağırdığında o canavar benimle birlikte gelmiş." Sonrasında ben büyüdükçe gittikçe artan işkenceler ve kafamın içinde hep üç gözyaşı şartı.

Yanaklarının içini havayla doldurarak başını salladı. "Herhangi bir zayıflığı var mı? Onu en iyi sen tanıyorsun zayıflığını bilirsem ondan kurtulabilirim." O bir büyü değil ki kurtulsun. Sürgündeki köle ruhlardan birinin bana gelmesi yani bir ölü yiyici.

"Tek bir zayıflığı var."

Heyecanlanarak bana doğru döndü. "Nedir o?"

Dudaklarım kıvrılınca tehlikeli lakin bir o kadar da tehditkar gözlerle ona baktım. "Zayıflık, güçlü olduğun sürece sana gelemez." Aslında bu düne kadar geçerliydi şimdi özgür kaldığı için her istediğini yapabilir yani artık ben hata yapınca ceza yok çünkü artık doğrudan işimi bitirecek.

Ben masumdum bu yüzden bana bir şans sunuldu yirmi dört yaşına kadar üç gözyaşı dökmezsem karanlıktan ve takastan kurtulacaktım. Onların yaptığı takasın tek kurbanı ben değilim hiç olmadım. "Her neyse bir konuda bana yardım edeceksin." Oyunbazları özgür bırakmadan burada oturup kendi kaderime boyun eğecek değilim.

Itır dahil herkese bir cehennem bırakmadan buradan gitmeyeceğim!

Affetmeyeceğim tek şey ihanet ve Itır Akay son yaptığı şey ile kalbimdeki sevgisini bitirdi.

Güldü. "Sana neden yardım edeyim?" Başka seçeneği yok da ondan.

Bazı şeyleri daha iyi anlaması için konuşurken elimle kendimi gösterdim. "Bak hadi bana! Kraliçe diz çöktü köle tahta geçti bu ne demek biliyor musun?" İkimizin de sonu geldi bizi yakaladığı an işimizi bitirecek.

Gerçi ona yapmış yapacağını ama daha fazlasını yapmayacağının bir garantisi yok.

Yenilgi içinde omuzları düşerken korkuyla yutkununca sonunda gerçekleri anladı. "Köle artık özgür." Evet ben ağlarsam canavar serbest kalacaktı öyle de oldu ama neden hâlâ benim için gelmedi bunu bilmiyorum.

Yıllardır benim bedenimde hapis olduğu için köle oydu lakin bedenimi hatalara karşı cezalandıran da oydu o yüzden aramızdaki köle efendi hep belirsiz oldu.

"Peki peşinde olduğu iki kişi kim?"

"Lanet olsun Elzem! Ağlamak zorunda mıydın?" Ben bu kadını çok pis döverim buradaki tek suçlu ben değilim!

"Artık gerçeklerin farkına varacak mısın?" Zamanım bu kadar kısıtlıyken burada ona bir şeyler anlatmaya çalıştığıma inanamıyorum. "İkimizin peşinde olan ortak bir düşmanımız var ve şu anda özgür. Seni ele geçirirse en fazla aldığın bedenleri öldürür ama bir süre sonra senin yüzünden ölen kişiler klanların dikkatini çekince onların ölüm listesine adını yazdırırsın." Hiçbir lider uzun süre bir iblis yüzünden kendi klanındakileri kaybetmeye sessiz kalmazdı. "Beni yakaladığı yerde ise benimle açlığını dindirecek." Ödül benimle beslenmesi olabilir ona yapılan büyü yüzünden yıllardır açlık çektiğini biliyorum. Beni ele geçirmesin diye çok uğraştım ama şimdi yemek konumundayım.

"Demem o ki ondan kurtulmanın bir yolunu bulana kadar birlikte hareket etmeliyiz. Bilirsin sürüden ayrılanı kurt kapar ve bahsi geçen kurt normal bir kurt değil." Ben nereye gidersem peşimden gelmek zorunda bu süreçte her konuda bana yardım etmeye mecbur çünkü ben kaybedersem canavarın tek hedefi o olur.

Her ikimiz için harika planlarım var birlikte geçirdiğimiz her saniye de çok mutlu olacağına eminim.

"Savcı geliyor." Yaklaştığını ruhunun kokusundan anlıyorum. "Seni görmeden git buradan." Üzerindeki kanlı kıyafetleri gösterdim. "Şu kıyafetlerden kurtul berbat görünüyorsun." İltifat bekliyor olmalı ki bunları duymak onu kızdırdı. "Senden daha sefil görünüyor olamam."

"Hiç biriniz umurumda değilsiniz şafak sökmeden beni buradan çıkar karşılığında bana işin düşürse takastan önce bende senin için bir şey yaparım." Şu dünyada nefret ettiğim insanların başında geliyordu ancak Oyunbazları geri getirene kadar ona tahammül edebilirim daha sonra herkes kendi yoluna gidebilir.

Meliz geldiği hızla geri giderek kapıyı üzerimde kilitlemişti. Dışarıdaki nöbetçilere halüsinasyon göstererek bir şekilde buraya girdiğine eminim ancak güçleri Savcı gibi biri üzerinde pek etki yapmazdı. Az önce kalktığım yere geri otururken buradaki rutubet ve küf gittikçe beni daha fazla rahatsız ediyordu. Dikkatimi dağıtmak için gözlerim farklı noktalarda oyalanıyordu. "On iki." Elim ayak bileğimi kaşırken tam karşımda duran duvardaki meşale eğriydi. O duvarla aramdaki adımları hesaplayınca sinirden gülerek ayağa kalktım. "Bir kliniğe yatmalısınız Elzem hanım." Dadımın sesini taklit ederek on iki küçük adım attıktan sonra uzanıp meşaleyi düzelttim.

İşin sonunda benim yüzümden hâlâ klinikte tedavi görüyor olması ne acı.

Deli değilim ama çok pis delirtirim.

Gözlerim duvarda oyalanınca neyse ki başka herhangi bir eğrilik yoktu. Yeniden köşeme gideceğim esnada bu sefer de yerdeki çukurlar dikkatimi çekti. Bu zindan akademinin altındaydı yani yeraltında o yüzden zemin topraktı. Yanyana duran girintili çukurlar zeytin büyüklüğündeydi neyse ki ikisinin de büyüklüğü eşitti. Kahretsin hayır soldaki sanki biraz daha büyük. "İki." İki adımda çukurlara yetişip diz çöktüm. Tırnağım büyüklüğündeki çukurlardan küçük olanı da biraz kazıyıp diğerinin dengine getirince rahat bir nefes aldım.

"Orada ne yaptığını sorabilir miyim?" Savcı'nın sesini duyunca diz çöktüğüm yerde usulca ayağa kalktım. Kapıyı açtığını bile fark etmemiştim. "Daha orantılı bir zindan istemek hakkım." Burası fazla eğri büğrü olduğu için sinirlerimi bozuyor.

"Bu sözlerden burada uzun süre kalmayı düşündüğünü mü çıkarmalıyım?" İki adımda zindana girip kapıyı içeriden kapatınca beş adım bana doğru attı ve aramızdaki mesafeyi kapattı. Şunu yapmayı bırak insanların adımlarını saymak hoş bir şey değil. Bir kez başlayınca durmak çok zor! Ne güzel uzun süre bunu yapmayı bırakmıştım.

"Tam şu anda aklınızdan geçenleri bana söyleyin." Kafamı sayılardan uzaklaştırmazsam aldığım soluklara kadar sayarım.

"Anlamadım?"

"Aklınızdan geçenleri söyleyin diyorum."

"Neden?"

"Çünkü beynim kırmızı alarm verdi yine. Burada bir terslik var ve ben artık bir şeyleri çözmek istemiyorum!" Uslu uslu oturup depresyonun dibini bulmak istiyorum. "Kes şunu!" Ellerimi şakaklarıma bastırıp sinirden bağırınca yakaladığım detayı kurcalamak istemiyorum ama bunu yapmak için çıldırıyorum.

Bu bana bırakılmış bir mesaj değil mi?

Elde olanları gözden geçirirsem-kahretsin ihtimallerden uzak dur!

Başıma yine bela almak istiyorum artık.

"Elzem sen iyi misin?" Endişelenmiş gibi bana bakarken sinirlerim bozulduğu için gülmeye başladım. "Değilim fazla zeki olmak iyi olmama izin vermiyor. Pekala buna daha fazla direnemem bana iki dakika verin." Şu bulmacayı çözdükten sonra onunla bol dramlı duygusal bir konuşma yapabilirim ama şimdi beynimi rahatlatmalıyım.

Aşırı zeki olmak da zor iş.

Koşarak az önce oturduğum köşeye gittim ve yönümü düzelttiğim meşaleye çevirdim. "On iki?" Bu sefer meşalenin yanına koşarak ona sırt çevirip yerdeki iki çukura baktım. "İki?" Aynı hızla kapının yanına koştum. "Yine iki?" Şimdi ise Savcı'nın yanına doğru hızlıca yürüdüm. "Ve beş! Burası fazla pis bu temizlik takıntımı tetikledi kendimi oyalamak için etrafıma bakınırken meşaleyi gördüm. Yanan meşale eğriydi istemsiz olarak bu da düzen takıntımı tetikledi ve o da sayılarla olan rahatsızlığımı ortaya çıkardı." Savcı bunlardan ne çıkaracağımı merak ederek düşünmem için bana sessizlik sağlarken kendi kafamda çoktan ihtimaller fırtınasını başlatmıştım.

On iki, iki, iki ve beş?

Bunlardan sadece hesap yapılır veya tarih belirlenir başka da bir şey çıkarmak çok zor.

Bir hesap yapılacaksa önce soruyu bilmek gerekir veya hangi işlem olduğunu. Doğrudan sayılarla problem türetmek birçok farklı soruya gebe olduğu için bu seçenek kendini eliyor.

Geriye tarih kalır bunun üzerine teoriler üretmek daha mantıklı sonuçta her bir tarih kayıtlara geçen birçok önemli olayın simgesidir.

Önce yıl, sonra ay ve gün üzerinden gidersek...yok artık!

On iki, iki, iki ve beş?

On iki ay, aylardan iki.
İki ay, günlerden beş.
Beş gün, günlerden salı!

Temizlik takıntım düzen rahatsızlığımı ortaya çıkarabilir.

Tek bir eğri meşale düzen takıntımı tetikleyebilir ama psikolojik olarak kötü olmadığım sürece adımları sayma alışkanlığımı getiremez.

Ve ben şu anda psikolojik olarak kötü durumdayım.

"Biri bunu biliyor!" Afallayarak Savcı'ya döndüm. "Şarkımı biliyor o yüzden ben buraya gelmeden önce meşaleyi yakarken bilerek eğri koydu çünkü dikkatimi çekeceğini biliyordu. İhanete uğradım ruh halim berbat, düzen takıntım adım saymayı tetikledi ve o bunu da biliyordu." Burada gözden kaçırdığım çok önemli bir detay vardı. Yerdeki çukurları bile benim için yapmış olmalı hepsi aslında şarkıyı bana hatırlatmak için bir mesajdı.

"Neler oluyor bana da söyleyecek misin?"

"Şimdi değil." Elimi kaldırarak onu susturdum. "Lütfen düşünmeme izin verin." Dikkatim dağılırsa doğru sonuca ulaşmam zaman alabilir beynim şu anda hızlıca parçaları birleştirirken bana engel olmamalı.

Şarkıyla bana vermek istediği mesaj neydi?

Şarkının ortaya çıktığı günü düşününce kahretsin!

Ah hayır!

Canavar!

"Sizin için çok önemli bir bilgiyi nereye saklardınız?" Panik yaparak ona yaklaştığımda bu garip davranışlarım onu endişelendiriyordu ama Oyunbaz zihnimin şu anda süratle bir bilgiyi kovaladığını bildiği için soru sormak yerine bana yardım etmeyi seçti. "Sırf normale dön diye bu saçmalığa katlanacağım. Kimsenin bilmediği bir yere saklardım."

"Sıradan insanlar böyle yapar ama ben herkesin baktığı ama asla göremeyeceği göz önünde olan bir yere saklardım. Burada herkesin her gün mutlaka gördüğü yer neresi?"

"Elzem-"

"Cevap verin lütfen."

"Avlu, her gün herkes mutlaka bahçeye çıkar."

"Yüzlerce öğrencinin içinde her gün dışarı çıkmayan mutlaka birileri olur en basitinden siz." Gününün çoğunu sınıf ve kütüphanede geçirirken şu ana kadar çok az bahçeye çıktığını gördüm bu da avlu ihtimalini çürütür. Akademide ki herkesin baktığı ama göremediği bir yer olmalı.

"Buradaki tek yabani olduğunuzu düşünürsek cevabı bulmak için sizin üzerinizden gitmeliyiz."

"Sen bana yabani mi dedin?"

"Daha önce de dediğim gibi insan kendinin farkında olmalı örneğin ben ne kadar zeki ve güzel olduğum konusunda hiç alınganlık yapıyor muyum?"

"Ne kadın ama." Sinirleri bozulmuş gibi güldü. "Pekala devam et." Edeceğim de doğru cevabı bulmadan rahat durmayacağımı benden daha iyi biliyor.

"Hergün mutlaka baktığınız şey nedir?"

Tam konuşacaktı ki, "Kitaplar!" Farkında olmadan bağırarak başımı salladım. "Çok mantıklı çünkü buradaki öğrenciler gün içinde mutlaka bir kelime de olsa kitaptan bir şey okur. Çalışanlar günlük temizlik yaptıkları için o kitaplara dokunur, nöbetçiler mutlaka elinde kitap olan bir öğrenciyi görür hatta o fazlasıyla olgunlaşmış elma bile çalışma odasında kitaplardan bir şeylere bakıyordur." Bu da demek oluyor ki doğru cevap Savcı üzerinden verildi çünkü bu adam umutsuz bir kitapkolik.

"Nereye varacağını gerçekten merak ediyorum." Farkındayım ama farkım bile fark atar o yüzden kimsenin çözemediği bir gizemi çözmek üzereyim.

"Gönderen gizemini koruyor, alıcı ben ve aracı siz oluyorsunuz." Biri şarkımın ne anlama geldiğini biliyorsa sadece benim anlayacağım şekilde ipucular bırakmış olmalı. "Burada bulmamız gereken gönderen değil gönderdiği şey ne demek istediğimi anlıyor musunuz?"

Ensesini kaşırken, "Yanında kendimi aptal gibi hissettiğim tek kadın olduğun için bazen senden nefret etmek istiyorum." Gülerek boynumdaki pusulayı çıkardım. "Eğer içiniz rahat edecekse böyle düşünen birçok insan tanıyorum." Bedenimi tutması için ona doğru yürüdüm. "Gönderen, alıcı ve aracı, bu üçünden ilkini çıkarırsak geriye siz ve ben kalıyorum. Mesajın saklandığı şey bir kitap yani ikimizi ilgilendiren bir kitap. Bana en son verdiğiniz kitabı büyük ihtimalle yarın bitirecektim peki ondan sonra okumam için bana hangi kitabı verecektiniz?" İkimizin ortak noktası olan kitaplar genelde ders kitapları.

"Şifalı bitkiler."

"Şu anda nerede o kitap?"

"Senin için ayırdığım kitapların yanında yani odamdaki piyanonun üstün-" Ne yapacağımı yeni anladığı için kaşlarını çatarak, "Sakın!" demişti ki gülerek gözlerimi kapattım. "Beni bedenimden çıkar." Gözlerimi hemen açınca bedenim yere düşmeden önce Savcı onu tutarken kapıya doğru koştum. Eğer bir adam sizi delice seviyorsa ayağınız takılsa bile o tutmak için tetikte olur. O an ruhunuzu durdurmak onun için ikinci sırada gelir.

Tabii bir Oyunbaz değilseniz bu ruh işi imkansız.

Zindanın kapısını açtığım an hemen bedenimi yere bırakıp bana doğru koşmaya başladı. "O lanet aklından geçen şeyi yapmayacaksın!" Odasına girip ondan önce kitabı almaktan mı bahsediyor? Tabiki de yapacağım.

"Çok geç." Zindandan çıktığım gibi koşmaya başladığımda yine onu peşimden koşturmayı başardım. "Elzem! Buraya gel kahrolası kadın!" Nöbetçiler beni görmediği için kendi iyiliği için böyle konuşmasın yoksa deli olduğunu düşünürler.

Beni getirdikleri zindanı çok iyi ezberlediğim için hemen sağdaki yöne daldım. Bildiğin zindanda kovalamaca oynuyoruz bu hiç hoş değil. "Rica etsem peşimi bırakır mısınız? Biraz mahremiyet talep ediyorum."

Ve öfkeden gürleyen bir ses. "Reddedildi!" Çok yakında öleceğim ama taleplerim hâlâ görmezden geliniyor.

"Taleplerim konusunda fazla katı olduğunuzu hiç düşündünüz mü?" Merdivenleri çıkarak kapıyı açınca bodrum katına girdim ve aynı hızla koşarak bodrumdan çıkarak akademiye girdim. Bir yandan da pusulamı yeniden boynuma takmıştım bu şey ben ruh olurken onu takınca o da diğer insanlara görünmüyor. Ruhum ile doğrudan bağlantılı olmasından kaynaklanıyor olmalı.

Bir aptallık yaparak güney kanadındaki merdivenlere yöneldim fakat Savcı ona en yakın olan kuzey kanadındaki merdivenleri alınca şimdi onun odası ve her ikimizin arasındaki mesafe eşitti. Nefes nefese durup soluklanırken önce üst kata baktık daha sonra birbirimize ve aynı anda kitabı ilk alan olmak için koşmaya başladık.

"Skoru 1-1 yapmışken kaybedemem!" Kuzey kanadındaki merdiveni es geçip buraya gelmek büyük hata. Her iki merdiven arasında koskoca bir boşluk varken o merdivenin yanından geçip asillerin merdivenine gelerek zaman kaybettim. Bunu damarlarımda dolaşan asil kana yorunca kendimi aptal olmadığıma ikna etmek daha kolay. Sonuçta kan çeker gibi lüks olan her şey beni kendisine çekiyordu.

Hızlı bir şekilde basamakları bitirip koridoru döndüm tekrar merdivenlere yönelince o çoktan ikinci merdiveni yarı etmişti. "Daha hızlı Oyunbaz." Gülerek bana fark atmaya başlayınca kaşlarımı çattım. "Bu haksızlık aradaki bacak farkı benim için dezavantaj!" Sürekli yoluma çıkan şu öğrenciler de benim için ayrı bir eksi puan. Onun merdivenini sadece çalışanlar kullandığı için o kadar kalabalık değildi. Üstelik bu insanlar beni göremediği için onlara temas etmeden ilerlemek çok zor.

Küçük yarışımız onu fazlasıyla eğlendiriyordu çünkü ruhunu soluyorum önde olması ise ona ayrı bir keyif veriyor. "Kaybettiğini kabul etmek de bir erdem bayan Akay, bu arada sanırım skor 1-2 olmak üzere."

"Çok sevdiğimi itiraf ediyorum Savcı hoca."

"Ne?" Yutkunarak bana doğru öyle bir dönüşü vardı ki o ela gözlerde oluşan afallama ile hızımı arttırarak koşmaya başladım. "Evet çok seviyorum." Onun hizasına yetiştiğimde aramızda her iki merdivenin boşluğu varken devam etmem için soluğunu tutmuştu. "Ama kazanmayı." Kıkırdayarak şaşkınlığından faydalanıp onu geçtim. "Kaybettiğini kabul etmek de bir erdem Bay Gevheri, bu arada skor 1-2 olmak üzere." Ve altın vuruş.

Bana yaptığı şeyden sonra onu sevdiğimi benden zor duyar.

En az yedi basamak daha çıkana kadar ne yaptığımı anlamadığı için az önce söylediğim şeyin şokundaydı ancak sekizinci basamak farkıyla arkamda gürleyen öfkeli sesini duydum. "Seni adi kadın bu nasıl bir hiledir!" Gülerek daha hızlı koşmam onu öfkeden çıldırtmaktan başka bir işe yaramadı. Oynanan bir oyun varsa bir Oyunbaz asla kaybetmez.

O bu kadar öfkeliyken beni yakalarsa olacakları kestiremiyorum.

Tüm nöbetçilerin gözleri önünde onu odasına kadar koşturduğum doğru. Tabii yine bacak farkıyla beni geçtiği için kapıya ilk yetişen o oldu. Kapıyı açtığı an koşarak kolunun altından geçip içeri dalmıştım ki, belimden yakalayıp beni bir çuval gibi omuzuna attı. "Ama bu kural dışı bir davranış!" Baş aşağı yere doğru sallanırken bir eli sıkıca bacaklarımı tutuyordu. "Bunu sen mi söylüyorsun?" Beni indirmeden kapıyı kapattı. Peki daha sonra ne yaptı dersiniz? Beni kabaca yatağa fırlatarak piyanoya doğru yürüdü evet beni gerçekten hiç de nazik olmayan bir şekilde fırlattı. "Sizi medeniyet görmemiş barbar! Bir hanımefendiye bu şekilde davranmaya nasıl cüret edersiniz!" Yastığı aldığım gibi kafasına fırlatınca yastık yüzüne çarparak yere düştü. "Beni oraya getirme hatun!" Yere düşen yastığa tersçe bakarken piyanonun üzerindeki kitabı alınca güldüm. "Nereye? Yatağa mı? Bu uygunsuz bir davranış olmaz mı hocam?"

"Hocam demesi yok mu beni deli ediyor." Ağzının içinde homurdanırken yine benden şikayet edecek bir şeyler bulmuştu.

Elinde tuttuğu kitabı neredeyse her sayfasına kadar kontrol ederken sayfaların içinde küçük bir şey havada süzülerek yere düştü. Eğilip onu alarak doğrulunca parmakları arasında çevirip kontrol etti. "Bunun ne anlama geldiğini biliyor musun?" Bana uzatınca bu boş bir sayfanın kenarından kesilmiş küçük bir parçaydı. Üzerinde ise M ve K yazıyordu Türkçe harfler kullanılmış dahası küçük bir kitap resmi çizilmişti bunun dışında boştu.

M ve K nedir ya?

Burada Türkçe harfleri bilen sadece ben ve kızlar.

Hayır bu mesaj kızların işi değildi onlar böyle ipucular bırakacak kadar zeki değil.

Üstelik harfler çok çirkin gerçi resim de öyle.

Bekle kitap?

M ve K?

Aman tanrım Mühür ve Kalkan!

Medusa'nın odasındayken pusulam ısrarla o kitabı almamı istemişti. Peki son gecemizde o kitaba ne oldu?

Dünya'da mı kaldı yoksa portaldan geçti mi? O kitapta benim için çok değerli bir bilgi olmalı ki biri onu bulmamı istiyor.

"Size piyano çalmamı ister misiniz?"

"Bir mesajdan bahsediyordun?"

"Yanılmışım." İçtenlikle ona gülümsedim. "Dinlemek ister misiniz?" Gözleri hemen arkasında bulunan piyanoyu bulunca şaşkınlığının yanısıra dudaklarında küçük bir tebessüm oluştu. "Memnun olurum." Yataktan inerek ona doğru yürüyüp piyanonun kapağını kaldırdım.

Hissediyorum canavar benim için geliyor o işimi bitirmeden Savcı'ya bilmesi gereken her şeyi anlatmanın tek yolu bu.

Piyano sesi beni rahatlattığı için sadece bu şekilde tüm sırları ortaya dökebilirim.

Yerimi alınca ben otururken o piyanonun yanında ayakta durarak beni izlemeyi tercih etti. "Uzun zaman oldu notaları unutmuş olabilirim umarım kendimi küçük düşürmem." Derin nefes alarak bunun için hazır olmadığımı bilsem de parmaklarım ürkekçe değdi piyanonun tuşlarına. Onunla olan ilk karşılaşmamız aklıma gelince yumuşak notalarla başladım odayı huzur dolu müziğin ahengi sardı. Sınıfa girdiği o ilk gün gözlerimin önünde canlandı piyanonun sesi kalbimin ritimlerine eşlik etti. "Bu bestenin adı Günahın Zehri." Besteleyen ben, çalan ben ve bu beste tam şu anda ilk kez parmaklarımın altında hayat buluyor. İlk kez duyuluyor ilk kez diriliyor.

Henüz bilmiyor ama ona özel bir beste.

"Günahın Zehri aslında benim dünyamda bir masaldan uyarlanmış." Beni izlerken gözlerimi yaşam verdiğim piyanodan ayırmıyordum. "Rivayete göre toprakları feth edilen kötü kalpli kraliçe, halkını korumak için üvey kızı olan prenses Ari'yi bir anlaşmaya kurban eder." Bakalım ona anlatacağım masalı beğenecek mi?

"Ari'nin hayatı üzerine doğduğu gece bir anlaşma yapılır." Yumuşak notalara dokunmaya devam ettim. Sesim ve müzik uyumlu bir tatlılık içinde çıkıyordu. "Ancak kötü kalpli üvey annenin gücü bu anlaşmayı tek başına yapmak için yetersiz olunca generali Karun'dan yardım alır." Başımı kaldırıp sevimlice ona gülümseyince sertçe yutkundu çünkü korku tüm benliğini sardı. Evet her şeyi biliyorum ve şimdi sende bilmediğin her şeyi öğreneceksin.

"Prenses ölü doğmuştur ve onu hayata döndürecek büyüyü general biliyordur ancak bu anlaşmada generalin de bir çıkarı vardır." Bu bir veda ruhumun sürgünü ve bizim için tek veda çok sevdiğim piyanonun eşliğinde olmalı. Annesinden ninniler dinleyen bir çocuk gibi sana sağladığım huzuru hisset. Yatağın altına saklanan bir canavarın varlığı gibi sana yaşattığım kaybetme korkusunu tat ve bizim masalımızı ilk kez benden duy ki daha fazla beni aptal yerine koyma. Benim hayatımı bir kere de bizim masalımızda benden dinle.

"Kız kardeşini korumak için prensesin hayatını geçici olarak ona geri vermeyi sorun etmemiştir general." Güldüm. "Bunun için onu suçlayamayız değil mi?" Ela gözlerinde bir adamın yıkımını görürken parmaklarım ezbere bildiğim notalara şimdi biraz sert baskı vurguluyor. "Ama o gece yani prensesin doğduğu gece bir felaket daha olmuş. Karanlık bir ruh, bir ölü yiyici sürgün edildiği yerden firar ederken gardiyanlardan kurtulmak için prenses Ari'nin ruhuna karışarak onunla birlikte prensesin bedenine dönmüş!" Parmaklarım hırsla piyanonun tuşlarına sert darbeler yaparken yanımda duran adamın bedeni taş kesildi. Evet duyduğu trajediyi idrak etmeye çalışıyordu.

Beni geri çağırmasaydı o canavar asla benimle gelmeyecekti!

"Ari, geri hayata döndü kötü kalpli üvey anne ve general istediğini aldı. Üstelik Ari onlara minnettar olmalıydı değil mi? Ölü bir prensese hayat verip fazladan ona yaşaması için hiç yoktan yirmi dört yıl verdikleri için mutlu olmalıydı değil mi?" Kaşlarımı çatarken piyanonun sesi benim öfkemi haykırır gibi sert çıkıyordu. "Ama öyle olmadı! Ruhlar, canavarı Ari'den almadılar çünkü onu masum gördüler. Anlaşma yapılırken prenses henüz küçük bir bebek olduğu için bu onu masum kılıyordu. Generalin yaptığı anlaşmayı fesh etmesi için ona bir şans verdiler. Yaşamak istiyor mu? O zaman bunu kanıtlamalıydı! Kendi hayatını haketmeliydi! Bunun için ona koştukları tek şart dökmemesi gereken üç gözyaşı!" O kahrolası ruhlar içime karışıp bedenime giren canavarı bir işaret olarak görmüş bana yaşamam için en zor yollarla bir şans vermişlerdi. Hayır hiç biri karşıma çıkıp bana bunu söylemedi, hiç birini görmedim. Bu bilgi doğduğumdan beri hep zihnimdeydi çünkü bana bunu aşılayan onlardı. Her şeyi ama her şeyi kendime unutturduğum oldu ama asla unutmayı başaramadığım tek şey içimdeki canavar ve üç gözyaşı şartı oldu. Onların zihnime yerleştirdiği bu bilgiyi çok uğraştım ama hiç unutamadım.

"Hayatını kazanmak istiyorsa hep güçlü olmalı asla zayıflık göstermemeli aksi takdirde canavar onun için gelirdi." Omuzlarım yenilgiyle çökerken gözlerim dolunca başımı kaldırıp ona baktım. "Üç gözyaşı şartıyla prensese bir hayat vaad ettiler ama canavarın da ödülü vardı...prensesin kalbi." Sürgündeki bir canavar bana tutsak oldu ben hayatım için mücadele ederken o yemeği için kendi mücadesini verecekti. Dökeceğim üç gözyaşı onu doyuracaktı lakin her hatamda beni cezalandırmak onun en büyük cezası. Buradaki çelişkiyi anlıyor musunuz? Üç gözyaşı onun bedenimdeki kafesinden kurtulup kalbimle beslenmesini sağlayacak ama en küçük zayıflıkta ortaya çıkıp beni korkutarak o yaşların akmasına kolay kolay izin vermeyecekti. Ben ise kusursuz bir insan olmalıydım ağlamazsam hakkettiğim hayata kavuşacağım fakat en küçük zayıflığımda canavar bana saldırırken bir ölümsüzü bile kolayca ağlatacak tüm o işkencelere direnip asla ağlamayacaktım. Bize karşı çok acımasız oldular kaderlerimizi birbirine kördüğüm ederek her ikimize bir ödül koydular ve o ödülü birbirimiz için imkansız kılmamızı sağladılar. O kahrolası takas uğruna bize ödül sunarak yıllardır birbirimizi tüketmemizi izlediler!

"Canavar açtı ama ruhların ona yaptığı kara büyü yüzünden prensesden başka bir şey ile beslenemiyordu." Dudaklarım titreyerek başımı salladım. "Ari zayıflık gösterince canavar onu parçalayıp onun kanıyla kendi açlığını bastırıyordu. En acısı da bu işkence gözlerini dünyaya açtığı an başladı küçük bir çocuk için bu ne kadar zor tahmin ediyor musunuz? O çocuk oynamaktan bile korkardı ya kazayla hata yaparsa? Yine canavar onun için gelmez miydi? O hiç çocuk olmadı çocuk olmak nasıl bir duygu hiç bilmedi..." Gözlerini yumduğunda ruhu ağlıyordu. Savcı Gevheri nihayet benim sırrımı öğrenmiş bunun ağırlığı altında ezilerek kahroluyordu. Bana yaptığı şeyin diğer yüzüyle asıl şimdi tanışıyordu.

"Saraydaki herkes prenses hakkında ileri geri konuşur olmuştu. Kimse onun sırtındaki yükü göremiyor herkes onun bu halinden şikayetçiydi. Hatta çok sevdiği ve annesi yerine koyduğu dadısı bile ona deli gözüyle bakmaya başlamıştı çünkü prensesin yazdığı günlüklerden birini okumuştu." Yaşadığım şeyi istesem de birilerine anlatamıyordum bende sayfaları kendi karanlığıma bulayıp kirletiyordum. Önce yazıyor hemen sonrasında kimse görmesin diye tüm hayatımı yazdığım o defterleri içim acıyarak yakıyordum. "Dadısının okuduğu sayfada neler yazıyordu biliyor musunuz?" Bilmeliydi bilecekti de, bugün bana yaşattığı her şeyi bilecekti.

Korkuyorum hemde daha önce hiç olmadığı kadar çok korkuyorum ama bunun gerçek olmadığını biliyorum. Kucağımda duran ellerimle oynuyor eğdiğim başım yerden kalkmıyor papuçlarımın fiyonklu kurdelesine bakıyorum. Bir rüyada olduğumun bilincindeyim evet bunun farkındayım çünkü genelde rüya ve gerçekleri birbirinden ayırt edecek kadar garip bir zihnim var. Bunu nasıl anlatırım bilmiyorum ama yakın zamanda altı yaşına girecek bir çocuğa göre sanki beynimi normal bir insana göre daha iyi kullanabiliyorum.

Henüz ilk okula gidiyorum fakat üst sınıftaki çocukların defalarca okuyup anlamakta zorlandığı şeyleri bir kez okumakla anlıyorum. Yetişkinlerin çözdüğü tüm bulmacaları kolayca çözüyor, ebeveynlerim ben çocuk olduğum için yanımda şifreli konuştuklarında karşı taraftan önce söylemek istedikleri şeyi anlayabiliyorum. Bunlar daha ne ki her insanı afallatacak birçok şeyi kavrıyor ve anlıyorum. Geleceğe yönelik düşünüyor altı yaşındaki bir çocuğa göre başarılı plan ve stratejinin temellerini daha şimdiden hayatıma atabiliyorum. Altı yaşındaki bir çocuk en fazla ileriye yönelik ne kadar düşünebilir? Ben yaşlanınca bile nerede, nasıl, hangi konumda olacağımı düşünüyor daha şimdiden bunun hazırlığını yapıyorum. Bir ucube olmadığımın farkındayım herkes gibi sıradan bir insanım ama sanki zeka olarak bu evrendeki insanlardan çok farklıyım.

Çocuk olduğum halde ben etrafımdaki herkesi kandırıyor çocuk olmanın rolünü yapıyorum.

Bir çocuğun çocuk numarası yapması çok garip değil mi?

Daha kendimde sayamadığım birçok gariplik var çıplak ayakla kalınca aldığım kokuları saymıyorum. Evet sadece beni deli eden bir beynim yok aynı zamanda etrafımdaki her şeyin kokusunu soluyan bir burnum var. Kokuları soluyor yakın veya uzak farketmez o kokunun mesafesini hesaplıyor ve kokunun kaynağının o esnada ne yaptığını beynimde analiz edebiliyorum. Kokular insanlara aitti ama aldığım kokular sıradan parfüm kokuları değildi çünkü benim soluduğum kokuların duyguları vardı. Biliyorum bu çılgınlık ama gerçekten bir kokunun kaynağı olan kişinin mutlu mu yoksa üzgün mü olduğunu soluyorum. Ben sanki insanların ruhlarını soluyordum...

Neredeyse doğduğum günden bu yana uykumda bir şeylerin canımı yaktığının da farkındayım ama herkes sabah bedenimde oluşan morlukları dikkat çekmek için kendim yaptığımı sanıyordu. Bu acılar önce uykuda başladı daha sonra ise ben büyüdükçe gerçeğe döküldü.

Annem inanmıyor bana ama bunu kendime ben yapmıyorum. Onu göremiyorum canımı yakarken hep karanlığı seçiyor ama hissediyorum. Nefesini hissediyorum bu beni ürkütüyor, dişlerini tenimde yaşıyorum bu beni kanatıyor, pençeleri etimi kesiyor bu beni öldürüyor ama kimse bana inanmıyor. İlk başlarda tenimdeki morlukları gösterdim dikkat çekmek için yaptığımı sandılar onları inandıramadım. Daha sonra sivri dişleri ve pençeleri buna dahil oldu bu sefer de ben anlatmadım hepsini gizledim. Konakta biri bile bana inanacağını gösteren bir ışık yaksa hemen bedenimdeki diş ve pençe izlerini göstereceğim ama kimse karanlığıma o ışığı yakmıyor.

Korkuyorum, ben çok korkuyorum.

Hemen sonrasında bütün bunları kendime unutturuyorum evet yapabildiğim başka şey de bu. Zihnimi o kadar iyi kullanabiliyorum ki hangi anıların kalıp kalmayacağı benim elimdeydi. Aslında ilk başlarda bütün bu gariplikleri anneanneme anlatmak istedim ama beni bir akıl hastanesine kapatacağından korktuğum için bende hepsini unutmaya karar verdim. Daha sonra bu döngü hep devam etti beynim beni dehşete düşürdükçe bunu unutup aptal olmayı öğrendim. Garip kokular aldıkça onları unutarak normal olmayı öğrendim. Bir şeyleri unutmanın benim elimde olduğunu farkettikçe onu da unutarak kendime yalanlar uydurdum ve ben bir süre sonra kendi yalanlarıma inanarak normal birine dönüştüm.

Bu şeyler sürekli oldu ama ben sürekli normal olmak için unuttum. Bu kısır döngü tekrarlandıkça ben zihnimde farkında olmadan bir salgın başlattım şimdi ise neyin gerçek neyin hayal olduğunu artık hiç bilmiyorum.

Ben kendi zihnimi hastalıklı bir hâle getirdim şimdilerde her şey karışık, her şey bulanık. Gerçek ve yalan tek bir renkte fazla anlamsız.

Evet farkındayım şu anda bir rüyadayım ama uyanınca gördüğüm rüyayı da kendime unutturacağımın farkındayım. Normalleşmek adına zihnimde başlattığım salgın tüm anılarıma hızlıca yayılıyor her birini gerçek ve yalanla birbirine karıştırıp zehirliyordu.

Belkide şu anda bir rüyayı yaşamıyorum, belkide bu kabus benim gerçeğim. Bilmiyorum ben artık kendimle ilgili hiçbir şey bilmiyorum.

Ben delilik sınırlarını müthiş bir hızla zorluyorum.

Belkide ölüm yaşadığım bu hayattan daha kötü değildir. Belkide ölüm bu kadar çok acıtmıyordur.

Bazen sadece kaybetmek istiyorum.

Annemin günlüğümde okuyunca çok korktuğu sayfayı ona anlatarak burukça güldüm. "O herkesin gıpta ettiği prensesin hayatından küçük bir kesit, nasıl beğendiniz mi?" Bakışlarını suçluluk içinde kaçırdı bana bakmaya cesaret edemedi. Aslında bir yanım onu anlıyordu daha düne kadar Itır için bende hiç tanımadığım bir bebeğin hayatı üzerine böyle bir şey yapardım.
Evet ona hak veriyorum çünkü o şu anda tanıdığı kadına hiç ihanet etmedi. Kız kardeşini saklamak için tanımadığı bir bebeği takasa alet etti tanıdığı Elzem'i değil. Böyle düşününce ona hak veriyorum fakat o bebek şu anda olduğum kişiye dönüştü ve ben onu seviyorum. İşte bu ona kırgın olmamı sağlıyor çünkü insan en çok sevdiklerine kırılır.

"Ve prenses büyüyüp genç bir kadına dönüştü." Biraz sakinleşince önüme dönüp kaldığım yerden piyanoyu çalmaya başladım. "Uzun yıllar sonra bir gün prenses korunaklı şatosundan çıktı. Mevsimlerden kış, hava soğuk ve o gün kar yağıyordu." Buraya ilk geldiğim günü hatırlayınca ne çok korkmuştum. Ne çok afallamış, çaresizliği iliklerime kadar hissederken kızları güvende tutmanın yollarını ne çok aramıştım.

"Ari, ilk kez sarayından çıkmıştı yolunu kaybetti nasıl döneceğini bilmediği için çok korkuyordu ama sonra general ile karşılaştı." Kalbimdeki sevgi notalarda yeşerirken ona bakıp iç çektim. "Generali ilk gördüğü an asıl o zaman çok korktu çünkü kalbi yüzlerce kelebeğe dönüşüp generale doğru uçuşuyordu. General Karun onun küçük dünyasına göre fazla güçlüydü, güçlü ve çok yakışıklı. Ari belkide bu yüzden ondan korktu çünkü Karun'un rüzgarına kapılıp yok olacak bir yaprak gibi savrulmaktan korktu. Ama Ari kayıptı ve onu sarayına sadece general Karun gibi güçlü biri götürebilirdi." Şimdi ki aklım olsaydı onu sınıfta gördüğüm o an hemen dersi terk ederek bu lanet akademiden ayrılırdım.

Bırak ona yaklaşmayı ondan uzak olacak her yere giderdim.

"Prenses kayıp olduğu bu sürede Karun onu birçok duyguyla tanıştırdı bunlardan biri de ihanetti." Parmaklarım son kez notaların üzerinde ahenkle dans ederek kendi bestemi hüznün kırıklarıyla taçlandırdım. "Generalin bilmediği şey prensesin affetmediği tek duygunun ihanet olduğuydu." Son notadan sonra yavaşça ayağa kalkarak onun tam karşısında durdum. "Nefret bile size duyduğum hayal kırıklığının yanında az kalır." Bu saatten sonra artık zor görür beni.

Elimi pusulama attığım an bana doğru atılıp, "Elzem dur!" Bileğimi kavrayınca kolumu sertçe çekerek ondan kurtuldum. "Sakın dokunmayın bana." Kapıya doğru yürürken kolumu tutarak bana engel oldu. "Gerçekten gitmene izin verir miyim sanıyorsun?" Ondan izin istediğimi hatırlamıyorum.

"Gerçekten sizden izin isteyeceğimi düşünüyor musunuz?" Gözlerimi kapattığım an kendimi bedenimin yanında bulmuştum. Ruhum hücrede yatan bedenime doğru süzülürken, "Elzem buraya gel!" Sesini zihnimde duymamın tek sebebi ilk kez beni kölesi yerine koyarak emir vermesiydi. "Canın cehenneme hayvan herif! Eğer emir vererek beni kontrol altına alırsanız aynı şeyi kardeşinize yaparım!" Bedenime girince hemen ayağa kalktım beni zorla odasına götürebilir ama ben bu kadar sinirliyken bunu yaparsa Gediz'in başını belaya sokacağımı iyi bildiği için buna cesaret edemez.

Gediz'in iplerini elimde tutmam umurumda değil Savcı beni zorlamadığı sürece ona asla köle muamelesi yapmam.

Köleliğe karşıyım!

"Buraya geliyor!" Asla kendisini affettirmesine izin vermeyeceğim.

Şu anda koşarak zindana geliyor olmalı.

Aceleyle küçük hücremde yattığım yerden yeni kalkmıştım ki kapı duvara çarparak açılınca Meliz nefes nefese içeri girdi. Saçları alnına yapışmış fazla koşmaktan yanakları kızarmıştı. "Henüz şafak sökmeden seni kaçırsam sorun olur mu çünkü o yaratık yine peşime düştü!" Bir iblisin zamanlaması ancak bu kadar mükemmel olurdu.

"Senden nefret etmiyor olsaydım şu anda seni öpebilirdim Meliz." Ona doğru koştuğumda Savcı buraya gelmeden hemen çıksam iyi olur.

Hücreden çıkınca tüm nöbetçilerin yerde baygın yattığını gördüm en azından onları öldürmemişti. Çıkış kapısının olduğu yöne doğru koşarken karşımızdaki tüm meşaleler bir bir sönünce duyduğumuz kükreme sesiyle duraksadım. Geçeceğimiz yol tamamen karanlığa büründü Meliz ile göz göze gelince aynı anda çığlık atarak geriye döndük. "Geldi daha hızlı koş!" Geldiğimiz yere doğru koşarken zindanda kapana kısıldık çünkü çıkış kapısının olduğu yerden geliyordu.

"Meliz derhal bir şeyler yap!" Adım attığımız her yer karanlığın hükmü altına girerken sola doğru dönerek ışığın olduğu yerlere kaçıyorduk.

"Bizi canlı canlı yiyecek bir şeyler yap artık!"

"Ne yapabilirim o bir ölü yiyici!"

"Işınla bizi! Burası dışında herhangi bir yer olabilir."

"Gerekli hazırlıkları yapmadan portal açmak o kadar kolay değil."

"Tanrı aşkına kendine gel sen bir iblissin! Lütfen tüm kötülüklerini sadece bana saklamayı bırakıp bir şeyler yapar mısın?" Kadın benim dışımda kimseye zarar vermiyor nasıl kötü olacağını ona ben mi öğreteceğim.

"Zamana ihtiyacım var." Yanında geçtiğimiz boş bir hücreye onu ittim. "Acele et sana sadece birkaç dakika kazandırabilirim." Kapıyı üzerine kapatıp koşmayı bıraktım umarım bedenim akşam yemeği olmadan bir şeyler yapabilirdi.

Karşımdaki tüm ışıklar hızlıca sönerken koridorun ortasında öylece duruyorum. "Bunu yapabilirsin evet bunu yapabilirsin." Kendimi cesaretlendirmeye çalışıyorum ama onun ödülü benim. Benimle beslenmediği sürece asla özgür kalıp diğer cesetlerle beslenemez. Yirmi dört yılın açlığını çekerken haliyle ağız sulandıran ödülünü almak istiyor.

Annem haklı onunla yüzleşmeliyim.

"Ammamet!" Adını bağırarak sesli bir şekilde ilk kez söyledim. "Ortaya çık artık!" Yıllardır bana işkence eden yaratığı görmemin zamanı geldi. Buna hiç hazır değilim keşke tanışmak için bu kadar çok acele etmeseydim.

Adını söylediğim an sanki deprem olmaya başladı her yer sallanırken öyle bir kükreme duydum ki, duvara doğru savrularak yüzüstü yere düştüm. "Acele et iblis!" Ellerimi yere bastırıp ayağa kalkmaya çalışırken zemin sallanıyor duvardaki meşaleler yere düşüyordu. Güçlükle ayağa kalkınca tavanda düşmeye başlayan taşlardan kurtulmak için kendimi yan tarafa doğru atarken onu gördüm. "Me-Meliz sanırım yardıma ihtiyacım var." Aman tanrım bu şey de neyin nesi?

Yıllardır içimde böyle bir yaratığı taşımış olamam.

Karşımdaki normal bir yaratık değil aklımda şekillendirdiğim canavardan çok daha korkunç. Bir ağaç kabuğunu andıran pütürlü derisi simsiyahtı. Hafif kambur bir duruşu olduğu için ensesinden başlayıp sırtına kadar tek çizgi halinde ilerleyen kemikten sivri çıkıntılar vardı. Sırtındaki kaburgasının tam ortasında sivri şekilde kalın bir yol çizen bu çıkıntılar siyah kemikten olduğu için her biri mızrağın ucunu anımsatıyor. Aman tanrım bu şeyin tam altı kolu var! Üstteki kolları sıradan insanlarda olduğu gibi zayıf fakat alttaki kolları bacağım iriliğinde güçlü ve kaslı. En alttaki kolları ise kalın ama daha kısa elleri yok bunun yerine bir bıçağı andıran kemikten simsiyah keskin pençeleri vardı. Ayakları iki bacağımın birleşimi gibi güçlü ve kalın. Ayak parmakları yerine zemini kavrayan üç sivri pençe vardı. Göğsünün ortasında kemikli kaburgaları arasında lavlar görünüyor nasıl desem sanki iç organları yerine içi kor bir ateşle doluydu. Pütürlü derisindeki çatlaklardan volkandan sızan lavlar gibi yakıcı bir ateş görünüyordu. İri bedenine göre küçük bir kafası vardı kulaklarının olduğu yerde iki sivri boynuz fazla ürkütücü. Alnının tam ortasında küçük bir delik varken gözleri iki yuvarlak ateşten ibaretti. Burnu varla yok arası ama ağzı felaket bir görünüyordu. Ağız genişliği kulağının olması gereken hizadan diğerine kadar uzanıyordu. Sivri parlak dişleri öyle tek bir çizgide değil aksine ağzının her yerinde dişler fışkırıyor ve dişlerinin arasında salya gibi kırmızı yapışkan lavlar akıyordu. Burnundan dumanlar çıkarırken ağzından akan lavlar yere düşünce herhangi bir ateş çıkmıyor veya zemini yakmıyordu. Belkide lavlara benziyor ama gerçek bir ateş akıtmıyordu bilmiyorum çok garip bir yaratık. Yürümek yerine yerde emekleyerek bana yaklaşırken çok fazla kolu olduğu için bir örümcekten farklı görünmüyor. Eğer bedenimi kendisine yuva yapan karanlığın bu olduğunu bilseydim yemin ederim uykuyu bile kendime yasaklardım. Bu nedir tanrı aşkına!

"Meliz! Seni lanet şeytan her ne yapıyorsan bırak yanıma gel!" Korkuyla bağırınca hücreden çıkıp kafasını uzatmıştı ki onu görünce çığlık atarak tekrar içeri girdi ve kapıyı hızlıca örttü. İnanılır gibi değil!

"Derhal buraya geliyorsun!"

"Onu oyalama işi sen de hatırlatırım!" Bu işten ölmez sağ kalırsam ben ona yapacağımı biliyorum.

Sarsıntı büyürken yukarıdaki kocaman taşlar yere düştü. Her ikimizin arasına devasa bir taşın düşmesiyle rahatladım. Sanırım bu depremi o yapmıyor Meliz içeride her ne halt yiyorsa onun yaptığı bir şey olmalı. Kafama düşmek üzere olan bir taştan kurtulmamı sağlayan şey tam zamanında içeriden çıkan iblisin üzerime atlamasıydı. Biz yere yuvarlanırken kocaman bir taş az önce olduğum yere düşmüştü. "Hadi!" Kolumu tutarak beni kaldırınca her yerden toprak akıyor taşlar üzerimize düşüyordu. Burası yıkılıyor!

Sarsıntı gittikçe şiddetlenirken, "Elzem!" Savcı'nın sesini duyunca daha onu göremeden çıkışın olduğu yerdeki zemin tamamen yıkılarak yolu kapattı. Ayakta zor duruyoruz tek kurtuluşumuz olan çıkış yıkılarak kapandı. "Şuraya bak!" Meliz bağırarak duvarı gösterince çığlık çığlığa birbirimize sarılarak bağırdık. O şey gerçekten de bir örümcek gibi düz duvara tırmanarak süratle bize doğru geliyordu. Bunu gerçekten yaşıyor olamam!

"Lü-lütfen bana herhangi bir kapıyı açtığını söyle!" Yaratık kükreyince bağırarak bana daha sıkı sarılırken, "Sanırım bir tane açmayı başardım ama bizi nereye götürür bilmiyorum." Buradan gidelim de nereye olursa razıyım.

Bu kadına sarılmış olamam değil mi?

Daha neler göreceğim kim bilir!

"O vakit ne halt yiyoruz koş hadi!" Ondan ayrılıp hücrenin açık kapısına koştum tam içeri girecektim ki, duyduğum acı dolu bir haykırış ile başımı çevirip arkaya döndüm. Meliz yere düşmüş kocaman bir kaya onun bacakları üzerinde duruyordu. Canavar sadece on saniye içinde ona yetişecek hücreye bakınca yere düşen her şeyi içine çeken kara deliği gördüm. "Ya-yardım et yaratık beni bu bedene hapsetti şimdi ölürsem bir daha dirilemem." Bedeninde çıkamıyor mu? Savcı'nın beni Cennet'in bedenine hapsettiği gibi aldığı son bedenin içine sıkışıp kalmış olmalı.

"Senden kurtulma şansını geri kaçırayım mı? Asla olmaz." Canavar ile aynı anda ona yetişirdik bu her ikimizin de sonu olurdu ama şimdi geçite atlarsam kurtulabilirim.

Kendi hayatımı düşmanım için feda edecek değilim ölmesi işime gelir.

Ona sırtımı dönüp geçite doğru koşmaya başladım tam atlayacaktım ki, "Elzem!!" Korku içinde öyle bir çaresizlik içinde bağırdı ki, "Senden nefret ediyorum beceriksiz şeytan!" Her ikimize de küfürler yağdırıp kafama düşen sivri taşlar her yerimi keserken sarsıntının içinde ona doğru koşmaya başladım. Burası saniyeler içinde yıkılacaktı ne diye geri döndüm aklım almıyor.

Canavar onun üzerine eğilmiş sivri pençeleri tam onun boğazına geçirecekti ancak bir anda geriye doğru savruldu. Kan kırmızısı gözleri siyah rengini alınca dudaklarımda dökülen tek fısıltı, "Itır." Olmuştu. Bu Itır'ın enerjisiydi tünel kapandığı için buraya gelemiyorlar ama dışarıdan müdahale ederek tam zamanında canavarı geri püskürttü. Zindan yıkılmaya başlayınca hepsi benim için buraya koşmuş olmalı.
Ancak o an bir şey oldu canavar acıyla kıvranırken çığlık atarak dizlerimin üzerine yığıldım. Ağzım ve burnumda dumanlar çıkarken öyle bir haykırdım ki, benim sesim ile yaratık daha çok sinirlenip pençelerini yere geçirmeye başladı.

"Bu da ne şimdi?"Meliz'in şaşkın sesini güçlükle duyarken tırnaklarımı yere bastırarak kusmaya başladım. Itır'ın karanlık gücü siyah dumanlara dönüşüp ağzım ve burnumdan girdikçe iç organlarımı zehirliyor kan kusmamı sağlıyordu.

"Gediz durdur Itır'ı hemen!" Kalan son gücümle bağırırken nerede olursa olsun kölem olduğu için beni duyardı. Saniyeler içinde acı kesilince nefes nefese kalmıştım.

Hemen Meliz'e doğru emekleyip bacaklarının üzerindeki büyük taşı itmeye çalıştım. "Dikkat et!" Meliz bağırınca başımı yukarı kaldırdım tavandan kopup üzerime düşmek üzere olan taş ile bağırarak ellerimi yüzüme siper ettim. Ezilmeyi beklerken hiçbir şey olmayınca gözlerimi açarak yukarı baktım ve üzerime eğilerek bana siper olan devasa yaratığı gördüm. Benim boyumun üç katı olan şey bir devi andırıyordu.

O az önce beni korudu mu?

"Uzak dur ondan!" Meliz avuçladığı toprağı onun gözlerine savurunca kükreyerek geriye çekildi. Ancak hemen arkasında yıkılmak üzere olan duvara çarpınca enkazın altında kalmasıyla göğsüme tutarak bağırdım. Canım o kadar çok yanıyordu ki sanki kaburgalarım kırılıyordu. Kahretsin bu acı dayanılacak gibi değil. "Elzem yardım et." Meliz acı çığlıklar atarak eğilince çektiğim acıya rağmen büyük taşı onun bacaklarının üzerinde çekmeye çalıştım. "Ge-geçit kapanmak üzere." Kanlar içinde kalan bacakları yüzünden güçlükle konuşurken canı çok yanıyor olmalı ki gözyaşlarını gizleyemiyordu. Benim de canım çok yanıyor enkazın altında çıkmaya başlayan canavar yüzünden acı çekiyorum.

Avuç içlerim soyulup kanarken ayağa kalkıp haykırarak taşı kavradım ve tüm gücümle kaldırdım. "Cehennemde de birbirimizden kurtuluş yok anlaşılan!" Ellerini kullanarak ezilmiş bacaklarını çekince dişlerimi sıkarken daha fazla dayanamayıp taşı bıraktım. Neyse ki tam vaktinde bacaklarını çekmişti.

"Bana tutun." Bacaklarına basamıyordu kolunu omuzuma koyup güçlükle onu kaldırınca öyle bir bağırdı ki, kanlar akan ayakları düşündüğümden daha kötü durumdaydı. Yaratık kendisini toparlayıp öfkeden köpükler saçarak bize doğru gelirken depremden dolayı sürekli sağa sola sallanıyorduk. Üstelik Meliz bu haldeyken kurtulmak çok zor. Belini kavrayıp acısını kendi bedenime çekerken şimdi her ikimiz de acıdan çığlıklar atarak hücreye doğru gitmeye çalışıyoruz. Kahretsin parmaklarıma sızan acısı dayanamayacağım kadar yoğun lakin ben onun acısını aldıkça en azından biraz da olsun bacaklarını hareket ettirebiliyordu. Üzerimize taşlar düştükçe kötü yara aldığımız için daha büyük olanlardan kurtulmaya çalışıyorduk.

Nihayet hücreye girmeyi başardık daha fazla yürüyerecek halimiz kalmadığı için yere düşmemiz uzun sürmedi. Her ikimiz de düşünce zemindeki girdap fırtınalar çıkartarak yıktığı her şeyi içine çekiyordu. Meliz fırtınaya kapılıp portala çekilirken canavar bana yetişip ayak bileğimi kavradı. "Bırak beni!" Yüzüstü düştüğüm yerde tırnaklarımı zemine geçirirken ayağımdan çekerek beni hücreden dışarı çıkartıyordu. "Elzem!" Meliz son anda elimi yakaladı ancak her ikimiz de yerde yüzüstü bir pozisyonda olduğumuz için portal onu kendisine doğru çekerken canavar da beni portaldan uzaklaştırmak için hücrenin dışına çekiyordu. Zindan yıkılıyor toz toprak içinde kaldık her yerde kocaman taşlar düşüyordu. Üstelik portal gittikçe küçülüyordu Meliz elimi bıraksa geçitten geçerek kendisini kurtarabilir fakat beni şaşırtarak bunu yapmıyordu.

Canavar beni asla bırakmazdı. "Git hadi benimle işi bitene kadar kurtulursun!" Diğer eliyle de bileğimi kavrayıp daha sıkı tuttu. "Cehenneme birlikte gideceğimizi unutmuş olamazsın!" Bu iş gittikçe garipleşmeye başlıyor.

Portal sadece bir insanın geçebileceği kadar küçülünce deprem de gittikçe yavaşlıyordu. Depremi yaratan portaldı o kapanınca sarsıntı durabilir fakat bu olursa canavara karşı son şansımızı da kaybederiz. Saçlarım uçuşurken ayak bileğimde öyle yakıcı bir ısı hissettim ki, canavar ile aynı anda acıyla haykırırken ayağımı bıraktığı an Meliz girdabın içine girerken peşinden beni de çekti. Her ikimiz de portalın içine girdiğimiz an geçit kapanmış canavar dışarıda kalmıştı. Teşekkür ederim Mara, evet o yakıcı büyünün sahibi oydu çünkü enerjisini hissettim.

*****

"Size söyledim ormanda kamp yapıyorduk fakat vahşi bir hayvanın saldırısına uğradık. Kendimi iyi hissetmiyorum daha sonra ifade versem olur mu?" Meliz'in sesini duyunca inleyerek gözlerimi açtım bir yatakta yatıyordum. Kapıdan gelen sesler sanırım birilerinin çıktığını gösteriyor. "Neler oluyor?" Güçlükle doğrulurken hemen yan tarafımda bacakları alçıda asılı bir şekilde yatakta yatan kadını gördüm.

"Dünden beri uyuyorsun Elzem." Son günlerde uykuyla aram kötü olduğu için uykusuz kalıyordum uzun süre uyumuş olmam beni şaşırtmadı. "Neredeyiz?" Uykulu gözlerim odanın içinde gezinirken gördüğüm canlı renkler, serumlar, dolaplar ve tavandaki lamba ile sertçe yutkundum. "Aman tanrım geri mi döndük?" Duvardaki priz yeri bile burada elektiriğin çoktan bulunduğunu gösterirken kalbim göğsümde heyecan içinde çırpınıyor bunun rüya olmasından korkuyorum.

Lütfen, lütfen, lütfen bu gerçek olsun.

"Siz faniler nasıl dersiniz? Ah buldum! Sana bir iyi bir de kötü haberim var hangisini istersin?" Hasta önlüğünün içinde gülerek bana bakıyordu.

"İyiden başla."

"Evet geri döndük şu anda Ankara'da bir hastanedeyiz." Omuzlarım rahatlayıp çökerken tuttuğum nefesimi sesli bir şekilde verdim. Şükürler olsun geri dönmüştüm en azından takas gününe kadar ailemi son kez göreceğim bu tek arzumdu. Babama son bir kez daha sarılma şansım var, Sıraç'a doyasıya veda edebilirim ve Yavuz'u son kez görebilirim. Anneannemin mezarına giderek ihmal ettiğim gülleri bırakabilir, tüm öğrencilerimin kapısını çalıp son kez her biriyle hasret giderebilirim. Onlar benim çocuklarım gibiydi en az ailem kadar her birini çok özlemiştim. Kızları da getirmeyi çok istemiştim hatta eğer sadece bir haftam kalmasaydı bir şekilde geri döner onları da buraya getirmeye çalışırdım. Lakin sayılı günlerim kalmışken ve Itır'ın bana yaptığı şey yüzünden artık kimse için bir şeyler yapmak içimden gelmiyor. Yıllardır etrafımdaki herkes için çırpınıp durdum hiç birinin buna değmeyeceğini Araf bana çok güzel öğretti. Ne olmuş yani kızlar hücrede bana yardım etmişse? Onlar bunu bir kez yaparken ben onları hep korudum asla benim yaptıklarım ile kıyaslanamaz. Doğa dışında oradaki kimsenin benim için bir değeri kalmadı evet sadece Itır'ı değil Mara'yı da sildim. Oraya gittiğimiz ilk günden beri en az Itır kadar şımarıklık yaparak bana zorluk çıkardı. Birlikte çıkışı aramak varken onlar benim hizmetçilik yaparak kıvranmamı izlemeyi seçtiler. Son olanlar bana iyi bir ders oldu artık ne hâlleri varsa görsünler.

Hepsi elbirliğiyle içimdeki tüm iyi niyeti yok etti bu saatten sonra kime ne olduğu umurumda değil.

Beni bir bencile çeviren onlar oldu şimdi hepsi tek başına.

Derin bir nefes verirken, "Elzem bu nasıl mümkün oldu bende anlamıyorum." Kafası karışmış bir şekilde bana dönerken yeşil gözleri olanları sorguluyordu. "Bizi akademinin dışına çıkartacak bir geçit açtığıma eminim ama o an hücredeyken garip bir şey oldu. Sanki biri bedenimdeydi çünkü dudaklarımda çıkan sözcükler bana ait değil gibiydi. Üstelik hücreye girdiğim an zemindeki tüm o işaretler önceden geçit için gereken hazırlıkların yapıldığını gösteriyordu." Ona inanıyorum çünkü hücredeyken şarkı üzerinden bana verilen mesajlardan biri canavardı. O şarkıyı canavarın saldırısına gerçek anlamda uğradığım gün ortaya çıkardım. Şimdi mesajı daha iyi anlıyorum canavar ve kitap? Demek istediği seni canavardan kurtaracak büyü Mühür ve Kalkan kitabında saklı. Meliz'i şaşırtıp benim dünyama geçiti açan kişi de aslında oydu değil mi? Kitabı bulmamı istiyordu.

Peki o gizemli kişi kim?

"Kötü haber neydi?"

"Sol tarafına bak." Başımı çevirdim ve o an dudaklarımda dökülen tek şey, "Yok artık!" Bu nasıl mümkün olabilir?

Bir daha hiçbir şey için imkansız kelimesini kullanmayacağım.






































Evet oldukça uzun bir bölüm oldu peki Elzem ne görmüş olabilir? Onu bu kadar şaşırtan ne gördü sizce?

Elzem ve Meliz'in yeniden eve dönmelerini bekliyor muydunuz? Elzem geri dönmeyi hep istiyordu ama şaka gibi bir şey oldu kızlar yerine Medusa ile döndü.

Canavar her ikisine zindan da bir hayli zor zamanlar geçirdi peki Meliz'e müdahale edip geçiti fanilerin dünyasına açan kişi kimdi?

Aynı kişi hücrede Elzem'e ipucular bırakıp ona canavardan kurtulmanın yolunun kitaptan geçtiğini anlatan kişi. Peki bu kişi veya kişiler kim ve Elzem'e neden yardım ediyor?

Aslında bu gizemi çözmek için çok uzun süre beklemeyeceksiniz yeni bölümde Elzem birçok sırrı daha açığa çıkaracak.

Peki canavar neden onların peşinde bir tahmini olan var mı?

Üstelik canavar zindanda Elzem'i korumaya çalıştı gerçekten de Elzem'in düşündüğü gibi onunla beslenmek için mi peşinde? Yoksa Elzem'den farklı bir şey mi istiyor?

Elzem bu bölümde Savcı'ya bir masal üzerinden her şeyi bildiğini gösterdi ve hemen sonrasında zindan yıkıldı kızlar kayboldu. Geride kalanlar ne yapacak dersiniz?

Peki Elzem ailesine gidince neler olur derseniz?

Yeni bölümde görüşmek dileğiyle hepiniz Allah'a emanet olun canlarım.💙

Fortsæt med at læse

You'll Also Like

414K 32.9K 23
Rosanna Camborne, bir kitap yazarıdır ve aklındaki karakterleri kelimelere dökmeyi planladığı sırada işler bambaşka gelişir. İlkel bir zamana ve haya...
7K 742 6
Derin denizlerin en derinlerinde ışıklı bir yol gördü genç kadın. Zihninin kendisine oyun oynadığının farkındaydı ama tek istediği su yüzünde ciğerle...
77K 389 1
Yıllar önce terk ettiği sevgilisi, elinde bir silahla gecenin karanlığında Umut'un arabasına bindiğinde, yaşanacak olayların fitili de ateşlenmiş old...
281K 24.6K 45
Astsubay Kıdemli Başcavuş Tuğra Duman, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin seçkin bir birimi olan Pençe timinin yardımcı komutanıdır. Görev, sınır ötesindeki...