MEDUSANIN ÖLÜ KUMLARI (Kitap...

By Maral_Atmc6

6.9M 629K 1.2M

Elzem Akay'ın sıradan ama güzel bir hayatı vardı. En iyi okullarda okumuş, en güzel oyuncaklara ve kıyafetler... More

KİTAP KAPAĞI VE DUYURU
(1) Mühür ve Kalkan.
(2) Tarot Kartı.
(3) Kim Olduğunu Biliyorum.
(4) Kalkanlar.
(5) Neredeyiz Biz?
(6) Parazitler.
(7) Akademiye Doğru Yolculuk.
(8) Ben Ve Hizmetçi Olmak Mı?
(9) Kazara Ayin.
(10) Sürpriz Misafir.
(11) Kim Efendi Kim Köle?
(12) Ruhumdaki Mühür.
(13) Zindan ve Ruh.
(14) Kayıp Şaşkın Bir Ruh.
(15) İstenmeyen Öğrenci Olmak Zor.
(16) Saflar Tutuluyor.
(17) Karanlığın Gizlediği Korkular.
(18) Aksilikler Bir Değil Ki!
(19) Buz Festivalinin Korkunç Yüzü.
(20) Meydan Okuma.
(21) Bitmeyen Gece.
(22) Çocuk Kadın.
(23) Küçük Baş Belası.
(24) Evlilik Mi?
(25) Yorgun Düşüyor Gibiyim.
(26) Sürpriz Ziyaretçiler.
(27) Gizli Gerçekler.
(29) Prenses Ari Ve General Karun.
(30) Geçmişe Doğru Yolculuk.
(31) İnfaz.
(32) Oyun İçinde Oyun.
(33) Yolculuk.
(34) Zindanlarda Ki Sır.
(35) Bedenimdeki Azap.
(36) Veda.
(37) Geri Dönmeyeceğim.
(38) Avcılar.
(39) İktidar Yarışları.
(40) Asıl Suçlu Kim?
(41) Zehirli Elmayı Bir Tek Pamuk Prenses Yemezdi.
(42) Kovulmadım, İstifa Ettim!
(43) Ölümsüz Olmak Mı?
(44) Bir Nefes Kadar Yakınındayım.
(45) Küçük Zararsız Yalanlar.
(46) Büyük Sürpriz.
(47) Hayal Kırıklığı.
(48) Ruh Kapanı.
(49) Geçmişin Enkazı.
(50) Aradığımız Masumiyet.
(51) Benim Şarkım.
(52) Sessiz Çığlıklar.
(53) Bazı Günahların Affı Olmuyordu.
(54) Medusanın Kızı.
(55) Kalbim Yasta.
(56) Ninfalar.
(57) Tanrıların Piyonu.
(58) Geldiğin Yere Geri Dön!
(59) Zamanın Ötesinde.
Duyuru
(60) Tanrı Tanımaz Asi.
(61) Büyü Artık!
(62) Bana Anılarımı Geri Ver.
(63) Kendinin Gölgesi.
(64) Küllerinden Doğmak.
(65) Garip Bir Meyve.
(66) Ansızın Gelen Teklif.
(67) Rüyalarda Buluşmak.
(68) Canavar Ve Güzel.
(69) Geleceği Düşlemek. (FİNAL!)
Buraya Toplanınn

(28) İhanet.

89.2K 10K 21.7K
By Maral_Atmc6

Ben bugün ilk kez beni bırakıp gittiği için anneme kızmadım. Bir enkazı görmek zorunda kalmayacak diye ben bugün ona gönül koymadım.

Çok sevmek de acıtıyormuş.






Kabus gibi bir gün geçiriyorum çünkü Asil ve Hafız haklı çıkmıştı gerçekten de kaybolduk! Asıl trajik olan ise sadece ormanda kaybolmadık aynı zamanda birbirimizi de kaybettik. Gediz'in peşine takılıp hareket ederken bir süre sonra sadece kar değil sis de bastırınca göz gözü görmez olmuştu. Daha önce hiç bu kadar yoğun bir sis bulutunun içinde kalmamıştım inanılır gibi değil ama gerçekten çok yoğundu. Atlar huysuzluk çıkartınca mecburen çantalarımızı alıp attan inmiştik lakin önümüzdeki ağacı bile göremezken hareket etmek en az bir arada kalmak kadar zordu. Savcı defalarca ayrılmamamız gerektiğini yoğun sis bulutunun içinde bağırarak söylese de kızların yaşadığı korku onlara panik olarak dönünce her biri bir yerden bağırmıştı. Sonuç ise erkekler onların sesine doğru koşarken ben öylece olduğum yerde hiç kımıldamadan kalmıştım. Evet gerçekten uslu çocuklar gibi küskün bir tavır takınıp olduğum yerde öylece durdum.

Amaç neydi onu da bilmiyorum.

Savcı çok sonradan gelip beni bularak o sisin içinde çıkarmıştı evet sisin içinden çıktık ama karın daha yoğun olduğu bir bölgeye girmiş bulunuyoruz. Soğuğu unutmak için kendimi gevezeliğe vurdum ama sanırım birileri sohbetimden pek memnun değil. "Bir filmde izlemiştim tıpkı bizim gibi kadın ve erkekten oluşan bir çift ormanın derinliklerinde hareket ediyordu." Buz gibi karın içinde bata çıka ilerlerken önde giden adam acaba mola vermeyi düşünüyor mu?

"Hocam! Hadi ama Savcı hoca beni burada bırakamazsınız." Bağırarak peşinden koşmaya başladığımda bana göre adımları daha büyük olduğu için ona yetişemiyorum.

"Filmin devamını anlatayım mı?"

"Hayır!" Kaşlarını çatarak bana doğru dönünce kimbilir yine kızacak ne bulmuştu. "Yola çıktığımızdan beri bana birçok film dediğin o şeyden anlatıyorsun, fakat gel gör ki hepsinin finalinde erkek karakter farklı şekillerde ölüyor." Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdığımda sonunda bir tepki verebilmişti.

Filmleri bile bilmiyorsa ona arabalardan hatta uçaklardan bahsetsem tepkisi ne olur ki?

Veya bir ulakla mektup göndermek yerine akıllı telefonların daha iyi iş çıkardığını?

"Ah hayır sevgili öğretmenim bu sefer ki farklı." Ona şirinlik yaptığımda kaşlarını usulca yukarı kaldırıp, "Anlatmadan susmayacaksın değil mi?" Gülerek başımı salladım bu sıkıcı yolculuğu daha eğlenceli hâle getirmek varken niye susayım ki?

Susunca kafamdaki ona yönelik cinayet senaryoları ortaya çıktığı için bence beni susturmasın.

Tekrar yürümeye başladığımızda ben heyecan içinde hâlâ ona filmi anlatıyordum. "Sonra kurtlar her ikisinin etrafını sarmıştı."

"Ve erkek karakter öldü?"

"Hayır hocam erkek karakter büyük bir kahramanlık gösterip kadını kurtararak onları atlattı. Fakat arabaya binip yola çıktıklarında büyük bir kaza geçirdiler."

"O kazada erkek karakter öldü değil mi?"

"Hayır tabii ki her ikisi de kurtulmayı başardı hatta başka bir araba durdurup ona bindiler ama arabayı kullanan kişi hiç tekin değildi."

"O öldürdü erkek karakteri değil mi?"

"Tanrı aşkına neden erkek karakteri öldürmek istiyorsunuz?" Ciddi misin dercesine bana bakıyordu. "Şu ana kadar anlattığın her şeyde kadın bir şekilde kurtulurken erkek olan hep öldüğü için olabilir mi?" Öyle mi ya hiç farkında değildim, ama Itır'ın bana zoraki bir şekilde izlettirdiği filmlerden de ancak bu kadar olur.

"Evet şöför kötü biriydi ama onu atlatıp eve dönmeyi başarıyorlar." Adım atmayı bırakıp durunca şaşırarak bana bakıyordu. "Hayret bu sefer erkek karakter ölmedi." Hikâyenin başından beri erkek karakterin hangi kısımda öleceğini beklemek kolay olmasa gerek.

"Ben ölmedi demedim ki?"

"Eve geldiklerini söyledin diye hatırlıyorum?"

"Evet ama eve gelince adam tam eşiği çıkacakken ayağı kayıyor sonrasında düştüğü yere başını çok kötü çarptığı için oracıkta ölüyor." Bana doğru öyle bir dönüşü vardı ki tam şu anda boğazımı sıkmak ister gibi bakıyordu. "Yolculuk boyunca bana tek bir şey daha anlatırsan bu sefer ölen erkek karakter olmayacak!" Kıkırdayıp başımı salladım sanırım kardeşimin film zevki pek hoşuna gitmemişti.

Yaklaşık bir saat daha yürüdüğümüzde yağan kar yüzünden benim artık ne adım atacak halim kalmıştı ne de ayakta duracak gücüm. Çok soğuk olduğu için bedenim histeri bir krizin eşiğinde titrerken hissettiğim tek sıcaklık nefesimdeki buhar. Üstelik karnımda çok açtı lakin çantamdaki erzakları çıkartıp yiyemeyecek kadar üşüyorum. Geçen her dakika da güçten düştüğüm için ne zaman tökezlesem Savcı tetikte olduğu için düşmeme izin vermeden beni tutuyordu. "Be-ben daha fazla devam edemeyeceğim. Sizin dünyanıza ait olmadığım için ne sizin gibi ölümsüzüm ne de dayanıklı." Ben bu vahşi dünyaya göre fiziksel güç olarak fazla zayıf kaldığım için uzun süre bu kışa dayanamam.

Kendi dünyamı ve kendi evimi özlemiştim.

Ela gözleri endişesini gizleyemezken, "Çok az kaldı." Boynundaki atkısını çıkartıp boynuma sararak burnuma kadar doladı. "Geceyi geçirecek bir sığınak bulmalıyız. Karanlık çöktüğünde Arafta birçok tehlike ortaya çıkar." Bunu biliyorum günahlar şehrinde güvenli hiçbir yer yok ki.

"Kaybolduk değil mi? Bununla ilgili de bir film izlemiştim." Dudaklarımdaki atkısı yüzünden sesim boğuk çıkarken gülerek başını iki yanına doğru salladı. "Biz değil başından beri kaybolan o aptallar, biz sadece onları bulmaya çalışıyoruz." Ne yani ben saatlerdir kaybolduğumuzu düşünürken aslında biz o baş belası çocukları mı arıyoruz? Kardeşimin başına bir şey gelirse o insan yıkımının benden çekeceği var çünkü yola çıkmadan önce ne kadar iyi iz sürdüğünü anlatıp duruyordu!

Neyseki Hafız onlarla birlikteydi de içim az da olsa rahattı.

"Artık devam edelim mi? Önce kalacağımız bir sığınak sonra ise ateş için kuru odunları bulmalıyız." İnanır mısınız hiç devam edesim yok, ben şuraya kıvrılıp uyuyayım o her şeyi hallettikten sonra beni çağırsa olmaz mı? Ayrıca kar dizlerime kadar gelirken o kuru odunları nasıl bulacağımızı düşünmek bile istemiyorum.

"Be-ben çok üşüyorum daha fazla yürüyemem." Beni sisin içinde bulduğunda ceketini vermişti şimdi de atkısını verdi o da çok üşüyor ama ben ona göre daha fazla zayıfım.

"Dayanmalısın." Yüzümü soğuk avuçlarının içine alınca bunun için adeta bana yalvarıyordu. "Farkındayım bizim kadınlarımıza göre bu havalara alışık değilsin ama tüm kadınlarımızdan daha inatçı olduğunun da farkındayım." Anlamadığı şey hem lanetim hem de bedenimdeki yaralar beni bitirirken kar olmasaydı bile ben her şekilde devam edemem.

"Üz-üzgünüm." Çenem titrerken gözlerimi daha fazla açık tutamıyorum. "Ama uy-uykum var..." Gözlerim kapandığı esnada daha yere yığılmadan hızlı bir hareketle beni kucağına aldığını biliyorum ancak daha sonra küçük bir sarsıntıdan sonra kucağında ben varken diz çöktüğünü de hissettim. "Takva!" Gözlerim kapalı olsa da uykuya direnen bilincim hâlâ açık olduğu için ikinci kez ondan bu ismi duymuştum.

Takva dediği ruh onun sağ kolu gibi bir şey olmalı.

Veya kölesi malum efendimiz kölelere doymuyor!

Ama dur ben göstereceğim ona köleyi tabii öncesinde bu soğukta hayatta kalmayı başarmalıyım.

*****

Duyduğum çıtırtı sesleriyle gözlerimi aralayınca yakınımda yanan ateş ile mırıldanarak uzandığım yerden doğrulup oturdum. Odun kokuları beni gevşetirken yanan ateş bedenimi ısıtacak kadar yeterliydi. Başımı çevirip etrafıma bakınca nemli gölgeli duvarlar bir mağarada olduğumu gösteriyordu. Biraz ileride mağaranın çıkışı görünüyordu hâlâ kar yağdığına göre bir süre daha burada kalacağımızı gösteriyor. Bu ayazda tekrar dışarı çıkmaya cesaret edeceğimi hiç sanmıyorum. Yan taraftaki taşların üzerine kuruması için astığı şey benim pantolonum ve kazağım mı? Afallayarak başımı eğince üzerimde onun kazağını görünce yutkunarak aceleyle ayağa kalktım. "Hayır bunu yapmış olamaz!" Onun kazağı elbise gibi dizlerime kadar uzanıyordu ama benim sorunum çıplak bacaklarım değildi bacaklarımda ki pençe izlerini görmüş olmasıydı. Üstelik iç çamaşırı giymemiştim o beni soyarken bunu hiç düşünmedi mi? "Bana bunu yaptığına inanamıyorum!"

"Yapmadım da, seni giydiren Takva'ydı ve ben o esnada dışarı çıktım." Ürkerek arkamı dönünce kucağındaki odunlar ile mağaraya giren kişi aklını kaçırmış olmalı çünkü üzerinde pantolon dışında hiçbir şey yoktu. Kazağını bana verdiği için bu normal ama odunları ateşin yakınına bırakıp doğrulunca kavruk bronz teni dikkatleri üzerine çekiyor. Benim dünyamda böyle sıkı bir vücuda sahip olmak için insanlar spor salonundan çıkmazken bu barbarlar akşama kadar kışlada kılıç vuruştukları için kendiliğinden oluşan bir şeydi.

Ben bile formumu korumak için kaç diyetisyen ile çalışmıştım ama burada diyetisyene hiç gerek yok malum çok yakında her yerimde elma ağacı fışkıracak.

"Takva kim?" Ateşin yanına oturup ısınmaya çalışırken benden tarafa hiç bakmadığı dikkatimden kaçmadı. "Arkadaşım." Kuru bir cevap vererek üşüyen ellerini ateşe doğru uzatırken canı sıkkın gibiydi. "Bunu sana kim yapıyor?" Bedenimdeki yaralardan bahsediyordu büyük ihtimalle Takva ona her yerimde olan yaralardan bahsetmiş olmalı zaten sadece bacaklarıma bakınca bile bunu görebilirdi. Festival gecesi de gördüğü için kafasındaki şüpheler onu deli ediyor olmalı.

"Takva bir kadın mı?"

"Bir erkeğin seni soymasına izin verir miyim sanıyorsun?"

Sinirli bir sesle konuşunca gülerek yanına oturmak için ona doğru yürüdüm fakat hâlâ ateşe bakarken elini kaldırıp beni durdurdu. "Gözlerimin sana değmeyeceği bir yere otur hatun." Bu ortaçağ insanlarını anlamıyorum alt tarafı sadece bacaklarım görünüyordu burada bana her defasında namussuz muamelesi yapılıyor.

Mümkün olsa onu kendi dünyama ışınlar özellikle denize götürürdüm oradaki insanları görünce bakalım ne yapıyor?

"Odamda da bacaklarımı gördünüz Savcı hoca?"

"Bir yanlışı başka bir yanlış ile kapatacak biri değilim."

"Kadınlarınız fazla aptal."

"Kadınlarımız kendilerini sadece eşlerinin yanında açacak kadar akıllı." Onlara göre bu doğru ama arada kültür farkı olduğu için bana göre de bu yanlıştı.

İnadına onun yanına oturunca homurdanmasını kulak ardı ettim onun canını sıkmak en keyifli uğraşım. "Elzem-"

"Bilmiyorum." Yaralarımı soracaktı ondan önce davranıp onu susturdum en büyük yarayı o açmışken sebep olduğu şeyleri sormasın.

"Birileri sana zarar verirken bunu gizlemen aptalca!" Oysaki herkes bana zarar veriyor o bile bunu yapıyor ama herkes bir diğerinin açtığı yarayı görüyor.

"İnsanlar fazla garip Savcı hoca."

"Ne konuda?"

Boş gözlerle ateşi izlerken onun da beni izlediğini biliyorum. "Zayıf gördüklerine acırlar ama güçlü olanı da acınacak duruma düşürürler." Herkes için ben güçlüyüm ya o yüzden nasılsa ona bir şey olmaz diye herkes kırıp geçiyor işte. En basitinden alttan almasam öz kardeşim bile bunu yapacak potansiyelde.

Az önceki tüm sözlerini çiğneyip başını eğerek bacaklarıma baktı. Eli dizimin hemen üzerinde duran dört pençe izinin üzerinde durunca dişlerini sıktı. "Bunlar bir insana ait izler değil bana söyle seni ondan kurtarabilirim!" Tenimdeki derin yara izlerine bakarken o esnada canımın ne denli yandığını kafasında canlandırıyor iyice çıldırıyordu.

"Ben yaptım."

"Bu küçük kadınsı ellerle mi?"

"İnanmıyor musunuz?" Kazağın eteklerini biraz yukarı sıyırıp bacağımda sağlam bir yer bulmaya çalıştım ama vicdansız şey doğramadık yer bırakmamış. Üzerimde ne çeşit bir güç kullanmış hayretler içinde izliyorum!

Üst taraflarda daha çok yara olduğu için kazağın eteklerini yeniden aşağıya çekiştirdim. Sağ dizimin altında küçük bir boşluk görünce kahkaha attım. "Burayı boş bırakmışım." Şu anda onun gözlerinde akıl hastası bir deliden farkım olmadığına eminim.

"İzninizle." Kemerindeki bıçağı alarak bacağımda bulduğum boşluğa yaklaştırınca canımı yakacak bir sertlikle bileğimi yakaladı. "Sen çıldırmışsın kaçık kadın!" Bıçağı elimden alıp mağaranın duvarına fırlatınca üzülmüş gibi dudaklarımı sarkıttım. "Ama size bu yaraları nasıl açtığımı gösterecektim." Blöf yaptım canımın acımasına dayanmayacağını bildiğim için bana engel olmasını bekliyordum. Evet bu yaraları benim açtığıma inanmıyor ama şimdi bu konuda beni köşeye sıkıştıramaz çünkü canlı bir şekilde ona gösterecek kadar çılgın olduğumu biliyor.

Bana tersçe bakarak önüne dönünce ağzının içinde küfreder gibi söylediği şeyleri duydum. "Onca yıllık hayatımda gördüğüm en karmaşık yaratık!"

"Yaratık kısmını hiç üzerime almıyorum çünkü hiçbir yaratık benim kadar güzel ve zeki olamaz."

Kaşlarını alaycı bir tavırla yukarı kaldırınca ruhundaki öfke yavaş yavaş yatışıyordu. "Ne kadar da alçak gönüllüsün." Sesindeki o kinaye hiç de öyle demiyor ama.

"Teşekkür ederim insanın kendinin farkında olmasını hep takdir etmişimdir. Bu konuda hiç mütevazı olamayacağım çünkü kendimin farkındayım." Özgüveni kırık biri değilim aynaya bakınca bir afet görürken çirkin olduğumu söyleyip pasif insanlar gibi onun aksini söyleyerek gururumu okşamasına ihtiyacım yok. Haketmediğim övgüyü istemediğim gibi hakettiklerimi saklayacak da değilim.

Ateşi izlerken sorduğu soruyu ondan asla beklemediğim için beni şaşırtmayı başardı. "Ülkenin adı ne?" İlk kez benim dünyam hakkında bir şeyi merak etmişti.

"Türkiye." Duyduğum özlemle iç çektim. "Herkesin aşık olduğu ama kimsenin feth etmeye cesaret edemediği topraklardan geliyorum."

Bir süre sessiz kaldı fakat daha sonra tüm dürüstlüğüyle, "Ülken olmak isterdim son durağın ben olayım isterdim." Yaptığı onca şeyden sonra bana bunu yapmamalıydı.

Hayır bende gözlerimi ruhumun sürgününden kaçırmadım. "Siz hele bana olun bir Türkiye, ben olurum size Ankara. Herkes ona hayran ama o bir tek başkente."

O kendi başkentini satan bir ülke.

Hayır yine bozmadım...

"Zor." Başımı salladım. "İmkansız." Zor demişti çünkü bana yaptığı şeyi öğrenince ondan tamamen uzaklaşacağımı biliyordu ve imkansız dedim çünkü çoktan öğrendim.

"Kendi dünyanda da hep böyle biri miydin?"

"Nasıl?"

"Böyle işte tam bir baş belası." Kaşlarımı çattığımda gülerek elini omuzuma koyup beni çıplak göğsüne çekti. "Bunun için evlenmemiz gerekmiyor değil mi?" Korku dolu çıkan sesim ile yüksek sesle gülerek beni daha sıkı göğsüne bastırdı ve o an kalp atışlarımı doruklara çıkaracak bir şey yaptı. Başını eğdi saçlarımın kokusunu uzun uzun içine çekerken saçlarımın tepesine dudaklarını bastırdı. "Sen karşıma çıktığın günden beri kendi kurallarımı yıkıyorum hatun." Parmakları saçlarımın üzerinde gezinirken başımı göğsüne yaslayarak tebessüm ettim.

Kural ne ki ben onu yıkacağım haberi yok. Onu kimsenin mutlu edemediği şekilde mutlu ederek acıların en büyüğünü yaşatacağım.

Ben mi ne olacağım? Unuturum öyle bir unuturum ki kalbimde izi bile kalmaz onun yüzünden kendime aşk acısı çektirecek değilim herhalde.



*****

O günden sonra geçirdiğim günler o kadar güzeldi ki, akademiye dönünce etrafımdaki her şeye kendimden güzellikler katmıştım. Doğum günüm yaklaştıkça küçük bir çocuk gibi heyecandan yerimde duramıyorum mutluluğum etrafımdaki insanlara da yansıyordu. Hizmetçilik bile bir yerden sonra benim için sorun olmaktan çıkmış yaptığım işe kendimi vererek yapıyorum. Elif kahya her fırsatta açığımı arıyor lakin ona bile ters cevap vermiyordum. İşlerim biter bitmez her fırsatta kendimi Savcı'nın yanında buluyor onunla geçirdiğim her saniyem büyük bir mutluluk içinde geçiyordu. Yasak ilişkimizi gözden uzak gizli yaşamamız ise ayrı bir heyecan katıyordu. Hayır Savcı'yı affetmiş değilim bana yaptığı şeyi unutmuş da değilim. Benim intikam anlayışım hiçbir zaman alışagelmiş sıradan olmamıştır.

Bir erkekten intikam almak istiyorsanız önce onu varlığınıza alıştırın gözlerinin değdiği her yerde sizi arayacak kadar varlığınıza alışsın. Öyle ki siz olmadan geçireceği tek bir saniye bile ona azap verecek kadar size bağlansın. Hemen sonrasında ise onu mutlu edecek şeyler yapın sesiniz duyduğu en güzel müzik olsun, gözlerini gülüşünüzden ayıramasın. Usul usul hiç acele etmeden kanına girip ona kendinizden bir şeyler katın. Kısacası içinizdeki nefreti kendinizden bile gizleyip çok severek kendinizi sevdirin peki sonra ne mi olacak? Onu çıkardığınız o bulutlardan tepetaklak yere düşürmek sadece sizin elinizde olacak. Bende böyle yapıyorum ona mutluluklar vaadediyorum ve hiçbir kadının mutlu edemeyeceği kadar çok mutlu ediyorum ta ki zamanı gelene kadar. Henüz bilmiyor ama ona vereceğim acı en az verdiğim mutluluk kadar büyük olacak.

Zamanı geldiğinde o da anlayacak aslında en başından beri ne yapmak istediğimi ama her şey için geç olacak.

Bu geçen günlerde sadece Savcı'ya değil Itır'a da daha çok zaman ayırıyor, Mara'ya tahammül sınırlarım genişlemişti. Evet çok mutluydum ve etrafımdaki herkesi mutlu ediyordum ama bunun sebebi ölmeden önce herkesin gönlünü almak istememden kaynaklanmıyor. Doğru sayılı günlerim kaldı ama ölüm için değil özgürlüğüm için sayılı günlerim kaldı. Buradaki takvimi kestirmek güç lakin küçük bir hesap yapınca doğum günüme en fazla bir hafta kaldığını anlıyorum. Doğum günüm yaklaştıkça nihayet karanlığımdan kurtulup herkes gibi normal bir hayatım olacak diye çocuk gibi seviniyorum.

Üçüncü gözyaşı bende olduğu sürece onun yaptığı anlaşmada sadece Afra dönerdi ama bir takas olmayacağı için bende buradaki yerimi korurdum.

Çok az kaldı, bunu o kadar uzun zamandır bekliyorum ki.

Şimdi ise daha farklı bir sorunum vardı. "Doğa koşar mısın lütfen çok geç kaldık!" Basamakları aceleyle bitirdik akademinin duvarları arasında koşarak sınıfa dalınca her ikimizde nefes nefeseydik. "Sana inanamıyorum uykucu ışık!" Ellerimi dizlerime bastırıp eğildiğim yerde soluklarımı düzene sokmaya çalışırken bir türlü uyanmadığı için onun yüzünden geç kaldık.

"Tüm gece beni çalıştırmasaydın uykuda kalmazdım Elzem!" O da benim gibi eğildiği yerde kesik kesik nefesler alırken daha güçlü olsun diye geceleri ona ders çalıştırıp onun öğretmeni olmamın nesi yanlış?

"Anladığım kadarıyla bir yere girmeden önce kapıyı çalmak alışkanlıklarınızın arasında değil bayan Akay?" Biri bana neden yine bu adamın dersine girmeyi kabul ettiğimi açıklasın? Ah buldum arenada bu konu üzerinden bana şantaj yapmıştı!

Ellerimi dizlerimden çekip doğrulunca, "Bay Gevheri?" Hafif tebessüm ettim. "Bugün benim için ne tür işkenceleriniz var merak ettim doğrusu." Adam her derste bilerek üzerime oynayıp beni rezil ediyordu. Son günlerdeki en büyük eğlence kaynağı benimle uğraşmak olmuştu.

"Yerinize geçin." Öğrencilerinin yanında hep kontrollü olduğu için ona zorluk çıkarmadan sınıfa dönünce herkesin burada olduğunu gördüm çünkü burası Savcı'nın sınıfı değildi. Evet bir ilk yaparak bugün bizim de karma derslere katılmamıza izin vermişti. İlk ders onun olduğu için her klandan öğrencinin arasına bizi sokarken özellikle diğer öğrencilerden ben ve Doğa'yı korumak için onlara ders vereceği günü seçmişti.

Ya da sadece ilk derslerde değil diğer derslerinde de gözleri beni aradığı için böyle yaptı.

"Günışığı." Asil yanındaki boş yeri gösterdi tabii artık ondan kaçmayan Doğa ona doğru yürüyünce tebessümü görülmeye değerdi.

"Elzem?" Orta sıralarda oturan Itır el kaldırarak dikkatimi çekti. "Bugün bizimle aynı dersi alacağını duyunca sana yanımda yer ayırdım." Karma sınıf o kadar büyüktü ki tüm öğrenciler burada olduğu için kolay kolay boş yer bulamazsınız o yüzden yürüyüp kardeşimin yanına oturdum.

Kitaplarımı ve Savcı'nın bana verdiği kalem setini masaya koyarken yakışıklı öğretmenimin sesini duydum. "Sıralarınızın altında birer kutu var onu çıkarın." Herkes gibi bende eğilip kare kutuyu çıkardım. Kutunun içindeki formülü kenara bırakıp diğer şeyleri masaya dizmeye başladım. Birkaç küçük kavanoz kurutulmuş bitki, iki şurup şişesi gibi değişik sıvılar ve ıyy bu da ne? Son kavanozdaki misket gibi olan şeyler göz mü? "Hocam!" Korku içinde bağırarak masamdaki kavanozu gösterdim. "Benim kutumda insan uzvu çıktı." Itır dahil olmak üzere sınıftan birkaç kıkırtı çıkarken Savcı gülmemek için dudaklarının içini ısırarak başını salladı. "Yaklaştın ama yanlış tahmin onlar bir insana ait değil her kavanozda on kirpi gözü var." Nasıl rahatladım anlatamam ne var canım insan yerine kirpi gözüymüş bende kalkmış korkuyorum! Şaka mı bu bir hayvanın gözü masamda pardon on hayvanın!

Burada hayvan haklarına kimse değer vermiyor aptal bir ders için onca hayvanı katlediyorlar ve bunu olağan karşılıyorlar.

Somurtarak yerime oturduğumda şu zamana kadar bana sadece birinci sınıfların kitaplarını okuturken anlaşılan bugün ilk büyümü yapacaktım. "Bugün öğreneceğiniz büyünün adı Errorem Murum yani sanrı ve duvar. Her sırada iki kişi var birinin kutusunda sanrı büyüsü için birkaç malzeme varken diğerinin kutusunda kendisini koruyacağı duvarı oluşturacak şeylerden birazı var." Sandalyesinde otururken tek olan öğrencileri eşleştirip herkesin çift olarak oturmasını sağladı. "Duvar veya sanrıyı seçmek size bağlı isterseniz eşyalarınızı yanınızda oturan arkadaşınız ile değiştirebilirsiniz." Benim kutumdaki malzemelerin hangisi olduğunu bilmediğim için başımı kaldırınca gözleri çok çabuk beni buldu. "Duvar." Sanırım kendimi korumam için kalkan görevi gören duvarı seçmek daha mantıklı.

"Elzem." Masamdaki malzemeleri kendi önüne çeken Itır, kendi kutusundaki şeyleri benim önüme koydu. "Benim yapacağım sanrıdan kurtulamazsın sen sanrıyı yap duvarı ben yaparım." Yutkunduğumda bunun sebebi tüm gözlerin bana dönmüş olması çünkü Itır sanki özellikle sesini yükselterek bunları söyledi. Savcı'nın derslerinde kimse gürültü yapmaya cesaret edemediği için ucu sonu görünmeyen kocaman sınıf çok sessizdi ve Itır az önce kendisini överken niyeyse herkese ondan daha kötü olduğumu duyurmaya çalıştı gibi geldi.

Büyü konusunda onun gibi akşama kadar ders almak yerine sadece iki ders aldığım halde kendisini benimle kıyaslıyor olamaz değil mi?

Hadi ama bari şimdi benimle yarışmayı bıraksın çünkü onun aksine bu benim yapacağım ilk büyü.

"Teşekkür ederim." Ne yapmaya çalıştığını anladım lakin uzatmak yerine tebessüm ederek onun eşyalarını kutudan çıkardım.

"Size verdiğim malzemeleri hangi sıraya göre kullanacağınız kutunun içindeki sayfada yazıyor. Ben sadece ana malzemeleri koydum tahmin yürüterek dolapta eksik şeyleri almak da dersinizin bir parçası şimdi başlayın." En ön sırada iki kişi ayağa kalkarak dolaptan önce büyüyü yapacakları her boyuttaki kazanlardan birer tane aldılar daha sonra hangi malzemeye hangisi gider diye düşünüp birkaç şeyi daha kazanlarına koydular. Hep olduğu gibi yine sırasıyla herkes malzemelerini alırken sınıf çok büyük olduğu için bu sefer yirmişerli gruplar halinde eşyalarını alıyorlardı. Eğer ikişerli olsa bu iş akşama kadar sürer çünkü akademideki tüm öğrenciler burada.

Bir süre sonra sıra bana gelince benimle birlikte grup yirmi kişi olunca Itır'ın malzemelerini alması diğer gruba kalmıştı. Savcının hepimiz için özellikle yazdığı listeyi alınca ona gıpta ettim çünkü sadece bir ders için onlarca öğrencinin hazırlığını önceden yapıyordu bu o kadar kolay bir iş değil. Baştan sona duvara gömülü olan raf şeklindeki dolapta kendime bir kazan bakarken rafın en üstünde duran sepet şeklinde yuvarlak bakır kazanı görünce güldüm. Bir tencereyi andırıyordu top büyüklüğünde çok şirin bir şeydi lakin onu almak için parmak uçlarımdan yükseldim yine de yetişemedim. Başımı yukarı kaldırmış ellerim havada kazana doğru zıplarken hemen arkamdan gülen bir ses duydum. Belimi kavrayan eller hiç zorlanmadan beni havaya kaldırınca kıkırdayıp seçtiğim kazanı aldım. "Teşekkür ederim hocam." Beni yere indirince sadece bana özel içten bir gülümseme bahşedip diğer kız öğrencisinin ulaşamadığı kavanoza uzanıp onun için aldı. O kız da benim gibi zıplıyordu ama onu havaya kaldırmak yerine onun için almıştı.

Masamda şu anda bulunan malzemelerin listesini kontrol ettim sadece deniz yosunu yağı, toprak tarağı ve bataklık çamuru yazıyordu. Bunların ne olduğunu bile bilmiyorum nasıl devamındaki şeyleri bulacağım ki? "Yardım ister misin Elzem?" Itır oturduğu yerde yine rahat durmayınca sanırım onun sorununu anladım. Bir konuda benden daha iyi olduğunu yine kanıtlama derdine düştü. "Sen şimdi bilmezsin neyi alacağını."

"Buna siz mi karar veriyorsunuz?" Savcı tarafsız bir şekilde öğrencisine döndü. "Yeteneklerinizi kendi sıranız geldiğinde sergilersiniz şimdi sessiz olun." Gülerek Itır'ın bozulan suratına baktığımda, "Komik bir şey mi var küçük hanım?" Ben ne yaptım ya şimdi? "Yok hocam." Hemen önüme döndüm herkesin içinde beni dersten yine kovarsa bu sefer sadece Koruyuculara değil tüm akademiye rezil olurum.

Kazanımı sepet gibi koluma takmış dolaptaki şeylere bakarak yürürken ne alacağımı kestiremiyorum. Benimle birlikte ayağa kalkan grup çoktan eşyalarını alıp oturdular ama ben hâlâ bakıyorum. Bu daha çok dikkat çekiyor çünkü şu anda sadece ayakta olan ben varım. Kopya almak için başımı çevirip Mara'nın olduğu yere baktım o Bilgelerden ne almam gerektiğini ondan iyi kimse bilemez. Ancak ölse yinede bana yardım etmeyeceği için gülerek omuz silkince sıradaki hedefim Gediz olmuştu. Hafız ile yanyana ilk sıralarda oturup geriye dönerek bana bakarken her ikisi de ne istediğimi iyi anlamıştı. Gediz masasında oturup bir şeyler yazan öğretmeni kontrol ettikten sonra dudaklarını oynatarak bir şeyler söyledi fakat sıranın en önünde oturduğu için anlamadım çünkü aramızda otuza yakın öğrenci vardı. Eliyle bana bir dakika işareti yaptıktan sonra önüne döndü bir şeyler yaptı tekrar Savcı'yı kontrol edip yeniden arkaya döndü. Elinde bir sürü boş kağıt vardı ama sırasıyla her birini bana gösterince kocaman yazılarla her sayfada bir şey yazıyordu. O yeni bir sayfa gösterdikçe ben yazdığı şeyleri okuyorum. Yılan otu, liyanın kanı, bekle o ne oluyor? Kaya suyu ve köstebek tırnağı mı? Tanrım bunlar da ne? Kağıtları hemen masanın altına saklayıp dolabı gösterince hadi der gibi bana bakıyor ama o şeylerin neye benzediğini bilmiyorum.

Hayvanların olduğu kafeslerin yanına giderek akvaryumdaki yılanları ona gösterince sinirleri bozulmuş gibi avuç içini sertçe alnına geçirdi. "Aptal bu kız." Bunu duymuştum!

Sanırım yılan otu yılanlar ile alakasız.

"Elzem?" Başımı kaldırınca Savcı sorgularcasına bana bakıyordu. "Sen hâlâ almadın mı?" Almam için önce neyin ne olduğunu bilmem lazım.

"Hocam ben alacağım ama-" Hemen bitkilerin olduğu bölüme gidip ona döndüm. "Yılan otu çok yüksekte alamıyorum." Gözleri alt rafta sarı pütürlü kurutulmuş çiçeklerin olduğu cam kutuda oyalanınca farkında olmadan bana istediğim cevabı vermişti. "Ah pardon." Onlardan bir avuç alıp kolumdaki kazana koyduktan sonra tekrar ona döndüm. "Liyanın kanı demek istemiştim yüksekte olan oydu." Koşarak uzun tüplerde olan kanların yanında durunca ne yaptığımı anladığı için gülerek kollarını göğsünde birleştirdi. "Devam et." Bilerek kanların olduğu şişelere bakmadı adi herif!

Tüm sınıf bana bakarken devam etmek çok zor.

Çırpınıp daha fazla rezil olmak yerine doğrudan gözlerine baktım. "Küçük bir yardım talep ediyorum."

Önce dudaklarının kenarı kıvrıldı sonra ise güldü. "Reddedildi." Ben bu adamı boğarım!

Merak ediyorum taleplerimi reddetmek ona nasıl bir mutluluk yaşatıyor ki.

Keşke diğer öğrencilerin ne aldığına bakmayı akıl etseydim. Bir dakika bunu hâlâ yapabilirim!

Başımı çevirip sıramın hemen önünde duran kızın malzemelerini kontrol ettim ama bu Itır'ın listesine uyduğu için yanındaki çocuğun eşyalarını görünce güldüm evet ikimiz de sanrılardaydık. Mavi kapaklı kocaman bir sürahide ki yeşil sıvıyı görünce başımı eğip tüm kırmızı kanları eledim ve aynı sürahiden alıp kolumdaki kazanın içine koydum. Tekrar çocuğa dönünce garip bir şekilde bana bakıyordu çünkü kopya çektiğimi görüyor. Her an eşyalarının üzerine yatıp onları saklayacakmış gibi bakıyordu. Köstebek tırnağı küçük bir poşetteki beyaz çekirdekleri anımsatan şeymiş. Kaya suyu ise neyseki sekiz şeklinde görünüşü olan beyaz şişedeki sıvı. Sürekli ona bakarak çocuğu deli etmiş ama başarılı bir şekilde bana gereken her şeyi almıştım. İşim bitince sanki herkesin gözleri önünde kopya çeken ben değilmişim gibi omuzlarımı dikleştirdim. "Bitti." Saçlarımı savurarak Savcı'nın masasının önünde geçtiğimde gülerek, "Uyanık kadın," dediğini duymuştum. Uyanık değil sadece krizi avantaja çevirmeyi bilmek.

Benden sonra herkes o kadar hızlı bir şekilde eşyalarını almıştı ki, sanırım en çok oyalanan tek öğrenci ben olmuştum. Şimdi ise sessizlik içinde herkes kendi karışımını yapmanın peşindeydi. "Asil bu gözleri kullanmasam olmaz mı?" Hemen yan sıramda oturan Doğa'nın korku dolu fısıltısı Asil'i güldürdü. "Bana bırak." İçinde kirpi gözü olan kavanozu açıp birazını Doğa'nın kazanına döktü. "Şimdi biraz şu salyalardan koy." Doğa gözlerini kocaman açarken bence çok şanslı çünkü Asil sadece kendi işini değil aynı zamanda ona da yardımcı oluyor.

Savcı ise her derste olduğu gibi beni köşeye sıkıştırmanın peşinde, bu hiç adil değil biraz kolaylık talep ediyorum!

Aman tanrım içimden bunu söyleyince bile kafamın içinde reddedildi cevabı çınlayıp durdu.

Itır'ın kavanozunda dumanlar çıkarken Savcı'nın verdiği listedeki şeyleri sırasıyla koyduktan sonra devamı kendi tahminlerim üzerinde olacağı için kafadan bir karışım yapıyordum. Lidyanın yeşil kanını sonuna kadar kazanıma boşalttım. Altta ateş bile yanmazken Itır dahil birçok kişinin kazanı fokurdarken benimkinden neden hiç hareketlenme yok? Liste kağıdına bakınca en altta yazan büyü sözlerini yeni gördüğüme inanamıyorum. Derin bir nefes alarak büyü sözlerini okumaya başladım ama garip bir dürtüyle hepsini bir anda okumak yerine kazana koyduğum her malzeme ile bir satırı okuyordum. Biz büyüyü yaparken Savcı ise bizi bilgilendiriyordu. "Elinizde gereken formül ve malzemeler olsa bile doğru şekilde yapmadığınız sürece büyü tutmaz." Harika ben kesin bu derste kalırım çünkü neyi nasıl yaptığımı bilmediğim için doğaçlama gidiyorum. "Sanrı büyüsü çok güçlü bir büyüdür gerçek bir sanrı yaratmak düşündüğünüzden daha uğraştırıcı." İnanırım çünkü sadece malzemelerini bulmak bile çok uğraştırdı.

"Hocam yapacağımız sanrı neye benziyor?" Pencere tarafından oturan bir çocuğun sorduğu soru merakımı cezbetti. "Sanrı birçok anlam taşır korku, kabus ve halüsinasyon da bunlardan biri. Sizin yapacağınız sanrı, yapan kişinin korktuğu şeyin şeklini alır. Büyünün son aşamasına gelince yanınızdaki kişinin birkaç saç telini kazanın içine atarsanız sanrının tek bir hedefi olur. Duvar yapanlar özellikle hataya yer bırakmasın çünkü zayıf bir duvar sizi koruyamaz." Itır için korkmama gerek yok nasıl olsa benim sanrım başarısız olacak.

"Hocam ben boş yere duvar yapmak ile uğraşıyorum nasıl olsa Elzem bir sanrı yapacak bilgiye sahip değil." Sınıfta bana yönelik gülüşmeler çıkınca hayretler içinde kız kardeşime bakıyorum. O böyle benimle uğraştıkça ortaokulda ezik bir kız çocuğu zihnimde canlanıyor ve onu sürekli küçük düşüren sınıfın popüler şımarık kızları. Şimdi ki güçlü özgüven dolu Elzem olmak için çok fazla şey feda ettim yerinde olsam şu rekabeti keserdim.

"Senin sorunun ne?" Hafız ona doğru dönerek ciddiyet dolu bir tavırla kaşlarını çattı. "O senin ablan çoğu konuda senden iyi olması normal bir şey bu yaptığın doğru değil." Yanında oturan Gediz'i gösterdi. "Ona bak Gevheri kardeşlerin içinde en işe yaramazı ama bugüne kadar kardeşlerinin başarısını hiç kıskandığı olmadı."

"Hocam siz de duydunuz değil mi Muhafız arkadaşımız bana işe yaramaz dedi." Gediz küçük bir çocuk gibi onu şikayet ederken nereden bulduysa artık bir çubuğa kirpi gözlerini geçirmiş onlarla oynuyordu. "Ben bunlarla ne yapacaktım Muhafız?" Ağzına doğru götürünce Hafız hemen onun elindeki gözleri aldı. "Kazana atmak aklına gelmiyor mu?" Kirpi gözlerini onun kazanına atınca Gediz bu seferde Hafız'ın fokurdayan kazanına kepçeyi daldırıp üfleyerek ağzına yaklaştırınca Hafız iyice çıldırdı. "Hocam ben bu iğrenç arkadaşımızın yanından kalkabilir miyim?"

Gediz kepçedeki şeyi içtikten sonra çıkan kirpi gözünü çiğnedi tabii Hafız öğürerek kendi kazanına kusunca masumca el kaldırdı. "Hocam karışımın içinde kusmuk da var mıydı? Hafız arkadaşımız az önce fazladan karışıma malzeme ekledi." Gülerek onlara bakarken Gediz yine dersi asacak bir şeyler bulmuştu.

Buradaki herkes ondan o kadar çok korkuyor ki benim dışımda kimse ona gülmeye cesaret edemediği için bu serseri Azınlık kafasına göre takılıyor.

"Siz ikiniz sürekli dersimde bunu yapmak zorunda mısınız?" Savcı kapıyı açarak dışarıyı gösterdi. "Çıkmak için beş saniyeniz var." İkisi aynı anda kalkıp kapıya doğru yürürken Hafız homurdanırken Gediz hâlâ gülüyordu. Savcı kapıyı kapatana kadar her ikisinin konuşmalarının birazını duymuştuk.

"O şeyi yediğine inanamıyorum."

"Amaç yemek değil miydi zaten?"

"Tanrı aşkına arada dersi dinlemeyi dene!"

Gülerek önüme dönüp kaya suyundan birazını kazana dökünce büyü sözlerinin bir nakaratını daha fısıldadım. Kazanda cılız dumanlar çıkınca bu sefer de yılan otunu avuçladım tam kazana atacaktım ki duraksayıp çiçekleri yerine sivri yapraklarını koparıp kazana attım. Kaldığım yerden büyü sözlerini kazana fısıldayıp poşetteki köstebek tırnaklarını açtım lakin üç tane dışında fazla atmadım. "Get ex timoribus animus est, et venit ad lucem. Metus Excipit et quicquid mactatur." Son sözleri fısıldayıp masadaki kepçeyi elime alınca uzanıp Itır'ın saçlarından birkaç tel koparınca güldü. "İlk büyünün tutacağına inanıyor musun?" Anlaşılan onun ilk büyüsü başarısız oldu bu yüzden böyle emin konuşuyor.

"Itır lütfen düşmanın varmış gibi benimle konuşma." Yine ona karşı anlayış göstererek saç telini kazana atıp karıştırmaya başladım. "İşe yaramayacağını bende biliyorum amacım kardeşim ile yarışmak değil bir şeyler öğrenmek." Savcı ile konuşup bir daha asla karma derslere katılmayacağım çünkü Itır gereksiz bir rekabete girip yine aramızda sorun yaratmaya çalışıyor. Normalde asla kendimden taviz vermem bana böyle davranan herkesi tek bir kelimeyle yerin dibine sokarım ama ben alttan aldıkça o mutlaka üzerime gelecek bir şeyler buluyor. Beni yenmeyi takıntı haline getirdiği için ben kendimden taviz verip ona karşı anlayışlı olmaya çalıştıkça damarıma basıyordu.

Ona ters bir cevap versem yine kalbimi kıracak bir şeyler yapacak ve ertesi gün pişman olacağını bildiğim için susuyorum.

"Evet kimler bitirdi?" El kaldırdığımda Itır'da bitirdiği için aynı anda el kaldırmıştık. Ancak sınıfta el kaldıran diğer kişilerin eşleri henüz el kaldırmadığı için Savcı önceliği bize verdi. "Kazanlarınızı alıp buraya gelin." Itır'ın kazanı gri dumanlar çıkartıp kaynarken benimkisi daha yeni fokurduyordu. İşin garip yanı kazanın kenarlarına tutunca kaynamasına rağmen hiç sıcak değildi. Sıkıca tuttuğum kazanımı alıp sıraların arasından geçerek tahtanın hemen önündeki açık alana çıkınca Itır ile karşı karşıya durduk.

"Herkes iyi izlesin." Sınıf sessizlik içinde bize dönünce Savcı karşımdaki Itır'a döndü. "Kazandaki büyüyü ayaklarının önüne dök." Geriye çekilince Itır onu dinleyip eğilerek kazandaki tüm sarı yapışkan şeyi yere döktü. Tüm o karışım erimiş pelte gibi koyu bir şeye dönüşmüştü. Soluğumu tutarak neler olacağını izlerken yerdeki karışım hareket edince gözlerimi kocaman açtım. Savcı yüzündeki tebessüm ile verdiğim tepkileri izlerken Itır'ın sarımsı karışımı tıpkı ipek bir kumaş gibi kayganca yükseldi. Tül perde gibi incelip Itır'ın önünde sarı camdan duvar oluşturdu. Onun etrafında döndü ve tamamen daire şekli alıp Itır'ı içine alınca az kalsın şaşkınlıktan elimdeki kazanı düşürecektim. Şimdi Itır camdan bir akvaryumun içinde başarısıyla övünerek bana bakıyordu. "Yok artık." Buna alışacağımı sanmıyorum yok artık ya daha neler.

Kazandaki o küçücük şey gözlerimin önünde ne hâle geldi.

"Denemek isteyen var mı?" Savcı'nın sınıfa bakmasıyla Doğa el kaldırdı. "Ben yapabilir miyim?" Savcı başını sallayınca ayağa kalkıp Itır'ın yanına gelerek tebessüm etti. "Bakalım ne kadar sağlam bir duvar." Son zamanlarda kendisini oldukça geliştirdiği için bu sefer hiç zorlanmadan ellerinde şimşekler çıkarınca endişeyle Savcı'ya döndüm. "Bu iyi bir fikir değil." Doğa eğer duvarı kırarsa elektrik doğrudan Itır'a giderdi yara alsın istemiyorum.

Daha Savcı bir şey söylemeden Itır araya girdi. "Karışma Elzem." Doğa'ya bakarak içinde bulunduğu camdan kafesi gösterdi. "Tüm gücünle saldır." Aklını kaçırmış olmalı Doğa bir aykırı tüm gücüyle saldırırsa o camı parçalayıp onu kötü yaralayabilir.

"Kardeşim zarar görürse çok fena olur Doğa, olması gereken bir güç kullan." Itır kaşlarını çatarken Doğa başını sallayarak şimşekler çıkan elini yumruk yaptı ve cama geçirdi lakin ben camı parçalamasını beklerken küçük bir çatlak bile oluşmayınca Doğa ile afallayarak birbirimize bakıyorduk. "Oldukça güçlü bir duvar Itır, büyük ihtimalle Elzem'in sanrısı duvarda çizik bile açamaz." Itır öğretmenden aldığı övgü ile gururlanırken benim tüm özgüvenim yerle bir oldu çünkü kazanımdaki karışımdan bir şey ortaya çıkar mı emin değilim.

"Bu nasıl oldu." Doğa somurtarak yerine geçerken sıra bana geldiği için mecburen eğilip kazanımda fokurdayan şeyi yere döktüm. Yapışkan sıvı zemine dağılınca geriye çekildim fakat bir süre sonra zemine yapışıp öylece kalınca bu sefer somurtan bendim çünkü hiç işe yaramadı. Bildiğin yere dökülmüş çimen suyu gibi öylece kaldı. Bir kahkaha sesi duyunca başımı kaldırıp kardeşime baktığımda tüm moralim bozuldu. "Zavallı Elzem, demek ki bayan mükemmeliyetçi her konuda iyi değil." Tüm ders üzerime oynaması ciddi anlamda canımı sıkmaya başladı kendi öz kardeşinin başarısızlığıyla mutlu olduğuna inanamıyorum.

Cevap verme yoksa yine kontrolden çıkar.

"Üzülme." Savcı beni teselli etmek ister gibi bana içtenlikle tebessüm etti. "Sanrı oluşturmak duvar yapmaktan daha zor benim bile doğru şekilde yapmam iki yılımı almıştı. Sıradaki derste bu büyünün püf noktalarını öğreneceksiniz." Yine de bu benim gibi her konuda yetenekli olan birinin tüm sınıfın önünde başarısız olmasını hafifletmiyor.

Yerime geçeceğim esnada ne yazık ki Itır yine damarıma basmakta geri durmadı. "Bunu sizde gördünüz mü kızlar?" Mara ve Doğa'ya bakıyordu ama özellikle sesini tüm sınıfa duyuruyordu. "Demek ki bayan çok bilmişin benden kötü olduğu bir konu varmış. Üzülme Elzem ben sana nasıl yapıldığını öğretirim." Tüm ders boyunca beni küçük düşürmesine yeterince sabrettim ben alttan aldıkça küstah tavrı hiç değişmiyor.

"Bu ne cüret Itır?" Yavaşça ona dönünce sakin gibi görünüyor olabilirim ancak kesinlikle öyle değilim. "Son günlerde sana gösterdiğim toleransı yanlış değerlendirmiş olmalısın." Elimle içinde bulunduğu camdan duvarı gösterdim. "Benden daha iyi olduğunu sana gösteren bu aptal şey mi?" Hızlı adımlarla ona doğru yürüyüp yumruk yaptığım elimi tüm gücümle cam kafese geçirince kafes paramparça olarak yere saçıldı. Bunu yapacağımı biliyorum çok daha fazlasını yapabilirim ama sınırlarımı zorlamadıkça onlar neler yapacağımı bilemez.

Doğa'nın şimşeğinin bile kıramadığı güçlü kafesi tek bir yumrukta tuzla buz etmem sınıfta bir uğultu çıkmasını sağlarken Savcı bile şaşkınlık içinde kırılınca eskisi gibi sıvı halini alan karışıma bakıyordu. Itır ise kocaman gözlerle yerdeki şeye bir de bana bakıyordu. "Buydu değil mi sana benden daha iyi olduğunu düşündüren?" Gözlerimle yerdeki pelte gibi olan yapışkan karışımı gösterdim. "Ee artık yok? Şimdi ne olacak? Tüh ya şimdi hâlâ her konuda benden daha kötüsün." Ona karşı böyle alaycı bir üslup takınmak istemezdim ama haketti artık benimle rekabet etmeyi bırakıp kardeş olduğumuzu hatırlamalı.

"Hadi tekrar yap." Yerdeki kazanı alıp ona uzattım. "Git tekrar yap ve yine benim üzerimden prim yap ta ki ben onu da kırana kadar! Git hadi onlarcasını yap ben yine hepsini kırarak sana hiddini bildiririm!" Kazanı yere fırlatarak aramızdaki mesafeyi iyice kapattım. "Şunu sakın unutma ben izin verdiğim sürece benden iyi olabilirsin ama ben izin verdiğim sürece."

Eğer her zaferinde böylesine küstah bir tavır sergileyecekse asla da izin vermem!

"Öyle mi?" Başını çevirip sınıfa bakınca az önce yaptığım şey yüzünden herkesin bana olan hayran bakışlarını görmek iyice kıskançlığını tetikledi. "Yanılıyorsun Elzem, benden daha zayıf olduğun bir şey var!" Siyah gözleri gittikçe daha da koyulaşırken ruhunda bana yönelik yükselen saf nefreti solumak beni sersemletti. Kardeşim beni sevdiği kadar da benden nefret mi ediyor? Evet nefret ediyor çünkü bana karşı olan yenilgisiyle nefreti sevgisinden daha baskın çıkıyordu. "Ve şimdi kimin daha güçlü olduğunu öğreneceksin! Bana karşı kaybetmek neymiş sende öğreneceksin!" Şaşkınlıkla ona bakarken nefes nefese kalmış bir halde burnunda soluyan kız bunları söyledikten sonra omuzuma çarparak sınıftan çıktı.

Bana bu kadar öfkeliyken yine yanlış bir şey yapmasından korkuyorum çünkü öfkelenince aklı işlevini yitiriyordu.

"Olanlar için üzgünüm." Savcı'ya aceleyle bunları söyledikten sonra koşarak Itır'ın peşinden dışarı çıktım. Hem suçlu hem güçlü şimdi kaç saat boyunca yine alttan alarak onu sakinleştirmek zorundayım.

Koridorda koşarak merdivenlere yönelince onu gördüm tam peşinden gidecektim ki, "Elzem!" İki nöbetçi ile konuşan suratsız kahya bana doğru gelmeye başladı. "Şu ders saçmalığı bittiyse derhal işinin başına dön!" Kadın bildiğin bana takıntılı boş gördüğü yerde enseme çöküyor.

Merdivenlere bakınca Itır'ı kaybetmek iyice telaşlanmamı sağladı. "Tamam Elif hanım." Basamaklara doğru aceleci bir adım atınca koluma yapıştı. "Nereye gittiğini sanıyorsun daha yapacağın işi söylemedim." Bu kadın özellikle Itır'a ulaşmama engel olmak ister gibi bana sorun çıkarıyor!

"Bakın bayan, çok acelem var birazdan dönerim kaldığınız yerden koluma tırnaklarınızı geçirirsiniz." Kolumu çekmeye çalıştım ama ne mümkün bırakmayı düşünmüyor. "Senin tek işin benden aldığın emirler Oyunbaz!" Kaşlarını çatınca bozuk tipi iyice çirkinleşirken birgün gerçekten ona adamakıllı bir ders vereceğim haberi yok.

"Ben burada köle değilim!" Kolumu sertçe çekerek ondan uzaklaştım. "Hizmetçilerin de hakları var bana böyle muamele edemezsiniz ayrıca hâlâ katılmam gereken bir ders daha var." Sesimi çıkarmadıkça etrafımdaki herkes ciddi anlamda beni sindirmenin yollarını arıyor.

"Şimdi izninizle." Ona itiraz şansı tanımadan basamaklara doğru yönelmiştim ki, merdivenlerden koşarak yukarı çıkan askerleri görünce duraksadım. "Harika!" Şimdi bir de bunların geçmesini bekle dur. Elif kahyadan uzak olmak için geriye çekilerek koridorun ortasında durdum bu askerler gidince inerim artık. Bir anda akademide yüksek bir ses yankılanınca etrafıma bakındım çok şiddetli bir sesti. Nasıl tarif edilir ki böyle dong sesi çıkaran bir şey sanırım akademinin kulelerinde bulunan o devasa çanlardan geliyordu. Şimdi durduk yere neden alarm verir gibi çanları çalıyorlar ki?

Bu yerde artık ne gördüğüm ne de duyduğum şeyler beni şaşırtıyor malum aksiyonsuz bir günümüz yok.

Çan sesini duyan herkes sınıftan çıkarken toplamda on askere yakın zırhlı muhafızlar merdivenleri çıkarak etrafımı sarınca afalladım. "Neler oluyor?" Hepsi kılıcını çıkartıp bana doğru tutunca korkuyla yutkundum tanrı aşkına yine ne yaptım da haberim yok!

Bu kılıçları üzerimde kullanmayı düşünüyor olamazlar değil mi?

"Kımıldama!" Efsun'un sağ kolu olan Omar, boynuma kılıcını yaslayınca yaşadığım şaşkınlıktan dolayı ellerimi arkadan zincirle bağlayan askerlere karşı çıkmak aklıma gelmiyordu. "Derhal çek o kılıcı!" Savcı'nın kükreyen sesini duyunca herkes gibi o da sınıftan çıkmıştı ama herkesten farklı olarak hiç olmadığı kadar kızgın görünüyordu. Gözleri sırtımda birleştirip zincirledikleri ellerimde oyalandıkça öfkesi çığ gibi büyüyor, boynuma yaslı kılıç ise şakaklarındaki damarlara kadar tüm bedeninin kızgınlıkla seğirmesini sağlıyordu. Etrafımda o kadar çok ruhun enerjisini hissediyorum ki daha önce hiç aynı anda bu kadar çok ruhu yakınımda hissetmedim. Omar kılıcını boynumdan çekmeyince yemin ederim ilk kez Savcı'nın ruhundan süzülen kokuyu solumamak için burnumu kapatmak istedim çünkü ruhu kan ve kaos barındırıyordu. "Sana o kılıcı indir dedim!" Genzinden çıkan bir sesle bağırdığı an Omar başta olmak üzere etrafımdaki tüm askerler acı içinde haykırarak duvara doğru savruldular. Yere düşen askerler nefes almak için çırpınınca öğrenciler çığlık atarak geriye çekilirken Savcı'nın hızlı adımlarla bana doğru geldiğini gördüm. "Tamam geçti." Yanıma gelerek ellerimi çözeceği esnada buna izin vermedim çünkü merdivenleri çıkan kişiyi görünce olanları anladım.

Her şeyi bitirmişken ellerimi bağlı görmek en çok Itır'ın hakkıydı değil mi?

Bitti...

Bu tepkim karşısında Savcı kaşlarını çatmıştı ama bakışlarımı takip edince Efsun hanımın yanında merdivenleri çıkan kardeşimi görünce o da gerçeği anladı. Itır'ın tüm şımarıklarına katlanmak yerine hakettiği şekilde bir tokatla onu cezalandırsaydım bugün ablasına bunları yapamazdı. Aslında mesele tokat değildi ki ben Itır'ı yanlış büyüttüm onun yerine hatalarını kapatmakla hata etmişim. Yaptığı şeylerin sorumluluğunu bana yüklemesine izin vermek yerine hatalarını telafi etmeyi ona öğretmeliydim. Evet onun gelişimi ve eğitiminde en büyük hata benim ama bende çocuktum. Babam ve abilerim bizi terk etmiş annem ruhunu bir şeytana satmış ve ben ondan sadece bir yaş büyük olmama rağmen kardeşimin sorumluluğunu üstlenmiştim. Bana ne yaparsa yapsın ona hiç kıyamadım hep affettim çünkü ona sadece bir abla değil aynı zamanda anne olmaya çalıştım. Yokluğunu çektiği anne olmaya çalıştım fakat bugün görüyorum ki hata yapmışım çünkü ben farkında olmadan kendime bir düşman yetiştirmişim. Ben onun kendisini güvende hissedeceği korunaklı sığınağı olmaya çalışırken kardeşim içten içe o sığınağı yıkmanın hayallerini kuruyormuş.

Ben mecbur olduğum için her konuda iyi olmalıyım ama o hırsı yüzünden beni yıkmak istiyor ve yıktı da.

Evet kimsenin yapamadığını kendi öz kardeşim başardı.

"Onu koruma Savcı çünkü o bir aykırı." Efsun'un sesiyle dişlerini sıkınca benim yüzümden kendisini de yakmasın diye tam o konuşacaktı ki hemen ona doğru döndüm. "Lütfen." Çok nadir birine yalvarırdım şimdi o anlardan birini yaşıyorum. "Bu benim sorunum ve siz karışmıyorsunuz." Gördü, gözlerime bakınca yenilgimi gördü kardeşimin beni nasıl yıktığını gördü ama bu daha hiçbir şey çünkü ağlamak üzereyim. Kalbim o kadar acıyor ki ben gözyaşlarımı nasıl tutacağımı bilmiyorum bana ne yapacaklarsa hemen yapmalılar. Ben ağlamadan yapmalılar kendime ördüğüm duvarlar büyük bir hızla yıkılırken ben o enkazın altında kalmadan bunu yapmalılar.

Itır'a bakınca bana bakmaya yüzü yokmuş gibi başını çevirdi. "Neden bana bakmıyorsun?" Sesim fısıltıyla çıkarken ona doğru sarsakça birkaç adım attım. "Bunu görmek en çok senin hakkın." Boğazında bir düğüm oluşmuş gibi sertçe yutkunurken artık öfkeli değildi çoktan pişman olmuştu bile ama her şeyi bitirdikten sonra pişmanlığı nafile.

Yenilgimi görmeyi hep istemişti şimdi bunu görmeli, gururlanmalı ve övünmeli. "Franz Kafka en yakın arkadaşı Max Brood'la can sıkıcı bir olay yaşayınca ona şu sözleri söylüyor." Dudaklarımda buruk bir tebessüm oluşurken gözlerim doldu. "Beni üzecek gücü sana verdiğim için kendimden özür dilerim..."

Bugün öğrendim ki bizi en çok sevdiklerimiz öldürürmüş.

Başını kaldırıp bana bakınca titreyen dudaklarımı görmek onu kahretti. Gözlerime akın eden yaşlar ona hep istediği tatmin duygusunu yaşatmadı bir anlık öfkeyle yaptığı şeyin pişmanlığını çekiyordu. Ona öfkelenmemi istediğini görüyorum kendisini haklı çıkaracak bir sebep vermemi istiyordu ama yapmadım. Hep alıştığı güçlü kadını görmek istiyordu çünkü korkuyordu beni sonsuza kadar kaybettiğinin bilincinde bende eskiye dair bir şeyler bulmak için kıvranıyordu. "Elzem ben çok üzgünüm!" Üzgün olduğunu biliyorum onun aksine ben kardeşimi aldığı nefesten tanırım ancak bende çok üzgünüm hemde çok. Peki o bunun farkında mı? "Lütfen böyle susma bağır çağır yine azarla beni." Eskiden olsa belki ama öyle bir ruh halindeyim ki hiçbir şey yapmak içimden gelmiyor.

Çok az kalmıştı oysaki. Yirmi dört yıllık bir işkencenin bitmesine sadece bir hafta kalmıştı.

Denedim, başarıyordum da ama izin vermediler.

Ben kendi kanımın içinde boğulurken onlardan hiç yardım istemedim ki, bana yardım etmeyen herkes neden bana engel olmak için bu kadar ısrarcı oldu?

"Neden mutlu değilsin kardeşim? Hep istediğin gibi kendi ablanı sonunda yıkmayı başarmadın mı?" Ne bağlı olduğum zincirler umurumda ne de infaz edilecek olmam. Sırtımda bir hançer kanattıkça kanatıyor, öz kardeşimin simgesi o hançer.

Bitti ben pes ediyorum bütün her şey onların olsun artık uğruna savaşacağım hiçbir şey kalmadı.

Ben kaybettim ölüler şehri sen kazandın. En yakınımdakilerin ihanetini bana tattırarak kazandın ya sana da helal olsun.

Ve üçüncü gözyaşı düşer ihanetin kucağına...
































Evet sonunda korkulan oldu hep öfkesine yenilen Itır, anlık bir öfkeyle kimsenin yapamadığını yapıp kendi kardeşini yenilgiye uğratmayı başardı. Böyle bir şey yapacağını bekliyor muydunuz?

Itır genelde öfkeyle kalkıp zararla oturan biri. Çok çabuk pişman olduğu için gördüğünüz gibi yine pişman olup Elzem'den bağışlanmayı istedi. Peki Elzem hep yaptığı gibi yine kardeşini affeder mi?

Bundan sonra farklı bir Elzem okuyacağız hayatında ilk kez yenilgiyi tadan kalbi kırık bir Elzem okuyacağız çünkü Savcı hakkındaki gerçekleri öğrenmek bile onu bu kadar yıkmamıştı.

Zaten insanı hep en sevdikleri üzmez mi? Bakalım Elzem bu durum ile nasıl mücadele edecek. Tahminleri olan var mı?

Yeni bölümde birçok olay yaşanacak bakalım bu son dakika gerçekleşen şeyler karşısında Savcı neler yapacak?

Araftaki herkes aykırıları öldürüyor ve Elzem deşifre olmuşken onu neler bekliyor dersiniz?

Aslında doğduğu gün bile ölü doğan birinin peşinde çok fazla ölüm vardı ne kadar kaçarsa kaçsın gördüğünüz gibi ölüm yine onun karşısına çıkıyor tabii Elzem için asıl dayanılmaz olan bunun Itır aracılığıyla olması.

Peki yıllardır çektiği tüm acılara direnmişken kurtuluşuna bu kadar az kala son gözyaşını ona kardeşinin döktürmesine ne demeli?

Aslında Elzem'i ölüler diyarına mahkum eden Savcı değil Itır, çünkü Itır ablasına ihanet edip onu ağlatmasaydı Elzem başarıyordu. Savcı'nın yaptığı anlaşmaya rağmen onlarla kalacaktı ama Itır her şeyi bitirdi.

Aslında bölüm için büyük ihtimalle yarın koyduğum küçük sınır tamamlanırdı evet bende yarın atacaktım ama eşim daha yeni işten çıktığı için onu beklerken bende bölümü atmaya karar verdim çünkü hayalet okuyucular yerine tüm gün sınırı geçmek için helak olan yine benim kelebeklerim oldu.

Evet bir sonraki bölümde ortalık karışacak gibi görünüyor, yeni bölümde görüşmek dileğiyle hepiniz Allah'a emanet olun canlarım.💙

Continue Reading

You'll Also Like

2.3M 72.6K 54
Babasının borcu yüzünden genç kızı alı koyan Karahan başına büyük ama tatlı bela alır... Genç kız Karahandan küçük olmasına rağmen yalnız adama eş ol...
195K 12.8K 61
Kitap en baştan düzenleniyordur bu yüzden bölümlerde karışıklık olabilir. Bu yüzden düzenlenmeyen bölümlerin olunmaması önerilir !!! Dünya baştan koy...
1.3K 876 9
+905*: Beni unuttun mu? +905*: Bu kadar kısa sürede unutmamışsındır değil mi? +905*: Lütfen unutmamış ol... +905*: Çünkü bu acıya dayanamam. Çok güze...
5.3K 487 16
Kadın ayağa kalkıp bana baktı, gözlerimi ona diktim ve odadan çıkışını izledim. Ve o sırada bana seslenen bir ses vardı. "Ben Jeon Jungkook."