"Ama böyle dudaklarını kilitlersen anlaşamayız ki seninle!"
Antonio gözlerini iyice açarak çömeldiği yerden kalktı, etrafımda bir tur atmaya başladı. Elleri cebindeydi.
"Sorulardan birini seçip başlaman gerekecek. Bana kalırsa en baştan almak en kolayı."
İnatla susup yere bakıyordum ve o da sorularını inatla sormaya devam ediyordu ama sonra Antonio Arcuri, harekete geçti. Cebine elini atıp oymalı tahta saplı bir çakı çıkardı. Düğmesine basınca ucu parıldayan küçük bıçak kendini tehditkârca gösterdi.
"Bu bir ilâç" dedi. "Sessizliğe karşı, çok da etkilidir"
"Öyle mi?" dedim hissizce.
"Bak, etkisi şimdiden başladı bile"
Küçük bıçağı çenemin altına yerleştirdi, yüzüme doğru eğildi,
"Elinizde ne var?"
"Antonio Arcuri dava dosyası" dedim alayla gülümseyerek. Sinirle dişlerini sıktı ve bıçağı içine girmeyecek kadar etime bastırdı ama batırsa bile bu acı benim için hiçbir şeydi.
"Alay etme!" diye bağırdı. "Zekî olduğunu mu sanıyorsun? Hangimiz daha zekiyiz görüyor musun?"
Yüzümü kaldırıp bakışlarımı dimdik gözlerine diktim.
"Elinde bıçak olup tehditler savuran mı?"
Öfkesini tutmak için eğildiği yerden doğrulup gözlerini kapattı, saçlarını karıştırdı. Göz ucuyla masadakilere baktım, hepsi aynı yan bakışla, tepkisizce izliyorlardı.
"Güç, zekâdan bağımsız değildir" dedi Antonio. "Güç, zekâ tarafından yönetilir. Meselâ..." gözlerini kısıp koluma baktı,
"Senin güzel, sevimli bir yara izin vardı, sağ kolunda değil mi?"
Bakışlarından ve söylediği şeyden huzursuz olarak gözlerimi kaçırdım.
Elini uzatınca onu engellemek için omuzlarımı başımla sıkışırtırmaya çalıştım ama neticede kazanan o oldu. Ceketimi zorla omzumdan aşağı sıyırınca dirseğimin üzerine yerleşmiş derince iz ortaya çıktı. Benim omuzlarım yenilgiyle düşerken gülümsedi Antonio.
"Şuna bir bakın, ne güzel değil mi?" bakışlarımla onu boğabilirim gibi hissediyordum. Tekrar çömeldi, başı omuz hizamı bile geçmişti. Bu sefer çakısını dikkatlice, yavaşça ize değdirdi ve tepkimi ölçmek için doğrudan yüzüme baktı. Yıllar önce bıçağın etime saplandığı, kemiğime dayandığı anı tekrar yaşayarak ürperdim.
Antonio'nun kara bakışları o korkunç ifadeyle geri dönmüş, yüzünü sertleştirmişti.
"Bizi ne zamandır takip ediyorsunuz?"
Cevabım aldırmaz bakışlar oldu.
"Maite, neler biliyorsunuz?"
İçimden mırıldanarak yerde ayağımla ritim tutmaya başladım. Bu kez,
"Paige'i sen ele verdin değil mi?" dedi ve buna tepkisiz kalamadım. İçgüdüsel olarak masaya gitti bakışlarım. Paige'in adını duyunca hepsinin bakışları öfkeyle üstümde toplanmıştı. Fred kaşlarını çatmış Riccardo'ya bakıyor, gözleri sinirle dolanıyordu. Tekrar önüme çevirdim başımı, hiçbir şey söylemedim.
"Şu sesini duyalım artık Maite. Söyle, kimsenin sabrı kalmadı!"
İyice deliye dönmüştü, elindeki bıçak değil bu hâli beni korkutuyordu.
"Konuşamıyorsun" dedi dişlerini sıkarak. "İlaca ihtiyacın var"
Bıçağını yara izimin başlangıcına götürüp ucunu batırmasını, aşağı devam ederek çizmesini izledim. Midem kasıldı, cildimin bütünlüğünü ikiye ayırarak geçtiği yerlerden sızan kanlar bırakmıştı. Durdu, gerilmiş yüzüme baktı.
"Belki Bryant biliyordur ha? İster misin, onu da getirip çapraz sorgulama yapayım?"
Derinleştikçe derinleşen yüz çizgileri korkunç bir hâle gelmişti. Bryant'ı öyle merak ediyor, ona öyle öfke duyuyordu ki...
Bıçağı daha derine batırarak tam izimin üzerinden aşağı kaydırdı, gözlerimi kapatıp sık nefesler aldım. Kesiklerden ön koluma kadar sızan kanın sıcaklığını tam bir gerçeklikle hissediyordum.
"Hain" dedi boğuk bir sesle. "Hainin tekisin sen!" giderek daha da derine iniyordu ve parçalanan dokularımın acısı katlanarak büyüyordu. Ayaklarımla yere baskı uygulayarak, vücudumu kasarak, nefesimi tutarak acının önüne geçmeye çalışıyordum.
"Bak bana!"
Dediğini yaptım. Araladığım gözlerime yaşlar birikmişti, kirpiklerime tutunuyorlar, aşağı inmek için daha fazlasının gelmesini bekliyorlardı.
Onların arkasından Antonio'nun yüzüne baktım, kaşları hiç görmediğim kadar çatılmış, alnında terler birikmişti. Kendini bir şeylere zorladığını anlayabiliyordum. Arada bir gözleri akıp giden kana kayıyordu.
Direkt gözlerine baktığımda gözlerimizdeki ifadeler öyle çakıştı ki, bu an tek başına bir hesaplaşma olarak yeterdi. Ben ona soracağım hesabı ve o bana soracağını sormuş gibiydik. Onu zaten tanıyan bana karşı, beni tamamiyle ilk kez tanıyan o. Sözlerini hatırladım,
"Bir insanın sana gösterdiği yönünün ötesini görmek... İşte tanımak diye ben buna derim"
"Bana yaptıklarından pişman mısın?" dedi aynı korkutucu tonda. Ama değildim.
Hiçbir şey söylemedim. Ağzından öfkeli bir bağırtı çıktı, bıçağı hızla indirerek tüm izi tamamladı. Bu kez anî ve yakıcı gelen acı karşısında kendimi tutamadım, acıyla bağırdım, başım önüme düşmüştü ve gürültülü nefesler alıp veriyordum. Yara izinden yeni bir yara açacak kadar, bu kadar psikopat bir adam acaba düzelebilir miydi?
Yanımdan hızla kalktığını kıyafetlerinin sesinden anladım, gözlerimi ona kaldırdım. Az ileride, karşımda ayaktaydı.
"Aslında hainliğin birçok emaresi var, görmek isteyenler için." dedi. Öfke içindeydi, asabiyeti vücudundan okunuyordu.
"Her şeyi rapor ettin çünkü kahrolası her ince detayı biliyordun. Rocher soygununda suç üstü yapacaktınız. Patlamanın olduğu gece yanımızdan onları uyarmak için gittin! Hatta iki ekip gelmesinin nedeni senin kendi ekibine haber vermiş olmandı, güyâ bizi tahmin ettiğinizden önce ele geçirmek için..."
Elinde tuttuğu çakıyı bana doğrultup sallayarak konuşuyordu. Kana bulanmış ucu artık parlamıyordu.
"Cinayetleri işleyenin Paige olduğunu bir şekilde anladınız, siz içeri tıktınız onu. Beni iki kez aldattığın ilk oyunlardan bahsetmiyorum bile, Bayan Ambra Chevalier! Günlerdir düşünüyorum Maite, günlerdir! Her bir oyununu çözdüm."
Öfkeden kıpkırmı kalmış yüzünde gözleri, ince ince kan sızan koluma kaydı.
"Bunu kendine yapan sensin" dedi. "Sana bu görevi verene lanet okuyor olmalısın"
"Ben..." çatlak çıkan sesimi toparladım, "Ben gönüllü oldum"
"Tabî" dedi yüzünü toplayarak. "O kadar cesur bir kadınsın ki... Ama bak, sonucu nereye çıktı?"
Elleriyle saçlarını asabîce karıştırıp bir an durdu. Bizimkiler beni bulana kadar burada canlı kalma umudum giderek azalıyordu.
"Onu sen konuştur"
Riccardo'ya dönmüştü. Riccardo'nun emri alıp anında onaylayan acımasız yüzü bana ölümün giderek yaklaştığını hissettiriyordu, bekleyemezdim.
Antonio masaya yaslanıp adamlarına bir şeyler söylerken, zihnim ve bedenim kendi iradeleri varmış gibi birdenbire harekete geçtiler. Bir ana koca bir plan sığmıştı. Ceketimin koluna soktuğum çakmağı parmaklarımı kıvırarak aldım, her yanımı heyecan sarmıştı. Parmaklarım ateşleme düğmesini yoklayarak bulduktan sonra, üst kısmını ellerimi tutan iplere değdirdim ve düğmeye yavaşça bastırdım. Yanmaya başladı, ısısını hissediyordum ama parmaklarımı rahatça kullanamadığımdan dengede tutmakta zorlanıyordum. Onu tutabilmek için kolumu kastıkça kesiğin acısını artıyordu.
Antonio'yu gözümle takip ederek bir an önce ipin halkalarından birinin yanmasını umdum, birden ateş parmağıma değip yakınca yamulmuş açısını hemen eski haline getirdim. İpin yavaş yavaş kömür olduğunu hayal etmek bana iyi geliyordu.
Sonra elimde kayan bir sıcaklık hissettim, tüm dikkatim çakmakta olduğundan önce anlam veremedim ama kolumdaki kesik pek de unutulmaya yaraşır değildi aslında. Kan elimden yürümeye devam etti ve sonunda, parmak eklemimden aşağı ilk damlası damladı. Dirseğimin üst kısmında açılmış yaradan sızan kan dirseğimin altından içe dönüyor, ön kolumdan akmaya devam ediyor, iplere kadar gelip bulduğu boşluktan elime akıyor ve nihayet akacağı yere kavuşuyordu.
Bir insanın vücudunun aynı yerinden, aynı şekilde iki kez yaralanma ihtimali ne kadar olabilirdi?
İpin yanık kokusu burnuma geldi, artık iyice incelmiş olduğunu tahmin ediyordum. Bu, belirsiz bir andı ve belirsiz anlar insanları korkutmadan duramazdı.
Saçlarımı düşündüm nedense. Onlarla oynamayı çok sevdiğim hâlde bugüne kadar neden hep saç lastiğimin içine hapsettiğimi düşündüm. Salonumdaki sevgili lacivert koltuğumu, yürürken ayak tabanlarımın nasıl esnediğini, bir fincan çayın vücudumda oluşturduğu gevşemeyi... Sonunda Bryant'ın yüzünü içim titreyerek son kez gözlerimin önüne getirdim. Annemin ve babamın güzel yüzlerini, gözlerini gördüm.
Ve ip halkası koptu.
Qu'est-ce qui passe ici si tard?
İçimde acılı bir zafer sesi duyuldu.
İki yana düşen ipler diğerlerini de gevşetmişti, ellerimi hızla hareket ettirerek tamamının beni terk etmesini sağladım.
Qu'est-ce qui passe ici si tard?
Antonio ve diğerleri, hepsi karşımdaydı. Aramızda yaşanmış ne varsa hepsinin sonu bir şekilde bu andan sonrası olacaktı.
Ama yaşarsam asla unutmayacaktım. Fred'in sarı saçları, Wayne'in ilgisiz bakışları, Riccardo'nun önde kenetlenmiş iri elleri, kırmızı yüzü ve Antonio'nun tüm yaptıkları... Tüm söyledikleri ve sebep olduğu tüm kötülükler.
Pat.
İpler, ne kadar ses çıkaracaklarsa o kadar ses çıkararak yere düştüler. Bir an bile boşluk bırakmadan ayağa fırladım, tepemde sallanan elektrik düğmesini kapatırken şok içinde bir yüzle göz göze gelmiştim. Oda karanlığa büründü, tek bir boş âna bile asla izin vermedim, sandalyemi kaldırıp tekrar yakmamaları için ampulü paramparça ettim, yüzümden onlarca cam parçası geçti. Tiz cam sesi duyulurken sandalyeyi bana koştukları tarafa fırlattım ve sessizce kapıya koştum. Hepsi sadece iki saniye sürmüştü.
"Ah!" dedi birisi çarpan sandalyeden dolayı.
"Bunu sakın deneme!"
"Orada dur kızım yoksa ölürsün"
Nefes almıyordum.
"Aaah! Bulun şunu! Kapıyı tutun!"
Ama çoktan ulaşmıştım. Can havliyle kapıyı açıp kendimi dışarı attım, o anda kapıda ard arda silahlar patladı, dehşet içinde eğilerek var gücümle koştum.
Dış kapı.
Asma kilit.
Onu geçip koşmaya devam ettim, ayaklarım yere neredeyse değmiyordu bile. Boğazımdan sesli nefesler çıkıyordu.
"Dağılın!" diye korkunç bir ses gürledi ve hemen ardından koşan bir sürü ayak sesi...
Arkamdan koştuklarını duymak en büyük korku ve gücü beraber getiriyordu. Yeniden silahlar patladı, dehşet içinde duvara yaklaşıp ellerimle kafamı tuttum.
Unutma, ondan güçlüsün sen.
Unutma, ondan güçlüsün sen.
Hepsinden güçlüsün sen...
Ses. Pervanenin silah sesleri arasına karışan sesi. Kafamda bir havai fişek gibi yandı, yüzüme çarpan bir esintinin geldiği aralıktan hiç düşünmeden döndüm. Koştum, koştum. Ayak tabanlarım yanıyordu. İçgüdüsel olarak yol seçip, sese giderek yaklaşmaya çalışıyordum. Silah sesi kesilmişti ama uzaktan hâlâ ayak sesleri beni takip ediyordu. Sanki her yanda sirenler çalıyor, sanki hücrelerim birbirine yapışıyordu.
Tekrar dönerek geniş bir bölüme çıktım, ses artık iyice yaklaşmıştı, arka tarafa çok yakındım. Diğer uçtaki girişten çıkmak üzereydim ki karşıma birden Wayne çıktı. Korkuyla frenledim kendimi, beni görünce durup soluğunu düzene sokmaya çalıştı.
"Vazgeç artık Maite."
"Wayne, çekil önümden" deliye dönmüş gibiydim.
Wayne başını başka çaresi kalmadığını belirtir gibi eğerek silahını çıkardı ama ben durdurulamaz hissediyordum. Ellerimi kaldırıp teslim oluyormuş gibi yaptım, azalan kararlılığını görür görmez de eline tekmemi geçirerek silahını yere düşürdüm. Vaktim hiç yoktu, beklemeden eğilip dizini kavradım, kendime doğru çektim ama düşmemek için kendi etrafında döndü. Saçlarım önüme savruldu. Net olmayan, süratli görüntüler içinde diğer ayağını yere inmeden yakaladım, kendime çekerek onu gürültüyle yere yapıştırdım. Kafatasının, sırtının gürültülü sesiyle çullandı zemine, yüzünü acıyla buruşturarak kafasını tuttu.
"Bu... 'Fbi dangalağı'...için" dedim tepesinden derin derin soluyarak.
"Üzgünüm Wayne"
Yere düşen silahı aldığım gibi koşmaya başladım. Soygun haritasında Bryant'ın çizdiği daire tekrar tekrar gözümde canlanıyordu.
Maite için. Güvenli...
Bryant'ın benim için belirlediği o yere şimdi nasıl da ihtiyacım vardı! Bir yerlere daire çizip güvenli yazsaydı ve ben de o beni bulana kadar orada kalsaydım...
En son tüm girişlerin açıldığı, tıpkı girişteki gibi dar ve uzun koridora çıktığımda nihayet sona varmıştım. Sıra sıra pencereler koridor boyunca uzanıyordu fakat hem erişemeyeceğim kadar yüksektelerdi hem de açılmıyorlardı. Pervanenin sesi artık baskın tek sesti. Orada, duvarda duruyor ve havalandırmayı sağlıyordu.
Yanına koştum, durduracak bir şey bulma umuduyla etrafa bakındım. Girişlerden içeri göz attım ve birinde kalınca bir odun görüp hemen aldım. Pervaneye koştum, artık ne koşacak, ne nefes alacak gücüm kalmıştı.
Hızla dönen kırmızı metal kanatlar arasına odunu soktum, önce bir sarsıntı sesi geldi ve sonra mücadeleye başladılar. Pervane zorunlu olarak dönmeye ayarlıydı, duramıyor yoluna devam etmek istiyordu. Odunu zorladı, kırılmaması için dua ettim. Tüm enerjisini oduna verip yine de onu kıramayınca kendisine durmaksızın gelen enerji onu kırdı. Hemen odunu çektim, kalan kısmı yerinden çıkarmak için uzandım ama çok sıcaktı. Ceketimi çıkardım, iki elimi onun arkasına saklayarak metalleri kavradım ve tüm gücümle çekerek pervaneyi yuvasından söktüm. Dışarıya, temiz hava ve özgürlüğe açılan boşluğun önünde duruyordum. Kaslarım ağrıyordu.
Ellerimi uzatıp dış duvara tutunarak bacaklarımı içinden geçirdim, vücudumu kaydırarak kendimi delikten dışarı bıraktım. Yere, havalanan tozların içine yan olarak, yaralı omzumun üstüne düşmüştüm. Acıyla dişlerimi sıktım, yere dayanarak doğruldum. Burnuma, ağzıma dolan tozları öksürerek atmaya çalıştım. Etrafa bakındım, düz uzanan çimenli alan fabrikanın arka tarafından uzayıp gidiyordu. Dışarı çıkan olmuş muydu bilmiyordum. Oraya koştuğumda beni vurabilirlerdi ama burada beklemek hiç mantıklı değildi.
Sağa sola bakınırken tepemden gelen sesle irkildim, biri pervane boşluğuna koşuyordu. Gözlerimi yukarıdan çektim, arkama bakmadan yol boyu koşmaya başladım ama arkamdan, kabus gibi Antonio'nun sesini duymamla dakikalardır zorlanan kalbim daha da sıkıldı.
"Duuuuur!"
Ona baktım, çok uzaktaydı. Silahını ateşledi, hemen eğildim. Gücüm tükeniyordu, kullanabileceğim enerji sona gelmişti ve ben, pili bitmiş bir saatin son tıkları gibi tekliyordum.
Peşimden ise, sabah sporcusu Antonio geliyordu.
Yaşlı gözlerimle tutunacak bir şey aradım, gökyüzünden başka bir şey yoktu. Gözlerimden düşen tuzlu yaşlar yanaklarımda müthiş bir yanma oluşturdular. Cam kesiklerinin acısını o ana kadar duymamıştım bile...
Sonunda kanları da alıp öyle aşağı indiler.
Son bir soru daha; bir insanın kanı bir günde daha ne kadar geniş bir alanda izler bırabilirdi?
Antonio'nun haykıran sesi bana kalan son şeyi, gökyüzünü de doldurdu.
"Maiteee!"
*
Selam herkese! Nasılsınız bakalım?
Bölüm pekimadem'e ithaf edilmiştir, çok çok teşekkür ederim, sevgiler... :* Düşüncelerinizi, yorumlarınızı eksik etmeyin ve yeni bölümü bekleyin canlar, Bryant nihayet bizimle olacak!
Canım Maite'im, multimedyada.