MEDUSANIN ÖLÜ KUMLARI (Kitap...

By Maral_Atmc6

7M 638K 1.2M

Elzem Akay'ın sıradan ama güzel bir hayatı vardı. En iyi okullarda okumuş, en güzel oyuncaklara ve kıyafetler... More

KİTAP KAPAĞI VE DUYURU
(1) Mühür ve Kalkan.
(2) Tarot Kartı.
(3) Kim Olduğunu Biliyorum.
(4) Kalkanlar.
(5) Neredeyiz Biz?
(6) Parazitler.
(7) Akademiye Doğru Yolculuk.
(8) Ben Ve Hizmetçi Olmak Mı?
(9) Kazara Ayin.
(10) Sürpriz Misafir.
(11) Kim Efendi Kim Köle?
(12) Ruhumdaki Mühür.
(13) Zindan ve Ruh.
(14) Kayıp Şaşkın Bir Ruh.
(15) İstenmeyen Öğrenci Olmak Zor.
(16) Saflar Tutuluyor.
(17) Karanlığın Gizlediği Korkular.
(18) Aksilikler Bir Değil Ki!
(19) Buz Festivalinin Korkunç Yüzü.
(20) Meydan Okuma.
(21) Bitmeyen Gece.
(22) Çocuk Kadın.
(23) Küçük Baş Belası.
(24) Evlilik Mi?
(25) Yorgun Düşüyor Gibiyim.
(27) Gizli Gerçekler.
(28) İhanet.
(29) Prenses Ari Ve General Karun.
(30) Geçmişe Doğru Yolculuk.
(31) İnfaz.
(32) Oyun İçinde Oyun.
(33) Yolculuk.
(34) Zindanlarda Ki Sır.
(35) Bedenimdeki Azap.
(36) Veda.
(37) Geri Dönmeyeceğim.
(38) Avcılar.
(39) İktidar Yarışları.
(40) Asıl Suçlu Kim?
(41) Zehirli Elmayı Bir Tek Pamuk Prenses Yemezdi.
(42) Kovulmadım, İstifa Ettim!
(43) Ölümsüz Olmak Mı?
(44) Bir Nefes Kadar Yakınındayım.
(45) Küçük Zararsız Yalanlar.
(46) Büyük Sürpriz.
(47) Hayal Kırıklığı.
(48) Ruh Kapanı.
(49) Geçmişin Enkazı.
(50) Aradığımız Masumiyet.
(51) Benim Şarkım.
(52) Sessiz Çığlıklar.
(53) Bazı Günahların Affı Olmuyordu.
(54) Medusanın Kızı.
(55) Kalbim Yasta.
(56) Ninfalar.
(57) Tanrıların Piyonu.
(58) Geldiğin Yere Geri Dön!
(59) Zamanın Ötesinde.
Duyuru
(60) Tanrı Tanımaz Asi.
(61) Büyü Artık!
(62) Bana Anılarımı Geri Ver.
(63) Kendinin Gölgesi.
(64) Küllerinden Doğmak.
(65) Garip Bir Meyve.
(66) Ansızın Gelen Teklif.
(67) Rüyalarda Buluşmak.
(68) Canavar Ve Güzel.
(69) Geleceği Düşlemek. (FİNAL!)
Buraya Toplanınn

(26) Sürpriz Ziyaretçiler.

85.6K 8.9K 10K
By Maral_Atmc6

Medya hayalimdeki Itır. Kafamda karakterlere uyan birileri çıktıkça paylaşırım ama şu ana kadar bu kurgumuzda sadece Itır'ı bulabildim.





Uyuyamıyorum, elimde mektup odanın içinde dönüp dururken geceden beri biçare gözlerime gram uyku uğramamıştı. Aslında sebebi mektup değildi, sebebi son günlerde olanlardı ama ben kendimi mektup ile oyalıyordum. Sabaha kadar kendi sorgumu yapıp durmuştum ben ne yapıyorum diye lakin bulduğum tek cevap bilmiyorum oldu. Burada bir amacım vardı geri dönmek, geri dönmeyi aklıma koymuşken yaşayacağım bir gönül ilişkisinin bende açacağı yaraları tahmin bile etmek istemiyorum. Dahası beş korkunç ilişkiyi geçmişte bırakmak için onlarca terapiye girmişken yeni birisine hazır olduğumu sanmıyorum. Durmam gerekiyordu, işler daha da kördüğüm olmadan duracağım yeri bilmeliyim. Evet kendime son zamanlarda bunu sürekli hatırlatıyorum ama onu görünce her şey aklımda uçup gidiyordu.

Ezber bozan sihirli bir yanı vardı ona karşı başlattığım bu oyunun kurallarını sanki o yazmaya başlamıştı. Çıkış yolunu bulmak için yakınında olmayı kafama koyduğum adam, bana yolu göstermediği gibi yanında tutmanın yollarını bularak beni kendi oyunumda yenmeye başlamıştı. Her şey o kadar karışıktı ki, sanki bir çıkmazdayım. Kalsam da onunla olamazdım gitsem de. Ben bir Oyunbazım hadi burada kaldım diyelim nasıl onunla olurduk ki? İşin içine sevgi girince bu tutkuyu tetikleyecek ve tutku bana açlık olarak dönecekti. Daha elimi tutmaya çekinirken benim yanımda güvende değildi. Ne zaman birbirimize yakınlaşsak ben bir katil rolünde o ise kurban olacaktı. Değer verdiğin birini öldürmek azapların en korkuncu değil mi? Yakınındayken elini bile tutamamak, ona dokunamamak yeterince zor değil miydi? Kalmam bir şeyi değiştirmezdi ki biz yanyana iken bile ayrılığa mahkumduk. Öte yandan kalamazdım geride bıraktığım bir ailem, önemsediğim bir hayatım vardı. Burada beni bekleyen hiçlik kendi dünyamda her şeydi.

Kafamda bu düşünceler kalenin surları arasında yürürken kahvaltıyı çoktan kaçırdığımı biliyorum gerçi aksi olsa bile Zülüf hanım eminim ekmeğin içine bile soğan katar beni aç bırakırdı. Kapımın önünde duran o iki zırhlı asker bana refakat ederken merdivenleri yenilmez bir tavırla iniyordum. Ancak birkaç basamak indikten sonra kendi dünyamda bile peşimi hiç bırakmayan baş ağrısı yine varlığını belli etti. İnleyerek ellerimi şakaklarıma bastırırken arkamdaki nöbetçilerin varlığı bedenimdeki zayıflığı hemencecik gizlememi sağlamıştı. Attığım her adım da güçlü biri gibi görünmeye çalışırken oysaki o kadar halsiz hissediyorum ki, hızlanan soluklarımı saklamaya çalışmak fazla yorucuydu.

Gözlerim bulanık görmeye başlayınca destek almak için ellerim merdivenlerin trabzanlarını aradı lakin korkulukların üzerindeki zehirli çiçeklerin farkına varmak büyük bir hayal kırıklığı. Güçlükle basamakları inince kulaklarımda şiddetli bir basınç belirdi ve başımdaki ağrı çoğaldı. Her şey etrafımda dönerken daha fazla devam edecek gücüm kalmadığı için kolonlardan birine tutarak kendimi toparlamaya çalıştım. "Siz iyi misiniz?" Arkamdaki nöbetçinin sesiyle çok fazla dikkat çektiğimi anlayınca destek aldığım kolondan uzaklaştım. "Ev-evet." Titreyen sesim beni ele verirken derin nefesler eşliğinde gülümsedim. "Küçük bir soğuk algınlığı yaşıyorum, Araftaki sert havaya uyum sağlamak zor." Aslında onlar da farkındaydı direndiğim lanetimin beni öldürmeye başladığını. Evet bu doğu etrafımdaki herkes bu gerçeğin farkındaydı.

Ruhlarla beslenmeyi ısrarla reddediyorum.

Yemek salonuna kadar gelmeyi başardım lakin bu benim için hiç kolay olmadı. Nöbetçiler benim için kapıları açınca son kez kendime çeki düzen verdikten sonra içeri girdim. Salona girince benimle işleri biten nöbetçiler geri dönerken herkesin masadaki yerini aldığını gördüm. Varlığım küçük bir sessizliğe sebep olunca onlara doğru yürürken masanın yakınlarında durdum. "Günaydın." Herkese kuru bir sesle bu şekilde küçük bir selam verirken kardeşime dönerek gülümsedim. "Günaydın Itır." Bacaklarımı hafif bükerek ona selam verince tebessüm ederek ayağa kalktı. "Günüm varlığınız ile aydınlandı leydim." Yumruğunu sol göğsüne bastırarak önümde eğilirken yanındaki boş sandalyeyi oturmam için çekti.

Onun çektiği sandalyeye oturduktan sonra Itır yanımdaki yerini almıştı. Masadaki türlü kahvaltı çeşitlerine bakmak bile iştahımı kabartırken ne yazık ki bunları yiyemem. Tamam kaledeki tüm çalışanlar fazla temiz ve titiz görünüyor ama önceden bir yerin mutfağını kontrol etmeden o yerden çıkan şeyleri istesem de yiyemem. "Elzem?" Itır uzanıp masanın ortasında duran ay çöreklerinin olduğu büyük tabağı alarak benim tabağımı onlarla doldurdu. "Sabah senin için erken saatlerde kalkarak mutfağa girdim." Sürahideki sütün bir kısmını bardağıma boşalttı. "Sevdiğin çörekleri kendi ellerimle yaptım başlamadan önce ellerimi de beş kez yıkadım." Gülerek bir tane çöreği avucuma tutuşturdu. "O esnada saçlarımın icabına baktığımı söylememe gerek yok değil mi?" Sırf ben bir şeyler yiyeyim diye sabahın erken saatlerinde kalkarak benim için bir şeyler yapan kardeşime olan tüm kırgınlığım uçup gitmişti. Bu hep böyle olmuştur Itır neredeyse doğduğumuzdan beri beni incitir kırıp dökerdi ama öfkesi yatışınca pişmanlık duyar kendisini affettirmenin yollarını arardı. Ve ben onu her defasında affederdim tıpkı şuanda da olduğu gibi.

Yapacağı hiçbir hata ona olan sonsuz bağışlama arzumdan büyük olamaz.

"Elzem ben-" Yutkununca herkes bizi izlerken onların yanında benden özür dileyerek kendisini mahcup hissetmesin diye elini tutarak onu susturdum. "Özür dilerim Itır, son zamanlarda seni çok ihmal ettiğimin farkındayım neden olanları unutmuyoruz?" Her ne kadar o suçlu olsa da bende hatalı olduğum için onun yerine özür dileyerek bu sorunu da ortadan kaldırdım.

Onun aksine benim özür dilemek ile ilgili bir sorunum yoktu.

"Birbirinize verdiğiniz bu değer hayranlık uyandırıyor." Koruyucuların lideri Ayvaz, kahvaltısını bitirmiş olmalı ki gözleri bizi bulmuştu. "Düşman klanlardan iki kardeş?" Güldü lakin gülüşündeki alaycılık göz ardı edilemezdi. "Gazi ve Abraham'ın bunu görmesini isterdim." Klan liderlerimizin bunu onaylamayacağını söylediği çok açık fakat kimse Itır'a yakın olmamı engelleyemez.

"Bunun için onları suçlayabilir miyiz?" Masanın en başında oturan Cihangir'in sorusuna kimse itiraz etmedi. "Onlar aynı kanı taşıyan kardeşler eminim Abraham bundan dolayı kendi melezini anlıyordur." Çayını alarak arkasına yaslandı. "Ve Gazi?" Masadaki herkes bu ismi ondan duyunca gerginlik içinde sessizliğini korudu. "Gazi artık burada olmadığı için bir ölünün arkasında konuşmak hoş durmuyor." Gazi'nin burada olmasını o kadar çok isterdim ki, ama şansıma benim klanımda sadece en zayıfları kalmış onlar da zaten şuanda köleydi.

Çöreklerden küçük bir ısırık alınca Itır'ın pişirmeyi bildiği tek şey çok lezzetli olmuştu. Henüz çocukken bunu çok seviyorum diye annemden nasıl yapıldığını öğrenmişti. "Sen neden yemiyorsun Mara?" Zülüf hanımın sorusu üzerine Itır'ın diğer yanında oturan bilge kâhinin keyifsiz bir şekilde tabağındaki peynire işkence yaptığını görünce gözlerim masanın diğer tarafında oturan Dehliz'i buldu. Tıpkı Mara gibi onun da yüzündeki hoşnutsuzluk anlaşılıyordu. Her ikisi birbirinden en uzak yerlere oturmuş asla göz teması kurmuyorlardı. Bunun sebebi dün gece talihsiz bir şekilde birleşen dudaklarıydı. Birbirlerinden ayrılınca o kadar mahcup hissettiler ki, tek kelime etmeden farklı yönlere doğru aceleyle giderek kaçmayı başardılar.

Bulduğum ilk fırsatta Mara ile şu kâhinlik işini konuşmalıyım.

Savcı nerede?

Gözlerim masadaki tek eksik kişiyi ararken aynı zamanda Berrak'ta burada değildi. İçimde rahatsız edici duygular ortaya çıkınca bu histen hoşlanmadım. "Berrak hanım neden aramızda değil?" Doğrudan Savcı'yı soramadığım için seçimi diğerinden yana kullandım. Birlikte olamazlar değil mi?

Gediz'in annesi Leyla hanım bunu sormamı bekliyor olmalı ki elindeki çatalı zarifçe masaya bırakarak bana döndü. "Berrak şu anda Savcı ile birlikte." Ah o gözlerdeki galibiyet bakışı yok mu beni deli ediyor. "Savcı ona seradaki çiçekleri gösteriyor." Neden? Koskoca kalede ondan başka Berrak hanıma çiçekleri gösterecek kimse yok mu?

Her iki kraliçeye yenilgimi göstermemek için yüreğimdeki sızıyı gizlemek adına gülümsedim. "İkisinin çok yakıştığını düşünen bir ben olamam değil mi?" Yediğim birkaç çöreği boğazımda bıraktığı için onları yemekten vazgeçerek uzanıp masada bir tane elma aldım. "Nişan için bir tarih belirlendi mi?" Bu tepkime Zülüf hanım biraz şaşırmıştı ama şu zamana kadar tüm silahlarını gizleyen Leyla hanım için aynı şeyleri söyleyemem. Savcı'nın annesi sıradan pasif bir düşman ama Leyla hanımı hafife almamam gerektiğini iyi biliyorum.

"Henüz değil." Doğrudan bana meydan okuyordu. "Nişana katılmanı çok isteriz." Eminim öyledir.

"Onur duyarım." Masada fazladan bir elma daha alarak ayağa kalktım. "İzninizle biraz dinlenmek istiyorum." Zoraki bir şekilde herkese tebessüm ederek masadan uzaklaştım biraz daha kalırsam kontrolümü tamamen yitirebilirim.

Nişana katılmamı çok istermiş sinsi cadı!

Sinirden elmadan kocaman bir ısırık alınca nihayet bahçeye çıkmayı başardım. Evet hava çok soğuktu hatta kar heran yağacak gibi duruyordu lakin odamda hiç kıyafetim olmadığı için hâlâ Savcı'nın bana gönderdiği elbise vardı üzerimde. Burada ne bir kaban ne de pelerinim vardı üşüyorum ancak bunu gizlemeye çalışıyorum. Odamda bana ait ince bir hırkam vardı ama bu elbiseyle uyumlu olmadığı için onu yanıma almadım. Sol tarafta dört atın çektiği yük arabası gördüm sanırım dışarıdan kaleye erzak getirdiler çünkü kocaman fıçılarda içecekler ve birçok bez çuvalda tahıl indiriyorlardı.

Tüm erzaklar indikten sonra arabacı parasını alırken yerdeki hasır sepet dikkatimi çekince kaşlarımı çattım. O sepetin bir kolu sökük olduğu için simetri rahatsızlığımı tetikliyor bu beni deli ediyordu. Hizmetçiler bir an önce onu içeriye götürsünler istiyorum böylece onu görmek zorunda kalmam. Lakin hizmetçiler ağzı bezlerle bağlı küpleri içeri taşırken o lanet sepeti en sona saklamışlardı. Parmak uçlarım uyuşuyor bedenimde rahatsız edici bir kaşıntı belirirken boynumu kaşıyarak farklı bir yere bakmaya çalıştım ancak gözlerim sürekli sepeti bulurken bu mümkün değildi. Dişlerimi sıktığımda o şeyi yok etmek veya daha düzgün bir hâle getirmek için çıldırıyorum. "İnanılır gibi değil!" Her şey düzgün ve tek bir hizada olmalıydı bu aptal sepetten kurtulmak istiyorum.

Arabacı parasını alınca gitmek üzereyken koşarak onun yanına arabaya bindim. Aklımı Savcı ve sepetten kurtarmanın bir yolunu bulmuş olabilirim. "Bende geliyorum kasabayı gezmek istiyorum." Atları kamçılamadan önce çalışanlara döndü hepsi benden kurtulmaya fazla hevesli oldukları için bir şey söylemeyince o da arabayı hareket ettirdi. Cihangir'in peşime taktığı adamlar yokluğumu fark etmeden kaleden çıksam iyi olacak çünkü burada her şey beni boğuyor.

*****

Kaleye baygın bir halde geldiğim için görmediğim birçok şeyi yeni fark ediyorum. Kalenin içinde olduğu klanın etrafında Çin seddini aratmayan uzun kalın duvarlar vardı. Tek bir kapı olduğu için en iyi savaşçılar kapıyı koruyordu yani dışarıdan gelen biri o kapıdan geçmeden klana giremez. Bunun dışında klanda ileri gelen soylu ailelerin oluşturduğu tam altı köy vardı. Hayır her birini gezmedim arabacı bu konuda bana bilgi verdiği için biliyorum. Duvarların ötesinde de Azınlıkların yaşadığı köyler olduğunu söyledi. Bu bölge Azınlıklara ait olduğu için biri onların sınırlarına girmeden önce klan lideri Cihangir'i bilgilendirmeli aksi takdirde kendi topraklarına izinsiz giren herkesi acımadan öldürmek serbest. Evet bu ürkütücü ama ne yazık ki burada kurallar bu doğrultuda işliyor. Bu yakınlardaki orman bile Azınlıklara ait olduğu için herkes öyle kolayca avlanamaz bunun için önce Cihangir'e bir pusula göndermeleri gerekiyor ve o kabul ederse bunu yapabilir. Medusa konaktaki o gece Araf için lanetli bir kasaba demişti ama şu ana kadar gördüğüm şeyler Arafı bir kasabadan uzaklaştırıyor. Fanilere ait bölge, lanetlilere ait bölge, her klana ait bölge ve daha bilmediğim birçok yer. Bütün bunların büyüklüğü Arafı bir şehir yapıyor hatta bir ülke.

Pazarın içinden geçerken insanların garip bakışları üzerimdeydi Oyunbaz enerjimi hissettikleri için herkes gibi onlar da kalkanları merak ediyordu. Beni görünce meşgul oldukları işi bırakarak merak dolu bakışlarını bana çıkarmaları rahatsız edici. Kasaba halkı Cihangir ve ailesine sadece saygı duymuyor aynı zamanda onlara karşı sonsuz bir sevgi besliyordu. Tüm bu insanların ruhlarında ki o coşkulu sevgi ve minnattarlığı soludukça bunu daha iyi anlıyorum. Halkı Cihangir'i seviyordu bunun en büyük sebebi iyi ve adil bir yönetici olması olabilir. Şu ana kadar sokaklarda tek bir dilenci dahi görmedim bu da demek oluyor ki Azınlıklar maddi yönden halkını mağdur etmiyordu. Ya da bu bölgede varlıklı insanlar yaşadığı için olabilir sonuçta surların dışındaki köyleri henüz görmedim.

Etrafıma bakarak yürüdüğüm için pazarın yoğun kalabalığında biri omuzuma sertçe çarpınca inleyerek önüme döndüm. Çarptığım kişinin elinde tuttuğu kutu yere düşünce hemen onları toplamak için eğildim. "Üzgünüm benim hatam." Yere saçılan bıçakları kutunun içine koyarken aceleyle elimi son bıçağa uzatmıştım ki yutkunarak duraksadım. Bu diğer bıçakların aksine bir frizbi bıçağıydı. "Bu muhteşem." Hayranlık dolu fısıltımı gizlemeden uzanıp altın sarısı bıçağı alınca parmaklarım daire şeklini oluşturan bıçağın üzerinde gezindi. Pürüzsüz ucu daha önce hiç kullanılmamış olduğunu gösterirken onu tutacağınız yeri kavrayınca içimde oluşan heyecanı gizleyemedim. Bıçağın üzerine küçük bir buğday başağı işlenmişti ve bu damga adeta ışıldıyordu.

"Beğendiniz mi?" Kulağıma gelen ses ile hemen topladığım kutuyu alarak yerden kalktım. "Çok güzel." Kutuyu ve bıçağı ona uzattım. "Tekrar özür dilerim." Kutuyu benden aldı ama frizbi bıçağı almadı. "Oyunbazların silahı hoşuma gitmiyor onu benim yerime çöpe atabilirsin." Son söyledikleriyle sebepsiz yere kaşlarımı çatarken genizden çıkan kalın sesi dikkatimi cezbetti. Sadece dudakları görünecek şekilde pelerinin siyah şapkası yüzünü gizliyordu. Ben uzun boylu biriydim lakin bir erkeğe göre onun boyu benden daha kısaydı. Tabii ilerleyen yaşından dolayı da bu olabilir çünkü beyaz sakalları ve dudağının çevresinde oluşan büzgülü kırışıklıklar genç biri olmadığını kanıtlıyor. Üzerinde köylülerin giydiği bezden elbiseler vardı lakin bir köylü izlenimi vermiyor. Ayrıca enerjisini hissedemiyorum hangi klandan olduğunu kestirmek güç.

"Bu bıçağı çöpe atmayacağım." Yaptığı ayrımcılık yüzünden sesim kontrolüm dışı yargılayıcı çıkmıştı. "Ben bir Oyunbazım ve halkımın silahını çöpe atacak değilim." Onu azarladığımda bana karşı bir şeyler söylemesini bekledim ancak dudağının köşesi kıvrılarak önümde saygıyla eğilmesini beklemiyordum. "O sizin olabilir." Ben afallarken yanımdan geçip giderek iyice şaşkınlığımı çoğalttı. Az önce bana saygılarını mı sundu? Beni biriyle karıştırmış olmalı çünkü burada bir asil olmak dışında her şeydim örneğin hizmetçi olmak gibi! Arkaya dönünce çoktan kayıplara karıştığını görmek omuz silkerek önüme dönmemi sağladı. Elimdeki bıçağa bakarken güldüm hiç ücret ödemeden bir silahım olmuştu.

Pazarı gezmeye devam ederken bir çocuğun arkasındaki tezgahta duran parşömenleri görünce ona doğru yürüdüm. "Bakar mısın?" On beş yaşlarında görünen kız çocuğuna seslenmem bana doğru dönmesini sağladı. "Onlar ne?" Parşömenleri gösterdiğimde başını usulca kaldırıp sattığı şeyleri kontrol etti. "Haritalar hanımım." Kısık sesini güçlükle duyarken üzerindeki deriden yapılmış savaşçı kıyafetleri ve kısa kestirdiği güneş sarısı saçlarıyla küçük bir savaşçıyı andırıyordu.

"Araftaki her bölgenin haritası var mı?" Bu toprakları daha iyi tanımak istiyorum belli mi olur belki ileride işime yarayacak birkaç bilgi edinirim.

Kendi klanımın hangi bölgede olduğunu merak ediyorum.

Çocuk başını sallayarak beni onayladı. "Bir tane almak istiyorum." Şimdi tekrar arkasındaki haritaları kontrol ederek bana dönmüştü. "Hangisi?" Hangisi derken kaç tane haritası var bu yerin?

"Bana biraz yardımcı olur musun lütfen?" Bu konuda herhangi bilgim olmadığı için ne tür harita olduğunu bilmiyorum.

Kız çocuğu soruyu anlamamış gibi yüzüme bakarken sağ tarafımda bir gölgenin varlığıyla usulca başımı çevirdim. Bir demirciyi andıran genç bir adam yanımda durmuş haritalara bakıyordu. Demir dövmekten oluşan güçlü kol kasları dudak uçuklatırken üzerindeki bezden beyaz gömleği is ve kül lekeleri ile doluydu. Uzun boyu ve geniş omuzları onu sıradan bir demirciden uzaklaştırıyor bir savaşçı havası veriyordu. Ancak belindeki kemerinde hiç silah yoktu omuzlarına kadar gelen asi siyah saçları ise açıktı. Yanlış anlaşılmasın diye yüzüne doğrudan bakamıyordum ama kalın kaşlarının altında keskin bakan zifiri gözleri haritaları kontrol ederken yüzünde de kömür izlerini andıran karaltılar vardı. İşin garip kısmı bu genç adamın da enerjisini hissedemiyorum. "Hangisini alacaksın kardeşim?" Cıvıltılı sesler çıkartarak benimle aynı yaşta gösteren bir kadın yanımıza gelerek ona gülümsedi. İlk dikkatimi çeken cehennem ateşini andıran kor kırmızısı düz saçları olmuştu. Burnunda dikkat çeken bir morluk ve bir yanağı baştan sona kesik iziyle doluydu. Yara kapanmış olabilir ama izi büzük bir şekilde yanağına korkunç bir görüntü sunuyordu. Bu kadının enerjisini de soluyamıyorum.

"Karar veremedim." Genç adam eliyle haritaları gösterirken yanındaki kadını görmezden geliyordu. "Birçok harita var burada. Her klanın detaylı haritaları, fethedilmiş topraklar, keşfedilmemiş yasaklı bölgeler de dahil olmak üzere birçok harita." Bu da yanılmadığımı gösteriyor Araf gerçekten devasa büyüklükte birçok sınırları içinde barındırıyordu.

Yanındaki kadının kehribar gözleri yaramazlık yapan çocuklar gibi ışıldadı. "Neden bütün hepsini içinde barındıran bir harita almıyorsun ve bir tane de feth edilmiş toprakların haritasını almalısın." Askıdaki kahverengi deri ulak çantalardan birini işaret ettim. "Ve o çantayı." Açık kutularda görünen pusulalardan gümüş renkli olanı seçti. "O pusulayı da."

Çocuk, kadının istediği şeyleri çantaya koyduktan sonra yanındaki adam parayı ödemişti. Gitmek için döndükleri esnada kadının gözleri elimde tuttuğum frizbi bıçağı görünce gülümsedi. "Çok eşsiz bir parça bakabilir miyim?" Bu isteğini sorun etmeden bıçağı ona doğru uzatınca tıpkı benim yaptığım gibi parmakları bıçağın üzerinde gezindi. "Kara ormandaki madenlerden çıkan saf altınlarla işlenmiş bir silah." Gözleri baştan ayağa beğeni dolu beni inceledi. "Size layık bir silah olduğu su götürmez bir gerçek." Bıçağı yeniden bana uzattı. "Demirciniz size özel yapmış olmalı bunu." Üzerimdeki Savcı'nın gönderdiği pahalı kıyafetler yüzünden beni buradaki soylulardan biri sanmış olmalı.

"Bu silah bana yapılmadı tesadüf eseri benim oldu." Yanındaki genç adam sanki komik bir şey söylemişim gibi gülüşünü saklamak için başını başka yöne çevirirken yüzü yaralı kız güldü. "Hiçbir şey tesadüf değildir efendim." Elindeki ulak çantasını ve kolunda asılı olan kırmızı pelerini bana uzatarak gülümsedi. "Kardeşime bir şey göstermem gerekiyor iki dakika içinde dönerim bunları benim için korur musunuz?" İki dakikalığına onun eşyalarına sahip çıkmayı sorun etmediğim için başımı salladım. Tanımadığı birine eşyalarını teslim etmesi doğru bir hareket değil sonuçta bunları alıp kaçma ihtimalim de var değil mi?

Bu asla yapmayacağım bir şey.

Önümde eğilerek giden çift beni hâlâ soylulardan biri sanıyor olmalı yoksa bunu neden yapsınlar? "Aman tanrım o çok güzel." Hızlı bir şekilde giderken kadının hayranlık dolu sesini duydum. Aslında yüzündeki yara olmasaydı o da güzel sayılırdı umarım beni fazla bekletmeden eşyalarını almaya gelir.

Yaklaşık yarım saat boyunca kadının gelmesini bekledim ancak o bir türlü gelmeyince elimdeki şeyleri haritacı çocuğa uzattım. "Sahibi geri dönerse ona verirsin." Kaledekilere haber vermeden çıktığım için daha fazla oyalanmadan geri dönmeliyim. Çocuk uzattığım şeyleri alacağı esnada pelerinin cebinde görünen bir sayfanın ucu ile duraksadım. "Bir dakika." Elimdekileri çocuğa vermekten vazgeçerek sayfayı çekip alınca okuduğum şeyler afallamamı sağladı. Bu da neydi şimdi? "Bir Oyunbaz her şey olabilir ama asla aptal olamaz." Böyle bir notu neden cebinde taşıyor ki?

Hiçbir şey tesadüf değildir.

Gözlerimi kocaman açtığımda fark ettiklerim beni dehşete düşürdü. Ben değil o yaşlı adam bana çarpmıştı bu kasıtlı bir şeydi değil mi? Bıçakları yere dökerek elimdeki frizbi bıçağını bana vermek için bir sebep yaratmıştı. Kadının yanındaki o genç adamın kinayeli gülüşü bu silahı yapan kişinin o olduğunu gösteriyor. Kadının sözleri ise bana özel yapıldığının kanıtı, dahası haritalardan anlamıyordum ve tam o esnada yanıma gelerek benim için iki harita aldılar. Evet bu çantayı, pusulayı ve haritaları bana emanet etmediler aslında bana aldılar. Hava soğuk ama ben bir elbiseyle dolaştığım için üşüyordum bu yüzden bu kırmızı pelerini de özellikle almışlardı. Üçünün enerjilerini hissedemedim çünkü ben hissedince herkes hisseder. "Aman tanrım..." Bir şekilde yaydıkları enerjiyi gizlemenin yolunu buldular aksi takdirde insanların içine karışamazlar. Onlar gizlenmeliydi çünkü üçü de kayıp bir ırktan geliyordu...Oyunbazlar!

Az önce kendi ırkımdan üç kişi beni fark ettirmeden ziyaret etmişti.

İyi ama neden doğrudan kim olduklarını söylemediler?

Kurtulanlar hâlâ vardı.

Çantayı boynumdan geçirerek yan tarafıma sarkıtırken kadife yumuşacık pelerini omuzuma koyup önündeki ipini boynumun altında gevşekçe bağladım. "Bunu al." Kulağımın arkasına taktığım gümüş tokaları aceleyle çocuğun tezgahına bırakarak hemen uzaklaştım. Takip ediliyordum o yüzden doğrudan benimle konuşmadılar. Takipçim, kadın ile olan konuşmalarımızı duymamış olabilir ama bizi görmüştü. Kadın hepsini aldıktan sonra bana uzatmıştı hiç ödeme yapmadan oradan ayrılsaydım neden bana bu şeyleri aldığını sorgulardı, ama şimdi kadının bilgisizliğim yüzünden benim için bir şeyler seçtiğini düşünecekti. Pelerin kısmı fazlasıyla açık veriyor ama bu onu tam olarak doğru cevaba da götürmez. Süs eşyaları satan bir dükkana girerek bulduğum aynayı aldığım gibi sırtımı cam tarafına çevirdim. Aynaya bakarak camdan dışarısını kontrol ettim ama kalabalıkta dikkatimi çeken birileri olmadı. Aynayı alarak dışarıya çıktım sanki kendimi daha iyi görmek için bulutların arkasına gizlenen güneşi kontrol eder gibi gökyüzüne baktım. Birkaç kez bunu tekrarladıktan sonra sırtımı sol tarafa çevirerek aynadan kendime bakar gibi yapınca işte onu gördüm. Hemen arkamdaki dükkanın önüne konulmuş sepetteki şifalı otları kontrol eder gibi yaparak arada bana kaçamak bakışlar atan kişi kapımda nöbet tutan o iki nöbetçiden biriydi. Bu Cihangir'in işi değildi büyük ihtimalle Savcı'nın annelerinden biri peşime takipçi takmıştı. Oyunbazlar bunu bildiği için bana yaklaşamadılar belkide söylemek istedikleri çok şey vardı ama bunu yapamadılar.

Onlar aslında uzun zamandır benimle iletişime geçmek için fırsat kolluyorlar değil mi?

Aynayı bırakarak hızlı adımlarla buradan uzaklaştım şu takipçiyi atlatmanın bir yolunu bulmalıyım. "Bu kadınlara kiminle uğraştıklarını göstereceğim!" Peşime adam taktıklarına inanamıyorum.

*****

Ormanın içinde hareket ederken sinirden ağlamak istiyorum! Trajik bir şekilde sadece takipçimden kurtulmadım aynı zamanda klanın büyük duvarlarının dışına da çıkmayı başarmıştım. Aslında bu kendi isteğim dışında olmuştu çünkü kalabalığa karıştıktan sonra saman dolu bir at arabasına binerek saman balyaların altına saklandım. İyice samanların altına gizlenerek bir süre bekledikten sonra takipçim pes ederek peşimi bıraktıktan sonra çıkmayı düşünüyordum. Lakin tüm gece uykusuz kalan gözlerim bir süre sonra uykuya direnemeyince beş dakika uyumayı sorun etmedim. Tabii hissettiğim sarsıntılar yüzünden boğulmak üzere olduğum samanların altından çıkınca kendimi ormanda hareket eden bir at arabasının teknesinde bulmayı beklemiyordum. Arabacı atladığımın farkında bile olmadığı için kendi yoluna bakarak gözden kaybolurken ben şu anda saçlarımdaki samanları ayıklarken kaleye nasıl gideceğimi düşünüyorum. "Neden bunlar bir tek benim başıma geliyor!" Saçlarımı sinirden geriye iterken pusulamı hâlâ bana vermeyen Savcı'ya küfretmek istiyorum. Eğer pusula yanımda olsaydı şimdi yönümü bulabilirdim o beni doğrudan kaleye götürürdü.

Çantadaki pusula daha fazla kaybolmamı sağlamak dışında bir işe yaramıyor!

Umarım birileri yokluğumu farkederek beni bulmak için bir şeyler yapıyordur. "Ya da o birileri müstakbel nişanlısına gül bahçesini gösteriyordur!" Keşke Itır'ın yaptığı çöreklerden daha fazla yeseydim.

Tahminler üzerine kafamda yaptığım hesaplamaya göre ormanın içinde hareket ederken duyduğum bağırtılar ile hiç düşünmeden oraya doğru koşmaya başladım. Şükürler olsun ki burada yalnız değildim onlar her kimse bana kalenin yolunu tarif edebilirler. Önüme çıkan ağaçları aceleyle geçerken bir süre sonra açık bir alana çıkınca gördüğüm manzara afallayarak durmamı sağladı. Burada tam olarak neler oluyor? Kahve pelerinli bir grup insan yüzlerinin yarısını kapatacak bir bezle sadece gözleri görünecek şekilde kendilerini gizlemişler ellerindeki kılıçları diz çöktürdüğü kadınların boğazına yaslamışlar. Ancak bu üç kadından birini nerede olursa olsun ve hangi bedende olursa olsun tanırım. Evet bu o lanet şeytandan başkası değildi. Itır, onun son aldığı bedeni öldürdüğü için yine gerçek bedenine en yakın bedeni çalmıştı tek fark bu beden biraz daha gençti ve Muhafızlara aitti. Onun da Tenebris ve Muhafız karışımı bir melez olduğunu düşünürsek genelde her iki klandan bedenler seçiyordu. Tamam o da normalde sarışın ve yeşil gözlüydü ama kendi özelliklerimi onun üzerinde görmek istemediğim için bu biraz can sıkıcıydı.

Başıma bela almak istemediğim için geriye doğru ses çıkarmadan bir adım atınca sırtımda yani tam bel boşluğumda keskin bir şeyin varlığını hissettim. "Yürü." Arkamdaki uyarıcı sesin sahibi kılıcının ucunu sırtıma dayamışken aksine yapmak aptallık olurdu.

Korku içinde titrerken ona zorluk çıkarmadan benden istenildiği gibi diğerlerine doğru yürüdüm. "O da kim?" Maskeli kişilerin içinde en iri görünen adamın beni farketmesiyle arkamdaki kişi belimi sertçe dürtünce uyuşuk adımlarımı hızlandırdım. "Bir diğer davetsiz misafir." Gülen sesini duydum. "Bugün oldukça karlı geçiyor." Büyük ihtimalle diğer davetsiz misafir de Medusa oluyor çünkü diğer kadınlardan bağımsız görünüyordu. Onlara direnmiyor bunun sebebi bu adamların birer Azınlık olması evet onların yaydığı enerjiyi hissediyorum. Daha biz bir şey yapmadan bedenimize acı salgılar bizden kurtulurlar. Azınlıklar adaleti simgelerdi ama onların adaletinin bir kısmı inandıkları şeyler üzerine işliyor. Bu adamlar büyük ihtimalle ya asiler ya da haydutlar ve kendi topraklarında izinsiz gezenlere istedikleri şeyleri yapmaya hakkı vardı. Bu her klanın değiştirelemez doğrusu iken onları yargılayamıyorum.

Liderleri olduğunu düşündüğüm iri adamın karşısına getirilince elindeki o kılıç fazlasıyla beni ürkütüyor. "Topraklarımıza girerken herhangi bir onay pusulan veya bunu kanıtlayacak bir refakatçin var mı?" Tam da düşündüğüm gibi onlara kanıt sunarsam gitmeme izin vereceklerdi ama kanıt olmayınca bana istediği şeyi yapmakta serbestti.

Azınlıkların haydutları bile adaletli.

"Ka-kanıtım-" Sesim fazla korkak çıkınca derin bir nefes alarak kendimi toparlamaya çalıştım. "Kanıtım yok ama klan lideriniz Cihangir'in davetlisiyim." O kılıcı üzerimde denemezler değil mi? Artık kendi dünyama dönmek istiyorum burada yaşadıklarım çok fazla.

"Kanıtın yoksa bizimle geleceksin." Arkamdaki adama bir işaret yapınca çantamı sertçe çıkartıp karıştırmaya başladı. "Hepsi işe yaramaz şeyler." Frizbi bıçağı çıkardı. "Ama bu şey saf altından yapılmış değerli bir parça." Tek bir bakışta bunu nasıl anladı? Karşımdaki iri kıyım adam bıçağı alarak incelerken kahve gözleri afallayarak kısıldı. "Üzerinde hiç iz yok bu şey yeni yapılmış." Kaşlarını çatarak bana döndü. "Bir Oyunbazın işçiliği olduğu çok açık yakın zamanda yapılmış ama bunu dövecek güçte bir Oyunbaz artık Arafta yok." Kılıcını boğazıma yaslayınca hızlı hızlı nefesler alırken kalbim göğsümü delerek dışarı fırlayacakmış gibi hissettiriyor. "Bunu sana kim verdi!" Bunun cevabını asla onlara vermem kendi ırkımı satacak değilim ama bir o kadar da hayatım için endişeliyim.

"Onu buldum."

"Demek buldun?" Kılıcını geri çekince bana inanmadığını biliyorum. "Gideceğimiz yerde seni konuşturmanın yollarını biliyorum." Kahretsin bana işkence yapmayı düşünmüyor değil mi? "Sizinle hiçbir yere gelmiyorum." Elimle hâlâ beni burada görmenin şokunu yaşayan Medusa'yı gösterdim. "Neden sadece onu almıyorsunuz? Bir iblis çok işinize yarar onu övmek gibi olmasın ama kendi çapında bir yılandan daha sinsi." Ona istediği işkenceyi yapabilirler ben buraya ait olmadığım için onlardan gelecek herhangi bir şiddeti istemiyorum.

"Neden ilk ondan başlamıyorsunuz?" Haydutların lideri olduğunu düşündüğüm karşımdaki maskeli kişiye bakarak o da beni gösterdi. "Onun öldüğünü görmek en büyük arzum." Evet kendileri kuyumu kazan kişilerin başında geldiği için bu istediği beni yanıltmadı.

"Bir iblis gerçekten çok fazla işinize yarayabilir." Onu daha fazla kızdırmak için bende rahat durmadım.

"Görüp görebileceğiniz en kurnaz Oyunbaz olduğunu söylemiş miydim?" Biz böyle birbirimizi topun ağzına sürerken peki haydutların lideri ne derse beğenirsiniz? "Diğerleri gidebilir şu iki sarışını alın." Buradaki tek orijinal sarışın benim, o iblis değil!

Biri kolumu tutmak için bana doğru elini uzattığı sırada yanımda süratle geçen bir ok onun ayaklarının tam önüne saplanınca hemen elini çekti. Diğer haydutlar kılıcına davranırken soluğumu tutarak başımı çevirince at üstünde duran Savcı ve Dehliz'i gördüm. Oku atan Savcı olmalı çünkü elinde yay tutuyordu. İki Gevheri kardeşi gören adamlar karşı atakta bulunmak yerine ellerindeki kılıçları kınına takarak hemen iki büklüm eğildiler. Atlarını bize doğru süren iki kardeş yanımıza gelirken bile ben gözlerimi yerdeki oktan ayıramıyorum. Bu şey hedefi ıskalayıp bana da gelebilirdi.

"Bir hatamız mı oldu efendim?" Liderleri olduğunu düşündüğüm adam önce Savcı'ya selam verdi daha sonra ise Dehliz'e. "General." Son kısmı Dehliz'e bakarak söylemişti sanırım bu Dehliz'in Azınlıktaki askeri rütbesi oluyor. Hiç konuşamayan biri onlara nasıl önderlik ediyor ve bu haydutlar aslında haydut değil öyle mi? Büyük ihtimalle bu civarda teftiş gibi bir şey yapıyorlardı.

"Bu adamlar bana saldırdı siz gelmeseydiniz kim bilir neler yapacaklardı!" Çocuk gibi hemen onları şikayet etmem adamları tedirgin ederken Savcı bana tersçe bakıyordu. "Her biri Dehliz'in emrindeki kıdemli askerlerden biri. Azınlıklara sızan casus haberini aldığımız için bölgeyi kontrol ediyorlar. Biz gelmeseydik bile önce ele geçirdikleri kişileri Dehliz'e bildirmeden bir şey yapmazlar." Yine de beni korkuttukları gerçeğini değiştirmiyor.

Dehliz ve Savcı atından atlayınca benden aldığı bıçağı Dehliz'e uzattı. "Kızın üzerinden çıktı." Bıçağı inceleyen Dehliz kaşlarını çatarak bana dönünce güldüm. "Onu buldum." Buna inanmadı zaten o yüzden bıçağı kontrol etmesi için Savcı'ya uzattı ve aynı şekilde o da kaşlarını çatarak bu ne dercesine bana dönünce yine güldüm. "Onu buldum ama kanıtlayamam." Aynı zamanda hiç biri bana inanmadığı gibi aksini kanıtlayamazdı.

Dehliz adamlarını alarak geri dönünce diğer iki kadın zararsız olduğu için onları da göndermişlerdi. Şimdi Savcı ve Medusa benden biraz uzakta bir şeyler konuşuyordu. Onları buradan tam olarak duyamıyorum ama Savcı fazla uzatmadan onunla akşam görüşeceğini söyleyerek onu kaleye göndermişti. Medusa ile konuşacağı neyi var? Peki ben bu sırada ne mi yapıyorum? Bana en yakın olan ağacın tepesine çıktım evet bunu gerçekten yaptım. Kaleden izinsiz ayrıldığım için ruhundaki öfke fokurdayan yanardağını andırırken o Medusa ile konuşurken bende kendi can güvenliğimi düşünmek zorundayım. Bu elbiseyle biraz zor olmuştu ama genelde çocukken annemden ceza almamak için çok fazla ağaca tırmandığım için oradan tecrübeliyim.

Medusa gidince arkasına dönen adam beni bulamayınca iyice çıldırarak sağ omuzuna doğru döndü. "Bu baş belası yine hangi cehenneme kayboldu?" Baş belası olduğumu kabul etmiyorum çünkü belanın en büyüğü bu lanetli yer. Ayrıca kiminle konuşuyor o?

Sabrı iyice tükenmiş gibi elinde tuttuğu bana ait olan bıçağı sıkıyordu. "Bu kadar komik olan ne var Takva?" Her kiminle konuşuyor bilmiyorum ama hafif afallayarak, "Ne?" dedi ve başını yukarı kaldırdı beni görünce şimdi kaşlarını çatan bendim. Onun yanında göremediğim ispiyoncu köle ruhlardan biri vardı değil mi?

Takva diye isim mi olurmuş?

"Sen gidebilirsin." Benim göremediğim ruhu gönderdikten sonra oldukça sakin adımlarla ağacın altına gelerek başını kaldırdı. "Oraya çıkarak o güzel boynunu kırmamam için bana geçerli tek bir sebep söyle?" Sanırım yokluğumda düşündüğümden daha fazla endişelendi.

"Bağışlanmayı talep ediyorum."

"Reddedildi!" En büyük tutkusu taleplerimi reddetmek olmalı.

"Hatalıydım." Pişmanlık dolu gözlerimi ondan saklamadım. "Ama sizin Berrak hanıma çiçekleri gösterdiğinizi duyunca kalede boğulduğumu hissettim." Duygularım konusunda asla utangaçlık gösteren biri hiç olmadım aksine diğer ilişkilerim de bile hep fazlasıyla açık sözlü ve tutkulu bir aşık olmuşumdur.

Her ne kadar sürekli terkedilmiş olsam da!

"Sorun bu muydu?" Ruhundaki öfke yatışırken sıkıntılı bir nefes koyuverdi. "Okları senin üzerinden çekmek için yapmam gerekeni yaptım annemin sana olan davranış şekli hoşuma gitmiyor!" Aman tanrım biliyordu değil mi? Annesinin bana gönderdiği hizmetçi kıyafetini ve yemeklere özellikle soğan koyduğunu. O aslında her şeyin farkındaydı sadece anneleri ve benim aramda sıkışıp kaldığı için dengeyi korumaya çalışıyordu. Bu durum aslında onun için daha zordu çünkü kalbinin istediğini ailesi istemediği için bir evliliğe zorlanıyordu. Araf gibi bir yerde beni ailesine tercih edemez bu lanet yerde güç her şey demekti bunu yaparsa sahip olduğu her şeyi kaybederdi. Üzerinde bu kadar çok baskı varken ne hissettiğini anlayabiliyorum.

"Özür dilerim." Hiç hasar almadan ağaçtan inerken herhangi bir kazaya karşı tetikte olduğunu biliyorum. "Ben sanırım fazla fevri davrandım." Yere inerek onun karşısında durunca şimdi her ikimiz de daha sakin olduğumuz için bana kızmadı. Ceketinin iç cebinden pusulamı çıkartarak boynuma taktı bugüne saymazsak bunu tamamen unutmuştum. Ortadan kaybolmam en çok bu yüzden onu korkutmuş olmalı çünkü uzun süre pusuladan ayrı kalmam ruhumu bedenime hapseden mührün kırılmasını sağlar. Ruhum bile boynuma asılıyken beni seçmesi için ona ne vaad edebilirim ki?

"Gidelim mi?" Onun atını gösterdiğimde başını olumsuz anlamda salladı. "İhtiyacım olan tek şey seninle biraz yalnız kalmak." Tekrar ceplerini kontrol etti ve bu sefer de bir çift dantel eldiven çıkartarak bana uzatınca güldüm. "Tedbir hayat kurtarır değil mi Savcı hoca?" Çıplak elle en çok ona dokunamam çünkü hissettiğim yoğun duygular Oyunbaz yönümü tetikleyebilirdi. Benim klanımın rengi olan kan kırmızı ince eldivenleri alıp takınca bileklerimin hizasında bitiyordu. Fazla rahatsız edici değil ama alışmam zaman alacak gibi görünüyor.

Bıçağımı çantama koyarken beni uyarmayı da ihmal etmedi. "Bu şeyi sana kim verdiyse ondan uzak dur emin ol doğru sandığın her şey yanılgıdan ibaret olabilir. Oyunbazlar asla geri dönmemeli." Neden bu konuda bu kadar acımasız anlamıyorum bahsi geçen ırk benim klanım. Her ne yaptılarsa yapsınlar onların varlığı bana arzuladığım gücü sağlayabilir ve o benim güç tutkumdan nefret ediyordu.

O istediği kadar bana engel olmaya çalışsın bir yolunu bulduğum an klanımı geri getireceğim.

Birlikte yürümeye başladığımızda nihayet hep istediğim gibi yalnız kaldığımız için aklımdaki sorulardan birini sorabildim. "Dehliz konuşamıyor ve aynı zamanda duyamıyor bunun sebebinin bir kara büyü olduğunu biliyor muydunuz?" Duraksayıp hızlıca bana dönünce cevabımı almıştım Savcı'da bunu bilmiyordu.

Nasıl bilebilir ki sonuçta kimse kara büyüyü göremez benim dışımda.

Ve kahretsin ki az önce bir aykırı olduğumu açık etmiş bulunuyorum.

















Bugün hiç soru soramayacağım çünkü çocuklar saçma bir zombi filmi açmış heyecan içinde anneleri korksun diye bana izletmeyi bekliyorlar.

O yaşta çocukların korku filmi izlemesini doğru bulmuyorum ama bugün öğle yorgunluktan koltukta içim geçmiş ve her biri bağırarak bana doğru koşup aklımı alınca sadece onları dehşete düşüren sahneye bakıp başka bir film açacağım.

Küçük kızım ellerini çırpıp korkuyla, "O kötü bebek kadının özel bölgesini yedi anne!" Diye bağırınca gülsem mi ağlasam mı bilemedim. Bu arada özel bölgesi diye bahsettiği şey kadının göğsü, o esnada kızım atletini sıyırıp canlı bir şekilde bana gösterince bunu anlamış oldum.

Onların bağırışlarında izletmek istedikleri sahneyi az çok anlamış oldum. Sanırım bir kadın bulduğu bebeğe acıyıp onu emzirmek istemiş tabii benim dört yaramaz filmin konusunu bilmediği için annelerinden gizli ben uyanmayayım diye sessizlik içinde o esnada filmi izliyor. Bebek bir anda kadının göğsüne yapışıp yemeye başlayınca çizgi film karakterleri gibi önce ağızları bir karış açılıyor hemen sonrasında ise çığlık çığlığa bana koşarak uykumda bana da bir şok yaşatmayı başardılar. Onlara bunun bir kurgu olduğunu ve en önemlisi baş belası kızıma bana daha fazla canlı örnek göstermemesi gerektiğini anlatana kadar canım çıktı. Abilerinin yanında o eli sürekli tişörtüne gidince ailecek çıldırdığımız bir gerçek.

Ve son bir şey söylemek istiyorum eğer farkettiyseniz kurgu çok ağır ilerliyor bunun sebebi bu hikayemizin kolay kolay final yapmayacağı. Şöyle anlatayım şu zamana kadar sadece Arafı tanıdık, klanları öğrendik ve onların yeteneklerini öğrendik. Hepsi detaylıca işlenmeliydi aslında şu zamana kadar okuduğunuz bölümler sadece kurgunun tanıtımıydı.

Daha dost ve düşman ortaya çıkacak, Elzem sürgün edilecek ve o sürgünde yaşananlar, Oyunbazlar geri dönecek asıl savaş onların dönüşüyle başlayacak. Saflar tamamen ayrılacak ve diğer üç kalkanımız asıl o zaman göz önünde olacak. Her biri kendi klanı için büyük bir rol oynuyor kılıçlar çekildiğinde gerçek potansiyelleri ortaya çıkacak. En önemlisi Elzem'in sürgünü Afra'yı getireceği için Afra'nın dönüşü çok ses getirecek. Evet hikayede en az Elzem kadar büyük rolü olan bir diğer karakter ise Afra.

Kısacası bütün bunları kaleme dökmem kurgunun finalini bir hayli uzatır, daha kızların çetrefilli aşk hayatlarına bile değinmedim özellikle Mara ve Dehliz ikilisi gündemi bir hayli sarsarken, tatlı çiftimiz Asil ve Doğa için yazılacak birçok senaryo var.

Elzem ve Savcı için ise bu süreç daha çok Elzem'in işgüzarlığı yüzünden çıldıran bir adet Savcı gibisinden devam edecek. Özellikle Oyunbazların dönüşüyle her iki ırkın birbirine kılıç çektiğini düşünsenize çünkü onların topraklarını istila eden Koruyucular ve Elzem daha şimdiden kafasında birçok toprağı ele geçirme planları yapıyor.

Itır'a gelirsek açık konuşacağım erkekten bir farkı olmayan bu karakterimizin hayatında bir erkek olur mu şimdilik bilmiyorum, kurgunun gidişatına göre artık anlarız çünkü çoğu şey doğaçlama gelişiyor.

Daha dünyada kalan Akay ailesinin neler yaptığını bilmiyoruz.

Bülbül'ün bu hikayedeki rolü de gizemini koruyor.

O kadar çok kaleme dökülmesi gereken şey var ki bu final kolay kolay gelmeyecek gibi ancak her biri gizem oluşturduğu için diğer hikayelerimizde olan uzarsa tadı kaçar endişem burada yok çünkü onlar da sadece bir konu işleniyordu ve o konu bitince yazacak bir şey kalmıyordu. Ama burada henüz yazılmamış birçok konu var ve hepsini kaleme almadan final yapmayı düşünmüyorum.

Küçük bir spoi: Yeni bölümde Elzem, Medusa'nın yardımıyla mektubun kalan kısmındaki şifreleri çözerek bütün her şeyi öğrenecek.

Yeni bölümde görüşmek dileğiyle hepiniz Allah'a emanet olun canlarım. (En çok bunu yazmayı özlemişim)💙

Continue Reading

You'll Also Like

281K 24.6K 45
Astsubay Kıdemli Başcavuş Tuğra Duman, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin seçkin bir birimi olan Pençe timinin yardımcı komutanıdır. Görev, sınır ötesindeki...
734K 67.8K 58
Sadece kötülerin var olduğu bir şehirde hayatta kalabilir misin? Yekta kendini bir cesedin başında, elleri kanlı bir halde bulduğunda kötülük onun ya...
3.7M 306K 84
Ölüm uşaklarını peşime salmıştı. Soluğum korkunun soluğuna karışmıştı. Koşuyordum. Sivri dalların berelediği bacaklarım hiç durmadan hareket ediyor...
232K 23.2K 20
Morana. Morana 'ölüm' demekti. Arsen Morana gözlerinde ölümü taşıyordu, damarlarında kurbanlarının kanı akıyordu. Düşmanları toprak oluyor Morana tar...