MEDUSANIN ÖLÜ KUMLARI (Kitap...

By Maral_Atmc6

7M 638K 1.2M

Elzem Akay'ın sıradan ama güzel bir hayatı vardı. En iyi okullarda okumuş, en güzel oyuncaklara ve kıyafetler... More

KİTAP KAPAĞI VE DUYURU
(1) Mühür ve Kalkan.
(2) Tarot Kartı.
(3) Kim Olduğunu Biliyorum.
(4) Kalkanlar.
(5) Neredeyiz Biz?
(6) Parazitler.
(7) Akademiye Doğru Yolculuk.
(8) Ben Ve Hizmetçi Olmak Mı?
(9) Kazara Ayin.
(10) Sürpriz Misafir.
(11) Kim Efendi Kim Köle?
(12) Ruhumdaki Mühür.
(13) Zindan ve Ruh.
(14) Kayıp Şaşkın Bir Ruh.
(15) İstenmeyen Öğrenci Olmak Zor.
(16) Saflar Tutuluyor.
(17) Karanlığın Gizlediği Korkular.
(18) Aksilikler Bir Değil Ki!
(19) Buz Festivalinin Korkunç Yüzü.
(20) Meydan Okuma.
(21) Bitmeyen Gece.
(22) Çocuk Kadın.
(23) Küçük Baş Belası.
(24) Evlilik Mi?
(26) Sürpriz Ziyaretçiler.
(27) Gizli Gerçekler.
(28) İhanet.
(29) Prenses Ari Ve General Karun.
(30) Geçmişe Doğru Yolculuk.
(31) İnfaz.
(32) Oyun İçinde Oyun.
(33) Yolculuk.
(34) Zindanlarda Ki Sır.
(35) Bedenimdeki Azap.
(36) Veda.
(37) Geri Dönmeyeceğim.
(38) Avcılar.
(39) İktidar Yarışları.
(40) Asıl Suçlu Kim?
(41) Zehirli Elmayı Bir Tek Pamuk Prenses Yemezdi.
(42) Kovulmadım, İstifa Ettim!
(43) Ölümsüz Olmak Mı?
(44) Bir Nefes Kadar Yakınındayım.
(45) Küçük Zararsız Yalanlar.
(46) Büyük Sürpriz.
(47) Hayal Kırıklığı.
(48) Ruh Kapanı.
(49) Geçmişin Enkazı.
(50) Aradığımız Masumiyet.
(51) Benim Şarkım.
(52) Sessiz Çığlıklar.
(53) Bazı Günahların Affı Olmuyordu.
(54) Medusanın Kızı.
(55) Kalbim Yasta.
(56) Ninfalar.
(57) Tanrıların Piyonu.
(58) Geldiğin Yere Geri Dön!
(59) Zamanın Ötesinde.
Duyuru
(60) Tanrı Tanımaz Asi.
(61) Büyü Artık!
(62) Bana Anılarımı Geri Ver.
(63) Kendinin Gölgesi.
(64) Küllerinden Doğmak.
(65) Garip Bir Meyve.
(66) Ansızın Gelen Teklif.
(67) Rüyalarda Buluşmak.
(68) Canavar Ve Güzel.
(69) Geleceği Düşlemek. (FİNAL!)
Buraya Toplanınn

(25) Yorgun Düşüyor Gibiyim.

96.9K 9.1K 10.3K
By Maral_Atmc6

Gözyaşı acıtmaz ki, acı acıtır gözyaşını herkes bir diğerini suçlar.

Her gülüş bir veda, her mutluluk iç çektirecek bir hoşçakal ve her anı benden sana kalan bir azap. Kırık kalbimle sana avuçlar dolusu sevinçler vaadediyorum. Ben için için kan ağlarken sana kucak dolusu gülüşlerin sözünü veriyorum. Sana bir cennet sunuyorum ruhumun intiharı, veda zamanı geldiğinde yokluğumda yaşayacağın cehennemin yollarını cennetin süslü taşlarıyla diziyorum.

Sana sunacağım en büyük intikam seni bensiz bırakmak. Veda yakın sende hissediyor musun?

Elzem Akay.

Aynadan son kez kendime baktığımda artık hazırdım. Güzel bir banyodan sonra Savcı'nın annesi Zülüf hanımın gönderdiği hizmetçilere ait o rengi soluk düz elbiseyi giymek yerine yatağın üzerindeki kıyafetlerimi banyoda yıkamış sandalyenin üzerine asarak şöminenin önüne koymuştum. Ben banyo edene kadar tamamiyen kurumamıştı. Onlar kuruyana kadar odada oyalanmıştım ama sabaha kadar kurumazdı. Onları ıslak bir şekilde giyemezdim yoksa yarına zatürre ile mücadele etmek zorunda kalırdım. Pes ederek tam Zülüf hanımın seçtiği o paçavraları giymek üzereydim ki kapım tıklatılmış ve Gülperi hanım elinde çok güzel bir elbiseyle odama girmişti. Bunu giymem için Savcı'nın gönderdiğini söyleyince yaşadığım şoku tarif edemem. Annesinin yaptığı elbise skandalını acaba nasıl öğrenmişti? Bence bu kesinlikle yaşlı kadın Gülperi hanımın işi olmalıydı. Zülüf hanımın bana gönderdiği şeyleri bir tek o biliyordu. Bunu bir şekilde Savcı'ya duyurmuş ise Savcı anında müdahale ederek benim için bir elbise göndermiş olabilir.

Lacivert rengi şık bir elbiseydi ama bir o kadar da kapalı. Boynumu ortaya çıkaran kalın bir şeritten oluşan yakası çok hoş bir detaydı. Uzun kollu bir elbiseydi lakin en sevdiğim kısım tam da burada başlıyordu çünkü elbisenin üst kısmınına kan kırmızısı çiçekler tutuşturulmuştu. Kollarımdan dar belime kadar her yerde bu çiçekler vardı ama öyle abartılı bir görünüm sunmuyordu aksine o kadar zarif ve güzel bir görünüm sunuyordu ki, büyülenmemek elde değil. Belden aşağısı tıpkı bir prenses elbisesi gibi genişleyen elbisenin eteği kalın parlak lacivert kumaştan oluşuyordu, ancak etek kısmında hiç çiçek olmaması tasarımı mükemmel kılıyordu. Belimdeki kalın ipekten kurdele kemeri önde tutarak sol tarafıma doğru sarkıtınca işte şimdi olmuştu.

Saçlarımı gevşek bir şekilde arkada tutturarak boynumu açığa çıkardım. Aksesuar olarak takmak için hiçbir şey bulamadım ama çekmeceleri karıştırınca bulduğum uzun gümüş saç tokalarını kulağımın arkasına takarak saçlarımın arasında görünmesini sağladım. Ayakkabı göndermeyi unutmuş erkek kafası işte eksiksiz bir kombin yapmasını bekleyemeyiz. O yüzden bu elbisenin altına spor ayakkabı giymek yerine Zülüf hanımın gönderdiği sıradan açık kahve tonlarında olan topuklu terlikleri giymek zorunda kaldım.

İçimden bir ses sırf kış mevsiminde olduğumuz için üşümeyeyim diye böylesine dekoltesi sıfır bir elbise seçmediğini söylüyor.

A

ma hakkını yiyemem zevki mükemmel.


Boy aynasından kendime son kez baktığımda bir bütün olarak bence harika görünüyordum. "Nasıl oldu sence?" Kendime bakmayı bırakıp boy aynasındaki yansımamın gözlerine baktım. Bana bakıyordu belkide ben ona baktığım için bana bakıyordu. Başımı hafif sağa eğdim o da eğdi. Aynaya doğru yürüdüm ona yaklaşmamı bekledi. "Yansımamın arkasında nasıl bir yaratık saklı?" Gözlerinin yeşilinde karanlık bir parıltı geçince ürperdim. Benim gözlerimin içinden geçen ışıltıydı bu. Belkide değildir emin değilim. "Kim efendi kim köle?" Yıllardır sıkılıp usanmadan hergün sorduğum soruyu tekrarladım. Birgün bu sorunun cevabını alacağım bunu biliyorum.

Elimi kaldırıp aynaya bastırdığımda her iki yanında duran elinden birini kaldırıp elimin olduğu yere bastırdı. Belkide aynı anda bunu yaptık o benim yansımam sonuçta. "Çok az kaldı, senden kurtulup özgürlüğümü kazanmama çok az kaldı. Üçüncü gözyaşı hâlâ bende." Mutlulukla gülümseyip çıktım odadan. Kızları büyü çemberinin içine girmeye ikna edip boyut değiştirmek benim hatamdı. İkinci gözyaşımı döktüğüm o gecenin ertesi günü kendimi bu cehennemde bulduğumda benim için zaten her şey zor iken bir de üstüne o zorlaştırmak için gelmemişti. Evet gelmedi çünkü on yılın ardından gelen gözyaşının zaferini kutluyordu. Kendime sürekli unutturuyor olsam da o gece ağladığımı biliyorum. Kızların acısına karşılık duyduğum suçluluk duygusuydu beni asıl ağlatan sebep.

İlk gözyaşı annemin mezarına.

İkinci gözyaşı konaktaki son geceme.

Üçüncü gözyaşı ise bana sunulan son şansın heba olmasıydı. O yüzden asla yaşanmamalı.

"Kurtulmalıyım, bu kadar az kalmışken kaybedemem." Söylenerek odamdan çıkınca beni bekleyen nöbetçiye doğru yürüdüm. Tek kelime etmeden bana gideceğimiz yolu gösterince annesinin peşinden giden ördek yavrusu gibi onu takip ediyordum. Geç kaldım, ne yazık ki yemeğe geç kaldım umarım bu sorun olmazdı. Ben olsam çok kızardım çünkü bekletilmekten nefret ederim. Tek tesellim onların bunu sorun haline getirmemesini ümit etmek. Zikzaklar çizerek iniyorduk çarprazdan on iki basamak sonra sola dön ve aşağıya inerek on iki basamak daha. Beni en çok etkileyen merdivenlerin kalın taştan korkulukların üzerindeki sanat eseriydi.

Korkulukların arasındaki boşluklar sonsuz işaretini temsil eden sekiz şeklindeki boşluklardan oluşuyordu lakin korkulukların üzerinde kalın bir duvar vardı. 30cm kalınlığında olan duvarın içinde başlı başına merdiven boyunca uzanan harika bir sanat eseri vardı. O ne mi? Çiçekler, evet çiçekler. Korkulukların üst tarafının içi oyuktu baştan sona canlı çiçekler ekilmişti. Alışkanlık bu ya ne zaman merdiven insem elim hep trabzanların üzerine sürtünürdü şimdi ise hepsinde çiçekler olduğu için dokunmaya kıyamıyorum. Daha önce hiç görmediğim tropikal bir çiçek türüydü. Buğday başağı gibi incecik dalları vardı her dalın ucunda inci tanesi gibi minicik beyaz çiçekler var. Beyaz yapraklarında kırmızı benekler taşıyorlar, köklerinin olduğu yere uzanan kalp şeklindeki yapraplar trabzanların üzerine dökülüyor görsel bir şölen sunuyordu. Son basamağa gelince dayanamayıp durarak birine dokunmak için elimi uzattım. "Yerinde olsam bunu yapmazdım."

Duyduğum kadın sesiyle elimi çekip doğrulduğumda yanındaki iki nöbetçi ile bana doğru gelen benim yaşlarımdaki genç bir kadın gördüm. Yanıma geldiğinde bana eşlik eden nöbetçiye dönerek, "Sen git ona yolu ben gösteririm." Asker tereddüt ederek bana bakınca anlaşılan Azınlıkların lideri Cihangir, misafirlerinin güvenliğini en iyi şekilde temin ediyor ki benim rızam olmadan asker gitmeyecek gibi duruyordu. "Sorun yok lütfen benim için endişelenmeyin." Bendeki en büyük sorun da buydu, düşmanım bile olsa asla hanımefendiliğimden ödün vermem daima kibar olur zerafetimi konuştururum. Bu kadının kim olduğunu daha bilmeden tek korumamı da göndermiştim.

Nöbetçi geldiği basamakları geri çıkarken onunla burada yalnız kalmıştım. Trabzanlardaki çiçekleri gösterdim. "Neden dokunmamı istemediniz?" Dantel eldivenli elini uzatıp bir tanesini kopartarak bana gösterdi. "Bu çiçeğin adı Ölüm Ağıdı. Güzelliğiyle büyüler-" Gözlerimin içine baktı. "Lakin çıplak elle dokunursan zehri tenine işleyip derinin altına sızarak seni öldürür. Ölüm Ağıdı zehirli bir çiçektir." Gözlerimin içine bakarak söylediği sözlerinin sadece çiçek için olmadığını anlamayacak kadar aptal değilim. Beni bu çiçeğe benzetmişti.

"Henüz tanışmadık değil mi?" Elbisesinin eteklerini tutarak gayet başarılı bir şekilde selam vererek doğruldu. "Ben Koruyuculardan Berrak, sizinle tekrar karşılaşmak ne büyük şeref." Berrak mı? Savcı'nın müstakbel eşi olmaya aday olan Berrak mı? Vay canına ne tesadüf ama.

"O şeref bana ait Berrak Hanım, bende Elzem." Selamına karşılık vermedim sadece kendimi küçük bir tebessümle tanıttım. Babasının önünde eğilmemişken kızının önünde hiç eğilmem.

Bu hareketim bozulmasını sağlamış olmalı ki gülüşü solmuştu. "Festival gecesi de bunu yaptınız, sanırım selam vermek sizin nazarınızda bir çeşit küçük düşmek?" Bana olan bakışlarında hiçbir art niyet yoktu. Çipil çipil bakan gözleri yaramazlık yapan bir çocuğun bakışlarıyla ışıldıyor bıraksan oradan buraya koşturacak gibiydi. Topuz yaptığı saçlarını inci tokalarla süsleyerek uzun zarif boynunu ortaya çıkarmıştı. Omuzları açık elbisesi ince beline gıpta ettiriyor elbisenin kabarık etekleri onu baloya katılmış bir prenses gibi gösteriyordu. Güzeldi, özellikle Mara'nın çillerinden daha çok belirgin çilleri yüzünden taşırken hangi kızıl daha güzel kestirmek zor. O gece fazla dikkat etmediğim için festivalde olduğunu bile farketmemiştim.

"Bilakis bana göre bir saygı gösterisi." Yüzü asıldı. "Bana saygı göstermediğinizi mi söylemek istiyorsunuz?" Öyle bir amacım yoktu. Sanırım beni yanlış anladı çünkü ne konumda burada olduğu umrumda değil sırf onu Savcı'yla görmek istemiyorum diye ona haksızlık yapacak kadar ergence düşüncelerim yoktu. "Şunu başa sarmaya ne dersiniz?" Dizlerimi hafif bükerek ona selam vererek saygılarımı sundum. "Ben Elzem Akay, sizinle tanıştığıma memnunum." Gönlünü almak için yaptığım hareket ile kıkırdayarak koluma girip beni yürümeye zorladı. "Anlattıkları kadar burnu havada değilsin aslınde değil mi?" Anında resmiyeti bırakmasıyla ne tepki vereceğimi bilemedim. Beni diğerleri ile konuşurken görünce bakalım yine böyle düşünecek mi?

"Bence bu konuda karar vermek için acele etmeyin."

"Bana sen de lütfen, bende sana sen diyebilir miyim?" Zaten diyor! "Keyfine bak."

Beni büyük bir kapının önüne getirince nöbetçiler bizim için kapıyı açtığında bile ikimiz kol kola içeriye girdik. Daha doğrusu onun eli benim kolumdaydı. Etrafıma şöyle bir bakınca, "Onları yakmak için büyük bir merdiven gerekiyor değil mi?" Ziyafet salonundaki görkemi akademinin birçok yerinde gördüğüm için birnevi çoğu çağdışı eşyaya alışmıştım. Ama tavanda salınan terazi şeklindeki kandilleri yadırgamamın sebebi duvarda değilde tavanda asılı olmalarıydı.
Tavan çok yüksekti bir insanın uzanamayacağı kadar yüksekti. Bu da demek oluyor ki hava kararınca uzun bir merdiven getirip bazı çalışanlar hepsini tek tek yakıyordu. Bu çok yorucu olmalı çünkü hepsini tek tek saydım ve tavanın farklı yerlerinde tam kırk bir kandil vardı.

Her kandili gümüş bir zincir tavana sabitliyordu. Zincir aşağıya doğru sarkarken bir yerden sonra ikiye ayrılıyor ve her iki ucunda da tıpkı terazi gibi iki dikdörtgen kandili ucunda tutuyordu. Onun dışında solumdaki duvarın farklı üç noktalarında üç tane şömine vardı. Salonun genişliğini düşünürsek burayı bir şömine ısıtamayacağına göre üç tane olması doğru bir tercih. Itır ve Mara ellerinde birer kadeh köşedeki piyanonun yanında ayakta durarak sohbet ediyorlardı. Kadeh mi? Itır'a alkolü yasakladığımı hatırlıyorum neyseki fazla ayık görünüyor. Mara tamamı kalın tüllerden oluşan uzun mavi bir elbise giyerken, Itır elbise giymeyi reddetmiş olmalı ki hâlâ buraya gelirken giydiği erkeksi elbiseleri ile duruyordu. Gözlerim Doğa'yı arayınca onu Hafız'ın yanına oturmuş sohbet ederken buldum. Uzun kollu beyaz sade elbisenin içinde bir meleği andırırken şöminenin yanında ayakta durarak yanındaki Gediz'i zerre dinlemeyen Asil'in yoğun bakışlarından habersizdi. Bunlar dışında diğerlerini tanımıyorum.

Cihangir'in gözleri bizi bulunca, "Nihayet son konuklarımızda aramıza teşrif etti." Herkes bize dönerken geç kaldığımız için sesindeki kınamayı çoğu kişi farketmiştir. Bu benim için de yeni bir şeydi çünkü çok sık yaptığım bir kabalık değil. Genelde fazla dakik biriyim ve bekletilmekten nefret ederim.

Meraklı gözleri hızlıca eleyip Savcı'yı bulduğumda pencerenin yanında durmuş hayran gözlerle beni izlediğini gördüm. Bilhassa açık bir şekilde gözleri baştan ayağa beni süzerken kuytu bir yerde durduğu için kimse bana olan beğeni dolu bakışlarını görmemişti. Ela gözlerinde oluşan o büyülenmiş ifadeyi bu gece hiçbir şeye değişmem. Bu gece özellikle onun için hazırlandığımı inkar edecek değilim. Bana gönderdiği elbisenin içinde ona güzel görünmek istemiştim neyseki bu yoğun bakışları amacıma ulaştığımı gösteriyor. İşin garip yanı bana çok güzel bir elbise gönderen adam bu gece için oldukça özensiz giyinmişti. Pantolonunun üzerine giydiği kırık beyaz tişörtüyle sanki nişanı kararlaştırılacak damat adayından çok, geçerken uğramış biri gibi görünüyor. Gözleri yanımdaki kızı bulunca kolumdaki ele bakıp kaşlarını usulca kaldırıp, ciddi misin sen dercesine bakınca gülerek omuz silktim. Bu bana da sürpriz olmuştu.

Onlara yaklaşınca Azınlıkların lideri daha fazla vakit kaybetmeden solunda bulunan kadını bana tanıttı. "Karım Leyla." Bizzat şimdi tanıştırılıyor olsak da onu akademide yarışma gecesi görmüştüm. Şimdi yakından bakınca Dehliz ve Aybars'ın birebir genlerini annelerinden aldığını bir kez daha görüyorum. Gediz babasının fiziki özelliklerine sahipti ama ikizler bu kadının kumral saçlarını almış ve yeşil harelerine sahipti. Bir kraliçe edasıyla sıkı bir topuz yaptığı saçlarına taktığı taç bile otoriter bakışlarını yumuşatmıyordu. Yüz ifadesi sabit, omuzlar dik ve kalkık bir burun. Ah bu tür görünümün altında gizlenen insanları kendimden biliyorum. Kurallarından asla ödün vermezler, daima sert ve kontrolcü olurlar. Evet bende onlardan biriyim tek fark ben gülmeyi biliyorum. Ben karşımdaki kadın gibi insanlara yüksekten bakarak kibrimi konuşturarak onları sindirmek yerine gülümseyen yüzüm ve tatlı dilimle usul usul zehirler son ana kadar ne dost olduğumu ne de düşman olduğumu farkettirmem.

Benzer yönlerimiz olabilir ama yöntemlerimiz farklı.

Daha sonra sağında duran kadını gösterdi. "Savcı'nın annesi Zülüf." Cihangir'in bana tanıttığı bu kadını da buz festivalinde görmüştüm. Pekala açık konuşacağım bu şişman kadının Savcı ile uzaktan yakından alakası olmayacak kadar çirkindi. Obeziteye doğru hızla giden bir kilosu, sarkık gıdısı ve tıknaz bir hali vardı. Saçları kıvır kıvır doğal bir kıvırcık, kızıllara olan ilgimden dolayı salondaki üçüncü kızıl olabilir ama saçları dışında ondan beğendiğim başka bir özelliği yoktu. Savcı gibi gözkamaştırıcı birinin annesini daha farklı hayal etmiştim. Hatta Leyla Hanım bile annesi olabilirdi ama bu kadınla en küçük bir benzerliği yoktu.

O kadar kiloluydu ki gıdığı neredeyse bir torba gibi boynuna düşecekti. Dahası giyim zevki bile berbattı. Üzerine giydiği o abartılı pembe elbise onun yaşındaki birine hiç yakışmamış. Elbisenin fırfırlı yakası sanki mutfakta aşırdığı şeyleri oraya gizlediğini düşündürüyor. Bu kiloyla yerlerde sürünen elbisenin içinde nasıl düşmeden hareket ediyor aklım almıyor. Tamam onu çok sert yargılamış olabilirim, görünürde onu kilolarıyla ve görünüşüyle eleştiriyor olabilirim ama bu doğru değildi. Ben yüzlerce yaşında kırış kırış olmuş ve kambur bir kadına sempati duyup onun önünde eğilmiştim. Bu aslında insanları güzelliğiyle veya çirkinliğiyle sevmediğimin en büyük kanıtıydı.

Doğru şu anda bu kadını içimden yerden yere vuruyorum ama bu da benden kaynaklı değildi. Ruhunda bana yönelik olan iğrentiyi soludukça istemsizce kendime hakim olamayıp daha çok kusur arıyordum. Üzerimdeki elbiseye baktıkça şaşkınlığını gizlemeye çalışıyor ruhunda buram buram öfke bana doğru süzülüyordu. Küçük planının başarısız olmasının kızgınlığını yaşıyordu. Zülüf hanım ile bakışlarımız buluşunca Savcı'nın merak dolu gözlerini üzerimde hissediyorum ama bana tiksinerek bakan bu kadına serenat yapacak değilim. Bu salonda bana bir böcekmişim gibi bakan iki kadının ikisinin de Savcı'nın annesi olmasına kaç puan?

Omuzlarımı dikleştirip her iki anneyi de alalede küçük düşürecek kibirli bir tavır takınıp, "Elzem," diyerek kuru bir sesle kendimi tanıttıktan sonra saçlarımı gayet havalı bir şekilde omuzumdan geriye savurdum. Kimin anneleri olduğu umrumda değil kimseye yaranmak gibi bir amacım hiç olmadı. Özellikle bana hizmetçi elbisesi gönderen birinin karşısında asla eğilerek selam vermem. Onlar kraliçe ise ben bir prensesim ve kraliçe ölür taht prensese kalır.

Derhal kendi sararımı inşa etmeliyim böyle hiç olmuyor. Herkesin bir kalesi var ama benim gibi asil birinin elinde olan tek şey bir kulübe!

Buradaki adalet sistemini hiç sevmedim.

Tüm Azınlıklar bu tavrım karşısında bozulmuş bir hâlde bunu yansıtmamaya çalışırken Savcı'nın gözlerinde bile onaylamaz bakışlar vardı. "Fazla küstah değil mi?" Garip ama bu durumda eğlenen sadece Ayvaz'dı. Sanırım ona yaptıklarımı çabuk unuttu. "Evet arenada seni herkesin içinde küçük düşürecek kadar fazla küstah." Cihangir'in ona hatırlattıkları ile şimdi o da kin dolu gözlerle bana bakıyordu. Sanırım buradaki herkesin tek ortak noktası bana olan nefretleri. Hayret oysaki çok sevilesi biriyimdir.

Arafta kimse sevmeyi bilmiyor, yani sorun benden kaynaklanmıyor.

Aybars havadaki gerginliği dağıtmak için hafif gülümseyerek, "Artık yemeğe geçelim mi? Bayanları daha fazla bekletmek centilmence olmaz." Bu barbarlar ve centilmenlik? Duy da inanma. Hayatımda gördüğüm en kaba ve vahşi insanlar hep Arafta. Benim gibi hanımefendi biri buraya nasıl düştü hâlâ anlamıyorum. Lakin yemek kısmı ilgimi çekmiyor desem yalan olur.

Günlerin açlığı var üzerimde, sonunda mideme doğru düzgün bir şeyler girecekti.

_______

"Bu bana reva mı?" Ağzımın içinde homurdanarak elmamdan bir ısırık daha alırken çıldırmak üzereydim. Şaka gibi ama yine kısmetime düşen sadece elmaydı. Hayır bu sefer hijyen takıntım yüzünden yemeklerden uzak durmuyordum, aksine bize hizmet eden hizmetçilerin düzgün giyim kuşamlarını saçlarına sıkıca bağladıkları bez bonelerini ve kesilmiş tırnaklarını özellikle çaktırmadan kontrol etmiştim. Gayet tertipli ve temiz görünüyorlardı servis adabına uygun bir şekilde yapılmış benden tam puan almıştı. Yemeklerdeki görsellik, ağız sulandıran çeşitler ve yaydıkları enfes kokular onlara saldırma isteğimi getirtiyor ama onlara uzaktan bakıp da yiyememek işkencelerin en büyüğüydü. Neden mi yiyemiyorum? Yoğurt bile soğanla süslenmişken tabiki de yiyemem! Sanki biri özellikle tüm yemeklerin içine bir parça soğan koyarak benim safdışı kalmamı garanti altına almıştı.

Bu tesadüf değildi, tüm yemeklerde soğan olması ve benim soğan alerjim tesadüf olamazdı.

"Elzem?" Zülüf hanımın sesiyle başımı kaldırıp onun olduğu tarafa çevirince bulunduğu yerden boş tabağımı gösterdi. "Tabağına hiçbir şey koymamışsın beğenmedin mi yoksa yemeklerimizi?" Bu dudağının köşesindeki gizli sırıtma da neyin nesi? Kahretsin o yaptı! Bir şekilde kızlardan benim hakkımda çaktırmadan bilgi alıp bu komployu o kurdu.

Kapısına gelmiş misafirine bir tas çorbayı çok gören bir evsahibi? Ne muamele ama. Daha ne kadar aşağılanacağım bilmiyorum ama bazı şeyler gerçekten artık ağır geliyor.

Savcı bulunduğu yerden tabağıma bakınca kaşlarını hafifçe sitem ederek çattı. Masadaki yemekleri gösterdi ama uzanıp onları almadım bu daha çok sorgulamasını sağladı. Hijyen takıntımı biliyordu tüm çalışanların benim hoşlanacağım şekilde hijyen kurallarına uymuşken hâlâ neden yemediğimi merak ediyordu. Soğan alerjimi ona söyledim mi hatırlamıyorum ama bunu biliyor gibi görünmüyor çünkü neden yemeklere dokunmadığımı sorguluyordu. Çok fazla onun olduğu tarafa bakıp dikkat çekmek istemediğim için annesine döndüm. "Aksine hepsini çok beğendim Zülüf hanım." Tüm gözler benim boş tabağıma yönelince içimdeki burukluğu gizleyip tebessüm ettim. "Yolculuk çok yorduğu için pek aç hissetmiyorum." Benim annem burada olsaydı doyururdu beni, yani anneler kıyamaz çocuklarına onları beslerdi. O da beni aç bırakmazdı, bırakmazdı değil mi?

Bilmiyorum ki anne sıcaklığını o yüzden ne yapardı kestiremiyorum. Hemen yanımda oturan Itır'ın tabağını doldurduğum gibi belki annem de burada olsaydı bana öyle yapardı.

Bazen tüm hayatım kimsesizlik içinde geçmiş gibi geliyor.

"Neden bize biraz kendi dünyanızı anlatmıyorsunuz?" Savcı'nın hemen yanında oturan Berrak'ın meraklı sorusu herkesin ilgisini çekmiş gibi görünüyor. "Orada nasıl kişilerdiniz?" Şuan ne görüyorsa orada da oyduk.

"Berbat." Yüzünü buruşturan Mara, içimizde konuşmaya en hevesli kişi olarak görünüyor. "Doğa genellikle ağlama seanslarına girerdi, Itır olay çıkartıp tutuklanmak ile meşgul olurdu, ben ise birilerinin kaprislerini çekmek zorundaydım. Kısacası Doğa depresif, Itır isyankar, Elzem buyurgan ve bende itaatkâr konumundaydık." Kısa ve net.

Asil'in gözleri tam karşısında oturan kıza bakarken duydukları hoşuna gitmedi. "Kendi dünyanda seni çok mu üzüyorlardı?" Hayır sadece o gerekli gereksiz her şeye ağlamayı hobi haline getirmişti. Neyseki burada biraz ilerleme katletti.

"Bazen." Doğa başını eğip yemeğine otopsi yaparken gözlerini ondan kaçırdı. "Ama Elzem genelde beni ağlatan şeylerle ilgilenirdi." Sıraç'dan bahsediyor.

Gediz kaşığı masaya bırakıp kendisine içki doldururken, "Sen neden hep tutuklanıyordun?" Cevap çok basit önüne geleni dövmek gibi kötü bir alışkanlığı var.

Itır omuz silkti. "Erkekler yüzünden." Onu iyi tanıyan herkes bu cevaba gülerken diğerleri erkek nefretini bilmediği için konuya yabancıydı. "Seni rahatsız mı ediyorlardı?" Berrak'ın korku dolu sesiyle Gediz güldü. "Bence tam tersi olmuştur." Doğru söze ne denir ki.

"Erkekler demişken?" Zülüf hanımın gözleri dördümüzün üzerinde gezindi. "Geride bıraktığınız birileri var mı? Eş, nişanlı gibi?" Bu yemeğin amacı kalkanları daha iyi tanımak olduğu için bu soruların devamı da gelecektir.

"Geride bıraktığım tüm erkekler korkusundan ülkeyi terk etmiştir." Ne yazık ki bu konuda haklı çünkü onları döve döve en sonunda yabancı bir ülkenin vatandaşı yapmış olabilir.

Ağzındaki lokmayı yutan Mara, gözleriyle beni gösterdi. "Ben orada Elzem'in hizmetçisiydim. Bir hizmetçiye sadece onun sınıfındakiler bakar ve onlar da benim ilgimi çekmiyordu. Bu arada berbat bir patron olduğunu söylemeden geçemeyeceğim." Neden ona türlü işkenceler yapmışım gibi insanlara empoze ediyor ki, o günün çoğunu kaytarmakla geçirirken ben burada hizmetçiliği sürünerek yapıyorum ama şikayet eden sadece o oluyor.

Ayvaz'ın gözleri beni bulunca dudaklarına yaklaştırdığı kadehi tutan eli duraksadı. "Şimdi ise o hizmetçi sen soyluların sınıfındasın. Ne büyük ceza ama." Benimle alay etmek için hiçbir fırsatı kaçırmaması ne kadar da güzel bir şey değil mi?

"Yanılıyorsunuz." Elimdeki elmayı masaya bırakıp bir peçeteyle dudaklarımı silerek başımı ona doğru eğdim. "İnsanın konumu bir gecede değişebilir bunu çok iyi deneyim ettim, ama kişi bir gecede değişmez. Hizmetçi olmam kim olduğumu değiştiremez." Ben hâlâ aynıyım değişen sadece konumum.

"Yanılıyorsun." İtiraz etmek için gecikmedi. "Hâlâ toy olduğun o kadar çok belli ki gerçek hayat hakkında hiçbir şey bilmiyorsun. Başına öyle bir şey gelir ki emin ol bir gecede bambaşka birine dönüşebilirsin." Susarak düşündüm, bu gerçekten doğru olabilir mi? Yaşadıklarımız bizi farklı birine dönüştürebilir mi?

"Bu mümkün mü?" İlk kez tarafsız bir şekilde iğnelemeden ona soru sormam gözlerinde bana olan nefretini kısacık bir süreliğine kaldırmıştı. "Arafta her şey mümkün genç bayan. Burası insanı değiştirir kendi günahına katar. Yapmaz dediklerin gün gelir seni sırtından vurur burada kimse güvenilir değil." Hayır asıl o yanılıyordu çünkü güven olmadan insan yaşayamaz. Sevdiklerimizden şüphe ederek uzun bir yaşam sürmek paranoya bir işkenceye dönüşürdü.

"Sizinle aynı fikirde değilim."

"Daha yenisin burada, biraz zaman geçtikten sonra tekrar tartışabiliriz bu konuyu. O zaman da böyle düşüncelere sahip olacak mısın merak ediyorum." İstersen yüzyıl geçsin yine aynı düşüncede olurum. Burada gözüm kapalı güvendiğim tek kişi kardeşimdi ve o bağırır çağırır bana kızar ama asla ihanetin yakınına uğramazdı.

"Neden bu sıkıcı konuları konuşuyoruz?" Ayvaz ve ben sürekli ters düştüğümüz için Aybars olası bir gerginliği önlemek için yine konuyu değiştirdi. "En son kızların diğer tarafta geride bıraktıkları birilerini konuşuyorduk değil mi?" Ben ve Doğa'ya baktı. "Siz ikiniz hâlâ cevap vermediniz?" Neyi merak ediyorlar ki dördümüz de bekardık işte.

Asil'in merak karışımı korku dolu gözleri Doğa'yı bulunca henüz onun geçmişinde yaptığı evliliği bildiğini sanmıyorum. "Ben..." Doğa derin bir nefes alarak başını kaldırıp Asil'in gözlerinin içine baktı. Ah hayır gerçekten söylemeye hazırlanıyordu. Gerçi Sıraç ile arasında ne fiziksel ne de duygusal bir yakınlık olmadı ama bu kadarını açıklayacağını sanmıyorum. Detaya girmeden boşandığını söyleyecek gibi duruyor.

Sertçe yutkunan çocuk nefesini tutarak, "Sen?" Devam etmesini bekleyince konuşmak için dudaklarını araladı ama Asil gibi güçlü bir Tenebrisin gözlerinde oluşan korkuyu görünce duraksadı. Mavilerinde bir tereddüt oluşunca tam şu anda bazı şeylerin farkına varıyor gibiydi. Geçmişi ve Asil arasında gidip geliyor gibi kararsızca kirpikleri titreşiyor vereceği cevabın sonuçlarını tartıyordu. Asil'in ona sunduğu karşılıksız saf sevgisini sorguluyordu aslında çünkü daha önce hiçbir erkek Asil gibi onu sevmemişti. Doğa kendi kalbini yokluyordu, Asil'i kaybetmeyi gerçekten isteyip istemediğini anlamaya çalışıyordu. Onu hep kendinden uzaklaştırırken aslında gerçekten istediği bu mu diye kendisiyle yüzleşiyordu. Kalbi ve mantığı arasında büyük bir savaş başlatmıştı hangisinin galip geleceğini merakla bekliyorum. Önce gözlerinde bir hüzün oluştu sonrasında ise belkide ilk kez Asil'e olan bakışlarında önyargı yer almadı. "Geride bıraktığım kimse yok." Doğa bu gece Asil'i her anlamda kazanmayı seçmişti.

Bu yanlıştı, benim Savcı'ya olan hislerim de yanlıştı. Biz iki aykırı kuralı bozan ilk kişiler olmaya adaylığımızı koymuştuk.

Derin bir nefes veren çocuk adeta ecel terleri döktüğü için Gediz gülerek onun omuzuna dokunurken kimse fısıldayarak Asil'e, "Geçti dostum sakin ol," dediğini duymamıştı.

Şimdi gözler bana dönünce yemeğin başından beri Savcı ilk kez başını tabağından kaldırıp doğru düzgün bana dönmüştü. Burada kızlar dışında hayatımdaki başarısız ilişkileri bilen sadece Hafız'dı. "Bahsi geçen konu çok hassas ve benim özel hayatım ise üzgünüm kendi özelimi sofrada meze yapacak değilim." Birkaç homurtu çıkmış olabilir ama birini tanımanın yolları bana göre geçmişindeki ilişkilerden geçmiyordu.

Mara'nın gözleri sinsice ışıldayınca ne yapacağını bildiğim için daha ben onu uyarmadan inadıma konuştu. "Her zaman bu kadar ketum olmuştur ama beş ilişkisi oldu ve beşinde de terkedildi. En uzun ilişkisi bir ay sürmüştür." Bu kızdan daha ne kadar nefret edebilirim kestiremiyorum.

"Ne kadar da yazık." Zülüf hanım habire tıkınırken keşke bana acımış gibi yapacağına ağzında bir şey varken konuşmaması gerektiğini idrak edebilseydi. "Genç bir kız için çok büyük utanç kaynağı olmalı." Mara'yı bulduğum ilk fırsatta öldüreceğim!

Savcı dayanamayıp araya girerek, "Bu bizi ilgilendirmez değil mi anne?" Onu uyarması kesinlikle obur annesine fayda etmiyordu çünkü hâlâ kıtlıktan çıkmışcasına yemeklere yumulurken, "Öyle tabii, ama onun adına üzüldüğümü bir anne olarak dile getirmek istedim." Yemek yerken şapırtı sesleri mi çıkartıyor o? Böyle bir anneden öylesine muhteşem biri nasıl doğdu aklım almıyor. Kadının her hareketi bende tiksinti ve mide bulantısı yapıyor lakin onu rencide etmemek için yüz ifademi hep sabit tutmaya özen gösteriyorum.

Sanırım bende bir sorun olmalı çünkü masadaki herkes bunu doğal karşılıyor gibi görünüyor ama her konudaki mükemmelliyetçilik takıntım böyle durumlarda bana zorluk çıkartıyor.

"Bu zaten beklenen bir şey değil mi?" Artık bu konuya bir dur dememin zamanı gelmişti. "Bir Oyunbaz farklı türden biriyle olamaz, her biri faniydi o sıralar onları ürküttüğümü bilemezdim." Hiç alınmamış gibi soğukkanlı tavrımı koruyup Mara'ya döndüm. "Sorulan soru geride birini bırakıp bırakmadığımız üzerineydi, geçmişteki gönül ilişkilerimiz değil. Eğer soruyu idrak edecek bir beynin yoksa gereksiz yere cevap verme zahmetinde bulunma, özellikle de beni ilgilendiren bir konuda." Çok sert çıktığımın farkındayım ama böyle bir üslup ile uyarılmayı haketti. Kendi adıma cevap verecek olgunluktayken onun haddine değil geçmişimi ortaya sermek.

Bu gevezelikleri yüzünden değil mi ki bu gece Zülüf hanım soğan alerjimi öğrenip bana aklınca bir ders verdi.

Mara bozulurken, "Ama şu anda bunun bilincindesin değil mi?" Vay canına Savcı'nın ikinci annesi olan Leyla hanımdan da beni uyaran bir atak gelmişti. "O zamanlar bilmediğin için yaptığın şeylere hata diyebiliriz, ama şimdi yaptığın her şey bilinçli olacağı için bu büyük bir aptallık olur." Kısacası oğlumdan uzak dur sen bir Oyunbazsın onunla olman mümkün değil mesajını alttan alta veriyor.

"Aptallık?" Gülerek ayağa kalktım. "Çok sık yaptığım bir şey değil ama-" Doğrudan Leyla hanımın gözlerinin içine tehdit edercesine baktım. "Teşvik edilirsem yapmayacağım aptallık yoktur." Mesajı alan her iki annenin masadaki eli yumruk olunca dudağımın kenarı kıvrıldı. "Bence bunu görmek istemezsiniz çünkü aptallıklarım bile çok büyük ses getirtir." Üzerime oynamaya devam ederlerse buradan ayrılmadan önce bu kalede büyük bir fırtına başlatır öyle ayrılırım.

Bugün bana yaptıklarına karşı bu küçük bir uyarıydı. Eğer aynı şeyler yarın da devam ederse o zaman karşılık vermekten çekinmem.

Sanki onları tehdit eden ben değilmişim gibi tebessüm ederek masayı gösterdim. "Bu güzel yemekler için teşekkür ederim Leyla hanım, her ne kadar yeme fırsatım olmasa da." Bu sefer Zülüf hanıma döndüm. "Misafirperverliğinizden dolayı size de teşekkür ederim. Hâlâ yorgunum izninizle erkenden uyuyacağım." Kimseye bakmadan ve herhangi bir cevap vermeden en küçük bir kırgınlık belirtisi göstermeyerek gayet sakin adımlarla buradan çıktım. Efsun bile bunların yanında daha merhametliydi tok oturduğum masada bildiğin aç kalktım.

Benim kapıma düşmanım bile gelse ben onu ne aç gönderirdim ne de evime gelmiş birini küçük düşürürdüm. Yazık, benden onlarca yaş büyükler ama insanlıkları fazla küçük.

Sorun aç kalmam değil ki, Arafa geldiğimden beri elmadan başka bir şey yemiyorum bu gece de aç kalsam koymazdı bana. Sorun bana yapılan muamele.

"Haklılar onlara ne kızıyorsun ki!" Koridorda hızlı bir şekilde yürürken sinirden heran çığlık atabilirim. Onların yanında öfkemi kontrol etmem büyük başarı. "İstenmiyorsun işte sende uzak dur oğullarından. Kim tarafından istendin ki? Kardeşin bile artık eskisi gibi sana davranmazken kim seni neden istesin! Aptalsın Elzem, aptalsın! Mutlu olacağını düşünmek bile yaptığın en büyük aptallık! Bırak kiminle evleniyorsa evlensin sen kendi işine bak!" Ama üzülüyordum işte. Tamam kendime kızıyorum ve söylediklerimden haklıyım, ama üzülüyorum. Yıllardır bir savaşın içinde savruluyorum küçük bir hayale kapılıp mutluluğu düşlemek üzmüştü beni.

Dalgın bir şekilde kalenin surları arasında yarım saat boyunca gezerek kendimi oyaladım. Sakinleşmeden odama dönsem orada kırılmadık eşya bırakmayacağım için en iyisi yürüyüş. Koridorda düz bir şekilde yürürken kolonlardan birine sırtını yaslayarak oturan Dehliz'i görünce duraksadım. Akşam yemeğinde de onu görmemiştim. Bileğindeki kuzgunun tüylerini okşuyor uzaklara dalmış gibi gözleri durgun bakıyordu. Ruhunda soluduğum negatif enerji ise ürkütücüydü. Şu ana kadar Savcı ve onda benzer korkutucu enerjiyi solumuştum. Evet diğerlerinin de tehlikeli bir aurası vardı ama bu iki kardeşin aurası her defasında iliklerime kadar beni ürpertiyordu. Ona doğru bir adım atacağım esnada ayak tabanlarımda oluşan ısıyla yutkundum. Uzun zamandır bu olmuyordu ne yani Dehliz tarafından tehlikede miyim? "Bakalım senin sırrın ne?" Ayaklarımı birbirine sürterek terlikleri çıkarmaya çalışırken göreceklerimden korkuyorum çünkü ayaklarım sadece göremediğim bir tehlike yakınımda olunca bana sinyal veriyordu. Çıplak ayaklarım soğuk zeminle buluştuğu an anında burnuma akın eden ruhların kokusu inlememi sağlarken başımı kaldırınca gördüğüm şey tüm açlığımı boğazımda bırakmıştı.

Aman tanrım bu şey de neyin nesi?

Bir ruh veya hortlak mı?

Bir hayalet! Evet bu bir hayaletti! Onu çağıran ben değildim ama gördüğüme göre bu aykırı olmamdan kaynaklanıyordu. Normal bir hayalet değil korkunç bir hayalet, beni korkudan kalp krizi geçirtecek kadar korkunç. Uzun bembeyaz saçları Dehliz'in etrafında süzüldükçe havada uçuşuyor kahretsin göz bebeği yok gözleri korkunç beyaz. Üzerinde uçuş uçuş siyah bir elbise vardı ama bu onu güzel göstermek için yeterli değil. Dudakları ise aman tanrım bu şeyin dudakları metalik bir iple dikilmişti. İplerin olduğu etinde küçük delikler vardı o ise elinde iki tane demir halkayla Dehliz'in etrafında havada süzülerek uçuyor halkaları birbirine vurdukça kulak tırmalayan dayanılmaz bir ses çıkıyordu. Dahası her vurduğunda halkadaki çanlardan çıkan gri ses dalgaları Dehliz'in etrafını sarıyordu.

Bekle! Düşündüğüm şey olabilir mi? Kahretsin doğru tahmin! Bu hayalet aslında Dehliz'e yapılmış bir kara büyüydü! Dehliz konuşamıyordu çünkü ona yapılan kara büyü konuşmasına engeldi. Kara büyünün dudakları dikiliydi bu da Dehliz'in konuşmasına engeldi. Birine büyü yapınca büyü o doğrultuda şekil alırdı. Birileri Dehliz dilsiz olsun istemiş ona korkunç bir kara büyü yapmıştı. Kara büyü etrafında uçuşarak çanları çaldıkça onun kulaklarında hep bir uğultu etrafındaki seslere sağır oluyordu. Bazen doğru saniyelik sürede biri konuşursa onları duyabilirdi. Yani hayaletin çanı çalmaya ara verdiği zamanda ama bu çok kısa sürüyordu çünkü her otuz saniyede bir duraksıyor ve bu sadece beş saniye sürüyordu. Bu da yakın çevresini çelişkide bırakıyordu çünkü bazen Dehliz'in onları duyduğunu düşünüyorlardı ama daha sonra bir şey deyince Dehliz onları duymadığı için duyup duymadığından asla emin olamıyorlardı.

Oysaki tek yapmaları gereken doğru saniyeyi yakalamak ama bu benim için bile bu kadar zorken onlar için imkansızdı çünkü kara büyünün dönüş hızını ve çanı çaldığı süreleri görmüyorlardı. Hayır ben bir hayaleti görmüyorum ben hep yaptığım gibi kara büyüyü görüyordum. Kara büyüleri gördüğüm ilk an değil ama ilk kez bir sis bulutu dışında insan figüründe bir kara büyü gördüğüm için başta onu hayalet sandım.

Bu gördüğüm tüm kara büyülerden daha farklı ve güçlüydü. Dehliz'i ondan kurtarıp içime çekemeyeceğim bir güçteydi.

Deneyebilirim ama şifacı yönüm büyüden daha zayıf gelirse onu kendi içimde yok edemem o beni yok ederek geri Dehliz'e dönerdi. Bu alacağım bir risk değil.

Çanı çalmayı bıraktığı sıralarda, "Labirent gibi bir kale yaparlarsa bende böyle kaybolurum!" Mara'nın sesiyle her ikimizde o tarafa dönünce Mara söylene söylene basamaklardan inerken o an garip bir şey daha farkettim. Mara göründüğü an kara büyü çıldırmış gibi elindeki çandan halkaları öyle bir vurdu ki çıkan sesten kendimi korumak için ellerimi kulaklarıma bastırdım. Bu da neydi şimdi? O şey Mara'ya tepki mi gösteriyor?

Kara büyü çıldırmış gibi üst üste eskisinden daha şiddetli çana vurdukça Dehliz'in bakışları acı doluydu. Dahası kuzgun öfkelenmiş gibi pençelerini gösterircesine Mara'ya doğru uçunca zavallı kız olduğu yerde bağırarak dondu kaldı. Kuzgun onun yüzünü parçalamak istercesine ona doğru uçunca, "Uzak dur benden!" Mara korkudan ağlayarak elleriyle onu kendinden uzaklaştırmaya çalışıyordu lakin kuzgun nereyi denk getirse sivri gagasıyla orayı deşiyordu. Ellerine çizikler atmış asıl hedefi onun yüzüydü. Bu hayvanın nesi var böyle!

Ben şoka girmiş bir şekilde izlemek dışında bir şey yapamazken Dehliz koşarak Mara'nın saçlarına pençelerini dolayan kuşu tutunca Mara hâlâ ağlayarak yerinde tepiniyordu. "On-onu uzak tut benden!" Hıçkırarak Dehliz'in göğsüne sokulunca Dehliz onun saçlarını kuzgundan kurtarmıştı ama yolunan saçları Mara'nın daha çok ağlayıp iyice ona sığınmasını sağladı. Kuzgunu ellerinde tutan adam kaşlarını çatınca kuş hemen uçup her ikisinden de uzaklaştı. Bekle! Bu olabilir mi? Aman tanrım bu büyü kuzgun vasıtasıyla Dehliz'e yapılmıştı! Kara büyü Mara'ya öfkelenince kuzgun ona saldırmıştı. O kahrolası hayvan Dehliz ve kara büyü arasında bir köprü görevi görüyordu.

Onu kurtarmak için en basit çözüm kuzgundan kurtulmak gibi görünüyor ama o hayvan güçlü bir kara büyüye bağlıyken detaylıca araştırmadan bunu yaparsam çok daha ağır sonuçları olabilir.

Sanırım bu işi Savcı ile konuşsam daha iyi olur, o büyüler konusunda benden daha bilgili.

"Git-gitti mi?" Mara onun göğsünde hıçkırıklarla ağlarken Dehliz'in ruhundaki yorgunluğun çoğaldığını soludum çünkü tepesinde daireler çizerek dönen şey delirmiş gibi çanları çalarak ona acı veriyordu. Birnevi Mara'nın varlığı ona acı veriyordu.

Dehliz'in kara büyüsünün bir kuş üzerine olması ve Mara'nın kuşlardan ölesiye korkması bir tesadüf olamaz. Biri kuşları seviyordu diğeri ise korkuyordu, bu çelişki de birbirine bağlantılı bir gizem olmalı.

Peki o kuş Mara'yı Dehliz'den uzaklaştırırken bana neden geliyordu? Bir kuzgun ortalama otuz yıla kadar uzun yaşardı, yani öyle kolay ölmüyorlar. Rivayetlere göre biri öleceği zaman kuzgunlar bunu hissedermiş. Okuduğum makalelere göre ölüler diyarındaki bir ruh yaşama dair içinde ukde kalan şeylerden dolayı eğer korkunç bir üzüntüde ise o zaman kuzgun onun ruhunu geri taşıyabilirdi. O aslında iki dünya arasında bir simgeydi. Hayattakiler için ölümün, ölüler için ise yaşamın temsili sayılırdı. Bazı inanışlara göre kuzgunlar ölümü hissettiği için ölmek üzere olan birinin çatısına konar onları uyarırdı. Mükemmel bir zeka, hatta tıpkı bir papağan gibi insanların dilini taklit etmek bile onların yetenekleri arasındaydı. Vikingler, kuzgunların ölümün habercisi kahin kuşlar olduğunu düşünürlerdi. Kimin yakınında sürekli öterlerse ölümden şüphelenilirdi.

Othello'da Kahraman şöyle der, "Ama kuzgunlar nasıl vebalı evin damına üşüşür, bu da gelip aklıma takılıyor." Çünkü kuzgunlar insanın aklının alamayacağı şekilde davranırlardı.

Edgar Allan Poe'ya ait şiiri The Raven, Nevormore'de sevgilisini yitirmiş genç bir aşığın o hüzünlü yıllarını anlatmak için bir kuzgunla olan dialoğu konu alır. Ne sorarsa sorsun kuzgun hep aynı cevabı veriyordu. "Nevermore," yani bir daha asla veya hiçbir zaman. Genç adamın giden sevgilisinin geri gelmeyeceğini bu şekilde ona söylüyordu çünkü kuzgunlar şaşılacak bir zekaya sahip olduğu için bunun ne anlama geldiğini biliyordu. Söylediği sözlerin ne denli ağır olduğunu kavrayacak kadar zekiydi.

Evet neredeyse tüm kaynaklarda kuzgunlar hep ölümü simgelemiştir. Peki bu hayvanın beni her gördüğünde bana uçmasını neye yormalıyım? Aklıma sadece iki ihtimal geliyordu.

Ben bir şifacıyım yani kara büyüleri emiyordum. Efendisi olan Dehliz'i o kara büyüden kurtarmamı istiyor olabilir bu ilk ihtimal.

İkinci ihtimal ise bana çok yakında öleceğimi anlatmaya çalışıyordu.

Aklıma o kuş ile ilgili başka da bir ihtimal gelmiyor. Şimdi bulduğum bu sonuçlar işime yaramıyor olabilir ama zamanı gelince işime yarayacağını biliyorum çünkü genelde ürettiğim her ihtimal mutlaka amacını bulurdu.

Aklımdaki düşünceleri bir kenara itip karşımdaki tuhaf ikiliye dönünce Mara hâlâ ağlıyordu. Dehliz ise şaşkın bir vaziyette başını eğerek göğsünde hıçkırıklarla ağlayan kızın çenesini tuttu. Onu teselli etmek ister gibi başını kaldırıp onun ıslak yüzüne baktı. Gitti der gibi ona hafif tebessüm edince Mara sinirleri bozulmuş gibi yine hıçkırdı. "Bunun olacağını rüyamda gördüm." Birbirine yapışmış ıslak kirpiklerini kırpıştırıp, "Birazdan ikimizde merdivenlerden yuvarlanacağız, bak seni uyarıyorum sakın beni öpme!" Yok artık bu manyak rüyasının en mahrem yerini böyle hiç utanmadan gerçekten ona söyledi mi?

Sanırım hâlâ az önceki saldırının etkisinde olmalı ki ne dediğini bilmiyor. Şimdi düşündüm de saldırı olmadan da böyle damdan düşer gibi hiç utanmadan yine söylerdi çünkü hayatımda gördüğüm en büyük patavatsız.

Ama o esnada çanlar çaldığı için Dehliz onu duymadı.

Dehliz ne dercesine ona bakınca çenesini ondan kurtararak, "Diyorum ki ikimizde yuvarlanacağız birazdan, nerden biliyorsun diye sorma çünkü gördüm. Şimdi-" Eliyle aşağıyı gösterdi. "Sen yavaşça sağa çekilerek bana yol verirsen bence bunu önleyebiliriz." Yüzünü buruşturarak, "Adam sağır kime konuşuyorum ki ben." Homurdanarak onun yanında geçerek merdivenlerin basamaklarına dikkatlice tutarak adeta kaplumbağa hızıyla aşağıya inmeyi başarınca sevinçten bağırarak çocuk gibi zıplamaya başladı. "İşte bu! Kim demiş ki o aptal rüya çıkacak bak yuvanlanmadık!"

Mutluluktan bağırıp zıplarken uzun elbisesinin tülüne basıp geriye doğru sırtüstü yere yapışınca güldüm çünkü Mara çok sert düştüğü için küçük bir çığlık attığı esnada Dehliz aralarındaki mesafeyi kapatarak onu yerden kaldırmak için eğildiği esnada, "Hayır sakın!" diyen kız üzerine eğilen adamı kendinden uzaklaştırmak için ayağıyla sertçe dizine vurdu. Mara onu geriye itmek için vurmuştu ama dengesini kaybeden adam dizine aldığı darbeyle boylu boyunca Mara'nın üzerine düştü.

İkisinin yüzleri arasında minimum bir mesafe vardı Dehliz son anda onun üzerine düşmeden hemen önce ellerini Mara'nın her iki yanına bastırarak onu kendi ağırlığında korumayı başarmıştı. Her ikisi birbirine afallayarak bakarken Mara panik yaptığı için bir türlü rahat durmuyordu. Bu seferde, "Aman tanrım gerçekleşiyor!" deyip ellerini onun göğsüne sertçe bastırınca Dehliz geriye çekilmek isterken zemindeki elleri biranda kaydı ve tüm ağırlığı altındaki kıza giderken dudakları birleşti. Şoka girerek şahit olduğum tabloya bakıyordum çünkü Mara bildiğin kendi kaşınmıştı. Eğer merdivenlerden indiği gibi tepinmek yerine yürüyüp gitseydi bütün bunlar olmayacaktı. Ya da onu uzaklaştırmak için Dehliz'in dizine tekme atmasaydı onun üzerine düşmeyip başarılı bir şekilde Mara'yı kaldıracaktı. Hadi bunları geçtim onu göğsünde itmeseydi Dehliz kendisi geriye çekilecek elleri kayıp dudakları birleşmeyecekti. Mara bildiğin rüyayı yanıltmak isterken bizzat kendisi gerçekleştirmişti.

Bir dakika! Nasıl bir rüya ki böyle birebir çıkıyor? Hayır burada gözden kaçırdığım bir şeyler olmalı.

Pekala ihtimaller üzerine teoriler üretsem iyi olacak.

Mara'nın bugün bana anlattığı rüya daha gece bitmeden neredeyse hepsi çıktı, hemde fazlasıyla çıktı.

Hiçbir rüya böyle birebir çıkmaz o vakit gördüğü şey bir rüya değildi?

Son günlerde gördüğü rüyaların çıktığını söylemişti değil mi? Eğer onlar da rüya değil ise ne?

Mara Bilgelerdendi, yani her şeyi doğrudan kendiliğinden biliyordu peki görmek de yetenekleri arasında mı?

Hayır değil, sadece kadim bilgeler görü görme yeteneğine sahip ve onların da hepsi Bilgelerden çıkmıştır onlara da zaten kahin diyorlar burada.

Ne kahin mi? Aman tanrım Mara farkında olmadan geleceği mi görüyor?

"Doğum günün yaklaşıyor, uykuda olanı uyandır. Uyandır ki sana gördüğü düşleri anlatsın." Annem bundan mı bahsediyordu?

Kahretsin Mara bir kahin!

Afallayarak yerimde sendelerken sertçe yutkunarak farkettiğim gerçeği idrak etmeye çalışıyorum. Tüylerim diken diken olmuş yıllardır tanıdığım paragöz boşboğaz hizmetçimin kâhin çıkmasının şokundaydım. Bu nasıl olurdu ne yani şimdi Mara geleceğe yönelik kesitler mi görüyor? İnanılır gibi değil gerçekten artık daha ne kadar şaşırabilirim bilmiyorum çünkü buraya geldiğimden beri tamam bu sefer son diyorum ama mutlaka yeni bir şey çıkıp bana şaşkınlığın dibini yaşatıyordu. Yıllardır evimde çalışan, ölmemi dört gözle beklediği için önlüğünün cebinde soğan taşıyan baş belası hizmetçim bildiğin kâhin çıktı iyimi. Gerçekten pes, bu kadarına ne denilir ne tepki verilir bilmiyorum. Öte yandan Doğa ve benden sonra Mara'da adını Arafta ölmesi gerekenlerin listesine yazdırmayı başarmıştı. Çünkü şu zamana kadar öğrendiğim kadarıyla burada en az aykırılar kadar kahinler de pek uzun yaşamıyordu.

Lideri Revan bunu öğrendiği an hemen onu koruması altına alacaktır ama diğer liderler peşine düşeceği için içeriye adam sokup yine ondan kurtulurlardı. Geleceği görmesi sadece kendi klanının işine yarar ama diğer klanlar için büyük bir tehdit. Kim düşman klanda her şeyi önceden görüp kehanetlerden bulunan birini ister ki? Öte yandan gelecek değişkendir Mara'nın görüleri değiştirebilir ama ne yönde etkili olur bilmiyorum çünkü az önce kendi kaderini değiştirmek isterken dolaylı yoldan da olsa bunu bizzat kendisi gerçekleştirmişti. Oysaki her ikisi merdivenlerden yuvarlanarak dudakları birleşecekti. Bu da demek oluyordu ki gördükleri yüzde seksenlik bir ihtimalle gerçekleşecek geriye kalan yirmilik ihtimal ise bize ve olay örgüsüne bağlı.

Harika bir âdet kahinimiz oldu. Bakalım bu durumu kendi çıkarıma nasıl kullanabilirim. Tabii önce birbirlerinden ayrılmalılar çünkü dudakları birleşince sanırım her ikisi de şoka girmiş olmalı ki her iki taraftan da ayrılmak için bir atak gelmedi.

"Hey siz ikiniz? Burada sizi izlediğimin farkında mısınız?" Pekala onları ayırma işini de ben üstlendim. Şimdi sırada Mara'nın çığlıkları var çünkü heran şoktan çıkabilir.

Bu kısmı geçene kadar acaba ortadan kaybolsam mı? Kesin yine bana patlar kendi hatasının acısını benden çıkarır. Ah tamam ben gidiyorum!

Lanet olsun en iyi ve işe yarar yetenek hizmetçimden çıktı, pardon eski hizmetçim!







































Evet Elzem sonunda Mara'nın kahin olduğunu öğrendi, sizce düşündüğü gibi bunu kendi çıkarları için kullanabilir mi?

Elzem bu bölümde Dehliz'in neden konuşamadığını ve gerçek anlamda tam olarak duyamadığını çözdü. Dehliz'in bir kara büyünün etkisinde olduğunu kimler tahmin etmişti?

Peki ona bunu yapan kim olabilir? Birileri neden Dehliz'in konuşmasını ve duymasını engellemiş olabilir ki?

Öte yandan Mara kuşlardan korkuyor ve Dehliz'e yapılan kara büyü bir kuş vasıtasıyla yapılmış. Dahası Mara'nın olduğu yerlerde kara büyü çıldırarak ona tepki verirken Dehliz'e daha fazla acı yaşatıyor. Elzem'in düşündüğü gibi burada birbirine bağlantılı bir şeyler olabilir mi?

Yemek Elzem için pek de iyi geçmedi, Savcı'nın annelerinin Elzem'e bu kadar tepkili olacağını bekliyor muydunuz?

Şimdi Savcı neden yemekte Elzem'e yönelik hiç savunma yapmadı diyenler mutlaka olacaktır. Bunun iki sebebi var, birincisi Elzem kendi savunmasını en doğru şekilde yapacak bir karakter. Bir erkeğin gölgesi altında olmadan da kendi haklarını savunabilir. İkincisi ise Savcı istese de bunu yapamazdı çünkü masada sadece ailesi yoktu aynı zamanda Ayvaz'da vardı. Elzem'e yönelik vereceği en küçük hatanın onun hayatını tehlikeye atacağını iyi biliyor.

Aceleyle bölümü bitirip attım hemen çıkmalıyım çünkü çok fazla yapmam gereken şeyler var. Bugün ancak akşam veya gece girebilirim. O zaman girip bölümü okuyarak yazım hatalarını düzelteceğim çünkü gerçekten bu aralar evde çok fazla işim var o yüzden yazım hataları için kusura bakmayın.

Yeni bölümde görüşmek dileğiyle hepiniz Allah'a emanet olun canlarım.💙

Continue Reading

You'll Also Like

117K 14.3K 32
"Çok yakınımdasın kedicik. Dikkat et, ısırabilirim." "O halde sana yeni bir bilgi daha çıngıraklı." Öfkesi birden çekilmişti. "Bir Aslanın dişleri de...
232K 23.2K 20
Morana. Morana 'ölüm' demekti. Arsen Morana gözlerinde ölümü taşıyordu, damarlarında kurbanlarının kanı akıyordu. Düşmanları toprak oluyor Morana tar...
192 58 20
Aşkın aldanışa akış hikayesi..
101K 4.1K 32
Bir berdel hikayesidir.. Havin sevdiğinden ayrılırken nerden bile bilirdi evleneceği adamın kuzeni olduğunu herşeyden habersiz berdeli kabul etmişti...