GÖSTERMELİK SEVGİLİ | Texting...

Af bbhikayeleri

7.4M 436K 251K

Terk edilmenin acısını yaşayan genç kızın başvurduğu garip yol kendine göstermelik bir sevgili bulup eski sev... Mere

açılış
bir
iki
üç
dört
beş
altı
yedi
sekiz
dokuz
on
on bir
on iki
on üç
on dört
on beş
on altı
on yedi
on sekiz
on dokuz
yirmi
yirmi bir
yirmi iki
yirmi üç
yirmi dört
yirmi beş
yirmi altı
yirmi yedi
yirmi sekiz
yirmi dokuz
otuz
otuz bir
otuz iki
otuz üç
otuz dört
otuz beş
otuz altı
otuz yedi
otuz sekiz
otuz dokuz
kırk
kırk bir
kırk iki
kırk üç
kırk beş - sezon finali
kırk altı
kırk yedi
kırk sekiz
kırk dokuz
elli
elli bir
elli iki
elli üç
elli dört
elli beş
elli altı
elli yedi
elli sekiz
elli dokuz
altmış
altmış bir
altmış iki
altmış üç
altmış dört
altmış beş
altmış altı
altmış yedi
altmış sekiz
altmış dokuz
kapanış
yılbaşı özel bölüm

kırk dört

93.7K 6.1K 5.7K
Af bbhikayeleri

Medya: Ilgaz

🌈

Hastaneye kısa sürede varmıştım. Hava kararmıştı artık. Okuldan bir şekilde karnelerimizi alıp dağılalı çok olmuştu. Çatıdaki olayı biz hariç kimse bilmiyordu. Bu akşam Berfu'nun iyi olduğunu görüp rahat bir uyku çekmek istemiştim. Burada olma sebebim buydu. Ah tabii bir de Ilgaz'ın meşhur kostüm çıkaramama macerası vardı.

Onu görmek amacıyla hastanenin bahçesine bakındım. Çünkü orada olacağını söylemişti ama hastanenin girişinin karşısındaki bankta oturan tek kişi vardı. O da Soner'di. Sakince yanına ilerledim, varlığımı çoktan fark edip başını kaldırmıştı benden yana. Gülümsemeye çabaladım. "Selam."

Yeniden önüne döndü. "Selam."

Sesi dümdüzdü. Çok durgundu. Bugünkü halini hatırladım... İliklerime kadar hissettiğim korkusunu... Başımı iki yana salladım. Geçip gitmişti. O anı düşünmek istemiyordum. Yanına oturmadan, "Ilgaz'ı gördün mü?" diye sordum. "Burada olacağını söylemişti ama..."

"Üstünü değiştirmeye gitti," dedi sakince. Başıyla hastaneyi gösterdi. "Berfu'nun kaldığı kattaki lavaboda."

"Anladım," dedim elimi kolumu nereye koyacağımı bilemeyerek. Geriye doğru bir adım attım. "Ben içeri giriyorum geliyor musun?"

Başını iki yana salladı. Bedeninde hareket eden tek organıydı. Ellerini birbirine dolamış, dizlerinin üzerine bırakmıştı. Üzerinde beyaz basic tişörtü altında siyah kotu vardı. Akşam olduğu için rüzgar şiddetini arttırmıştı. Her estiğinde dalgalı siyah saçlarını hareketlendiriyor, alnına çarpmasını sağlıyordu. Üşümüyor muydu? Titremediğine göre üşümüyordu. Oturduğu yerde öylece karşıya hastanenin kapısına bakıyordu. Benimle konuşurken yüzüme bakmamıştı bile.

Onu daha fazla zorlamayarak geri çekildim. "Görüşürüz."

Cevap vermedi. Cevap almayı da beklemedim zaten.

Seri adımlarla hastaneye girip öğrendiğim kata doğru çıkmaya başladım. Ilgaz'ın lavaboda olmasına sinirlenmiştim. Salak madem çıkartabiliyordu kostümü, beni neden çağırmıştı?

Ona bakmayı sonraya bırakarak Berfu'nun odasına ilerledim. Kapının hemen önünde duvara yaslanmış Çağlar bekliyordu. Onu görür görmez aklıma Ilgaz gelmişti. İkisi... Umarım kendileri için en doğru kararı verirlerdi. Çağlar salağına sempati duyacağımı hiç düşünmezdim ama istenmeyen ot gibi sağımda solumda bitip duruyordu. Mecburdum sanırım ona iyi davranmaya.

"Selam," diyerek varlığımı belli ettim. Yaslandığı duvardan ayrılıp bana baktı. Onunla konuştuğum için şaşkındı. "Selam?"

"Berfu içeride mi?"

Umarım ailesi yoktur. Çağlar sanki iç sesimi duymuş gibi başını salladı. "İçeride, yanında Cem var. Ailesi doktorun yanında. Yüsra'da az önce çıktı. Kardeşine bakacakmış, senin onun yerine geleceğini söylemişti."

"Evet, sağ ol."

Konuşmamızın burada sonlandığına karar vererek kapıyı tıklattım ve aldığım onayla içeri girdim. Kapıyı tıklatmıştım çünkü onları uygunsuz bir pozisyonda bulup şoka girmek istememiştim.

Şaka şaka.

Ben kibar bir kızım, o yüzden tıklatmıştım.

İçeri girdiğimde Berfu'yu yatakta yatarken Cem'i baş ucundaki koltukta oturup elini tutarken buldum. Benim girişimle ikisinin başı da bana döndü. Sakince ilerleyip yanlarına vardım ve yatağın Cem'in olmadığı taraftaki ucuna oturdum. Berfu'nun yüzü hala soluktu ama gözlerine bir canlılık gelmişti. Donuk bakmıyordu artık. "Nasılsın?" diye sordum tüm samimiyetimle.

Berfu gözlerini kısarak bana baktı. "Neden herkes amansız bir virüs hastalığına yakalanmışım gibi davranıyor?"

"Öyle olsaydın emin ol odanın yakınından bile geçmezdim."

"Hah," dedi elini saçını savurmak için kaldırmıştı ama yattığını hatırlayarak bundan vazgeçti. "Geçen çok olurdu canım, sana gerek kalmazdı."

Göz devirdim. "Sana da iyilik yaramıyor he." Koluna bağlı olan serumu gösterdim. "Benimle iyi geçin yoksa keserim serumunu."

Burnundan soludu. "Arıza!"

"Süs bebeği!"

"Kızlar," diye seslendi Cem oradaki varlığını hatırlatarak. İkimiz de sinirle ona döndük. "Diliniz birbirinize hakaret ediyor ama elleriniz birleşik?"

Onun konuşmasıyla ikimiz de bakışlarımızı Berfu'nun sol eline düşürdük. Gerçekten de ellerimiz birbirine kenetli duruyordu. Bu ne ara olmuştu? Sözleşmişiz gibi aynı anda hızlıca ellerimizi çektik. Pekala... Bu kadar tuhaflık yeterdi. Berfu da iyi olduğuna göre gitsem iyi olacaktı.

"Iy," dedim elimi yalandan sallayarak. "Kesin virüsünü bulaştırdı bu bana. Ben elimi keselemeye gidiyorum."

Yerimden kalktığım sırada Cem tavrıma gülmüştü. Berfu ise burun kıvırarak bakıyordu bana. Elini kaldırıp tırnaklarını incelerken, "Sana ıy," dedi. "Git de elin güzelleşmiş mi diye bak. Belki benden bir güzellik bulaşmıştır."

"Ya tabii eminim öyle olmuştur."

Bir kez daha göz devirdim. O hala tanıdığım süs bebeğiydi. İyiydi. Gönül rahatlığıyla uyuyabilirdim bu gece.

Geldiğim gibi hızlı adımlarla kapıya ilerledim. Tam kapıyı açacağım sırada Berfu arkamdan, "Nil!" diye seslenmişti. Olduğum yerde durup omuzumun üzerinden ona baktım. Yatağında doğrulmuş tebessüm ederek bakıyordu bana. Sahici, minnettar bir gülümsemeydi. "Bugün orada olduğun için... Teşekkür ederim."

Omuz silktim. Sonrasında muzır bir ifadeyle gülümsedim. "Süs bebekleri teşekkür etmesini bilir miydi ya?"

Cevabını beklemeden odadan ayrıldım. Arkamdan homurdandığını duyabilmiştim.

Dışarıda hala bıraktığım yerde bekleyen Çağlar'a baş selamı verip koridor boyunca yürümeye devam ettim. Çok değil birkaç adım sonra lavaboların olduğu yerdeydim. Erkekler kapısının önüne gelip seslendim. "Ilgaz! Orada mısın?"

Birkaç saniye sonra kısık çıkan sesini duydum. "Nil?"

"Evet, benim," dedim kapıya iyice yanaşarak. Umarım içeride ondan başkası yoktur. "Hani kostümü çıkaramıyordun? Yardıma gelmiştim ama sen çoktan halletmişsindir değil mi?"

"Hallettim, çıkıyorum şimdi."

Soruma cevap vermemişti? Espri yapmamıştı? Sesi neşeli çıkmıyordu?

Buyur buradan yak. Bakalım buklelimin ne sorunu vardı.

Birkaç sesten sonra erkekler tuvaletinin kapısı açılmıştı. Geri çekilip görüş açıma girmesini bekledim. Çok sürmeden girdi de. Dev kostümünden kurtulmuştu. Üzerinde kot pantolonu ve siyah tişörtü vardı. Başımı kaldırıp yüzünü görüş açıma aldığımda beni şaşırtan o manzarayla karşılaştım. Ilgaz... Saçları?

Elimi ağzımın üzerine kapatmamak için kendimi zor tutarken ileriye doğru atıldım ve parmak uçlarımda yükselip başının üzerine konumlandırdım elimi. Elimi başının üzerine attığımda buradaki kıvırcık saçları karıştırmayı severdim ben ama şimdi hiçbir tutamı yoktu... "Ilgaz," dedim, derken sesimin titrediğini fark etmeden. "Saçların... Saçlarına ne yaptın?"

Sıfıra vurmuştu.

Her şeyden çok sevdiği saçlarını sıfıra vurmuştu.

O kalın siyah buklelerinin yerinde yeller esiyordu şu an. Kısacık dipleri kalmıştı sadece.

Ela gözleri öyle yorgun öyle acı bakıyordu ki ne yapacağımı şaşırdım. Başındaki elimi yanağına indirdim. Usulca parmaklarımı hareket ettirip yanağını sevdim. Belli, üzgündü. Dolan elaları bunun en büyük kanıtıydı. Tek bilmediğim nedeniydi. Neden bir anda saçını kestirmişti? Ne ara kestirmişti? Kostümün içinde olduğu için mi fark edememiştim? Nasıl bir arkadaştım ben? Onun acısını nasıl görememiştim?

"Ilgaz," dedim bir kez daha yavaş çıkan ses rengimle. "Neden yaptın bunu? Neden üzgünsün bu...buklelim?"

Sanki o kelimeyi kullanmamı bekliyormuş gibi derin bir nefes alıp gözlerini yumdu. O anda göz pınarından taşan yaş parmağıma düştü. "Nil," dedi gözlerini açarken. Kararlılıkla benim gözlerimin içine bakıyordu şimdi. "Ben artık o trenden inmek istiyorum."

Ve başka bir şey söylemedi. Söylemesine de gerek yoktu. Anlamıştım. Artık hissettiği gibi yaşamak istiyordu. Ailesinin önüne koyduğu engelleri aşıp gerçekten mutlu olmak istiyordu. Bu isteğini yerine getirmesi için elimden geleni yapacaktım. Sadece biraz zaman. Dinlenmesi için biraz zamana ihtiyacı vardı.

Yorgun bakan gözlerinden anladım uykusunun geldiğini. Eve gitmesini söylemiştim ama karşı çıkmıştı. Yüsra ve Soner'le birlikte oradan ayrılacağını söylemişti. Yüsra ne zaman gelirdi bilmiyordum. O vakte kadar ayakta duramayacağını anlamıştım. Koridordaki üçlü koltuklardan birine oturup onu dizime yatırdım ve konuşa konuşa onu uyuttum. O an aklıma gelen tek kişi vardı o da...

Gözlerimi koridorda gezdirdim. Tek gördüğüm yüz Çağlar'a aitti.

Bir kucağımda uyuyan Ilgaz'a baktım bir ona. O da anlamıştı bir şeyler olduğunu. Sürekli bize doğru adım atmış ama devamını getirememişti. Onunda kendince sebepleri vardı, anlayabiliyordum. Şimdi benim tek çarem oydu. Ilgaz'ın uyanmamasını dileyerek Çağlar'a elimle gel işareti yaptım.

Bu anı bekliyormuş gibi harekete geçti ve birkaç saniye içinde yanımızda dikilir oldu. Sessiz olmaya özen göstererek konuştum. "Benim bir yere gitmem gerekiyor. Ilgaz'ı..." Durup cümlemin başını değiştirdim. "Kardeşimi sana emanet edebilir miyim?"

Gözlerinden geçen bariz şaşkınlığı yakalayabilmiştim. Büyük ihtimalle Ilgaz onu Mine'yle görüp ne düşünüyorsa o da bizi yan yana görüp aynı şeyi düşünüyordu ama ikisi de yanılıyordu.

Başını sallayıp onayladı beni. "Tabii... Edebilirsin, ben bakarım ona. Yani başında beklerim sen gelene kadar."

"Güzel." Gülümseyerek yerimden doğruldum. Ilgaz'ın başını tutarak kalkmıştım. Çağlar'a işaret verdiğimde hemen kalktığım yere oturdu. Ilgaz'ın başını onun dizlerine yaslarken bukleli hareketlenmiş ama uyanmamıştı. Onlara son kez bakıp geri çekildim. "Hemen döneceğim."

Belki de hemen dönmem?

Koşar adım hastaneden çıktığımda karşımda direkt onu gördüm. Soner hala onu bıraktığım yerde, aynı pozisyonda oturuyordu. Adımlarım yavaşlarken ona doğru yürüdüm ve yanındaki boşluğa oturdum. Bu kez geldiğimi fark etmesine rağmen herhangi bir tepki vermemişti. Gözlerimi yumup derin bir nefes aldım. Soğuk havayla doldurdum ciğerlerimi. "Çok tuhaf bir akşam oluyor..."

Ben konuşmasını beklemezken o anında, "Kesinlikle," demişti. "Ve ben o tuhaflığın içinde güzel bir şeylere rastlamak istiyorum artık."

Gözlerimi açıp başımı ona çevirdim. "Rastladın mı peki?"

O da başını çevirip benim gözlerime baktı. "Çok uzun zaman önce rastladım."

Aklıma 3 senedir tanışıyor olduğumuz geldi...

Bir şey diyemeyerek sessiz kaldım. O ise hareketlenerek yanındaki boşluktan bir şey çıkardı. Orada bir şey olduğunu bile fark etmemiştim. Ellerinin arasına aldığı yeşil bir tetris oyuncağıydı. Bu oyuncağı hatırlıyordum... Bakışlarını ona düşürüp konuşmaya başladı. "Bu oyuncağı anasınıfına başladığımda annem almıştı bana. O yaşıma kadar hiç arkadaşım olmamıştı. Babam biraz katı bir adamdır. Dediklerinin yapılmasını ister. İstekleri de hep bir işle meşgul olmak üzerine kuruludur. Onun için 4 yaşındaki oğlunun dışarı çıkıp arkadaşlarıyla oynaması zaman kaybıdır mesela. Sürekli bir meşguliyeti olmalıdır. Evde logo dizmek, evde basketbol oynamak, evde langırt oynamak..." Başını umutsuzca iki yana salladı. "Her şey evde olmalıydı anlayacağın. Kendi himayesi altından çıkmamalıydım. Bu yüzden hiç arkadaş edinemedim. Anaokuluna başlayacağım için heyecanlıydım nihayetinde. Çünkü arkadaş edinecektim. Biraz da korkuyordum tabii. Annem bu korkumun farkındaydı. Bana bu oyuncağı aldı. Arkadaş edinene kadar bununla oynayabileceğimi söyledi. Arkadaş bulduktan sonra ise bir daha elime almamam için uyardı beni. Onların yanında oyuncağımla oynamam kabalık olurmuş."

Gülümsedi. Ben de gülümsedim. Onun çocukluğunu dinlemek ne kadar buruk bir anı olursa olsun güzeldi, çok güzeldi...

"Sonra ne oldu?" diye sordum sahici bir merakla. "Arkadaş edindin mi?"

Aslında edindiğini biliyordum çünkü Ilgaz anaokulundan beri arkadaş olduklarından bahsetmişti.

"Edindim," diye dile getirdi bildiğim cevabı. "İki harika arkadaş edindim. Annemin dediği gibi onlarla tanıştıktan sonra oyuncağımla hiç oynamadım. Aklıma gelmedi bile. Şimdi..." deyip hiç beklemediğim bir anda tetrisi bana uzattı. "Bunu sana vermek istiyorum. Tatilde hani bizden uzakta olduğunda... Yalnız hissetme diye. Yeniden arkadaşlarına kavuşana kadar bununla oynayasın diye."

Şaşırdım. Afalladım.

Soner'in bana en çok tattırdığı iki duyguyu aynı anda yaşadım. Buna rağmen avunun içinden oyuncağı almaktan geri durmamıştım. Yeşil tetrisi iki elimin arasına alırken, "Bu çok güzel," dedim hayranlıkla. "Teşekkür ederim."

Omuz silkti. "Senin eline daha çok yakıştı. Rengi gözlerinle de uyumlu."

Kaşlarımı çattım gülerek. "Benim gözlerim ela rengi, yeşil değil."

Dudağının sol kenarı muzip bir ifadeyle yukarı doğru kıvrıldı. "Sen öyle san."

"O ne demek ya öyle?"

"Hiç."

(Tetris reis bee oynayanlar kendinizi belli edin sayımızı bilelimhshajrha)

Konuyu üstelemeden kapattım ve ellerimin arasında tuttuğum şeye baktım. Baya eski bir oyuncaktı bu. Artık satıldığını bile sanmıyordum. Soner küçüklüğünden beri kullanmasına rağmen birkaç ufak çizik dışında oyuncağın hiçbir sorunu yoktu. Güzel bakmıştı. Rastgele bir tuşunu bastım. Fakat ekranda herhangi bir değişiklik olmadı. Kaşlarımı çatarak arkasını çevirdim ve pil yerini kapatan kapağı kaldırdım. İçi boştu. "Pili yok."

"Evet," dedi anında. "Bu sefer pili bitik değil, tamamen pili yok. Senin ona yeni bir pil takacağını umuyorum."

"Takarım," dedim çattığım kaşlarım yerini korurken. "Takarım da neden bunu sen yapmıyorsun? Senin için çok anlamlı bir oyuncak bu. Aslında bana vermene gerek yo..."

"Sen de öylesin."

Afalladım. "Efendim?"

"Sen de benim için anlamlısın."

"Soner..."

Sözümü böldü. "Biliyor musun? Ben seni seviyorum, Gülin."

Vücudumdaki tüm kanın çekildiğini hissettim. "N...Ne?"

Başını kararlılıkla yukarı aşağı salladı. "Evet ya ben harbi harbi seviyorum seni. Seni sinir etmeyi, kızdırmayı, güldürmeyi... Seninle eğlenmeyi, biber dolması yapmayı bile seviyorum be!" Soner kendini kaptırmış gibiydi. İçinden geçeni düşünmeden diline vuruyordu. Ve ben her diline vurduğu sözden sonra usul usul terliyordum. "Böyle... Hani öyle bir işlemişsin ki içime gözlerim sürekli seni görmek istiyor. Kulaklarım yalnızca senin o cıvıl cıvıl çıkan sesini duymak istiyor. Ellerim seni görünce soğumak, avuçlarında ısınmak istiyor." Omuzlarını kaldırdı. "Vallahi onlar istiyor, ben değil." Kendi kendine konuşur gibiydi. Muhatabı bendim ama bakışları bana değmiyordu bile. "Ağladığını görüyorum mesela aklım yerinden oynuyor. Seni üzen her şeyi ve herkesi si... Sinir etmek istiyorum. Uzaklaştırmak istiyorum senden. Kimse zarar vermesin, üzmesin istiyorum seni." Omuzları çöktü. "Ama buna istesem de engel olamıyorum. Üzüyorlar seni. Bazen aptal bir terk edişle bazense aptal bir fotoğrafla..."

Başının bana döndüğünü hissettiğimde gözlerimi saniyesinde kaçırdım. "Benim isteklerimi boş ver. Asıl önemli olan senin isteklerin. Sen, göstermelik sevgili istemiyorsun Nil. Sen, dibine kadar yaşamalık sevgili istiyorsun."

Öylece kalakaldım. Hiçbir şey diyemedim? Ne diyecektim ki? Haklıydı. Ama o itirafı... O itirafı duymamak için kaçmamış mıydım ondan? Şimdi ne yapacaktım? Yine kaçacak mıydım? Ondan bu sözleri duyduktan sonra kaçabilecek miydim?

Ne içimdeki sorulara ne de ona bir cevap veremedim.

Bir çeşit hipnotize olmuş gibiydim. Ne konuşabiliyor ne hareket edebiliyordum. Sadece onu dinliyordum.

Benim yerime hareketlenen o oldu. Bana doğru döndü yüzünü. Gözlerime baktığında göğsümü zorlayan o baskıyı hissettim. Bir kuşun çırpınışı gibiydi kalp atışlarım. Oradan çıkmak, Soner'e doğru koşmak istiyordu sanki. Ben içimdeki kuşa kulak verirken Soner usulca oturduğu yerden kalktı. Bana yaklaştı, yaklaştı... Elimde olmayan bir heyecan tüm bedenimi hakimiyeti altına alırken kısacık zamanda yaşandı ne yaşandıysa. Soner alnıma kuş tüyü hafifliğinde bir öpücük kondurmuş, geri çekilmişti. Gidecekti. Adımları benden uzağa düşerken aklımda sadece alnımla buluşan dudakları ve fısıldadığı söz kalmıştı:

"Ve ben sana o sevgiliyi vadediyorum, gül güzeli."

🌈

Bölümü bir kelimeyle anlatın desem?

Sonunda itiraf geldi, Soner'le birlikte herkes rahatlamıştır dimi?

Hikayenin adı yüzünden çoğu kişi Nil'in Ilgaz'la olacağını sandı ama gördüğünüz gibi hikayenin adı Soner'in bir cümlesiyle de anlam kazanabiliyor :'')

Ilgoşum, gitti kıvırcığımın saçları :'(

Seviliyorsunuz ♥
Instagram: bbhikayeleri

Fortsæt med at læse

You'll Also Like

12.1K 364 28
Ya şimdi ne olacaktı? Biz diye bir şey yoktu artık.Başımdan geçen olaylardan en güzeliydi heralde.Kim istemezdi ki sevdiği adamdan çocukları olsun...
556K 6K 32
"Bu saatten sonra yer mekan fark etmez yüzbaşım." Yetişkin içerik !
SARE || Texting Af ✯

Teenage Fiktion

576K 20.6K 51
Ev her zaman hissettiğin yerdir okyanus 25.07.2020
9.1M 462K 94
Mavi Aksoy, arkadaşına atacağı 'Beni Ara' çağrısını yanlışlıkla hiç bilmediği bir kişiye gönderir ve aşka kapılarını aralar. • Ege Adamı : Tek gerçeğ...