MEDUSANIN ÖLÜ KUMLARI (Kitap...

By Maral_Atmc6

7M 638K 1.2M

Elzem Akay'ın sıradan ama güzel bir hayatı vardı. En iyi okullarda okumuş, en güzel oyuncaklara ve kıyafetler... More

KİTAP KAPAĞI VE DUYURU
(1) Mühür ve Kalkan.
(2) Tarot Kartı.
(3) Kim Olduğunu Biliyorum.
(4) Kalkanlar.
(5) Neredeyiz Biz?
(6) Parazitler.
(7) Akademiye Doğru Yolculuk.
(8) Ben Ve Hizmetçi Olmak Mı?
(9) Kazara Ayin.
(10) Sürpriz Misafir.
(11) Kim Efendi Kim Köle?
(12) Ruhumdaki Mühür.
(13) Zindan ve Ruh.
(14) Kayıp Şaşkın Bir Ruh.
(15) İstenmeyen Öğrenci Olmak Zor.
(16) Saflar Tutuluyor.
(17) Karanlığın Gizlediği Korkular.
(18) Aksilikler Bir Değil Ki!
(19) Buz Festivalinin Korkunç Yüzü.
(20) Meydan Okuma.
(21) Bitmeyen Gece.
(22) Çocuk Kadın.
(23) Küçük Baş Belası.
(25) Yorgun Düşüyor Gibiyim.
(26) Sürpriz Ziyaretçiler.
(27) Gizli Gerçekler.
(28) İhanet.
(29) Prenses Ari Ve General Karun.
(30) Geçmişe Doğru Yolculuk.
(31) İnfaz.
(32) Oyun İçinde Oyun.
(33) Yolculuk.
(34) Zindanlarda Ki Sır.
(35) Bedenimdeki Azap.
(36) Veda.
(37) Geri Dönmeyeceğim.
(38) Avcılar.
(39) İktidar Yarışları.
(40) Asıl Suçlu Kim?
(41) Zehirli Elmayı Bir Tek Pamuk Prenses Yemezdi.
(42) Kovulmadım, İstifa Ettim!
(43) Ölümsüz Olmak Mı?
(44) Bir Nefes Kadar Yakınındayım.
(45) Küçük Zararsız Yalanlar.
(46) Büyük Sürpriz.
(47) Hayal Kırıklığı.
(48) Ruh Kapanı.
(49) Geçmişin Enkazı.
(50) Aradığımız Masumiyet.
(51) Benim Şarkım.
(52) Sessiz Çığlıklar.
(53) Bazı Günahların Affı Olmuyordu.
(54) Medusanın Kızı.
(55) Kalbim Yasta.
(56) Ninfalar.
(57) Tanrıların Piyonu.
(58) Geldiğin Yere Geri Dön!
(59) Zamanın Ötesinde.
Duyuru
(60) Tanrı Tanımaz Asi.
(61) Büyü Artık!
(62) Bana Anılarımı Geri Ver.
(63) Kendinin Gölgesi.
(64) Küllerinden Doğmak.
(65) Garip Bir Meyve.
(66) Ansızın Gelen Teklif.
(67) Rüyalarda Buluşmak.
(68) Canavar Ve Güzel.
(69) Geleceği Düşlemek. (FİNAL!)
Buraya Toplanınn

(24) Evlilik Mi?

105K 9.2K 12K
By Maral_Atmc6

Ben her şeyi anladım anlamasına da kendime gerçekleri anlatmak çok zor. Beynim al bu senin gerçeklerin diyor, kalbim ise bu kadar acımasız olma der susar. Kalbim yanılıyordu acımasız olan beynim değildi.

Ve masalın sonunda aynen şunlar yazacaktı; "Bir vardı ama biri yoktu. Biri ölüme gitti diğeri hiçliğe. Biri sustu sonsuzlukta, diğeri veryansın etti ona kalan yalnızlıkta. Şimdi kalan darmadağın, giden hisli, giden kırgın ve giden dönmeyecek kadar küskün..."

Elzem Akay.

Üzgün hissediyorum, üzgün ve kırgın. Bunu dışarıya yansıtıyor muyum? Hayır. Çok mu nefret edilesi biriyim? Ben çok mu kötüyüm? Neden koskoca dünyadaki herkes bana karşı? Neden etrafımdaki her şey bu kadar kirli? Kimse anlamıyor değil mi? Ben bensiz kaldım kimse ne görüyordu ne de anlıyordu. Siz bilir misiniz bu ne demek? Siz bilir misiniz sizsiz kalmak ne demek? Ben biliyorum, evet kimse bilmez ama ben iyi bilirim. Herkes kendi için yaşardı aksini iddia edenlere inanmayın onlar yalan söylüyor çünkü insanoğlu sadece kendi için yaşardı. Kendi için yer, kendi için içer, kendi için giyer, gezer, hatta severdi. Aslında aşka bile bencillik sıçramıştı. Biri diğerini çok sever onu mutlu etmek için her şeyi yapardı ve biz buna ne güzel de seviyor derdik değil mi? Hayır bu doğru değil o aslında mutlu olmak için mutlu ediyor çünkü onu gerçekten çok seviyor ve onun mutluluğu kendisini de mutlu ediyordu. Peki buradaki küçük detayı farkettiniz mi? Evet o mutlu olmak için mutlu ediyor. Hâşâ aşkı ve sevgiyi inkar etmiyorum, benim anlatmaya çalıştığım şey aslında aşkı da kendimizi düşünerek yaşadığımız. Birini sadece kendimiz için isteyip onu çok sevdiğimiz için mutlu etmek yanlış değildi, ama bencil bir tarafı da yok değildi. Aşkta bile önceliğimiz hep ilk kendimiz olmuşken kimse bana çıkıp da ben onun için yaşıyorum demesin çünkü onun varlığı sizi mutlu etmeseydi onun için yaşıyor olmazdınız. Yani burada da öncelik sizin.

Ama ben hiç kendim için yaşamadım çünkü beni benden aldılar. Kendim için yaşayamıyorum sebebi ise beni bana bırakmadılar.

Ben diye bir şey hiç yer etmedi hayatımda. Yiyorum, çünkü yemezsem zayıf düşüp kaybedeceğim. Güzel giyiniyorum, ama kendim için değil insanların gözlerini boyayıp onların üzerinde bir hakimiyet kazanmak için. Geziyorum, bedenim dinginlik bulsun ruhum huzuru hissetsin diye, ama bu bile kendim için değildi beni daha güçlü kılacak motivasyonu bulmak için. Seviyorum, Itır, abim ve ailemi, ama bir amaç uğruna seviyorum her birini. Onları çok seversem her birini hayatta tutmak için daha çok çırpınabilirim. Evet doğru sevgimde bile bir amaç var kendim için olmaktan uzaktı. Ve daha bunun gibi hayatımda kendim için olmayan yüzlerce şey sayabilirim. İçimde bir ben yokken yaptığım hiç bir şeyin önceliği kendim için olmuyordu. Ben ölü doğmuşken nasıl kendim için yaşayabilirim ki? Bir amaç uğruna yaşam verilmişti bana ve benim tüm hayatım o amaca karşı savaşmakla geçti. Doğduğum gece karanlıkla lanetlenmiştim tüm hayatım o karanlığa karşı savaşarak geçmişken ben hiç kendim için bir şeyler yapamadım. Peki kimdi bana bu karanlığı yaşatan? O kişi bilmiyor muydu ölümün kollarında bir ruh çalarsa bunun sonuçlarının ne kadar ağır olacağını? Sadece Medusa'dan nefret etmiyorum ona o gece yardım eden gizemli işbirlikçisinden de nefret ediyorum çünkü beni geri getirerek kimsenin yapamadığı en büyük kötülüğü yapmıştı.

Birgün onu da bulacağım, bulacak ve bana armağan ettiği bu karanlığı ona yaşatacağım. Zamanı var, hepsini tek tek kendi karanlığımda boğmanın zamanı var.

"Böyle sessizliğe çekilerek ne düşünüyorsun?" Savcı atını yavaşlatıp benim yanımda sürmeye başladığında çok iyi at sürdüğüm söylenemezdi o yüzden diğerlerinden biraz arkada gidiyordum. Tamam kendi dünyamdayken tatillerde çiftliğe gider orada geçirdiğim günlerde ata bindiğim olmuştur. Lakin bu konuda buradakilerle kıyaslanamam. Kızlarda benimle aynı tecrübeye sahip ancak onların benim önümde gidiyor olmasının sebebi dinç bir bedende olmaları. Neredeyse iki gün boyunca kendi bedenime dönmediğim için uyuşan eklemlerim at sırtında bana acı olarak dönüyordu. Neredeyse dört saattir yolda olduğumuz için sadece bedenimdeki uyuşukluk değil aynı zamanda yoğun bir açlık çekiyorum.

Görüş açım gittikçe bulanıklaşırken daha fazla devam edecek gücü bulamıyorum ama gurur bu ya onlara bunu söylemekten ise attan düşüp bayılmayı tercih ederim. "Beni duyuyor musun?" Hemen yanımda at süren adama doğru dönüp başımı salladım. "Yolculuğun ne kadar süreceğini düşünüyordum." Düz yolu geride bırakıp ormanın içine girdiğimiz için atları koşturmak yerine şimdi daha sakin gidiyorduk.

"Kara ormanı geçince klana iki saatlik yolumuz kalıyor." Peki bu kahrolası klan neden bu kadar uzak? Üstelik aceleyle akademiden çıktığım için üzerimde hâlâ festival gecesi giydiğim kıyafetler vardı. İyi bir izlenim bırakmak için daha özenli hazırlanmam gerekiyordu.

Atımı biraz hızlandırdığımda, "Ne o?" Gülerek bana yetişti. "Hâlâ bana kızgın mısın?" Güldüğünde hafif kısılan gözleri çok hoş görünüyor.

"Ne münasebet." Gülüşüne karşılık vererek duygularımı yastık altına ittim. "Çocukça kaprislerim hiç olmadı her şeyi çoktan unuttum." Bana yaptığı her şeyi burnundan getirmezsem bende bir Akay değilim!

O süpürgesiz cadı beni yıkarken hayatımda daha önce hiç o kadar utandığımı hatırlamıyorum.

"Bunu duyduğuma sevindim, uslu durman senin yararına." Göz kırpıp diğerlerine yetişince en arkada kalmış bir halde giden adama bakıyordum. "Ah işte bunu yapma, özellikle ben her bir uyarı ve tehditi meydan okuma olarak kabul ederken." Bu daveti onun için unutulmaz kılarak skoru eşitleyeceğim.

"Elzem!" Hâlâ bana kızgın olan kardeşim başını çevirerek kaşlarını çattı. "Bizi yavaşlatıyorsun." Aykırı olduğumu duymak ona iyi gelmedi. Tabii öfkesinin tek sebebi bu değil arenada onu yalnız bıraktığımı düşündüğü için kırgın. Çocuk bedeninde olduğumu saklamam da kırgınlığını çoğalttığı için bunu öfkesiyle gizliyordu.

"Barbarlar gibi at koşturacak değilim ya." Omuzlarımı dikleştirerek yorgunluğumu gizlemeye çalıştım. "Ben bir hanımefendiyim ve bir hanımefendinin ata bacaklarını ayırarak oturmasına bile karşıyken şu anda kendi kurallarımdan birini çiğniyorum. Rica ederim daha fazla üzerime gelme." Ata yan binseydim bacaklarımda daha az acı hissederdim. Ben burada baygınlık geçirmek üzereyken daha fazla üzerime gelmemeli.

Siyahları uyarı niteliğinde beni süzerken gözlerindeki bu küçümseme de neyin nesi? "Bir konuda kötü olduğunu kabul etmek bu kadar zor olmasa gerek kardeşim." Bunu yapma, öfkeni bana karşı saldırgan hareketlerde bulunarak yansıtma.

"Her konuda herkesten iyi olmak gibi kötü bir yeteneğim var kardeşim." Pelit ağacının yanında geçtiğimde atımı biraz hızlandırınca diğerleri bizim münakaşamızı dinliyordu.

"Şu egon Elzem." Güldüğünde yüzündeki tiksintiyi saklayamıyordu. "Birgün yerle bir olduğunda seninle birlikte onun da yıkıldığını göreceğim." Hayaller, hayaller ve hayaller.

Onun yanında at sürdüğümde yenilgimi deli gibi arzulayan kardeşime gülümsedim. "Seni hayalkırıklığına uğratmak zevk aldığım bir şey değil Itır." Ona göz kırptığımda kaşlarını çatması ile tam bakışlarımı ondan çekecektim ki, "Yarış benimle!" Bir konuda benden iyi olduğunu herkese kanıtlamak istiyordu. İki gündür uyumaktan bedenimin hantallaştığını biliyor, dahası o akademide ata binmek de dahil birçok konuda kendisini geliştirirken ben hizmetçilik yapıyordum. Kısacası tüm koşullar onu avantajlı kılarken kaybedeceğimi çok iyi biliyordu. Bu ona üstünlük sağlamaz çünkü bu haksız bir kazanç.

"Unut bunu Itır, kardeşim ile çocukça rekabetlere girmeyecek kadar olgunum." Kaybedeceğimi bile bile kendimi küçük düşürecek kadar aptal değilim.

"Korkuyorsun." Yüksek sesle gülünce ne yapmaya çalıştığını bilmiyorum. "Bana karşı kaybetmek seni korkutuyor mu Elzem Akay?" Kaşlarını alay edercesine yukarı kaldırdı. "Belkide sana ilk yenilgini tattıracak kişinin ben olması seni korkutuyor Oyunbaz?" Yine haddini aşmaya başladı.

"Benimle bu ses tonuyla konuşmaktan seni men ederim Itır." Dişlerimi sıkarak uyarırcasına ona döndüm. "Bana karşı bir daha haddini aşarsan sonuçlarına katlanırsın. Sabrımın da bir sınırı var ve sen on yaşındaki bir çocuk gibi şımarıkça hareketlerde bulundukça o sınırı geçiyorsun." Yaptığım her şeyde beni yargılamayı bırakmalı. Burada onlarca sorun ile uğraşırken bana destek olmak yerine akbabalar gibi bedenimi deşmek için yere yığılmamı bekliyordu. Tamam onu kaybetmek istemiyorum hatta bunun için sürekli kendi ilkelerimden ödün veriyorum fakat o böyle yapmaya devam ederse ben değil o beni kaybedecek.

"On yaşındaki çocuk?" Yüzü öfkeyle kızarınca kahretsin ki gözlerinin beyazı simsiyah olmuştu. "Gelmedin!" Atını durdurup atladığı gibi kolumdan tutarak beni âdeta savururcasına yere fırlatmıştı. Son anda kendimi koruyup yüzüstü düşmek yerine yan düşünce sağ kolumun dirseği sivri bir taşa çarpınca canım çok yandı. Savcı kaşlarını çatarak atından inince, "Kimse karışmasın." Onu durdurup kolumu tutarak güçlükle ayağa kalkmayı başardım. Çok ama çok acıyor.

"Itır sana her şeyi anlatacağım." Herkesin içinde yine beni aşağılayacak bir şey yapmasın diye içim acırken bir kez daha kendimden ödün vererek alttan alan ben oldum. "Kaleye vardığımızda arenada olanları anlatacağım." Ama burada olmazdı. Savcı, Dehliz ve Aybars'ın yanında olmazdı. Medusa'yı durdurup aslında en başında Itır'ın yanında olduğumu duyarlarsa aykırı olduğum ortaya çıkar.

Saçları uçuşurken gözleri daha da kararmıştı. Burnunda aldığı hızlı nefesler burun deliklerinin açılıp kapanmasını sağlıyor her nefes ile omuzları hareket ediyordu. "Şimdi anlat, hemen şimdi!" Dişlerinin arasında tıslarcasına konuşunca ona ulaşmama izin vermiyordu.

Dirseğimi tuttuğum avucumdaki ıslaklık ile inlememek için kendimi zor tutuyorum... kanıyordu. "Yapamam kaleye kadar beklemelisin."

Üzerime yürüyen kız iki günün halsizliğiyle ayakta zor durduğumu görmüyordu. "Şimdi dedim!"

"Itır yine çocukluk yapıyorsu-"

"Ben çocuk değilim!" Dirseğimi tuttuğum elimi hırsla çekip kendi açtığı yarayı tüm gücüyle sıkınca canım öyle bir yandı ki bağırmamak için dudaklarımı birbirine sımsıkı bastırdım. "Haketmiyorsun." Belkide ilk kez tüm çıplaklığımla kırgınlığımı yansıtarak gözlerine baktım. "Sen böyle davrandıkça herhangi bir açıklama haketmiyorsun." Burada bencilce davranan ben değildim. Her şeyden önce bende bir can taşıyorum ve sürekli beni itip kakmayı alışkanlık haline getirmesi yanlış.

"Haketmiyorum öyle mi?" Gözleri kırgınca bakan sadece ben değildim. "Peki ben neyi hakediyorum Elzem? Sürekli senin tarafından bir çocuk yerine konulmayı mı?" Hakettiği gibi bir muamele görüyordu. Çocuk gibi davranan birine sorumluluk verip ona genç bir kadın muamelesi yapacak değilim.

"Sen burada yalnız değilsin. Her şeyden önce seni hep destekleyip koruyan bir ablan var, ama ben yalnızım çünkü yürüdüğüm yolda bana çelme takan bir kardeşim var. Yoruyor Itır, senin ablan olmak bazen beni yoruyor." Gözleri buğulandığında bana acı veren eli güçsüzce yan tarafına düşmüştü. Bu kadar acımasız olmak istemezdim ama gerçek bunlardan ibaretti. Burada hayatımız tehlikedeyken oyun oynamıyorduk. Gerçeklerin farkına varmalı ve ona göre davranmalı. Yanında geçeceğim esnada ise dayanma kotasını dolduran bedenim yere yığılmış gözlerim kapanmıştı. Bu düşüş iki günlük uykudan kaynaklanmıyordu, bunun sebebi ruhumdaki açlığa direndikçe lanetimin benden bir şeyler almaya başlamasıydı.

Onu tam anlamıyla uyandırmamı istiyordu, ben beslenmedikçe o benimle beslenecekti.

________

"Çok güzel değil mi?" Gözlerimi kırpıştırmaya başladığımda bir kadının hayranlıkla çıkan sesini duydum.

"O bir ruh emici güzelliği beş para etmez." Kızgın bir homurtu duyunca gözlerimi usulca açtım. Hafif oturur pozisyonda uyuduğum için hiç hareket etmesem de etrafımdakileri görebiliyorum. Bir yataktaydım hemde prensesleri kıskandıracak şekilde dört bir yanı beyaz tüllerle süslenmiş bir yataktayım. Başımdaki yastığın yumuşaklığı, üzerimdeki ipek kumaştan yorgan, bana sonunda hakettiğim muameleyi gördüğümü düşündürdü. "Bakar mısınız?" Tül perdeyi çekmiş başucumda kendi aralarında konuşan iki kadına döndüm. "Ben neredeyim?" Hafızamı zorladığımda en son Itır ile tartıştığımı hatırlayınca inlerken, bilincimi kaybettiğimi anımsamak ise iç çekmemi sağladı.

Kadınlar bana arkası dönüktü ama bir hizmetçi olduklarını giydikleri soluk renkli kıyafetlerden anlayabiliyorum. Sesim ile bana döndüklerinde, "Uyandınız mı?" Bonesinin altında beyaz saçları fırlayan bu yaşlı kadının açık kahve gözleri bana sıcacık bakıyor tombul yüzü gülümsüyordu. "Merhaba." Gülümsemesine karşılık verdiğimde beni görmek için omuzuna doğru bükük boynunu zorlayarak yere doğru bakan başını kaldırdı. Sırtındaki kocaman kamburu yüzünden başını kaldırmakta güçlük çekiyordu. Kısa boyunun kaynağı belini iki büklüm eden kamburuydu. Omuzlarında bir yük taşıyan bu kadına karşı içimde bir acıma oluştu. Onu böyle uzun uzun incelemem farklı şeyler düşünmesini sağlamış olmalı ki, "Görüntüm sizi rahatsız ediyorsa size hizmet etmesi için başka birini gönderebilirim." Tamam mükemmelliyetçi delinin tekiyim ama yaradılışından dolayı insanlardan kusur bulan biri hiç olmadım.

Gülerek yatakta oturdum. "Sizi rahatsız ediyorsam asıl ben odada çıkabilirim." Göz kırptığımda kırışıklıklarla dolu yüzü aydınlandı içten bir gülüş bana bahşetti. Şu ana kadar Arafta gördüğüm en yaşlı kişiydi.

"Ben çıkıyorum." Sivri burunlu diğer sıska kadın onun aksine cırtlak mavi gözlerinde bana karşı bir soğukluk vardı. "Bizim gibi hizmetçi olan bir meleze hanımefendi muamelesi yapmayacağım." Çenesini dikleştirerek cetvel gibi dümdüz vücudunu çevirip büyük bir kibirle kapıyı doğru yürüdüğünü gördüm. Hizmetçilerin bile hor gördüğü bir konuma kendimi düşürdüğüm için artık hayıflanmıyorum çünkü bu benim için farklı bir deneyim. Böylelikle alt sınıflardaki insanları daha iyi anlıyorum.

Geri döndüğümde tüm çalışanlarıma daha iyi ve sıcak davranacağım çünkü birileri tarafından hor görülmek berbat bir duygu.

"Siz ona aldırmayın." Yaşlı kadın buna üzüldüğümü sanıyordu. "Azınlıkların klanındasınız. Şu anda efendi Cihangir'in kalesindesiniz. Oğlu Savcı'nın atında kaleye geldiniz ama yolda hastalandığınızı söylediği için kimsenin sizi uyandırmaması için bize talimat verdi." Demek Savcı beni buraya getirmişti. Yavaşça yataktan kalkıp odanın içine doğru birkaç adım atınca gülümsedim. "Bu oda gerçek mi?" Sesimdeki hayranlığı gizleyemedim. Vay canına akademideki odalardan bin kat daha gösterişliydi.

Gözlerim ilk devasa camı bulmuştu. Her iki yanında kalın mavi tül perdelerin üzerindeki devasa kurdelelerden minik boncuklar sarkıyordu. Sade bir zevkim pek olmadı genelde fazla abartılı olmayan gösterişli şeyler hep ilgimi çekmiştir. Yerdeki bej sakallı halıya basarak ilerlerken ayaklarımdaki bağcıklı terlikler güldürdü. Anlaşılan hizmetçiler ruhlarını benden korumanın bir yolunu bulmuş. Gözlerim çift kapılı devasa aynalı dolabı bulunca soldaki duvara doğru yürüdüm. Osmanlı minyatürlerini andıran bir el işi olduğu çok belli. Dolabın üçgen çatılı dekorasyonu muazzam. Elimi uzatıp desenlerin oyuklarına dokunduğumda kendimi bir sanat galerisindeymişim gibi hissediyorum. Heyecanım odadaki her şeye hızlıca gözatmamı sağlayınca şifonyerin ince nakışlarını, üzerindeki sekiz desenli küçük parfüm şişesine bile dokundum. Ah bu parfümler nostalji yaratmak için hâlâ benim dünyamda vardı. Uzanıp onu alınca kokuyu pompalayan küçük beyaz balonunu sıkarak yaydığı leylek kokusunu içime çektim. Güzeldi ama benim tercihim gül kokusu. Duvardaki kandil şişeleri bile Alaaddin'in lambası gibi küçük renli taşlarla süslenmiş her biri bir diğerini kıskandırıyordu. Odanın köşesinde duran piyanoyu görmek ise yutkunmamı sağladı. Kapağının üzerine iki altın şamdan konulmuş orada küflenmeye yüz tutmuş gibi sahipsizce duruyordu. Piyano çalmayı çok severdim bir zamanlar. Annem dinlemeyi severdi onun için tüm notaları öğrenmiş bir tek ona çalardım. Sonra o gitti ve ben onun gidişiyle birçok şeyi hayatımda çıkardım. Bunun dışında oda boştu, misafirler için yatak dolap gibi gereken şeyleri koyup bırakmışlar.

Yürüyüp terasa açılan kapıyı açıp dışarı çıktığımda soğuk havayı içime çekerek tırabzanlara yaklaştım. Kalenin terasında karşımdaki manzaraya bakınca büyülendiğimi hissettim. Devasa bir bahçesi vardı tek kusuru gördüğüm kadarıyla hiç ağaç olmaması. Belkide kalenin önü diye ağaç yoktu çünkü aşağıda talim yapan askerleri görüyorum. Kalenin etrafı her ne kadar yüksek duvarlarla çevrili olsa da şuanda yüksekte durduğum için Azınlıkların klanındaki her bir evi uzaktan görebiliyorum. Kaleye yakın evler daha büyük ve gösterişliyken diğer evler daha küçük görünüyor. Asıl ilginç olan ne biliyor musunuz? Tıpkı Çin Seddi gibi köyün etrafını da saran kalın yüksek duvarların olması. Anlayacağınız köyün girişindeki kapıdan geçmeden köye gitmek mümkün değil. Bu uzaklıkta göremiyorum ama kapıyı koruyan muhafızların olduğuna da eminim. Soğuk havada içlikle durmak üşümemi sağladığı için yeniden içeri girerek kapıyı sıkıca kapattım. Şömineye odun atan yaşlı kadına doğru yürürken gözlerim tekrar piyanoyu bulunca içimi bir sıkıntı sardı. Burada olmasaydı daha iyi olurdu.

"Çalmayı biliyor musunuz?" Yaşlı kadın piyanoyu olan yoğun bakışlarımı görünce hemen başımı farklı bir yöne çektim. "Konuklar için ayrılan odalarda pek piyano olmaz bir tek bu odada var. Efendi Savcı'nın sizin için seçtiği oda bu olduğu için şanslısınız." Ben öyle düşünmüyorum, bana kötü hissettiren bir şeyin içinde olduğu odada bulunmak beni şanslı kılmıyor.

"Adınız ne? Ben Elzem." Deniz kabuklarıyla süslü boy aynasının önünde durunca bayıldığım için kıyafetlerim batmış olmalı ki üzerimi değiştirmişlerdi. Üzerimde yarım kol beyaz bir gecelik vardı bir de Itır yüzünden yara olan dirseğimi sarmışlar. Göğüs dekoltesi oldukça cüretkar, uzunluğu dizlerime kadar geliyordu bu şeyin. Eskiden mini etekli elbiseler giyerken uzun zaman sonra çıplak bacaklarımı görünce yadırgadım. Kulübemdeki içlikler yani gecelikler bile rahibeleri andırırcasına uzun olduğu için bacaklarımı böyle görmek farklı hissetmemi sağlıyordu.

"Gülperi." Adını fısıltıyla söyleyince iç çekerek ona doğru döndüm. "İnsanın kusuru kalbinde olur görünüşünde değil." Beli bükük olduğu için mecburiyetten eğilmek zorunda kalan kadın benim karnımın hizasına geliyordu. Boynu daha fazla ağrımasın diye yanına gidip karşısında diz çökerek beni daha rafat görmesini sağladım. İsmini kendisine yakıştıramadığı için öyle fısıltıyla söylemişti. Kimbilir belkide doğduğundan beri kamburu yüzünden birçok kötü muameleye maruz kaldığı içindi bu karamsarlığı. "Sana bir sır vereyim mi?" Muzipçe gülümsedim. "Kendi dünyamda bu kale kadar olmasa da benim de bir şatom vardı. Demek istediğim öyle bir şatonun hanımı olarak ben şu ana kadar kimsenin önünde diz çökmedim ama illa birinin önünde diz çökeceksem bunun sen olmasından gocunmuyorum." Yutkunduğunda gözlerinde gördüğüm o duygu içimi acıttı. Tüm hayatı aşağılanarak geçmişti değil mi? Böylesine bir ilgiye yabancıydı yaşlı ruhu. Yüzündeki her bir kırışık kimbilir ne gibi acıların eseriydi.

"Ee?" Tebessüm ederek ayağa kalktığımda geriye çekildim. "Bana vereceğiniz temiz kıyafetler var mı? Bir de güzel bir banyoya ihtiyacım var." Leş gibi kokuyorum böyle insan içine çıkamam.

"Ben kızlarla size sıcak su göndereceğim." Ellerini saygılı bir şekilde karnında birleştirerek geriye çekildi. "Zülüf hanım diğer kalkanlar için bilhassa kendisi akşam yemeğinde giysinler diye kıyafetlerini seçti ama şey..." Bu mahcubiyetin altında pek güzel bir şey beni beklemiyor anlaşılan.

"Ama?"

"Efendim nasıl söylesem ki bunu-"

"Sadece söyle."

"Sizin için hizmetçilerden birinin kıyafetlerini gönderdi." Ne? Şaka mı bu? Tamam bir davete gittiğinizde ev sahibi size kıyafet temin etmek zorunda değil, ama Aybars hazırlanmama bile izin vermeden beni aceleyle buraya getiriyorsa bu kalede birileri bana karşı anlayışlı olmak zorunda. Bir hizmetçi kıyafeti göndererek akademideki konumumu hatırlatarak ne yapmaya çalışıyor bu insanlar?

"Zülüf kim?"

"Efendi Savcı'nın annesi." Ah şimdi anlaşıldı! Eğer buz festivaline geldiyse buraya gelmeden önce de olduğu gibi arenadaki müsabakamızı izlediği için oğluyla aramda bir şeyler olduğundan şüpheleniyordu. Bu davetin asıl amacı beni küçük düşürerek Savcı'ya ona laik biri olmadığımı göstermek olabilir. Sanırım burada istenmeyen gelin konumundayım. Mesaj alınmıştır onun oğlundan uzak duracağım, ya da durmam o an ki keyfim bilir.

Demek hizmetçi kıyafetleri ha? Bu bir ev sahibine yakışmayan uygunsuz bir davranış.

"Bir şey daha var efendim." Başını güçlükle kaldırınca kirpiklerinin altında acırcasına bana bakıyordu. "Uzun zamandır Zülüf hanım efendi Savcı'nın düğününü planlıyordu. Şu anda kalede Koruyucuların lideri Ayvaz, kızı Berrak ve ailesini de ağırlıyoruz." Ne? Savcı'nın düğünü mü? O evlenecek mi? Yerimde sendelediğimde başımdan aşağıya kaynar sular dökülürken beklemediğim bu haber beni bozguna uğratmıştı. Kahretsin burada ne haltlar dönüyordu? Annesi bir yandan beni küçük düşürürken diğer yandan oğlu için seçtiği ideal gelini gözüme mi sokacaktı? Yatağın üzerine yığıldığımda bana ne oluyor bilmiyorum ama duyduğum bu haber kalbimi sıkıştırıyor kötü hislerin esiri olmamı sağlıyordu. Ben onun evlenecek olması fikrinden nefret ettim. Ona karşı bir ilgim olduğunun hep farkındaydım. Hani sınıfa girdiği ilk gün vardı ya, öyle ulaşılmaz öyle mesafeli. İşte ben o gün gördüm onu ve ben sadece o gün sınıfta onu gördüm. Onun yanında yaptığım çocukluklar, kısacık bir anlığına da olsa sorumluklarımı erteleyip gülümsediğim anlar, hepsi onun yanındayken oluyordu. Bir tek onun yanındayken oluyordu ve o şimdi evleniyor mu?

Odadaki tüm canlı renkler solmuş gibi eski heyecanını kaybetmişti. Ve ben anlıyorum ki kızlara koyduğum kuralı ilk çiğnemeye başlayan benmişim. Duygular yoktu değil mi? Ne büyük yanılgı.

Gülperi içimi kasvete bulayan kötü haberi vermiş gitmişti ben ise yatağın üzerinde öylece oturuyordum. Banyom için odaya sıcak su taşımışlar şömineyi harlayıp burayı sıcacık etmişlerdi ama ben oturmak dışında bir şey yapmak istemiyorum. Sıkıntılı bir iç çekişin ardından yüzümdeki saçlarımı hırsla geriye iterken yatağın bir kenarına üzerimde çıkardıkları kıyafetleri özenle toplayıp koyduklarını gördüm. En altta duran hırkam dikkatimi çekince uzanıp onu kendime doğru çektim. Diğer kıyafetler yere düşerken hırkamın cebini kontrol edince annemin mektubunun hâlâ burada olduğunu görmek bir oh çektirdi. Savcı benden izinsiz bunu okuyunca o an çok sinirlendiğim doğru fakat mektubun heyecanı öfkemi dindirmeye yetmişti. Mektubu okuduktan sonra onu kaybetmemek için revire gitmiş uyuyan bedenimin cebine koymuştum. Her kelimesi aklımda olsa da annemden gelen bir şeyi kaybedemem. Önce yere düşürdüğüm kıyafetleri toplayıp düzeltmiştim daha sonra ise mektubu alıp elbise dolabının sağında olan masaya doğru yürüdüm. Sandalyeye oturunca mektubu zarftan çıkartırken masanın üzerinde duran kağıt destesinden birkaçını kendime doğru çekip mürekkep şişesini açtım. Aklımı Savcı ile ilgili karamsar düşüncelerden kurtarmak istiyorsam belkide bu mektubun sırlarını çözmeye çalışmak işe yarayabilir.

Elzem, benim küçük kızım.

Seni ne kadar özlediğimi hayal bile edemezsin ama bu ayrılık yaşanmalıydı. Kaderin önünde durulmaz bizi bekleyen son kaçınılmazdı. Yine de bu sana olan özlemimi azaltmıyor aklımda hep geçmişteki senli anılarımız. On yıl geçti Elzem, şimdilerde yirmi dördünde genç bir kadın olmuşsundur. Bendeki son görüntün ise on dört yaşında bir çocuk. Seninle birlikte geçirdiğimiz zamanları hatırlıyor musun? Misal birlikte izlediğimiz son filmi hâlâ hatırlıyorum...Ra'nın güneşi. Sen o filmi hiç sevmemiştin fazla korkmuştun oradaki canavardan.

"Ra'nın güneşi mi?" İyi ama öyle bir film izlediğimizi hatırlamıyorum. Bu da demek oluyor ki böyle bir film yok aslında, ama annem olmayan bir filmden bahsederek bana burada bir şeyler anlatmak istedi. Özellikle şifreli yazdı çünkü mektup benden önce birinin eline geçerse yazan şeyleri anladıklarında mektuptan kurtulabilirlerdi. Mektubun bana ulaşması için gizli okuyucuların bir şey anlamaması gerekiyordu. Haklı çıkmıştı çünkü benden önce Savcı okumuştu. Ah yine Savcı!

Hadi bakalım şimdi ilk paragraf için ihtimalleri türetip doğru sonuca ulaşalım.

Ra'nın güneşi? Ra, bir Mısır tanrısı değil mi? Ve canavar? Ra, Mısır ve canavar? Bu üçü birbiriyle bağlantılıysa bu da demek oluyor ki Mısır mitolojisi üzerine bir şeyler mi?

Canavar?

Bekle canavar mı?

Aman tanrım buldum! Kahretsin bu olabilir mi?

"Ah hayır anne." Heyecanlanarak hemen son bulduğum ipucuyu beyaz sayfaya yazdım. Yıllardır tüm araştırmalarıma rağmen onun hakkında en küçük bir bilgiye ulaşamadım, peki sen orada bunun cevabını nasıl buldun anne? Ölüler diyarı benim dünyamda ölen fanilerin gittiği yer değildi. Orası lanetlilerin ruhlarının son durağıydı yani bambaşka bir dünyaydı. İşte tam bu kısımda yeni bir soru hayat buluyordu; annem neden lanetlilerin gittiği bir diyardaydı?

Bunu da araştıracağım ama öncelik mektubun sırrı.

Daha seninle ilgili birçok şeyi hatırlıyorum Elzem. "Ama," diye başlayan cümlelerden nefret ettiğini, Itır'ın kedisi Met'i gizlice hırpaladığını, saklambaç oynarken her defasında karanlığa saklandığını çok iyi hatırlıyorum. Sürekli bana saçma bir bilmece sorup, "Cevabı isminde," dediğini nasıl unutabilirim ki. Yavuz böcek görüp her korktuğunda ona gülüp, "Kaçmayı bırakıp yüzleş, düşmanın ile yüzleş ki o senden korksun," Küçücük boyunla ona verdiğin nasihatler fazla zekiceydi.

Duraksadığımda parça parça mektubu okuyup şifrelere odaklanırsam mektubun içinde kaybolmam. Şu ana kadar farkettiğim ve bana yol gösteren en önemli bilgi bu mektupta yazanların hiç birini yapmamış ve söylememiş olmam. Bu da özellikle o noktalara odaklanmamı sağlıyordu. 'Ama,' diye başlayan cümleler ile bir sorunum yoktu. Bu tek kelimeyle bir sonuca ulaşamayacağım için onu sayfaya yazdım. Itır'ın kedisi Met mi? Ah hayır burada da bir şeyler var çünkü Itır'ın kedisinin ismi Met değil Pasaklıydı. Şimdi elde iki kelime vardı, Ama ve Met? Mektubun devamında cevabı isminde diyor. Ben ona hiç bilmece sormazdım buradaki ipucu ne olabilir? Bekle bir dakika! Cevabı isminde mi? Hemen diviti mürekkep şişesine hafif batırıp önce, Ama yazdım daha sonra ise bunun yanına Met ekleyip okuyunca ortaya çıkan tek şey, "Amamet," bu da ne demek şimdi? Cevabı isminde? Hadi Elzem bul şunu!

Amamet diye bir şey hiç duymadım ki!

"Ah hadi ama anne, böyle bir şey yok ki!" Oflayarak elimdeki diviti masanın üzerine gelişigüzel attığımda divit yuvarlanarak ipucularını yazdığım sayfanın üzerinde durunca gözlerim yazdığım bir şeyde takılı kaldı. Ra? Bir küfür savurup oturduğum yerde ayağa fırladım. "Tabii ya Mısır mitolojisi!" Amamet ismi Mısır'lılara ait bir söylenti ya da rivayetlerde olmalıydı. "Mara!" Mektubu aldığım gibi koşarak odadan çıktım. Bana bunun cevabını sadece Bilgelerden biri verebilirdi.

Odamdan çıkınca kalenin büyük surlarının arasında koşarken aniden duraksayıp etrafıma bakındım. Her yerde kolonlar, koridorlar varken ben onu nasıl bulacağım? Çıktığım odaya doğru bakınca kapımın önünde nöbet tutan iki zırhlı askeri gördüm. Ah tabii ya nefret dahi etseler konuklarının güvenliğinde sorumlulardı. Onlara doğru yürüdüğümde her ikisi anında başını eğmişti. Sanırım bunun sebebi üzerimdeki gecelik. "Bana kalkanlardan bilge olanı çağırır mısınız?" Tam karşılarında durduğumda ellerinde mızraklar bellerinde kılıçlarla korkutucu duran bu adamlar eğdikleri başlarını hiç kaldırmadan, "Hemen yan odanızda kalıyor efendim." Başımı çevirince odamın yanındaki odayı gördüm ve daha birçok oda.

Onlara tek kelime etmeden yürüyüp iterek Mara'nın kapısını açtım. Mara'nın odasını koruyan nöbetçilerde aynı şekilde bana bakmamıştı. "Mara?" Renkler dışında benimkisine benzeyen odanın içine doğru yürürken burada yoktu. Şu sehpanın üzerinde duran kırmızı güller mi? Benim odamda neden çiçek yoktu? Üstelik gümüş renklerin asaleti bu odaya hakimken bunlar Mara gibi biri için çok fazlaydı. Onu bulamadığım için hayalkırıklığı yaşarken gitmeye yeltendiğim sırada odadaki tek kapının arkasında duyduğum hayıflanma sesi beni oraya yöneltti. Umarım buradadır. Hiç kapıyı tıklamadan açınca evet onu banyoda buldum, ama beklediğim bir şekilde değil. Zemindeki halının üzerine bacaklarını uzatarak oturmuş yüzünü hafif büktüğü bacaklarına gömmüştü. Üzerindeki beyaz geceliğinin sırt kısmı düğmelenmemiş sırtı beline kadar açık olduğu için beyaz teni görünüyordu. Kızıl saçlarının üst kısmına yaptığı tek örgü açık bıraktığı saçlarıyla sırtına dökülürken örgünün ucuna krem rengi küçük bir kurdele takmıştı. Yüzünü bacaklarına gömmüş hıçkıran kız ağlıyor mu?

"Mara?" Küçük adımlarla yanına gidip diz çöktüğümde omuzuna dokununca daha fazla ağlayarak başını kaldırdı. "El-Elzem?" Mavi gözleri fazla ağlamaktan kan toplamış çenesi her hıçkırdığında titriyordu. "Beni öptü Elzem! O özürlü beni öptü bu iğrenç." Ne? Biri onu öptü mü? Servetini gözden çıkaran kim bu çılgın? Malum Mara gibi birini öpüyorsanız bu gelecekte tüm paralarınızı ona kaptırmaya gönüllü olduğunuzu gösterir.

"Kim?" Hâlâ duyduklarıma inanamazken, "Kim olacak o özürlü Gevheri! Hani şu dilsiz olan." Kan çanağına dönmüş gözleri öfkeyle parlayınca kafam iyice karışmıştı. Dehliz mi? İyi ama onlar daha yeni tanıştı? Bana bir şeyleri eksik anlatıyor olmalı.

Diz çökmekten bacaklarım ağrıdığı için ayaklarımı uzatıp kalçalarımın üzerine oturdum. "Neden bana her şeyi en başında anlatmıyorsun? Örneğin seni neden ve nerede öptü?"

Daha fazla hıçkırdı. "Rüyamda." Burnunu silmeli. Bekle ne?

"Rüyanda mı?"

"Evet."

"Bildiğimiz şu rüya yani?"

"Evet."

"Hani uyuduğumuzda gördüğümüz rüya?"

"Ay evet dedim ya Elzem!" Kendimi tutamayıp gülmeye başladığımda bunun tek sebebi sinirlerimi bozmuş olması. Saçma bir rüya yüzünden mi tüm bu gözyaşı? Ondan gerçekten nefret ediyor olmalı ki onunla gördüğü rüyaya bile katlanamıyor.

Bana tersçe bakıp gözyaşlarını silerken, "Bu komik değil, bir özürlü tarafından öpülen sen değilsin." Yine insanları küçük görmeye başlıyordu. Gerçekten yaratan kime ne vereceğini çok iyi biliyor. Mara gibi bir kızın tüm hayatı hizmetçilikle geçmişken insanları eksikleriyle böyle vuruyorsa zenginlik içinde doğmuş olsaydı o küçük burnunu yere indirene aşk olsun.

"Şu rüyayı hızlıca anlat daha sonra sana sormam gereken bir şey-" Banyonun rafındaki sabunların düzensizce dizilmiş olması ayağa kalkmamı sağladı. Toplamda beş sabun vardı onları yanyana düz bir çizgide düzelterek geri çekilince, "Şu simetrik takıntına son verip benimle ilgilenir misin?" Sondaki sabun bir santim arkada kaldı sanki.

"Rüyamda hazırlanıp akşam yemeğine iniyorum ama o özürlü-"

"Dehliz, onun adı Dehliz." Sondaki sabunu düzelttim.

"Her neyse." Ayağa kalkıp köşede su dolu kovaya doğru yürüyüp eğilerek yüzünü yıkamaya başladı. "O barbarın kuşundan kaçacağım diye onun üzerine düştüm ve dudaklarımız birleşti!" Avuçladığı suyu hırsla yüzüne çarparken banyoda herhangi bir ısıtıcı olmadığı için gecelikle üşümüye başladım. Doğrulunca yüzündeki sular açık gerdanına akarken askıdaki havlulardan birini alıp suratına fırlattım. "Aptal bir rüyayı fazla düşünme." Banyodan çıkınca yanan şömineye yaklaşıp kendimi ısıtırken havluyla yüzünü silerek peşimden geliyordu. "Bilemiyorum Elzem, son zamanlarda gördüğüm rüyalar birebir çıkmaya başlayınca bunun olması beni korkutuyor." Bir rüya için çok fazla düşünüyor. İnsanlar genelde gördükleri rüyaların hep gerçek olduğunu veya gerçekleşeceğini iddia ederdi. Bir çeşit dikkat çekme çabası.

"Amamet? Bu ismi hiç duydun mu?" Elindeki havluyu rastgele bir kenara fırlatınca kaşlarımı çatarak havluyu yerden aldım. Düzgün bir şekilde katladığım havluyu kenara koyduğumda yüzünü buruşturarak beni izliyordu. "Her konudaki bu mükemmelliyetçilik iğrenç." Asıl iğrenç olan etrafımdaki pasaklı insanlar.

"Mara soruma bir cevap versen?" Kaşlarımı yukarı kaldırdığımda omuz silkti. "İlk kez senden duyuyorum." Bu konuda ona biraz yardımcı olsam iyi olacak. "Mısır mitolojisinde Amamet diye bir şey geçiyor mu?" Bir süre bana cevap vermeden düşünürcesine halıya bakarken açık sırtı üşümüş olmalı ki şömineye sırtını dönmüştü. "Amamet diye bir şey yok." Başını kaldırınca mavilerindeki o bilgin ışıltı bir şeyler bulduğunu gösteriyor. "Lakin Ammamet diye bir şey var." İşte bu! Kolayca bilinmesin diye annem bir harfi eksik vermişti ancak bu işin peşini bırakmayan biri olduğumu bildiği için cevabı bir şekilde bulacağımı biliyordu.

Heyecanımı ondan gizlemek için soğukkanlı tavrımdan ödün vermezken sanki basit bir konuyu konuşuyormuşum gibi rahattı tavrım. "Bana Ammamet-" demiştim ki, şöminenin ateşi bir anda büyüyüp adeta ses çıkarırcasına püskürünce Mara bağırarak kaçarken dudaklarım kıvrıldı. İşte bu harika.

Mara onun ismini söyleyince tepki vermemişti ama bana kayıtsız kalamadı. Vay canına bu ürkütücü.

"Devam et Mara." Herhangi bir ses alamayınca şöminenin ateşi eski haline dönerken başımı çevirince eli kapı kolunda titreyerek şömineye bakan kızı gördüm. "O da neydi?" Kocaman gözlerle ürkmüş bir vaziyette şömineye bakıyordu.

"Hiç bir şey." Yürüyüp eskisi gibi kısık ateşte yanan şömineye yaklaştım. "Bak bir şey yok, odunlar bir anda tutuşunca ateş püskürdü."

Yavuz üzerinden örnek verirken annem bundan bahsediyordu; korkmayı bırak adını söyleyerek yüzleş onunla.

Bu o kadar kolay değil hatta imkansız çünkü bazı şeylerle yüzleşemeyecek kadar ondan korkuyorum.

"Ammamet, Mısır mitolojisinde ölü yiyiciler olarak bilinir." Mara şömine ile ilgili uydurduğum yalana inanmış olmalı ki biraz rahatlamıştı. "Mısırlılar öldükten sonra terazinin başında bekleyen bir yaratık olduğuna inanırdı. Terazinin bir tarafına küçük bir tüy konulur terazinin diğer tarafında ise dünyada yaptıkları iyiliklerin konulduğunu rivayet etmişlerdir. Eğer iyilikleri küçücük tüyü kaldıramazsa terazinin başında bekleyen ölü yiyici, yani Ammamet'in bedenlerini yiyeceğine inanırlar. Bu yüzden öldükten sonra cesetlerini birçok ritüelden geçirip mumyalatırlar. Bunun onları Ammamet'den koruyacağına inanan kısım çoğunlukta. Azınlıkta olan kısım ise ölürken tabutuna birçok altın ve değerli şeyler koydurur. Bilirsin işte onları günahları karşılığında verip diğer tarafta sorunsuzca sandala binmek gibi inançları var." İkinci kesimin inançları beni ilgilendirmiyor ben öğrenmek istediğim bilgiyi almıştım. Şimdi geriye kalan tek şey ya cesaret gösterip adını söyleyerek onunla yüzleşmek ya da yıllardır süregelen bu rutine devam etmek.

Mara'yı giyinmesi için odasında bırakırken bu sorduğum soruların sebebi konusunda çok ısrar ettiği halde onu cevapsız bırakarak iyice çıldırmasını sağlamış bir vaziyette dışarı çıktım. Kapıyı peşimde kapattığımda sol taraftaki koridorda bileğini kırdığım generali Ceza ile konuşarak bu tarafa doğru gelen Koruyucuların lideri Ayvaz'ı gördüm. Arkalarında onları takip eden küçük bir bölük asker ile hararetli bir şekilde konuşan adamlar beni farketmeden elimdeki açık mektubu hemen katlayıp avucumun içinde sakladım. Yumruğumu yan tarafıma koyduğum esnada her ikisi aynı anda beni görmüşlerdi. Ceza kaşlarını çatarak başını hemen sol tarafa doğru çevirince arkasındaki askerlerde aynı şeyi yapmıştı. Gerçekten ilginç insanlar, bir kadını gecelikle görünce bile hemen başka tarafa dönüyorlar ona bakmıyorlardı. Doğrudan ona bakmak bunlar için o kadının iffetini lekeleyip onurunu ayaklar altına almak gibi bir şeydi. Peki herkes bunu yaparken bu Ayvaz'ın derdi neydi? Evet bu ihtiyar alalede beni süzüyordu.

Hayır gözlerinde öyle beğeni yoktu, daha çok tiksinti.

Kehribar gözlerindeki o yoğun öfkeyle karışık nefreti gözlerimle buluşunca dudaklarım kıvrıldı. Bu adama karşı ayrı bir nefretim var o böyle sinirden küplere döndükçe sadistçe bir zevk alıyordum. Saçlarını kazıttığı için kafasının sol tarafından başlayıp kulağına doğru gelen ok ve yay sembolünü yeni farkediyordum. Yaya takılmış bir ok ve okun ucu kulağının arkasında bitiyordu. Kafasının yarısını kaplayacak kadar büyüktü dövmesi. Nefret saçan gözleri beni süzerken başını hafif yan yatırdığı için dövmesini görmüştüm. Şu zamana kadar liderlerin içinde gördüğüm en yaşlısı oydu ama buna rağmen gergin yüz hatlarında öyle abartılı kırışıklıklar yoktu. Düşmanca bakan kehribar gözleri benim üç katım daha fazla yaşayacağını gösteren bir dinginliği içinde taşıyordu. Kürklü peleriniyle karşımda dimdik duruyor arenada onu küçük düşürmemin hesabını soracakmış gibi bakıyordu. "Bizi yalnız bırakın." Göz temasını kesmeden söyledikleriyle Ceza, onu ikiletmeden arkasındaki adamları da alıp gerisin geri geldiği yolu gitti. Harika onunla yalnız kaldım üstelik onların deyişiyle yarı çıplak bir vaziyette.

Tek kelime etmeden hemen arkamı dönüp kendi odama gireceğim.

"Lordum?" Tebessüm ederek omuzlarımı dikleştirdim. "Sizinle tekrar karşılaşmak ne büyük şeref." Kahretsin ki asla geri adım atıp kaçacak bir karakterim hiç olmadı. Ben genelde kaçmak yerine üzerine üzerine giderdim, tabii istisnalar kaideyi bozmaz.

Gözlerimdeki kine rağmen kontrolümü kaybetmeden gayet kibar bir üslup takınmam onun da zor olsa da öfkesini dizginlemesini sağladı. "Gözlerinde hâlâ aynı küstahlık akıyor çocuk." Yürüyüp bana doğru gelen adam tam karşımda durup baştan sona açık bir şekilde bedenimi süzdü. "Bir o kadar da cüretkar."

Bu yaşlı hadsiz sinirlerimi bozuyor.

"Rica ederim bana böyle bakmayın." İncinmiş gibi abartılı bir şekilde elimi kalbime bastırarak rol yapdığımı anlasın istedim. "Yolda kıyafetlerim çamur olduğu için giyecek daha düzgün bir kıyafeti yanımda getirmemenin cezasını çekiyorum." Alaycı üslubumu bırakıp ciddileştim. "Yoksa bedenimi ifşa etmek hoşlandığım bir şey değil." Sen gel bir de beni kendi dünyamda gör, özellikle denize girerken. Kahretsin ki burada rahibeyi oynamalıyım.

"Belkide-" Gözleriyle arkamdaki kapıyı gösterdi. "Tek yapman gereken odana girmek." Mantıklı, ben bunu niye düşünmedim ki? Ah tabii ya düşündüm bunu ama bir korkak gibi görünmek istememiştim.

"Bunu bende düşündüm." Sevimlice gülümsedim. "Ama Koruyucuların liderini görmüşken ona selam vermeden içeri girmek kendimden beklemeyeceğim bir kabalık olurdu. Ben saygılı biriyim lordum." Ona arkamı dönüp odama doğru yürürken daha ben ne olduğunu anlamadan kolumdan çekilip tekrar ona doğru dönerken sırtım sertçe hemen arkamdaki duvara gelmişti. "Saygı?" Sinirleri bozulmuş gibi güldü. "Senin gibi hadsiz biri saygıdan ne anlar!" Üzerimde bir gecelik varken beni duvar ile kendi arasına sıkıştırarak ne halt yediğini sanıyor?

Tam da Itır'ın yaraladığı dirseğimden tuttuğu için çektiğim acıyı görmezden gelmem çok zordu. "Dikkat etmenizi tavsiye ederim." Sakin kalmaya çalışarak aramızdaki yok denilecek mesafeyi gösterdim. "Bizi bu şekilde gören birileri olursa çıkacak söylentileri tahmin edebiliyor musunuz?" Dudaklarımda şuh bir gülümseme oluşurken fazla rahat davranmaya çalışıyorum. "Koskoca Koruyucuların lideri Ayvaz'ın kalbini bir Oyunbaza kaptırdığını düşünecekler veya-" Kolumu sıktığını görmezden gelmeye çalışarak yüzümü biraz daha onun yüzüne yaklaştırdım. "Bir Oyunbazın sizi baştan çıkardığını düşünürler." Ona doğru uzanıp bilhassa yanağımı sakallarına sürterek dudaklarımı kulağının yakınına getirdim. "Sanki sizi baştan çıkarmam mümkünmüş gibi konuşacaklar." Nefesimin ılık buharı kulağına çarparken fısıltıyla söylediklerim yutkunmasını sağlamakla kalmamış bedeni gerilmekten taş kesilmişti. Ah bu yakınlığım onu etkiledi mi?

Ben bir Oyunbazım, hepsi bunu bilirken oynayacağım oyunlara hazırlıklı olmaları gerekir değil mi?

"Sen!" Kontrolünü sağlayıp itercesine kolumu bırakıp o kadar hızlı aramıza mesafe koydu ki inanılır gibi değil. "Sen gerçekten zehirlisin!" Yumruklarını sıkan adam, biran önce benim etkimden çıkmak için süratle uzaklaşıp giderken güldüm. Bir ruh emici olduğumu düşünürsek güzelliğim onları etkisi altına alırken zehrim hepsini benden uzak tutuyordu. Evet zehirli bir güzelliğim var ancak hepsi bana uzaktan bakmakla yetinmek zorunda. Özellikle ben ruhlara karşı böylesine bir açlık çekerken.

Ne sanıyordu bana karşı koymazsa onun metresi olacağımı mı? Saçmalık! Sadece onun sınırlarını biraz zorladım. Artık benden kurtulma planları yaparken iki kez düşünür.

Odama gitmeye yeltenmiştim ki az önce Ayvaz'ın geldiği koridorda öfkeden küplere binmiş adamı görünce yutkunarak durdum. Harika! Savcı her şeyi görmüştü. Uzun zamandır orada olmalı ki gördükleri karşısında soğuk terler dökmüş gibi açık siyah saçlarının dibindeki ter damlacıkları buradan bile farkediliyordu. Kaşlarının kavisi büyük bir öfkenin eseri olarak birleşirker ela gözlerindeki o yakıcı kızgın ışıltı korkutucuydu. Burnundan aldığı nefeslerin kavurucu ısısını tenimde hissetmemi sağlayacak kadar sinirliydi. Öte yandan yakası açık siyah gömleği bronz tenini deşifre ederken gömleğin bu kadar güzel iri bedenini sarması benden tam puan alıyor. Belindeki deri kemere takılı kılıcı ise heran onu bana karşı çekip kafamı uçuracakmış gibi hissettiriyor. Uzun bacaklarını saran pantolonu ve çizmeleriyle bu adamda bir noksan bulmak çok zor. Ve ne yazık ki bu gece böylesine bir varlığın düğünü kararlaştırılacaktı. Bunu yeniden hatırlamak bile tüm neşemi kaçırdığı için ona tek kelime etmeden arkamı dönüp odamın kapısını açarak içeri girdim. Kapıyı peşimden kapatırken oflayarak yatağa doğru yürüdüm. Yemeğe inip onun yaklaşan düğününü dinlemek yerine tüm geceyi uyuyarak geçirmeyi tercih ederim.

Mektubun kalan kısımlarındaki şifreleri artık daha sonra çözerim, belki yarın.

Daha yatağa yeni yetişmiştim ki kapım öyle sert bir şekilde açılmıştı ki, sıçrayarak arkamı dönünce onu gördüm. "Tanrı aşkına beni korkuttunuz." Elimi kalbime bastırdığım esnada âdeta çarparcasına kapıyı arkasından kapatınca gözlerimi irileştirdim. "Yanımda bir refakatçim olmadan bu şekilde odama giremezsiniz. Lütfen derhal dışarı çıkın adım sizinle anılsın istemiyorum." Benim açımdan bir sorun yoktu ama bu durum çiçeği burnunda gelininin hoşuna gitmeyebilir. Neden evleniyor ki!

"Benimle anılmak hoşuna gitmez değil mi?" İyice çıldırıp üzerime yürüyünce beni gerçekten korkutmaya başladı. "Kiminle anılmak hoşuna gider? Ayvaz?" Hırlarcasına konuşup bana yetişmişti ki hemen yatağın üzerine çıkıp kaçarak diğer tarafa atladım. Neyseki tüllere takılmadım. "Buraya gel kahrolası kadın!"

"Siz böyle vahşice üzerime yürürken zor o biraz!" Yatağın etrafını hızlı adımlarla dönünce yine koşarak yatağın üzerine çıkıp az önceki yere atladım. "Ne yapmaya çalışıyorsun? O lanet beyninde yine ne tür oyunlar dönüyor!" Dişlerini sıkınca o benden tarafa hızlı bir şekilde gelirken kıkırdayarak yine yatağın üzerine çıkıp onun boş bıraktığı yere atladım. Tanrıya şükürler olsun ki yattığım yatağın üzerine çıkmayı saygısızlık olarak görüyor da yatağın etrafında dönüp duruyorduk. "Bu seni güldürüyor mu?" Çenesi seğirirken yumruğunu sıkarak tekrar bana doğru bir hamlede bulundu. "Üzerindeki bu şeylerle onu etkin altına alarak ne halt ediyordun?" Bekle bu beni kıskandı mı?

Ah onunda bana olan ilgisi en az benimki kadar yoğundu aslında.

Yatağın sağ tarafına atlarken her ikimizde nefes nefese durmuş ortamızda bir yatak varken birbirimize bakıyorduk. "Klan liderimi baştan çıkardığına inanamıyorum!"

"Rica ederim çirkinleşmez misiniz? Özellikle sizde aynı kişinin kızını ayartmışken!"

"Ayartmak?"

"Siz Araftakilerin deyişiyle baştan çıkarmak. Ne güzel işte ben babasını alırım sizde kızını." Düşünürcesine parmaklarımı çeneme koyup gözlerimi kıstım. "Böyle olunca siz benim damadım mı olursunuz?" dediğim an uzanıp eline geçen yastığı alarak, "Kapat o lanet çeneni!" Yastığı bana doğru fırlatınca yüzüme çarpan yastık ile kalçalarımın üzerine düşerken, "Sizi medeniyet görmemiş barbar adam!" Bağırarak önüme düşen yastığa yumruğumu geçirdim. "Benim gibi bir hanımefendiye kabalık yapacak kadar çağdışısınız!" Bekle adım sesleri mi bu? Lanet olsun geliyor!

Böyle gözü dönmüşken beni yakalarsa neler yapar kestiremiyorum.

Ayağa kalkacak zamanım olmadığı için hemen önümdeki yastığı çekip kollarımın üzerinde emekleyerek yatağın altına girdim. Yatağının ayaklarının yarım metre yüksekliğinde olması bunu tasarlayan kişiye minnetlerimi sunmamı sağladı. Gerçekten altına bir çocuk girecek kadar yüksekti. Tamam başımı kaldırıp oturamayacağım kadar alçakta ama altında sürüneceğim kadar da yüksek. "Nereye kaçtığını sanıyorsun?" Daha ben uzaklaşmadan ayak bileğimden kavrayıp beni kendine doğru çekince yakalanmıştım. Beni yatağın altında çıkardığı gibi omuzlarımı kavrayıp yüzüstü çevirince hemen yanımda diz çöktüğünü gördüm. "Bir çocuktan farkın yok." Homurdanan adam ayak bileğimi bıraktığı esnada artık ne gördüyse sesli bir şekilde yutkununca, "Ne?" Ellerimi yere bastırıp oturunca beni kendisine doğru çektiği için yukarı sıyrılan geceliğim yüzünden bacaklarımın açığa çıktığını gördüm. O kadar çok yukarı doğru sıyrılmıştı ki neredeyse iç çamaşırım görünecekti. Başımı biraz daha eğince geceliğimin omuzunun sıyrıldığını zaten yeterince açık olan gerdanımın iyice açıldığını gördüm. Bakışları ayaklarımdan başlayıp yukarı doğru çıkarken göğüslerimin çatalına kadar açıkta kalan her yerimi koyu gözlerle taradı. Bir başkasında olsa beni rahatsız edecek bu yoğun bakışlar konu o olunca heyecanlanmamı sağlıyordu. Gözlerimiz buluştuğunda ise zaman dururken aramızda oluşan bu tutku her ikimizi de yakıp kavuruyordu. Bu anlık bir şehvetten öte bir duyguydu.

Çok daha farklı ve anlaşılmaz.

"Onunla evlenecek misiniz?" Ellerimi yere bastırarak ona doğru emekleyip kalan son mesafeyi de kapattım. Sırtı yatağa yaslı adamın hemen yanında dizlerimin üzerinde durarak yüzlerimizi aynı hizaya getirdim. "O kadından hoşlanıyor musunuz?"

Elini uzatıp boynumdaki saçlarımı çekince parmakları sıyrılan geceliğimin açıkta bıraktığı omuzuma sürtündü. "Evet dersem bu seni incitir mi?" Dokunuşu yakıcıydı lakin elini tenimde çeksin istemiyorum.

Ellerimi omuzlarına bastırarak kucağına çıkınca bacaklarımı her iki yanına doğru uzatıp dizlerine oturduğumda her ikimizin nefes alışları hızlanmıştı. "Evet."

Ellerini uzattı belimi kavrayıp beni biraz daha kendisine çektiğinde bana karşı olan yoğun arzusunu her uzvumda hissediyordum. "Hayır."

Omuzlarındaki ellerimden birini kışkırtıcı bir yavaşlıkla kaydırıp ensesini buldum. Tırnaklarımı ensesine geçirip onu biraz daha kendime çektiğimde boğazında hırıltıyla karışık bir ses çıkmıştı. "Peki kimden hoşlanıyorsunuz?"

Üzerine eğildiğim için saçlarım yüzüne doğru dökülürken başını kaldırıp gözlerimin içine öyle bir baktı ki, bu bakışları eşsizdi. Tutkulu ama bir o kadar da sahiplenici. "O kendisini bilir." Ve kalbim tek bir cümlesi ile benim olmayı bırakmış ona atmaya başlamıştı. Biz şu anda ne yapıyoruz bilmiyorum ama bu bitsin istemiyorum.

Bu yakınlıktan ötesi yoktu bizim için.

Hatırladıklarım ile tüm neşem kaybolurken bakışlarımı kaçırıp geriye çekileceğim esnada buna izin vermedi. "Sorun ne?" Belimi daha sıkı kavramış uzaklaşmama fırsat tanımamıştı. Bence o da şu anda ne yaptığını bilmiyor. Sonuçlarını düşünmeden hareket ediyorduk. "Ben bir Oyunbazım." Sesimdeki hüznü ondan saklamadım. "Size sunacağım tek yakınlık bu." Sıkıntılı bir iç çekişle çenemi hafifçe kavrayarak eğdiğim başımı kaldırdı. "Evet bu bir erkek için katlanılması zor can sıkıcı bir durum." Alnını alnıma yaslayınca ılık nefeslerimiz birbirine çarparken her ikimizde daha fazlası olmayacağını biliyoruz. "Ama beni mutlu eden varlığın, başdöndürücü bedenin ikinci sırada geliyor." Gözlerinde bir yalan aradım ama tüm dürüstlüğüyle bana bakan bu adam yalan söylemiyordu. Bir Oyunbazın kalbini ellerinde tutarak kendi kalbini bir ruh emicinin elleri arasına bırakacak kadar gözünü karartmıştı.

"Bundan pişman olacaksınız ama." Uzanıp dudaklarımı yanağına bastırdığım an seslice soluk alırken, "Şimdiden pişmanlık duymaya başladım." Kıkırdayarak daha fazla her ikimize de işkence etmemek için geriye çekildim. Ayağa kalkıp ondan uzaklaştığımda üzerimdeki geceliği düzelterek kendime çeki düzen verdim. Aramızda adı konulmayan bir şeyler başlamıştı bu akşam ve her ikimizde buna bir isim vermeye cesaret edemiyorduk. Peki pişman mıyım? Genelde pişmanlık duymak yerine pişman etmeyi sevdiğimi düşünürsek hayır.

O da ayağa kalktığında artık her ne hatırladıysa hoşnutsuzca üzerimdeki geceliği gösterdi. "Bir daha bu şekilde asla dışarı çıkma Elzem. Ayvaz ile olan şeyleri sonra konuşacağız şimdi daha fazla oyalanmadan hazırlanıp aşağıya geliyorsun." Kapıya doğru yürüyünce gözlerimi devirdim. Az önce ne güzel bakıyordu illa bir özüne dönsün.

"Merak etmeyin Savcı hoca, bu yemeği kaçırmayı düşünmüyorum." Eli kapı kolunda kaldı. "Başka sorun istemiyorum Elzem, ciddiyim bu gece uslu duruyorsun." Gülerek omuz silktim. Ben bir Oyunbazım kimse benden uslu durmamı beklememeli özellikle onun yüzünden bir çocuk bedeninde sürünmüşken.

Ne? Az önce aramızda geçen yakınlıktan sonra uslu uslu oturup yemeğimi yiyeceğimi falan mı düşünüyor? Yanılıyor çünkü bu gecenin sonunda garanti ediyorum ki bana olan sinirinden duvarları yumrukluyor olacak.










































Ve bölüm sonu. Savcı ve Elzem'in arasındaki çekim bir sır değil yani odadaki yakınlaşmaları er veya geç yaşanacaktı, fakat kızlara, "buradakilere aşık olmak yok," derken kendi koyduğu kuralı bu kadar hızlı çiğneyeceğini bekliyor muydunuz?

Elzem karakteri meydan okumasını seven rekabetçi bir karakter. Yani öyle aşık olunca kendi karakterinde ödün veren biri değil, yeni bölümde akşam yemeğinde de göreceğiniz gibi küçük oyunlarla etrafındakileri deli etmesini iyi biliyor. Tabii en çok çekecek olan Savcı gibi görünüyor.

Elzem bu bölümde mektubun bir bölümünü çözdü, peki onun çözdüklerine bakıp, "Bildim, bende aynı ipuçlarını bulmuştum," diyen var mı? Aslında mektubun her kelimesinde o kadar çok sırrı deşifre ettim ki açıkçası kimlerin gerçek sonuca ulaştığını merak ediyorum.

Mara'nın Dehliz için akşam yemeğinde gördüğü rüya yaşanır mı dersiniz? Dehliz'e tahammül edemeyen paragöz kızımızın duyguları artık ne boyuttaysa onun parasını bile düşünmeyecek kadar ondan kaçıyor.

Peki bundan önceki bölümde küçük bir detayı kimler farketti? Elzem kuzgun ile oynayıp, "Sen beni tanıdın mı?" derken Savcı'nın düşüncelerine o an dikkat ettiniz mi? "Dehliz bu duydukları ile-" Gibisinden bir şeyler geçiriyordu aklından. Ama kızlar onu sağır ve dilsiz sanıyor değil mi? Oysaki orada Elzem'i duymuştu. Peki kimler bu küçük detayı yakaladı?

Itır ve Elzem arasındaki ipler hep çok kolay gerilmiştir, bu bölümde de gördüğünüz gibi her iki kardeş ters düşecek bir şeyler mutlaka buluyor.

Doğa'ya bu bölümde hiç yer veremedik, ama merak etmeyin yeni bölümde bunu telafi edeceğim. Bir karakteri genelde bir bölümde yazmayınca diğer bölümde mutlaka yazarım.

Ammamet? Bu ismin hikayemizde nasıl bir rolü var tahminleri olan var mı?

Zülüf hanım akademide olanları gördükten sonra gördüğünüz gibi Elzem'e küçük bir gözdağı vermek için kızları kaleye davet etmiş. Peki Savcı klan liderinin kızıyla evlenmeyi kabul edecek mi dersiniz? Sonuçta Ayvaz onu kendi tarafına çekmeye çalıştığı için kızını onunla evlendirmeye bir hayli gönüllü.

Yeni bölümde görüşmek dileğiyle hepiniz Allah'a emanet olun canlarım.💙

Continue Reading

You'll Also Like

298K 4.7K 30
Kocam ve arkadaşımın inlemeleri koridorda yankılandı. Gabriel, "Bir saniye bekle burada," dedi, kapıyı açtı. Öne doğru hamle yapmak istedim, koluyla...
7K 742 6
Derin denizlerin en derinlerinde ışıklı bir yol gördü genç kadın. Zihninin kendisine oyun oynadığının farkındaydı ama tek istediği su yüzünde ciğerle...
3.7M 306K 84
Ölüm uşaklarını peşime salmıştı. Soluğum korkunun soluğuna karışmıştı. Koşuyordum. Sivri dalların berelediği bacaklarım hiç durmadan hareket ediyor...
281K 24.6K 45
Astsubay Kıdemli Başcavuş Tuğra Duman, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin seçkin bir birimi olan Pençe timinin yardımcı komutanıdır. Görev, sınır ötesindeki...