MEDUSANIN ÖLÜ KUMLARI (Kitap...

By Maral_Atmc6

7.1M 640K 1.2M

Elzem Akay'ın sıradan ama güzel bir hayatı vardı. En iyi okullarda okumuş, en güzel oyuncaklara ve kıyafetler... More

KİTAP KAPAĞI VE DUYURU
(1) Mühür ve Kalkan.
(2) Tarot Kartı.
(3) Kim Olduğunu Biliyorum.
(4) Kalkanlar.
(5) Neredeyiz Biz?
(6) Parazitler.
(7) Akademiye Doğru Yolculuk.
(8) Ben Ve Hizmetçi Olmak Mı?
(9) Kazara Ayin.
(10) Sürpriz Misafir.
(11) Kim Efendi Kim Köle?
(12) Ruhumdaki Mühür.
(13) Zindan ve Ruh.
(14) Kayıp Şaşkın Bir Ruh.
(15) İstenmeyen Öğrenci Olmak Zor.
(16) Saflar Tutuluyor.
(17) Karanlığın Gizlediği Korkular.
(18) Aksilikler Bir Değil Ki!
(19) Buz Festivalinin Korkunç Yüzü.
(20) Meydan Okuma.
(21) Bitmeyen Gece.
(22) Çocuk Kadın.
(24) Evlilik Mi?
(25) Yorgun Düşüyor Gibiyim.
(26) Sürpriz Ziyaretçiler.
(27) Gizli Gerçekler.
(28) İhanet.
(29) Prenses Ari Ve General Karun.
(30) Geçmişe Doğru Yolculuk.
(31) İnfaz.
(32) Oyun İçinde Oyun.
(33) Yolculuk.
(34) Zindanlarda Ki Sır.
(35) Bedenimdeki Azap.
(36) Veda.
(37) Geri Dönmeyeceğim.
(38) Avcılar.
(39) İktidar Yarışları.
(40) Asıl Suçlu Kim?
(41) Zehirli Elmayı Bir Tek Pamuk Prenses Yemezdi.
(42) Kovulmadım, İstifa Ettim!
(43) Ölümsüz Olmak Mı?
(44) Bir Nefes Kadar Yakınındayım.
(45) Küçük Zararsız Yalanlar.
(46) Büyük Sürpriz.
(47) Hayal Kırıklığı.
(48) Ruh Kapanı.
(49) Geçmişin Enkazı.
(50) Aradığımız Masumiyet.
(51) Benim Şarkım.
(52) Sessiz Çığlıklar.
(53) Bazı Günahların Affı Olmuyordu.
(54) Medusanın Kızı.
(55) Kalbim Yasta.
(56) Ninfalar.
(57) Tanrıların Piyonu.
(58) Geldiğin Yere Geri Dön!
(59) Zamanın Ötesinde.
Duyuru
(60) Tanrı Tanımaz Asi.
(61) Büyü Artık!
(62) Bana Anılarımı Geri Ver.
(63) Kendinin Gölgesi.
(64) Küllerinden Doğmak.
(65) Garip Bir Meyve.
(66) Ansızın Gelen Teklif.
(67) Rüyalarda Buluşmak.
(68) Canavar Ve Güzel.
(69) Geleceği Düşlemek. (FİNAL!)
Buraya Toplanınn

(23) Küçük Baş Belası.

113K 9.3K 17.1K
By Maral_Atmc6

Önce kızdırıyor hemen arkasında gülümsetiyor, fazla garip bu kadın. Farklı ve merak uyandıran bir büyüsü varken ona nasıl herkes derdim?

Bir hata sizden neler alabilirdi? Küçük bir hatanın bedeli ne kadar ağır olabilirdi? Suçluluk muydu beni kendi ailemden uzak tutan? Onlardan kaçmamın sebebi tam olarak neydi? Her birinin yüzüne bakarken kendime olan nefretim çığ gibi büyüyor pişmanlığım beni ezip geçiyordu. Hata neydi? Bilinçli olarak yaptıklarımız mı? Yoksa sonuçlarını düşünmeden bilinçsiz olarak yaptıklarımız mı? Bazen söyle bitsin bu işkence diyordum ama hemen sonra bundan vazgeçiyordum. Aslında bunu istiyorum yıllardır süren bu azabın bitmesini istiyorum. Gevheriler artık her şeyi bilmeliydi çünkü o olaydan sonra onların oğulları olmak işkenceye dönüşmüştü. Beni kendi çocuklarından hiç ayırmayan o ailenin gerçekleri bilmesine çok az kalmıştı. Oğulları olmak benim için ağır bir yük haline gelmişken kaçtığım onlar değildi ben yüzleşemediğim hatalarımdan kaçıyordum. Gerçek babamı hiç hatırlamıyorum ancak Cihangir Gevheri bana her oğlum diye hitap ettiğinde onda bulduğum sıcaklık onu babam yaparken buna artık dayanamıyorum. Hepsinden kaçmak çözüm değildi ancak gerçekleri benden öğrenmeyecekler. Gerçekler sadece haftalar sonra onlara gelecekti.

"Ne yazıyor efendim?" Takva'nın sesi beni pişmanlık dolu düşüncelerimden uzaklaştırırken elimdeki mektubu ona uzattım. "Kendin oku." Bu sabah Gediz'in annesi bir ulakla bana bu mektubu göndermişti. Hiç bir zaman beni kendi öz oğullarından ayırt etmeyen kadın, bana olan özleminden bahsederken festival gecesi yeterince vakit geçiremediğimiz için dert yanıyordu. Her mektubunda olduğu gibi beni yine eve çağırırken oraya gideceğimi sanmıyorum.

"Sizi gerçekten çok seviyor, annenizden daha çok mektup gönderiyor." Tebessüm ederek okuduğu mektubu bana uzattı. "Her hafta düzenli olarak mektup göndermesi şaşılacak şey." Benimle ilgili olan her şeyi bilirdi çünkü Takva'yı yanımda hiç ayırmazdım. Benim sağ kolum olan kadın bir köleden çok benim için arkadaştan öteydi.

"Kaç yıl oldu?" Her ikimizde uçurumun kıyısına oturmuş boşluğa bakarken, "Kaç yıldır benimlesin?"

"Uzun zamandır efendim, çok uzun zamandır." Bir faninin yaşayacağı yılların hepsinden daha fazla olmuştur.

"Bülbül ile nasıl geçti?" Dün tüm gün onunla birlikteydi neler olduğu hakkında ne yazık ki bazı tahminlerim vardı.

"Onu orada buldum, neden kendisine acı veren bir yeri geçmişinde bırakmadığını anlamıyorum." Geçmiş sandığı gibi kolayca unutulup geride bıraktığımız bir şey değildi.

"Onu çocukken akademiye satan şu adam? Onun kim olduğunu biliyor musun?"

"Hayır efendim." Bülbül ruhsuz değildi aksine herkesten daha fazla kırılgandı. Bir yerden sonra duygularını içine gizleyip kabuğuna çekilmişti. Ağlayıp yalvardıkça kaybettiklerine bir daha asla sahip olamayacağını bir yerden sonra anlamış herkesten umudunu kesmişti.

"Ama sizi seviyor, hatta bir tek sizin yanınızda somurtmayı bırakıyor."

"Sebebi geçmişteki pişmanlıklarımız." O yapamadıkları için pişmanlık yaşarken ben yaptıklarımdan dolayı.

Ayağa kalktığımda gitme vakti gelmişti. O hâlâ otururken her defasında sormayı unuttuğum soru yine aklıma gelmişti. "Takva?" Ona doğru döndüm. "Bu ismi sana kim verdi? Anlamı günahtan kaçma ama telaffuzu bir isim için garip." En nefret ettiği soru. Kaşlarını çatınca gülerek önüme döndüm. "Bir azize değilsin ismin seni yansıtmıyor." Hayır öyleydi fakat bir tek sinirlendiğinde o çekingen tavrından çıkıyordu.

"Belkide anlamı vazgeçilmez olan bir isim bulmalıyım değil mi efendim?"

"İsmin sana çok yakışıyor Takva."

"Teşekkür ederim efendim." Ölü veya diri farketmez kadınlar korkunç yaratıklardı. İstediklerini nasıl alacaklarını iyi bildikleri değişmez bir gerçek.

Akademiye döndüğümüzde öğle olmak üzereydi. Seyislerden biri atımı ahıra götürürken gün içinde buradaki kasvetten kurtulmak iyi geliyordu. Ne kendi klanımın piyonu olmak istiyorum ne de eve dönmek. Mesleğim beni hepsinden koruyan tek şeydi. Öğretmenliği bırakıp akademiden çıksam Azınlıklar beni kendi klanına isteyecekti çünkü babamdan dolayı onlardan biri olarak görüyorlardı beni. Diğer taraftan Ayvaz'da rahat durmazdı yıllardır ordusunun başına beni getirmek konusunda inat etmişken bir Koruyucu olarak kendi klanımı bırakıp annemin yaşadığı klana gitsem işler kızışacak. Bulduğum tek çözüm tarafsız bir şekilde burada yaşamak böyle olunca en azından iki klan arasında sorun çıkmıyordu. Arafta klan kan bağından önce gelirdi olmam gereken yer Ayvaz'ın yanı ancak bana bir aile olan Gevherilere de sırtımı dönemem. Tarafımı seçtiğim an geride bıraktığım düşmanım konumuna düşecekti. İstediğim tek şey tüm bu güç, savaş ve insan kalabalığından uzakta bir yaşam. Bunların bir parçası olmaktan hep kaçındım ancak Araf kendine ait olanı asla bırakmayacak bir kasaba. Belkide yine uzun bir seyahate çıkmalıyım, belkide ihtiyacım olan tek şey budur.

Akademiye girip üst kata çıkınca banyodan sonra kütüphaneye gitmek aklımda olan tek şeydi. Kendi odama doğru yürürken koridordaki heykellerin etrafına bakan kahya bir şeyler arar gibiydi. "Hayırlı günler Elif hatun." Bana dönünce hemen ellerini karnında birleştirerek, "Hayırlı günler efendim. Sizin için yapacağım bir şey var mı?" Genelde isteklerim dışında kimseye selam vermediğimi en iyi bilen kişilerin içinde. "Banyo için odama sıcak su gönderin." Başını sallayınca yanında geçeceğim esnada duraksadım. "Bir şey arıyordun nedir o?" Utana sıkıla konuşmakta tereddüt eden kadın en sonunda, "Cennet efendim, onu arıyordum." Cennet? Tabii ya Elzem.

Kimbilir yine ne yaptı.

"Onunla ilgili bir sorun mu var?" En son dün onu banyoya gönderirken görmüştüm. Şu zamana kadar rahat durmasını beklemek aptallık olurdu.

"Bu aralar tuhaf davranması dışında bir sorun yok. Dün banyodan kaçtığından beri onu bulamıyorum. Az önce kızlardan biri onun buraya çıktığını görmüş ama nereye saklandıysa hâlâ yok. Banyoyu çok seven bir çocuktu ona ne oldu anlamıyorum." Anlamaması şimdilik en iyisi. Anlaşılan küçük Oyunbaz banyodan kurtulmanın bir yolunu bulmayı başarmıştı. Buna hiç şaşırmadım birilerine kolay kolay boyun eğecek bir kadın değil.

Kahyayı bırakıp odama girdiğimde hizmetçiler sıcak suyu getirene kadar biraz oyalanmak için yarım bıraktığım kitabı alıp pencerenin yanındaki koltuğa oturdum. Mühürler ile ilgili okuduğum kaçıncı kitaptı saymayı unuttum şu ana kadar işime yarayan bir bilgiyi henüz bulamadım. Kitabı açtığımda sayfaları arasındaki belirgin çıkıntı dikkatimi çekti. Hafif boşluk olan sayfayı açınca gördüğüm mektubu tamamen unutmuştum. Dün Ebrar bu mektubu bana verince rastgele kitabın arasına sıkıştırmıştım. Mektubu elime almak gerilmemi sağladı çünkü içinde ne yazdığını merak ediyorum. Bunu Elzem'e vermek ve yakmak arasında kararsızım. İçinde gerçekler yazıyorsa benim tarafımda yaşayacağı hayalkırıklığına vereceği tepkiyi kestirmek güç. Öte yandan anneannesi ölüler diyarının kurallarını çiğneyip bu pusulayı gönderiyorsa gerçekten önemli bir şeyler olmalıydı. Mektubu yerine koyacağım esnada duraksadım belkide içinde yazan şeyler Elzem'in sakladığı şey ile ilgili olabilir. Bu ihtimal tüm direncimi kırınca ona özel bir şeyi okumak ve ona vermek arasında bocaladım. Bir süre tereddütte kalsam da nihayet mektubun üzerindeki mumdan mührü kırarak zarfı açtım. Ona geri vereceğim ama önce kendim kontrol ettikten sonra.

İçindeki mektubu çıkartıp açarken gördüğüm yazılar bizim dünyamıza ait değildi. "Kahretsin!" Onların kullandığı yazıyı bilmiyorduk. Hepsi lanetlendiği için dördü de bizden biri olduğu için bizi anlıyorlar yazılarımızı okuyorlardı fakat aynı dili konuşmuyorduk. Evet buranın bir parçası oldukları için farklı bir lisan kullanmalarına rağmen onları anlıyorduk çünkü buradaki klanların lanetini taşıdıkları için her biri bizden biri olduğundan birbirimizi anlıyorduk. Ancak lanetlilerin dili fanilerle aynı olmadığı için yazdıklarını okumak hiç kolay değil. Sebebi ise biz onların dünyasına ait değildik onlar bizim dünyamıza ait olduğu için buranın lisanını anlıyorlardı. Bu mektubu bana okuyacak tek kişi kalkanlardan biri, Elzem dışında herhangi biri.

Bilge olmazdı zihni korunmuyor tüm Muhafızlar onun zihninde mektubun içeriğini öğrenir.

Tenebris hiç olmaz ablasını herkesten kıskanan o asi kadın yardım etmek yerine daha fazla sorun çıkartır.

Işıktan gelen? Evet kesinlikle benim için doğru kalkan oydu. Fazla sorgulamadan bir şeyleri yapacak tek kalkan.

Hizmetçiler kovalarla sıcak suyu banyoya taşıyıp şöminedeki ateşi biraz daha harlayınca onlar çıkmadan hemen önce Doğa'yı görmek istediğimi söyledim. Sadece beş dakika sonra kahya önde Doğa arkasında kapımda belirmişti. Buraya alt katta çalışan hizmetçiler çıkamazdı Elif hatun ile gelmesi beklediğim bir şey ancak işaretim ile Işıktan gelen içeri girerken meraklı bakışları üzerimde olan refakatçisi sabrımı zorluyordu. "Sen gidebilirsin." Doğa ile ne işim olduğunu düşünüyor bunu doğrudan bana soracak cesareti bulamıyordu. Buradan gidince ilk işi bunu Efsun'a yetiştirmek olacaktır.

Kapıyı kapatarak içerideki misafirime döndüğümde tırnaklarını heran dişlerinin arasına sıkıştıracak gibi tedirgindi bakışları. "Otur." Etrafına korku dolu gözlerle bakarken gösterdiğim koltuğa ürkekçe oturdu. "Şey Elzem yine her ne yaptıysa gerçekten bilmiyorum." Arkadaşına olan sadakati göz yaşartıyor.

Ona doğru yürüyüp elimdeki mektubu uzattım. "Bunu sesli bir şekilde okuduktan sonra benden kurtulabilirsin." Titreyen parmakları uzattığım mektubu alırken, "Bu ne?" Üzerine eğilip her iki elimi koltuğun yan tarafına bastırınca kapana kısılan Işık, nefes almayı bırakmıştı. "Soru sormak yok Doğa." Doğrudan gözlerine baktım. "Beni anlıyor musun?" Fazla korkak, bir aykırıya göre fazlasıyla korkak. Başını sallayarak mektubu okumaya yeltenince onu daha fazla ürkütmemek için geriye çekilip uzaklaştım. Bakalım bu mektubun sırrı neymiş?

"Elzem, benim küçük kızım." Okuduğu isim ile Doğa gözlerini kocaman açıp bana bakınca devam et dercesine mektubu işaret ettim. Şimdi soruları için iyi bir zaman değil. "Bu Suzan hanım mı yoksa Munure mi?" Her ikisine de anne demiyorsa bu sorusu fazla gereksiz.

"Neden öz annesi varken anneannesini de soruyorsun?"

"Çünkü Elzem annesinden çok Suzan hanımı annesi yerine koymuştur. Hatta ona da anne diyor ama daha içten ve sevgi dolu." Bu Oyunbaz kadının gariplikleri hiç bitmiyordu.

"Doğa devam et sana vereceğim bir cevap yok." Tıpkı benim gibi o da mektubun devamını merak ettiği için daha fazla sorun çıkarmadı.

Elzem, benim küçük kızım.

Seni ne kadar özlediğimi hayal bile edemezsin ama bu ayrılık yaşanmalıydı. Kaderin önünde durulmaz bizi bekleyen son kaçınılmazdı. Yine de bu sana olan özlemimi azaltmıyor aklımda hep geçmişteki senli anılarımız. On yıl geçti Elzem, şimdilerde yirmi dördünde genç bir kadın olmuşsundur. Bendeki son görüntün ise on dört yaşında bir çocuk. Seninle birlikte geçirdiğimiz zamanları hatırlıyor musun? Misal birlikte izlediğimiz son filmi hâlâ hatırlıyorum...Ra'nın güneşi. Sen o filmi hiç sevmemiştin fazla korkmuştun oradaki canavardan.

Daha seninle ilgili birçok şeyi hatırlıyorum Elzem. "Ama," diye başlayan cümlelerden nefret ettiğini, Itır'ın kedisi Met'i gizlice hırpaladığını, saklambaç oynarken her defasında karanlığa saklandığını çok iyi hatırlıyorum. Sürekli bana saçma bir bilmece sorup, "Cevabı isminde," dediğini nasıl unutabilirim ki. Yavuz böcek görüp her korktuğunda ona gülüp, "Kaçmayı bırakıp yüzleş, düşmanın ile yüzleş ki o senden korksun," Küçücük boyunla ona verdiğin nasihatler fazla zekiceydi. Ve doğumunu hatırlıyorum Elzem, çok fazla kar yağıyordu. Sanki bulunduğun yerdeki en yüksek dağın karları sana yağıyordu. Her bir kar tanesi kurtuluşunu simgelercesine düşüyordu yeryüzüne. O gün bahçeye çıktım gözlerimi kapadım yüksekteki tüm şeytanlara çünkü kar yağıyordu, kar senin doğumunla yağıyordu. Beni anlıyor musun Elzem, kar yağıyordu.

Yürüdüm kapalı gözlerle yüksekteki şeytanlara. Her biri senin kurtuluşunu haykırırken ben onlardan korkmadım yoldaş kıldım kendime.

Ve on dört yıl boyunca tüm doğum günlerini ilk kutlayan bendim değil mi? Peki en son kutlayan kimdi Elzem? Git uyandır onu doğum günün yaklaşıyor ve o hâlâ uyuyor. Onu uyandır ki gördüğü düşlerden çıkıp bu sefer erken kutlasın, hem belli mi olur bakarsın sana da anlatır gördüğü düşü.

Arafta olduğunu duydum Elzem. Senin için endişelenmeden edemiyorum çünkü orası sana göre korkunç bir yer. Eminim çok fazla düşmanın vardır orada herkes birbirine düşman. Gerçek düşmanı görmek çok zor değil mi zira en güçlüleri hep iyi gizlenenlerdir. Araf korkunç bir kasaba içinde gizlediği tehlikeyi görmek mümkün değil. Bunun için bir deprem olmalı, kıyamet kopmalı ve Araf altüst olup ters dönerek eteklerindeki gizemi yere dökmeli.

Bana verdiğin tokayı yanımda getirmeyi çok isterdim en azından senden bana kalan küçük bir hatıram olurdu. Peki benim sana verdiğim tokayı hâlâ saklıyor musun? Bir armağana karşı bir armağan, belkide benim hediyemi geri vermeli ve kendi hediyeni geri almalısın. Bunu özel bir günde yapmayı isterdim, sırf seni kızdırmak için bunu isterdim çünkü sen değiş tokuştan nefret edersin.

Dediğim gibi seninle ilgili çoğu şeyi hatırlıyor çok özlüyorum. Ancak geriye dönüş mümkün değil bize kalanlarla yetinmeyi bilmeliyiz. Sen güçlü birisin Elzem, işleri yoluna koyacağına eminim. Yapman gereken şeyleri yapmaktan çekinme. Bağışla beni yanında olamadığım için seni koruyamadığım için bağışla kızım.

Seni çok seven annen Suzan...

Doğa mektubu bitirdiğinde masanın yanına gidip mürekkep şişesini açarak defteri çıkardım. "Tekrar oku." Kafası karışmış bir halde ikinci defa okumaya başlayınca her kelimesini hızlıca yazarak kopyaladım. Bu mektubun her kelimesi şifreliydi sadece torununun anlayacağı şekilde yazılmıştı. Hepsini yazdığımda Doğa giderken oturduğum yerde belkide defalarca okumama rağmen vermek istediği mesajı anlamadım. "Bu aptalca!" Mektuptaki şifreleri sadece Elzem çözebilirdi her ikisinin yaşadıkları üzerine yazılmıştı ve ben onları bilmiyorum! Sıradan gibi görünebilir ama sıradanlıktan çok uzaktı. Cümleler arasındaki tutarsızlık kelimelerin geçişi hepsi şifreli yazıldığının kanıtıyken her ikisinin bildiği anılar üzerine yazılan bir şeyi çözmem mümkün değil.

Neden bu kadar zeki olduğu çok belli çünkü öğretmeni anneannesiydi.

Onun mektubunu tekrar zarfa koyup kendi yazdığımı çekmeyeceye bıraktım. Banyo için giyeceğim kıyafetleri çıkarmak için dolaba yaklaşırken aklım hâlâ mektup ile meşguldü. Dolabın kapısını açarak elimi elbiseleye doğru uzatmıştım ki gördüğüm şey ile duraksadım. "Elzem?" Bu çocuk kadının dolabımda ne işi vardı? Hayretler içinde dolabımdaki küçük fareye bakıyordum banyodan kurtulmak için saklanacak daha iyi bir yer bulamazdı. Küçücük bir şey olduğu için dolabın altında dizlerini karnına çekerek uyuyordu. Birleştirdiği ellerini yanağının altına koymuş dudakları hafif aralık gözlerini yummuştu. Üzerinde hâlâ dünkü elbisesi yüzü gözü dünden kalan un lekeleriyle doluydu. Tüm gece nerelerde saklandıysa bu onu çok yormuş olmalı ki burada uykuya dalmıştı. Diz çöküp omuzuna dokunduğumda bu görüntü karşısında içimde ona karşı derin bir merhameti uyandırmayı başarmıştı. "Elzem uyan hadi." Sırtının hemen arkasında yanan o şey şamdan mı?

Bu gidişle birgün dediğini yapıp gerçek anlamda akademiyi başımıza yıkacak.

Birkaç kez onu hafifçe sarsınca uykulu gözlerini araladı. "Savcı..." İsmimi ilk kez yanına farklı hitaplar getirmeden yarı uykulu söyleyince dudaklarım kıvrılmıştı ki, "hoca," devamında bu kahrolası kelimeyi getirmeyi ihmal etmedi.

Ellerini dolabın zeminine bastırıp oturunca uyku sersemi olduğu için yanan mumu arkasındaki kutulardan birinin üzerine koyduğunun farkında olduğunu sanmıyorum. "Sen burada saklanıyor olamazsın değil mi?" Neden dolabımda olduğunu çok iyi biliyorum.

"Saklanmak?" Uykulu gözlerini ovuşturdu bağdaş kurarak oturunca başını kaldırıp bana bakıyordu. "Size saklandığımı düşündüren sebep ne?"

"Elbise dolabımın içinde olman olabilir mi?"

"Ha dolabın içinde olunca saklanıyor mu oluyorum?" Diz çöktüğüm yerde ayağa kalktığımda o oturmaya devam ederek etrafına bakındı. Eline geçen şey ile dolabın zeminini silmeye başlamasını beklemiyordum. "Böyle pis bir ortamda duramam toz alıyordum." Peki neden benim dolabımın içinde durma gereğinde bulunduğunu acaba açıklamayı düşünüyor mu?

Toz aldığı o şey? Mükemmel gidiyor! "Benim gömleğim ile mi toz alıyorsun? Annem son ziyaretinde hediye etmişti." Fırsatım varken onu giymeliydim. Gerçi sarı pek tercih ettiğim bir renk değil.

Elinde tuttuğu şeyin gömlek olduğunu yeni idrak edince yanakları mahçubiyetin getirisiyle kızardı. "Şey dolapta temizlik bezi bulundurmayı alışkanlık haline getirseniz başımıza bunlar gelmez." Çırpındıkça iyice dibi boyladığını farkedince utanç içinde inleyerek gözlerini kaçırmasını izledim. "Lütfen kapıyı kapatın ben içeride kendi utancımı yaşayacağım." Öne doğru uzanıp kapıyı üzerine kapatacaktı ki burnunu yukarı kaldırıp havayı koklamaya başladı. "Sizde yanık kokusu alıyor musunuz?" Sadece kokuyu almıyor aynı zamanda sebebini görüyorum.

"Evet sanırım hemen arkandaki askıda asılı olan hırkam yanıyor." Başımı eğerek küçük baş belasına baktım. "Dolabın içine şamdanlar koymak iyi bir fikir değil gibi sen ne düşünüyorsun bu konuda?" Akademiyi yakmaya odamdan başlayacağını hiç tahmin etmemiştim.

Hızlıca başını sallayarak beni onayladı. "Kesinlikle aynı fikirdeyim ama karanlıkta korkunca ben ışık olsun diye onu koymuştu-" Nihayet yaptığı şeyin farkına vardı. Başını yavaşça çevirdi askıda asılı olan hırkanın aşağıya doğru uzanan eteklerinin tutuştuğunu gördü. Yutkunarak bana dönünce gözlerindeki korkuyu gördüm, ona kızacak olmamdan korkuyordu. Bilmiyordu ki tüm odayı yaksa bana böyle ürkekçe baktığı sürece ona sesim yükselmez. "Umarım annenizin hediyesi olan bir hırka değildir." Olsa bile farketmez her şekilde yandı.

"Kapıyı kapatmamı istemiştin değil mi?" Üzerinde baskı kurmak için kaşlarımı biraz çattım. "Sanırım bunu yapacağım." Kapıyı tam kapatacaktım ki korkuyla ellerini uzatıp dolabın kapısına bastırarak buna engel oldu. "Ne?" Bunu yapmamı beklemiyordu. "Ciddi olamazsınız! Küçücük bir çocuğu dolapta bırakmak canilik." Tutuşan hırkanın sıcaklığını sırtında hissedince, "Ay bu yangın gittikçe büyüyor mu?" Sanki bunun sorumlusu benmişim gibi suçlayan bakışlarını bana çıkarınca gerçekten kapıyı kapatarak onu içeride bırakmayı ne çok istiyorum. Normal hali zaten çekilmezken çocuk hali bildiğin başa bela. Yaşı küçülünce yaptığı şeylerin sebebi olarak başkalarını sorumlu tutmaya başladı. Sadece bedeni değil aklı da mı çocuklaştı bunun?

"Önce seni şuradan çıkartalım." Eğilip belinden tutarak onu dolabın içinden çıkartıp yatağın üzerine oturttum. Ateş bir yangına dönüşmeden önce tutuşan hırkayı çıkartarak yanan şömineye attım ancak odanın içi is kokuyordu. Ne yazık ki aynı koku dolabımdaki tüm kıyafetlere de sinmişti. Hepsini yıkatmak sorun değil ancak onlar kuruyana kadar bugün ki banyoyu ertelemek zorundayım.

"Şimdi sana ne yapmalıyım küçük bela?" Yatağın üzerinde şirin bir tebessüm takınıp, "Beni bedenime gönderebilirsiniz." Daha iyisini yapacağım, çok daha iyisini.

"Burada kal ve seni uyarıyorum daha fazla sorun çıkarma." Onu odada bırakıp dışarı çıkınca koridorda duvardaki tabloları silen hizmetçi kadına seslendim. Bana doğru döndüğünde ise odama geri girmeden hemen önce, "Elif hatuna söyle Cennet için yeni kıyafetler alıp odama gelsin." Banyomdaki sıcak suyu ben kullanamıyorsam en azından o kullansın değil mi?

Odaya girdiğimde onu yatağın üzerinde bulamayınca yine nereye gitti diye düşünürken koltuğumda oturduğunu gördüm. Kahretsin mektubu orada bırakmamalıydım! "An-anne?" Sadece mektubu bulmamış zarfı açarak içindeki uzun sayfayı çıkarmıştı. "Bu-" Başını kaldırdığında gözlerinin buğulandığını gördüm. "Annemin el yazısı." Tanımıştı.

"Dün geldi sana gönderdi." Başını anladım dercesine salladıktan sonra ne kadar sarsıldığını görebiliyorum. "Bana ne zaman verecektiniz?" Mektubu tutan eli titrerken iğnelercesine güldü. "Ya da şöyle mi sormalıyım bana vermeyi düşünüyor muydunuz?" Evet düşünüyordum öyle olmasaydı şimdiye çoktan kurtulmuştum o mektuptan.

"Bunun cevabını biliyorsun."

"Ama okudunuz!"

"Sen okumaz mıydın?"

"Tabiki de hayır." Kaşlarını çatarak daha bir cümlesini bile okumadığı mektubu geri zarfın içine koydu. Ancak hemen sonrasında merak duygusuna yenik düşmüş olmalı ki aynı hızla mektubu çıkartıp okumaya başladı. Gözleri yazıların üzerinde telaşla geziniyor özlemi gittikçe büyüyordu. Dudaklarını birbirine bastırınca ağlamamak için kendisiyle mücadele ettiğini görüyorum. Gözleri hep dolu dolu bakarken bugüne kadar hiç ağladığını görmedim. Bazen sormak istiyorum neden ağlayamadığını, ondan gözyaşlarını çalan neydi? Hep güçlü durmaya çalışan biriydi belkide ağlamayı kendisine konduramıyor bunu da bir zayıflık görüyordu. Kendi dünyasında her ne yaşadıysa bu onu güçlü durmaya zorluyordu. Yardım istemeyi bile bilmeyen bir kadından bahsediyorum. Ancak şu anda o kadar zayıftı ki, bu mektup onu paramparça etmişti. Belkide onu savunmasız gördüğüm tek an. Derin bir nefes alarak Cennet'in bedenindeki ruha dikkat kesildim. Biz Koruyucular yeterince odaklanınca bir bedendeki farklı ruhu görebilirdik tıpkı şuanda Cennet'in bedeninin içinde ağlayan şeffaf simasını gördüğüm gibi. Evet bedenine gözyaşlarını yasaklamış olabilir fakat bu kadının ruhu ağlıyordu. Okuduğu o basit mektup onu ağlatacak kadar sarsmıştı.

"Neden ağlıyorsun?" Mektubun sonuna gelene kadar bana cevap vermedi. İç çekerek mektubu zarfa koyarken, "Ağladığımı size düşündüren sebep ne? Ağlamak için gözlerimden yaşlar akması gerekmiyor mu?" Bunu kabul etmesini beklemiyorum. Mektuptaki gizemi anlamamış gibi iyi rol yapıyordu.

"Ben bir Koruyucum Elzem, ruhları görmek lanetim." Daha cümlem yeni bitmişti ki o an müthiş bir şey oldu...ruhu ağlamayı bıraktı. Bu kadının kendi üzerindeki hakimiyeti olağandışı.

Çenesini yukarı kaldırıp, "Yani?" derken aslında eski otoritesini kazanmak için kendisine zaman yaratıyordu. "Gözlerin hep dolu bakıyor güldüğünde bile hep ışıltılı ıslak." Ona doğru yürüyüp kapıdan uzaklaştım. "Ruhunu görüyorum Elzem, sen her gülümsediğinde ruhun ağlıyor. Ağlayan ruhunu görüyorum." Neydi bunun sebebi? Onu bu hâlâ getiren gizin sebebi neydi?

Bir sessizlik oluşunca uzun süre boşluğa baktı. Artık onu tanımaya başlamıştım zaafları ortaya çıkınca göz teması kurmazdı. O kendinden emin kararlı bakışlarını korumak için hemen gözlerini sizden saklardı. Ve beklediğim tepki gecikmedi. Başını kaldırıp omuzlarını dikleştirdi daha sonra ise parmakları saçlarını geriye doğru savurunca zırhını yeniden kuşanmıştı. "Ben bir Oyunbazım." Misilleme yapıyordu.

"Yani?" Ona uydum.

"Yanisi ruhları emmek benim lanetim." Doğrudan gözlerimi hedef aldı. "Dikkat edin Savcı hoca, öğrenecekleriniz kaybedeceklerinizin yanında hiç kalabilir."

"Sence tehditlerden korkan biri miyim?"

"Ama korkun, korkmalısınız da." Nefesini vererek kendisini gösterdi. "Gülü gülde değil gönülde arayın. Karanlığı ise çirkinde değil güzel de arayın ve ben aynaya bakınca güzel bir kadın görüyorum." Tam şu anda aklımda yine aynı cevapsız soru; kimsin sen Elzem Akay?

Bir labirentten farkı yoktu baktığınızda bir kişi kendi içinde yüzlerce kişi. Bir kez onun hayatına dahil oldunuz mu çıkışı bulmayı unutun size bekleyen tek son onda kaybolmak.

"Efendim gelebilir miyim?" Kahyanın sesiyle o afallayarak bana bakarken yürüyüp kapıyı açtım. "İçeride, onu benim odamda yıkıyorsun ve bu seferde başaramazsan bavullarını toplamaya başla hatun." Şaşkınlıktan tek kelime etmeyen kadını bırakıp yürümeye devam ettim. Benim odam daha sıcak orada banyo yaparsa hastalanmazdı.

O banyoyu yaparsa başıma açacağı sorunlara kendimi hazırlasam iyi olacak.

"Savcı, bir insan olduğunu hatırlayıp kardeşin ile konuşacak mısın?" Elindeki yayı gerip oku fırlatınca hedefi tam ortasında vurmuştu. Sırıtarak bana dönünce tebrik bekleyen çocuklar gibiydi. Uzanıp ondan yayı aldım bir ok takıp gözlerinin içine bakarak oku fırlattığımda ben hâlâ ona bakarken başını çevirip hedef tahtasına bakınca küfrederek yeniden bana döndü. "Hedefe bile bakmadan attığım oku ikiye bölmenin tek sebebi bu lanet şeyin senin ve klanına ait bir silah olması!" Peki bunu bildiği halde ben burada rahatlamaya çalışırken gelip bana meydan okuması?

Yayı geri ona uzatarak kışladan çıktığımda bu soğuk tavrım hiç hoşuna gitmiyordu. "Kabul etmek istemesen de ben senin kardeşinim! Bana karşı mesafeli olmayı bırak!" Arkamda söylediklerini umursamadığımı biliyor.

"Aynı kanı taşımıyoruz Gevheri, o yüzden kardeşim saçmalığını bırak."

"Aynı soyadı taşıyoruz it herif! Tüm çocukluğumuz aynı evin içinde aynı kadın ve adama anne baba demekle geçti bu bizi kardeş yapar."

"Senin iki kardeşin var git onlarla konuş."

"Benim tek kardeşim sensin! Savcı onu geri getirmenin bir yolu var." Duraksadığımda bunu bilmediğimi sanıyordu oysaki onun bilmediği çok fazla şey biliyordum.

"Gedi-" İsmini lanetlemek zorunda değildi! "Dinle." Derin bir nefes alarak ona dönünce sonunda dikkatimi çektiği için mutluydu. "O bir aykırı, belkide orada kalmalı."

"Elzem'de bir aykırı, Doğa'da öyle." Yanıma gelip güven vermek istercesine omuzuma hafifçe vurdu. "İki aykırı uzun zamandır burada peki herkesin korktuğu gibi bir şeyler yaptılar mı? Savcı onlar yapmadıysa Afra hiç yapmaz." Ben bundan o kadar emin değilim. Afra uzun zamandır ölüler diyarında ne şekilde döneceğini tahmin edemiyorum. Umarım buradan ayrılırken ki masumiyetiyle geri döner.

Birlikte akademiye doğru yürürken, "O gelirse gidecek olan kim biliyorsun değil mi?" Şaşırmadı, takası nasıl bildiğimi sorgulamadı çünkü bilmediğim çok az şey olduğunun farkında lakin takası bizzat yapan kişiyi bilmiyordu.

"Elzem..." Gözlerini suçlulukla kaçırınca bu onunda hoşuna gitmiyordu. "Onun varlığına alışmış olabilirim fakat ablamdan vazgeçecek kadar değil." Ön bahçeye gelince Asil ile konuşan Itır'ı gösterdim. "Peki onu ne yapmayı düşünüyorsun? Elzem giderse her ikimize karşı cephe alacak kadar gözükara." Benim açımdan sorun yoktu ama Gediz'i çok uğraştıracağına eminim.

Gözleri Tenebrisi bulunca güldü. "Yetenekleri benimle kıyaslanamaz bana ne yapabilir ki?"

"Bunu en son söylediğinde benim sınıfımdaydın ve yanlış hatırlamıyorsam seni az kalsın öldürüyordu." Kinayeli çıkan sesimle hâlâ ona bakarken gülüşü büyüdü. "O an ile ilgili aklımda kalan tek şey beni öptüğü." Böyle bir cevap bekliyordum. Onun için kadınlar sadece cinsel tutkudan ibarettir.

Bakışlarında gördüğüm şey ile bir küfür savururken bazen gerçekten ondan kurtulmak istiyorum. "Bu da ne? Onu arzuluyor musun?"

"Senin gibi rahip hayatı yaşamadığım için beni suçlayamazsın." Sırıtarak başını çevirip bana baktı. "Gerçekten hiç bir hatun ilgini çekmedi mi? Ruhlar aleminde çık artık kardeşim neyi kaçırdığını bilmiyorsun. Hâlâ o işi yapmadığına inanamıyorum."

"Bundan nasıl bu kadar emin olabilirsin?"

"Bir dakika yaptın mı yoksa?"

"Kes sesini! Cinsel hayatım biriyle konuşacağım kadar basit bir şey değil." Ona fazlasıyla katlandığım için daha fazla sinirlerimi bozmasın diye onu geride bırakıp akademiye doğru yürüdüm. Konuştuğumuz konuya inanamıyorum.

Kadınlar benim için sadece saygı duyacağım varlıklardı onun dışında hiç biri ilgimi çekmiyor. Aslında genel olarak etrafımdaki hiç bir varlık ilgimi çekmiyor. Benim için her şey kitaplardan ibaretken dünyevi zevklere ayıracak vaktim yok.

Yukarı çıkmak için merdivenlere yönelmiştim ki, ayaklarını yere vura vura somurtarak basamakları inen çocuğu gördüm. Yaklaşık kırk dakika önce o banyo yapsın diye odadan çıkmıştım anlaşılan banyo işi henüz bitmiş olmalı ki daha yeni aşağıya iniyordu. Nemli saçları her iki yanında örgü yapılmış üzerinde temiz kırmızı bir elbise ve onu sıcak tutsun diye siyah bir pelerin vardı. Böylesi daha iyi en azından artık kirli değil. Surat asarak aşağıya inerken beni görünce kaşlarını çatarak durması gülmemi sağladı. "Ne o küs müyüz?" Yukarı çıkıp aramızda iki basamak bıraktığımda bile onu görmek için başımı eğmek zorundaydım.

Kısa boyundan dolayı kafasını kaldırınca gözlerindeki o öfke çocuk bedeninde pek etkili olmuyordu. "Odanızdaki tüm kitapları yırttım işte!" Bu beni kızdırmalıydı değil mi? Ancak bunları söyleyiş şekli o kadar komikti ki yine ona has büyüsünü üzerimde kullanarak yüksek sesle gülmemi sağlamıştı. Garip bir şekilde ne yaparsa yapsın ona kızamadığım gibi bu benim hoşuma gidiyordu.

"Odadan çıktıktan sonra mührü kaldırdım bedenine geri dönebilirsin." Yalan değildi kışlaya girdiğimde Gediz gelmeden hemen önce bedenine yaptığım büyüyü bozmuştum. Bu kadar ceza ona yeterdi.

"Öyle mi?" Aklına her ne geldiyse gözleri yine hınzırca bakıyordu. "Dönmüyorum." Ne demek dönmüyorum? Yanlış duymuş olmalıyım.

"Sen beni duymadın mı? Mührü kaldırdım diyorum kahrolası bedenine dönmek için neyi bekliyorsun?" Şimdiye hiç vakit kaybetmeden bedenine dönmüş olmalıydı.

"Dönmüyorum işte!" Bir ayağını sertçe yere vurarak kaşlarını çattı. "Dün tüm gün kahya beni yıkamasın diye köşe bucak saklandım ama siz intikam almak için beni ona verdiniz!"

Güldüm. "Ne güzel işte sayemde cici oldun."

Çıldırmış gibi tepinirken neyseki bir çocuk bedeninde olduğu için etraftaki insanlar bunu garipsemiyordu. "Beni soydu! Kaynar suyla haşladığı yetmezmiş gibi bildiğin taciz edildim! Bana dokunup her yerimi keseledi sizin yüzünüzden kendimi kirlenmiş hissediyorum!" İsyanı tüm kontrolümü kaybetmemi sağlayıp yüksek sesle beni güldürünce bu onu iyice delirtti. Bunun için bana kızamazdı yaptığı her türlü hareket hiç gülmediğim kadar güldürüyordu. Bunu bir tek o başarıyor.

"Bu komik mi Bay Gevheri? Bekleyin!" Bağırarak geriye çekildi. "Size yapacaklarımdan sonra bakalım yine böyle gülüyor olacak mısınız?" Minicik elini kaldırıp işaret parmağını bana doğru salladığında istesem de onu bir tehdit olarak göremiyorum. "Evet bayım meydan okumanızı kabul ediyorum!"

"Seni uyarıyorum beni çıldırtacak bir şey daha-" Arkasını dönüp koşmaya başlayınca onu bu kadar kızdırdığım için kendime küfrettim. Kimbilir beyninde yine hangi tilkiler dönüyor. "Elzem buraya geliyorsun!" Kısık bir sesle adını söylerken peşinden aceleyle basamakları çıkma telaşına düştüm ancak aramızdaki mesafeyi bu kadar çabuk açması inanılmaz. "Tanrı aşkına küçücük boyunla nasıl böyle hızlı koşuyorsun?" Ya da her defasında beni peşinden koşturmayı nasıl başarıyorsun!

Bir üst kata çıktığımızda bacak farkıyla onu yakaladığım gibi tek kolumla belini kavrayıp yüzüstü yere bakmasını sağlamıştım. Havada çırpınırken heran onu duvara doğru fırlatabilirdim çünkü fazla dikkat çekiyoruz. "Sepet gibi beni kolunuzun altına sıkıştıramazsınız daha düzgün bir pozisyonda olmayı talep ediyorum!"

"Reddedildi!" Bağırarak daha çok çırpınmaya başlamasıyla güldüm bu onu her defasında deli ediyor.

"Savcı?" Efsun çıkardığımız gürültüden dolayı çalışma odasından çıkınca kolumun altındaki küçük çocuk çırpınmayı bırakmıştı. "Bu çok utanç verici, o olgun elmanın karşısında boğularak suyun yüzeyine çıkmış balık gibi görünmek istemiyorum lütfen düzeltin beni."

"Balıklar suda boğulmaz."

"Ciddi olamazsınız."

"Seni düzeltmemi söylediğini hatırlıyorum."

"Engin bilgilerinizle beni aydınlattığınız için size minnettarım Bay Gevheri. Şimdi beni bir hanımefendiye yakışır bir konuma getirir misiniz?" Her koşulda kibarlığından asla taviz vermemesi şaşılacak bir durum. Öyle çirkinleşerek ya da hır gür çıkartarak kendini ifade etmezdi. Aksine zerafeti ile göz kamaştırır narin karakteri saraylardaki sultanları kendisine hayran bıraktırırdı. Bir kraliçe edasıyla yürür kelimelerini özenle seçerek karşısındakini etkisi altına almasını iyi bilirdi. Evet bu Oyunbaz fani insanları parmağında oynatmayı ustaca beceriyor ama bir kraliçeden çok etrafındaki herkese büyüler yaparak onları mest eden bir cadıyı daha çok andırıyor. Güzel bir cadı, güzel ve sevimli.

Onu düzeltip ayaklarının üzerinde durmasını sağladığımda bir çocuk bedeninde olduğunu unutmuş olmalı ki kıyafetlerini düzeltip öksürerek başını yukarı kaldırdı. "Çocuklarla bu kadar iyi anlaştığını bilmiyordum Savcı." Yanımıza gelen Efsun'un bana olan bakışlarından ne düşündüğünü anlamak çok kolaydı. İyi bir baba olacağım ile ilgili saçmalıklar.

Çocuk Elzem ile geçirdiğim şu iki günden sonra baba olma fikrinden nefret ettim.

"Annesi odamı temizlerken bu çocuğun sorun çıkarmadığından emin olmak istedim." Bana içten bir şekilde gülümsediğinde hemen yanımda duran küçük yaramazın üzerine eğildi. "Bugün yine çok tatlısın Cennet. Neden odama geçmiyoruz orada seveceğini düşündüğüm kurabiyeler var." Çocuklardan hoşlanmadığını sanıyordum. Genelde onları görünce yüzünü buruşturduğuna birkaç kez şahit olmuştum. Belkide gördüklerimi yanlış değerlendirdim.

Efsun bizi çalışma odasına davet ederek önde yürürken yanımdaki baş belası ayağıyla bacağıma hafifçe vurunca bakışlarımı Efsun'dan çekmek zorunda kaldım. "Ah siz erkekler kadınları hiç tanımıyorsunuz." Kaşlarını çatarak giden kadını gösterdi. "Bana bakınca ruhunda buram buram süzülen tiksintiyi soludum. Sizi etkilemek için beni sevdi, evet burada kullanılan ben oluyorum. Bu benim gibi biri için fazla aşağılayıcı." Ellerini kaldırıp bana doğru uzattı. "Durumu eşitlemem için beni kucağınıza alın." Aklındaki tilkiler harekete geçmişken ona hayır diyerek başıma daha fazla bela açsın istemiyorum. Uzanıp onu kollarıma alınca tek bir kolumun üzerinde otururken bir kolunu ensemden boynuma doğru uzatmıştı. Gözlerindeki o hüzün dudaklarındaki tebessüm ile uyuşmuyordu. Bu da aklıma tek bir soruyu getiriyor; küçükken olması gerektiği gibi bir çocuk oldu mu?

Sanki çocuk olmayı bilmiyordu, daha önce hiç çocuk olmamış gibi geliyordu çoğu hareketi.

Efsun'un peşinden çalışma odasına girince onu yere bıraktım. Tekli koltuklardan birine oturduğum sırada Efsun dolapta bir kutu kurabiye çıkartarak onun yanına gitti. "İstediğin kadar yiyebilirsin canım." Boş gözlerle kurabiyelere bakınca onları yiyeceğini sanmıyorum. Onun hakkında öğrendiğim yeni bilgi ne şartlar altında hazırlandığını bilmediği şeyleri yemediğiydi.

"Teşekkür ederim Efsun hanım." Kibarlığından ödün vermeden ona gülümsedi. "Annem fazlasıyla beni doyurdu sanırım midemde bunları yiyecek kadar yer yok ama elma varsa alırım bir tane." Masanın üzerinde duran meyve tabağına doğru yürüyüp bir tane kırmızı elma alıp elbisesiyle onu sildi. Bir ısırık aldığında yine açlığını elma ile bastırıyordu ancak şöyle bir şey var ki sanki nefret ettiği bir şeyi yiyormuş gibi aldığı ısırık ile gözlerinde farklı bir duygu oluşmuş iç çekmişti. Elmayı sevmiyordu aslında değil mi? Daha çok kendisini cezalandırıyor gibiydi.

Korktuğu ve nefret ettiği şeyleri özellikle hayatında tutuyor olabilir mi?

Onunla ilgili her şey bu kadar gizemliyken her hareketi yeni bir soru işareti olarak bana dönüyordu.

"Sen bir şey ister misin Savcı?"

"Sadece su." Bir çocuğun peşinden koşturmak hep yaptığım bir şey olmadığı için bu beni susatmıştı. Efsun bana bir bardak su uzatırken hemen karşımdaki koltuğa oturdu. Elmasını yiyen çocuk ise yürüyüp yanıma geldi ve zıplayarak kucağıma atlayıp dizime oturdu. Bu hareketi sebepsiz yere beni güldürdü Efsun'u benden uzak tutmaya çalışıyor olamazdı değil mi? "Savcı'yı çok seviyor olmalısın Cennet'cim." Efsun sıcak bir gülümseme gönderdi ona. "Bu konuda seni suçlayamam onu tanıyan herkes onunla bir yakınlık kurmak ister." Belkide bazı şeyleri onunla daha açık konuşmamın zamanı gelmiştir.

Dizlerimde oturup bilerek şapırtı sesleri çıkartarak elmasını yiyen çocuk, "Ah o mu?" İşaret parmağıyla beni gösterdiği esnada elimdeki su bardağından bir yudum almıştım ki, "O benim babam oluyor." demesiyle içtiğim suyu kucağımda olduğu için onun yüzüne püskürttüm. Ne dedi bu baş belası yaratık? Baba? Ben mi? Aklını kaçırmış olmalı!

"Bu hiç centilmence bir hareket değildi." Homurdanarak yüzündeki suyu silen fındık faresine tersçe bakıp afallayan kadına döndüm. "Bu doğru değil."

Canına susayan yaratık sorun çıkarmayı aklına koymuş olmalı ki, "Hadi ama baba ona gerçekleri söylemelisin." Şirince gülümseyerek gözlerini kırpıştırdı. "Bence Efsun hanım bunu anlayacaktır. Ona annem ile olan yasak ilişkinizden bahsetmelisin." Susması için o çok bilmiş dilini kesmem gerekiyorsa bunu yaparım.

"Yasak ilişki?" Rengi atan kadın ciddi ciddi buna inandı mı? Daha zeki olduğunu düşünüyordum.

Kin dolu gözleri Efsun'u bulunca sırıttı. "Babam diye demiyorum ama olgun kadınlardan hoşlanır. Çok olgun, fazla olgun, çürümekte olan bir elmanın olgunluğunda olanlar işte." Bu baş belası kadın birazdan elimde kalacak haberi yok. Evet hayatımda ilk kez bir çocuğu adamakıllı dövmek istiyorum.

Elmalardan nefret etmemi sağladığı için kendisini kutlamalı.

"Savcı?" Hayalkırıklığı içinde bana bakması çok yersiz ona herhangi bir vaadde bulunmadım. "Bütün bunlar doğru mu? Sen ve Elif-"

"Devamını getirmeyin Efsun hanım." Soğuk bir sesle onu uyarıp ayağa kalktığımda bana sorun çıkarmaktan başka bir işe yaramayan çocuk birazdan başına gelecekleri bildiği için koşarak dışarı çıkmıştı. "Size saygı duyuyorum ama hepsi bu. Size olan saygım küçük bir çocuğun sözleriyle beni itham etmenize göz yummamı sağlayamaz." Duyduklarıyla rahatladığı kadar gözlerinde pişmanlık oluşunca daha fazla uzatmadan odasından çıktım. Ona açıklama yaptıysam bunun tek sebebi burada korumam gereken bir ismim olması. Saçma sapan dedikodular hayatımda hiç yer edinmedi.

Efsun'un odasında çıkınca o ayaklı belayı bulamadım. Kendi iyiliği için bir süre gözüme görünmesin. "Babaymış! Yaşamak istiyorsa biran önce büyümesi onun iyiliğine!" Bu kadın çocuk olunca felaket bir şeye dönüştü.

Bana gerçekten baba dediğine inanamıyorum!

Odama girdiğimde, "Ona baba deyince efendi Savcı'nın yüzünü görmeliydin." Kıkırdayarak Bülbül'e olan biten her şeyi yetiştiren Takva ile kapıyı sertçe çarptığımda her ikisi de oturduğu koltukta sıçrayarak ayağa kalkmıştı. Orada olduğunu biliyordum ama bunu hemen Bülbül'e yetiştireceğini bilseydim onu oradan çıkarmam yapacağım şeylerin başında gelirdi.

"Siz mi geldiniz efendim." Yakalandığı için hemen başını eğip ellerini karnında birleştirdi. "Bende tam Bülbül'e nerede olduğunuzu bilmediğimi söylüyordum." Hayatımın her saniyesinde yanımda olurken nerede olduğumu bilmemesi imkansız.

"Her zamanki gibi olan biten her şeyi bana yetiştiriyordu. Dedikodu yapmaktan hoşlanmadığımı ona nasıl anlatabilirim?" Bülbül'ün buz gibi sesi Takva'nın ona ölümcül bakışlarını göndermesini sağlarken yürüyüp yorgunlukla kendimi koltuğa bıraktım. "O kahrolası Oyunbaz beni çıldırtıyor!" Takva'nın yeniden kıkırdayan sesini duyunca gözlerimi kapatıp başımı koltuğa yasladım. Neşeli bir karakteri varken ona gülmeyi yasaklayamam.

Şakaklarıma değen parmakların yaptığı masaj beni gevşetirken gözlerimi açmasam bile bunu yapan kişinin kim olduğunu biliyorum. Bülbül'ün dokunuşlarını tanıyorum. "Sizi bir şekilde mutlu ettiğini inkar edemezsiniz." Haklıydı her defasında beni güldürüp etrafımdaki her şeyi unutturmayı başarıyordu.

"Bir şeyler gizliyor Bülbül, ne olduğunu biliyor musun?"

"Hayır efendim, sakladığı karanlık enerjiyi hissediyorum ama karanlığıyla ilgili hiçbir şey görmüyorum."

"Gördüklerini anlat bana. Ona bakınca ne görüyorsun?"

Elleri şakaklarımda hareketsizce kalırken gerildiğini biliyorum. "Ben bir kahin değilim size verdiğim bilgileri bilgenin rüyalarından çalıyorum." Bilgelerin klan lideri Revan, melezinin asıl yeteneğini henüz bilmiyordu. Mara gördüğü rüyaları rüya sandığı için fazla önemsemiyordu lakin o rüyaları henüz unutmadan Bülbül ondan alıyordu. Kahinler ender de olsa hep Bilgelerden çıkmışken Mara'nın yeteneği pek de beklenmedik bir durum değil ancak herkes bir kahini kendi safında görmek isterdi. Genelde hiç bir kahin uzun yaşamamıştır çünkü kendi klanına avantaj sağlarken diğer klanlar için tam tersi olduğundan onlar tarafından hedef haline gelirdi.

"Onun laneti hâlâ derin uykuda. Elzem bile artık ayağında ayakkabıları varken ruhları soluyacak kadar lanetini uyandırmışken bilgenin laneti neden bu kadar pasif?" Görü yeteneği sadece uyurken rüya halinde değil uyanıkken de işlemeliydi.

"En iyi olanlar hep en son hiç beklenmedik bir şekilde ortaya çıkar. Rüyasında Oyunbazın iki gün sonra Turgut'un bedenine girdiğini gördüğüm için onun farkına varıp orada kim olduğunu anladım. Kahinlerin gördükleri değişkendir ancak bu melezin görülerinin gerçeklik payı daha yüksek. Laneti pasif olabilir ama biranda uyanıp şahlanması kızı tetikleyecek tek bir şeye bakar. Gerçek ortaya çıktığında Revan onu korumak için kendi klanına götürecektir, ancak bu diğer klanların kıza suikast girişiminde bulunmasını durduramaz. Dün geceki rüyasında farklı bir şey daha vardı."

"Nedir o?"

"Abiniz Dehliz." Duyduğum isim ile gözlerimi açtığımda bana masaj yapmayı bırakıp tam karşıma geçti. "O ve Aybars birazdan buraya gelecek çünkü üvey anneniz arenada Oyunbaz ile olan maçınız yüzünden huzursuz. Siz ve dört kalkanı kaleye çağırarak onunla aranızda bir şey var mı bunu gözlemleyip anlamak istiyor. Mara şuanda ormanda at üzerinde geziniyor. Dehliz akademiye geldikten sonra sadece saniyeler içinde o da gelecek. Kız bu rüyayı hatırlıyor, akademiye döndüğünde olacakları da hatırlıyor. Onu neden rüyasında gördüğünü sorguladığı için akademiden çıktı ancak döndüğünde Dehliz'i burada gördüğü an dün geceki rüyanın nasıl gerçek olduğunu sorgulayacak. O bir bilge, kendi hakkındaki gerçekleri anlaması yakındır." Kim olduğunu bilmesinde bir sorun yoktu Arafta ilk kez bir kahin var olmuyor. Arenada silah olarak tarot kartlarını seçmesi bile aslında kim olduğunu ele veriyordu. Benim takıldığım nokta neden Dehliz ile ilgili bir görüyü rüyasında gördü?

Bir süre daha konuştuktan sonra Bülbül kimseye görünmeden odamdan çıkmıştı. "Buraya gel Meliz." Çok yorgun hissetsem de bu işin peşini bırakmaya niyetim yok. Elzem'in sırrını öğrenmeyi hedef haline getirmişken onun hakkında en çok şeyi bilen tek kişi Meliz'di.

Çağrıma cevap vereceğinden emin olduğum için onunla yalnız konuşmak istiyorum. "Takva git şu tavşanı besle." İleride sahibi onu özlerse eminim ölü bir hayvan işine yaramazdı. Elzem'in kim olduğunu bilmem onu tanıdığım anlamına gelmiyor. O Arafa geldiğinde varlığını hissettim pusulasında benim mührüm varken aksi zaten mümkün değildi. Lakin onun dışında onu doğduğu günü saymazsak hiç görmedim. Kendi dünyasındayken orada geçirdiği yıllar boyunca varlığını bile unutmuştum. Bir sabah etrafımdaki her şey onun dönüşünü haykırarak gelişini müjdelemişti. Meliz'in engelini geçip hayatta kalarak buraya benim yaşadığım yere gelmesi tahminlerimin çok üstündeydi. Onca mesafeyi katledip bana gelmişti sanki, sadece yaşadığım kasabaya değil kaldığım yere de çıkıp gelmişti. Buldum seni dercesine tüm zerafetiyle çıkıp gelmişti. Unutmak istediğin her şey olarak sana geldim der gibiydi dönüşü. Onu kurtarmak hayatımda yaptığım en büyük hataydı ve o hata yıllar sonra genç bir kadının bedenine bürünerek bana dönmüştü. Varlığıyla bana ceza olduğu gibi yüzümü güldüren bir ödül olarak geri gelmişti. Ne büyük çelişki değil mi? Son günlerde ben o hatayı benimsedim, hemde her daim yanımda yakınımda görmek isteyecek kadar.

Belki onu ilk kez sınıfımda gördüm ancak Arafa geldiği an onu görmek için delice bir istek sardı içimi. Buna direndim bu garip duygudan hoşlanmadım onu yok saydım lakin akademiye gelince dayanamayıp Takva'yı ona gönderdim. Onu görmek yoktu planlarımın arasında, onun yüzünden kendi aileme yaptıklarımdan sonra onu görmeyi düşünmüyordum. Fakat Takva bana gelip kaldığı yer bir harabe deyince neden yaptım bilmiyorum ama onun için kulübesini yaşanır bir hâle getirirken buldum kendimi. Bunu sadece Bülbül ve Takva biliyor hep de öyle kalmalı.

Yaptığım hatanın sorumlusu olarak onu görecek kadar ahmak biri değilim. Her ne olduysa bu benim suçum o sıralarda yeni doğmuş bir bebeğin değil.

Meliz, o yirmi dört yaşlarındayken onları öldürecekti o yüzden takasın Elzem gerçek anlamda yirmi dört yaşına girdiğinde yapılmasını sağladım. Ancak ay dönümü daha erken gerçekleşti kalkanların şansına ve o yeni yaşına girmeden Meliz'den kurtulup buraya gelerek tüm planlarımı altüst etti. Oysaki her şeyi öğrendiği gece nefes aldığı son gece olacak ve ait olduğu diyara gidecekti ancak fazladan birkaç ay daha kazanması beklediğim bir şey değildi. Şimdi ise büyük gün yaklaştıkça tedirginliğim artıyor çünkü onu etrafımda yaramazlıklar yaparak görmeye alışıyorum. Kahretsin oysaki onu hiç tanımadan her şey olup bitmeliydi! Bu Oyunbaz tüm oyunları bozarak çıkıp gelmişti.

"Savcı." Meliz'in sesini duydum. "Bağışla beni şu anda seni ziyarete gelemeyeceğim bir yerdeyim. Akşam döneceğim umarım ciddi bir sorun yoktur?" Bana karşı son derece saygılı çıkan sesiyle bugün ki konuşmayı ertelemek zorundayım ne yazık ki. "Gece mutlaka bekliyorum Meliz, bunun bilincinde olarak işlerini hızlı bitir." Onaylayan sesiyle sinirlerim bozulmuş bir şekilde odamdan çıktım. Her şey sanki onun lehine işliyormuş gibi bir türlü aradığım bilgiye ulaşamıyorum!

Kader ondan yana işliyor olabilir ama bu heran tersine dönebilir.

Akademinin kapısından avluya çıkınca gerçekten de Bülbül'ün dediği gibi iki atlı akademinin devasa bahçe kapısından içeri girdi. Annesinin ulak görevini üstlenen ikizler buraya geliyordu. Yarın dersler başlayacaktı kaleye gitmemek için güzel bir bahane. Bahçeye girdiklerinde atları yavaşlatıp inince başımla nöbetçilerden birine işaret verdim. Nöbetçi onlara yaklaşınca Aybars atın yularını ona bırakırken, "Ahıra götürmene gerek yok fazla kalmayacağız." Atları ona teslim ederek bana doğru yürümeye başladılar. Onlar daha söylemeden ne için geldiklerini biliyorum.

Her ikisi de tam karşımda durunca, "Merhaba kardeşim." Yumruklarını sol göğsünün üzerine bastırarak verdikleri selamı sadece başımı hafif eğerek aldım. "Annem seni ve kalkanları yemeğe davet ediyor Savcı." Annem kendi gözleriyle görmedikçe içindeki şüpheyi yok sayacak bir kadın değil ne yazık ki.

Tepkisiz kaldığımda derin bir nefes alan Aybars, "Sen bu inatçı adamı ikna et Dehliz, bende gidip kalkanları bulayım." O akademiye girerken Dehliz ile birbirimize boş bakışlar atıyorduk. Beni bununla yalnız bırakmak zorunda değildi, sohbeti hiç çekilmiyor.

Omuzundaki kuzgunu gözlerim bulunca onu işaret ettim. "Seni hiç yalnız bırakmıyor." Bir kuşa göre fazla uzun yaşadığını düşünüyorum. Yıllardır ölmeyen bir kuş ister istemez sorgulatıyor.

Omuzundaki kuşa bakıp tebessüm ederek başını salladı. Elini bana doğru uzatınca ne söyleyeceğini merak ettiğim için elimi uzattım. İnsanlarla anlaşma şekli böyleydi. Eğer yanında yazacağı şeyler yoksa parmağıyla söylemek istediklerini avucunuza yazardı. "Zülüf anne seni özlüyor, onu daha sık ziyaret etmelisin kardeşim." Aynı ailede büyüdüğümüz için nasıl ki ben onların annesine anne diyorsam üçü de benim annemi ikinci bir anne olarak sevip sayıyor ve anne diye sesleniyordu.

"Burada çok fazla işim var."

"Bizden neden kaçıyorsun Savcı? Bizler senin aileniz." Elimi çektiğimde daha fazla konuşmak istemediğimi anlamıştı. Merak ettikleri tüm cevapları yakında alacaklar.

"Sana söyledim Mara nereye kayboldu bilmiyorum, Elzem'i ise bulursan bana da haber et çünkü onu bulduğumda pek iyi şeyler olmayacak! Ayrıca nereden çıktı şimdi bu davet?" Itır ile Aybars dışarı çıktıklarında bu yemeğin asıl amacının ablası olduğunu bilse tepkisi ne olurdu acaba?

"Al bak geldi işte." Tenebrisin eliyle gösterdiği yöne dönünce bilgenin at sırtında bahçeden girdiğini gördük. Buraya geldikleri ilk gün ata binmeyi bile bilmiyorlardı görünüşe göre eğitimler işe yaramış.

Kahverengi atın sırtını okşarken onu yavaşlattığı esnada gözleri bizi bulunca tam önüne dönecekti ki, Dehliz'i görmesiyle mavi gözleri sonuna kadar açılmıştı. "Nasıl bir şaka bu?" Fazla uzağımızda olmadığı için onu duymuştuk. Büyük ihtimalle dün geceki rüyasını sorguluyordu. "Adam rüyalarımın prensi olup çıktı iyimi!" Neyden bahsettiğini bir tek ben bildiğim için diğerleri ne demek istediğini anlamadı.

"Uzaklaştır beni şundan." Dehliz'i görmemek için panik yaparak ayağıyla ata biraz sert vurunca huysuzlanan at şaha kalkınca çığlık atarak bağırdı. "Yapma!" Ancak atın tüm kontrolünü kaybettiği için o korkuyla onun yularını çektikçe at daha fazla huysuzlanıyor iki ayağının üzerine şaha kalkarak onu sırtından atmaya çalışıyordu. "Onu düşürecek!" Aybars ve ben ona doğru atılmıştık ki, Dehliz bizden önce davrandı. Mara ile arasındaki mesafeyi o kadar hızlı kapatmıştı ki, at son kez şaha kalkınca Mara çığlık çığlığa geriye savrulurken Dehliz tam zamanında onu tutmayı başarmıştı.

Hepimiz onların yanına gidince Dehliz başını eğmiş kollarında tuttuğu kıza bakarken Mara onun kollarında nefes nefeseydi. Kurtarıcısına baktığında ise sinirden ağlayacak gibiydi. "Tanrım bu da gerçekleşti, birazdan o kuşta gelirse çıldırırım! Ay bilemedim ki ne oluyor bana, acaba ermişlere karıştım da benim mi haberim yok? Anne neredesin gör evliya kızını." İçlerinde en çok bunu anlamıyorum.

Herkes şaşkınlıkla ona bakarken Aybars kafası karışmış bir şekilde Itır'a döndü. "Onunla aynı dünyadan geldin ne hakkında bahsediyor?" Tenebris yüzünü buruşturarak omuz silkti. "Hiç ilişme kendi kafasında farklı bir dünya var orada yaşıyor. Bir tek Elzem onun hakkında geliyor o olmadığına göre kendi haline bırak. Benim olayım şiddet olduğu için genelde onu dövmemek için yokmuş gibi davranıyorum." Aybars gülerken kalkanların dördü de fazla garip ve anlaşılmaz geliyor bana.

Kuzgun Dehliz'e doğru uçunca bunu gören bilge kaşlarını çatarak onu tutan kişiye baktı. "Sadece dilsiz ve sağır değil aynı zamanda gerçekten beyninde bir sorun olmalı. Anladık yardım ettin şimdi şu lanet hayvan gelmeden indir beni aşağıya!" Aybars ile kaşlarımızı çattığımızda belli etmese de ona kusurlu gibi davranılması her defasında onu kırıyordu. Buna rağmen onu incitmemeye dikkat ederek indirince bilge kalkan onun bu ilgisini haketmiyor. Mara'daki bu değişimi sorguluyordu çünkü arenadayken onun saygısını kazanan o düşünceli kadının değişimini merak ediyordu.

Kuş Dehliz'in omuzuna konunca Mara'nın korkuyla onlardan uzaklaşmasına daha çok şaşırdı. Kuzgunu yıllar sonra ilk kez birine gitmişti onun Mara olduğunu sanıyordu. O gece kuzgunu seven kızın şimdi kuştan korkup kaçması ve kuzgunun ondan uzak durması kafasını karıştırmıştı. Daha sonra herkese ikinci bir şok yaşatacak bir şey oldu. Dehliz'in omuzundaki kuş bir anda kanat çırparak havalandı. Hepimiz gözlerimizle onu takip ederken kulübelere doğru açılan kapıdan paytak paytak yürüyerek bu tarafa doğru gelen çocuğa doğru uçtu. İnanılmaz ama Elzem'i tanımıştı. En büyük şaşkınlığı ben yaşıyorum çünkü bu ilk kez şahit olduğum bir şey. Kuzgun ona yaklaşınca gördüğü kuşa önce afallayarak baktı hemen sonrasında ise kocaman gülümsedi. "Ah sen mi geldin?" Sarılmak ister gibi her iki elini kuşa uzatırken kuzgun onun üstünde dönerek uçmaya başladı. Öterek duraksayıp kanat çırparak Dehliz'e bakıyor sonra tekrar Elzem'in etrafında daireler çizerek uçuyordu.

Herkes şaşkın bir şekilde bu manzarayı izlerken Dehliz yutkunarak gördüklerine bir anlam vermeye çalışıyordu. "Hadi ama bana gel!" Elzem gerçekten bir çocuk gibi yukarı zıplayıp kuşu yakalamaya çalışıyordu. Ellerini yukarı kaldırarak zıpladığı için önündeki taşı görmedi takılıp kalçalarının üzerine oturur pozisyonunda düşünce, "Acıdı." İnlediği an kuş alçaktan süzülüp onun omuzuna konunca acısını çabuk unutmuştu. Onu izlediğimizden habersiz kıkırdayarak omuzundaki kuşu tutarak yüzüne yaklaştırdı. "Ay sen beni tanıdın mı? Çok mu akıllısın sen?" Onu severken söyledikleri ile yanımdaki adam sertçe yutkundu evet anlamıştı. Dehliz daha önce de akademiye gelmiş hatta Cennet'i görmüştü fakat o sıralar kuzgun ona tepkisiz kalırken şimdi ona uçması ve Elzem'in söyledikleri her şeyi anlamasını sağlamıştı.

"Bu kuş herkese gider mi böyle?" Bilge gözlerini kısmış çocuk bedeninde kuzgunu seven Elzem'e bakıyordu. "Bir tek Dehliz'in karısına giderdi onun dışında kimseye gitmez. Bu aralar onda da var bir şey bununla iki etti. Uzun yıllar sonra ilk kez sana ve şimdi de bu çocuğa gidiyor." Aybars'ın söyledikleri parçaları birleştirmesini sağlamış olmalı ki, "Kahretsin yok artık!" Kuzgun ile oynayan çocuğa bakarken olanları anladığı için gözlerini kocaman açtı. Arenadayken ertesi gün sabah kendisini odasında bulması, olanları hatırlamaması ve kuzgunun önce ona şimdi de Cennet'e gitmesi her şeyi anlamasını sağlamıştı. Başına gelen şeylerden Elzem'in parmağı olduğunu biliyordu ortadan kaybolması şimdi ise gördükleri. Elzem'in bir aykırı olduğundan zaten şüpheleniyordu bu son olanlar ise emin olmasını sağladı.

Gözlerini küçük çocuktan ayırmadan, "It'Itır." Yutkunarak geriye doğru bir adım attı. "Burası Muhafız dolu beynimdeki bilgileri biri ele geçirirse bu birinin sonu olur derhal çıkar beni buradan. Kahretsin zihnimi mühürlemeliyim!" Elzem için endişeleniyordu. Muhafızlardan biri zihnine sızarsa onun bulduğu tüm bilgileri anında öğrenir Elzem'in bir aykırı olduğunu anlardı. Mara bunu sadece kendisinin bildiğini sanıyor oysaki Gediz, Hafız, Asil, ben ve az önce Dehliz'de öğrendi.

"Sen yine ne saçmalıyorsun Mara?" Etrafını kolaçan ederek hemen kolundan tutarak Itır'ı bizden uzak bir köşeye çekti. Sessizce bir şeyleri onun kulağına söylerken Aybars hariç ben ve Dehliz ne söylediğini tahmin edebiliyoruz. "Ne?" Itır yüksek sesle bağırınca, "Sessiz ol." Kaşlarını çatarak tekrar onun kulağına uzanıp bir şeyler daha söyleyince Tenebrisin gözleri irice açılarak hâlâ kuzgun ile oynayan çocuğu buldu. Konuşmak için dudaklarını araladı fakat söyleyecek doğru kelimeleri bulamamış olacak ki araladığı dudaklarını tekrar kapattı. İşaret parmağıyla onu gösterirken güçlükle, "Yani o şimdi-" Mara elini onun dudaklarına bastırarak onu susturdu. "Evet o, biran önce kendini toparlamazsan herkes öğrenecek." Şaşkınlıkla ablasına bakarken kolay kolay kendisine gelecek gibi görünmüyor.

Dehliz neden hâlâ Elzem'i ele verecek bir şey yapmadı.

Duyduğum ses beni Dehliz ile ilgili sorulardan uzaklaştırmaya yetti."Lütfen peşimi bırakır mısın?" Işıktan gelen kalkan bezmiş bir şekilde elindeki kovalarla akademiden çıkarken hemen peşinden Asil, Gediz ve Hafız geliyordu.

"Evet Asil bırak artık şu kızın peşini 7/24 neden onu takip ediyoruz?" Gediz'in homurtusu Hafız'ı güldürdü. "Çünkü yapacak daha iyi bir işimiz yok."

"Kendi adına konuş Muhafız, benim çok önemli işlerim var."

"O işleri iyi biliyoruz Azınlık, ancak bu sefer tehlikeli sularda yüzüyorsun. Tenebrislilerin lideri metresini ayartmaya çalıştığını öğrenirse seni bitirir." Yanlış duydum değil mi? Bu hayvan herif böyle bir şey yapmıyor değil mi?

"Babamın metresini mi ayartıyorsun p*ç kurusu?" Asil kaşlarını çatarak ona dönünce arsızca güldü. "Babanın anneni ihmal ettiğini söylememiş miydin? İyi bir arkadaş olarak anneni düşünmemin nesi kötü?" Asil yumruğunu onun yüzüne geçirince daha fazlasını yapmak isteyen sadece ben değilim zira Aybars ve Dehliz'de bu konuda bayağı istekli görünüyor.

"O kadından uzak duruyorsun!" Gerçekten çok sinirlenmiş görünüyordu ancak Gediz hâlâ neşesinden bir şey kaybetmedi. "Bir metres için mi bu tepkin? Bir dakika yoksa sen mi onunla-"

"Kes sesini Azınlık! O kadına ne olduğu umrumda değil ama bu duyurulursa iki klan arasında bir savaş çıkar. Babam o kadına benden daha çok değer veriyorken savaş kaçınılmaz olur!" Haklıydı klan liderinin gönül verdiği kadının farklı bir klan liderinin oğluyla olması her iki klanı kana boğar. Neyseki bahçede çok az kişi vardı ve onlarda bizden uzakta olduğu için duymamışlardı. Kapının yanındaki nöbetçiler duymuştu bu olay büyümeden onlarla konuşmalıyım.

"Ortaçağda nasıl böyle bir hovarda çıkar hayretler içinde izliyorum." Itır'ın sesiyle dudaklarındaki kanı silerken, "Kendi dilinde konuşma hatun, hovarda ne?"

Kaşlarını çatarak eliyle kendisini gösteren Tenebris, "Sen bana hatun mu dedin?"

Alıcı gözlerle alalede onu süzerken güldü. "Değil misin?"

"İlgilendiriyor mu?"

"Hayır."

"Güzel, o zaman kapat çeneni."

"Artık gidebilir miyiz?" Aybars bu tür konuşmaların devamı geleceğini bildiği için hemen araya girdi. "Kalkanlar ve siz ikiniz kardeşim Azınlıkların klanına davetlisiniz." Gediz anında gelmeyeceğini söylerken Mara ve Itır birileri Elzem'in aykırı olduğunu çözmeden buradan çıkmak istedikleri için kabul etmişti. Mara'nın zihni mühürlü olmadığı için akademiden çıkarak bu işi halletmek istiyorlardı. Işıktan gelen ise diğer iki kalkan kabul ettiği için bir şey anlamasa da kabul etmişti. Ancak onun kabul etmesi Asil'in hoşuna gitmemişti. "Nereden çıktı bu yemek Aybars?" Doğa'nın tehlikede olmadığına emin olmadan onu bırakacak biri değil.

"Endişelenecek bir şey yok, bizimkiler herkesin dilinde olan kalkanları daha yakından tanımak istiyor."

"Pekala beni de davet et aksi takdirde o hiç bir yere gelemez." Yanındaki kadın dokunsan ağlayacak bir ruh halinde ona döndü. "Ne demek gelemez? Kendi kararlarımı verecek yaştayım." Uzanıp sinirlenmiş kadının yüzüne dokunmak istedi lakin kalkandan dolayı eli havada kaldı. "O ben seni sevmeden önceydi günışığı, ben izin vermeden bir yere gidemezsin."

Doğa onun elini iterek uzaklaşırken onun gibi bir kadını kızdırmak büyük bir yetenek. "Bana karışmayı bırak artık sen benim kocam değilsin!"

"Keşke."

"Ne?"

"Yok bir şey." Herkes gülerken bu umutsuz aşık her geçen gün daha fazla kendisini kaybediyor.

"Lütfen şunu yapma." Doğa sakin olmak için derin bir nefes alırken anlasın diye bu sefer daha ılımlıydı. "Gör artık beni sevmeni istemiyorum."

"Sana fikrini soran oldu mu?"

"Beni delirtiyorsun!"

"Sende beni günışığı, sende beni."

"Tamam!" Aybars aklını kaçırmak üzereydi bu konuda onu suçlayamam. "Nasıl bir cehenneme geldim çıldırmamak elde değil. Asil sende davetlisin hatta Hafız sende, artık gidebilir miyiz? Ve Asil, bu davet arkandaki serseri gelmeyi kabul ettiği sürece geçerli." Gediz umursamaz bir tavır takınıp son derece kararlı bir şekilde sırtını dönüp akademiye doğru yürürken, "O kesin geliyor eğer gelmezse babama bir ulak gönderip metresiyle yediği her haltı anlatırım." Gediz bir küfür savurup ona doğru dönünce güldü. "Tüm gece ailene katlanmak senin cezan, bir dahaki sefere yatağına alacağın kadınları gözden geçirirsin." Arkadaşını nasıl ikna edeceğini iyi biliyor.

"Oyunbaz olan nerede?" Ortada olmayan tek kişiyi Aybars sorgulatırken o bıkıp usanmadan kuş ile oynuyordu. "Ben onu getirtmesini iyi bilirim!" Itır hızlı adımlarla biraz uzağımızdaki çocuğa doğru yürüyünce kuzgun ondan ürküp kaçtı. Eğilip belinden yakaladığı gibi onu havaya kaldırarak ablasını kucağına aldı. "Gel bakalım velet içimden bir ses Elzem'in yerini bildiğini söylüyor!" Onu kulübelere doğru götürürken son gördüğüm Elzem'in şaşkın yüzü. Hemen arkasında bilge de Doğa'yı çekiştirerek onların peşinden gitmişti. Anlaşılan üçüne uzun bir açıklama yapması gerekecek.

Onu bedenine geri dönmeye ikna edecek bir kişi varsa o da kardeşiydi.

______

Yaklaşık bir saat boyunca hiç biri geri gelmemişti. Bu sürede ben çardakta sakince otururken Aybars kızlar için Efsun'dan izin almakla kalmamış sabırsızca avluda volta atıp duruyordu. Elzem onlara olanları uzun uzun anlatıyor olmalıki çok gecikmişlerdi. Gerçi neden çocuk bedeninde olduğunu sadece açıklamayacaktı aynı zamanda Itır'dan aykırı olduğunu gizlediği için onu ikna edecek mantıklı sebepler bulmalıydı. Nihayet kuzey kapısından göründüklerinde sadece üçü vardı Elzem yoktu. Olamazdı da çünkü bedeni hâlâ revirde. Yaptıkları konuşma Itır için pek iyi geçmemiş olacak ki üzgün görünüyordu. Elzem'in bir aykırı olması ablası için onu endişelendiriyor. "Neyi var bunun?" Düşünceli gözlerle dalgınca yürüyen kadın Gediz'in dikkatini çekti. Farklı anlamlarda da onun dikkatini çektiğini şimdilik bilmese daha iyi.

"Atları hazırlayın Elzem birazdan gelir." Mara'nın söyledikleri Aybars'ı rahatlattığı için seyislerin tuttuğu atları gösterdi. Klan buradan çok uzak olduğu için hava kararmadan oraya yetişmek için at arabası yerine atlar daha makuldü.

"Üzgünüm geç kaldım." Onun kendi sesiyle ayağa kalkıp ona doğru dönünce akademinin kapısından çıkan kadını gördüm. Üzerinde en son festival gecesi giydiği kendi dünyasına ait kıyafetleri vardı. Bacaklarını sıkıca saran pantolonun üzerine giydiği ince kazak ve dizlerine kadar uzanan yazlık bir hırka. Bu kıyafetlerin içinde buranın yabancısı olduğu çok belli. Revirdeki bedenine geri döndüğü için kıyafetlerini değiştirecek zaman bulamamıştı. Küçük adımlar atıyordu sebebi iki gün boyunca hareketsiz kalan bedeninin uyuşukluğu olmalı. Ancak buna rağmen omuzları dik yürümeyi ihmal etmiyordu.

Göz göze geldiğimizde o bilmiş gülüşü dudaklarında yer alırken yaklaştı. Göz temasını hiç kesmeden yaklaştı ve tam karşımda durup, "Bedenime geri dönmem size kazandığınızı düşündürmesin." Sadece benim duyacağım bir fısıltıyla devam etti. "Bu gece kazanan kimmiş ikimizde göreceğiz. Bu yemeğin sebebi tahmin ettiğim şeyler ise sizi kötü bir gece bekliyor Savcı hoca." Göz kırparak diğerlerine doğru yürüyünce kaşlarımı çatarak peşinden gittim. Oraya gitmek planlarımın arasında yoktu ama bu kadına güvenmiyorum ortalığı karıştırmasın diye orada olmaktan başka şansım yok!

Umarım benden intikam alacak diye bugün Efsun'un odasında yaptığı saçmalıklara benzer şeyler yapmaya kalkışmaz!



























Evet bu bölümünde sonuna geldik. Savcı'nın korktuğu gibi Elzem yemekte ona sorun çıkarır mı dersiniz?

Şu son iki bölüm Savcı'dan geldi ama Oyunbaz kızımızın düşüncelerini özlemişsinizdir değil mi? O yüzden yeni bölüm Elzem'den olacak. Bakalım Azınlıkların evinde neler bekliyor onu?

Bu bölümde Mara hakkında bir gerçeği öğrendik paragöz kızımızın aslında bir kahin olması kimleri şaşırttı?

Peki Bülbül tam olarak ne ki onun rüyalarını çalarak bilgi sahibi oluyor?

Dehliz o kuş sayesinde gerçeği anladı peki neden sustu dersiniz? Neden Cennet'in bedenindeki kişinin Elzem olduğunu kimseye söylemedi?

Sadece Dehliz değil aynı zamanda Mara ve Itır'da öğrendi. Kayıp ablasını bir çocuk bedeninde bulması Itır için çok kötü olmalı.

Dikkat ettiyseniz bölümlerin içinde sıklıkla Koruyucuların sadece çağırdıkları ruhları gördüklerine değinmiştim ve Savcı her defasında Elzem'i görüyordu. Bunun sebebi bu bölümde açığa çıktı çünkü Elzem ölü doğduğunda onu geri çağıran Savcı'ydı. Bunu kimler tahmin etmişti?

Kulübeyi düzenleyen kişi de Savcı'ydı peki kimlerin tahmini doğru çıktı?

Elzem'in anneannesi Suzan hanımın mektubunda gerçekten bir gizem olabilir mi? Varsa da kimler mektupta ne gibi ipucular buldu?

Elzem pusulasındaki mührü yapan kişinin Savcı olduğunu ve Savcı'nın onu sadece yirmi dört yıllığına kurtardığını öğrenirse sizce neler yaşanır?

Aslında Savcı o esnada onu pek tanımadığı için bu yaptığı şey için ona kızmak ne kadar doğru emin değilim ama önemli olan Elzem'in ne düşüneceği.

Ve bu bölümü içinizden birine ithaf etmek istiyorum. deniz_maviii umarım hoşuna giden bir bölüm olmuştur canım.🦋

Yeni bölümde görüşmek dileğiyle hepiniz Allah'a emanet olun canlarım.💙

Ve yarın için lütfen bana dua edin, yarın sizin dualarınıza ihtiyacımın olduğu bir gün olacak benim için. Eğer bunu okumuşsanız bile küçük bir duayı içinizden geçirmeniz bile bana yeter.

Continue Reading

You'll Also Like

3.8M 309K 85
Ölüm uşaklarını peşime salmıştı. Soluğum korkunun soluğuna karışmıştı. Koşuyordum. Sivri dalların berelediği bacaklarım hiç durmadan hareket ediyor...
7K 742 6
Derin denizlerin en derinlerinde ışıklı bir yol gördü genç kadın. Zihninin kendisine oyun oynadığının farkındaydı ama tek istediği su yüzünde ciğerle...
738K 68K 58
Sadece kötülerin var olduğu bir şehirde hayatta kalabilir misin? Yekta kendini bir cesedin başında, elleri kanlı bir halde bulduğunda kötülük onun ya...
313K 4.1K 23
Kocam ve arkadaşımın inlemeleri koridorda yankılandı. Gabriel, "Bir saniye bekle burada," dedi, kapıyı açtı. Öne doğru hamle yapmak istedim, koluyla...