MEDUSANIN ÖLÜ KUMLARI (Kitap...

By Maral_Atmc6

6.8M 624K 1.2M

Elzem Akay'ın sıradan ama güzel bir hayatı vardı. En iyi okullarda okumuş, en güzel oyuncaklara ve kıyafetler... More

KİTAP KAPAĞI VE DUYURU
(1) Mühür ve Kalkan.
(2) Tarot Kartı.
(3) Kim Olduğunu Biliyorum.
(4) Kalkanlar.
(5) Neredeyiz Biz?
(6) Parazitler.
(7) Akademiye Doğru Yolculuk.
(8) Ben Ve Hizmetçi Olmak Mı?
(9) Kazara Ayin.
(10) Sürpriz Misafir.
(11) Kim Efendi Kim Köle?
(12) Ruhumdaki Mühür.
(13) Zindan ve Ruh.
(14) Kayıp Şaşkın Bir Ruh.
(15) İstenmeyen Öğrenci Olmak Zor.
(16) Saflar Tutuluyor.
(17) Karanlığın Gizlediği Korkular.
(18) Aksilikler Bir Değil Ki!
(19) Buz Festivalinin Korkunç Yüzü.
(20) Meydan Okuma.
(21) Bitmeyen Gece.
(23) Küçük Baş Belası.
(24) Evlilik Mi?
(25) Yorgun Düşüyor Gibiyim.
(26) Sürpriz Ziyaretçiler.
(27) Gizli Gerçekler.
(28) İhanet.
(29) Prenses Ari Ve General Karun.
(30) Geçmişe Doğru Yolculuk.
(31) İnfaz.
(32) Oyun İçinde Oyun.
(33) Yolculuk.
(34) Zindanlarda Ki Sır.
(35) Bedenimdeki Azap.
(36) Veda.
(37) Geri Dönmeyeceğim.
(38) Avcılar.
(39) İktidar Yarışları.
(40) Asıl Suçlu Kim?
(41) Zehirli Elmayı Bir Tek Pamuk Prenses Yemezdi.
(42) Kovulmadım, İstifa Ettim!
(43) Ölümsüz Olmak Mı?
(44) Bir Nefes Kadar Yakınındayım.
(45) Küçük Zararsız Yalanlar.
(46) Büyük Sürpriz.
(47) Hayal Kırıklığı.
(48) Ruh Kapanı.
(49) Geçmişin Enkazı.
(50) Aradığımız Masumiyet.
(51) Benim Şarkım.
(52) Sessiz Çığlıklar.
(53) Bazı Günahların Affı Olmuyordu.
(54) Medusanın Kızı.
(55) Kalbim Yasta.
(56) Ninfalar.
(57) Tanrıların Piyonu.
(58) Geldiğin Yere Geri Dön!
(59) Zamanın Ötesinde.
Duyuru
(60) Tanrı Tanımaz Asi.
(61) Büyü Artık!
(62) Bana Anılarımı Geri Ver.
(63) Kendinin Gölgesi.
(64) Küllerinden Doğmak.
(65) Garip Bir Meyve.
(66) Ansızın Gelen Teklif.
(67) Rüyalarda Buluşmak.
(68) Canavar Ve Güzel.
(69) Geleceği Düşlemek. (FİNAL!)
Buraya Toplanınn

(22) Çocuk Kadın.

107K 9.2K 14.6K
By Maral_Atmc6

O gün kar yağıyordu, gökyüzü onun gelişini kutlamak istercesine yağdırıyordu beyaz ışıktan tozlarını. Ve kulaklarımda tek bir ses, "Geldi!" diyordu bu ses. "O geldi..." Hoşgeldin karanlığıma kadın, hoşgeldin.

Onu izliyordum, evet tedirginliğimi gizlemeye çalışarak bulunduğum yerden uzaktan izliyorum hiç rahat durmayan Oyunbazı. Asil ve Doğa arenada henüz başlamamışken yeşilleri tetikte arkadaşına bakıyordu. O ışıktan gelen kızın canı yandığı an hiç düşünmeden yine arenaya atlayacağına adım gibi eminim. Bu gece aslında onu şu zamana kadar hiç tanımadığımı farkediyorum. Bu Oyunbaz fani bana bu gece bambaşka bir Elzem Akay göstermişti. Fedakardı, kendi klanında olması şart değil o çocuk yerine farklı bir klandan başka bir çocuk olsaydı yine onun yerine Ceza'ya meydan okuyacağına artık eminim. Hepsi bu kadar ile sınırlı değildi önce o çocuğu kurtarmış sonra bilge kızı ve daha sonra kız kardeşini. Son tur avdı, birbirlerini avladıkları avda tüm kalkanları tek başına çekip almıştı ölüm oyununda. Asıl garip olan ise onları kurtardığını hiç birine yansıtmamıştı. Hep böyle miydi bu kadın? Yansıttığı o bıktırıcı otoritesinin altında böylesine fedakar birini mi gizliyordu? Onların kendisine minnet veya borçlu kalmasıyla ilgilenmiyor olacak ki onlar için çırpındığını hiç birinin yüzüne vurmuyordu.

Kalkanlar hakkında şuana kadar gözlemlediğim şeylerden biri de hepsinin ona karşı tepkili olduğuydu. Kız kardeşi kimsede görünmeyecek bir sevgiyle körü körüne ona bağlıydı ama ablasını her fırsatta yargılayan bir tarafı olduğu da aşikar. Bilge olan kalkan ise anladığım kadarıyla buraya gelmeden önceki sınıf farkı yüzünden ona karşı yargılayıcı. Bir tek Işıktan gelen onun yanında görünüyordu ama onun da Oyunbaz hakkında bazı şikayetleri olduğunu herkes kolaylıkla farkedebilir. Ben ise daha birkaç saat öncesine kadar onlarla aynı şeyleri düşünürken bu gece izlediğim Elzem Akay beni kendi düşüncelerimde dumura uğratmıştı.

Hiç yorulmuyor mu? Sürekli birileri için koşturup durmak onu hiç yormuyor mu?

Kimdi Elzem Akay? Bir kadın nasıl böyle zeki ve sıradışı olabilirdi? Zekiydi, hatta zekaları ile ön planda olan tanıdığım tüm Oyunbazlardan daha zeki. Bir fani nasıl böylesine kusursuz yaratılabilir? Sadece zekası değil aynı zamanda cılız bedenindeki güç, o özgüveni ve daha onunla ilgili bir çok şey. Kolay kolay öfkelenmiyordu bu yönüyle birbirimize benziyorduk. Tek fark o tatlı tatlı tebessüm eder kelime oyunları yaparak sizi yerden yere vurur kolay kolay anlayamazdınız. Bu gece tüm liderleri tek başına küçük oyununda nasıl alt ettiğini hatırlayınca dudaklarım kendiliğinden kıvrıldı. İstediği şeyi nasıl alacağını biliyor bu kadın. Açıkçası ona beni oyuna dahil etmesini söylerken bunu nasıl yapacağını gerçekten merak ediyordum. Anında bir plan yapan beyni beni bir kez daha hayrete düşürürken liderlere sergilediği performansı hayranlık uyandırıcıydı. Bu fani kadın arafın karanlığına düşen rengarenk cennetten küçük bir parçaydı. Garip bir şekilde bana yaşattığı o huzuru, küçük bir tebessüme muhtaç kalmış dudaklarıma getirdiği içten gülüşü ve oyunlar oynayan çocuksu yanıyla bana yaşattığı mutluluğu sorgulamak istemiyorum.

Asil, o Işıktan gelen kız ile müsabakaya başlayınca beni kendi düşüncelerimden kurtaran koluma hafifçe dokunan Efsun olmuştu. "Sıkıldın değil mi?" Bal gözleri fazla ilgili bakıyordu. "Kalabalık seni hep rahatsız etmiştir dilersen odana çekilebilirsin." Tebessüm etti. "Seni buna zorlamak istemiyorum." Benden yaşça büyük olmasını sorun etmiyorum kendimden büyük bir kadına da hislerim olabilirdi, ama ona karşı içimde herhangi bir duygu hiç olmadı.

"Beni düşündüğünüz için minnettarım." Uzanıp boş kadehini doldurup gayet saygılı ama daha çok mesafeli bir şekilde ona uzattım. "Bu geceyi katlanır kılmak için daha fazla içmeliyim." Kadehini ona uzattım. "Neden bana eşlik etmiyorsunuz?" Bana her baktığında gözlerinde oluşan o ışıltı yine ortaya çıkarken uzattığım kadehi aldı. "Sana nasıl hayır diyebilirim ki." Bazen neden onu sevemediğimi sorguluyorum. Güzeldi, ona olan en küçük ilgili hareketim ile tıpkı bir gül goncası gibi açılıyor daha da güzelleşiyordu. Benim ilgime aç ruhu yakaladığı küçük bir tebessümde bile yeniden doğuyordu. Merhametli ve sevgi doluydu bana karşı, diğerlerine farklı biri olurken bana bambaşka biri oluyordu. Evet bir erkeğin kadınlarda aradığı tüm özelliklere sahipti, peki bunlara rağmen neden ona karşı içimde olan tek his saygıdan başka bir şey değildi?

"İzninizle." Sandalyemden kalkınca Efsun'un soru sormasına olanak tanımadan küçük bir baş selamıyla uzaklaştım. Tüm liderler buradayken Elzem'in yine hayatını riske atacağı bir şey yapmasına engel olmak için yakınında olmalıydım. Ayvaz ve Revan'ın nefretini yeterince kazanmışken yapacağı en küçük hata onu ele verebilirdi.

Yarışmacılardan Aybars'ın yanında durduğumda hemen solumda Elzem duruyor kimse onu göremese de sorgulayan bakışları üzerimdeydi. Onu kontrol etmek için buraya geldiğimi iyi biliyordu. "Bu gece beni şaşırtmaya devam ediyorsun küçük kardeşim." Arenadakileri izlerken kendisini abim sanan kişi umrumda değildi. Benden yaş olarak büyük olması onu abim yapmıyordu.

"Şimdiye çoktan bu kalabalıktan kaçman gerekirdi kendin gibi davranmıyorsun. Belkide bu gece hazır insanlara açılmışken ikimiz dövüşmeliydik." Bunu yapmamı istemezdi, kendi iyiliği için.

"Belkide-" Son derece tepkisiz bir şekilde bakışlarına karşılık verdim. "Dehliz'in araya girmesine fırsat vermeyip son müsabakamızda işini bitirmeliydim." Kaşlarını belli belirsiz çatınca aynı tepkisizliğim ile yeniden arenaya döndüm. Gevheri erkeklerinde Dehliz dışında diğerlerinin bana karşı bir şansı olamazdı.

"Asil'in sorunu ne biliyor musun Hafız?" Aybars gibi geveze birinden susmasını bekleyemezsiniz. "Şu Işıktan gelen kıza karşı fazla iltimas tanıyor. Bir Tenebrisin arenada kılıcını yere attığı görülmüş şey değil, üstelik kıza karşı hiçbir saldırıda bulunmuyor. Neler dönüyor bilmiyorum ama klanı huysuzlanmaya başladı babası Abraham'ın gittikçe öfkelendiği de çok aşikar." Haklıydı bu gidişle Asil duygularını ele verecek gibi görünüyor. Abraham oğluna baktıkça kaşlarını çatıyor tüm Tenebrisliler hâlâ neden Işıktan geleni öldürmediğini sorgulamaya başlamıştı. Abraham'ı biraz tanıdıysam gurur kaynağı olan tek oğlunun Işıktan gelen bir kıza gönlünü kaptırdığını öğrendiği an Asil'i sürgüne gönderirken kızı yaşatmazdı. Tenebrisliler kendi kanlarına farklı bir klanın kanı karışsın istemezdi. Meliz'in soyu onlar için bir utanç kaynağıydı çünkü Tenebrislilerden tek melez Meliz'di. Bir Tenebrisin Muhafızlardan biriyle yaşadığı yasak aşkın meyvesiydi Meliz. Soyunun iblislere dayanmasını önemsemeyen klan lideri Abraham, Meliz'in anne ve babasını öldürmüşken kendi oğluna ayrıcalık tanıyacak biri değil.

Doğa büyük ihtimalle önceden Asil'den öğrendiği şekilde yumruğunu rakibine doğru savurunca Asil için o darbeden kurtulmak fazla kolaydı. Evet geceleri gizlice onu çalıştırdığını biliyorum şuana kadar izlediğim performansa bakarak söyleyebilirim ki Doğa henüz dövüşmeyi bilmiyor. Asil ile olan dövüş derslerinden çok şey öğrenecek kadar eğitim görmedi. "Şunu yapmayı kes! Bana karşılık vermeyecek kadar beni küçümsüyorsun." Elzem arkadaşının sözlerine homurdanırken Asil onun tarafından yanlış anlaşılıyordu. Karşılık vermemesinin sebebi onu küçümsemesi değil. "Yapamam hatun, yapamam." Pes etmiş bir şekilde yerdeki kılıcını alıp kemerindeki kınına taktı ve arenadan çıkmak için gönlünü kaptırdığı kıza sırtını döndü. Ona zarar vermekten ise kendini klanının önünde pasif durumuna düşürmeyi seçmişti.

Doğa'nın acı içinde inlemesi ile hızla geri dönünce sevdiği kızı acı çekerek göğsüne tutarken görmüştü. Biri ona acı veriyordu bunu yapan tek klan sadece Azınlıklar olabilir. Gözleri anında can dostu olan Gediz'i bulunca kaşlarını çatarak bunu neden yaptığını sorguladığını görebiliyorum. Her ikisi göz göze geldiğinde Gediz'in arkadaşına verdiği mesaj çok açık; şimdi arenadan çıkarsan baban ona daha fazlasını yapacak diyordu. Ateş çemberinde sıkışan çocuk kılıcını çekerek sevdiği kıza doğru bir adım atınca Gediz verdiği acıyı kesmişti. "Silahını seç Işıktan gelen." Nefes nefese elini göğsünden çeken kız yaşadığı acıyı sorgularken bunu da ondan bilip iyice sinirlendi. Silahların olduğu rafa yürüyen kız tam da tahmin ettiğim gibi kendi klanına ait mızraklardan birini seçmişti. Her klanın farklı bir silahı olduğu için içgüdüsel olarak onlara ait silahı tanıyorlardı.

"Başlayalım mı artık?" Elindeki mızrağı herkesi afallatacak bir şekilde tek eliyle havada daireler çizdirerek döndürdü. Mızrağı tutuşu ustacaydı bu kız Elzem'in aksine çok hızlı öğrenerek çoktan uyandırdığı lanetine direnmiyordu. Bundan gerisi çok daha ilginçti, Doğa tıpkı bir kılıç gibi elindeki mızrağı kullanıyor onunla bütünleşiyordu. Kılıç ve mızrak havada her çarpıştığında tiz sesler çıkartırken Asil hâlâ ona göre tam performans göstermiyordu. Çoğunlukla savunmada kalıyor dikkat çekmemek için arada onu incitmeyecek boş ataklarda bulunuyordu. Bu Doğa'yı daha fazla kızdırdığı için bedeninde kıvılcımlar çıkarken kendi etrafında döndüğü gibi mızrağının keskin ucunu Asil'in koluna geçirmişti. Kalabalık hayretler içinde kaldığında Asil o hamleyi engelleyecek güçteydi bunu yapabilirdi fakat yapmadı. Sanırım aşk denilen duygu gerçekten de bir zayıflık.

Kılıç tutan eline doğru akan kanları gören Tenebris, kolundaki yaradan daha büyüğünü bu gece yüreğine almıştı. Doğa'nın ona olan nefretini bir kez daha görüyordu kolundan akan kanlarla. Bu ona tüm yaralardan daha fazla acı veriyor olmalı ki, "Devam et." Sessizce fısıldadı. "İkinci hamlen kalbime olsun seni durdurmayacağım." Neyseki bu sözleri diğerleri duymuyordu sadece arenaya çok yakın olan savaşçılar ve ben. Aşk onu tam bir umutsuz kılıyordu.

En az onun kadar sarsılmış olan Doğa, onun kanayan koluna baktıkça yaptığı şeyin yeni farkına varıyordu. Gözlerindeki hareler dolu, dudakları pişmanlık içinde titriyordu. "Benimle dövüşmekten seni sadece yere atacağım beyaz mendil kurtarır değil mi?" O da istemiyordu bu dövüşü. Kalkanlar içinde en duygusal ve naif olanıydı.

"Çözdüm ben seni, sen geç anlıyorsun. Kızım ben iki saattir sana ne anlatıyorum?" Konuşmaların başında Efsun'un yanında olduğum için onu ikna etmeye çalıştığı yerlerde yoktum. Gerçi pek de işe yaramış gibi görünmüyor. Bu saçma geceyi bitirmek için odama gitmeye can atıyorum lakin bu ikisinin maçı bitmeden Elzem'i buradan uzaklaştıramam.

Yine hakarete uğradığını düşünen kadın tekrar öfkelenerek, "Benimle uğraşma Tenebris, yoksa mendili hiç atmam!" Şu kahrolası mendili at ki herkes rahat bir nefes alsın.

Yarası canını yakıyor olabilir ama buna rağmen güldü. "Aklına kurban olduğum ışığın inatçı kızı, gözünü seveyim yorma beni at artık şu mendili." Abraham'ın bunları duymasını isterdim, acaba yüz ifadesi ne olurdu?

"Mendili atarım ama önce bir konuda bana söz vereceksin?" Şu mendilden nefret etmeye başladım.

"Tamam." Hayır demesini beklemiyordum. "Her konuda istediğin tüm sözleri veriyorum." Gürültücü klanı sayesinde kimse onu duymadığı için konuşurken rahattı. Biraz daha oyalanırsa Abraham'ın kalkıp buraya gelmesi an meselesi.

Işıktan gelen kızın gözleri galibiyetini haykırırcasına ışıldadı. "Bir daha hiç karşıma çıkmayacaksın. Bu konuda söz verirsen bu gece benimle dövüşmek zorunda kalmazsın." Asil mi? Hiç sanmıyorum.

"Unut bunu!" Beklediğim tepki. "Madem illa rakibim olacaksın diye inat ediyorsun bende önce döver sonra severim seni." Hafız duydukları ile küfrederken kendimi tutamayıp güldüm. Belkide bu ikisi o kadar da sıkıcı değildir.

"Döverek sevmek nedir ya?" Yanımda kıkırdayan Oyunbazın hoşuna gitmiş olacak ki onları izlerken fazla neşeli görünüyor. Güldüğünde bile gözleri ağlamaklı ıslak. Hani bazı insanlar vardır ya gözleri hep heran ağlayacakmış gibi pırıltılı bir ışıltıyla parlar göz bebekleri titreşirdi. İşte Elzem onlardan biriydi, bu yeşillerini büyüleyici kılıyordu.

"Sen ne diyorsun ya!" Doğa'nın sesi bakışlarımı yanımdaki kadından çekip ona bakmamı sağlamıştı. Asil'in zamansız itirafı onu pek şaşırtmamış görünüyor, anlaşılan onun duygularının zaten farkındaydı. Gerçi Asil fazla açık ederken anlamaması aklında sorun olduğunu gösterirdi.

Büyük bir hayalkırıklığı yaşadığını görüyorum. Doğa'nın onun duygularını bilmediği için ona kayıtsız olduğunu düşünürken şimdi gerçekler ona hayalkırıklığı olarak dönüyordu. Her şeyin farkında olmasına rağmen onu görmezden gelmeyi seçmişti. Kırgınlığını öfkesiyle gizlemeye çalışırken seğiren çenesi onu ele veriyordu. "Diyorum ki ilişme bana." Söz konusu duyguları olunca fazla açık sözlü. "Ben seni seviyorum sana bir zararı var mı?" Doğa'dan cevap gelmeyince, "Yok değil mi? O halde sen yine beni görmezden gelip işine bak." Sağlam kolunu kaldırıp parmaklarını saçlarının arasından geçirirken gittikçe sinirlenmeye başladığını görebiliyorum. "Her dediğine eyvallah, hepsi başım gözüm üstüne." Aralarındaki mesafeyi o kadar hızlı kapattı ki, kılıcını savurduğu gibi Doğa'nın elindeki mızrağı yere düşürürken kılıcı onun boynuna yaslamıştı. "Ama seni sevmeme karışamazsın!" Doğa boynundaki kılıca bakarak yutkunurken duydukları ile gözlerini sonuna kadar açmıştı. Evet bu Tenebris fazla cüretkar.

"Sen-" Onun konuşmasına izin vermeyen Asil, kılıcı biraz daha bastırarak onu susturdu. "Daha fazla canımı sıkmadan at şu mendili, aksi takdirde o güzel boynunu kesmek zorunda kalacağım!" Bunu yapacağını sanmıyorum lakin Doğa bu tehditi ciddiye almış olacak ki göğsünün arasına sıkıştırdığı mendili öfkeyle çıkartıp yere fırlattı. Tabii bu Asil'i daha fazla kızdırdı çünkü mendili çıkardığı yer beklediği bir şey değildi. "Sen bu şeyi göğüslerinin içinde mi saklıyordun? Ve herkesin gözleri önünde onu oradan çıkardın mı?" Asil kıskançlıktan dişlerini sıkınca zavallı Işıktan gelen kız çıldırmak üzereydi. "Bir karar ver istersen? At dedin bende attım!"

"O kadar erkeğin içinde bunu oradan çıkartamazsın! Şimdi hepsinin bakışları senin göğüslerinde!"

"Çıkarmam için boynuma kılıç yaslayan kimdi? Kusura bakma ama biraz dengesiz olduğunu kabul etmek zorundasın!" Geriye çekilip arenadan çıkınca arkasında öfkeyle bakan çocuk kaşlarını çatarak yerdeki mendili aldı. "Tüm dengemin içine etmişken hâlâ ne konuşuyor bu!" Mendili hırsla cebine koyarak önce kendi klanına sonra ise babasına döndü. "Sadece biraz eğlenmek istediğim için bunu uzattım. Bana göre fazla zayıf bir rakipti üstelik Işıktan gelen olması da eğlenmek istemem için yeterli bir sebep." Klanı buna inanmış gibi memnuniyet dolu homurtular çıkartırken ihtiyar kurt Abraham tek kelime etmese de bir şeylerden şüphelendiği çok açık. Gözleri sinsi bir karanlığa ev sahipliği yaparken giden kızın arkasında bakıyordu. Asil fazlasıyla açık vermişti çünkü Işıktan gelenlerden nefret eden klanların başında gelirken diğer dövüşlerinin aksine onun tek bir saç teline bile zarar vermemişti.

"Artık gidelim mi?" Doğa arenadan indiği gibi koşarak akademiye giderken burada bir işimiz kalmamıştı. Başını sallayarak beni onaylayınca bu gürültülü kalabalıktan nihayet çıkmayı başardık. Tüm gece buna katlandığıma inanamıyorum.

Akademiye girene kadar sessizlik içinde geçen yolculuğumuz benim revire yönelmem ve onun beni takip etmemesiyle son buldu. "Elzem?" Bezmiş bir halde revirin yolunu gösterdim. "Bedenin orada, tabii bedenine dönmeyi düşünüyorsan?" Gözleri üst kata çıkan merdivenleri bulunca çıldırmak üzereydim. Tabiki de bedenine dönmeyi düşünmüyor çünkü bu baş belası kadının aklında olan tek şey akademiyi karıştırmak!

Burayı ele geçirmeyi kafasına koymuştu küçük imparatoriçe. Yönetecek bir ordusu olsa neler yapardı düşünmek bile istemiyorum.

"Sızlanmayı bırak Cennet! Neredeyse sabah olacak ama sen hâlâ ayaktasın." Kuzey kanadındaki koridorda küçük kızını kolundan çekiştirerek bu tarafa gelen Elif hatun ile gözlerim huysuzluk çıkartan küçük çocuğu buldu. Ansızın aklıma gelen şeyler dudaklarımın kıvrılmasını sağlarken sanırım birilerinin küçük bir ders almasının zamanı çoktan gelmişti.

Ruhları kontrol etmek üst düzey yetenekleri olan bir Koruyucu için fazla kolay.

"Ruhların hükmü işlesin kendisine boyun eğsin mührün beden değişimi. Bana ait olanı sana sunuyorum, ruhun nefesi ile tamamlansın mühür." Çok basit olan büyü sözlerini sessizce mırıldanmaya başladığımda akademinin açık kapısından içeriye esen soğuk rüzgar karşımdaki kadının saçlarını uçuşturmaya başlamıştı. Neler oluyor dercesine bana bakarken yüzündeki saçları çekmek için uğraşıyordu. Ağır büyülerden herkes gibi bende kaçınıyordum ama böyle küçük büyüler bizim için sorun teşkil etmiyordu. Ruhu gittikçe buharlaşırken gözlerini kocaman açmış başını eğerek kendisine bakıyordu. "Bu da ne?" Dumanlar çıkan ellerine şaşkınlık içinde bakarken bedeni büyük bir hızla şeffaf bir boyuta gelmişti. Tıpkı bir duman gibi ruhu Cennet'e doğru süzülürken hâlâ neler olduğunu anlamaya çalışıyordu. Fiziki özellikleri kaybolunca artık ocaktan çıkan bir dumandan farkı yoktu. Dumanlar Cennet'in etrafını sarmış küçük kızın ağzından ve burnundan içine doluşurken ne kahya bunu görüyordu ne de Cennet. Küçük kızın etrafındaki tüm dumanlar kaybolup sis dağılınca annesi hâlâ onu kolundan çekiştirirken gözleri kapanmıştı. Cennet'in ruhunun uykuya daldığını gösterir bu. Sadece saniyeler içinde gözlerini hızla açınca dudaklarım kıvrıldı. Hoşgeldin Elzem Akay.

"Biraz hızlı yürü Cennet!" Elif hatunun peşinden sürüklenirken sertçe yutkunarak başını kaldırıp ona baktı. Önce afallayarak kolunu tutan kadına sonra ise başını çevirip etrafına bakındı. "Her şey neden bu kadar büyük?" Kolunu sertçe çekerek kendisini kahyadan kurtardığında bile fazla şaşkındı. "Rica ederim koluma işkence etmeyi bırakın, ayrıca sizin boyunuz hangi ara böyle uzadı?" Büyük ihtimalle ona devasa görünen kolonlara baktı. "Çok garip bunlar da fazla büyük görünüyor." Gözleri koridorun her karesine değinirken şuanda beyni hızlı bir şekilde ihtimalleri ona sıralayarak onu gerçeğe götürmek üzereydi. Bu kadının düşünme yapısını tam olarak bilmesem de şuana kadar gözlemlediğim şeylere dayanarak söyleyebilirim ki her seçeneği düşünerek sonuca ulaşıyordu. "Akademi bir anda büyümediyse?" Tam da tahmin ettiğim gibi hesaplamaları fazla hızlıydı. Onun gibi asaletiyle göz kamaştıran bir kadından beklenmedik bir küfür ederek korku içinde ellerini yukarı kaldırıp baktı. "Ben küçüldüm..." Minicik ellerine bakıyor bunun nasıl mümkün olduğunu sorguluyordu. Ve farketti, gözleri hızlı bir şekilde beni bulunca bunun sebebini farketti. Kaşlarını aceleyle çatarken, "Siz!" Dişlerinin arasında çıkan bu kelime öfkesini yansıtırken, "Cennet hadi!" Kahya tekrar ona doğru atılınca ürkerek geriye çekildi. "Ah hayır, hayır, bu olmamalı..." Tam şuanda nefret ettiği kadının kızı olduğunu farkediyordu evet bir süre kahyanın kızı olacağını yeni yeni anlıyordu.

Bir ayağını sertçe yere vururken mümkün olsa öfkesiyle burayı yıkar geçerdi. Gözleri kızgınlıkla titreşiyor bedenindeki yoğun öfke ateşi gittikçe harlanıyordu. "Bu adil değil! Böyle ceza olmaz!" Hesap sorarak bana doğru bir adım atmıştı ki, "Uykuyu ceza olarak görmeyi bırak Cennet." Elif hatun onun koluna yapışıp kapıya doğru onu sürüklerken aceleyle hemen gözlerini kapatmıştı. Kendi bedenine dönmeye çalıştığını görebiliyorum. Bunu birkaç kez denedi ancak gözlerini açtığında işe yaramadığını görünce attığı çığlık keyfimi yerine getirmeye yetti. Gözleri revirin olduğu koridoru panikle bulunca ceketimin iç cebindeki pusulayı çıkartıp görsün diye zincirinden tutarak havaya kaldırdım. Kahya onu peşinden sürükleyerek önüne bakarak yürüdüğü için henüz benim farkımda değildi ancak asıl kişi pusulasını görünce, "Yok artık..." Mührü bozacak tek umudunu da kaybetmişti. Onun için hayati önem taşıyan böylesine değerli bir şeyi bedeninde bırakması büyük aptallık. Benim yerime bunu alan Ayvaz veya Meliz olabilirdi. Cezası bitene kadar emaneti bende güvendeydi.

Gözlerimle kahyayı işaret ettim. "Bol şans." Göz kırparak ona sırtımı dönüp merdivenlere yöneldiğimde, "Size de, çünkü şansa ihtiyacı olan sadece ben olmayacağım!" Böyle devam ederse kahyanın bir şeyleri anlaması an meselesi. O yüzden adımlarımı hızlandırdım çünkü bu durumu kabullenene kadar beni görmezse kendisini ele verecek daha az şey yapardı.

Umarım çocuk olmak onu birazda olsun dizginler de ortalığı karıştırmayı bırakır.

Odama girdiğimde kapıyı peşimden kapatırken şömineyi çoktan yakarak hep olduğu gibi odayı önceden benim için ısıtmışlardı. Gömleğimin düğmelerini açarken, "Etkileyici bir vücudun olduğuna eminim, o şeyi çıkarmak için lütfen acele et." Duyduğum ses ile elim gömleğin düğmeleri üzerinde kalırken güldüm. "Umarım benim için güzel haberlerin vardır Ebrar, kötü bir gece geçirdim." Yatağımın üzerinde uzanan kadın eliyle yan tarafına birkaç kez vurdu. "Yanıma gelirsen geceni güzel kılabilirim." Arada geçen onca yıla rağmen değişmediğini görmek güzel. Kıvırcık kızıl bukleleri beyaz yastığıma dökülüyor kırpıştırdığı gözleri her erkeğin aklını başından alacak türdendi. Şuanda yatağımda uzanan bir meleği andırırken hiçbir ressam bu görüntünün karşısında portresini çizme dürtüsüne engel olamazdı.

Pencerenin yanındaki koltuğa yorgun bedenimi bıraktığımda beni izliyordu. "Seni bana getiren sebep ne?" Kölelerimden biri değildi kendi istemediği sürece kimse onu buraya getiremezdi. Yirmi dört yılın sonunda ölüler diyarının gardiyanlarından biri bana geliyorsa önemli bir sebebi olmalı.

"Ne? Özlemiş olamaz mıyım?" Keşke gülen yüzü mavi gözlerindeki sıkıntıyı gizleyebilse. "Afra ile ilgili bir sıkıntı mı var? O iyi mi?" Hiçbir çağrıma cevap vermeyen ablamı Gediz'den daha çok merak ediyorum.

"Kalkanlardan Oyunbaz olan buraya gelmiş diye duydum. Onunla tanıştın mı nasıl biri Savcı?" Genelde hep şakacı bir mizacı olduğu için az öncekinin aksine yüzünde ciddi bir ifade oluşurken uzandığı yerden doğrularak oturdu. "Oyunbaza bir pusula vermek için görevlendirildim." Ölüler diyarında kim Elzem'e bir pusula gönderebilir ki?

"Ebrar?" Gerildiğimi ondan saklamadım. "Neler oluyor? Kız ile tanıştım, şu anda burada akademide."

"Büyük gün yaklaşıyor Savcı. Sende biliyorsun ölüler kendilerine ait olanı istiyor." Derin bir nefes aldığımda göğsüm sıkışır gibi oluyor nefes alamıyordum. Yıl olarak yirmi dört yaşına girmiş olabilir ama ay olarak gerçek yaşına girmesine sadece haftaları kaldı. Doğum gününde birçok şey olacaktı, kehaneti durdurmak mümkün değil. Yıllar önce yapılan bir takas yıllar sonra kendini tekrarlayacak. Bu sadece benim değil kimsenin üstesinden gelemeyeceği bir kehanet. Tanrıların lanetini bozmaya kimsenin gücü yetmezdi.

"Nasıl biri? Yeterince güçlü olsa iyi olur çünkü ait olduğu yerde onu bekleyen çok fazla kötü sürpriz var."

"Onu pek tanıdığım söylenemez buraya gelene kadar onun hakkında bir şey bilmiyordum. Güçlü olduğunu söyleyebilirim, ölüler nasıl bir belayı istediklerini bilmiyor." Yalan yoktu sözlerimde çünkü Elzem arafa gelene kadar onu tanımıyordum. Meliz'in kalkanlarını herkes gibi bende duymuştum ama ne isim olarak ne de görsel olarak hiç birini bilmiyordum.

"Efendim izniniz var mı?" Takva'nın sesini duyunca Ebrar'a döndüm. "Ziyaretçim var söylemek istediğin başka bir şey kaldı mı?" Ayağa kalkıp yanıma geldi. "Bu pusulayı Suzan Akay torununa gönderdi." Küçük bir mektubu elime tutuşturmuştu. "Ölülerin yaşayanlara bir şeyler göndermesi yasak, ama o kadar ısrarcı oldu ki bir gardiyan olarak yasakları çiğnediğim için büyük ihtimalle başım belaya girecek. Ne olursa olsun pusulayı sahibine teslim etmelisin Savcı, kadın tüm cezayı kabullenip torunu için bir mektup gönderiyorsa gerçekten önemli bir şey olmalı." Ortadan kaybolmasıyla, "Buraya gel Takva." Herkes yalnız olduğumu düşünebilir ama etrafım ruhlarla doluyken yalnızlık özlemini çektiğim şeylerin içinde yer alıyordu.

Anneannesi ölüler diyarının kurallarını çiğneyecek kadar şuurunu kaybedip bir pusula gönderiyorsa ciddi bir şeyler olmalı.

Mektup avucumda öylece dururken Ebrar'ın gidişiyle Takva'nın ruhu odamda belirmişti. "Saygılarımı sunuyorum efendim." Önümde diz çöküp doğrulunca Takva benim için bir köleden daha değerliydi. Onlarca ruh çağırabilirdim, yüzlercesi emrimdeydi ancak onlar işlerini bitirince tekrar çağırana kadar hepsini geri gönderirdim. Takva başta olmak üzere birkaç tane daha her daim yakınımda görmekten hoşlandığım ruhlar vardı. "Ne buldun? Kızın bedenindeki izleri yapan ne öğrenebildin mi?" Elzem'in bedenini revire taşıyınca Takva'yı çağırarak onu incelemesini istedim. Şu zamana kadar revirdeydi umarım işe yarar bir şeyler bulmuştur.

Soyu bir yaratığa dayandığı için tüm hayvanları, canavarları hissedebilir onları uysallaştırabilirdi. Ondan alınmayan tek ve son yeteneği olduğu için Elzem'in bedenindeki izlerin kime veya neye ait olduğunu söyleyebilir. "O izleri açan bir insan değil efendim." Bunu tahmin etmiştim, Ceza'nın yapacağı bir şey değil o yaralar. "Ancak bir hayvan veya canavara da ait değil."

"Ne demek ait değil? Takva o izleri açan bir insan olmadığına göre geriye sadece yaratık, canavar veya hayvan kalıyor?"

"Ama hiçbiri değil efendim, olsaydı hissederdim. Hepsinden daha korkunç ve tehlikeli bir şeye ait o izler." Ürkmüş gibi tedirgindi bakışları. "Oyunbazın boynundaki pençe izlerine dokunduğumda bugüne kadar hiç şahit olmadığım bir karanlığı hissettim. O kadar yoğun ve korkutucuydu ki sadece bir saniye dayanabildim izlere dokunmaya." Karanlık? Elzem'in en büyük korkusunun da karanlık olması bunu bir tesadüften daha uzak kılıyordu. Bu karanlık her ne ise bizim bildiğimiz karanlığın çok daha ötesinde olmalıydı. Yenilgiye karşı tahammülsüzlüğü, kandillerin patlaması, kendisini cesalandırması ve karanlık. Cevap bu parçaların birleşimindeydi ama neydi? Onu bulacağım, her ne saklıyorsa er ya da geç onu bulacağım.

"Bana Bülbül'ü çağır." Onun göremediği hiçbir şey olamazdı, Bülbül yaraya dokunduğu an o yara nasıl olmuş her saniyesine kadar hepsi zihninde şekillenirdi.

"Şey o gitti efendim, bu gece onun için kaderini değiştiren gece. Yarın olmadan dönmez." Bunu unuttuğuma inanamıyorum. Hayatının dönüm noktası yıllar önce yine bir buz festivaliydi. Kahretsin berbat bir durumda olmalı.

"Ona git Takva, yalnız olmadığını hissetmeli bu gece."

"Beni her yıl olduğu gibi yine kovacaktır." Homurdanmaya başlaması beni güldürdü. Bir ruh olmasına rağmen fazlasıyla utangaç ve çekingendi. "Eğer sana kaba davranırsa bundan hoşlanmayacağımı söyle bu sana karşı daha ılımlı olmasını sağlamaya yeter." Dudaklarında gülücükler belirince bu beni memnun etmeye yetti. Ruhlarımın her biri benim için değerliydi. "Hazır oraya gitmişken benim için de eğlenmeyi ihmal etme." Göz kırptığımda solgun tenindeki yanakları hafif kızarmış bana saygılarını sunarak ortadan kaybolmuştu. Bülbül kimbilir şu anda ne durumdadır. Umarım Takva biraz da olsun ona bazı şeyleri unutturmayı başarır.

Ve Elzem? Acaba o baş belası kadın şuanda kahya ile ne yapıyordur?

______

Herkes dün geceki festivalin yorgunluğunda olduğu için iki gün derslere ara verilmişti. Öğrencilerin kendilerini toparlaması ve festivalden kalan dağınıklığın temizlenmesi iki günü bulurdu. Akademide tek uğrak yerim olan kütüphaneye doğru giderken son anda fikrimi değiştirdim. Belkide bugün işlere biraz ara vermem daha doğru olur. Merdivenlerden inerken gözlerim onu arıyordu. Geceyi nefret ettiği bir kadın ile geçirmişken tepkisini merak ediyorum. Onu görmek için kendime bahaneler uyduruyor olabilir miyim? Aptalca, bu sadece basit bir merak. Henüz çok erken olduğu için etrafta çalışanlardan başka kimse yoktu. Erken olması veya bir çocuğun bedeninde olması bir şeyi değiştirmiyor Takva'yı bir ara peşine taktığımda bana verdiği raporda erken kalkmak gibi bir alışkanlığı olduğuydu. Evet ormanda Meliz ona saldırdığında bunu bana haber eden Takva sayesinde zamanında orada olmuştum. İblis olabilirdi ama kendi türünün en zayıfı olan Meliz aslında onun için bir tehdit oluşturmuyordu. Her konuda Meliz'den daha güçlüyken her ikisinin birbirinden korkması fazla gülünç. Meliz ondan korktuğu için bir an önce ondan kurtulmak istiyordu, ancak korkusunu yansıtmıyor onun üzerinde hakimiyet kuruyordu. Elzem ise bir fani olmasını ona karşı zayıflık olarak gördüğü için tam olarak bir atakta bulunmuyordu. Lakin ormanda Meliz'in karşısında titreyen ve dün gece Meliz ortaya çıktığında tüm liderlerin gözleri önünde onunla korkusuzca laf dalaşına giren kadın arasında çok fark vardı. Bazı şeylere uyanıyordu, içten içe kendi potansiyelinin farkına varmaya başladığı için yeni yeni Meliz'e meydan okumaya başlamıştı. Asıl düşmanı Meliz değildi, asıl düşmanı yıllardır pusudaydı.

"Mara sabahın köründe beni bunun için mi uyandırdın? Neden gidip başka birini rahatsız etmiyorsun sana söyledim mendili bile isteye yere atan sendin." Basamakları bitirdiğimde koridordaki kolona yaslanıp uyuklayan Itır ile karşısında huysuzca kaşlarını çatan bilgeyi gördüm. "Asil ve şu adı yasaklı kişiyi de uyandırdım herhalde, ama şu aşk kuşu arkadaşı kapıyı yüzüme kapatırken diğer sapığın odasında gördüğüm kadın oradan kaçmam için yeterli oldu. Hafız ise odasında yoktu, Doğa bu saatte hayatta bana kapıyı açmaz biliyorsun. Elzem ise hangi cehennemde bilmiyorum çünkü kulübesinin önünde bir davul çalmadığım kaldı ama ses seda yok." Bedeni hâlâ revirde olduğu için istese de ona cevap veremez.

Itır esnerken sırtını dayadığı kolon olmasaydı heran yere yığılıp uyuyacak gibi yorgun görünüyor. "Sabaha kadar avdaydım Mara, bu ne demek biliyor musun? Ölmemek için iki kişiyi yaralamak zorunda kaldım, ama aynı durumda ben olsaydım onlar bana karşı bu kadar merhametli olmazdı. Evet o kahrolası av dedikleri şey insan avıymış ya öldür ya da yarala! Yorgunum, uykum var ve sen yarım saatlik bir uykuyla beni uyandırdın üstelik dünden kalan bir yaram var!" Bir ölümsüz olmasaydı bu kadar hızlı toparlayıp ayağa kalkamazdı. Hem ölümsüz hemde dün Meliz tarafından aldığı yaranın sadece deriyi kesmiş olması ona ava katılacak gücü vermişti. Şaşırtıcı ama iç organlarını kesip onda ciddi bir hasar açma fırsatı varken Meliz özellikle karnında küçük bir kesik iziyle yetinmişti. Evet daha önce Meliz'in birçok dövüşüne şahit olmuş biri olarak dün gece aslında Itır'a karşı fazla merhametli olduğunu gördüm. Gücünün onda birini bile kullanmamıştı çünkü onun derdi Elzem ile olduğu için Itır'a yüklenmişti ama çok fazla değil. Aslında Elzem araya girmeseydi bile Meliz'in Itır'ı öldüreceğini sanmıyorum. İblislerin doğasında yoktu sevmek veya bağlılık, fakat dün gece Itır'a karşı arenada sergilediği performans aslında kızına karşı duyguları olduğunu anlamamı sağladı.

"Ben o dilsize karşı kaybetmiş olamam Itır!" Dehliz hakkında böyle konuşması kaşlarımı çatmamı sağladı, onu hiç tanımıyorken böyle kusurluymuş gibi davranmamalı.

"Ama ettin! Bile isteye kendin yenildin!"

"Bu işte bir iş var diyorum. Benimle konuyu araştırmak yerine üzerime gelecek kadar kötüsün Itır. Aynı durumda sen olsaydın ben sana böyle davranmazdım."

"Evet, böyle yapmazdın çünkü daha beterini yapardın."

"Ablan gibi konuşmaya başladın ve bu can sıkıcı."

"Hatun benim içim dışım bir. İçimde kopan fırtınaları dışıma yansıtacak kadar benim. Güç veya para için kişiye göre muamele yapan ben değilim. Bir şey bana ters geliyorsa alayı gelse onu benim için doğrultamaz. O yüzden ikimiz arasında kıyaslama yapma çünkü biz Akaylar eğriye doğru demeyecek kadar gözü karayız. En korkağımız Yavuz abim bile neyse o. Böcek görse gurur yapmak yerine kız gibi çığlık attığına göre bu bile biz Akayların asla karakterinden ödün vermediğini gösterir." Diğerleri hakkında bilgim olmadığı için bir yorum yapamam ancak şu ana kadar her iki kardeşte söylediği özelliklere uyuyordu. Biri hırçın tavrını gizlemeden esip gürlüyor diğeri kafasına koyduğu şeyi öyle ya da böyle mutlaka yapıyor yaptırıyordu.

"Soyadınla övünmen bittiyse dün gece bana ne oldu onu söyle?" Bilge bu işin peşini kolay kolay bırakacak biri değil çünkü her soruya kendiliğinden cevap bulan beyni cevapsız bir soruyla karşılaştığı için onu deli ediyordu.

"Mara yemin ederim elimde kalacaksın! Kızım bile isteye kaybettin. O kuzgunu sevmen de ayrı bir olay. Hangisine daha çok şaşırmam gerektiğini bilemedim o an, altından vazgeçmen mi yoksa fobin olduğu halde bir kuşa dokunman mı? Bende durumu senin dengesizliğine yordum." Gözlerini kısan bilge, "O kuşa dokunmam bile bunu benim yapmadığımın kanıtı, bazı tahminlerim var ama o işgüzar kardeşin ile konuşmadan emin olamam Elzem nerede?" O Bilgelerden biriydi Elzem'in bir aykırı olduğundan şüphelendiğine eminim. Şimdi ise bunu yapanın Elzem olduğundan neredeyse emin gibi görünüyor. Bu kızın beyninde doğuştan oluşan bilgilere sahip olmak benim neredeyse yıllarımı almıştı. Bilgeler bu konuda şanslı doğan bir ırk.

"Bana Elzem'i sorma." Siyahlarında kırgınlık vardı. "Onu artık tanımakta güçlük çekiyorum buraya geldiğinden beri çıkışı bulmayı takıntı haline getirdiği için bir kardeşi olduğunu sürekli unutuyor. Eskiden olsa iki eli kanda da olsa benim için gelirdi, ama dün gece yanımda yoktu!" Gelmişti, hatta Meliz herkese onun bir aykırı olduğunu kanıtlama peşindeyken kardeşi için hayatı pahasına arenaya girmişti. Itır bunu bilmiyordu, revirde ablası ile arasında sadece bir perde olduğunu da bilmiyordu. O perdeyi çekseydi diğer yatakta yatan kişiyi görürdü. Her iki kardeş arasında uyumsuz bir farklılık vardı. Biri asi, hırçın, ama duygularını olduğu gibi dışa yansıtır diğeri ise nezaket kurallarına uyacak kadar kibar, sakin ve ılımlı fakat duygularını asla birilerine göstermeyecek kadar çelik kalkanlı. Genelde sert insanlar hep kırıp döktüğü için kolay kolay duygularını gösteremez her şeyi kendi içinde yaşardı ama bu iki kardeşte durum tam tersiydi.

Meliz bunu kullanıp kızını kendi tarafına çekmeye çalışacaktır, kırık bir kalp yanlış kararlar verdirebilir. Ancak benim düşündüğüm şeyi o Oyunbaz çoktan düşünmüş olmalı büyük ihtimalle kardeşini kaybetmemek için bu konuda bir şeyler yapacaktır.

Onları bırakıp yoluma devam edince bir alt katın basamaklarında Hafız ile karşılaştım. Sabah erken saatlerde antrenman yapmayı sevdiği için oradan geliyor olmalı. "Hayırlı sabahlar Savcı." Başımı sallayıp yanından geçip gidecektim ki aklıma gelenlerle duraksadım. "Biraz konuşalım mı?" Teklifim yorgun ifadesini şaşkınlığa boğmuştu. "Konuşmak? Sen kendi annen ile yarım saatten fazla konuşmaya tahammül edemezken benimle konuşmak istediğini mi söylüyorsun? Verdiğimiz selamı bile başınla alırken şaşkınlığım normal bir durum." Haklı olabilirdi ama istisnalar kaideyi bozmaz değil mi?

"Bahçeye çıkalım." Cevap vermesini beklemeden basamakları inmeye başladığımda, "Ne sabah ama." Söylenerek peşimden geliyordu. Dersler dışında kimseyle uzun uzun sohbet eden biri hiç olmadığım için bu tepkisini anlıyorum.

Avluya çıktığımızda o bir banka otururken biraz yakınında ayakta duruyordum. Odasında apar topar yataktan çıkmış olmalıki bu soğuk havada aceleyle üzerine bir kazak ve pantolon geçirdiği çok belli. "Elzem ile ilk tanışan sendin değil mi? Onun zihnine girdiğinde ne buldun?" Efsun bana Oyunbazın zihnine giren tek kişinin Hafız olduğunu söylemişti. Hayır bunu ona söyleyen Hafız değildi, akademiye geldiklerinde Efsun şu bilge olan kalkanın zihnine sızmıştı. Kulübede Elzem ve Mara'nın konuşmalarını görmüş onun anılarında. Mara'ya Hafız'dan bahsedip onu parazitlerden kurtardığını anlatırken Efsun tüm bu konuşmaları Mara'nın zihninde öğrendi. Ancak aradığı bilgilere yetecek kadar delil yoktu bilgenin zihninde. Tüm cevaplar Işıktan gelen ve Oyunbazın zihnindeydi çünkü ikisinin aykırı olduğundan şüpheleniyor lakin onların zihni ise korunuyor.

Kaşlarını belli belirsiz çatarak ayağa kalktı. "Onun hakkında benden tek kelime öğrenemezsin." İkisinin iyi geçindiğini uzaktan bakan herkes anlar lakin bu tepkisi aklıma farklı bir şüphe düşürdü. Onu savunacak kadar yakınlar mı? Peki bu düşünce beni neden rahatsız ediyor? Bu can sıkıcı bir düşünce!

"Amacım ona zarar vermek değil." Bu kadarını şimdilik anlasa yeterli. "Yardıma ihtiyacı olabilir, ancak kimseden yardım istemeyecek kadar gururlu. Onu benden korumana gerek yok bir aykırı olduğunu bildiğim halde susuyorsam bu beni güveneceğin biri yapar." Aradığım cevapları sadece o bana verebilir, eğer Hafız'da işime yarayacak bir bilgi vermezse geriye kalan tek yol Meliz ile konuşmak. Her ne olursa olsun bu işin peşini bırakmayacağım.

"Bunu bildiğin halde sustun?" Gözlerini şüpheyle kıstığında bir sebep arıyordu. "Peki neden? Onun bir aykırı olduğunu neden gizliyorsun? Tam olarak neyin peşindesin Savcı?"

"Ben sana aynı şeyi sormuyorsam sende sormayacaksın." Neden onun kim olduğunu herkesten saklıyorsun diye sormadıysam o da bu konudaki sorularını kendisine saklayacak. "Onun zihnine giren sadece sensin Hafız, bana orada ne bulduğunu söyle?" İkinci kez aynı soruyu sorduğumda gittikçe sabrımın tükenmeye başladığını umarım bir an önce idrak eder.

Bana tersçe bakarken yeniden kalktığı yere oturdu. "Neyi bilmek istiyorsun Savcı?"

"Anıları içinde bir faniye ait olmayacak her şeyi." Dikkat çeken mutlaka bir şeyler olmalı.

Bir süre düşünmek için sessiz kaldı sanırım zihninde onun anılarını bulmaya çalışıyordu. "Hepsi sıradan anılardı." Omuz silkti. "Bir insanın yaptığı çoğu şey işte. Onun tüm anılarına sahip değilim." Dahası olmalı, bu kadarıyla sınırlı olmadığını biliyorum.

"Ne demek istiyorsun?" O bir Muhafızdı mühürlü olmayan bir zihindeki tüm anıları çalması onun klanındaki biri için zor değildi. Ne demek onun tüm anılarına sahip değilim?

"Zihninde bir kapı var, ulaşamadığım tüm anılar orada." Zihni mühürlü değilken neyin kapısıydı bu? "Muhafızlar birinin zihnine sızdı mı onun tüm anılarını ele geçirir ancak hayatımda ilk kez bir engele takıldım, karanlık bir engel." Yine karanlık, son zamanlarda bu gizemli karanlık canımı sıkmaya başladı. Herkesin tek söylediği karanlık, ama neydi bu karanlık? Bir şekli şemalı veya bir şeylere benzemeliydi değil mi? Gündüzden sonra ortaya çıkan karanlık olmadığına eminim ama ne? Bilmek istediğim tek şey bu.

"Daha açık konuş?" Söyledikleri benim için yeterli değildi, ayrıca nasıl bir fani daha Oyunbaz bile olduğunu bilmeden zihnine bir kapı koyar ki? Sırrını açığa çıkartacak her şeyi saniyeler içinde unuttuğu yetmezmiş gibi hastalıklı bir şekilde söylediği yalanlara çok kolay inanıyordu. Anılarını bir odaya kitlemiş ve odanın varlığını kendisine sürekli unutturuyor. Hayır arafa geldiğinde bunu yapmaya başlamadı, bu kadar kısa sürede buna adapte olması imkansız. Kendi dünyasında çok sık yaptığı bir şey olmalı, bu da Elzem Akay'ın aslında arafa gelmeden önce de çok fazla şey bildiğini gösteriyor. Sürekli kendisine unutturduğu için bildiği şeyleri de hatırlamıyordu.

"Kapı kan ve gözyaşı ile mühürlenmiş." Başını kaldırıp yüzünü buluşturarak iç çekti. "Bunu yapan Elzem." Anılarını gizleyen kapıyı kan ve gözyaşıyla mı mühürlemiş? "Savcı kapının arkasında çığlık sesleri geliyordu, çok fazla çığlık. Dahası kapıyı koruyan gardiyanı gördüm, gardiyan Elzem'di. Her ne saklıyorsa zihninin kuytularına kimsenin girmesine izin vermiyor." Etrafını kontrol ederek ayağa kalkıp bana yaklaştı. "O kapı normal değildi Savcı, arkasında sakladığı şey kemiklerime kadar ürpermemi sağlayacak kadar korkunç bir enerji yayıyordu." Bu şey her ne ise dün gece Elzem'i o hale getiren şey olabilir. Ama ne? Bulmam gerekiyor bunu! Kendi zihnini kontrol edebiliyordu buna iradesi vardı ve bu irade aslında kapının önündeki o gardiyandı. Şaşılacak bir durum ama gerçek.

"Arenada dün gece ben gittikten sonra Elzem ve Ceza arasında ne oldu?" Ona bunu yapanın Ceza olmadığına eminim ama yinede bunu teyit ettirmeliyim.

"Neler olmadı ki." Hatırladıkları uykusunu dağıtacak kadar onu keyiflendirmişti. "Sen gidince Ceza'nın ona vurmasına hiç fırsat tanımadığı gibi sadece tek bir eliyle zerre zorlanmadan onun bileğini kırdı. Ceza'yı önünde diz çöktürerek kazandığını herkesin gözüne soktu. Dahası kazanmış olmasına rağmen mendili atarken, 'zaferinizi kutlarım,' diyerek Ceza'yı sağ bıraktı. Evet herkesin içinde klan liderin Ayvaz'ı küçük düşürdü. Herkes bunu konuşuyor uzun süre bu olay unutulmayacak gibi." Gün içinde belkide ilk kez afallamıştım. Hepsini o mu yaptı? O sıska bedeniyle iki katı büyüklüğündeki bir adamın bileğini nasıl kırabilir? Artık emin oldum bu kadında normal olmayan bir şeyler vardı. İhanet? Evet onu tetikleyen bu olmalı. Orada onu bırakıp gittim, benim yanımdayken her şey yolundaydı ama gidişim ile birinin bileğini kıracak gücü buluyorsa tek sebebi onu bıraktığım için ihanete uğradığını düşünmesi. Yenilgi karşısında kendisine zarar verirken ihanet onu bambaşka biri kılıyor olmalı. Aslında çok yaklaştım beni gerçeğe götürecek deliller bulmaya, ama henüz değil.

Hafız ile olan konuşmamız bittiğinde o kaldığı yerden uyumak için giderken ben kuzey kapısından geçerek kulübelerin olduğu bahçeye girmiştim. Kahyanın kaldığı oda akademideydi ancak çalışırken ona ayak bağı olmasın diye Cennet'i hep aşçılardan birine bırakırdı. Adını sürekli unuttuğum şu sevimsiz kadın, sanırım adı Züleyha'ydı, evet bu olmalı. Artık çalışamayacak kadar yaşlandığı için tüm gün kulübesinde boş boş oturuyordu. Gidecek bir yeri olmadığı için Efsun iki yıldır yaşlı kadının çalışanlara ait kulübelerden birinde kalmasına izin veriyordu. Normalde artık işe yaramayan çalışanları gönderip boşalan kulübelere yenilerini getirirdi. Buradakilerle muhatap olmamam onları tanımadığımı göstermez. Kadının kulübesine yaklaşmıştım ki, "Baş belası velet! Bugün neyin var bilmiyorum ama bu büyümüş de küçülmüş hallerin devam ederse annen yarın seni bana getirmesin!" Yaşlı kadının öfkeli sesi içeride geliyordu. "Rica ederim bana bağırmayın, o pişirdiğiniz şeyleri yemeyi reddediyorum. Kendi yemeğimi kendim yapabilirim." Onun sesi değildi ama konuşan oydu.

"Kasabada küçük bir işim var döndüğümde sebep olduğun tüm o dağınıklığı toplamış olacaksın!" Kapının açılmasıyla kamburu çıkmış yaşlı kadın şalına sarılarak kapıyı peşinden hırsla çarptı. Öfkeli adımlarla ilerlerken gözleri beni bulunca, "efendi Savcı." Hafif eğilerek bana selam verdiğinde çalışanların tarafında ne işim olduğunu sorguluyordu. "Bir müşkül durum mu var? Sizi buraya getiren şeyin sebebi nedir?" Soyluları akademinin bu bölgesinde nadiren gördükleri için verdiği tepkiyi anlarım ancak bu kadar sorunun lüzumu yok.

"Seninle bir işim yok yoluna git hatun." Yanından geçtiğimde bir süre meraklı gözlerle arkamdan baktığını hissediyorum, neyseki daha sonra uzaklaşan adım seslerini duydum.

Yaşlı kadının kulübesinin önünde durunca az önce söylenerek çıktığı için çarptığı kapı tam kapanmamış aralıklı duruyordu. Kapıyı yavaşça iterek içeri girince arkamdan usulca örttüm. Bu tür kulübeler bir salon ve mutfaktan oluştuğu için doğrudan mutfağa yöneldim çünkü Elzem'in homurtusu mutfaktan geliyordu. Eski mutfağın açık kapısından girerken ne görmeyi bekliyordum bilmiyorum, ama gördüğüm manzara içimi ısıtırken yüzümde küçük bir gülümseme oluştu. Bu kadın çocuk bedenine bürününce bile fazla sevimli olmayı başarıyordu. Ahşap masanın üstüne çıkmış bağdaş kurarak oturuyordu. Masanın üstünde duran yağ ve haşhaş şişesiyle ne yapacak bilmiyorum ama hamur yoğurmaya çalışıyor olmalı ki masa dahil her yere unlar saçılmıştı. At kuyruğu yaptığı saçlarının tutamı una bulanmış, yanakları unun beyazlığını almıştı. Dahası mutfakta yanan şömine burayı sıcak tuttuğu için yarım kollu kısa bir elbise giydiği için kolları ve bağdaş kurup oturduğu için açıkta kalan bacakları hep undu. Yaramazlık yapan haylaz çocuklardan farkı yoktu kabul, ama bu hali fazla sevimliydi.


"Dolapta kurabiye varmış sanki ben sizin pişirdiğiniz şeyleri yerim de. El insaf haftalardır elma yiye yiye midemde elma ağacı çıkacak!" Umarım bu konuda ciddi değildir. Ne yani buraya geldiğinden beri elmadan başka bir şey yemiyor mu? Sebepsiz yere kaşlarımı çattığımda bu hoşuma gitmedi. Şimdi neden her geçen gün daha da zayıfladığı anlaşılıyordu.

"Ne yaptığını sorabilir miyim?" Sesimi duyunca ürkerek yerinde sıçrayarak bana dönmüştü. "Tanrım!" Unlu elini göğsüne bastırdı. "Beni korkuttunuz." Korktuğunu görebiliyorum ama benim aklım hâlâ şu yemek olayında kalmıştı. "Neden bu şeylerle uğraşıyorsun? Akademinin mutfağına gidip karnını doyurabilirsin." Az önce söylediklerinden ciddi olup olmadığını bilmeliyim.

"Sizin dünyanızdaki yemekleri hiçbir güç bana yediremez." Yüzündeki tiksintiyi görünce, "Sebep?" Bunun bir sebebi olmalı değil mi? Oflayarak alnındaki teri elinin tersiyle silince şimdi alnına da un bulaşmıştı. "Benim hijyen takıntım var, yani bir çeşit rahatsız edici bir alışkanlık. Bulunduğum yerde en küçük bir toz veya kir zerresi beni rahatsız ediyor orayı temizlemeden ya da birilerine temizletmeden orada bulunamam. Aynı şekilde yediğim yemekler için de geçerli bu durum. Evimdeki tüm aşçılar bir yemeğe başlamadan önce saçlarını sıkıca toplar eldiven kullanarak yemeğe başlardı. Buradaki insanlar tırnaklarını bile kesmeden yemek yapıyor, hadi saç bonesini geçtim hastayken öksürerek ocağın başına geçiyorlar. Bu şartlar altında yemek yiyemem." Bizler barbar insanlardık öyle onun dünyasındaki gibi özenli olmak yerine sürekli harp halinde olduğumuz için savaş önceliğimizdi. Çoğumuzun hayatı kılıçlarla harp meydanında geçerken bir yemeğin ne şartlarda piştiği düşündüğümüz son şey bile değildi. Ancak onu da anlıyorum farklı şartlar altında büyümüşken çoğu şeyi yadırgaması normal.

Cezası bitince yeniden bedenine dönmesine izin verdiğimde bu konuyla ilgili bir şeyler yapacağım.

"Peki şimdi ne yapıyorsun?"

"Kendime börek yapacağım haşhaşlı, sever misiniz? Aslında ben pek haşhaş sevmem ama dolapta bulduğum malzemeler sınırlı."

"Hamur işleri pek sevmem. Yemek yapmayı biliyor musun?"

"Benim yapamadığım bir şey olamaz, buna yemekler de dahil." Sürekli bir konağın hanımıyım diye övünürken o zenginliğin içinde yemek yapmasını nasıl öğrendi? Burada da dikkat etmem gereken gözden kaçırdığım bir şeyler olduğunu hissediyorum.

"Ama bu minicik ellerle hamur yoğuramıyorum, üstelik burayı çocuk bedeninde temizlemem de uzun sürer." Sevimlice gülümseyerek beni kandırmaya çalışıyordu. "Cezamı çektim ben, hadi beni bedenime gönderin." Henüz değil, iyice sürünüp akıllanmadan olmaz.

"Beni ikna etmelisin bu konuda, bir daha hiçbir bedene girmeyeceğine beni inandırmalısın."

"Söz veriyorum." Gerçekten pişman olduğunu görmeden verdiği hiçbir söze inanacak değilim. "Henüz değil." Kapıdan uzaklaşarak ona yaklaştım bu kadar küçükken böreği yapması imkansız. "Bana sorun çıkarmaman için uzun süre böyle kalacaksın." Hep beni kızdıran oydu şimdi her şey tersine dönmüşken neden biraz eğlenmeyeyim?

"Siz şimdi beni bedenime geri göndermiyor musunuz?"

"Hayır."

"Güzel." Atlayarak masadan inince onu görmek için başımı bir hayli eğmem gerekiyordu. "Ben değil siz isteyeceksiniz beni geri göndermeyi." Omuzlarını dikleştirip önüne düşen at kuyruğu saçını büyük bir kibirle geriye savurunca sanırım bazı şeyler çocukken bile değişmiyordu. "Şimdi izninizle ben oynamaya gidiyorum." Ne dedi şimdi bu? Oynamaya mı? Şaka yapıyor olmalı.

"Oynamak?"

"Evet oynamak! Hani bir çocuğum ya ben, haliyle oyun da oynayabilirim!" Koşarak mutfaktan çıkınca sanırım ne yapmaya çalıştığını anladım. Küçük Oyunbaz böyle çocukça hareketlerle beni bıktıracağını sanıyorsa yanılıyor çünkü fazlasıyla sabırlı biriyimdir.

Kulübeden çıkınca her yanı un içinde bana küsmüş bir şekilde önümde paytak adımlarla yürümesi çok komikti. Küçük adımlarını yere vura vura yürümesi beni daha çok eğlendiriyor haberi yok. Ben ne oynayacağını merak ederken o da kararsızdı ancak sırf sözünü çiğnememek için bir arayış içinde olduğunu biliyorum. Kulübeleri geçince az ileride ahırların olduğu tarafı görünce bana doğru dönüp sırıttı. Tam şuanda aklından ne geçiyor gerçekten merak ediyorum. Koşarak ahırlara doğru giden çocuğu sakin adımlarla takip ediyordum. Tavuk kümesinin kapısını açarak içeri girdi. Etrafı çitlerle çevrili olduğu için tavukların çoğu tahta örgünün içinde yemlerini yiyordu. "Orada ne var?" Kulübeyi andıran kümesi gösteriyordu. Tahta kapıyı kapatarak sırtımı çitlere dayarken, "Neden gidip kendin bakmıyorsun?" Kuluçkaya yatan ya da yumurtlayan tavuklar vardı içeride ama sanırım bunlar onun için yeni şeylerdi.

Kümesin içine girince kollarımı göğsümde birleştirerek onu bekliyordum. Umarım bir tavuğun altında yumurta almaya falan kalkışmazdı çünkü bunu doğru şekilde yapmayı bilmiyorsa tavuklarla küçük bir savaş yaşayabilir. Sabırsızca dışarı çıkmasını beklerken sadece dakikalar içinde kümesin içinde birçok gıdaklayan tavuk telaşlı kanatlar çırparak dışarı kaçışıyordu. Sanki kümese tilki girmiş gibi panikleyen tavukların çıkardığı sesler çoğalınca iyice meraklandım. Ne yapıyor bu içeride? Onları boğazlıyor mu? "Ay ben seni yerim ama!!" İçeride heyecanlı haykırışını duyunca tavukların başı beladaydı sanırım. Börek yapmayı başaramayınca anlaşılan karnını farklı bir yolda doyurmaya karar vermiş olmalı.

Biraz sonra kümesin içinde yüzü gözü un içinde kabaran saçlarının her yanında tüyler uçuşurken küçücük boyuna rağmen kucağında kocaman bir horozu sıkıca tutan bir çocuk belirdi. "Bu tavuk benim olsun mu?" Gözlerini kırpıştırarak sevimlice bana bakıyordu. Oynamak derken kastettiği şey bu olamaz değil mi?

"O bir tavuk değil horoz, ait olduğu yerde kalmalı." Oyun oynamak için daha farklı bir şey bulması gerekiyor.

Horozu boğmak istercesine kucağına bastırırken zavallı hayvanın çırpınışlarıyla zerre ilgilendiği yok. "Bana ne ben bunu istiyorum!" Şu anda inatçı çocuklardan farkı yok.

"Elzem çocukluk yapmayı bırak gidiyoruz." Üzerinde incecik bir elbise varken biraz daha oyalanırsa üşütüp hasta olacak. Neden kulübeden çıkarken bir pelerin ya da hırka giymedi ki.

"Çocukluk?" Sıkı sıkıya tuttuğu horozu daha bir göğsüne bastırdı. "Beni bir çocuğun bedenine hapseden biri mi söylüyor bunları?" Bir ayağını inatla yere vurdu. "Bu tavuğu istiyorum!" Neden ona ısrarla tavuk diyor ki? Daha tavuk ve horuzu birbirinden ayırt edemezken onunla ne yapacak!

Kaşlarımı çattığımda yine beni sinirlendirmeyi başarmıştı. "Onu alacaksın ama akşam yemeğinde tabağında!"

"Cani adam!" Horozu alıp yere fırlatmasını hayretler içinde izledim. "Küstüm ben size bir daha konuşmayacağım." Somurtarak başını çevirince artık ne gördüyse gözlerinde aynı oyunbaz ışıltı. "Şimdi gidip şuradaki boğalarla oynayacağım peşimden gelmeyin!" Bu konuda ciddi olamaz değil mi?

Başımı çevirip biraz ilerideki sığır mandırasını görünce dışarıda devasa siyah boğalara sinsice baktığını görmek yüz kızartıcı bir küfür savurmamı sağladı. "Elzem sabrımı sınama boğalar bir çocuk için çok tehlikeli! Tanrı aşkına neden gidip sütünü içerek uyumuyorsun?"

"Sanırım şu siyah olan boğanın sırtına bineceğim." Ya sabır!

"Hayır bunu yapmayacaksın." Koşarak çitlerin üzerinden atlayınca, "Elzem dedim! Buraya gel kahrolası kadın!" Parmak kadar boyuyla o çitlerin üzerinden atladığına inanamıyorum!

Aceleyle kümesin kapısını kapattığımda o çoktan mandıralara yetişmişti. "Elzem sakın!" Koşmaya başlamak kendimde beklediğim bir şey değildi çünkü sakin bir mizacım olduğu için en son ne zaman koştum onu bile hatırlamıyorum. On üç yaşındayken olabilir mi? Bu çılgın kadın ilklerime gebeydi. Ahırın kapısını itmeye başladığı an belinden yakalayıp tıpkı bir çuval gibi onu omuzuma attım. "Bu yaptığın delilik!" Öfkeyle bağırmam omuzumda baş aşağı sallanan çocuğu hiç etkilemiş olacak ki neşeli kıkırtısını duydum. "Vay canına buradan bakınca yer çok uzak hadi uçakçılık oynayalım. Karnımdan tutarak beni havada çevirir misiniz uçak olmak istiyorum!" Çıldırmış olmalı!

Ayaklarını tek elimle tutarak hızlı adımlarla onu buradan çıkartırken sinirlerimi bozmaya yemin etmiş gibi hâlâ konuşuyordu. "Uçak olmak istiyorum dedim helikopter de olur." O saydığı şeylerin ne olduğunu bile bilmiyorum.

"Neden insan olmayı denemiyorsun? Ya da çocuk?"

"İnsan uçak olmak istiyorum."

"Elzem kes şunu yoksa seni baş aşağı yere atarım."

"Mini mini bir kuş donmuştur pencereme konmuştur. Aldım onu içeriye cik cik cik ötsün diye-" Garip bir şarkı tutturduğunda bir anda susup ellerini omuzlarıma bastırarak kucağıma iyice yerleşti. Artık baş aşağı sallanmıyordu çünkü tek bir kolumla onu göğsümde tutuyordum. "Ben kuş olayım mı?" Çipil çipil gözleri büyük bir hevesle bana bakarken başımı geriye atarak güldüm. "Sen iflah olmazsın."

"Ben iflah olmak istemiyorum kuş olmak istiyorum. İndir beni çatıya çıkıp uçmayı deneyeceğim." Kendi gibi davranmıyor.

"Yere inmeyi unut çocuk kadın, çatıya çıkmayı da öyle."

"Ben şimdi çocuk oldum ya, hani ben küçüğüm sizde çok büyüksünüz?"

"Evet."

"Size abi diyebilir miyim ya da amca?"

"Kendi iyiliğin için sus Elzem!" Ciddi ciddi bunu sordu mu bana? Tam bir baş belası!

Nihayet kaldığı kulübenin olduğu yere gelince kulübenin önünde etrafına bakınıp, "Cennet!" diye bağırıp onu arayan Elif hatunu görünce yutkunarak kollarını sıkıca boynuma doladı. "Lütfen beni ona vermeyin bu kadın bir cadı! Kulübedeki Elzem bebeğe neler yaptığını tahmin bile edemezsiniz. Dün arenada ölmedim diye tüm gece korkudan aklımı başımdan alacak şeyler yaptı zavallı bebeğe. Sanırım artık Elzem bebek yaşamıyor." Ne saçmalıyor bilmiyorum ama az önce beni peşinden koşturduğu için onu annesine vermekten daha fazlasını yapacağım.

Her konuda benimle yarışıp bana meydan okumasını seviyordu, işin garip tarafı aramızdaki bu rekabet benimde hoşuma gitmeye başlamıştı. Şimdi tüm kartlar benim elimdeyken o tekrar atakta bulunana kadar bunu en güzel şekilde kullanacağım.

"Elif hatun." Kadının yanına gidip Elzem'i tüm itirazlarına rağmen yere indirdim. "Kızınız az önce canımı sıkacak çok fazla şey yaptı." Soğuk bir yüz ifadesiyle somurtarak ayakta duran çocuğu gösterdim. "Sizce ona nasıl bir ceza vermeliyim?" Onu kucağıma aldığım için siyah kazağıma bulaşan un lekelerini gösterdim. "Şu anda çok kızgınım, onu kırbaçlatacak kadar. Beni anlıyor musunuz?" Üzerinde hakimiyet kurduğumda korkudan rengi atan kadın bunu gerçekten yapacağıma inanıyordu çünkü kırbaç cezası yıllardır her yerde süregelen ağır cezalardan biriydi. Ancak aynı zamanda benim asla tastiklemediğim cezalardan biriydi. Tabii o bunu bilmiyor.

"Af-affedin efendim." Kadın korkuyla önümde iki büklüm eğilince bundan zevk alan küçük baş belasının yüzü gülmüştü. "Onu yıkayın iyice temizlensin ve sakın yanınızdan ayırmayın tekrar bana sorun çıkarırsa bu sefer affedici olmam." Sert bir sesle onu uyardığımda kahya telaşla başını saklarken Elzem artık gülmüyordu. "Yıkamak?" Yutkunduğunda bunu yapamazsın dercesine bana bakıyordu. "Düşündüğüm şekilde yıkamak mı? Asla kimse bana dokunamaz bu çok küçük düşürücü!" Bağırmaya başlayınca beni iyice kızdırmaktan korkan kadın şuanda ne kadar çok eğlendiğimden habersiz, "Cennet kapat o çeneni!" Onu azarlayıp kucağına alınca, "Rica ederim indir beni! Kimse beni böyle aşağılayamaz buna izin vermem!" Bağırıp deli gibi çırpınsa da kahya onu bir an önce benden uzaklaştırmak istediği için çırpınan çocuğu sıkıca tutuyor adeta koşar adım akademiye doğru gidiyordu. Kendimi büyük bir savaşa hazırlasam iyi olacak çünkü onu biraz tanıdıysam Elif hatun onu yıkamayı başarırsa bunun intikamını alırdı benden.

"Sana beni bırak diyorum! Bu lanet yerde kişisel haklarım ihlal ediliyor!"

"Cennet sus dedim! Sana neler oluyor bilmiyorum ama umarım düşündüğüm gibi o küstah Oyunbaz ile gizlice zaman geçirmiyorsundur çünkü onu taklit etmeye başlamış gibisin!!" Aslında o küstah Oyunbazın ta kendisiydi, ama onun bir aykırı olduğundan haberi olmadığı için kollarında tuttuğu kızının bedeninde olacağı aklının ucundan bile geçmiyordu. Eğer onun Elzem olduğunu anlarsa gözünü bile kırpmadan sırf Elzem'den kurtulmak için kendi kızını bile acımadan öldürecek biri olduğunu biliyorum. Evet Efsun'un tüm pis işlerini yapan bu kadının neler yapabileceğini çok iyi biliyorum, özellikle Oyunbazlara. Arafta hiçbir ırk birbirinden hoşlanmazdı ancak hepsinin tek ortak noktası Oyunbazlardan daha çok nefret etmesi. Gazi pek de örnek bir lider değildi özellikle diğer klanlara yaptıklarıyla kötü bir şöhret kazanmışken. Durum böyle olunca tek müttefiklerinin Işıktan gelenler olmasına şaşmamak gerek. Oyunbazlar güvenilmez yaratıklardı ancak Elzem hiç birine benzemiyordu. Gaddarlıkla bilinen bir ırktan gelirken o kimseye zarar vermemek için kendi doğasına karşı gelerek beslenmeyi ısrarla reddederken onu diğer Oyunbazlar ile bir tutamam. Lakin beslenmeye başlayınca kendi klanındakilere dönüşür mü işte bunu kestiremiyorum. Acımasızlık onların kanında dolaşırken onun buna ne kadar direneceğini tahmin etmek zor.

Oyunbazlar asla geri dönmemeli, özellikle onların klanında artık bir aykırı varken asla yeniden var olmalılar.



























Instagram'daki çekilişimizi eminim çoğu kişi biliyordur değil mi? Şimdi çekilişimizin kazananını açıklıyorum. hmyraozturk Bu bölümü sana ithaf ediyorum canım ve tebrik ederim.💙💙💙💙

Evet bu bölümü Savcı'dan okudunuz peki nasıl buldunuz? Aslında bundan sonraki yeni bölümde Savcı'dan olacak çünkü Elzem'in gizemini çözmeye çalışırken sizinde bunu okuması için böyle gerekiyor.

Şimdilik Savcı avantajlı olan taraf olduğu için bir çocuk bedenine hapsettiği Elzem'i süründürerek zevk alıyor. Ancak yeni bölümlerde bu değişebilir malum hiçbir meydan okumanın altında kalmayan Oyunbaz kızımız bir atakta bulunup skoru eşitleyebilir.

Hafız'ın Elzem'in zihninde gördüğü mühürlü kapının arkasında ne olabilir tahmini olan var mı? Herkesi böyle ürküten geçmişinde neler var sizce?

Ebrar, yani ölüler diyarının gardiyanı bu bölümde Savcı'ya çok az kaldı derken ne kastetti sizce? Savcı'nın ölüler diyarının gardiyanı ile ne işi olabilir?

Elzem'in anneannesinin Elzem'e gönderdiği pusula yani mektupta ne yazıyor sizce? Savcı mektubu Elzem'e verecek mi dersiniz?

Bu bölümde diğer kalkanları pek okumadınız sebebi dersler dışında Savcı'nın hiç biriyle muhatap olmaması. Bölüm onda olduğu için haliyle kızlar da pek yoktu. Ancak çok az da olsa göründüler, gördüğünüz gibi Itır ablasının arenada onu yalnız bıraktığını düşündüğü için kırgın. Elzem ona gerçekleri anlatır mı dersiniz?

Mara ise hâlâ nasıl kaybettiğinin şaşkınlığını yaşıyor görüldüğü gibi. O altınları kaybetmek onun gibi biri için çok kötü olmalı.

Ve Doğa? Asil'in duygularının farkında olduğunu kimler tahmin etmişti? Gerçi anlamamak için aptal olmak gerekirdi çünkü Asil neredeyse ilk günden beri duygularını ondan hiç gizlemedi. Doğrudan olmasa da her fırsatta dolaylı yollardan bunu ona gösterdi. Peki onun duygularını bilmesine rağmen Doğa'nın bu kayıtsızlığına ne demeli?

Arkadaşlar en çok şu konuda şikayet alıyorum. Bölümlerde favoriniz olan karekterlerin fazla yer edinmesi konusunda. Şöyle anlatayım hikayemizde çok fazla karakter var ve daha da olacak. Koskoca araf üç silahşörler, kalkanlar ve Savcı ile Elzem'den ibaret değil. Klanların güç savaşı var ve bunu daha ön planda tutmam için araftaki çoğu karekteri uzun uzun yazmalıyım. Başrol Elzem ve Savcı olduğu için onlara daha ağırlık veriyorum çünkü olması gereken bu. Lakin bir bölümde karekterlerin biri olmazsa diğer bölümde mutlaka az da olsa ona yer vermeye çalışıyorum fakat hepsinin bolca olduğu bir bölüm yazmam mümkün değil çünkü bölüme sığmıyorlar. Örneğin aklımda sadece bir bölümü Savcı'ya vermek vardı ancak 8000'lik bir kelimeden oluşan bu bölüme rağmen aklımda Savcı'yla ilgili olan kurguyu bu bölüme sığdıramadım. Bu hikayemizde neredeyse her bölüm en az 6000, en fazla 8000 kelimeden oluşuyor. Bu tek bir bölüm normal bir kitabın aslında 15 veya 20 bölümü ediyor tahminimce. Yani buna rağmen bu uzun bölümlere rağmen tüm karekterleri bölüme sığdıramıyorum.

Son olarak Savcı gördüğünüz gibi Elzem'in sırrını öğrenmeyi kafasına koymuş durumda, peki bunu başarabilecek mi dersiniz?

Yeni bölümde görüşmek dileğiyle hepiniz Allah'a emanet olun canlarım.

Ve lütfen sorularınız için ya beni takip edin ya da panoma bakın çünkü takip etmeyenler yaptığım duyuruyu görmediği gibi panomu kaydırarak biraz aşağıdaki yorumlara da bakmıyor. Yemin ederim gerek Instagram'da gerek ise burada özelde Yaralasar'ı silmediği seslendirildiği için kaldırdığımı her salı bölüm geleceğini söylemekten canım çıktı. Diğer soru ise diğer kitaplarımı silmeyeceğimi söylemek bunun sadece Fısıltı için geçerli olduğuyla ilgili açıklama yapmak. Tabii Pinokyo neden yok diye de çok fazla soru geliyor. Aynı sorular sürekli ve o kadar çok geliyor ki aynı cevapları vermekten verem oldum. En son buna da bir çare buldum tüm cevapları uzun uzun yazarak kopyaladım. Şimdi biri Yaralasarın bölümleri neden yok dese benim cevabım Yaralasardan başlayıp Pinokyodan bittiği için karşımdaki küçük çaplı bir şok yaşıyor. Bir soruya karşılık işimi garantiye alıp on soruluk cevap vermeyen de ne bileyim yani. 🙈

Continue Reading

You'll Also Like

56.6K 4.2K 31
Altı elementin bulunduğu bir okul. Bu okula her şeyden habersiz, bir gece yarısı zorla kaçırılıp getirilen bir baş rol. Annesiyle aynı gece kaçırılıp...
5.2K 330 13
Acılı aile geçmişim ve bunun getirdiği travmalar sonucu kök salmış bir saplantılı sevgi, bu zehirli köklerin içerisine düşmüş bir çift ela göz ve bun...
8.2K 576 15
Ben senin annen olurum dedi bu sözü kalbimde ki benim bile unuttuğum yaralarımı sarmıştı ama, tekrar annem gibi gidişi ile o yaralar hiç olmadığı kad...
23.4M 1.4M 77
Doğum gününden sonra, kardeşiyle eğlenmek için konsere giden bir genç kız... Fırtına yüzünden iptal olan konserden eve dönmeye çalışırken, kendini bi...