VELİAHTLAR 2 - ENSAL

By tubux2

225K 12.8K 4.8K

Her bir yaprak kendi yazdığı hikayenin başrolünü üstlendi. Tek tek kaleme aldı tüm geleceğini... Masal & Enes... More

Başlamadan Önce...
KÖRDÜĞÜM ♥ 1
KÖRDÜĞÜM ♥ 2
KÖRDÜĞÜM ♥ 3
KÖRDÜĞÜM ♥ 4
KÖRDÜĞÜM ♥ 6
KÖRDÜĞÜM ♥ 7
KÖRDÜĞÜM ♥ 8
KÖRDÜĞÜM ♥ 9
KÖRDÜĞÜM ♥ 10
KÖRDÜĞÜM ♥ 11
KÖRDÜĞÜM ♥ 12
KÖRDÜĞÜM ♥ 13
KÖRDÜĞÜM ♥ 14
KÖRDÜĞÜM ♥ 15
KÖRDÜĞÜM ♥ 16
KÖRDÜĞÜM ♥ 17
KÖRDÜĞÜM ♥ 18
KÖRDÜĞÜM ♥ 19
KÖRDÜĞÜM ♥ 20
SEZON FİNALİ
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
Yoklama Listesi
3. Kitaptan bir kuple

KÖRDÜĞÜM ♥ 5

6.4K 335 158
By tubux2


ENES

Sabaha karşı kapının yumruklanmasıyla gözünüzü açmak dayak yemekten farksızdı. İlk şoku atlattıktan sonra apar topar ayaklandım. "Ne oluyor?" Koridorda karşılaştığım Deniz'de benim gibi yatağından fırlamış gibi görünüyordu. Fakat onu itekleyen şey korkuydu. Beni ise merak... "Öğreneceğiz," diyerek apartmanı başımıza toplayacak olan gürültüye doğru yürüdüm. Kapı deliğinden apartman holünü kontrol ettiğimde tanımadığım ama daha önce gördüğüme emin olduğum tiplerden biriyle göz göze geldim.

"Enes Bey?"

Ona baktığımı fark eden adam, seslenirken çekimserdi. O çalmaya bakılırsa, evimin burası olduğuna emindi ama tek başıma olup olmadığımı bilmiyordu. Sessizliğimi işine geldiği gibi yorarak "Kapıyı açmanızı rica ediyorum," diye ekledi. Az önceki gürültü düşünülürse, bu kibarlık, ricadan çok uzak bir istekti. Yanı başımda nefesini tutmuş Deniz'e baktım. Böyle baskınlara alışık olmayan bünyesi haklı olarak durumu sorguluyordu. "Kim bunlar?" Ses çıkarmadan dudaklarını kıpırdattı. Bir tahminim vardı ama bu kadar tantanaya gerek var mıydı, işte bundan emin eğildim.

Elim kapı kilitlerinin üzerine gitti. Deniz çevik bir hareketle beni durdurdu. "Ne yapıyorsun?!" Sessiz yakarışına belli belirsiz gülümsedim ve merak etmemesini belli eden bir bakış attım. Yine de itiraz ederek "Polise haber verelim," dedi. Savcı olmaya ant etmiş bir adam olarak, her olayda polise haber verirsem davaların içinden çıkamazdım. Bu tür olaylara alışmam gerekiyordu Nasıl yönetmem gerektiğini de öğrenmeliydim. Bu baskın, benim için bulunmaz bir fırsattı anlayacağı. "Ben hallederim." Ona verdiğim güvenceye sığınarak ellerini birkaç seferde çekti ama hala en ufak bir sıkıntıda engelleyebilmesi için fazla uzaklaşmadı. Kilitleri mümkün olduğunca sessiz çevirdim ve kapıyı açmak için geri çekildim.

Karşıma çıkan üç adamdan bana en yakın duranı "Demir Bey sizinle konuşmak istiyor," dedi. Ardımdaki nefesin sesi kesildi. Bense bu hesaplaşmanın er ya da geç geleceğini bildiğim için şok tanımına uyan hiçbir şey yapmadım. Aksine "Gidelim," diyerek botlarımı ayağıma geçirdim. "Saçmalama Enes, nereye gidiyorsun?" Deniz sesinin korkusuz çıkmasına büyük bir çaba harcasa da başaramıyordu. O da bu anın geleceğinden emindi oysaki ama belli ki bu kadar erken olacağını beklemiyordu. 

"Birkaç saate gelirim."

"Bende geliyorum."

Gülümsedim. Her zorluğa birlikte göğüs germeye alıştığım çocuğun bu teklifi şaşırtmamıştı. Aksine ne zaman geleceğini merak ediyordum. Deniz montunu almaya çalışırken "Sen burada beni bekle. Ben işim bitince geleceğim," dedim her bir kelimeyi sakince vurgulayarak. Bu, 'birkaç saat içinde benden haber alamazsan asıl polise git' demekle eş değerdi. Deniz anında mesajı aldı. İçinin rahat etmediğini biliyordum ama teklifi kabul etmek zorundaydı. Bu ondan çok benim iyiliğim için gerekliydi.

"Dikkatli ol."

Başımı merak etmemesini belli edercesine salladım. Elindeki montu bana uzattı. Aceleden benimkini aldığını fark etmemiş olmalıydı. Minnettar bir bakışla montu aldım ve arkamdaki adamların sabırsızlığını kışkırtmamak adına hızlıca üzerime geçirdim. Deniz'in gözleri "Senden haber bekliyorum," derken kısacık bir an sol tarafıma doğru kaydı. Ona bakmıyor olsam büyük ihtimalle kaçıracağım kadar hızlı bir hareketti bu ama sol cebimdeki ağırlığı hissetmeme yetecek kadarda etkiliydi. Üzerimi düzeltir gibi yapıp elimi montta, özellikle sol göğüs cebine denk gelen yerde dolaştırdım. Benimkisi odamda olduğuna göre Deniz hangi ara kendi telefonunu montun cebine sokmuştu. El çabukluğu marifeti diye buna deniyordu. Bu çocuğun planlı hareketlerinden korkulurdu. "Merak etme. İlk fırsatta haber vereceğim." Deniz ciddi bir tavırla başını sert bir şekilde kıpırdattı.

"Merak etmiyorum. Bekliyorum."

*

"Korktuğunuz şeylerle savaşmak güçtü. Çünkü cesaretiniz pamuk ipliğine bağlı olurdu ve bu ipliğin sizi ne zaman, nerede, hangi koşulda yarı yolda bırakacağını hiçbir zaman bilemezdiniz. Bu yüzden ya korkmadan yaşamalıydınız ya da yaşadığınız ölçüde korkmalıydınız."

Bu sözleri söyleyen adam, belki şu an nefes almıyordu ama hayat üzerine verdiği tüm dersleri benimle beraber yaşıyordu. Korkusuzluğumun büyük bir nedeni o adamdı; Babam. Bana doğruyu, yanlışı, neyin peşinden gitmem gerektiğini, nerede haddimi bileceğimi, kısacası adamına göre muameleyi öğretmişti. Hem de ecelinin geleceği tarihi bilirmişçesine... Ölmeden önce verdiği sözlerin altında mutlaka imzası olurdu. Gitmeyeceğinin altında duransa kefeniydi.

"Arkadaşlar sizi Demir Bey'e götürecek."

Arabanın durduğunu bile fark etmemiştim. Gözlerimi çevrede dolaştırdım. Büyük bir bahçenin içerisindeydim. Sökmekte olan şafağın çok az renginin vurduğu villa, karanlığa gömülüydü. Arabanın farları dışında tek bir ışık yoktu. Terk edilmiş bir görüntüsüne rağmen çevre fazla bakımlı duruyordu. Kapalı duran ahşap panjurları cilalı, taş duvarları eksiksiz görünüyordu. Gösterişli giriş kapısının önünde yunan heykellerini andıran iki kolon vardı ve sanki tüm binayı onlar taşıyordu. Villanın bir bölümünü kaplayan sarmaşık ise, bu heykellerin ayakucunda bitiyordu.

"Buyurun Enes Bey."

Aracın önünde bekleyen iki adamın bakışları arasında aşağı indim. Uyandırış biçimleri ne kadar kaba saba olsa da, o andan sonraki her hareketleri örnek alınacak bir kibarlıktaydı. Belki de saatin erkenliği ya da uyku sersemliği kapı çalışlarını kaba algılamama neden olmuştu. Biri önden, bize yolu gösterircesine yürümeye başladı. Diğeri ise herhangi bir aksiyonumu engellemek ister gibi arkamdaydı. Yeni kesilmiş çim kokusunun yükseldiği bahçenin içindeki patikamsı yoldan taş binanın arkasına doğru yürüdük. Karanlık her adımda bir tık daha yumuşadı. Sanırım, havuz olduğunu düşündüğüm yerin aydınlatmalarının yarattığı ışık yansıması bize kadar ulaşıyordu. Giriş kapısının şaşası, arka kısımda da devam ediyordu. Havuza açılan kapı aralıktı ama içeride hiç ışık yoktu.

"Demir Bey sizi bekliyor."

Nereye gideceğimi çok iyi bildiğim için adamları arkamda bıraktım ve aralık olan kapıdan karanlığa doğru adım attım. Gözüm alışana kadar eşikte beklemeyi düşünürken bir anda içerisi loşta olsa aydınlandı. Tam karşımda, yaşının aksi ama yakıştırmış bir görüntüyle duran adam, ne yaşarsa yaşasın heybetinden hiçbir şey kaybetmeyeceğe benziyordu. Hatta yaşanan kötü olaylar, onu canlı tutuyormuş gibi düşündüren bir izlenimi vardı.

"Enes Sert."

Dehşet veren, tok sesi adımın yanına soyadımı da eklemişti. Bu seninle ilgili birçok şeyi biliyorum gözdağıydı ve kim olursa olsun, tedirgin edici olduğu kadar merak uyandırıcı bir sesleniş biçimiydi. Benimle ilgili neleri biliyordu mesela? Bir süre yüzümü öylece izledi. Onun öylesine yaptığı sıradan bir hareket, karşısındaki insanın bam telini sızlatacak bir güç barındırıyordu. Böylesine güçlü bir etki bırakmak herkesin harcı değildi.

"Hoş geldin."

"Hoş getirildim desek daha doğru olur sanırım."

İğneleyici cümleme ithafen "Sabah sabah uykundan uyandırdık ama önemli bir konuda yardımına ihtiyacım var," dedi. Soğuk nezaketiyle sınırları asla aşmıyordu. Yardıma mı ihtiyacı vardı? Onun gibi birinin? Hem de benden, kızını kaçıran adamdan...

"Hangi konuda?"

Başıyla onu takip etmemi belli eden bir hareket yaptı. Arkasını dönüp ilerideki kör bir noktaya doğru yürüdü. Belli ki bir şey ya da bir yer gösterecekti. Peşinden gidip gitmemek konusunda kararsız kalmak, sadece korktuğumu düşündürürdü ve ben o adamdan korkmayı çok uzun zamandır bırakmıştım. Bu nedenle sorgulamadan peşinden ilerledim. 

Geniş bir kapıdan geçtik. Karşımıza çıkan merdivenler, bizi eski bir mahzenin girişine kadar getirdi. İleride bir grup insan vardı. Daha doğrusu bir insanın başında bekleyen birkaç kişiye aitti bu görüntü ve kesinlikle geldiğimizi fark etmeyecek kadar meşgul görünüyorlardı.

"Kızımı kurtarmışsın."

Durumu anlamaya çalışırken "Ha?" gibi bir ses dudaklarımdan döküldü. Bu tamamen boş bulunmanın verdiği bir gafletti. Demir Kara bu şaşkınlığımı kaçırmadı. "Kızımı kurtarmadın mı?" Tuzaklı bir soruydu ama kendi için sormuş olamazdı. Masal'ı ondan kurtarmak için kaçırdığımı düşünüyor olsa, fazla konuşturmazdı sanırım. O zaman ufaklık babasına ne anlatmıştı?

Gözlerim ilerideki gruba tekrar çevrildi. Tam ortada, bir sandalyeye oturtulmuş çocuğun konuyla bağlantısı olmalıydı. Etrafındaki düzenekler, her yanından uzanan kablolar ve adamların ellerindeki malzemeler gerilim filminden fırlamışlar gibi hissettiriyordu. "Masal'ın anlattığına göre, onu bir adamın elinden kurtarmışsın." Düşüncelerimi destekleyen sözler, yarışma alanında yaşananları tekrar hafızamda canlandırdı. Masal'ın bir çocukla arbedesini hatırlayınca "Evet. Doğru," dedim. Bir anlığına derin bir nefes alan Demir Kara rahatlamış göründü. Sanırım sessizliğim ona da kızının yalan söylediğini düşündürmüştü.

"Masal'ın tarifinden ve yarışma alanındaki görüntülerden çıkardığımız adamın son teşhisini senin yapmanı istiyorum. Sonuçta Masal'dan sonra onu en iyi gören sensin."

Kendinden emin tavrı, ortamın içimi ürperten soğuk havasını sanki tenime sızdırmıştı. Yine de dışım çelik gibiydi ve her zaman doğrudan yana olan yeminim, burada da geçerliydi. Her ne yaşanacaksa yaşansın...

"Ama benim sahneden gördüğüm kişiyi tanımam-"

"Sadece sahneden mi gördün?"

Sustum. Nedense bu sorunun altında da bir tuzak olduğunu düşünüyordum. Vereceğim yanlış bir cevap ufaklığı yakabilirdi. Elim, kolum bağlanmış gibi hissettim. Kafasından geçenleri normalde de çözemiyordum ki, babasına ne anlattığını tahmin edeyim ve onu kurtarayım...

"Hayır."

Kendimden emin vermediğim cevap, Demir Kara'nın dikkatinden kaçmadı. Yüzüne beton dökülmüş gibi mimiksiz olan adam "Hayır," dedi beni tekrarlayarak. Aslında bu, başka nerede gördüğümü söylemeye devam etmem içindi. Fakat konuşmadan önce Masal'ın ne söylemiş olabileceğini bulmam gerekiyordu. Babası bana nefretle bakmadığına hatta yardım istediğine göre, beni olaylara karıştırmamıştı. En azından kötü anlamda... Bu ortamdaki tavra bakılırsa da bütün her şeyin suçlusu belliydi. Yoksa en yakın arkadaşı ölüm kalım savaşı verirken neden yana yakıla bu çocuğu bulmalarını istesindi ki... Lakin anlamadığım, o çocuğun gerçekten bu muameleyi hak edip etmediğiydi. Tabi ki Ufaklığa yaptığı saldırı kabul edilemezdi ama etrafındaki harekete bakılırsa, acımasız bir işkenceyi de hak etmiyordu. Yoksa Masal, bizi aklamak için bu garibanımı ortaya atmıştı? Eğer öyle bir şey varsa, benden çekeceği vardı ama bu çocuk bizim suçumuzun cezasını çekmemeliydi. En azından akıllarından geçen ağır bedeli ödememeliydi.

"Sessizliğine bakılırsa olayı sadece sahneden gördün. Adamı da... Doğru mu anladım?"

Nihayet imalar ve kafa karıştırıcı çift anlamdan uzak, normal bir soru sormuştu. Kasılan çenesine rağmen kaygısız bir ifadeye bürünmeyi başardığı yüzünü ovalıyordu. Bunu onaylamam, çocuğu kurtarırdı belki. Fakat benim kızıyla ne işim olduğunu açıklamamı gerektirecekti. Masal'ın da bunca derdinin üzerine birde söylediği yalan eklenecekti. Babasının vereceği tepki de az çok bakışlarından belli oluyordu ve hoş değildi. Bir anlık koruma içgüdüsüyle "Hayır, doğru olduğunu söyleyemem," dedim. "Evet kızınız yarışma sırasında bir sıkıntı yaşadı. Ona bir şekilde yardım etmeye çalıştım. Sonra beni yönlendiren yine kızınız oldu. Ben sıkıntı yaşamaması için elimden geleni yaptım. O kalabalık içerisinde, sıkıntı yaşadığı kişinin yüzü hayal meyal seçiliyordu. Bu yüzden sessiz kaldım, sizi yanlış yönlendirmek istemiyorum." Hem kendimi, hem Masal'ı, hem de çocuğu kurtarabilmek için gerçeğe bir yerinden ilişen bir şeyler uydurmuştum. Fakat Demir Kara pek tatmin olmuş gibi durmuyordu.

"Biraz daha yakından bakman belki fikrini değiştirir."

Yine başıyla onu takip etmemi işaret etti. O önde, ben arkasında ilerideki gruba doğru yürüdük. Yaklaştıkça aradıkları çocuğun o olduğunu fark ettim. Yalnızca konser alanından farklı görünüyordu. Bir kere sırılsıklam ve nefes nefeseydi. Baştan aşağı birayla yıkanmış gibi de ağır kokuyordu. Yanındaki adamlardan birinin elinde ıslak bir havlu, diğerinin ayakucunda ise şişelerle bira duruyordu. Kafası pek yerinde durmayan çocuk göz göze geldiğimizde beni tanıdı ve boğazı yırtılırcasına bağırdı.

"Kaaaraabaaasaaan!"

Bu bir yardım çağrısı gibiydi. Öyle güçlü kükremişti ki olduğum yere çakıldım. "Karabaaasan!" derken uzun zamandır tutmaya çalıştığını düşündüğüm gözyaşlarını salıverdi. Bu tanıdığın birini görünce yeşeren umuttan ve ruhunun gardını indirmesinden ileri gelen bir refleksti. Diğer herkes gibi Demir Kara'nın da ilgisi benim üzerime kaydı. Hiçbir mimiği oynamayan adamın 'Karabasan' ve benim aramda bağlantı kurmaya çalıştığını düşünerek "Grubumuzun ismi," dedim. Yaptığım açıklamaya "Yani kazananlar," diye cevap verdi. Sahi ya, o da yarışmanın sonuna doğru alana gelmişti ya...

"Ödülünü almak için sahneye çıkmadığına göre, o sıralar kızımlaydın. Bu adam yüzünden mi kaçıyordunuz? Bir daha düşün istersen."

Konuşma tarzı öyle merhametsizdi ki insana doğru bildiklerini unuttururdu. Belli ki bu çocuğa bir süredir işkence yapılıyordu ve bu daha başlangıçtı. Sandalyeye bağlı bile olmadığı halde neden kaçmamıştı ki? "Benden mi? Kimse benden kaçmadı." Saatlerdir bir açıklama bekliyormuş gibi duruyordu. En ufak bir neden, nasılda son bir beyaz bayrak misali yükselmişti yüreğinde. "Yemin ederim, kimseyi kovalamadım. Kimse benden kaçmadı." Ona baktığımı fark edince "Karabasan bir şey söyle," dedi yalvarırcasına. Bana doğru sandalyesinde öne kaydı, ardından bir şey hatırlamış gibi saniye geçmeden eski pozisyonunu aldı. Korku göz bebeklerine kadar işlemişti. Kalkmaması için acı bir tecrübe yaşamış olmalıydı.

"Ben kimseye zarar vermedim. Yemin ederim vermedim."

Başına ne geldiyse, Masal'a yaşattığını misliyle ödemiş olmalıydı. Daha fazlasını kaldırabilecek gibi de durmuyordu. 'Bu kadarlık zulüm yeter' diye düşünerek inkar etmeye karar verdim. Yalan, bazı durumlarda maskelenmiş gerçek değil miydi zaten. Çaresiz bakışlara cevap vermek yerine Demir Kara'ya döndüm.

"Onun olduğunu sanmıyorum"

Yüzünden okunması imkânsız bir ifadeyle bana bakıyordu. Kafasından geçenleri saklamak konusunda benden bile iyiydi. "Emin misin?" diye sordu. Bunu sorarken öyle bir tını kullandı ki sanki bir şeyler biliyordu ve bana doğruları söylemem için son bir şans daha veriyordu. Bir anda söyledikleri hafıza akınıyla zihnime doldu. Masal'ın anlattıklarını ve yarışma görüntülerini incelediklerini söylemişti. Bu çocuğu buldurup getirirken zaten o olduğunu biliyordu. Şu andaki amacı sadece benim yalan söyleyip söylemediğimi test etmekti. Peki ama neden?

"Düşündüğüne göre emin değilsin."

Cümlelerinin bir kısmı sanki aklında gizli bir plan varmışçasına şifreliydi. Çözemiyordum. Bu yüzden geciken cevaplarım, Demir Kara'yı daha da kışkırtıyor gibiydi. "Pekala," diyerek sandalyedeki çocuğa doğru döndü. "Karabasan'ın da senin olduğunu düşündüğüne göre..." Başında duran iki adamına ufak bir hareket yaptı. Elinde havlu olanı, çocuğun kafasını geriye doğru sertçe itti ve ıslak havlu ile yüzünü kapattı.

"Ne olur yapmayın, ne olur."

İnim inim inleyen çocuk, başına gelecekleri bildiği için acıyla yalvarıyordu. Fakat benim dışımda hiçbiri bu yakarışları duyuyor gibiydi. Körü körüne bağlı oldukları patronlarının acımasızlığı öyle bir işlemişti ki kanlarına, en ufak bir azap bile çekmiyorlardı. Ben onlardan biri değildim, bu vicdansızlığa göz yumamazdım. Yapacakları işkenceye müdahale etme ihtiyacı hissederek "Ne yapıyorsunuz?" diye sordum. Hafifçe başını çeviren Demir Kara bana bakma gereği bile duymadı. "Kızımın başından aşağı bira dökmüştü," dedi sıradan bir olaydan bahseder gibi. "Nasıl bir duygu tatsın istedik." Ayağının altındaki büyük fıçı biralardan birini yüklenen adamına da gerekli işareti verdi. Yüzü havlu ile kapatılmış çocuğun burun ve ağız kısmına gelecek şekilde dökülen bira, benim bile nefesimi kesti. Havluyu tutan adam nasıl üzerine çöreklendiyse, çaresizce kıpırdansa da elinden kurtulamıyordu. Böğürme sesleri boğazıma çöreklendi. Tepkisizliğimi korumak konusunda her zaman iyi olsam da bu görüntüye daha fazla sessiz kalabileceğimi sanmıyordum.

"Bırakın."

İşkenceyi yapan adamların üzerine doğru yürürken "Öldüreceksiniz çocuğu," dedim. "Bırakın artık!" Siyah takım elbiseli adamlardan biri, ben daha yanlarına ulaşamadan yolumu kesti. Silahı olduğunu düşündüğüm şeyin üzerine elini koydu. Beni korkutmaya çalışması gülünçtü. Böyle şeylerden yılacak olsam bu mesleği seçmezdim ama şu an yaşama tutunmaya çalışan çocuğun nefesi olmak için durmak zorunda olduğumu hissediyordum. Özellikle de durdurmak...

"Bu kadarı çok fazla," diyerek emri veren adama döndüm ve sözlerimin bu noktasında sustum. Çünkü aramıza merhametsiz bir duvar ören adama hiçbir şekilde ulaşamayacağımı görüyordum. Kör bir nefret taşıyordu. Önünde can çekişen çocuğunda bir babanın evladı olduğunu görmüyordu. Kızı konusunda hassas olabilirdi ama bu kadarı fazla değil miydi? Yoksa bu durum sadece kızından kaynaklı değil miydi? Belki de hastanedeki arkadaşının öcünü de günahsız birinden çıkararak rahatlamaya çalışıyordu. Her ne olursa olsun bu bir vicdansızlıktı. Özellikle de ailesine bu denli bağlı bir baba yüreği için...

"Demir Kara!"

Sesimdeki sertliği ya da çenemin savunmacı bir şekilde kasılmasını engellemedim. Donuk bakışlarını bana çeviren adama "Bu kadarı sizin için bile çok fazla," dedim. "O da bir babanın evladı. Kızınız bu durumu öğrendiğinde nasıl bir açıklama yapacaksınız çok merak ediyorum. Eminim ki sizin bu gaddarlığınızdan zerre kadar haberi yoktur." Her bir kelimede hiddetimi biraz daha açığa vurdum. Tek el hareketiyle adamlarını durdurdu. Gözlerim öksürüklere boğulmuş, nefes nefese olan çocuğa kaydı. Havlunun altından görünen teni kırmızı mor bir renge bürünmüştü. Adamlardan biri hala kafasını sabit tutmaya çalışıyordu. Belli ki patronu bırak demeden de bırakmayacaktı.

"Fazla olan ne biliyor musun?"

Sorusuyla beraber bana doğru dönen Demir Kara'nın gözleri intikam ateşiyle parladı. "Haddin." Ağzındaki iğrenç tattan kurtulmak istiyormuş gibi bu kelimeyi tükürüyormuşçasına telaffuz etti. Bu üslubu kaşlarımın çatılmasına neden oldu. "Kızımı kaçıran biri olmana rağmen sesin fazla çıkıyor delikanlı. İnan bana bu duruma göz yummam yeterince zorken, beni kışkırtma." Ortam ucu açıktaki bir kabloya dokunulmuş gibi gerildi. "Burada olan, burada kalacak. Senin iyiliğin için." Gece yaşanan her şeyi bildiğine dair bir izlenime kapıldım. Kızının üzerine bira döken ve tartışan çocuğun hali belliydi. Bizim yakın temasımızı gördüyse, beni cezalandırmaktan onu ne alıkoyuyordu? Masal mı?

Rengi hala düzelmemiş olan çocuğun yanına giden Demir Kara, hafifçe kulağına doğru eğildi.

"Kızıma hangi elinle dokundun?"

İddialı sorusunu alçacık ama buz gibi bir ses tonuyla sarf etmiş olması bakışlarımı sertleştirdi. Hala içindeki öfke sönmemişti. Elimden bir şey gelmeyişinin öfkesiyle yumruklarımı sıktım. İçinde bulunduğum çıkmaz ruh halim ise, çocuğun gözyaşlarından besleniyor gibiydi. Zihnimde canlanmasına izin vermediğim anılarım, en derinlerde huzursuzdu. Onlara izin vermem sadece andan kopmama neden olurdu. Bu yüzden mümkün olduğunca kendimi zapt etmeye çalıştım. Çocuk direnmeden, sorgulamadan titreyen sağ elini havaya kaldırdı. O da farkındaydı laf kalabalığının boşa olduğunun.

"Vücudumuzun en hassas noktası, parmak uçlarıdır. En duyarlı yerleri."

Çocuğun havadaki elini yakaladı ve parmak uçlarını kendine doğru çevirdi. Büyük bir titizlikle incelerken "Ve sen, benim en hassas noktama bu parmaklarla dokunmuşsun," dedi. "Canını acıtmışsın." Bir sıkımlık canı kalan çocuğun elini sertçe sandalyenin kolçağına vurdu. Dur durak bilmeyen acısı, fısıltı gibi yükseldi. Sandalyenin kolundan sarkan parçalardan birini eline aldı. Adamları yardım etmek için öne atıldı ama Demir Kara tek bir nefes alışıyla hepsini muma çevirdi. "Ne oluyor? Ne yapıyorsunuz?" Çocuğun sorgulamalarına cevap vermeyen Demir Kara işine kaldığı yerden devam etti. Çocuğun bileğinden itibaren tüm elini bizzat kendi kolçağa sabitledi. "Karabasan?" Nutkum tutulmuş bir şekilde olanları izliyordum.

"Benim için adalet, damarlarımdaki akan kandan bile fazla biliyor musun?"

Kemerimsi şeyi öyle bir sıktı ki çocuğun eli anında morardı. "Bence senin de," deyip ucunda çuvaldızımsı birkaç iğne bulunan makineyi önüne doğru çekti. "Akacak kanın fazla," deyip iğneleri parmak uçlarına denk gelecek şekilde ayarladı. "O zaman adaletini biraz neden rahatlatmıyoruz." Çocuğun içine korku salan sesi, öfkeli bakışlarıyla perçinlendi. Aklımdan gelip geçenlerin meydana getirdiği sarsıntı, bedenimi ürpertti. Demir Kara usulca geriye çekildi ve ellerini önünde birleştirdi.

"Direnmen sadece daha fazla acı duymana neden olur."

Adamlardan biri makine düzeneklerini çalıştırdı. Yükselen gürültü arasındaki bip sesleri fazla tanıdıktı. Elektroşok aleti miydi o? "Merak etme ölmeyeceksin," diyen Demir Kara'nın dudaklarının kenarına milimetrik bir gülümseme yerleşti. O sırada bilindik bir melodi gergin ortamın içine gök gürültüsü gibi çöktü. Demir Kara, çalan telefonunu cebinden çıkarıp arayan kişiye baktı. "Ama ölmeyi dileyeceksin," diyerek arayan numarayı reddetti ve telefonunu tekrar cebine koyarken gözlerini çocuğunkilere kilitledi. "Hem de her seferinde." Canının acısını bahane edip can yakmak, günaha yeni bir kılıf uydurma yoluydu. Can havliyle etrafındaki hareketi izleyen çocuk son bir umut bana baktı.

"Lütfen, özür dilerim. Lütfen."

Elimden bir şey gelmemesini tiksintiyle kabullenmekten başka çarem yoktu. Belki de yaş olarak benden büyüktü. Koca adamın gözyaşları içimi paramparça yapıyordu. Demir Kara gözlerini bana çevirdi ve işkenceye başlamadan önceki son sözlerini göz temasını kesmeden, kelimelerin üzerine basa basa vurguladı.

"Bundan sonra kimin hassas noktasına dokunduğuna dikkat et. Et ki ecelin olmasın."

*

Continue Reading

You'll Also Like

3.3M 166K 67
Hayatı boyunca kimseyi sevmemiş, tek derdi vatan, bayrak ve ülkesi olan asker ile hiç sevildiğini hissetmemiş, kalabalık içinde yalnızlığı hisseden b...
7.9M 397K 77
Bordo Bereli cesur bir askerin ve başarılı bir doktorun hikâyesi... ''Halide sana deli gibi aşık!'' En yakın arkadaşım, sevdiğim adama sırrımızı söy...
SARKAÇ By Maral Atmaca

General Fiction

1.6M 98.7K 7
"Delilerin sevdası hoyrat bir fırtına gibidir. Günün başında seni sarsan fırtına, gecenin şafağında ılık bir esintiye dönüşüp kaburgalarının arasına...
94.2K 5.6K 16
Unutulmuş bir kadın, Yüzbaşı Hazal Unutulmuş. No.1 & Melek Mosso - Yarım Kalan Sigara [Kurgudaki kişi ve olaylar tamamen hayal ürünü olup hiçbir kuru...