KAÇIK

بواسطة delimiyazar

3.8K 166 19

Göğsüm sert bir şekilde duvara yaslanınca ağzımdan bir inilti çıktı. Kollarım arkada, yüzüm ve bedenimin ön k... المزيد

TANITIM
0.0
0.1
0.2
0.3
0.4
0.5
0.6
0.7
0.8
0.9
1.0
1.1
1.3
1.4
1.5
1.6
1.7
1.8
1.9
2.0
2.1
2.2
2.3

1.2

72 5 0
بواسطة delimiyazar

Kollarımı açarak kendimi sırtüstü attığım yatakta tavanı seyrediyordum. Depodan ayrılmış ve kahvaltıdan sonra babamın bizim için bulduğu eve gelmiştik. Mühimmat deposuna uğramamız gerektiği halde uğramamıştık. Bir şey olsa elimde bulunan iki silah yeterli olmayabilirdi. Bunak daha sonra uğrayacağımızı söyleyerek ortalıkta görünmememiz için ihtiyatlı olmamız gerektiğini söylemişti.

Babamın tuttuğu ev gözlerden uzak bir yerdeydi. Büyük bahçesi vardı. Etrafında birkaç tane daha bina mevcuttu fakat onlar da boştu. Arka tarafı ormanlıktı. Arka taraftaki geniş balkondan baktığımda o ormanı görebiliyordum.

Tavanla yüz yüze sohbetimiz devam ederken odamın kapısı çaldı. Kafamı kaldırarak "Gel!" dediğim de Bunak kafasını uzatarak "Sana bir şey göstereceğim." dedi. Sırtüstü yattığım yerden doğrularak oturur pozisyona geldim.

"Ne göstereceksin?"

Her zamanki düz yüz ifadesinden bir şey anlamak kolay değildi. "Görmen lazım söylemekle olmaz." Keşke kafasından ne geçtiği biraz belli olsaydı da anlamaya çalışmakla uğraşmasaydım. Ekstrem durumlarda hüznünü, kızgınlığını ya da sevincini gösteriyordu. Bunun dışında bakıldığı zaman duvar bile bu ihtiyara göre duygularını daha çok gösteriyordu.

Yerimden kalkarak peşinden gittim. İki katlı evin alt katına inerken doktorun ortalıkta görünmediğini fark etmiştim. Merdivenden inerken "Doktor nerede?" diye sorduğumda Bunak ilerlemeye devam ediyor bende hemen arkasından takip ediyordum.

"Rahat bırak şu adamı, sana ne?"

Gözlerimi devirdim. Bu ihtiyar güya benim yardımcım olacaktı. Yardımcı dediğin Doktoru tavlamam için yardım eder. Önüne engel koymaz.

"Bütün gün seni görmekten içimdeki estetik anlayışı mefta oldu. Doktoru görerek canlandırmak istiyorum."

"Doktor ne yapsın peki artık her gün seni görmek zorunda adam?"

Gözlerimi devirerek arkasından onu taklit ettim. Sesimi kalınlaştırarak  "Doktor ne yapsın peki?" dediğimde bir şey demeden ilerlemeye devam ediyordu. Sesimi orjinal haline getirerek "Buruşuk velet." dedim.

"Huysuz ergen!"

Merdivenlerden sonra sağa döndüğünde karşıdaki kapıyı açarak içeri girdi. Bende söylediğini takmadan hemen peşinden daldım odaya.

Gözüme ilk önce kum torbası çarptığında buranın spor odası olduğunu anlamıştım. Gözlerim beğeniyle parladı. Spor aletlerine doğru ilerlerken arkamda duran Bunak "Burayı baban senin için yaptırmış. Kaldığımız süreçte kullanabilirsin." dediğinde kafamı salladım. Canım daddy.

Dudaklarım mutlulukla kıvrılırken elimi aletlerde gezdirdim. Çok beğenmiştim. Hem yaklaşık iki ay kadar ara verdiğim spora yeniden başlamış olur hem de bütün gün evde olacağımız için sıkıntıdan patlamazdım.

Yüzümü Bunak'a döndüm ve neşeyle "Babamı aramalıyım." dedim. Kafasını yavaşça olumsuz anlamda salladı. "Şuan arama, işleri var açacağını sanmam."

Babam son zamanlarda bizim de işleri karıştırmamızla daha yoğun çalışmaya başlamıştı. Bu durum beni rahatsız ediyordu. Onu yormadan kendim halledebilsem iyi olurdu fakat onu böyle bir zamanda dinlemek bizim için en iyisiydi. Babama şu dönemde yardım etmek için İtalya'ya gidebilirdim aslında. Ama önce bu fikrimi onunla paylaşmalıydım.

Tekrar odama döndükten sonra kıyafetimi değiştirerek yatağa girdim. Sabah yarıda kesilen uykumu tamamlayabilirdim. Hem belki uyursam Bunakla daha az tartışır ya da canım daha az sıkılırdı. Yorganı üstüme çektim ve biraz dönüp durduktan sonra kendimi uykuya teslim ettim.

...

Saklanmak için bulduğumuz evde günler monotonlukla geçiyordu. Sıkıntıdan kafayı yemek üzereydim. Ara sıra Bunakla tartışıyor, spor yapıyor bazen de Doktorla uğraşıyordum. Gerçi doktor pek ortalıklarda görünmüyor, odasına kapanıyordu. Dört duvar arasında bütün gün nasıl sıkılmadan durduğunu ya da ne yaptığını merak ediyordum.

Bu merakı gidermek adına eve yerleştiğimiz altıncı günün akşamı kahve makinesinde yaptığım kahveyi orta boy bir kupaya koydum. Elime aldım ve merdivenleri çıkarak hemen benim odamın sol karşısında bulanan odanın kapısını açtım.

Tek elimle kahve kupasını tutarken diğeriyle de açtığım kapıyı kapattım. Dökmemek için dikkatle kahveye bakıyor birazcık dökülecek gibi olsa heyecanlanıyordum. Zaten son zamanlarda yaşadığım en büyük heyecan buydu. Bu durum fazlasıyla rahatsız etse de yapacak bir şey yoktu. Bunak'a evden dışarıya çıkmakla ilgili tek bir söz söylemek istemiyordum. Çenesi durmaz iki de bir uyarıda bulunur ve başımı şişirirdi. Onunla bir yerde kapalı haldeyken de bu isteyeceğim en son şey bile değildi.

Elimdeki kahveyi son derece dikkatli taşırken gözlerimi bir anlığına kaldırıp odaya baktım. Doktoru yatağının karşısındaki masanın başında otururken buldum. Kafasını kaldırmış beni izlerken meraklı ve ciddi yüz ifadesiyle sandalyesinde yaslanarak elindeki kalemi bıraktı. Neden geldiğimi sorguluyordu büyük ihtimalle.

"Kapı çalmakla ilgili bir sıkıntın mı var?"

Yapmacık bir şekilde gülümsedim. Elimde tuttuğum kupayla aynı şekilde yanına gittim ve masaya bıraktım. Sonunda dökmeden bu zorlu parkuru tamamlamıştım. Sorvivor ne ki!

Gülümsemeye devam ederek "Hayır." dediğimde gergin görünüyordu.

"Giyiniyor olabilirdim."

Kendimi savunmaya geçerek "Ama giyinmiyordun." dedim. İçimdeki ses gözlerini kapatarak bayık hareketlerle yüzünü avuçladı. O kadar iyi bir savunma ki Sokrates halt etmiş senin yanında(!) Keşke giyiniyor olsaydı da bende biraz güzel şeyler görseydim.

Doktor bıkkın şekilde kafasını olumsuz anlamda sallayınca konuyu değiştirmeye çalışarak masanın üstünde duran bilgisayar ve bir yığın kitabı işaret ettim.

"Hazırlıklı gelmişsin."

İşaret ettiğim yere bakarak "Evet, ne zaman normal hayata döneceğimi bilmediğimden eşyalarımın arasına sıkıştırmıştım bir şeyler." dediğinde burun kıvırdım.

"Tıp okumak kesinlikle bana göre değilmiş."

Kaşlarını ilgiyle kaldırdı. "Bunu mimarlık okumuş biri söylüyor." Omuz silktim. İki bölüm de birbirinden farklıydı. Ben projelerle uğraşmaktan oturup çalışamıyordum ki zaten okulu bitirince bu bölümle ilgili şeylere nokta koymuştum. Kendisi hala öğrenci gibi kitap başında oturuyordu. Gerçi mesleğe bir atılım yapmadığım için bilemiyordum ama ne olursa olsun tıp bence bu açıdan bir adım daha öndeydi. Bir kere insan hayatıyla ilgili bir meslek olduğu için tartışmaya kapalıydı.

O sırada aklıma düşen soruyla baktım yüzüne. "Sen nereden biliyorsun benim okuduğum bölümü?" Bir an afallasa da daha sonra cevap verdi.

"Yardımcın söyledi."

Bunakla nasıl bu kadar iyi anlaştıklarını anlayamıyordum. Ben nefes alsam tartışma çıkarıyordu. Kesinlikle bütün kavgaları Bunak çıkarıyordu! Ama Bunak efendiye göre hep suçlu Simgeydi tabi! Şımarık, düşüncesiz, umursamaz, kavgacı, huysuz, dik kafalı falan filan. Halbuki bir görse Simge'nin ne kadar büyük bir kalbi olduğunu. Canım kendim. I love myself forever bitch.

Kafa salladım ve aralarındaki samimiyeti sorgulamayı bıraktım. Ne kadar sorgularsam sorgulayayım benim açımdan anlaşılabilecek gibi değildi çünkü. Daha sonra munzur bir şekilde gülümseyerek "Benimle ilgili şeyleri bana sorabilirsin. Ne öğrenmek istiyorsan zevkle anlatırım." dedim. Daha sonra işaret parmağımı masanın üzerinde gezdirerek ona biraz daha yaklaştım. Tam karşısında durdum. Gözleri kısıldığında yüzünde 'Ne diyor bu?' der gibi bir ifade vardı.

"Yok ben almayayım."

Dudağımı sarkıttım. "Ben sadece bilginin doğruluğu açısından birinci kaynaktan duy diye şey yaptım. Yoksa sen bilirsin tabi."

Gerçekten filmi çok beğendik. Oyuncuları da tebrik ederim çok güzel oynamışlar.

Sabırla ve yapmacık olduğu bilmem kaç kilometreden belli olan gülümsemeyle "Anladım, teşekkürler." dediğinde bende onun gibi güldüm.

Samimi ilişkilere bayılırım!

Daha fazla uzatmanın anlamsız olacağını düşünerek ve saçmaladıktan sonra susmam gerektiğine kanaat getirerek masanın üzerine koyduğum kahveyi gözlerimle işaret ettim.

"Kahven soğumadan iç o zaman. Afiyet olsun."

İkimizinde suratında da o hafif yapmacık gülüş varken yarım ağızla "Teşekkür ederim, çok düşüncelisin." dediğinde nedense aslında geliş sebebimi biliyormuş gibi geldi. Zaten bunu anlamak için zeki olmaya gerek yoktu. Bir fındık büyüklüğü kadar beyni olan bile anlardı.

Merakımı gidermiş olarak odadan çıktığımda yüzümdeki ifadeyi sildim. Odasının kapısına baktım. Oflayarak ve ayaklarımı yere vurarak odama geçtim. Teşekkür etmeyi doktor buldu sanırım. Başka bir şey söylediği yok çünkü!

Hem bende sana çok meraklıyım sanki Doktor bozuntusu! Bir de teşekkür ediyor! Asıl sana teşekkürler! Bir kelimeye bu kadar gıcık olacağımı düşünmemiştim. Ayrıca doktoru tavlamak düşündüğümden daha zor olacağa benziyordu.

Merdivenlerden inerek mutfağa gittim. Bunak tezgah başında bir şeyler yapıyordu. Tezgahın hizasındaki buz dolabını açarak Bunak'a bir kutu dolusu aldırdığım çikolatalardan birini aldım. Bir hışımla kapattığım dolabın kapağına yaslandım ve elimdekini aynı hışımla açarak bir ısırık aldım.

Bunak'ın bana baktığını hissettiğimde kafamı ona çevirdim. Bir yandan bana bakarken bir yandan da doğradığı domatese bakıyordu.

"Ne oldu?"

Bir ısırık daha aldım. Aldım değil de kopardım desem daha doğru olurdu. Adeta parçalar gibi ısırmıştım çünkü.

"Yok bir şey."

Cevabımdan sonra bir şey demeden işini yapmaya devam edince boşta olan elimi belime koydum ve ondan tarafa döndüm.

"Bir daha sormayacak mısın?"

Elindeki bıçağı oynatmayı kesti ve tekrar bana baktı. "Ne oldu söyle hadi, yoksa rahat bırakmayacakmışsın gibi geliyor." Elimdeki yarım çikolatayla yanına gittim. Kalçamı tezgaha dayadım ve çikolatayı üstüne bırakarak ellerimi yanlarıma koydum.

"Madem bu kadar ısrar ediyorsun, anlatayım o zaman."

Nefesini sesli bir şekilde dışarı verdi. Kafasını sallarken eş zamanlı olarak "Anlat hadi." dedi. Ellerimi Türkçe öğretmenlerinin o bayıldığı resmi törenlerde İstiklal Marşı okuyan kız öğrenci gibi kaldırdım.

"Sadece teşekkür etti Bunak beni anlıyor musun? Yani bana ilgi duysa geri çevirmezdi değil mi? Benimle ilgili bir şeyler öğrenmek isterdi. Ama hayır, o ne yaptı? Teşekkür etti. Hayat bazen böyle olabiliyor işte Bunak. Bunları umarım benim gibi acı bir şekilde öğrenmezsin. Gerçi hayat bu, sana her şeyi bir şekilde öğretiyor." Engin hayat bilgimi Bunakla paylaşmış ve konuşmam bitince kafamı bilgece sallamıştım. Acaba bu işleri bırakıp insanlara hayat dersi mi versem? Tabi bunun için güzel bir isim lazımdı.

Bunak kaşlarını çatarak ve merakla bakarak "Nasıl yani?" diye sordu.

"Benimle ilgili merak ettiği bir şey varsa bana sorabileceğini söyledim. Geri çevirdi ve teşekkür etti. Bu ne demek oluyor biliyor musun? Doktor benimle ilgilenmiyor. İnsan 'tabi yatağa geceçelim, biraz orada konuşalım. Ya da konuşmamıza gerek yok, icraat bir politikacının aslî görevidir. İktidar ve icraat sahibi olmak için nudity is an important job.'  der değil mi?" Bunak anlamsız yüz ifadesiyle bana baktı. "Ne politikası Simge, ne diyorsun?"

"Son iki cümleye pek takılma."

Başını tekrar yaptığı işe çevirdi ve elleri dolu olduğu için kalçasıyla beni itelemeye çalıştı.

"Bende ciddi ciddi dinliyorum. Çık şu mutfaktan!"

Sesini birkaç desibel yükseltmişti. Beni mutfak tezgahından uzaklaştırdığında işine geri dönerek "İşim var!" dedi. Arkasında durarak "Sorunumu ciddiye almıyor musun şuan? İlk defa birini tavlamak için saçımı savurmaktan fazlasını yapmam gerekiyor."dedim. Bu tabiki mecazi bir anlatımdı ama fazla uğraşmam gerekmiyordu sonuçta.

Elindeki işe devam ederken sesini tekrar eski desibeline indirdi. Beni bir taraflarına bile takmadan ve yüzüme bakmadan cevap verdi. "Simge egonla uğraşacak vaktim yok. Hem kaç gündür dışarı çıkmıyorsun, bana çikolata aldırdığına göre ay başın da yaklaşmış. Üstünde hem bunalmışlık hem de gerginlik var. Seni anlıyorum ama kendin daralıyorsun bari beni daraltma." Yanına geçerek kollarımı önümde bağladım. Ya beni anlamıyor ya da ben anlatamıyordum.

"Burada ciddi bir şey anlatıyorum."

Derin bir nefes aldı ve problemimi çözmeden onu rahat bırakmayacağımı bilerek "Neden ona karşı açık ve net olmayı denemiyorsun?" dedi.

"Bunu yapmak erken çözüm getirecek mi peki?"

Yüzünü bana çevirerek "Ne?" dediğinde konuya açıklık getirmek için cevap verdim. "Yani doktoru o zaman yatağa atabilecek miyim?" Alnındaki damarlar seğirmeye başlarken bağırdı. "Simge!" Sesi kulaklarımı tırmalarken yüzümü buruşturdum.

Doktorun mutfağa elinde kahve kupasıyla girmesiyle ne konuştuğumuzu anlamaması için lafımı yarıda kestim ve kahkaha atarak gülmeye başladım.

"Nasreddin Hoca da demesin mi 'ya tutarsa' diye."

Kendimi zorlayarak kahkahamı devam ettirmeye çalıştım. Bunak sabırla Doktor ise tuhaf tuhaf bakıyordu. En sonunda ihtiyar dayanamayarak elindeki bıçağı bana doğrulttu.

"Simge çıkacak mısın şu mutfaktan?"

Zoraki atmaya çalıştığım kahkahamı  yavaş yavaş keserek sabır seviyesi diplerde olan ihtiyara baktım. Daha sonra söylenerek kapıya yöneldim.

"Benim de işim var zaten! Sadece sizin değil benim de var! Sırf anlat dedin diye anlattım. Yoksa yukarıda işlerim var. Kafamı onca işin arasından kaldırıp seninle ilgileniyorum şu yaptığına bak, terbiyesiz kaltak! Neyse gidiyorum çünkü çok yoğunum!" Neden ikisinin de yapacak işi olduğu halde benim yoktu? Artık çok sıkılmıştım. Uyumak da tat vermiyordu ve gecem gündüzüme karışmıştı adeta.

Kapıdan çıkarken sonki cümleyi doktor duysun diye özellikle bağırarak söylemiştim. Daha sonra belki duymamış olacağını düşünerek çıktığım kapıdan kafamı uzattım. Doktor kahve içtiği kupayı yıkıyor, Bunak da işine devam ediyordu. Aynı şekilde "Çok yoğunum!" diye bağırdım.

Bunak sinirle arkasını dönerek bana baktığında kaçarak merdivenlerden çıktım ve odama girdim. Bu saklanma işi hiç iyi olmamıştı. Kafayı yemek üzeydim!
...

Bir gün sonra yine yatağımda oturmuş kafayı yememek için direnirken dayanamayıp odamdan çıktım ve doktorun kapısının önüne geldim. Sadece yemekten yemeğe onu görüyordum ve hiç konuşmuyorduk. Elimi kapı koluna attım. Açıp açmamakla kararsız kalmıştım. Neden geldiğimi soracağı için bir bahane bulmalıydım. Can sıkıntısı küçük bir bahaneydi. Uzun süreli bir bahane bulmalıydım ki beni kovmamalıydı.

En sonunda artık bir şeyler uydururum düşüncesiyle odaya daldım. Parfüm kokusu burnuma geldiğinde gözlerim etrafta onu aradı fakat odada değildi. Gidebileceği en uzak yer alt kat olduğu için nerede olduğunu sorgulamadan masasına doğru ilerledim.

Laptopu hala açık duruyordu. Bu demek oluyordu ki çabucak geri gelecekti. Dedektif misin kızım ya! En fazla birkaç metre uzağa gidebilir zaten! Salak! İç sesimle ufak bir tartışmadan sonra masada açık duran üç ayrı kitaba baktım. Yine psikoloji ile ilgili şeylerdi.

'Şiddetin sosyolojik yönü hakkında nazariyeler ve doğruluğu '

Laptopta yazdığı yazının başlığını okuduğumda psikolog olmak yerine neden cerrah olduğunu sorguladım. Önüne aldığı kitaplara bakılacak olursa taslak oluşturmuş yazıyı bilgisayara geçirmeye yeni başlıyordu. Kitaplarda matbu yazıdan çok el yazısı vardı. Çizik atmak için yer kalmamıştı. Okumaya çalıştım fakat bir an doktor olduğunu unutmuşum. Yazısı o kadar karmaşık ve okunamaz haldeydi ki anlamak için tercümana ya da bir eczacıya ihtiyaç vardı. Sonunda okuyamayacağımı anlayarak kitaba bakmayı bıraktım. Masanın yanında dururken etrafa göz gezdirdim.

O sırada yaklaşan ayak sesleriyle ne yapacağımı şaşırırken masanın üstündeki az önce baktığım kitabı alarak göz gezdiriyormuşum gibi baktım. Kapı açıldığında doktor beni görünce önce birkaç saniyeliğine durdu. Kitaba bakıyordum fakat dikkatim onda olduğu için ne yaptığını anlayabiliyordum. Daha sonra kapıyı kapatarak bana doğru geldiğinde kafamı kitaptan kaldırarak gayet normal şekilde doktora baktım.

"Ne yapıyorsun burada?"

Sorusuna karşılık yine aynı normallikle "Canımın sıkıntısını gidermek için kitap okumaya karar verdim, seninkine bakıyorum." dediğimde iç sesim devreye girdi. İyi yalan tuttum bunu.

Doktor kafasını sallayarak tek kaşını kaldırdı. Pek inanmış gibi görünmüyordu. "Kitabı ters tutuyorsun ama bazı şeylere farklı açılardan bakmak iyidir." Aniden kitabı yüz hizama kaldırdım ve yazılara baktım. Gözlerim  bozulmamışsa doğru görüyordum. Kitabın yazılarını kendi yazısı kapladığı için ters mi düz mü olduğu anlaşılıyordu sanki! Dişlerimi sıkarak gülümsemeye çalıştım. Rezilsin kızım!

Birbirine bastırdığım dişlerimi serbest bıraktım ve kitabı indirirken "Benim tersten okuyabilme yeteneğim var." dedim. Hala tek kaşı yukarıda ve ne kadar tatlı göründüğünden habersiz "Öyle bir yetenek olduğunu sanmıyorum." dedi.

Kitabı bırakarak kalçamı masaya dayadım ve onu sandalyesine otururken izledim. Daha sonra konuyu kapatmak üzere "Canım sıkıldı..." dedim. Bir anlığına durdum ve Bunak'ın söylediklerini düşündüm. Açık ve net olmam gerektiğini söylemişti değil mi?

Şansımı bu aralar onu sıkarak oldukça zorlasam da bir şeyler denemek amacıyla cümleye giriş yaptım. "Bu arada eğer senin de benim gibi canın sıkılırsa söylemekten çekinme. Beraber bir şeyler yapabiliriz..."

Kollarını önünde bağlayarak arkasına yaslandı ve kafasını hafif yana eğerek merakla kaşlarını çattı. Ben de konuşmaya devam ettim.

"Mesela konuşmak gibi. Yapacağımız şeyler işteş çatılı fiillerden oluşabilir tabi istersen..."

Konuştukça batıyor gibi hissediyordum fakat tabiki yine bir Simgelik yaparak bundan vazgeçmeden konuşmaya devam ettim. Bunak'a güven Simge bu seferlik en azından.

"Eğer bu fiillere örnek istersen ki sana kesinlikle dil ve anlatım dersi vermiyorum sadece benimle bir şeyler yapmak istersin ve sınırlarım olduğunu hissedersin diye söylüyorum. Asla sınır tanımam konuşmak dışında öpüşmek olur, sevişmek olur bunlar sana kalmış şeyler ta-"

"Simge ne anlatıyorsun?"

Keşke bende bilsem!

Gözlerimi devirdim. Adama resmen yatma teklifinde bulunuyordum ama o umursamaz bir şekilde isteksizce bir şeyler söylüyordu. Ya da anlamamıştı gerçekten de. O zaman daha net olmalıydım.

"Sevişelim mi?"

Ani bir şaşkınlıkla yüzüme bakarken sanırım bu kadar açık ve net olmamı beklemiyordu. Birkaç saniye yüzüme baktıktan sonra ayağa kalkarak kolumdan tuttu ve kapıyı gösterdi.

"Sıkıntıdan ne yapacağını şaşırdın sanırım."

Kolumdaki elinden kurtulmaya çalışarak kendimi çektim. Hayır sevişeceğiz bu kaçınılmaz bir şey doktor!

Beni çekiştirirken acele ve ciddi bir şekilde "Hayır sıkıntıdan değil, seninle normalde de sevişirim şimdi yanlış yerimi tutuyorsun orası kalçalarım değil, bırak." dedim. Doktor kolumdan çekiştirmeye devam ederek beni kapının önüne kadar sürüklerken kesin bir şekilde konuştu. "Simge lütfen böyle davranmayı bırak ve çık dışarı." Sesi biraz yüksek çıkmıştı ve sabrı taşıyor gibi görünüyordu.

Kafamı olumsuz anlamda salladım ve en sonunda kolumu kavrayan elinden tutarak gücümü kullandım. Bırakması için sertçe asılarak kolunu arkasına çevirdim. Daha sonra serbest bırakarak kollarımı arkadan beline doladım.

"Bir kerecik söz veriyorum, başka yok."

Beline sarmış olduğum kollarımı ayırmaya çalışırken "Saçmalama lütfen, çık dışarı!" dediğinde daha sıkı sardım. Kokusu bile arzularımı şahlandırmaya yetiyordu. En sonunda o da güç uygulayarak kollarımı ayırdı ve hızla kollarımdan tutarak beni kapı dışarı etti. Kapıyı kapattıktan sonra kilit sesi geldiğinde bir tekme savurarak bağırdım.

"Bir kere yapsak ne olur!"

O sırada merdivenlerden çıkan Bunak "Simge neden bağırıyorsun? Yine ne var?" dediğinde ona da bağırdım. "Sana ne?"

Yerleri adeta ayağımın altında ezerek odama girdim ve tam kapıyı kapatacakken onun kapısına baktım. Bir daha bağırdım. "Uyuz doktor!" Daha sonra kapıyı kapattım. Bunak ne bilirdi ki? Bir de sözünü dinleyerek belki de olacak bir şeyi çıkmaza sokmuştum.

Gıcık olmuş bir şekilde yatağıma oturdum. Resmen benden kaçıyordu. O halde peşinden koşmaktan başka çare bırakmıyordu bana.

İyi okumalar kaçıklar...

واصل القراءة

ستعجبك أيضاً

696K 9.7K 23
Babası tarafından geneleve satılmak istenen bir kızın ve onu kurtaran adamın Tutkulu Aşkı...
1.4K 231 56
Yıkık bir şehirde harabe bir kalp taşıyorsam nedeni sensin küçük bey.
199K 3.5K 50
Doruk yasaktı, günahtı, hastalıktı. Bir yasağın karşı konulamaz büyüsüne kapılmanın ne demek olduğunu hiçbir zaman anlamayacaklardı.
2.7M 87.1K 60
İtalyan bir mafya... Başka açıklamaya gerek var mı?