Ilunga

By imwhitedevill

9.2K 1.1K 945

[vmin] "Tek eksik olan inanmaktı, sen tereddüt etmeden inandın bana, ve her şey tamamlandı." •|21.04.20|' •|... More

Prologue: Ilunga
1- sen kimsin, adın ne?
2- ben şeytanım, ben kötüyüm.
3- bizden nefret etme.
4- yardımına ihtiyacım var.
5- burada değil.
6- değilim.
7- garip değil mi?
8- yanına geleceğim.
9- meleğe sarılmak.
11- istemiyorum.
12- öpseydim
13- öğretemez misin Jimin?
14- bizi düşünme
15- konumunu at.
16- özlediğim içindi,
17
18- beni sevemezsin
19- sevseydim nasıl olurdu?
20- kül olurdu tüm bedenim
21- daha fazla yalan yok
22- sevgimden şüphe duyma.
23(FİNAL) 'Son Kez'

10- sensiz devam edemem.

289 50 37
By imwhitedevill

"Guleum sızdı resmen." Dedi merdivenlerden inerken. O diğer koltuğa otururken ben doğrulma gereği duymamıştım.

Taehyung hafifçe bedenini aşağı kaydırarak daha rahat bir hal aldığında gözlerinin dolduğunu görmüştüm. "Taehyung?" Dedim ama o ne sorduğumu anlamış gibiydi.

"Yaraları çok kötü." Sesi titremişti, yüzündeki endişeyi görebiliyordum koltukta doğrulup onun yanına, ayaklarının dibine oturmuştum. "Belli etmek istemiyor ama çok kötü Jimin, canı çok yanıyor." Sol gözünden yaş yuvarlanırken, kalbim ağrımıştı. Sesinin titreyişi, bazı harfleri söylerken sesinin çıkmayışı kalbime ağır geliyordu. "Sadece gülümseyerek saklamaya çalışıyor. Görüyorum, görüyorum ama bir şey yapamıyorum. Gizlediğini sanabilsin diye ses çıkarmıyorum, eğer anladığımı bilirse daha çok üzülür." En sonunda dudaklarının arasından kaçan hıçkırıkla gözlerim dolmuştu. Kollarımı açıp, "Gel." diyebildim sadece. Beklemedi ya da düşünmedi, kollarımın arasına girip ağladı, nefeslerini boynumda, gözyaşlarını da omuzumda hissettim, ses etmedim, sarıldım ve saçlarını okşadım.

Hıçkırıklarını tenimde hissettim, gözümden düşen yaşın sebebi de buydu. "Geçecek Taehyung, günün birinde tüm bunlar birer anı olacak." Yüzünü göğsüme saklamıştı, sadece ağlıyordu, kollarımı ona sıkıca sardığımda onu güven altında yaşatabilirdim sanki, bir şey demiyordu, artık sessizce ağlıyordu. "İyi ya da kötü fark etmez, hatırladığınızda biz bunları ardımızda bıraktık, atlattık diyeceksiniz. İyi günlere bakacaksınız, şimdi sadece biraz dişinizi sıkmanız gerek." Kollarım bedenini sararken onu koruyabildiğimi düşünmüştüm. Onları koruyabilirdim.

Uzun süre bir şeyler mırıldanmış, anlık da olsa unutabilsin diye uğraşmıştım. Ben konuşurken ses çıkarmayınca ismini fısıldamıştım. "Taehyung." belimdeki kollarını iyice sıkılaştırıp beni kendine çekti, "Uyudun mu? Yukarı da, yatakta yatsaydın." Kendimi biraz koltuğun kenarına yasladığımda o bir şey söylememiş, uyumaya devam etmişti. Onu uyandırmadım, rahatsa böyle uyuyabilirdi. Sanki korumam altında olan ufak bir çocuk gibi gözükmüştü gözüme, masum, ufak bir çocuk.

Hayatımın hiçbir anında bir iki günlük tanıdığım insanlara kendimi açmadım, şimdiye kadar. Bu bana yanlış geliyordu, her zaman, hala da geliyor. Taehyung'la bu kadar yakın olmam, olmuyordu işte. Evet uzun zaman olsaydı, en azından bir sene ama değildi işte. Bana mantıksız geliyordu, şu an kollarım arasındaydı, bacaklarımın arasındaydı, kucağımdaydı ama yanlıştı, baştan sona. Yine de itemezdim onu, itmezdim. Daha çok çekerdim onu kendime, gitmek istese de izin vermezdim. Kocaman bir çıkmazın içindeydim, ne adım atmalıydım ne yapmalıydım bilmiyordum.

En başındayken bitmesi gerekirdi, çok geç olmadan.

"Ne yapıyorsun bana böyle?" Ellerim saçları arasındayken fısıldadım. Bebek gibi uyuyordu göğsümde, her kötülükten sıyrılmıştı.

Sıyrılmış mıydı?

Yanağı yüzünden dudakları büzüşmüş, hafif aralıktı. Düzene girmiş nefeslerini tişörtümün üstünden bile tenimde hissedebiliyordum. İncecik kolları belimdeydi, mavi kazağını dirseklerine kadar sıyırmıştı ama yine de izler vardı. Bedeninin her bir yerinde olduklarına emindim.

Saçları göğsümde yayılmıştı ve çeneme değiyordu. Onu sonsuza dek kollarım arasında, göğsümde uyutmak istemiştim, diğer taraftan bundan rahatsız oluyordum. Rahatsız olmak denilir mi bilmiyordum gerçi, sadece olmaması gereken bir şey gibiydi, bunu bilmek, garipti. "Jim." Dedi mırıldanarak, uykulu sesiyle. Ama uyanık gibi durmuyordu, daha çok rüyasında konuşuyor gibiydi. "Jim, affet beni." Rahatsızca kıpırdandığında yüzündeki hal hoşuma gitmemişti. "Bırakma, artık sensiz devam edemem, yapamam." Kolları aniden sıkılaştığında kabus gördüğü yeni dank etmişti. "Gitme, Jimin." Sesi titremişti, terlemiş ve huzursuzdu.

"Taehyung," dedim uyanmasını isteyerek. "Taehyung, uyan hadi." Beni duymuyor, kabusuyla savaşmaya devam ediyordu. "Guleum'u düşün, bizi bırakma." Yanağındaki ıslaklıkla, daha fazla sakin kalamamıştım, kendimle beraber onu da doğrultuğumda saçlarını geri doğru taramıştım, ter içindeydi. "Taehyung!" Sesim yükselmesine rağmen hala kabusuyla mücadele ediyordu, yüzü boynuma saklıydı. "Gitme." Dediğinde kendimden uzaklaştırıp onu sarstığımda hala söylediklerine devam ederken aniden uyanmıştı.

Hepsinin kabus olduğunu idrak etti on saniyenin ardından, endişeyle onu izleyen bana sarılmıştı. "Gidiyordun Jimin, gitme." Hızlanan kalbimi umursamadan başımı salladım. "Gitmiyorum, buradayım."

"Gidiyordun, dinlemeden. Çok korktum, gitme." Nasıl böylesine bağlanmıştı bana ki ona kabus oluyordu?

"Sakin ol, gitmiyorum," kollarından tutarak yeniden kendimden uzaklaştırdığımda gözlerinde hala korku vardı. "Yanındayım tamam mı, tam burada." Küçük bir çocuğun ikna oluşu gibi kolaycaydı, başını salladı.

Ben ona bu kadar yakın olmanın kötü olduğunu düşünürken, o gitmemem için ağlıyor, yalvarıyordu. Ondan uzaklaşmamı zorlaştırıyordu bir nevi. Evet ondan uzaklaşmak gibi bir niyetim yoktu, olsa bile yapamazdım ancak bunlar ona daha çok yakınlaşmamı sağlardı, bu kadarı bile fazlayken, sınırlarım bu kadar aşılmışken o sınırlarımı silmek istiyordu.

Gerçekten kafayı yiyecektim.

Evet onun gitmesini istemiyordum, ama onu da istemiyordum. Beni aşıyordu, az önce olanlardan sonra onu bırakamazdım ki. O beni karıştırıyordu, istediği şey sınırlarımı hiçe saymamdı, düşünmeden yapıyordum ben de bunu.

Yeniden başını göğsüme yasladığında gözlerimi kapadım, onu itemeyeceğimi biliyordum, itersem giderdi arkasına bakmadan. "Taehyung, hadi yatağına yat. Burada ikimizin de her yeri tutulacak." Mızmızlanarak kabul etmediğini belirtirken gülümsedim. "Ya gidersen, hayır, istemiyorum." Omuz silkip homurdanması beni gülümsetiyordu. Küçük bir çocuk gibi davransa bile bu haline gülmekte yetinmiştim. Gideceğimi düşündüğü için resmen beni bırakmıyordu.

"Benim odamda bir tane de koltuk var, sen yatağımda yat ben de koltukta uyuyayım. Olur mu?" Bunu da kabul etmemişti, üç yaşındaki bir çocukla mı uğraşıyordum yoksa benimle yaşıt bu adamla mı anlamıyordum. "Hadi Taehyung kalk, gidiyoruz." Başını iki yana sallayıp hala mızmızlanmaya devam ediyordu. Dudaklarını büzmüş ve kaşlarını da çatmıştı. Çıldıracaktım, kucağıma çekip sevmek istiyordum.

Ne istediğimi de bilmiyordum ama yani.

Kendimi kollarının arasından çekip çıkardığımda koltuğa düşen kafasıyla gülmüştüm. Sanırım gelmesi için gitmem gerekiyordu. "İyi ben gidiyorum, sen de istersen gelirsin." Merdivenlere adımlarken arkamda kalan hareketliliği duyuyordum, "Beni beklesene!" Olduğum yerde kalıp yanıma ulaşmasını bekledim. Bunu yaparken Taehyung'un koltuktan düştüğüne emindim.

Yanımda durduğunda göğsünü gerdi. "Geldim." Neden dağa tırmanacakmışız gibi davranıyordu merdivene anlamasam da başımla onayladım onu. Merdivenleri çıkarken sessizdik, odaya girdiğimizde koltuğa atmıştım kendimi.

"Koltukta ben yatarım, sen yatağında uyu." Yanıma oturduğunda ben ona dönmeden çoktan başını koltuğun kenarına yaslamıştı bile. Hali hareketlerini asla kestiremiyordum, o cidden dengesizdi. Anlaşılması zor biriydi. Koltukta oturmaya devam ettiğim iki dakikanın içinde bacaklarını üzerime uzatmış, sonra da söylenmişti. "Artık bacaklarımı taşımak zorundasın." Sırtımı yasladığımda gülümsedim.

Elini yanağına koymuş, gözlerini kapatmıştı. O yalnızca başını bir yere koymayı bekler gibi uykuya dalmıştı. "Taehyung?" Uyuduğundan emin olduğumda ayaklanıp yatağımın ucundaki örtüyü üstüne örtmüştüm, ardından az önceki yerime geçmiştim. Bunu neden yaptığımdan emin değildim, sanırım yeniden kabus görmesinden korkmuştum, görse bile gitmediğimi, yanında olduğumu görmesini istiyordum.

Orada uyudum. Bunu yapmasaydım kendime ihanet edeceğimi düşündüm, kendi benliğime.

Uyandığımda Guleum başımda konuşuyordu, gözlerimi aralayıp çatık kaşlarıyla kollarını göğsünde birleştirmiş ufak kıza baktım. Durmadan konuşuyordu, bıkmıyordu. "Resmen öğlen oldu, siz burada sarılmış uyuyorsunuz, çıldıracağım. Açım ben, aç." Sorun aç olması mıydı, dolabı açıp bir şeyler yiyemez miydi ya- sarılmış uyuyorsunuz mu?!

Biraz ayıldığımda Taehyung'un kolunun karnıma dolanmış olduğunu, başımın diğer koluna yaslı olduğunu fark etmiştim. Ben nasıl buraya gelmiştim ki?

"Guleum git başımdan!" Taehyung arkamdan bağırdığında karnımdanki kolunu çekip oturdum. "Ne bağırıyorsun kulağımın dibinde?" Sinirlenmiştim, "Ayrıca bir tek senin mi başında, benim de başım var!" Guleum abisinin kolunu çekiştirip söylenmeye devam etti.

"Bunu tartışmak yerine kalkmaya ne dersiniz? Artık delireceğim, iki saattir yalnız başıma oturuyorum sıkıldım abi, kalksana ya!" En sonunda bağırdığında kaderime boyun eğip ayağa kalktım.

"Guleum, gel kahvaltı hazırlayalım. O biraz daha uyusun." Memnun olmuş olmalıydı, kabul edip peşime düşmüştü.

Mutfağa gittiğimizde gördüğü ilk sandalyeye oturup yaptıklarımı izlemeye başladı. Elini yanağına yaslayıp, yaptığım her hareketi inceledi, gözlerini üzerimde dolaştırdı. Ben kahvaltı hazırlamak istediğini düşünüyordum, o yalnızca beni seyrediyordu. Sakin gözüküyordu, hem Taehyung' da yoktu, konuşmak için iyi bir zamandı, en azından bence öyleydi.

"Guleum?" Elimdeki şeyi doğrarken öylesine konuşacakmış gibi umursamazca konuşmuştum. "Efendim?" Tanrım, duygulanmıştım. "Nasılsın?" Doğramaya devam ederken arkamı dönüp ufak bir göz teması kurdum, masadaki o saçma şeyle ilgileniyor gibiydi.

"İyiyim." Sesi düzdü, hala tüm dikkati bende değildi. "Guleum, gerçekten soruyorum." Dedim, konuşmak istediğim şeyi anlamıştı, kambur duran sırtını dikleştirdi.

Bunu konuşmaktan emin değildim, hem karşımdaki için hem de kendim için. O fotoğrafları görmek bile canımı yeterince yakmıştı, olanları onun ağzından, tüm hissettikleri ve düşündükleriyle duymaya hazır mıydım ya da o hazır mıydı? Ancak şimdi konuşmazsam bir daha konuşmak istemezmişim gibiydi.

Ya hep ya hiç hesabı..

"Abime mi anlatacaksın?" Gözleri yerdeydi, az önceki gibi bana bakmıyordu. Elimdeki bıçağı tezgaha koyup yanındaki sandalyeye oturdum. "Hayır, aramızda kalacak." Güven vermek için gülümsedim, abisini üzmek istemediğini biliyordum, bunu mahvedecek değildim.

Başını sallayıp masanın üstünde ellerini birleştirdi, sıkıntıyla parmaklarını sıktı. "Aslında biliyor musun, hiç iyi değilim," dedi ve ardından benim duymayacağıma sanarak fısıldadı, "insanları kandırmak canımı yakıyor." Gözünden bir yaş düştüğünde, sol elinin tersiyle sildi. Yenileri eklense bile bıkmadı bir süre. "Ama abim beni böyle görürse üzülür, üzülmesini istemem, dayanabilirim, öyle değil mi?" Dudaklarını dişledi, canı çok yanıyordu, bedensel ve ruhsal olarak. O daha küçücüktü.

"Değil Guleum, tüm bu yükü tek başına taşıyamazsın." Ben de taşıyamazdım, kimse onca yükü tek başına taşıyamazdı, yanında bir güç isterdi, sırtını yaslayacak birilerini. "Bana işkence yaptılar, ona acı vermek içinmiş, canı yansın, yaptıklarının bedelini ödesin diyeymiş. O bir şey yapmadı ki, sadece beni korudu, benim için oradan kaçtı." Ona da yapmışlardı, ufak bedeni bunlara katlanmıştı, yine de abisini düşünüyordu, kendini düşünmüyordu bile. Kardeşlik böyle bir şey miydi?

"Bana da yaptılar." Dedim, bunu neden söylediğimi bilmiyordum, belki de kendini yalnız hissetmesin diyeydi. "Ne, cidden mi?" Gözlerinde şaşkınlık vardı, gülümsedim. Galiba işe yaramıştı, kendini bir başına hissetmemişti, iyi bir şey yapmıştım.

Elimi tişörtümün eteklerine atıp biraz kaldırdım, görmesini sağladım. "Bu-bunlar," eli yaralara gitti, akan yaşı silmedi. Arkasını dönüp o da tişörtünü biraz kaldırdı, sırtındaki yaralar, hıçkırıklarını saklamaya çalışıyordu. Onlara dokunmadım, tişörtü kapatıp onu kendime döndürdüm. Dudaklarını dişleyerek sessizce ağlamaya devam ediyordu. Kendime çekip sarıldım, bir şekilde içinden atıp rahatlaması gerekiyordu.

Kollarıma tutundu, "Ben güçlü durdum, yaptıklarından ve yapacaklarından korkmadığımı bağırdım, ben Taehyung'un kardeşiyim dedim. Sinirlendiler, saçlarımı kestiler, vurdular, ama hep gözlerinin içine baktım," dedi benden uzaklaşarak güldüğünde. "İyi yapmışım değil mi, deli oldular, pes etmediğimi görmek onları çıldırttı." Dedi, güldü, eğlendi. Mutfağın ortasına geçip taklitlerini yaptı, onların sinirlenmesi onu mutlu etmişti.

Çok güçlü bir kızdı, gücünü abisinden alıyordu, bu yüzden çok güçlüydü. Dakikalarca anlattı, yere oturdu ve güldü. Bana nasıl kaçtığını anlattı, onların aptal olduğunu, kendisinin tüm zekiliğiyle birlikte kaçtığını söyledi. Onların nasıl bağırdığını, kendisinin nasıl dik durduğunu anlattı. Hepsini dinledim ve izledim. "Bu yaralar da benim kahramanlık izim, her kahraman bir bedel öder değil mi?" Başımı sallarken yanaklarımın ıslandığını fark etmiştim. Duygulanmıştım, gurur duymuştum. Onu ben büyütmüşüm de, yaptıklarını destekliyormuşum gibiydi.

"Artık kahramansın." Dedim yanaklarımı silerken. Kendimi yaşlı bir dede gibi hissetmiştim. "Taehyung'u bunlardan kurtaracak bir kahraman." Fısıldadım. Taehyung'un söylediği kadar berbat durumda değildi, inandığı sürece iyiydi, pes etmediği sürece kötü değildi.

İnanç onu ayakta tutmaya yeten tek şeydi, ne olursa olsun inancını kaybetmemesini sağlamalıydım.

"Siz odadan gideli yarım saate yakın oldu, ortada hiçbir şey yok. Ne yaptınız Tanrı aşkına?" Taehyung uykulu adımlarıyla mutfağa girerken gözünü ovuşturup söyleniyordu.

"Sohbet ettik, ne olmuş?"

"Ben de hazır kahvaltıya konacağım sanmıştım, kötü oldu." Deyip az önce benim oturduğum sandalyeye oturmuş, ayılmayı bekliyordu.

"Ben on dakikada hazır edeceğim, biraz oturun."

Doğradığım şeyleri bir tabağa almış, kahvaltı için ideal olabilecek bir kaç şey yapmıştım. Acıktığımız da dışarı çıkabilirdik, şimdilik doysalar yeterdi. İkisi oturup beklemişlerdi, evet az önce dede gibiydim, şu an da çocuklarını besleyen bir anne gibiyim. Masaya son tabağımı da koyduğumda, yanlarına oturmuştum.

"Ee," Taehyung sessizliği bozduğunda tabağımda olan gözlerim onun üzerinde gezinmişti. "Ne konuştunuz bakalım?" Guleum duyduğu soruyla gerilmişti, gözleri üzerimdeydi ve söyleyeceğimden korkuyordu. Anlayabiliyordum, onun yerinde olsam panik olur ortalığı stresimle birlikte dağıtır her şeyi bile dağıtırdım. O gayet sakindi, küçük yaşına rağmen sürekli çok olgundu. "Aramızda bir sır." Dedim elimdekileri bırakırken. Guleum ciğerlerine alabildiği kadar hava çekerken rahatlamışlığına güldüm.

"Sır demek." Çenesi gerilmişti, yumruk mu yiyecektim yine? Tanrım, Guleum gör nelere katlanıyorum. "Ona da abi diyorsun, e ben gideyim siz abi-kardeşlik yapın madem, boşuna kalabalık yapmayayım?"

"Ya, niye alınganlık yapıyorsun, Jimin abiyi mi kıskanıyorsun?" Guleum yemek yerken söyleniyordu.

"Hayır, hem Jimin'i ilk ben gördüm, seni kıskanıyorum." İkisi kavga ediyordu, bu çok komikti. Taehyung her seferinde beni ilk gördüğünü söyleyip duruyordu. Kendimi özel hissetmiştim. "Jimin?" Dedi elindekini bırakıp bana dönerken. Ben de ona baktım. "Guleum mu ben mi?"

Ne?

Duyduğum soruyla kahkaha atmama engel olamamıştım. Evet şimdi de evlatlarım arasında seçim yapacaktım, ebeveynler çocukları arasında ayrım yapmaz diye biliyordum. Yine de gülmeme engel olamıyordum, "İkiniz de!" Dedim kahkahalarım arasından. Gerçekten, bu çok komikti. "Olmaz, birimizi seç." Dedi Guleum çatık kaşlarıyla bana bakarken.

"Guleum küçük, onu seçiyorum." Seçim yapmamı istemişlerdi, yapmıştım. "Guleum mu?" Dedi Taehyung inanamaz bir şekilde, gözlerini kırpıştırıyor, kaşları havalanıyordu.

Guleum kazanmanın verdiği hisle kollarını kaldırmış, dilini çıkarmıştı Taehyung'a. Gülerek izliyordum. Ayağı kalkıp zafer dansı yaptı, abisini omuzlarından tutup sarstı. Kulağına kazandığını bağırdı, Taehyung onu somurtarak izliyordu, bu komikti.

"Üzülme, bir dahakine seni seçerim." Dedim gülerken. Elimi omzuna koyup teselli ediyordum şimdi onu. Eğlenceli insanlardı, yaşadıkları şeylerin onları yıkıp geçmesine izin vermiyorlardı, benim aksime.

Omuz silkip elimi itmişti, ilk gün de böyle yapmıştı. Ama bu sefer sadece trip atıyordu, bu da komikti. Hareketleri komikti. Gerçekten gülesim vardı, ama üzülmüş gibi yapıyordum. Trip yiyecektim, Guleum ikinci kez gör, nelere katlanıyorum!

"Guleum otur yemeğini ye!" Taehyung hala değişik hareketler yapan kardeşine bağırmış ve yemeğini yemeye başlamıştı. Guleum omuz silkip biraz daha dans etmişti, en azından çalışıyordu. "Guleum!" Bu sefer daha ciddiydi, ciddi olduğunda korkunç olduğunu söylemiş miydim? Söylemediysem bile şimdi söylüyorum, o korkunç birisi oluyor.

Guleum yüzündeki gülümsemeyi silip yerine oturmuştu, arada bana bakıp gizlice gülüyordu. "Teşekkürler." Diye dudaklarını oynattığında başımı sallamıştım dudaklarımı bastırırken.

"Keşke gerçekten dans edebilsem." Dedi Guleum kendi kendine. Dans ettiğim zamanları düşündüm, küçücükken atıldığım bir savaştı benim için. Annem benim için bir şey yapmıştı, hayatımın daha iyi olması için çalışmıştı.

Dans ettiğim onca yılın içinde bir sürü anım vardı, iyi ve kötü. Hep en iyisi olmaya oynamıştım, ikinci olmayı kabul etmemiştim hiçbir zaman. Bu yüzden çok dans ettim, bayıldığım zamanlar oldu yorgunluktan. Düştüm ve canım yandı. Yine de dans etmek nefes almak gibiydi benim için, sahnede duyduğum alkışlar sayesinde yüzümde kocaman bir gülümseme oluşurdu.

Dans etmek hayatımın anlamı gibiydi, nefes alma biçimimdi. Annem yapmıştı tüm bunları, sonra da beni bir başıma bırakmıştı. Ben önümdeki seyircilerden çok perdenin arkasından beni izleyen annemi severdim, heyecanını, beni destekleyişini, gidişiyle bunu yapacak kimse de kalmamıştı, sahneye çıkmak kabusa dönüşmüş, her dans edişimde annemi hayal etmiş ve ağlamıştım. Karşımda oturan onca insanın önünde ağlayıp yığılmak, acı dolu bakışlarını kaldıramamıştım, pes etmiştim.

Ama pes etmeyecek birini tanıyordum ve o bunu istiyordu, Guleum. "Sana dans etmeyi öğretebilirim." Dedim çatalımla yemeği karıştırırken. İkisi de eş zamanlı bana baktığında ne olduğunu anlamamıştım, onlar bana bakıyordu ben de onlara. Evet öğretebilirdim, bilgim ve istekli birisi vardı, yeterliydi. Bunu herkese yapmayacağımı biliyordum ancak dansa çalıştığı o zamanlarda başka bir şey düşünmeyecek, kendin müziğim kollarına bırakıp kafasını dağıtacaktı. Ona iyi gelecekti, bunu yapabilirdim.

"Gerçekten bunu yapar mısın?" Taehyung saçmalama der gibi baksa da Guleum'un mutluluğuyla kararımı değiştirmeyeceğime emin olmuştum. "Bir dakika," duraksayıp bana baktı. "Sen dans etmeyi biliyor musun?" Sorduğu soruya gülümsemiştim, bugün gerçekten çok gülmüş, gülümsemiştim.

"Elbette." Elinden tutup onu dans etmek için ayırdığım odaya götürdüm. Bana ne yaptığımı, nereye gittiğimi sorsa da bir şey söylememiştim. Kapıyı açıp onunla beraber içeri girdiğimde ağzı kocaman açılmış, eliyle kapatmıştı. Gözleri de kocaman olmuştu, cidden heyecanlanmıştı.

"Senin bunun için özel bir odan bile mi var, bu etkileyici." Aynanın karşısında durduğunda dans ettiğini hayal etmiş olmalıydı, ufak hareketler yapıp kendini izlemişti, bize yeni katılan Taehyung, ve ben de onu.

"Onu mutlu ettin, teşekkürler." Kardeşini izlerken o da tebessüm etmişti. Mutlu olmuştu ikisi de, bu bana iyi gelmişti.

Guleum aynadan kendini izlemeye devam ederken kapının kırılacak gibi çalmasıyla duraksamıştı. Taehyung ve ben aynı andan birbirimize döndüğümüzde kalbimin hızlandığını hissedebiliyordum. Bizi bulmuş olabilirler miydi? Dizlerimin bağı çözülmüş gibiydi, elimi kapıya yaslayıp ayakta durmaya çalışıyordum, gerçekten korkmuştum.

Taehyung ikimizi de baktıktan sonra aşağı inmek için adımlamıştı. Ben de Guleum'a burada kalmasını söyleyerek peşinden gitmiştim. Korkudan ölecekmiş gibi hissetsem de yukarıda kalamazdım, korkudan ölmesem meraktan ölürdüm.

"Taehyung!" Dedim kapıyı açmadan hemen önce, durmuş ve bana dönmüştü. "Merak etme, bir şey olmayacak." Sesi sakindi, beni mayıştırıyor ve sakinleştiriyordu. Onu onaylayıp nefesimi tutmuş, kapının ardından çıkacak kişiyi bakıyordum.

Taehyung kapıyı tamamen açtığında omuzlarımı düşürmüştüm, ne işi vardı burada bunların?

"Yoongi?" Dedim şaşkınca, en azından rahatlamıştım. Jungkook onun arkasındaydı, Yoongi korku dolu gözleriyle nefes nefese bana bakıyordu.

"Ne işin var burada-" En son ona Taehyung burada olduğu sürece gelmemesi gerektiğini söylemiştim ancak o şu an Taehyung'u kenara itip içeri girmiş ve telefon ekranını gösteriyordu.

"Bugün unutarak senin telefonunu aradım, Jung Hoseok diye biri açtı," dedi yüzünü şekilden şekile sokarken. Bu isim tanıdık gelmişti bir şekilde, hatırlamıyordum ama önceden duyduğuma emindim. Jungkook kapının tam önündeydi. Taehyung Hoseok adını duyduğundan beri rahatsızca hareket ediyordu. "Bana yaşadığınız şeyleri anlattı, fotoğraflar attı," dediğinde telefondan bir şeyler yapıp yeniden bana çevirmişti, bunlar benim fotoğraflarımdı, o iğrenç odadaki. "Başının büyük belada olduğunu ve ne yaparsan yap bundan kurtulamayacağı söyledi." Söyledikleri beni korkutmamıştı, beni çok sevdiklerini söyleyeceklerini düşünmüyordum zaten. Sorun Taehyung'un hareketleriydi.

"Hoseok'u tanıyor musun?" Dedim ona dönerken. Tanıdığı belliydi, sadece kim olduğunu öğrenmek istiyordum. "Tüm hepsinin başındaki kadının sağ kolu, tüm emirleri o bildirir, tüm işleri o yönetir." Dedi Yoongi'ye bakarken. Ama öylesine bakmıyordu, iğrenirmiş gibi bakıyordu. Yoongi buna göz devirmekle yetinmişti.

Başları kadın mıydı yani, bunlar bana daha çok erkek işiymiş gibi gelirdi, ne bileyim silah falan. Acaba kimdi, görmek isterdim, ama çok ortaya çıkan biri gibi değildi sanırım, kararları bile başkası bildirdiğine göre. Saçma işlerdi, herkes kendi hayatına baksa, kimse üzülmezdi. Onların derdinin üzülmek olduğuna emin değildim, tek dertleri adam öldürmek olmalıydı.

"İçeri geçmek ister misiniz?"

"Yok biz gidelim, kafeye gidecektik. Bu adam arayınca söylemek istedim, Jimin her ne dersen de senin için endişeleniyorum." Jungkook'a baktıktan sonra montunun iç cebinden bir telefon kutusu ve kart çıkardı. "Bu telefonu al, ulaşmak istediğimde arayabileceğim bir numara olsun." Şimdi ben bunu alamam hesaplarına giresim yoktu, parası olmasa bunu yapmayacağını biliyordum. Elinden telefonu alıp teşekkür ettim, zaten içeri girmemişlerdi, girişte duruyorlardı. Taehyung'un omzuna çarpıp çıktıdığında Taehyung sakince duruyordu, çabuk sinirlenmeyen, sinirlendiğinde korkunç olan biriydi.

"Yoongi'yi gerçekten ne kadar tanıyorsun?"

Attım ama neden attım

Bu ne biçim bölüm

Moraller bozuk ama saçlarım güzel lxsşöxcleşcööc

ily❤️🥰

Continue Reading

You'll Also Like

12.1K 1.6K 33
~by ekmek reis~ İki hiçlik nefretlerinin zamanla aşka dönüşmesini engellemeye çalıştılar. #1 in chanbaek (211212) #1 in baekyeol (211212)
186K 18.9K 31
Ülkesine dönen delta ve kendi halinde takılan sessiz bir omega bir gece birlikte olur.
229K 21.3K 27
010 ***: hamileyim jungkook: sen kimsin
623 83 8
Park Chanyeol, yeraltında saygın bir mafya babasıydı. Fakat gündüzleri güçlü, soradan ve başarılı bir iş adamıydı. Byun Baekhyun ise Park Chanyeol'un...