MEDUSANIN ÖLÜ KUMLARI (Kitap...

By Maral_Atmc6

6.9M 629K 1.2M

Elzem Akay'ın sıradan ama güzel bir hayatı vardı. En iyi okullarda okumuş, en güzel oyuncaklara ve kıyafetler... More

KİTAP KAPAĞI VE DUYURU
(1) Mühür ve Kalkan.
(2) Tarot Kartı.
(3) Kim Olduğunu Biliyorum.
(4) Kalkanlar.
(5) Neredeyiz Biz?
(6) Parazitler.
(7) Akademiye Doğru Yolculuk.
(8) Ben Ve Hizmetçi Olmak Mı?
(9) Kazara Ayin.
(10) Sürpriz Misafir.
(11) Kim Efendi Kim Köle?
(13) Zindan ve Ruh.
(14) Kayıp Şaşkın Bir Ruh.
(15) İstenmeyen Öğrenci Olmak Zor.
(16) Saflar Tutuluyor.
(17) Karanlığın Gizlediği Korkular.
(18) Aksilikler Bir Değil Ki!
(19) Buz Festivalinin Korkunç Yüzü.
(20) Meydan Okuma.
(21) Bitmeyen Gece.
(22) Çocuk Kadın.
(23) Küçük Baş Belası.
(24) Evlilik Mi?
(25) Yorgun Düşüyor Gibiyim.
(26) Sürpriz Ziyaretçiler.
(27) Gizli Gerçekler.
(28) İhanet.
(29) Prenses Ari Ve General Karun.
(30) Geçmişe Doğru Yolculuk.
(31) İnfaz.
(32) Oyun İçinde Oyun.
(33) Yolculuk.
(34) Zindanlarda Ki Sır.
(35) Bedenimdeki Azap.
(36) Veda.
(37) Geri Dönmeyeceğim.
(38) Avcılar.
(39) İktidar Yarışları.
(40) Asıl Suçlu Kim?
(41) Zehirli Elmayı Bir Tek Pamuk Prenses Yemezdi.
(42) Kovulmadım, İstifa Ettim!
(43) Ölümsüz Olmak Mı?
(44) Bir Nefes Kadar Yakınındayım.
(45) Küçük Zararsız Yalanlar.
(46) Büyük Sürpriz.
(47) Hayal Kırıklığı.
(48) Ruh Kapanı.
(49) Geçmişin Enkazı.
(50) Aradığımız Masumiyet.
(51) Benim Şarkım.
(52) Sessiz Çığlıklar.
(53) Bazı Günahların Affı Olmuyordu.
(54) Medusanın Kızı.
(55) Kalbim Yasta.
(56) Ninfalar.
(57) Tanrıların Piyonu.
(58) Geldiğin Yere Geri Dön!
(59) Zamanın Ötesinde.
Duyuru
(60) Tanrı Tanımaz Asi.
(61) Büyü Artık!
(62) Bana Anılarımı Geri Ver.
(63) Kendinin Gölgesi.
(64) Küllerinden Doğmak.
(65) Garip Bir Meyve.
(66) Ansızın Gelen Teklif.
(67) Rüyalarda Buluşmak.
(68) Canavar Ve Güzel.
(69) Geleceği Düşlemek. (FİNAL!)
Buraya Toplanınn

(12) Ruhumdaki Mühür.

100K 9.4K 13.8K
By Maral_Atmc6

"Ruhum bile bedenime ait değilken ben neyin savaşını veriyorum?"

Sabaha kadar uyku tutmadığı için yine kulübenin içinde dönüp durmuştum. Aklımı kurcalayan o kadar çok şey vardı ki bütün gece uykumu kaçırıyordu. Dün gece anneannem kılığında Meliz az kalsın beni kandırıyordu. En kötüsü ben her defasında bu numaraya körü körüne inanıyordum. Herkesin zaafları vardı benim de öyle. Meliz bu zayıflığımı iyi bildiği için bunu bana karşı kullanıyordu. Bütün bunlarla tek başıma mücadele etmem gerekiyordu. Kızlar burada kendilerine tatile çıkmış gibi keyif sürerken, ben tek başıma bu ateş çemberinin içinde kalmıştım.

Doğa'yı saymıyorum o benden yanaydı ama o da olaylara karşı fazla kayıtsızdı. Bizim dengeyi korumak için birlikte hareket etmemiz gerekiyordu çünkü ben tek başıma yetersiz kalıyorum. Itır güç, Mara bilgi, Doğa sağduyu ve ben stratejiydim. Birleşirsek bir şeyler yapabilirdik. Kendime çok güveniyorum ama bu benim tek başıma çözeceğim bir bulmaca değildi. Kızların yeteneklerine ihtiyacım vardı.

Bende sadece işin zekâ kısmı vardı ama güç olarak yetersizim. Bu yer hakkındaki gizemli bilgiler kendiliğinden gelmiyor aklıma ve motivasyonumu yükseltmek için fazla iyimser değilim. Aksine her şeyin en kötüsünü düşünen beynimin sunduğu ihtimaller beni deli ediyordu. Kapana kısılmış gibiyim nasıl bir yol izlemem gerektiğini bilmiyorum.

Saat sabahın beşiydi belki temiz hava beni kendime getirir diye dışarı çıkmıştım. Pelerinimi taktıktan sonra Doğa üşümesin diye şömineye biraz daha odun atmış ve kulübeden çıkmıştım. Benim kulübem bomboştu ve çok fazla tadilatı vardı. İlk maaşımı alıp kulübemin eksiklerini giderene kadar Doğa'da kalıyordum.

Bir saat içinde güneş doğacağı için dışarısı o kadar karanlık değildi. Belki tavşancık kulübeye geri dönmüştür diye kendi kulübeme doğru yürümeye başladım. Bebek tavşanı arada buralarda görüyordum. Bu soğukta dışarıda kaldıysa fazla yaşayamazdı. Umarım sığınacak bir yer bulmuştur. Elif kâhya tüm gün canıma okuduğu için tavşanımla ilgilenemiyorum.

Ezbere bildiğim yolu geride bırakıp kendi kulübeme girdim. Burada hiç ışık yoktu ama katlanamayacağım bir karanlıkta değildi. Salon, mutfak ve lavabodan oluştuğu için yine hızlıca etrafa göz gezdirdim. Tavşanı aradım ama bulamadım. Daha fazla karanlığa maruz kalmamak için koşarak dışarı çıkmaya çalıştım. Ancak ayağım kapı eşiğine takılınca tökezleyip yere düştüm. "Ah, hayır, olamaz!" Dizlerimin üzerine düşmemden daha kötü bir şey varsa o da Doğa'dan aldığım terliklerden birinin ayağımdan çıkmasıydı.

Ellerimi yere bastırıp kalkacaktım ki, açılan duyularım yüzünden sertçe yutkundum. Burnuma gelen kokularla tırnaklarımı toprağa geçirip kendimi sakinleştirmeye çalıştım. Burnuma gelen sıcak ekmek kokusunun akademinin mutfağından geldiğini ayırt etmem uzun sürmemişti. "So-sorun yok bunu aşabilirim." Hâlâ dizlerimin üzerinde yerdeyken derin bir nefes aldım. Çıplak ayağımı diğerine sürtüp öbür terliği de çıkardım. Bunu kontrol etmeyi öğrenmeliyim.

Ayaklarımın özgür kalmasıyla algılarımın o kadar hızlı açılması müthiş bir şeydi. Onlarca kokunun saldırısına uğradığım için dişlerimi sıkarak toprağı tüm gücümle avuçladım. Sıcak süt kokusu soludum. Gözlerim kulübelerden uzakta olan büyük mandırayı bulunca, annesinin sütünü emen danaların şapırtısını duyabildim. Yoğun bir tutku ve cinselliğin garip kokusunu da soludum. Daha önce hiç deneyimim olmadığı halde bu kokunun iki bedenin yakınlaşmasıyla ortaya çıktığını tuhaf bir şekilde anlayabiliyorum.

Yavaşça ayağa kalktığımda gözlerim kulübeleri hızlıca taradı ve birinde durunca afalladım. "Hacer mi?" Evet, bu onun ruhunun kokusuydu. Böylece hangi kulübede kaldığını da öğrendim. Tabii şu anda yalnız olmadığını da...

Hacer kiminle sevişiyor?

Hızlanan kan akışı, nabızdaki çarpıntı, aşırı adrenalin ve alından süzülen birkaç ter damlacığı. "Hafız?" Bu kokuda Hafız'a aitti. Ah, hayır, Hacer'in kulübesinden gelmiyor bu koku. Aksine akademinin arka bahçesinden geliyordu. Büyük ihtimalle orada sabah sporu gibi bir şey yapıyordu.

Tüm konsantrasyonum akademiye yönelmişken sağ tarafımda hızlanan bir solukla hiç hareket etmedim. Öylece akademiye bakarken birinin beni izlediğini hissedebiliyorum. Ruhundaki ölümü içime çekerken açlığımı daha fazla dizginleyemiyorum. Hayır, şu anda bana yakın olmamalıydı, ayağımda ayakkabılarım yokken bu iyi bir fikir değildi. Gözlerimi yavaşça kapatıp kokuyla aramdaki mesafeyi hesaplamaya çalıştım. En fazla yirmi sekiz adım ve takipçim bir kadın değildi. Meliz olamazdı.

Aldığı derin nefesle göğsünü şişirmesi, gerilen kasları ve biranda gevşeyen vücudunu soludum. Havayı delerek hızla bana yaklaşan tehlikenin uğultusunu duyumsadım. Gözlerimi açtığım gibi ona doğru döndüm. Yaklaşan tehlikeyi hissedince başımı sağ omuzuma doğru eğerek tehlikeyi savuşturdum. Bir şeylerin vızıltısı kulağımın çok yakınında geçmişti. Elimi korkuyla kalbime bastırarak kendime gelmeye çalıştım.

Arkamı dönünce kulübemin duvarına saplanan oku gördüm. Az kalsın çığlık atacaktım. Bu okun hedefinde ben vardım. Eğer tam zamanında başımı eğmeseydim okun hedefi olacaktım. Okun gelişini hissetmiştim. Bu yüzden arkama döndüğüm gibi başımı eğmiştim. Biri beni öldürmeye çalışmıştı.

Okun geldiği yöne baktım ama kimseyi göremedim. Onu göremiyorum ama koşarak benden uzaklaştığını hissedebiliyorum. "Bu delilik." Az önce bir suikastta uğramıştım. Ayağımda ayakkabılarım olsaydı okun gelişini hissetmeyecektim. Dün gece ve az önce olanlardan sonra artık birilerinin beni öldürmek istediğine eminim.

Bu insanların benimle sorunu ne?

Hemen yerdeki terlikleri aceleyle giydim. Bu uzaklıkta açlığımı kontrol edebiliyorum ama nehir kıyısında olduğu gibi biri çok yakınımda olunca bu o kadar kolay olmuyordu. Terlikleri giyince rahatladım çünkü yoğun kokular kesilmişti. Duvara saplı oku alarak ikiye böldükten sonra çöp yığınının içine fırlattım onu. "Er veya geç senin de kim olduğunu öğrenirim elbet!"

Birileri peşimdeydi.

***

"Elzem, kalk! Olamaz saat dokuz!" Dokuz mu? Hayır ama ya. Gözlerimi hemen açıp tepemden dikilen Doğa'yı kenara çekerek kanepeden atladım. "Doğa, koş çok geç kaldık!" Elif cadısına gün doğdu bu sefer beni yaşatmaz.

İkimizde ellerimizde pelerinlerimizle kulübeden fırlayarak koşmaya başlamıştık. "Hacer! Çabuk uyan saat dokuz!" Onun kulübesinin önünde geçerken ceza almasın diye ona da bağırdım.

Biz Doğa ile koşarken, "Hayır, hayır, hayır ya!" diyen Hacer'in sesini duyunca güldüm. Elbisesini düzeltmeye çalışarak koştuğunu görünce, "Daha hızlı, Hacer," dedim eğlenen bir sesle. Sabaha kadar neden uykusuz kaldığını iyi biliyorum.

Bize yetiştiğinde nihayet elbisesini giyen kız pelerinini takmaya çalıştı. "Rana! Mizgin! Uyanın çabuk!" diye bir kulübenin önünde geçerken bağırdı. Çok geçmeden iki kardeş kulübeden fırlayarak dışarı çıkmıştı. "Çok geç kaldık, çok!" Rana bir ayakkabısını giymiş diğerini sekerek giymeye çalışıyordu. Mizgin ise uykulu gözlerle pelerininin tokasıyla uğraşıyordu. Dün çamaşır yıkamaktan helak olduğumuz için bu sabah hiçbirimiz uyanamadık.

Yanımıza geldiklerinde her birine sırasıyla baktım. "Tamam mıyız? Hayır, bir kişi eksik! Bülbül'ün kulübesi hangisi?" Hacer boş ver onu dercesine gözlerini devirdi. "Bırak o ucube ne hali varsa görsün, Elzem." Tabii ki de böyle bir şey yapmayacağım. Sırf asosyal diye herkes gibi onu dışlamayacağım.

"Kulübesi nerede, Hacer?"

"Of tamam, şu işte... Hemen soldaki."

"Tamam, siz hemen gidin ben onu alıp geliyorum."

"Hacer boynunda neden morluk var?" Mizgin'in sorduğu soru onu utandırdı. Hemen saçlarını önüne çekip boynundaki morluğu gizledi. "Evli biriyim ben aptal, boynumda morluk olması normal! Herkesin içinde sorma böyle şeyler!" Doğa ve Rana kıkırdarken Mizgin anlamadı. Gözlerini irice açıp acıyan gözlerle ona bakıyordu "Kocan seni dövüyor mu?" Gerçekten mi? İlk aklına gelen bu mu?

"Yürü, Mizgin yürü! Zaten çok geç kaldık sonra konuşursun!" Hacer onun kolunu tutup çekiştirince dördü akademiye doğru koştu.

Bende hemen Bülbül'ün kulübesine doğru koşup kapıyı yumruklamaya başladım. "Bülbül, uyan çok geç kaldık!" Aslında hepimizin bugün geç kalması beklediğim bir şeydi çünkü dün akşama kadar yığınla çamaşır yıkamak bizi bitirmişti.

Önce bir öksürük sesi duydum, sonra da açılan kapıyla buzlar kraliçesi göründü. Üzerindeki pelerinine sıkıca sarılan kız üşüyor gibiydi ama alnında boncuk gibi akan terler aynı zamanda ateşi olduğunu gösteriyordu. "Hasta mısın sen?" Baygın bakan gözleri ve soluk teninin daha da sararması hasta olduğunu gösteriyordu.

"Değilim." Kapıyı çekerek dışarı çıkarken yine o soğuk tavrını takınmıştı. "Bana bakmayı bırak ve yürü, Oyunbaz." Yanımdan geçip giden kız nasıl böyle umursamaz olmayı başarıyor, aklım almıyor.

"Koşsana, Bülbül o kadın çok kızacak."

"Ben koşmaktan nefret ederim," demişti ki elini tutarak onu peşimden sürükleyince, "Hey, kes şunu!" diye bana bağırdı. Onu bırakmayacağımı bildiği için söylenmek yerine mecburen benimle koşmaya başlamıştı.

Nefes nefese akademiye girdiğimizde kızların şaşkınlıkla etrafına baktığını gördüm. "Nerede bu Elif hatun? Bizi azarlamak için burada bekliyor olması gerekmiyor muydu?" Mizgin'in söyledikleri neden burada aval aval etrafa baktıklarını açıklıyordu.

Gerçekten mi? Bu mu yani?

"Siz özellikle aptal olmak için bir çaba sarfetiyor musunuz yoksa bu doğuştan mı?" dediğimde kaşlarını çatmalarına göz devirdim. "Belli ki o cadının bir işi çıktı ki bizi unuttu. Hemen yukarı çıkıp işe koyulalım! Her an bana olan nefreti aklına düşer ve buraya gelip geç kaldığımızı anlar!" Ben merdiveni koşarak ikişerli çıkmaya başlayınca nihayet onlar da peşime takılmıştı. Kadın gelip bize ceza vermemiş daha ne istiyorlar anlamıyorum.

Krizi avantaja çevirmeyi zamanla öğreteceğim onlara.

Saatler sonra.

"Benim odam bitti," diyerek ona gülümsedim. "Şimdi seninkini yapacağım ve sende ayak altında daha fazla dolaşmayacaksın." Bülbül'ün elindeki süpürgeyi yine aldığımda sabrının sonuna gelmiş gibiydi. Bana kızması umurumda değil, o bu kadar hastayken onu çalıştırmayacağım.

"Bunu neden yapıyorsun?" Elimdeki süpürgeyi sertçe çekip geri aldı. "Saatlerdir hangi odaya girsem hemen peşimden gelip beni odadan kovuyorsun." Bir sinsilik arar gibi gözlerini kıstı. "Senin derdin ne?" Her an yere yığılacakmış gibiydi çünkü fazla halsizdi. Sürekli öksürürken bu inadı niye, anlamıyorum.

Benden cevap beklediğini görünce öylesine omuz silktim. "Ayakta zor duran birinin baştan savma yaptığı iş hoşuma gitmiyor. Sen umurumda değilsin benim tek derdim eksik yapılan işler."

"Yapma." Belki de ilk defa gözlerinde bir duygu kırıntısı gördüm... Acı. "Saatlerdir hem kendi işine hem de benim işime koşturuyorsun. Ben diğer Kalkanlar gibi değilim her şeyi görüyorum. Kontrol delisi mükemmeliyetçi maskenin altında nasıl birini gizlediğini görüyorum ama yapma."

"Gizlediğim bir şey yok."

Burukça gülümsedi. "Kimse senin yaptığın fedakârlığa değmez, özellikle de iki gündür tanıdığın biri hiç değmez." Yanımdan geçip kapıya doğru yürüyen kızın arkasından bakarken bu sözlere katılmıyorum. Hislerim çok güçlüydü bu kız öylesine biri değildi. Onu hafife almayacağım kadar yoğun bir enerjisi vardı. Bülbül düşmanım olmasını istemeyeceğim türden tehlike kokarken onu yakınımda tutmalıyım.

Hissediyorum Bülbül ya ezeli düşmanım olacak ya da dostum.

Ve ben böyle bir müttefiki kaybedemem.

"Seni köle olarak satan öz ailendi, değil mi? Çünkü kızları olduğunu bilmiyorlar." Kapıdan tam çıkmak üzereyken söylediklerimle adım atmayı bıraktı ama bana doğru dönmedi. "Ne saçmalıyorsun?" Bana doğru özellikle dönmüyor çünkü değişen yüzünü görmemi istemiyordu. Hayır, yanılıyor olamam.

"Bir seferinde adın neden Bülbül diye sormuştum. Bana o kadar çok guguk kuşu var ki birilerinin saz bülbülü olması gerekiyordu demiştin. Saz bülbülü ve guguk kuşunun en bilindik öyküsünü sana anlatayım mı?" Havada bile nem kapan biri olduğum için her şeyde bir şeyler çıkartırdım. Öylesine söylenmiş şeylerde bile.

Ona doğru yaklaşıp tam arkasında durdum. "Guguk kuşları vefa nedir bilmez, annelik duygusundan yoksun, sevgisiz ve bencil kuşlardır. Sevmek doğalarında yok, onlar doğuştan acımasızdır. Diğer kuşlar gibi kuluçkaya yatıp yavrularının yumurtadan çıkmasını beklemeyecek kadar bencil ve annelik duygusundan yoksundurlar."

Omuzları gerilince doğru iz peşinde olduğumu anladım. "Guguk kuşları diğer kuşları hedef olarak seçerler, özellikle saz bülbüllerini. Avını gözetleyen bir yırtıcı gibi hedeflerini uzaktan izlerler. Anne saz bülbülü beslenmek için yuvadan ayrıldığında hemen yuvaya uçar ve oradaki yumurtalardan birini aşağıya atıp kendi yumurtasını bırakır," dediğimde sertçe yutkundu. Kahretsin, yanılmamıştım. O yuvadan atılan saz bülbülüydü!

Arkasında durduğum için sırtıyla bakışırken derin bir nefes aldım. "Anne saz bülbülü geri döndüğünde hiçbir şey anlayamaz çünkü taklitçi guguk kuşları yumurtalarını her türden kuşun yumurtalarına benzetebilir. Bu onların genlerinde var." Yumruklarını sıktığını gördüğümde yanılmadığımı anlamak içimi acıtmıştı. Demek ki onun hikayesi buydu.

"Peki, sonra ne oluyor biliyor musun? Anne saz bülbülü yuvasındaki düşmandan habersiz büyük bir sabırla yavrularının yumurtadan çıkmasını bekler. Ve o gün geldiğinde yuvadaki katil doğar. Üvey kardeşlerinden önce yumurtadan çıkarsa onları yuvadan atar. Evet, henüz gözleri bile açılmamış birkaç dakikalık bebekken bunu yapar. Neden mi? Çünkü kuyruğunun hemen üstünde çok hassas bir doku vardır. Yuvada kıpırdadıkça diğer yumurtalar bu hassas dokuya temas ettiği için rahatsız olup hepsini yuvadan atar." Guguk kuşlarından nefret ediyorum. Onlar evdeki düşmandı.

"Erken yumurtadan çıkarsa diğer yumurtaları yuvadan atar. Çoğu zaman bunu anne kuşun gözleri önünde yapar ve anne buna engel olamaz. Onu kendi yavrusu sandığı için onu beslemenin derdine düşer. Diyelim ki guguk kuşu üvey kardeşlerinden sonra doğdu ama yine değişen bir şey olmaz. Sivri, kancalı gagasıyla tüm kardeşlerini öldürür." Umutsuzca başımı salladım. "Evet, bunu yapar çünkü içgüdüleri bunu ona yaptırır. O doğuştan bir katildir ve yuvanın hakimiyeti onun olmalı." Kaskatı kesildi ama doğru dönmedi.

"Koruyucu ailesi sadece onu beslemeli, ondan başka hiçbir yavruyla ilgilenmemeli. Bir yuvada guguk kuşu varsa orada başka hiçbir kuşun olmasına izin vermez. Sadece saz bülbülleri değil farklı türden birçok ahmak kuş yuvalarındaki katili büyük bir sevgiyle besleyip büyütürler. Guguk kuşu büyüdüğünde bile neden bize benzemiyor diye sorgulamayacak kadar ahmaktır hepsi. Belki de kuş beyinli diye insanların birbirine hakaret etmesinden bunun da bir payı vardır. Kendi çocukları gözleri önünde ölürken onlar bir katili bağrına basacak kadar ahmaklar." Ve bu öyküden yola çıktığımda Bülbül'ün buna benzeyen bir şey yaşadığı kanısına varıyordum.

Hep söylüyorum ve yine söylüyorum; ben kırk fikirliyim.

Havada nem kaparak kırk ayrı sonuca ulaşabilirim.

Kaskatı kesildiğinde omuzlarının hareket etmesiyle büyük bir soluk aldığını gördüm. "İhtimaller üzerine kurulu sıra dışı bir zekâ." Yavaşça bana döndüğünde gözlerinde küçük bir hayranlık belirtisi vardı. "Sana bakınca kibirli, bolluk içinde hayatını geçiren deneyimsiz birini görüyorum. Aptalca hırsları olan şımarık birini iyi oynuyorsun. Ancak bu senin için bir taktik değil mi? İki farklı yüzün var," diyerek başını salladı. "Biri herkese gösterdiğin, diğeri de herkesten gizlediğin. Peki, neden?" Bakışları kısıldı. "Neden olduğun kişi gibi davranmıyorsun?"

Güldüm. "Savaşta komutanlar nasıl zafere ulaşır biliyor musun?" Gözlerinin içine bakarak, "İyi oldukları yönlerini zayıflık olarak gösterirler," dedim. "Kötü oldukları yönlerini de güçlü olarak gösterirler. İyi bir lidersen düşmanlarını nasıl bozguna uğratacağını bilirsin." Etrafımdaki herkes beni zengin, mükemmeliyetçi ve kontrol delisi bir şımarık olarak görüyordu. Böyle görmeye devam edebilirler çünkü böyle düşünmelerini hep ben sağladım. Zekâm ise en büyük gizli silahım. O silahla kimi ne zaman vuracağımı bir ben bilirim.

Beni anlamaya çalışıyordu. "Ters köşe yapmayı seviyorsun öyle mi?"

Başımı hayır anlamında salladım. "Ben daha çok tüm çıkışları kapatmayı ve onları köşelerde çaresizlik içinde bırakmayı seviyorum. Hayat felsefem öldürmek değil süründürmek."

"Yani sana muhtaç olmalarından zevk alıyorsun? Bu hastalıklı bir duygu değil mi?"

"Değil çünkü bu güç ve güç iktidarı çağırır." Dudağımın köşesi belli belirsiz kıvrıldı. "İktidar ise hakkedenin olmalı. Kendi ülkemi kurmak varken neden bir başkasının sömürgesi altında olayım?"

"Bir devrim mi başlatmak istiyorsun?"

"Bu devrim değil, darbe hiç değil, bu farkındalık. Ya tahtta olacağım ya da zindanda ama asla ortası olmaz bende. Yanımda olanlara saygım olur ama karşımda olanlara acımam olmaz. Düz mantık olayı bende işlemiyor ya benim kurallarım olacak ya da tüm kurallar yıkılacak. Yoluma çıkan herkesi ezme pahasına kendi bağımsızlığımı ilân ederim. Bilirsin ya hep ya hiç ama ortası yok." Omuz silkerek ondan uzaklaştım. Ben böyle biriyim isteyen söver isteyen sever, umurumda olmaz.

Ben lider ruhluyum.

Yönetemediğim bir orduyu helak etmekten çekinmem.

Yeniden öksürmeye başladığında elini göğsüne bastırıp nefes alışlarının düzelmesini bekledi. "Sana küçük bir tavsiye." Ayakta zor durduğu için duvardan destek alarak iç çekti. "Vazgeç," dedi beni ikna etmeye çalışarak. "Güce olan tutkun sana zarar verebilir. Bırak bu dünya başkalarının olsun sen ruhunu kirletme çünkü güç büyük bedeller ödemeden kazanılmaz. Kaybedeceklerin kazanacaklarından daha fazlaysa geri adım atmasını bilmelisin." Bu benim karakterimde birinin yapacağı bir şey değildi çünkü daha azıyla yetinmesini bilmiyorum.

Ödeyeceğim hiçbir bedel kazanacaklarımdan daha kötü olamazdı.

"Yapamam ben buraya bir hizmetçi olarak günlerimi geçirmek için gelmedim. Şu anda dipte olabilirim ama yükselişe geçeceğim zamanlarda mutlaka gelecek." Gelmezse bile ben o günün gelmesini bir şekilde öyle ya da böyle sağlayacağım.

Benimle daha fazla muhatap olmak istemiyormuş gibi sıkkın bir tavır takındı. Onun karakterindeki birine göre çok bile tahammül etmişti. "Birilerine borçlu kalmayı sevmem," dediğinde konuşmakta güçlük çekecek kadar hastaydı. "Madem bugün benim yerime tüm işleri yapmaya kararlısın karşılığında sana söyleyecek birkaç şeyim var."

"Nedir onlar?"

Bakışları fazla ciddiydi. "Yılanın zehri senin kanındakilerin damarlarında geziyor. Gururunun esiri olmayı bırak ve yardım istemeyi öğren. En korunaklı kalen düşmanın tarafından fethedilmek üzere. Unutma insan tüm dünyaya karşı savaşabilir ama kendi kanında olana kılıç çekemez." Bu da neydi şimdi? Burada benim kanımda olan sadece Itır vardı ama Itır ile birbirimize düşman olamayız.

Bu kızın gizemlerini çözmek fazla uğraştıracak gibiydi.

Kafam karışmış gibi aval aval ona bakıyordum. "Ne demek istedin? Benim kimsenin yardımına ihtiyacım yok."

Bu cevabı bekliyormuş gibi beni umursamadan kapıya doğru yürüdü fakat eli kapı kolunu kavradığı esnada durdu. "Kibrini ve gururunu bir kenara bırakmazsan gelecekte seni ağlatacak. İki dost mu yoksa iki düşman mı olacağınızı senin vereceğin karar belirleyecek. Unutma yarın çok geç olabilir." Bunları söyledikten sonra beni bırakıp gitmişti. Şimdi ben bu sözlerden tam olarak ne anlamalıyım? Hadi ama bana bir kanıt sunmadan söylediği uçuk şeyler yüzünden kendimi sıkıntıya sokamam.

Itır benim için bir tehdit olabilir mi?

Üçüncü gözyaşı senin yüzünden mi dökülecek, Itır?

***

Neredeyse öğlene kadar birçok oda temizlemiştim. Tüm odaları temizlediğimiz yetmiyormuş gibi bir de odalarında odun olmayan kişilere dışarıdan ödün taşıyorduk. Üşüdüğünde yaksın diye şöminenin yanına odunları yığıyorduk. Bugün Itır'ın odasının olduğu katta çalıştığım için onun odasını bilerek Mizgin'e vermiştim. Ha bir de ilk gün elimi kesen o şişko Muhafızın odasını da kızlara devrettim.

Hacer bana Bülbül'ün üst kattaki odaları temizleyeceğini söyleyince mecburen yukarı çıktım. Bu koridordaki odalara ilk kez çıkıyordum çünkü bizim çalışma alanımız öğrencilerin kaldığı katlardı. Akademinin en üst katını daha kıdemli hizmetçiler temizliyordu. Bülbül'ün de onlardan biri olduğunu bilmiyordum. Koridorun sonundaki odayla temizliğe başladım. Sondan başlayıp başa doğru temizlerim. Bu katta nöbetçiler daha fazlaydı. Neyse ki hizmetçi olduğum için yukarı çıkmama izin vermişlerdi. Bu kata ilk kez çıkmama rağmen daha önce gelmiş gibi tanıdık bir şeyler vardı.

Sondaki odaya girdiğimde gördüğüm tertemiz manzarayla gülümsedim. Bazıları çok temizken bazıları umutsuz vakaydı. Gündüz olduğu için şamdanlardaki mumlar yanmıyordu. Etrafıma meraklı bakışlar atarken ne görmeyi beklediğimi bilmiyorum ama bir soyluya göre son derece basit ve sıradan bir odaydı. Mara'nın odasında bile altından şamdanlar, kaliteli ipekten perdeler ve gösterişli eşyalar varken bu oda aşağıdakilerin aksine fazla sönüktü. Belki de herkes gösterişi sevmiyordu. İşin garip kısmı bu oda da bana fazla tanıdık geliyordu.

Sanki daha önce bu odada bulundum.

Gayet temiz ve düzenliydi ama masanın üzerindeki sürahi bile kalitesiz bir bakırdan yapılmışsa fazla sıradan zevkleri olduğunu düşündüm. Oda büyüktü her ne kadar içindeki eşyalar sıradan şeyler olsa da hepsi uyum içindeydi. Tavandan yere kadar uzanan iki kocaman pencere odayı aydınlatıyordu. Pencerelerin yakınına konulmuş iki deri koltuk ve ortadaki büyük eski kilim canlı zevkleri olmadığını gösteriyor. Bu odayı kullanan kişinin pahalı zevkleri yok gibiydi.

Köşedeki büyük saksının içinde neredeyse tavana değecek kadar uzayan devasa bir salon bitkisi vardı. Kocaman parlak yaprakları olan egzotik bir bitkiydi. Gayet düzenli görünen yatağı odanın sağında ve şöminen tam karşısındaydı. Ayaklı ahşap askılık hemen kapının solunda duruyordu. Siyah bir şemsiye ve bir hırka askıda asılıydı. Başımı biraz çevirince sağ tarafta duvara gömülü olan kitaplığı gördüm. Kitaplık duvarın bir tarafını kaplıyordu. Ne çok kitap vardı.

Köşede küçük bir masa duruyordu, üzerinde ise dünya küresini andıran küre vardı. Bizim kullandıklarımızdan çok farklı bir teleskop ve buradan bile baktığımda rahatlıkla gördüğüm çizimler. Bu her kimse astrolojiden anlıyor olmalı çünkü yıldızların haritasını çıkarmıştı. Bir köşede duran eski piyano ilgimi çekince dudaklarımdaki buruk tebessümü gizleyemedim.

Kapağı kapalı piyanonun üzerinde parmaklarım hareket ederken iç çektim. Maundan yapılmış bu şeye dokununca bile parmaklarım karıncalanıyor, özlemini çektiğim tuşlara dokunma hissi uyandırıyordu. Odada benden başka kimse olmadığı için piyanonun kapağını açıp tabureye oturdum. Parmaklarım kendiliğinde tuşların üzerinde hareket ederken tebessüm ettim. Çalmayalı o kadar uzun zaman olmuştu ki. Kulağıma gelen piyano sesi benim için tatlı bir ninni gibiydi. Neredeyse on yıldır piyano çalmıyordum ama hiç paslanmamış gibiyim. Anneannemin ölümünden sonra çalmak içimden gelmemişti.

Richard Clayderman'ın bestelerinden olan Ballade Pour Adelina'yı ilk kez çalıyordum çünkü anneannem hayattayken bu beste repertuarımda yoktu. Gözlerim kendiliğinden kapanırken dudaklarımdaki küçük tebessümle kendimi müziğin tatlı sesine bıraktım. Yıllarca tuttuğum yas yüzünden kendimi piyanodan mahrum bıraktığıma inanamıyorum. Oysaki piyanonun sesi kalbimdeki tüm yasları dağıtmak ister gibi hoş çıkıyordu.

Bestenin son notasını çalıp gözlerimi açtığımda, "Piyano çalabildiğini bilmiyordum?" diyen bir sesle irkilerek ayağa kalktım. Korku içinde başımı çevirince banyo kapısının önünde duran Savcı ile gözlerim irice açıldı. "Şey... Ben," dedim ama şaşkınlıktan ne söyleyeceğimi bilemedim.

Burası onun odası mı?

Kahretsin, bunun burada ne işi var!

Yüzünde küçük bir tebessüm varken gözleri beğeniyle bakıyordu. Sanki az önce beni piyano çalarken izlemek hoşuna gitmişti. Saçları ıslak bir şekilde tam karşımda durduğu için afalladım. Yeni duştan çıktığı için saçlarının ucundan su damlıyordu. Ela gözleri şaşkınlığımı izledikçe daha da keyifli bakıyordu. Bense onun yoğun bakışlarından kaçmaya çalışırken bakmamam gereken her yere bakıyordum.

Bakışlarım yüzünden boynuna ve oradan da aşağıya inince sertçe yutkundum. İri vücudu tüm çıplaklığıyla tam karşımdaydı. Boynundan sıkı kaslarına süzülen su damlacıkları nefesimi kesiyordu. Artık şoktan mıdır, bilmem ama büyük bir arsızlıkla onun kaslarını incelerken bunu saklama çabasına giremiyorum. Korkarak biraz daha aşağıya kaydırdım gözlerimi ve belindeki havluyu görünce rahat bir nefes aldım. En azından daha fazlasıyla psikolojik darbe almamıştım.

"Beni izlemek yerine çığlık atman veya hemen gözlerini kapatman gerekmiyor mu?" Alay dolu sesini duyunca yaptığım rezaletin farkına varıp hemen arkamı döndüm.

Yüzüm kızarmaya başlamıştı. "Ben... Üzgünüm. Biran şoka girdim. Şey... Bunun için evlenmemiz gerekmiyor, değil mi? Burada işlerin nasıl yürüdüğünü bilmiyorum." Hafız sırf beni gecelikle gördü diye bana söylemediğini bırakmamıştı, şimdi Savcı onu yarı çıplak gördüm diye kim bilir neler derdi.

Hemen arkamda olduğu için gülen sesini duydum. "Sanmıyorum evlenmek için bundan daha fazlası gerekli." Gülüşü büyüdü. "Bilirsin geceyi aynı yatakta-"

"Ah, tamam! Anladım sakın o sözün devamını getirmeyin!" Tekrar gülen sesini duydum. Bugüne kadar ki tüm ilişkilerim yanağa konulmuş birkaç öpücükten ibaretken daha fazlasını duymak istemiyorum.

Boğazını temizleyip bana ne yapacağımı söylemeye başladı. "Pekâlâ, şimdi şöyle yapıyoruz." Hâlâ gülüyor olması çok can sıkıcıydı. "Sen banyoya girip orada biraz oyalan, bu sürede bende giyineyim anlaştık mı?"

Panikle hemen başımı sallayıp banyoya girmek için aceleyle arkama döndüm. Başımı eğerek yürüdüğüm için birkaç adım atmıştım ki ona çarpınca, "Önümde çekilsenize!" diye onu azarlayıp geriye çekilmek istedim. Ancak uzun eteğime bastığım için yerimde sendeledim. Tam düşecektim ki bir küfür savurup belimden yakaladığı gibi beni göğsüne çekti. "Sakin olmazsan kendini sakatlayacaksın."

"Ama siz çıplaksınız."

"Tam olarak çıplak değilim havlu var."

"Ya o havlu düşerse?" demiştim ki fark ettiğim şeyle sertçe yutkundum. Onun göğsündeydim yani ona fazla yakındım. Düşmeyeyim diye ellerim az önce o refleksle ona tutunmuş, onun çıplak göğsünün üzerindeydi. Belimi tutarken benim aksime fazla rahattı. Masum sayılacak bir pozisyonda değiliz. Kendimi bu duruma nasıl düşürdüm, aklım almıyor.

Ela hareleri gözlerime yoğun bir şekilde bakarken, "Elzem?" diye fısıldadığında ellerimin altındaki teni gerilmişti. "Sen hiç rahat durmaz mısın?" Boğuk çıkan sesi ve bana baktıkça kararan gözleri ona cevap vermemi güçleştiriyordu.

Şakaklarından süzülen su damlacıkları ise ayrı bir olaydı. Islak saçlarının rengi koyu kahveden siyaha dönüşmüş gibiydi. Saçları ıslanınca rengi konusunda daha da kararsız kaldım. Islaklığı yoğun bakışlarıyla birleşince bu adam karşı konulmaz derecede yakışıklı oluyordu. Sanırım az önce bana bir soru sordu değil mi? Pekâlâ, soru neydi?

"Acaba..." dedim yutkunarak. "Beni bırakmayı düşünüyor muşuz?"

Bakışları gözlerimden dudaklarıma kaydığında uzun süre bana cevap vermedi. Bir hizmetçiyi haddinden daha uzun kolları arasında tutuyordu. Tuhaf olansa bende onun kollarının arasından çıkmak için hiçbir şey yapmıyordum. Ellerimin altında gittikçe daha hızlı atan kalbinin sesini duymayı sevmiştim. Dudaklarıma baktıkça ruhunda yükselen arzu ve yoğun şehvet derimin altına ısı dalgası yaydı. Beni öpmeyi mi istiyor? Bir Oyunbazı öpmek isteyecek kadar çıldırmadığını düşünüyorum çünkü açlığım sınırdayken ruhunu emebilirdim.

Burnundan sert bir nefes aldığında kendine gelmek için başını iki yana salladı. Aklından geçen çılgınca düşünceleri kovmak ister gibi ellerini hemen belimden çekmişti. Yanaklarım cayır cayır yanarken aceleyle banyoya girip bunu ondan gizlemeye çalıştım. Neden bu kadar utandığımı bile bilmiyorum! Beni öpmek isteyen oydu onun utanması gerekmiyor mu?

Aklıma gelenlerle hissettiğim utanç duygusu hızla dağıldı ve yerini rahatsız edici bir duyguya bıraktı. Ben bu akademide basit bir hizmetçiydim. Asillerin birçoğu hizmetçileri kolay elde edecekleri bir seks objesi olarak görüyordu. Acaba o da beni yatağa atacağı biri olarak gördüğü için mi ruhunda şehvet oluşmuştu? Kırk fikirli olmak böyle berbat bir şeydi işte çünkü olur olmadık her ihtimali değerlendiriyordunuz. Savcı akademide saygı gören bir öğretmendi, pekâlâ beni de eğleneceği biri olarak görebilir sonuçta onu hiç tanımıyorum.

Nasıl biri olduğunu bilmediğim için aklından geçenleri anlayamam. Belki de zevk düşkünü o erkeklerden biriydi. Ah! Sinirden kafayı yiyeceğim çünkü düşüncelerimin gittiği yön ondan nefret etmem için bana birçok sebep veriyordu. İçeriden, "Çıkabilirsin," diyen sesini duyunca giyindiğini anlayıp bozuk bir suratla banyodan çıktım.

Pantolonunu giymiş ama üst kısmı hâlâ çıplaktı. Dolapta siyah bir atlet ve gri bir kazak çıkartırken bana sırtı dönüktü. "Bu katta ne işin var? Senin alt katların temizliğinden sorumlu olduğunu sanıyordum?" En azından özellikle odasına girmediğimi biliyordu.

"Bülbül kendini iyi hissetmediği için onun yerine buradayım." Keyifsiz bir sesle konuşup kapıya doğru yürüdüm. "Burada yapılacak pek bir şey yok. İyi günler, Savcı Bey."

Mesafeli bir sesle konuşup kapıya doğru yürüdüğümde arkamdan, "Bekle," diyen sesini duydum. "Derdin ne senin? Sesin neden bu kadar soğuk?"

Ciddi bir suratla ona doğru dönüp, "Sizinle hiçbir derdim yok," dedim gayet resmi bir dille. "İzin verirseniz işimin başına dönmeliyim."

Beklemediği bu çıkış karşısında kaşları belli belirsiz çatıldı. "Senin gibi bir ruh emici değilim, Oyunbaz." En az benim kadar soğuk yapmaya başladı. "İnsanların duygularını ruhlarını soluyarak anlamıyorum. Şimdi bana sorunun ne olduğunu söyle. İçeriye girmeden önce yüzün asık değildi."

Omuzlarımı dikleştirdim. "Benim sorunlarım sizi ilgilendirmiyor." Çenemi dikleştirip onu daha fazla kızdırdım. "Kendi sorunlarımı halledecek bir kadınım." Önüme gelen saçlarımı savurarak arkaya doğru ittim. "Kimsenin yardımına ihtiyacım yok. Ayrıca bir hizmetçinin sorunları da sizin ilgi alanınızı kapsamıyor."

Öfkesinin şiddetini ifadesiz yüzü iyi gizliyordu ama ruhunda kızgınlığını en yalın haliyle soluyorum. "Bu odayı temizlemeye başla. Hemen şimdi işini yapmaya başla." Sesi buz gibiydi.

"Odanız temiz."

Gözlerimin içine kanımı donduracak bir resmiyetle baktı. "Senin işin benim emirlerimi yerine getirmek." Az önceki sözlerime atıfta bulunarak, "Bir hizmetçiyle tartışmayacağım," dedi son derece ciddi bir sesle. "Sana ne diyorsam onu yap."

Hizmetçi diyerek onu kızdırdığım gibi beni kızdıracağını mı sanıyordu? İşim hizmetçilik yapmak olduğu için zerre kadar alınganlık yapmadan, "Siz nasıl isterseniz," dedim mesafeli bir sesle. "Lütfen hazırlanıp dışarı çıkın. Birileri ayak altında dolaşmayınca daha verimli çalışırım." Gözlerinin ardında geçen o karanlık ifadeyle ruhundaki şeytanlığı soludum. Odadan çıkmayacaktı, değil mi?

Canımı okuyacak.

***

Beş saat sonra.

Üzerini giyinmesine rağmen bir şey arar gibi gardırobu karıştırdıkça yere bir şeyler düşürüyordu. En az beş kez düzenlediğim o gardıroptaki kıyafetler bir kez daha birbirine girmişti. Bir amaç uğruna orayı dağıttığını göstermek istercesine gri kazağını çıkartıp siyahı giyince dişlerimi sıktım. Beş saat boyunca ben bu odayı topluyorum o arkamdan dağıtıyor! İlgilenmem gereken tek oda bu mu sanıyordu?

Yumuşak yün kazağı giyip bana doğru dönünce sinirli suratımı gördü. Dudakları belli belirsiz kıvrıldı. "Bir sorun mu var?"

Öfkemi dizginlemeye çalışarak yüzüme yumuşak ve ılımlı bir ifade kondurdum. "Hayır." Onu boğmak isterken tebessüm etmek için kendimi zorladım. "Yeterince dağıttıysanız pardon, giyindiyseniz orayı toplayabilirim."

Beni kızdırdıkça ruhunda yükselen kahrolası eğlenceyle, "Tabii," diyerek raftaki kitaplara doğru yürüdü. "Biraz acele et beş saat oldu ama hâlâ bir odayı toparlayamadın." Bu herif şaka mı?

Dağıtmayı bıraksa çoktan işim biterdi!

Dolabın içini öyle bir hale getirmişti ki tüm kıyafetleri çıkartıp yatağın üstüne yığdım. Ben onun kıyafetlerini katlarken o da eline bir kitap alıp tekli koltuğa oturmuştu. Elinde kitap olmasına rağmen ilgilendiği şey o kitap değildi çünkü gözlerini üzerimden ayırmıyordu. İşimle meşgul olup bakmamaya çalışıyorum ama yoğun bakışları kor gibi beni yakıyordu. "Bir konağın şımarık hanımı nasıl böylesine titiz ve temiz çalışabilir?"

Pantolonlarını katlarken, "Şımarık değilim," dedim huysuz bir sesle.

Gülüşünü duydum. "Olmadığını sanıyorsun ama konumuz senin kibrin veya küstahlığın değil. Hizmetçiliği nasıl bu kadar iyi yapabilirsin?"

Katladığım pantolonu dolaba koyarken ona sırtımı dönmüştüm. "Her konuda yetenekli olmak suç olmasa gerek?"

"Ya da tecrübe ve deneyim?" Kaskatı kesildiğimde değişen ifademi gizlemek için başımı kaldırıp ona bakmıyordum. Onun kıyafetleriyle oyalanırken, "Sende çözemediğim çok fazla şey var, Elzem Akay," diyen sesi düşünceliydi. "Anlayamadığım bir gizem var sende."

Elime bir kazak alıp, "Sizi anlamıyorum," dedim ona bakmaktan kaçınarak. "Yine anlamadığım şeyler söylüyorsunuz."

Derimin altına sızıp beni kıvrandıran bakışları ok gibi üzerimdeydi. "Yaptığın işlere bakınca geldiğin yerdeki konumun hakkında bana yalan söylediğini düşünmeye başlıyorum çünkü zengin bir hanımefendi odasını toplamayı bile bilmez. Tam geldiğin yerde de bir hizmetçi olduğuna emin olacağım ama dik duruşun, kibar üslubun, zenginlere ait kibrin ve şımarıklığın aklımı karıştırıyor. Duruşunda bile kimsede olmayan bir asalet ve kışkırtıcı bir zarafet varken hizmetçi olduğuna inanmakta çok güç." Bu bir iltifattan çok eleştiri gibiydi.

"Bu sözlerinizden aklınızı meşgul ettiğimi mi çıkarmalıyım?" Başımı kaldırıp ona baktığımda bana olan bakışları fazla rahattı. Sanki ne söylersem söyleyeyim odasında olmamdan aldığı keyfi bozamazmışım gibi hissettiriyordu. "Belki de artık bana ders vermeyi istiyorsunuzdur?" Sevimlice gülümsedim. "Öğrenciniz olmayı talep ediyorum."

Gülüşüme aynı şekilde karşılık verip, "Reddedildi," dedi yumuşak bir sesle.

"Bir gün öğrenciniz olacağım."

"O gün asla gelmeyecek."

Omuz silkerek önüme döndüm. "O gün fazla uzakta değil." En az onun kadar inatçı olabilirim.

Kıyafetlerini topladıktan sonra bir kez daha odasındaki işim bitmişti. Biraz daha burada kalırsam tüm işlerimin aksatacağımı ve Elif Hanım'dan sıkı bir azar yiyeceğimi biliyormuş gibi beni daha fazla meşgul etmedi. Beş saatin sonunda nihayet gitmeme izin vermişti. Ben onun odasından çıkıp temizlik için başka bir odaya girerken o da aşağıya inmişti. Savcı yüzünden beş saat boyunca tek bir odada oyalandığım için tüm odaları yetiştiremeyeceğimden korkmuştum. Neyse ki bu katta görevli olan hizmetçiler bana pek bir iş bırakmamıştı.

Savcı'dan sonra bir oda daha temizleyip asıl görev yerime döndüm. Doğa çok yorgun görünüyordu. Bana geriye sadece bir oda kaldığını söyleyince onun yerine son odayı da ben aldım. İçeri girdiğimde şansıma bu oda da temizdi. Dün dip bucak temizlediğim odalardan biri olduğu için henüz toz bile tutmamıştı. Odadaki dağınıklığı toplayıp yerdeki kirli kıyafetleri aldım. Kirlilerden başka bir grup sorumlu olduğu için biz banyoya bırakıyorduk daha sonra onlar hepsini topluyordu.

Banyoya yeni girmiştim ki dış kapının açılan sesini duydum. Odanın sahibinin dersi bitmiş olmalı ki odasına dönmüştü. Banyo kapısına doğru yürümüştüm ki Hafız'ın, "Odamda olmamalısınız," diyen sesini duyunca donup kaldım. Bu oda Hafız'ın odası mıydı? Konuştuğu kişi ben değildim çünkü banyoda olduğum için henüz beni görmemişti.

Asil'in gülüşünü duydum. "Birilerinin bizi görmesinden mi korkuyorsun? Sende haklısın üç bir kişilik yasak ilişki yaşıyoruz ama baştan söyleyeyim her ikinizde ilgimi çekmiyor." Gülerek söyledikleriyle haklı çıkmanın şokunu yaşadım. Üçüncü kişi Gediz'di değil mi?

Zaten çok geçmeden Gediz'in, "Bu siktiğim okuluna neden geri döndüğümü biri bana açıklayabilir mi?" diyen sesini duydum.

Hafız güldü. "Bizi özledin."

Asil'in gülüşü daha yüksek çıkıyordu. "Burnundan tüttük."

"Siktirin gidin! Elli yıllık sürgünde de yakamdan düşmediniz hâlâ ne konuşuyorsunuz?"

"Senin için fanilerin bölgesine geldiğim için bana böyle mi teşekkür ediyorsun?" Bu eğlenen ses Hafız'a aitti. "Üstelik ellerimiz boş da gelmiyorduk."

"Onun istediği şarap veya yiyecek değildi, değil mi?" Asil'in sinsi sesini duyunca banyo kapısına biraz daha yaklaştım. "Elli yıl boyunca kadınlardan uzak durmak seni çıldırtmış olmalı."

"Bunu inkâr edemem." Gülüşünü duydum. "Kadınların hayatımdaki yeri nefes almak gibi." Demek ki bu Üç Silahşorlar gerçekten o büyük yıkımı yapan gizemli kişilerdi.

"Eee?" dedi Gediz merakla. "Şu Kalkanların olayı ne? Nasıl bizim dünyamıza gelmişler ve ne zamandır buradalar?"

"Fazla olmadı." Odada birkaç hareketlenme hissederken Hafız, "Hepsi de fazla kafa karıştırıcı."

"Ne yönden?"

"Bilemiyorum bir faniye göre çok hızlı uyum sağladılar."

"Onları gözlemlemiş olmalısın. Sence nasıllar?" Asil, Gediz'in fikrini öğrenmek istediğinde Gediz, "Biri dışında diğerleriyle ilgilenmiyorum."

"İlgilendiğin hangisi?" Asil'in kıskanç çıkan sesiyle Gediz'in gülüşünü duydum. "Merak etme küçük ışığınla ilgilenmiyorum. Benim işim Oyunbazla." Gerildim. Benimle mi?

"Elzem ile mi?" Hafız'ın şaşkınlığını soludum. "Elzem ile ne gibi bir işin olabilir?" Ruhundaki öfke bana kadar geldi. "O eğleneceğin biri değil. Kızın bilinçaltı saf acı, onunla uğraşmayı aklından geçirme."

"Sakin ol, Hafız. Düşündüğün anlamda onunla ilgilenmiyorum."

"Buna inanmamızı bekliyorsun?" Asil'in sesi iğneleyiciydi. "Güzel kadınlara karşı koyamıyorsun ve Oyunbaz kadını çirkin biri değil."

"Evet." Gediz onu onaylayıp, "Şu zamana kadar gördüğüm tüm kadınlardan daha güzel," dediğinde buna inanıyordu çünkü kapının bu tarafında onların ruhlarını soluyorum. "Ancak Elzem ile o anlamda bir işim olamaz. Onu hangi amaçla istediğimi ikinizde iyi biliyorsunuz." Ama ben bilmiyorum. Hangi amaçla çağrımı kabul etti?

"Her neyse," diyerek konuyu değiştirdi. "Şu Işıktan Gelenle neler oluyor?"

"Ne yapmam gerektiğini bilmiyorum." Asil'in sesi sıkıntılı geliyordu. "Oğuz sürekli ondan uzak durmam gerektiğini söylüyor, siz ne düşünüyorsunuz?" Oğuz'u dinlemek aklına gelmiyor mu?

Gediz ve Hafız aynı anda, "Oğuz'u dinle," deyince az kalsın gülecektim. Aklın yolu bir.

"Yapamam." Acı çeken sesini duymak beni bozguna uğratmıştı. "Meliz büyüyü tamamlamak için ruhlarımızı kızların dünyasına çağırdığı o gece onu gördüm. Bedenlerimiz burada olsa da ruhlarımız kısa süreliğine fanilerin dünyasına gitti." Elimi hızlanan kalbime bastırdığımda nihayet bir soruma daha cevap alabilmiştim. Yasaklı olduğu halde o gece Tenebrislilerin konakta ne işi olduğunun hep merak ediyordum.

Bizim dünyamızdan biri onları çağırmadıkça bizim dünyamıza gelemezlerdi. Çağırsalar bile bedenen gelemezdi çünkü annem Meliz'i çağırdığında o bile bedeni burada bırakmış, ruh olarak dünyamıza gelmişti. Daha sonra tek amacı bizi kullanarak Arafın kapısını açıp bedenini dünyamıza götürmekti. Tabii ben son anda buna engel olmayı başarmıştım. Lâkin Tenebrisliler aklımda hep soru işareti olarak kalmıştı. Dünyamıza nasıl geldiklerini hep merak etmiştim. Meğerse Meliz onları çağırmış.

Kızlar onları görmemişti sadece ben görmüştüm. Asıl aklımı kurcalayan şey aynısını bende yapabilir miyim? Birinin beni çağırmasını sağlarsam ruh olarak kendi dünyama gitmem mümkün mü? Sıraç'a bir şekilde ulaşmalıyım. Evet, bu konuyu kesinlikle araştıracağım. Geri gidip orada neler olduğunu görmenin ve bize neler olduğunu ona anlatmanın tek yolu buydu.

"Meliz'e yardım ettin öyle mi? Kalkanlar senin yardımın sayesinde mi burada?" Hafız'ın kızgın çıkan sesiyle böyle olduğuna adım gibi emindim. Bu işte kesin Asil'in de parmağı vardı.

"Benim sayemde yaşıyorlar." Karanlıklar lordunun son söyledikleriyle gözlerim irice açıldı. Ne demek onun sayesinde.

"Evet, Meliz'e yardım etmek için oradaydım ama Doğa'yı görünce amacımdan saptım. Bu nasıl mümkün oldu, bilmiyorum ama o ürkek bakışları, titreyen kirpikleri, kesik kesik aldığı solukları beni ona karşı zayıf kılıyor. Meliz'in planı Kalkanları kurban ederek kapıyı açmaktı. Böylece dördü onun için sorun olmayacaktı. Fakat Günışığını görünce o gece ilk kez kendi ırkımda olan birine ihanet ettim. Meliz her birine halüsinasyon göstermeye başladığında kızların yanından ayrılıp onun yanına gittik. Benden istediği kara büyüyü yaptım ama onun istediği şekilde değil." Neler söylediğinin farkında mı?

"Vücudu burada olan biri yardım almadan tek başına dört güçlü Kalkanı öldürecek kara büyüyü yapamaz. Bunun için bana ve adamlarıma ihtiyacı vardı. Meliz'in endişesi Elzem'di. Bir Oyunbaz olduğu için son anda onun planlarını bozacak bir şey yapmasından korkuyordu. Bu yüzden planında kızların yaşaması yoktu. Safkan bir Tenebris olduğum için Kalkanları öldürecek kara büyüyü benim yapabileceğimi biliyordu." Kendinden safkan bir Tenebris olarak bahsetmişti. Bu da demek oluyor ki Asil melez değildi.

Elli yıl önceki olayda Gediz'in iki arkadaşından biri kan kalkanı yaparak üçünü koruma altına almıştı. Kalkan açmak Işıktan Gelenlerin büyülerinin arasına girdiği için Hafız veya Asil'in Işıktan Gelenlerin melezi olduğunu düşünmüştüm. Ancak şimdi Asil doğrudan elenmişti. Gediz'in o esnada yüzünde maske olmadığı için o zaten olamazdı çünkü Mizgin, yüzü maskeli iki kişiden birinin kan kalkanı büyüsünü yaptığını söylemişti. Bu durumda geriye tek bir kişi kalıyordu. Hafız bir melez olabilir mi?

Asil tekrar konuşmaya başlayınca Hafız ile olan şüphelerimi askıya alıp Asil'i dinlemeye başladım. "Meliz benden kızları öldürecek büyüyü yapmamı istedi ama Doğa'yı görünce onlara koruma büyüsü yaptım. Benim yaptığım koruma büyüsü onları Meliz'in büyüsünden koruyacaktı. Kalkanların buraya gelmesi bana da sürpriz oldu. Meliz onların ritüeli tamamladıktan sonra ölmesini umuyordu ama kapı bir şekilde dördünü de yutmuş olmalı. Yaptığım büyü sayesinden kızların öleceğini düşündüğü için cesetlerinin kapıdan geçmesini sorun etmemiş olmalı. Oysaki onlara koruma büyüsü yaptığım için kapıdan geçen cesetleri değildi." İşte bunu beklemiyordum. Asil bizi kurtarmıştı.

Bizi o gece kurtaran Asil'di. Ben o gece bedenimden çıkmıştım ve kızların cansızca yerde yattıklarını görmüştüm. Aslında ölmemiz gerekiyordu ama Asil'in büyüsü bizi bir şekilde hayatta mı tutmuştu. Onun büyüsü sayesinde bedenlerimiz ölü gibi yerdeyken bir şekilde yaşamayı başarmıştık.

"Ama Oyunbaz olan tüm planları bozdu o gece, değil mi?" Bu konuşan Hafız'dı. "Geçit açılınca hepsini içine çekti ama Elzem son anda Meliz'i öldürmeyi başardı?"

Bir kez daha Asil'in şaşkınlığını soludum. "Sen bütün bunları nereden biliyorsun?"

"Onun zihnine sızdığımda bazı anılarını gördüm."

"Ve bunu hemen liderine yetiştirdin, değil mi? Senin yüzünden kızın bir Aykırı olduğundan şüpheleniyorlar. Tenebrislilerin lideri yani babam bile benden Oyunbazı izlememi istedi. Aykırı olduğundan emin oldukları an onu öldürecekler." Evet, Hafız tam olarak böyle yapmıştı. Zihnimde gördüklerini hemen Muhafızların liderine yetiştirmişti. Bu konuda hâlâ ona kızgınım.

"Emin ol kızlar hakkında onlara bilgi verseydim ikisi çoktan ölmüştü. Onlar sadece şüpheleniyorlar ama emin değiller çünkü kızların ikisi de bir Aykırı olduğunu çok iyi gizliyor." Ne yani Hafız kimseye bizim hakkımızda bilgi vermemiş miydi? O halde neden bizden şüpheleniyorlar? Hafız değilse bu bilgiyi onlara kim verdi? Bu iş gittikçe içinden çıkılmaz bir hal alıyor.

Neden bir Aykırı olduğumu düşünüyor?

"Oyunbaz gerçekten bir Aykırı mı?" Gediz'in yutkunuşunu ta buradan duyabiliyorum. Ablası bir Aykırı olduğu için öldürülmüştü, değil mi?

"Evet," diyen Hafız'ın iç çekişini duydum. Elzem, Oyunbazların içinde Aykırı olarak doğan ilk Oyunbaz. Üstelik o şifacı bir Aykırı, yaşayan son şifacı. Aykırı bir şifacı olduğu duyulursa neler olur tahmin edebiliyor musunuz? Tüm ırklar kızı öldürmek için peşine düşecek. Onu bu konuda uyarmama rağmen insanların yaralarını iyileştirip dikkatleri üzerine çekiyor." İyi ama neden? Bu Aykırılık tam olarak ne ve onları neden böyle korkutuyor? Bu konu hakkında bilmediğim hâlâ çok şey vardı.

"İki kişi dedin?" Gediz'in ruhundaki hüznü soludum. Aykırı olduğumu sanması onu mutlu etmemişti. "Kalkanlardan diğer Aykırı olan kim?" Sömürge altına aldıkları diğer hizmetçi kimse o. Doğa'ydı, değil mi? Artık neden özellikle ikimiz hizmetçi yaptıklarını anlıyorum. Zorlu şartlar karşısında gerçek potansiyelimizi göstermemizi bekliyorlardı.

"Konuşsana, Muhafız?" Asil'in sesi endişeli çıkıyordu. "Diğer Aykırı kim?"

"Tahmin et." Önce bir süre sessizlik oldu sonra ise Asil'in savurduğu küfrü duydum. "Günışığı mı? O olamaz, bir Aykırı olamayacak kadar zayıf!" Doğa'nın Aykırı olmasından korktuğunu ses tonundaki endişeden anlayabiliyorum.

"Ama o bir Aykırı." Hafız bundan emin gibiydi. "Nasıl ki Elzem kendini kibrinin arkasına gizliyorsa, ışığında korkaklığının arkasına saklanıyor. Her ikisinin gizlenme ve savunma taktikleri farklı olsa da amaçları aynı. Yarı melez bir fani nasıl öylesine güçlü bir kalkanla kendisini güvene alır sanıyorsun? Hiç eğitim almadan kalkan açması bile onun Aykırı olduğunu gösterir. Efsun ve diğerleri bu yüzden onun bir Aykırı olabileceğinden şüpheleniyor."

Asil'in ruhundaki endişe o kadar büyüdü ki, korkusunu iliklerime kadar hissettim. "Ya gerçekten o da bir Aykırıysa?"

"Öyle zaten," dedi Hafız. "İşin ilginç yanı her iki Aykırı kız kayıp ırkların lanetini taşıyor, yani müttefikler. Oyunbazlar kincidir, Elzem bulduğu ilk fırsatta atağa geçecektir. Işıktan Gelenler saf bağlılıktır yani Doğa'nın tarafı çoktan belli. Oyunbaz ölürse Işıktan Gelen gerçek potansiyelini dışarı çıkartıp buna sebep olanlara kök söktürür. Işığın göründüğü kadar zayıf biri değil. Ne demek istediğimi anlıyor musun? Elzem senin yüzünden ölüyor. Peki, bu olursa Doğa'nın sana olan nefreti ne boyuta ulaşır? O pusulayı hâlâ bulamadın mı?" Pusula mı? Ne yani bu hırsız pusula onu kaybetti mi? Kahretsin, bunu yapmış olamaz! Ayrıca ne demek ölüyorum ve pusulanın bununla ne ilgisi var?

Kahretsin!

Pusula benden alındığından beri yaşadığım o kalp ağrılarının bununla bir ilgisi var mı? "Arıyorum!" Asil'in sesi sinirli geliyordu. "Onu odamdan kimin aldığını bulacağım!"

"Öylesine değerli bir şeyi kızdan hiç koparmamalıydın."

"Onları buraya getirmemin tek yolu buydu! Meliz peşlerinde ve kendisine güçlü bir beden bulduğu an onlar için harekete geçecek. Yakınımda olurlarsa Günışığını koruyabilirim diye düşündüm. Elzem'in pusulasını ona geri verecektim ama birileri pusulayı benden çaldı! Kızın ölmesine izin veremem yoksa Günışığı daha çok benden nefret edecek. Geç olmadan o pusulayı bulmalıyım!" Duyduklarımla derinden sarsılırken bütün bunlara inanamadım. Ne yani Asil başından beri bizi koruyor muydu?

Hadi ama Asil'den bahsediyoruz o iyi biri olamaz.

"Belki de pusula hâlâ akademide?" dedi Gediz. "Bu ihtimali de düşünmeliyiz." Eğer böyleyse onu bulabilirdi, değil mi?

"Akademide değil," diyen Hafız'ın sıkıntılı sesini duydum. "Eğer buralarda bir yerde olsaydı Elzem'in yüzü her geçen biraz daha solmazdı. Pusulanın yakınlarında olduğunda güçleniyor ama pusuladan uzak kalınca hastalanıyor. Birkaç kez onu burnu kanarken veya kalbine tutup inlerken gördüm. Pusula diğerlerinin elinde basit bir eşya görevi görüyor ama Elzem için hayati nem taşıyor." İyi ama neden? Bu pusulanın sırrı ne? Onunla aramdaki bağın sebebi ne?

"Bir pusulaya bağlı yaşaması can sıkıcı," diyen Gediz'in sözlerinde de gereken cevabı alamamıştım. "Hayatımın sikik bir eşyaya bağlı olmasını istemezdim."

"Kız ölü doğdu, ne olmasını bekliyordun?" Hafız'ın tüm bunları bilmesinin nedeni kafamın içine sızması mı yoksa başka bir sebebi daha var mı? "Doğduğu gece neler yaşandı bende bilmiyorum."

"Ben biliyorum," dedi Asil. "Meliz'den bir şeyler öğrenmiştim. Elzem doğduğunda ruhu çoktan Ölüler Diyarının kapısına ulaşmış, Meliz ne yaptıysa onu geri getirememiş. Bu yüzden yardım almış. O gece pusula üzerinden Elzem'in ruhuna ve bedenine çok güçlü bir mühür yapılmış. Ölü bir bedene ruhu geri getiremedikleri için mührü Oyunbazları temsil eden sıradan bir pusulaya yapmışlar," dediğinde kaskatı kesildim. Nasıl hayata döndüğümü ayrıntılı bir şekilde dinlerken hiç rahat değildim.

Asil, "Bir ölüyü kimse geri diriltemez ama ruhunu yakınlarda tutabilirler," diyerek arkadaşlarına bu işin detaylarını anlatmaya başladı. "Kızın ruhunu pusulanın içine hapsettiler, böylece pusula Elzem'in yakınlarında olduğu sürece ruh bedene girebiliyor. Pusula beden ve ruh arasında bir köprü, her ikisini birbirine bağlayan bir ip görevi görüyor. Pusula Elzem'den uzaklaştıkça mühür zayıfladığı için hastalanıyor. Pusula ondan uzun süre ayrı kalırsa mühür önce zayıflar sonra da kırılır." Kalbim göğsümü tekmelerken duyduklarımın şiddeti yüzünden beynimden vurulmuşa döndüm. Ruhum bir pusulaya mı mühürlü?

Bu yüzden mi pusula olmayınca acı çekiyorum?

"Mühür kırılırsa ne olur?" diye sordu Gediz.

"Elzem ait olduğu Ölüler Diyarına geri döner," diyen Asil yüzünden dehşete kapıldım. Bunları duyacağımı bilseydim buradan saklanmak yerine dışarı çıkardım. "Mühür kırılınca pusula eskisi gibi basit eşyaya dönüşür ve Elzem'in ruhu özgür kalıp Ölüler Diyarına göç eder. Şu anda pusula ondan çok uzakta olduğu için mühür hızla zayıflıyor. Bu yüzden hastalanmaya başladı çünkü ruhu gittikçe bedeninden çıkıyor. Ölü doğduğu için mühür olmadan ruhu asla bedenine girmez. Mührü tutansa pusula, yani o pusulaya ihtiyacı var." Hayır, hayır, hayır bu doğru değil! Bu doğru olamaz, bu kadarı saçmalıktı!

Bedenim ve ruhum bir pusula sayesinde hayata tutunuyor olamaz. Ben büyüyor, yaşlanıyor, nefes alıyor ve hissediyorum! O pusula olmadan bunları yapıyorum. O aptal şey yüzünden ruhum beni terk etmiyor! Bu kabul edeceğim bir şey değildi. "Saçmalık!" Dudaklarımdan acı dolu bir inilti döküldüğünde sırtımı dayadığım duvarda yavaşça dizlerimin üzerine yığıldım. Bunu gerçekten yaşıyor muyum?

Ağlamamak için kendimi zor tutarken titreyen ellerime bakıyordum. Ben gerçekten ölüyor muyum? Biliyordum. Kahretsin ki biliyordum. Bir terslik olduğunu hep biliyordum ama sebebini anlayamadım. Yaşam kalp demekti ve pusula hep kalbimi gösteriyordu çünkü bana yaşam verenin o olduğunu haykırıyordu. Gerçekler çığ gibi beynime doluşurken fark ettiğim her şeyi yalanlamak istiyorum.

Son günlerde kalbimde hep bir sızı ve bir yorgunluk vardı. Bunun sebebi pusulanın benden uzaklaşmasıydı. O gün akademinin bahçede hissetmiştim bunu. Benim için değerli bir şeyin benden gittiğini hissetmiş ama ne olduğunu bulamamıştım. Ve dahası vardı, çok daha fazlası vardı. Buraya gelmeden bir ay boyunca ne zaman okula gitsem kalbim ağrıyor ama eve dönünce ağrısı geçiyordu.

O zamanlarda anlamıyordum ama artık sebebini biliyorum. Evden çıkarken pusuladan uzaklaştığım için canım yanıyor ama eve dönünce pusulanın yakınlarında olduğum için rahatlıyordum. Meliz pusulamı sahtesiyle değiştirdiği için evden çıkınca acı çekiyordum. Lanet olsun o iblis beni bir eşyaya mühürlemişti! Şimdi de onu benden geri alarak beni bir kukla gibi parmağında oynatıyordu. Evet, oydu! Pusulayı Asil'den çalan Meliz'di.

Konakta o gece bize halüsinasyon gösteren kişi Meliz'di. Bu onu yarı Tenebris yarı Muhafız yapardı, yani bir melez. Kahretsin, Hafız değildi! Doğa ve benim bir Aykırı olduğumuzu Muhafızların liderine ve Efsun'a yetiştiren kişi başından beri Meliz'di çünkü bizi çok iyi tanıyordu. O kahrolası iblis bizim için geri dönmüştü. İlk hedefinde de ben vardım. Bu sefer daha avantajlıydı çünkü şu anda hepimiz onun dünyasındayız. Mekân avantajı onda olabilir ama kolay kolay vazgeçmeyeceğim. Kendi dünyamda onu bir kere yendiysem burada da yenebilirim.

"Sana pusulamı almak neymiş göstereceğim, İblis." Madem kuralların ölümle yazıldığı bir dünyadayım o zaman bende ölümden doğanın lanetini ona yaşatırım. Doğduğum gece kendi çıkarları için bana yaşam veren kadını beni yaşattığı geceye pişman edeceğim.

Bu kadar beklemek yeter Meliz harekete geçtiyse benim de atakta bulunmamın zamanı geldi. Büyüler konusunda beni eğitecek birini bulmalıyım. Savcı'nın olması şart değil, başka bir eğitmen de bana ders verebilirdi. Sadece büyülerde iyi olmak yetmezdi. Kılıç, ok, dövüş ve daha birçok yönden bana ders verecek birilerini bulmalıyım. Açlığımı kontrol etmemde bana yardım edecek birini de bulmalıyım. İyi ama kim? Öylesine bir öğretmen istemiyorum çünkü beni o iblise denk güçte eğitmeliydi. Çok güçlü biri benim öğretmenim olabilirdi.

Kahretsin, Savcı!

O inatçı adamı bir şekilde ikna etmeliyim.

"Oradan kalkmayı düşünüyor musun?" Duyduğum sesle sıçrayarak başımı kaldırdım. Açık kapının yanında duran Hafız'ı gördüm. Bir süredir orada beni izliyor olmalı ki beni gördüğüne pek şaşırmamıştı. "Çıkabilirsin Asil ve Gediz gitti."

Şaşkınlıkla ona bakıyordum. "Başından beri burada olduğumu biliyor muydun?"

Sıkıntıyla derin bir nefes alıp başını iki yana salladı. "İniltini duyunca banyoda birinin olduğunu anladım ama sen olduğunu bilmiyordum." Bilseydi hakkımdaki şeyleri arkadaşlarıyla bu kadar rahat konuşmazdı.

Bana elini uzattığında ne diğerlerinin gittiğini duymuştum ne de onun banyo kapısını açtığını. Hâlâ duyduklarımın şokundayken uzun süre kendime geleceğimi sanmıyorum. Elini tutmadığımı görünce yüzü sıkıntıyla gerildi. "Bu şekilde öğrenmeni istemezdim. Tamamen senin işgüzarlığın." Onları dinlediğim için bana kötü hissettirmesine gerek yok çünkü o bunu yapmayınca da yeteri kadar kötü hissediyorum.

Beni neşelendirmek istercesine güldü. "İyi yönünden bakarsak artık bilmen gereken çoğu şeyi biliyorsun." Şaşkınlığımdan faydalanarak omuzlarımı yavaşça kavradı. Beni ayağa kaldırınca hemen ondan uzaklaşıp banyodan çıktım. "Bu-burayı yarın temizlerim." Kimseyle konuşacak durumda değildim. O kadar paniklemiş haldeydim ki sesim bile titriyordu.

Peşimden, "Elzem, bekle," dedi ama onu dinlemeden hemen dışarı çıktım. Kimsenin beni bu halde görmesini istemiyorum. Hafız'ın odasından çıktığım gibi yan odaya girip kapıyı arkamdan sıkıca kapattım. Kapıyı içeriden kilitlediğimde vücudum duyduklarımın ağırlığıyla küt diye yere düşmüştü. Duyduklarım hakkında kimseyle konuşamazdım önce aklımı toparlamalıyım.

"Ben şimdi ne yapacağım?" Ellerimi yere bastırdığımda kalbime giren dehşet acıyla dişlerimi sıkarak acının geçmesini bekledim. Yine oluyordu. "Bunu hakketmiyorum!"

Hafız kapının diğer tarafında endişeyle, "Elzem?" deyince acıdan kasılırken, "Git buradan!" diye bağırdım. "İnsanları kapının önüne toplamadan git, Hafız! Ben iyiyim sadece duyduklarımı sindirmek için zamana ihtiyacım var."

"Bu şekilde duyduğun için çok üzgünüm." Neyse ki zorlamak yerine bana ihtiyacım olan alanı tanıyıp gitti.

Tüm uzuvlarım acıyla kasılırken üşümeye başlamıştım. Burası Hafız'ın odasının aksine çok soğuktu. Evet, üşüyorum ama aynı zamanda yanıyorum da. Alnımda biriken ter damlacıkları ateşimin de çıkmaya başladığını gösteriyordu. Elimi ağrıyan kalbime bastırıp güçlükle ayağa kalktığımda başım dönmeye başladı. İnleyerek duvardan destek alıp dengemi korudum. "Ço-çok soğuk."

Biranda nasıl böyle üşümeye başladım, bilmiyorum ama vücut ısım inanılmaz bir hızla düşüyordu. Kesik kesik nefesler alırken gözlerim şömineyi buldu. Onu yakamayacak kadar acılar içinde kıvranıyordum. Dinlenmeliydim kendime gelmek için biraz dinlenmeliyim. Az önce hiçbir şeyim yoktu ama biranda tüm dengem altüst olunca vücudum reaksiyon göstermeye başlamıştı. Öğrendiğim şeylerin etkisiyle bu hale gelmiştim.

"Lanet, İblis!" Odadaki yatağa doğru sarsak adımlar atarken güçlükle ayakta duruyordum. O kadının şu anda pusulaya bir şeyler yaptığına adım gibi eminim yoksa bu ani değişimin başka bir açıklaması olamazdı.

Odada kimse yoktu. Odanın sahibi gelmeden birkaç dakika yatağında dinlenip daha sonra giderim. Aklımdaki buydu ancak ikinci adımımda her şey etrafımda dönmeye başlayınca çok sert yere düştüm. Başım zemine çarparken kalbimdeki acı beni gözlerimin kapanmasına neden olmuştu. Tek hissettiğim yoğun bir acı ve soğuk havaydı.

O pusula olmadan gerçekten ölüyordum.

***

Burnuma gelen bin bir farklı tarifsiz kokuyla inleyerek gözlerimi açtım. Uyuşuk bakışlarım yanan şömineyi bulunca tebessüm ettim. "Ateş," diye mırıldandım. Odanın içini sımsıcak yapan alevler üşümemi durdurmuştu. Üstelik acım da geçmişti.

Yattığım yatağın içine iyice sokulacağım esnada kaşlarımı hafifçe çattım. "Yatak mı?" Ben en son yerde bilincimi kaybetmemiş miydim? Yatağa nasıl geldim? Bunları düşünürken şöminenin ateşine şükrettim çünkü karanlık bir odada da gözlerimi açabilirdim.

Şömineyi kim yaktı? Yattığım yerde ok gibi fırladığımda yatakta düşmüştüm ama şimdi daha büyük bir sorunum vardı. Kahretsin, akşama kadar uyudum mu? "O cadı canıma okuyacak!" Hemen yerden kalkıp bir adım atmıştım ki, aldığım baş döndürücü kokuların yoğunluğuyla titredim. "Olamaz." Başımı korkarak eğince çıplak ayaklarımı görmek çaresizce kıvranmama neden oldu. "Ayakkabılarımı kim çıkardı?"

Büyük bir katliam yapmadan onları hemen bulmalıyım.

"Kendine gelmen için duyuların özgür kalmalıydı. Ayakkabılar güçlerini kısıtlıyor." Duyduğum tanıdık sesle yutkunarak başımı kaldırdım. Şöminenin hemen yanında sallanan sandalyesine oturmuş beni izleyen Savcı'yı görünce kendime lanetler okudum. O kadar oda varken bayılmak için onun odasını mı bulmuştum? Bekle, bu mümkün değildi çünkü onun odası en üst kattaydı.

Şöminenin ateşi yüzünü aydınlatırken beni izliyordu, ben ise tek kelime etmeden etrafıma bakıyordum. Ayakkabılarımı yatağın yanında görünce hemen eğilip onları giydim. Aldığım kokular biraz hafifleyince bu rahatlamamı sağlamıştı. "Onlar gücünü kısıtlıyor ölümünü hızlandırıyor." Ayağımdaki ayakkabılara hoşnutsuz gözlerle bakıyordu. "Pusulanı bulana kadar bir süre ayakkabı giymemelisin."

Midem kasıldı.

Pusulayı nereden biliyor?

Şaşkın bakışlarımdan ne düşündüğümü anlamış olmalı ki, "Hafız anlattı. Uzun süre bu odada çıkmayınca senin için endişelenmiş. Kime gideceğini kestiremediği için bana haber verdi," dediğinde ruhunda soluduğum öfkenin sebebini anlayamadım. "Senin için bu kadar değerli bir pusulayı nasıl Meliz'e kaptırırsın?" Anlaşılan Hafız ona her şeyi anlatmamış çünkü anlatsaydı buna sebep olanın Asil olduğunu bilirdi.

"Onu geri alacağım."

"Almalısın da." Fazla acımasız bakıyordu. "Hayatın buna bağlı."

Suratımın asıldığını görünce derin bir nefes alıp bakışlarını biraz yumuşattı. "Sana kızmıyorum ama hayatını bu kadar etkileyen bir şeyi kolayca kaybetmene anlam veremiyorum."

Yatağın üzerine oturduğumda omuzlarım çöktü. "Bazen her şey kontrolüm altında olmuyor." Sesim bana yakışmayan bir umutsuzlukta çıkmıştı. "Kendi dünyama dönmek istiyorum çünkü burası bir cehennem gibi!"

Yürüyüp yanıma oturduğunda sinirlerimi yatıştırmak ister gibi gülümsedi. "Şu ana kadar çok iyi iş çıkardın." Gözlerinde muzır bir ifade oluştu. "Burada yaptıkların zengin bir hanımefendinin yapamayacağı şeyler."

"Sorun bende değil ki ben her konuda iyi iş çıkartırım ama buranın şartları çok ağır," diye ona sızlandım. Geldiğimden beri su ve elma dışında neredeyse hiçbir şey yemiyorum. Hijyen şartları o kadar kötüydü ki onlar gibi beslenemiyorum ama bunu ona söylemedim.

"Bir kez bile banyo yapmadım çünkü buradaki banyolar yıkanacağım türden değil." Doğa her gün kulübenin ocağındaki büyük kazanda su ısıtıp yıkanıyordu ama kendim için aynı şeyleri söyleyemem. Duşakabini geçtim şampuanım ve vücut losyonlarım olmadan duşa bile giremiyorum. O taş gibi olan sabunların içine ne koyduklarını bile bilmezken onları tenime değdiremem.

Yüzünde alay dolu bir ifade oluştuğunda beni baştan ayağa süzmeye başlamıştı. "Sırf kendi dünyandaki konforu bulamadın diye sende kir içinde yaşamaya karar verdin öyle mi?" Alaycı sesi sinirlerimi daha fazla bozmaktan başka bir işe yaramıyordu.

Omuz silktim. "Bir kokarcaya dönüşmediğim sürece şimdilik sorun yok."

Gözleri kısıldığında gülmemek için yanaklarının içini ısırınca gözlerimi belerttim. "Kokuyor muyum?"

Gözleri haylazca bakarken dudaklarında çarpık bir gülüş meydana geldi. "Kendi kokundan başka her türlü kokuyu alman ne güzel," deyince derimin altı ısındı, yanaklarım utançla kızardı. "O kilden oluşan sabunları kullanmayı reddediyorum."

Kahkaha attı. "Öyle mi küçük hanım?" Gülüşü yüzüne iç çektiren bir güzellik katarken bana takılarak,

Suratımı asarak, "Gül kokulu sabunlar fena olmazdı," dediğimde gülüşü büyüdü. "Başka?"

"İsteklerim konusunda liste bir hayli kabarık." Omuzlarımı dikleştirerek derin bir nefes aldım. "Ben hepsini zamanla halledeceğim." Bunun için ilk maaşımı almayı bekliyorum çünkü kulübemin çok fazla eksiği olduğu için hâlâ Doğa'da kalıyordum. Aslına bakarsak kulübemin hiçbir şeyi yoktu. Gerçek anlamda hiçbir şeyi yoktu çünkü bomboştu.

"Bana ne zaman ders vereceksiniz?" Beklenti dolubakışlarım onun yakışıklı yüzünde oyalanmaya başladı. "Dersler konusunda dahafazla vakit kaybetmek istemiyorum." Meliz saldırıya geçmeden az olsa büyüler konusunda kendimi geliştirmeliydim.

Hep olduğu gibi yine o inatçı ifade gözlerindeki yerini aldı. "Sana asla ders vermeyeceğim."

"Neden?" Sabrım taşmış gibi yanından kalkıp karşısına dikildim. "Bir hizmetçi olduğum için mi?"

Bana tersçe bakarak, "Hayır!" dedi kızgın bakışlarla. "Bunun hizmetçi olmanla bir ilgisi yok."

"O zaman sebebi ne?"

Bir süre bana verecek bir cevap düşündü ama aradığını bulamayınca sinirlerimi bozarak, "Seni sınıfımda istemiyorum," dedi.

"Daha mantıklı bir açıklama talep ediyorum."

"Reddedildi," derken fazladan bir saniye bile düşünmemişti!

Bu ruhsuz sakinliği karşısında çıldırmak üzereyim. "Siz barbarlar neden bu kadar inatçısınız ki?"

Gözlerimin içine bana kendimi bir prensesmiş gibi hissettirecek güzellikte baktı. "Bu siz leydilerin anlayacağı bir şey değil," dedi sıcak bir sesle. "Bu konuda ısrar etmen çok yersiz çünkü sana ders vermeyeceğim."

Kaşlarımı yukarı kaldırdım. "Bunlar fazla iddialı sözler değil mi?"

"En az senin kadar mı?" deyince tek bir cümlesiyle ısınan yanaklarımı gizlemek için tavana bakmaya başladım. Bu onu güldürdü. "Tavanda bu kadar ilgi çekici olan ne var?" Hiçbir şey olmadığını benden daha iyi biliyordu.

Dikkatleri kendi üzerimden dağıtmak için, "Neden buradasınız?" diye sordum. "Burası sizin odanız değil."

"Senin de odan değil." Ayağa kalktığında iri ve uzun vücudu tam karşımdaydı. Onu görmek için başımı kaldırmıştım. Ruhunda bana yönelik hoş bir şeyler solurken aklımı başımdan alacak bir uzunlukta baktı ve "Seni bir erkeğin odasında tek başına bırakmayı göze alamazdım," dedi beni afallatarak.

Midem kasıldı.

Soluğum kesildi.

Bu da neydi şimdi?

Afallayan suratıma büyük bir keyifle bakıp, "Odanın sahibi buraya gelmek için senin çıkmanı bekliyor," dediğinde bakışlarını gittikçe daha fazla ısınan yüzümden ayırmıyordu. "Ben bu odadayken kimse içeri girmeye cesaret edemez," dediğinde en az bakışları kadar sesinde de sahiplenici bir şey vardı.

Gözlerimi kırpıştırdım. "Bunun anlamı bana ders verecek olmanız mı?"

Gülüşünü bastırmaya çalıştı. "Hiç vazgeçmeyeceksin, değil mi?"

"Adımın anlamı vazgeçilmez," dedim oyunbaz bir ifadeyle. "Vazgeçmeyi bilmem."

Üzerime eğildiğinde tehlikeli enerjisi beni sardı, kaçma dürtümü törpülemeye çalıştım. "Gerçekten öyle misin?" Delici bakışları ok gibi kalbime saplanırken uzun boyundan dolayı biraz daha üzerime eğildi. "Adın gibi vazgeçilmez misin, Elzem?" Kısık çıkan sesi içimi ürpertti. Bunu bana ikinci kez soruyordu. Adımı ilk öğrendiğinde de sormuştu.

Yoğun bakışlarının esiri olmuşken ona verecek bir cevap bulamadım. Durduk yere bunu neden sorduğunu bile bilmiyorum. Aynı soruya vereceğim cevapla gerçekten ilgileniyormuş gibi görünüyordu. "Kimse vazgeçilmez değildir." Duraksadım. "Bazı istisnalar dışında." Ailemdeki herkes benim tek vazgeçilmezim. Onların dışındaki herkesi gerektiğinde gözden çıkarabilirim ama onları asla.

"Şu istisnaları açıklar mısın?"

"Ailem."

İstediği cevap bu değildi. "Ama sen değil, değil mi?" Her fırsatta beni köşeye sıkıştırmayı sevdiği için gözlerinde yine o ifade vardı. Yine o can sıkıcı bilmiş ifade. "Ben vazgeçemediklerini sormuyorum, vazgeçilmez biri olup olmadığını soruyorum."

"Sizin için vazgeçilecek biriyim, buradaki herkes için de öyle ama ailem için vazgeçilmezim. Yani verdiğim ilk cevabı doğru kabul edebiliriz." Tekrar bir şey söylemesine fırsat tanımadan hemen ona sırtımı dönüp kapıya doğru yürüdüm. Kapıyı açıp tam dışarı çıkacaktım ki, "Benden kaçıyor musun?" diyen sesi eğlendiğini gösteriyordu. "Seni korkutuyor muyum?" Evet.

"Ne münasebet." Ona dönmeden hemen kapıyı açıp dışarı çıktığımda arkamda gülüşünü duydum. "Her zaman iyi bir yalancı değilsin."

Beni korkutan onun yakınlarında olmayı sevmemdi.

Hava karardığı için akademiden çıkmadan önce duvardaki gaz lambalarından birini yanıma almıştım. Henüz yeni avluya çıkmıştım ki giden Doğa'yı gördüm. Sanırım işi yeni bitmişti. "Doğa!" Sesimle birlikte bana doğru yürüyünce aklıma gelen şeyle sırıttım. Neden olmasın?

"Elzem sen nerelerdesin?" Daha fazla konuşmasına fırsat vermeden kolunu tuttuğum gibi onu peşimden sürükledim. "Sonra konuşuruz, Doğa şimdi benimle gel." Onu arka bahçeye çekerken yanımda olduğu için karanlık beni o kadar çok korkutmuyordu.

"Elzem, dur!" Kolunu çekerek benden kurtuldu. Kaşlarını çatınca yeşillerinde merak vardı. "Beni nereye götürüyorsun?"

Gülerek tekrar kolunu tuttum. "Artık geceleri uyumayı unut çünkü bir şekilde kendimizi eğiteceğiz." Tam itiraz edecekti ki, "Meliz, burada," dedim başımı sallayarak. "Diğer ismiyle Medusa," dediğimde sertçe yutkundu. "Vücudunu öldürdüm ama bir iblis olduğu için ruhu hâlâ buralarda. Kendisine yeni bir beden bulunca karşımıza çıkacağına eminim. Kaybedecek vaktimiz yok geceleri dövüşmeyi öğrenmeliyiz." Bizi zorlu bir maraton beklediği için yüzümü buruşturdum. "Artık gündüzleri sadece akademinin işlerini yapmayacağız, bulduğumuz her boşlukta büyüleri öğrenmeliyiz."

İkimizi yaklaşan tehlikeye hazırlamalıyım. Itır ve Mara zaten buradaki tüm derslere katıldığı için onlar adına endişelenmeme gerek yoktu. Meliz'in ismini duyduğu an ürpererek etrafını kontrol etmeye başladı. Sanki Meliz her an bir yerlerden fırlayacakmış gibi tedirgin olmuştu. Tam bir şey soracaktı ki, "Soruların bekleyebilir," diyerek onu yürümeye zorladım. "Önceliğimiz savunma sanatlarından ustalaşmak." Güldüm. "Yumruk atmayı öğrensek de olur."

Meliz'in ilk işi ben ve Doğa'yı ortadan kaldırmak olacaktı çünkü biz Aykırıydık. Biz güçlenmeden bunu yapmaya kalkışacağı için kaybedecek bir saniyemiz bile yoktu. Aykırı olmak artık her ne halt oluyorsa... Arka bahçeye geldiğimizde korktuğumun aksine fazla karanlık değildi. Eğitim alanlarının etrafındaki direklerdeki tüm kandiller yandığı için burası o kadar da karanlık değildi.

"Şuraya bak." Doğa'nın eliyle gösterdiği yöne dönünce kum torbasını yumruklayan birini gördüm. Şimdi neden tüm kandillerin yandığını anlıyorum çünkü bu kişi her kimse çalışmak için önceden kandilleri yaktırmıştı. Yumrukladığı kum torbası da günümüzdekilere pek benzemiyordu ama aynı amaca hizmet ediyordu. "Elzem lütfen gidelim o kişi gidince geliriz." Doğa yine korkmaya başladığı için gitmeye yeltenince kolunu daha sıkı tuttum. "Gitmeyi unut bu gece başlıyoruz dediysem başlıyoruz."

İtiraz edeceği esnada kaşlarımı çatarak onu susturdum. "Bana kendimi tekrarlatma lütfen bundan nefret ettiğimi iyi biliyorsun." Burada kendimden çok onun hayatı için endişeleniyorken korkaklığı bırakmalıydı. Ona karşı sert olmak benim de hoşuma gitmiyordu ama bir tek despot biri gibi davranınca benden korkup söylediklerimi yapıyordu. Tatlı dille ona yaklaştığımda hemen bana nazlanıp korkularını sıralıyor ve kaçmak için her yolu deniyordu.

"Belki bu adam bize birkaç yumruk atmayı öğretir," diyerek onu peşimden sürüklemeye devam ettim.

Ona yaklaştığımızda etrafı kum çuvallarıyla çevrili bu eğitim alanı tıpkı bir ringe benziyordu. O ise ringin içinde hâlâ kum torbasını yumrukluyordu. Bize sırtı dönüktü ve üzerinde siyah bir atlet ve pantolon dışında hiçbir şey yoktu. Çok fazla terlediği için havadaki soğuğu hissetmiyor gibiydi. "Bakar mısınız?" Ona seslendiğimde yumruk atmayı bıraktı ve bize döndü. Yok artık ama ya!

Asil?

Gecenin bu saatinde bizi burada görmek en az bizim kadar onu da afallatmıştı. "Günışığı?" Evet, hep olduğu gibi gözleri yine sadece ışığını gördü. Hey, bende buradayım.

Kendime not: Doğa yanındaysa Asil'in seni görmesini bekleme çünkü onun gözleri Doğa dışında kimseyi görmüyor.

Onu gören Doğa kaşlarını çatarak bana dönünce gülerek omuz silktim. "Tamamen tesadüf." Bu ikisi bir şekilde mıknatıs gibi birbirini çekiyorsa bu benim suçum değildi.

Alnındaki teri silen Asil, ringden atlayıp yanımıza gelince Doğa yine arkama saklandı. Doğa'nın bu yaptığıyla iç çekerek mecburen bana döndü. "Bu saatte ne işiniz var burada?" Bekle bir dakika. Efsun'un odasındayken o gizemli ses bana Asil'e güvenmem gerektiğini söylemişti, değil mi? Ve bugün duyduklarımdan sonra neden olmasın?

Doğa'yı bir tek Asil en iyi şekilde eğitebilirdi çünkü Doğa'nın zarar görmesini istemiyordu. Asil aradığım eğitmen olabilirdi. Tamam, o burada bir öğrenciydi ama böyle bir yerde yaşıyorsa dövüşmeyi biliyor olmalı. Geçen gün kuzeniyle kavga ettiğinde onu çok pis benzetmişti. Buradaki kimse iki hizmetçiye ders vermezdi, özellikle bu hizmetçiler kayıp iki ırkın meleziyse. Ancak Asil bunu yapardı çünkü Doğa'ya yakın olma fırsatını kaçırmayacak biri.

Derin bir nefes alıp ona gülümsedim. "Buraya kendimizi savunmayı öğrenmek için gelmiştik. Tahmin edersin ki burada kimse iki hizmetçiyi eğitmez. Buradaki kadınlar bile fazla güçlü ve eğitimli." Hassas noktasına dokunarak ona Doğa'yı işaret ettim. "Araf çok tehlikeli bir yer. Ben neyse de Doğa kendini savunmayı öğrenmeli. Tehlike anında ya başına bir şey gelse?" Bana olmazsa bile Doğa'ya savunma dersleri vermeliydi çünkü önceliğim onu korumaktı.

Tam da beklediğim gibi duydukları karşısında mutlu oldu çünkü o da Doğa'ya bir şey olmasını istemiyordu. Doğa'yla zaman geçirecek olması da onu daha da keyiflendirdi. Başını eğip omuzumun arkasından Doğa'yı görmeye çalışırken güldü. "Neden hemen başlamıyoruz? İkinizi birden eğitebilirim." İşte şimdi bu çocuğu sevmeye başladım.

"Ne?" Doğa hemen bizden uzaklaşıp geri geri gitmeye başlamıştı. "Elzem, sen kalabilirsin," derken korku ve nefret dolu bakışlarını Asil'in üzerinden ayırmıyordu. "Ama ben bu canavardan bir şey öğrenmeyeceğim!"

Canavar kısmıyla Asil kaşlarını çatınca korkuyla yutkundu. "Şey... Yani bu adamdan," diye sözlerini düzeltince kolundan tuttuğum gibi onu yanıma çektim. "Biz hazırız bildiğin her şeyi bize öğretebilirsin." Doğa koluma tırnaklarını geçirse de bundan kurtuluşu yoktu. Yumruk atmayı öyle ya da böyle öğrenmeliydi. Ters ters bana bakarken, "Senden nefret ediyorum," deyince güldüm. "Bende seni seviyorum."

Ben varken Doğa'nın kaçamayacağını anlayınca keyfî yerine geldi. Gözlerini Doğa'dan alamazken az önce indiği ringi gösterdi. "Hadi başlayalım." Sırıttı. "Hayatımın en eğlenceli gecesi olacak." Öyle olacağına eminim çünkü bu Doğa ile yakınlaşması için mükemmel bir fırsattı.

Asil yanımdaki kızın korkudan kaskatı kesildiğini görünce güldü. "Hadi ama Günışığı ben iyi bir öğretmenim." Gözleri tam tersini söylüyordu. "İkinize ders vermek için sabırsızlanıyorum."

Ve tam o esnada arkamda başka bir ses duydum. "Sen Işıktan Geleni al, Oyunbazı ben eğitirim." Hayır, ama ya!

Gediz Gevheri!

Yavaşça arkama dönünce gözlerini bir saniye bile benden ayırmadan bize doğru yürüdüğü gördüm. "Koskoca yıkım bir hizmetçiyi mi eğitecek? Bilmem gereken bir şey var mı, Azınlık?" Asil'in imalı sözlerine bıkkın gözlerle karşılık verip, "Sen kendi ışığınla ilgilen, Tenebris," dedi. "Benim işime karışma." Hayır, bu adamdan ders almayacağım çünkü bilerek beni süründüreceğini gözleri adeta haykırıyordu.

"Başlayalım o zaman," diyen Asil kendini şimdiden bu işe kaptırmış görünüyordu. "Bakalım hangimizin öğrencisi eğitmenine yakışır bir şekilde en iyisi olacak. Var mısın?" Tenebrislilerin tüm ırklar içinde dövüş sanatlarında en iyisi olduklarını duymuştum. Doğa korkup kaçmayı bırakırsa Asil onu bu akademinin en iyisi yapabilirdi.

Gediz rahat bir ifadeyle başını salladı. "Varım." Üzerindeki ceketi çıkartıp yan tarafa gelişigüzel attı. "Bu hatunla işim bittiğinde seni bile yere serecek güçte olacak." Bu kadar da iddialı konuşmasa mıydı? Sonuçta karşımızdaki bir Tenebristi.

Gediz yanımda durup gözleriyle soldaki ringi gösterdi. "Başlayalım artık." Tam itiraz edecektim ki mantığım devreye girince vazgeçtim. Gediz herkesin korktuğu biriydi ve böyle birinin yetenekleri azımsanamazdı, değil mi? Madem bana ders vermeye gönüllü oldu o zaman korkaklığı bırakıp bu fırsatı değerlendirmeliydim. Ondan öğreneceğim her şeyi öğrenmeliyim. Sonuçta kazara da olsa onu güç için çağırmıştım. Belki de bana istediğim o gücü bu şekilde verebilir.

Bu ikisi birbiriyle rekabet edecek diye inşallah olan ben ve Doğa'ya olmaz.







































Ve Elzem nihayet bir yerden başlamaya karar verdi. Gündüzleri hizmetçilik yaparken geceleri Gediz'den ders alacak. Peki Gediz neden kendi isteğiyle onu eğitmek istiyor dersiniz?

Asil ise Doğa'yı eğitecek, onun için aradığı fırsat diyebiliriz çünkü bir türlü Doğa'dan uzak duramıyor. Asil'i kesinlikle hafife almayın çünkü fiziksel dövüşte kendi ırkının en iyisi ve Doğa'ya ilgisi olsa da onu gelişigüzel eğitmeyecektir. Bunu yaparsa ileride bir tehlike anında Doğa'nın savunmasız kalması göze alacağı bir şey değil. 

O ikisinin eğitimleri nasıl geçecek dersiniz? Asil'in çok eğleneceğini tahmin etmek zor değil.

Pusulanın sırrı ortaya çıktı Elzem ona mühürlü olduğu için pusulası olmadan ölmeye başlıyor. Peki Asil pusulayı zamanında bulmayı başaracak mı?

Ve Meliz? Gördüğünüz gibi Meliz'in bedeni ölmüş olsa da ruhu  Elzem'in peşinde ve kendisine bir beden arıyor. 

Yeni bölümde görüşmek dileğiyle hepiniz Allah'a emanet olun canlarım. 💙

Continue Reading

You'll Also Like

722K 66.7K 58
Sadece kötülerin var olduğu bir şehirde hayatta kalabilir misin? Yekta kendini bir cesedin başında, elleri kanlı bir halde bulduğunda kötülük onun ya...
BOREAS By A.TUNAHAN MIZRAK

Historical Fiction

710 510 6
"Tarih boyunca insanlar farklı coğrafyalarda yaşadılar ama asla yönetimsiz yaşayamadılar. Kendilerine liderler, krallar seçtiler. Çünkü toplulukları...
200K 12.4K 8
"Sevgisiz büyüyen her çocuk, 'Seni seviyorum' diyen herkese inanabilecek kadar çocuk." derler. Hayatım geniş ve henüz çözülmemiş bir olay yeri gibiy...
143K 6.2K 14
"MARDİN'DE AŞK" Birbirlerine olan aşklarını ifade etmek için konuşmaya gerek yok . Belki de sessizlik, kalplerinin birbirine daha da yakınlaşmasına...