Yasak Meyve: Nar.

Autorstwa emineyyx

320K 16K 2K

O bana yasaktı, ama ben ona değildim. O beni kaybetmeyi göze alamazdı ama ben alırdım. Ben karanlıktan korkar... Więcej

Yasak Meyve: Nar.
◘1◘ Yemek
◘2◘ Kaçacak Yer
◘3◘ Persephone
◘4◘ Şiir Yazan?
◘6◘ Dayanamayacağım şey
◘7◘ Anne?
Gelecek Bölümlerden Alıntı
◘8◘ Gerçek Aşk
◘9◘ Mektup
◘10◘ Kahkaha
◘11◘ Gerçekler
◘12◘ Sarhoş
◘13◘ Part 1 ◘ Yeraltı Yemeği
◘13◘ Part 2 ◘ Kraliçe Olmak İçin Doğan
◘13◘ Part 3 ◘ Gözlerde Gizlenen
◘14◘ Yanmaya Razı Gül
◘15◘ Aşık
◘16◘ Kılıç Talimi
◘17◘ Veda
◘18◘ Özlem
◘19◘ Kırgınlık
◘20◘ Antreman
◘21◘ Acı
◘22◘ Sıradanlık
◘23◘ Saklı Yer
◘24◘ Zor Sorular
◘25◘ Canı Parçalara Ayırmak
◘26◘ Ölümün Nefesi Çiçek Kokan Gelini
◘27◘ Aciz Kelimeler
◘28◘ Ateş
◘29◘ Kötü His
◘30◘ Theseus
◘31◘ Toplantı
◘32◘ Çocuk
◘33◘ Davet, Hançer ve Karanfil
◘34◘ Öncelik
◘35◘ Mücadele
◘36◘ Özür
Hadi biraz tartışalım
◘37◘ Sorulara Beklenmedik Cevaplar
Dönüş

◘5◘ Yeraltı Dili

10.1K 686 44
Autorstwa emineyyx


Selamun aleyküm Gençlik. Hikayeyi kaç kişi okuyor inanın bilmiyorum çünkü 400 olmamıza rağmen 18 votecik biraz şey kaçıyor.

Hadi baalım :D Pamuk eller vote ve yorum tuşuna :d

Sağlıcakla Kalın.

Nefeslerim bile beni bunaltıyordu.  Sıcak tenimin üstünden altına doğru ince ince işlemeye başlamıştı ve ben bu işle ya eriyecek ya da kül olacaktım. İkisi de benim için pek iç açıcı veya çekici gelen seçenek değillerdi çünkü her ne kadar neyin tanrısı olacağım belirlenmemiş olsa da bereket tanrıçası olan bir annesniz varsa doğa ile ilgilenmeye başlıyordunuz. Ve bu da sizi çiçeklerin içinde bir ölüm istemeye itiyordu.

Ne kadar aptalca ve ironikçe.

Çiçeklerin içinden bir ölüm.

Kendi kendime söylenerek gözlerimi devirdim. Yatakta ters dönerek tavana bakmaya başladım ve ellerimi karnımın üzerinde birleştirdim. Burada ne kadar da aptal bir sebepten bulunuyordum da kimsenin umrunda değildim acaba? 

Annemin beni aramaya çıktığından emindim. Çünkü o benim annemdi ve bana bu dünyada değer veren tek kişiydi. Zeus'un umrunda olduğumu zannetmiyorum. Bahse girerim çok daha önemli işleri vardı ve eğer annem şimdiye kadar gidip ortalarda olmadığımı söylememişse yokluğumdan bihaberdir.

Afrodit? Benden nefret etmediğini biliyorum ama meydan tamamen ona kaldığında mutlaka sevinmiş olmalı. Bu yüzden de ona kızamam. Zeus affetsin ama böyle bir durumda ben olsam bnde sevinirim.

Asklepios annemden sonra benim için endişelenen ikinci insan olmalı. Bana karşı hisleri olduğunun farkındaydım ama gerçek şu ki ona karşı hiçbir şey hissetmedim. Bana olan aşkını kullanmak gibi bir olayım da olmadığından rahatım.

Kapı ardına kadar açıldıktan sonra ikide bir odaya girip beni kontrol eden hizmetli kendini gösterdi. Bakışlarını benim kaçıp kaçmadığımı kontrol etmek için kullandıktan sonra pencereye doğru yürüyerek perdeyi araladı. Bu davranışı üzerine gözlerim devirerek hizmetliyi izlemeyi yarıda kestim ve tekrar tavana döndüm.

Eğer karanlık bir gökyüzün varsa neden pencereye ihtiyaç duyarsın ki?

Hizmetli önümde selam vererek eğildikten sonra kapıya doğru yöneldiğinde onu bir anlık cesaretle elimi kaldırarak durdurdum. Bunu neden yaptığımı bilmiyordum. Hizmetli bana bakarken cesaretimin bir kısmı beni terk etmişti.

"Hades nerede?" diye sorduğumda hizmetlinin bakışları şaşkınlık içerisinde şekil değiştirdi. Dudaklarını yaladıktan sonra derin bir nefes alarak göğsünü şişirdi.

"Efendi ona ismiyle seslenmeniz için size izin verdi mi?" diye sorduğunda bu sefer benim bakışlarım şaşkınlıkla şekil değiştirdi. Ona Hades demek için izne ihtiyacım vardı öyle mi? Daha çok bekler.

"Buna ne gerek var? Sadece nerede olduğunu bilmek istiyorum." dedim tasasız bir şekilde ellerimi etrafta sallayıp normal bir görüntü çizerken. Neden bilmek istediğimi bilmiyordum sadece.

"Efendi nerede olduğunu bilmenizi isteseydi bilirdiniz. Teşekkürler." diyerek son bir reverans yapıp kapıya yöneldi. Kapı hizmetlinin ardından tok bir sesle kapandığında sinirle bir soluk verdim.

O isteseydi bilirdim öyle mi? Bu kadar aşağılanmaya ölü bir kişi bile olsa kimse dayanamazdı, nasıl olur da bu hizmetli bu kadar şeyi kaldırabiliyordu.

Aklıma bir anda düşüveren ama cesaret isteyen fikirle kapıya döndüm. Ceviz ağacından yapılmış olan kapıda ki işlemeleri es geçerek kapı koluna döndüm. Nerede olursam olayım hiç bir şekilde üzerimde baskı kurulmamıştı ve ya ne yapacağım söylenmemişti. 

Hades te söyleyemezdi.

Ayaklarımı yataktan sarkıttım ve bacaklarıma kadar erişen beyaz elbisemin gıdıklayıcı bir tavırla bacaklarımdan inmesini hissettim. Bu cehennemde kırmızı ve siyah tonları dışında bulunan tek renk elbisemin saflığı simgelyen  beyaz rengiydi. 

Kapının yanına kadar ulaştıktan sonra elimi kaldırarak kapının koluna dokundum ve aşağıya doğru iterek 'klik' sesi ile açılmasını sağladım. Kulaklarımda duyduğum o ses ile kapıyı ittirdim. Görüş alanı dar bir açı ile kısaldığında o dar açıdan etrafı kolaçan ettim.  Gözüme kimse takılmadığında kapıyı biraz daha rahatım yavaşça arasından sıyrıldım.

Etrafa son kez bir bakış daha atarak derin  bir nefesi kendime bahşettim. Bunu neden yapıyordum bilmiyordum bile. Belki biz hizmetçinin sözleriyle gaza gelmiştim belki de Hades'e pasif birisi olmadığımı göstermek istiyorumdur. İki seçenek de mantıklı olmasa da beni Vicdan Mahkemesinde kurtarabiliyordu.

Ellerimde bulunan teri gerginliğimi atmak istercesine eteklerime sildim. Kırmızı ve siyahın tonları ile donatılmış koca sarayda tek fark benim beyaz elbisemdi. Oda yakında terimi silmekten sararacaktı.

Bir adım atarak ilerlemeye başladım. Ortalıkta kimse görünmese de cehennemdeyseniz dikkatli olmanız gerekirdi. Bir kaç adım daha atarak yanan meşalelerin yanından titreyerek geçtim. Yanarken çıkardıkları ses bile ürperten bir tondaydı. Karşıma çıkan ilk kağıda durdum. Koca sarayı gezemezdim ama bir yerden başlamak gerekiyordu. Etrafa son kez bir bakış daha atarak kapıya doğru yaklaştım. Her yaklaşmamda nefesimin ritmi daha da hızlanıyor ve beni birazdan terk edeceğinin sinyalini veriyordu. Dudaklarını yaşayarak yavaşça elini kaldırdım. Tam kapı kolunun hizasındaydı ama gerçek şu ki dokunmaya cesaretim yoktu.

Dudaklarımı dişlerinin arasına alarak kıstırdım ve elim kapı kolunu kavradı.

Açsam ne diyecektim ki?

Seninle yattığını düşündüğüm bir hizmetçi beni fena gaza getirdi bende dayanamadım seni aramaya çıktım mı? Beni anında Tartarus'a gönderirdi herhalde. Bakışlarımı kapıya dikerek rahatlamaya çalıştım. Beni burda neden getirdiğini bilmiyordum ama aklıma sadece bir neden geliyordu. İmkansız bir şeydi ama tek mantıklı açıklama da buydu.

Ellerimi kapı kolundan çekmeden kafamı kapıya yasladım. Derin bir oflama bıraktığımda nefesimin kapıdan tekrar bana doğru gelmişti.  Bunun etkisi  üzerine kafamı kapıdan çekmeden gözlerimi kapattım. Burdan gitmek istediğimi söylemek daha mantıklı bir açıklama gibi geldiğinde gözlerimi açarak kendimi geri çektim ve ceviz ağacından yapılmış kapının üzerine işlenmiş derin işlemelere baktım.

Bahane hazırlamıştım sadece bunu olaya ve hareketlere dökmek vardı. Cesaret damarlarımdan akarak beni terk ettiğinde ellerimi sinirli kapıdan çektim. Kalbimin hızı öyle yüksekti ki buradan yerinden çıkacak ve bende bu ıssız yerde geberip gidecektim. Dilimi dudaklarının üzerinde gezdirdim odaları ıslattım ve bir adım geri çekildim. Nerden geldiğini bilmediğim bir his bana bu odada olmadığını söylüyordu.

Ne yapacağımı şaşırmış, bir yanım gitmemi söylerken diğer yanım burda olmadığını savunuyordu. Diğer yanıma uyarak bir adım daha çekildim. Ve bir adım daha attıktan sonra kocaman kapıya son bir bakış atıp kendimi koridor yönüne çevirdim. Diğer kapıyı ararken meşale sayıları artmıştı. Uzun bir yol yürüdükten sonra durdum. Uzun bir yol demek büyük bir oda demekti ve bu da bana tek şeyi çağrıştırıyordu.

Hades'in odasını.

Bu bana su götürmez bir gerçek sunmuştu. Hades burak olmayabilirdi ama tam olarak şu anda Hades'in odasını öğrenmiş oluyordum ve bu nedensizce kızarmama neden oluyordu. Diğerlerine göre daha büyük olan meşaleler yanında bir de Hades heykelini taşıyordu. Dudağımı kanatacak derece de sıktıktan sonra derin bir nefes aldım.  Kalbim dakika da 1500 atarken ne yapacağımı kestirmek pek de kolay bir iş olmuyordu.

Elim kalkıp ta kapı kolumu kavradığında ürperdiğimi hissettim. Bir yandan sıcaktan terlerken bir yandan da soğuk hava terleri döküyordum. Altın işlemeli kapı kolunda elimi bir süre gezdirdikten sonra sıkıca kavradım.

Bakışlarım hala korktuğundan sıkıca gözlerini kapadım ve göğsümü şişirip dudaklarımı birbirine mıhladım. Bundan daha iyisi veya bundan daha kötüsü. Karşılaşacağım şey bu olacak.

Tüm cesaretimi kullanarak kapı kolunu çevirdim. Kulaklarıma dolan o klik sesi tüm cesaretimi almıştı. Korkutucu, bir yandan da ürertici. Bir el kocaman olup boğazıma sarıldı ne beni nefessiz bıraktı. Göreceğim manzara ne onu bile bilmiyordum ama ben hiç bir şeyi umursamadan özel alanını işgal edebiliyordum.

Kapı gıcırdayarak açıldı. Kendimi Hades'in her türlü haline hazırlasam da beni karşılayan manzara elini camın pervazına dayayan ve cehennemi tüm gerçekliği ile izleyen bir Hades ile karşılaştım.

Yorulmuş, bıkmış, usanmış görüntüsünün aksine güzel görünüyordu. Dirseğini cama yaslamıştı ve bakışları her neyi düşünüyorsa fazla karanlık ve emindiler. Kapının açılma sesini duyduğundan emindim ama bana dönüp herhangi bir tepki vermemişti. Beni fark etmemiş olabileceği gerçeğini göz önüne alarak bir adım öne çıktım. Kapıyı arkamdan tekrar yavaşça kapatmaya çalışsam da fuarda gördüğüm tablolar beni hareketsiz kılmış, elim de kapı da asılı kalmıştı.

Her tabloda bin bir türlü renk kullanarak yeryüzünü resmetmişti. Bir tabloda kırmızı çiçekler yemyeşil çimleri süslerken bir diğer tabloda da koca bir defne ağacı resmedilmişti. Bir diğer tabloda gökyüzü ve deniz mavilikleri ile tabloyu dolduruyordu. Benzer tablolar bakanı bir daha bakmaya itiyordu. 

Kırmızı duvarların ve bu koca sarayda bulunan elbisem dışında başka renklerin de olması beni şaşırtmıştı. Kendimi ne kadar da çok büyütüyordum böyle? Dudaklaıımı dişleyerek derin bir nefes bıraktım.

"Ne var?" diye sorduğunda ona döndüm. Hala dışarıya bakıyordu. Sanırım oradan bakınca sadece ben bir şey göremiyordum aksi takdirde Hades dünyanın en güzel manzarasına bakar gibiydi. 

"Ben sadece..." derken gözüm tahta masadanın üzerinde ki kağıt kalemlere gitti. Kaşlarım istemsizce çatıldığında masaya doğru bir adım attım. Ellerim kağıtlardan birini kavradığında üzerimde bakışlarını hissetmeye başladım. 

Kağıtta yazılanlar anlamadığım br dildeydi ama yazısı bile güzeldi. Elimde ki kağıdı boş vererek masada bulunan diğer kâğıtlara ve boyalara  döndüm. Resim alanında yetenekli olmasam da şu anda resim yapmak ta içimden kopup gelen bir istekti. Sanatı severdim ve şu anda resmen sanatın içine düşmüştüm. Durağının kenarı dişlerimin arasından kurtularak yukarı doğru kıvrıldığında Hades'e döndüm.

Yorgun bakışları üzerimde ki bütün keyfi kendine çekiyordu çünkü aynı zamanda kaşlarını çatarak anlamayan bir ifade takınmıştı. Gülüşün yüzümde donduğunda buraya olmayan geliş sebebimi hatırladım. Bakışlarını masada ki araç gereçlere indirdim.  Kağıdı elimden bırakarak masada tekrar yer kaplaması sağlayıp  Hades'e tekrar döndüm.

"Gitmek istiyorum." derken sesim kararlı çıkıyordu. "Burada tahmin ettiğim üzere sıkılmaya başladım ve bu sıcak..."  diyerek etrafı gösterdim "Benim için çok fazla."

Ellerini önünde birleştirerek bana bakmaya başladı. Çatılmış kaşların altında kalan çikolata kahverengisi gözleri üzerimde yeni bir şey bulmaya çalışır gibiydi. Sessizlik canımı sıkma başlamıştı. Beni buraya getirerek hiç bir şey olmamış gibi davranamazdı.

Hiç bir şey yokmuş gibi davrandığında masaya koyduğum kağıdı tekrar elime aldım. "Şiir yazdığını hiç tahmin edemezdim."  dedim düşüncelerimin çoğunu kendime saklarken "Ve resim yapmanı." dedim elinle etrafı göstererek.

Ellerini çözerek göğsünün önünde sağlanmasını sağladıktan sonra bana doğru yaklaşmaya başladı. Bana karşı attığı her adımda kalbim dakika da atan kalp atışı seslerini iki katına çıkarıyordu. Son bir adım daha atarak gözlerime bakmaya başladığında elimi indirdim. Tam karşımda bana dikkatle bakan bir yeraltı tanrısı felç olmam için yeterli bir sebep mi? Sanırım felç oldum da.

Nefessiz kaldığımda ağzımı açarak derin bir nefes aldım. Göğsüm hızla atan kalbimden dolayı inip kalkıyordu. Tek parmağını kaldırıp tam göğsümün üzerine, kalbimin attığı yere koyduğunda bedenim yukarıya doğru kasıldı. Ağzını açtıktan sonra bakışlarını benden olarak parmağını koyduğu yere baktı. Kaşlarını çatarak bir süre inceler gibi yaptıktan sonra iki parmağını kalbimin üzerine koyarak bana döndü.

"Neden konuşmuyorsun?" dediğimde bana karşı cevap namına hiç bir şey yapmadan bakışlarını tekrar parmaklarını koyduğu yere döndü.

Yüzünü yüzüme yaklaştırdığında nefesimi tuttum. Gözleri yüzüme ait bütün bölgeleri arşınlıyordu. Yüzü tam yüzümün hizasındayken gözüme hiç olmadığı kadar güzel görünüyordu. Yüzü benim yüzümü ıskalayarak dudaklarını tam kulağımın dibine getirdi. İlk olarak nefesini kulağıma doğru üfledikten sonra elini yavaşça göğsümden aşağıya doğru kaydırdı ve kağıt tutan elimi kavradı. Diğer elimi de sol eli kavradığında ağzımı kapattım.

"Konuşmaya mecalim yok. Ellerim yorgun. Hadi, oturda şöyle dizine uzanıp bir ömür susayım."

Şiir yazdığından artık emin olsamda bu sözleri söyledikten sonra da kesin emin olurdum artık. Elleri ellerimden kurtularak belime doğru çıkmaya başladı ve tam belime geldiğinde belimi sıkıca kavradı ve  beni kendisine yaklaştırarak yüzünü boynuma gömdü. Şu anda bana dünya da ihtiyacı olduğu tek şeymişim gibi sarılıyordu. Ellerim kenarlara put gibi durduğunda ona sarılma istediğimi içimde bastırarak elimde tuttuğum kağıdı sıktım.

Bana neden sarılıyordu ki?

Tepkisiz kaldığımda boynumda dişlerini sinirle sıktığını hissettim. Elleri belimde sıklaştığında kulağıma doğru fısıldadı.

"Buradan gitmeyeceksin Persephone." dedi belimde ki ellerini indirerek elimi kavradıktan sonra. Onu sinirlendirdiğimi biliyordum ama bu denli sinirli tepki vermesi beni kızdırıyordu. Beni buraya zorla getirmişti ona hemen güvenip, iki şiirsel söz etti diye sarılamazdım.

"Sana güvenmediğimi söylemiştim." dedim dişlerimi sıkarak. Olimpos'ta doğup büyümüştüm. Bu yüzden de her zaman yeşillikleri, mavilikleri, seyretmiştim ama şimdi bu cehenneme geldiğimden biri tek gördüğün karanlık renklerdi.

"Orayı sadece senin özlediğini mi düşünüyorsun?" dediğinde tepkisiz kaldım. Orayı özlediğini resimlerden anlamıştım ama dile  getireceğini hiç düşünmemiştim. Elini belimden çekti ve boynumdan yüzünü ayırdı. Yüzünü yüzümün karşısına getirdiğinde beni düşünme havuzuna itmişti. Yüzü biraz yorgunluk, biraz özlem ve şimdi de biraz hayal kırıklığı taşıyordu.

"Ben..." diye hecelediğimde elini kaldırarak dudaklarıma koydu ve "Şşş..." diye mırıldandı.

"Tam tahmin ettiğim gibi." diye mırıldandıktan sonra elini dudaklarımdan çekti ve geriye doğru bir adım atıp ben süzdü. Yanımdan geçip gideceğini bana doğru bir adım attığında anlamıştım. Yanımdan geçip giderken kolunu tutarak onu durdurdum. Bunu neden yaptığımı bilmiyordum sadece o an için doğu olan tek şeyin bu olduğuna dair kendini ikna etmiştim.

Bir bana bir tuttuğum koluna baktıktan sonra tekrar bana dönerek tek kaşını kaldırdı.  Büyük ihtimalle bunu ona daha önce kimse yapmamıştı.

"Kağıtta ne yazıyordu?" dediğimde bana anlamayan bir ifade ile bakmaya başladı. Elimde ki kağıdı kaldırarak gözünün önünde salladım ve "Kağıtta ne yazıyor?"  diye sordum.

Kağıtta gözlerini gezdirdikten sonra bana döndü. Bakışlarında bulunan o hala anlamını çözemediğim ifade beni öldürecekti ve o benim katilim olacaktı. Hades'in katilim olması ise zaten olacak olan bir gerçekti.

“Bir gece, 
Bir yıldız gibi parladın,
Benim gökyüzümde.”

Sert tonundan hiç ödün vermediği sesi yumuşamış, yüz hatları eski gerginlğini kaybetmişit. Şiiri ikimizde seviyorduk ama o, şiir okumak için özel bir yeteneğe sahipti. Şiirin bana yazılmış olma ihtimali vardı ama annemin sözleri beni bu konuda şüpheye düşürüyordu.

"Hades'i tanırım Kore..." diye mırıldandı bir anne edasıyla nasihat verirken "İnan bana sen kapana kıstırdığı tek kurbanı olmayacaksın. Sadece sana özel davrandığını sanıyorsun ama değil." dediğinde annemin de umut ile örülmüş duvarları kolayca yıktığıını fark ettim.

Kapana kıstırdığı kurbanı.

Ben bu muydum?

"Güzel şiir."  diye mırıldandım yutkunarak. "Hangi dilde?" sorduğum soru, şu anda akıllara zarar bir soruydu. Hades'in bana hala küfür edip gitmemenin şaşırmalıydık doğrusu.

Gözlerini büyüttükten sonra tek kaşını kaldırarak bana şaşkınlığını ifade etti. Davranışları şaşırtıcıydı. Davranışlarım şaşırtıcıydı. Tencere yuvarlanmış kapağını bulmuş hesabı.

"Yeraltı Dili." dediğinde  ilginç bir şey ile karşılaşmış gibi dudağımı ısırdım. Şiiri ve olanları düşünmemeye çalışma çabalarım beni saçmalama konusunda ilk sırada ilan ediyordu.

"Öğrenecek zorunda olmamam iyi şansım." diye mırıldandım tekrar  hiç bir şey olmamış gibi. Bu tavrıma kızdığını göz devirmesinden anlayabiliyordum. Suratında o çok fazla göremediğim alaylı sırıtışlardan bir tanesi boy gösterdiğinde bu sefer ben ona tek kaşımı kaldırarak baktım. Dudağı yukarı doğru kıvrılmıştı ve bana dikkat uyarısı veriyordu.

Bana doğru edildikten sonra "Senin şansın." diye mırıldandı. Son bir alaylı bakış attı ve bu sefer tüm karizmasını yücelterek önümden gelip geçti. Arkasından ona döndüğümde kaşlarımı çattım. Zayıf görüntüsünün aksine onu çıplak gördüğümden beri bu düşüncem git gide çürüyordu. Benim biraz önce büyük bir kararsızlıkla açtığım kapıyı büyük bir kararla açtı. "Yemeğe gelmeyi unutma." dedikten sonra kapıyı sertçe kapattı.

Arkasından sertçe dudağımı ısırdıktan sonra "Pekala,"  diye mırıldandım. Yemek meselesini unutmuştum bile. Kafamı çevirerek resimleri inceledikten sona asıl hoşuma giden şeye, şiirlere döndüm. Şiirleri anlayıp anlamamam sıkıntı değildi. Şiir olması önemliydi.

Kafamı da çevirdikten sonra elimde bulunan, tuttuğum kısmı kırışmış olan şiir kağıdını masaya doğru bıraktım. Başka bir kağıt almadan tekrar odaya döndüm. Kırmızı yatak bütün ihtişamı ile dünyanın en büyük yatağı olduğunu gösteriyordu. Siyah bir koltuk ve kahverengi dolaplar ve üzerinde bulunan araç gereçlerle görüntüyü tamamlıyordu. Raflarda gördüğüm vazolar ise odanın en garip şeyiydi. İçi boş olan vazolar beni Hades'in hakkında ki düşüncelerimi değiştirmem için yönlendiriyordu.

Derin bir nefes vererek bıkmışlıkşa tekrar masaya döndüm. Boyalar masanın bir kısmını kaplamışken tam ortada kağıtlar duruyordu. Diğer tarafta siyah mürekkep ve yan tarafında duran kargo kalemi vardı. Siyah mürekkep ile süslenmiş kayıtlardan bir tanesini elime aldım. Okusam bile anlamayacağımı bilsem de şiir okumak güzeldi.

"Çocuk gibi ağladım,
O kadar hiç, o kadar boş, manasız,
Öyle haksız yere senden uzağım ki. "

İlk kıtanın sonuna geldiğimde kaşlarım kendiliğinden çatılmıştı. Daha önce hiç görmediğim, varlığından bihaber olduğum bir dilde bulunan bir şeyi okumak imkansızken ben ilk defa gördüğüm bir dilde şiir okuyordum.

Beynimde son cümleleri yankılanırken sinirle gözlerimi kapattım. Sırf Hades istedi diye yeni bir dili bir kaç saniye de öğrenmeye başlamıştım ve bunun çağrıştırdıkları şeyler bana hiç de iyi olmayan şeyleri fısıldıyordu.

Czytaj Dalej

To Też Polubisz

1.7M 95K 45
Zengin, şımarık ve akıl almayacak derecede çılgın olan Pera verdiği büyük parti sonucu kendini dedesi ve babaannesinin yaşadığı köyde, çiftlik evinde...
12.2K 166 16
Şahsıma kurulan şeytani bir kumpas sebebiyle ayak kölesi oldum. Bu durumdan nasıl kurtulacağım (Şantaj Kölesi hikayesinin 2.sezonudur. 35 bölümden de...
28.6K 707 23
"Oyun oynamayacaksak ne yapacağız?" "Ben seni sikeceğim o kadar. İstediğin bir sex türü varmı kedicik?"
100K 7.4K 61
Karanlık sokakların birinde, kenar köşede kalmış bir dövmeci, yıllardır saklanan bir sırrı korumaya çalışıyordu. Burası normal bir dövmeci gibi görün...