DEMİR BAĞLAR - SİS (tamamland...

By Risu-kun

39.7K 7.3K 12.3K

"Sana hep ağlamamanı söylüyordum ya, hepsini unut gitsin. Neyi fark ettim biliyor musun Ugo? Bu bizi biz yapa... More

Bölüm 1; buradan gidiyoruz Ugo
Bölüm 2; sadece insanlar ağlıyor
Bölüm 3; aramıza hoş geldin küçük adam
Bölüm 4; Kara Çekiç'in ilk günleri
Bölüm 5; masaya bir tabak daha lütfen!
Bölüm 6; adım Ugo, şimdi çekilin başımdan!
Bölüm 7; demire hayat veriyoruz, öyle mi?
Bölüm 8; arada uğra olur mu?
Bölüm 9; cadılar...
Bölüm 10; kibarlığın canımı sıkmaya başladı
Bölüm 11; ama ben yüzünü görmek dahi istemiyorum
Bölüm 12; Cadı Avcıları
Bölüm 13; Çivili Kapı
Bölüm 14; ben bir cadıyım!!
- DUYURU -
Bölüm 15; tüm eğlenceyi kendine saklamayı bırak
Bölüm 16; zaman ne de çabuk geçmiş
Bölüm 17; tamam ateş yok anlaştık
Bölüm 18; Evan geri dönmüş millet!!
Bölüm 19; daha hiçbir şey görmedin!!
Bölüm 20; yemek hazır!
Bölüm 21; bu hikayeyi dinlemek için yeteri kadar bekledik
Bölüm 22; Kum, Sis ve Kor
Bölüm 23; işte bizim ustamız bu!
Bölüm 24; baban son nefeslerini verirken, gülümsüyordu
Bölüm 25; neden!?! neden ölmeme izin vermiyorsun?!
Bölüm 26; ATEŞİN ŞARKISI
Bölüm 27; surat asmam için hiçbir sebep yok!
Bölüm 28; çocuklar gülmeli Evan!
Bölüm 29; sadece evimi özledim desen de olurdu ihtiyar
Bölüm 30; GODNOSCH
Bölüm 31; yani benim için sıkıntı yok ama...
Bölüm 32; sahi senin adın neydi, Kuzey Kralı?
Bölüm 33; dönmüşsün
Bölüm 34; DEMİRDEN BİR BAĞ
Bölüm 35; aşık bir kıza kimse kafa tutamaz
Bölüm 36; BEYAZ DİYAR
Bölüm 37; böyle bir şey demiştin, değil mi demirci?
Bölüm 38; siz delisiniz
Bölüm 39; üç kişi
Bölüm 40; korkma, ben yanındayım
Bölüm 41; ona kahramanımız diyorsak bu öyle olduğu içindir!
Bölüm 42; KALPLER
Bölüm 43; bize hislerinden bahset!
Bölüm 44; hadi savaşalım!
Bölüm 45; Evan'ın en büyük sırrını anlatayın, olur mu?
Bölüm 46; umut yok, yiyeceğiz!
Bölüm 47; ne kadar da özlemişim be!
Bölüm 48; benimle sıkıntın ne?
Bölüm 49; bir daha da kılıcımı kimseye vermeyeceğim
Bölüm 50; öleceksem de savaşarak öleceğim!
Bölüm 51; demek yine oldu ha..
Bölüm 52; beyaz insan
Bölüm 53; ÖLÜMÜN SEMBOLÜ
Bölüm 54; cam böceklerinin kokusu olmaz!
Bölüm 55; HALA ADIMI SORMADIN? KABALIK EDİYORSUN!
Bölüm 56; ORMANIMA NEDEN GİRDİN?
Bölüm 57; SUS YOKSA DAYANAMAYIP SENİ YOK EDECEĞİM!!
Bölüm 58; SAVAŞMAYACAK MISIN?
Bölüm 59; BİLDİĞİN TEK ŞEY İNSANLARI KÜÇÜK GÖRMEK!!
Bölüm 60; BAK, YİNE YAPTIN!
Bölüm 61; tipim değilsin
Bölüm 62; Ainhina giriş prosedürü
Bölüm 63; ALAZ OTU
Bölüm 64; o benim arkadaşım değil!
Bölüm 65; tekrar ağlamaya başlamayacaksın değil mi?
Bölüm 66; bu kız canını sokakta bulmuş!
Bölüm 67; onun verdiği bir söz var!
Bölüm 68; hayır, bu ölümün borazanı
Bölüm 69; sanırım artık yeni bir hedefleri var!
Bölüm 70; GERÇEK EJDERHA TÖRENİ
Bölüm 71; ne azı ne fazlası
Bölüm 72; eksik bir şey yazmadım değil mi?
Bölüm 73; neden ağladığını biliyorum
Bölüm 74; başaracağını biliyordum Civciv
Bölüm 75; GÖKIRMAK
Bölüm 76; onu sevdiğinin farkına varmayacak!
Bölüm 77; batmışız batacağımız kadar
Bölüm 78; ölmeden önce son bir dileğin var mı?
Bölüm 79; mayıs zambakları gübi gülümsüyorsun
Bölüm 80; benimle dalga geçme!
Bölüm 81; yanılıyorsun, o hala yaşıyor!
Bölüm 82; tüm cadıları da ne demek?!
Bölüm 83; peki o zaman, plan ne?
Bölüm 84; bağlarımız bizi koruyacak!
Bölüm 85; yukarı hep birlikte çıkacağız
Bölüm 86; kusarsanız giysileri batırmayın!
Bölüm 87; eskiden burada yaşıyordum
Bölüm 88; narsist zalimlik
Bölüm 89; öldür beni!!
Bölüm 90; SAÇMALIK!!
Bölüm 91; bugün kimseye merhamet yok!!
Bölüm 93; sana acının ne olduğunu anlatayım mı?
Bölüm 94; bu benim görevim!
-FİNAL-
** TEŞEKKÜR EDİYORUM **

Bölüm 92; elimizdeki her şeyle, ödlek

321 64 87
By Risu-kun


"Şimdi ne yapıyoruz Nico?" dedi Lupi. Nico üzerine çok kafa yormadan "Gidip savaşıyoruz tabii ki de ya ne yapacağız! Burada bekleyecek değiliz ya!!" diye atıldı. Saburo onun koluna dokunup "Bunun çok mantıklı olduğunu zannetmiyorum." dedi. Nico, Saburo'yu ensesinden yakalayıp sıkarak önüne getirmiş ve "Yukarıda arkadaşlarımız var velet! Onları yarı yolda mı bırakacağız yani?!" diye bağırmıştı. Saburo çaresizce daha uzlaşılabilir bulduğu Lupi ve Almas'tan medet umar bakışlar atarak "Bunu kastetmemiştim!" diye savunmaya geçti. Lupi arkadaşının omuzlarından tutup çekerken Almas da Saburo'ya yaklaştı ve "Peki ne yapacağız?" diye sordu. "Evan'ın bu ordudan haberi olacaktır ama yine de bir şeyler yapmalıyız değil mi? Sonuçta bizim görevimiz askerlerin yukarı çıkmasını engellemekti. Şimdi her şey sıkıntıya girebilir, başları belaya girebilir, hatta birisi bile ölebilir!"

Nico biraz daha sakinleşmiş olsa da yine de burnundan soluyarak konuşuyor, "Kafanı çalıştır çocuk buraların kralıyım diye gezmiyor muydun? Bize yeni bir plan yap!" diyerek Saburo'nun üzerine gidiyordu. Bir yandan alnını ovuştururken "Hırsızlar Kralı!" diye düzetti Saburo. "Bilmiyorum ne yaparsak yapalım ölme riskimiz olacak! Güvenli bir şeyler düşünemiyorum!"

Saburo'nun söylediği bu şeyden sonra Nico ve Lupi birbirlerine baktılar. Gözleri buluşan ikilinin aklından aynı şey geçiyordu. "Hey!" dedi Nico. "Sana ölüm riski olmasın diyen mi oldu?"

Saburo hiç de şaka yapıyormuş gibi gözükmeyen Nico'nun neyden bahsettiğini anlamaya çalışıyorken şehrin içinden gelen çığlıklar duyuldu. Merakla sesin geldiği yöne baktıktan sonra harekete geçtiler. İvedi adımlarla kapıyı geçip şehre daldıklarında gördükleri manzara hepsini şaşkına çevirmişti. Şehir, kurbağa adamlar tarafından istila edilmiş gibiydi. Çatılardan insanlar üzerine atlıyorlar, camları kırıp etrafı talan ediyorlar, delirmiş gibi sağa sola zıplıyorlardı. Çektikleri nefeslerle şişen gırtlakları çirkin bir borazan sesi çıkartıyordu. "Kurbağalar!" dedi Gerok ve elini alnına vurdu. "Ne gün oluyor ama!"

Karmaşanın ortasında yanında üç dört kurbağayla birlikte yürüyen ve yukarılara bakınan Yume'yi gördüler. "Yume!" diye bağırdı Almas. Onu Ainhina'lılarla savaştıkları günden beri görmemişti. Yume başını çevirdi ve kendilerine koşan insanlara baktı. Yanındaki kurbağalar gelenlerin muhafız giysisi giydiğini söyleyip hareketlense de o elini kaldırdı. Ona ismiyle seslenen Almas ve diğerlerine bakıyor, sesleri ve yüzleri tanıdık gelse de kim olduklarını çıkartamıyordu.

"Burada ne yapıyorsun Ejderkol?!" diye sordu Lupi. Yume'nin şaşkınlığı daha da artmış, bir yandan çenesini ovuştururken "Siz de kimsiniz?" diye sormuştu. Arkadaşının koluna hafifçe vuran Nico "Fazla süslendik Lupi! Gördün mü bizi tanıyamıyor!" demişti. Bir anda uzanıp elleriyle Nico'nun yanaklarını avuçlayan Yume yüzünü iyice onunkine yaklaştırmıştı. Bir anda gözleri büyüdü ve "Kuduz!" diye bağırdı. Bakışlarını oradan Lupi'ye kaydırdı ve aynı şaşkınlıkla "Uzun Kılıç! Siz misiniz?! Burada ne işiniz var?!" dedi. Onlara cevap verme fırsatı tanımamış, katıla katıla gülmeye başlamıştı. "Bu üzerinizdeki şeyler ne oğlum sirk maymunları gibi olmuşsunuz!"

Almas onun yanına geldi ve "Yume bunun sırası değil! Acil bir durum var!" dedi. Onu kendine getirmeye çalıştı ama işe yaramamıştı. Almas'ı omuzlarından kavrayan Yume "Şu haline bak Avcı!! Üstündekiler annemin bana giydirmeye çalıştığı şeylere benziyor!! Gülmekten öleceğim şimdi!! Ne oldu benden habersiz düğün falan mı yaptınız yoksa bu kılık ne?!" diye haykırdı. Kahkahalar atmaya devam ediyordu. Nico dayanamayıp saldırmış, Yume'nin kafasını koltuğu altına alıp sıkıştırmaya başlamıştı.

"Biraz daha gülersen kafatasını patlatırım Yume!! Biraz daha gül!! Hadi biraz daha gül!!"

Lupi yine müdahale etmiş ve kollarına girdiği Nico'yu gerisin geriye çekmeye başlamıştı. Olduğu yerden zıplamaya ve tekmeler savurmaya devam eden Nico öfkeden kudurmuştu ama bu Yume'yi onunla alay etmekten, parmağı ile onu göstererek dalga geçmekten alıkoyamıyordu. Bir süre bu saçmalıkla uğraştıktan sonra Almas'a döndü ve patavatsızca "Her neyse! Buraya Gargrimm diye birisini öldürmeye geldim nerede olduğunu bilen var mı?" diye sordu. Olaylar gittikçe garipleşmeye başlamıştı.

"Onu tam olarak nasıl öldürmeyi düşünüyorsun sorabilir miyim? Yanında iki yüzü aşkın adamı var da!" diye atıldı Saburo. "Çoğu da okçu!"

"İki yüz mü? Çokmuş yav! Ama sıkıntı değil bir şekilde hallederiz değil mi Hooyu?!"

Başını öne eğen ve iki eliyle kavradığı mızrağını hafifçe havaya kaldıran kurbağa "Gargrimm'i öldür, gerisini bize bırak prenses! Yıllardır bugünün açlığını çekiyorduk, savaşacağız!!" diye bağırdı. Yume gülümsedi ve "Harika!!" dedi. Saburo'nun başını okşamış ve "Gördün mü küçük çocuk! Ablan da tek başıma değil! Şimdi bana onların nerede olacağını söyleyecek misin?!" demişti. Kurbağaların sözünü dinlediği ve prenses diye çağırdığı bu kızın kim olduğu hakkında bir fikri olmasa da etkilenmişti Saburo.

"En tepede, üzerine güneş ışıklarının düştüğü mavi bir tahtın olduğu balkonda olacak! Dikkatli olun!"

"Tamamdır!" dedi ve yumruğunu havaya kaldırarak "Hadi kurbağalar!! Yukarı çıkıyoruz!!" diye bağırdı. Kurbağalar dört bit yana sıçramaya ve şehrin duvarlarına yapışmaya başladılar. Yeşile çalan renkleri, bir böcek gibi tırmandıkları kayaların karasına bürünüvermiş, birkaç saniye sonra hepsi loş ışık içinde kaybolup gitmişti. Yume de cebinden çıkardığı bir yeşil büyü taşını özümsemeye hazırlanıyordu ki Nico koluna yapıştı ve "Beni de götür Ejderkol!! Ben de savaşmak istiyorum!! Ne olursun!!" diye bağırdı. Lupi heyecanlanmış, "Tek başına olmaz!" dedikten sonra Yume'nin diğer koluna girmişti. "İkimizi de götür!"

Kollarını arkadaşlarının pençelerinden kurtarıp "İkinizi birden nasıl götüreyim oğlum iyi misin?" dedi Yume. "Hem silahlarınız nerede sizin?"

Ellerinde tuttukları mızrakları gösterip "Bunlar var ya!" dediler ama normalde koca bir kılıç ve baltayla savaştıkları için Yume'yi ikna edebileceklermiş gibi görünmüyordu. Bağırıp çağıran ikilinin arasından Almas'a gözü değdi Yume'nin. Yüzünde muzip bir gülümsemeyle Lupi ve Nico'yu omuzlarından ittirdi, Almas'a sarıldı ve yeşil büyü taşını özümsedi. "Seni seçtim Ejder Avcısı!" dedi ve ışınlandı. Nico ile Lupi, ellerinde mızraklarla, Saburo'yla kalakalmışlardı.

Yume ışınlandıktan sonra bir hareket büyüsü daha kullanmış, yaptığı sıçramayla Almas'ın söze girme çabası yarım kalmıştı. Dört beş sıçramadan sonra "Yume!! Beni neden götürüyorsun?!" diye bağırdı Almas. Yume bu soruyla afallamış, köprüler ve balkonlar arasında hoplayıp durmayı kesip bir yerde durmuştu. Almas'ı omuzlarından tutmuştu. Kendisine sımsıkı sarılmış olan Almas'ı bedeninden ayırıp yüzüne baktı ve konuşmaya başladı.

"Gelip savaşmak istemiyor muydun sen! Bak bu kötü oldu hakikaten sana sormayı unuttum! Deli gibi çekiştirdiler kolumu falan o sıra aklım gitti demek ki! Ama şimdi seni aşağı tekrar indiremem Avcı! Sen buralarda takıl, ok falan atarsın belki ne bileyim? Geri gelirken şey yaparım, alırım seni. Olmadı bizim kurbağa çocuklar da..."

Almas bu konuşmanın gereksizce uzayıp gideceğini bildiği için "Konu bu değil Yume!" diye bağırdı. "Sen öldüreceğin kişinin nasıl bir adam olduğunu biliyor musun?"

"Yaşlı ve çirkin demişlerdi."

Almas kafayı yemek üzereydi. Bu kız buraya ne Cadı Avcısı güçlerinden de nasıl bir tehlike altında olduğundan da habersiz bir şekilde gelmişti. Gerçi bilseydi bile bu gelmesini engeller miydi emin olamıyordu. Ona izah etmeye çalışırken tepelerinde mavi bir ışık belirdi. İkisi de yukarı baktılar. Almas "Olamaz!" diye fısıldadı. "Bu mavi işaret!"

Yume elini attığı çantasından bir yeşil büyü taşı özümsedi ve "Ben kaçtım Avcı!" dedi. Arkadaşının ona uzattığı eli havada kalmış, bulunduğu köprüden bir diğerine sıçrayıp yukarı doğru tırmanmaya devam etmiş, etrafına bakınan ve aşağı inmekle yukarı çıkmak arasında kafası karışık Almas'ı orada öylece bırakıp gitmişti.

Yume ışınlanarak ve sıçrayarak tepeye ulaşmış, Amasia ve Jakaranda'yı kurtardıktan sonra Sis Taşı'nı tekmelemişti. Evan'ın peşinden gelen kardeşini geri döndürmesi üzerine Lulu, aynı hızla ama bu sefer geldiği yöne doğru koşmaya başlamıştı. İlk yaptığı iş nefes nefese kalmış Manik ve Chester'a "Geri dönün!!" diye bağırmak olmuştu. Kendi suratına "Buraya kadar boşuna mı koştuk!" dercesine bakan onları tekrar harekete geçirmek için kritik bir cümle kullanması gerektiğini düşünen Lulu, durumun zaten kritik olmayan hiçbir tarafı olmadığını fark edip basitçe anlattı.

"Sis Taşı aşağıya düşmüş!"

Gerçekten de başka bir şey eklemesine gerek kalmamış, bitap düşmüş ikilinin yüzüne can gelmişti. Lulu'nun onlara ulaşmasını beklemeden aşağıya doğru koşmaya başladılar. "Bu nasıl olmuş olabilir?! Taş, Gargrimm'in koluna kelepçeliydi!" diye bağırdı Manik. Lulu'nun ona verecek bir cevabı yoktu, olayın ayrıntıları aktarılmamıştı ona. Koştukları köprünün kenarına yaklaşıp aşağıya göz gezdiren Chester "Her ne yapacaksak acele etmeliyiz!" dedi, kendileri gibi aşağıya yol alan onlarca askeri göstererek. Gargrimm adamlarına taşı almalarını emir vermiş gibi gözüküyordu. Ellerinde mızrak ve kılıçlarla köprüleri dolduran muhafızları gören Manik "Taşı ilk alan biz olmalıyız!" diye bağırdı. Neyse ki onların varlığından haberdar olmadıkları için çok acele ediyormuş gibi gözükmüyorlardı. Arkalarında koşan ve gittikçe onlara yaklaşan Lulu, "İlk almamız yetmeyecek, savaşmak zorunda kalabiliriz!" diye seslendi. Savaşmaya karşı her daim mesafeli olan Manik, "Neyle?!" diye cevap verdi. Bunu yaparken boş ellerini vücudu önünde sallamıştı. Lulu, sırtındaki arbaleti alıp bir ok taktıktan sonra makarasını kurdu ve koşarak yanlarından geçerken Chester'ın kucağına bıraktı. Beline bağlı, içinde küçük okları bulunan çantasını da söktü ve suratına çarpar gibi Manik'e verdi. Palasını çekip onları geride bırakarak koşmaya devam etti. Uzaklaşmaya başlarken omzu üzerinden Manik'e bir bakış atmış ve "Elimizdeki her şeyle, ödlek!" diye bağırmıştı. Chester elinde tarttığı silaha enine boyuna baktı ve gülümsedi. "Hadi savaşalım!!"

Manik'in bu durumdan hiç memnun olmadığını belli eden bakışları dostu üzerinde geziniyor, savaşmak içinde ölmek riskini barındırdığı için bu işe kendini veremiyordu. Onun mücadele ediş şekli korumak üzerineydi, ve kurtarmak. Kimseyi kaybetmek istemiyor, Chester ya da diğer yoldaşlarının olmadığı bir dünyayı tahayyül etmeye çalıştığı gecelerin sonunda çoğunlukla gözyaşlarına boğuluyordu. Omzunda taşıdığı yük diğerlerinden daha da ağırdı. Adının korkağa çıkıyor oluşu hoşuna hiç gitmese de bu onu düşünce şeklini değiştirmeye itmiyordu. Yine de sıktı elindeki ok dolu çantayı. Bugün bu iş bitecekti, bitmeliydi.

Koştukları yol üzerinde dizleri üzerine çökmüş, avuç içlerini yere koymuş vaziyette derin derin nefes alan Daniel'i gördüler. Avazı çıktığınca bağırdı Lulu: "Civciv!", ve gözlerini onun zavallı haline dikti. "Sana ihtiyacımız var! Kaldır kıçını artık!"

Yukarıdan, delikten atlamayı bir şekilde becermiş olsa da bunu yaparken kalbi korkudan büzüşmüş Sarı Şeytan, çocukların yoldan geri dönüp onu almaya geldiklerini düşünmüş, böylece zaten gururuna yediremediği ve hala kabullenemediği bu yükseklik korkusu meselesi canına tak etmişti. Bir savaş narası patlatıp iki yumruğunu da yere vurdu ve ayağa fırladı. İki elini de kafasına atıp saçlarını düzeltti ve "Gidelim!!" diye haykırdı. Lulu ve diğerlerine doğru koşmaya başlamış ama tüm çocukları kollarını ve kafalarını sallayarak ona bağırırken bulmuştu. Hepsi bir ağızdan bir şey anlatmaya çalışıyor ama kelimeler birbirine girdiği için kendine söylenen tek harfini bile anlayamıyordu. En sonunda buluştuklarında "Diğer yöne doğru APTAL!!" dedi Lulu. Olduğu yerde kalakalan Civciv yanından geçip giden ve aşağıya koşturan Lulu'yu izledi. Birkaç saniye sonra Manik ve Chester ona ulaşmıştı. "Sis Taşı düşmüş! Onu alacağız!" dedi Manik. Afallamış bir şekilde ilk adımını atan Daniel birkaç saniye sonra anca koşmaya başlayabilmiş, bir yukarı bir aşağıya bakıp "Nasıl olmuş öyle bir şey ya!?" diye tepki vermişti. O daha durumu özümseyememişti ki "Parmaksız!" diye bağırdı Lulu. "Ateşle!"

Bir anda önlerinde beliren bir sürü asker yollarını kapatıyordu. Lulu'nun başa çıkamayacağı ortada olan bu muhafızlarla yüzleşmek için depara kalkan Daniel loş ışığa rağmen yeşil parıltılar saçan kılıcını çekti ve ileri atıldı. Chester'ın, kendilerini görmüş ama ne döndüğünü anlayamamış grubun içinden bir muhafızı göğsünden vurması savaşın ilk kıvılcımı olmuştu. Mızraklar ve kılıçlarla üzerlerine doğru yokuş yukarı koşmaya başlamışlardı. Daniel, Lulu'yu geçmiş en önde koşan adamlardan birinin saldırısını savuşturup omzuyla ittirmiş, o adam köprüden aşağıya düşerken diğerinin göğsüne kılıcını saplamıştı. Chester ve Manik'in asıl ağzını açık bırakan şeyse tek hamlede Daniel'in sırtına çıkan Lulu'nun oradan aldığı hızla askerlerin tepesinden atlamasıydı. Havada süzülen kız, en arkadaki muhafıza kadar ulaşmayı başarmış, kafasının tepesine palasını indirdiği adamın üstünden yuvarlanıp yola inmişti. Ne olduğunu anlayamayan askerler arkadaşlarından birisinin yarılmış bir kelleyle yere düşüşü ve bir kızın aşağıya koşmaya başlamasıyla afalladılar. Birkaçı onun peşinden giderken diğerleri Daniel ile yüzleşiyorlardı. Ateşlediği diğer bir okla Lulu'nun arkasındaki muhafızlardan birisini vuran Chester arbalete alışmaya başlıyordu. Bir yandan Manik'in ona uzattığı bebek oku silaha yerleştirirken "Koşmaya devam et Lulu!" diye bağırdı. "Seni koruyacağım!"

Bu arada önündekileri asker demeye bin şahit isteyen kişileri bir çırpıda öldürüveren Daniel, Lulu'ya destek olmak için ileri atılmıştı ama aralarında bir hayli mesafe vardı ve bu kız hiç de yavaş koşmuyordu. Chester'ın bir kişiyi daha vurmasıyla Lulu'nun peşinde tek adam kalmıştı. Elindeki kılıcı savurmaya hazırlanan adam Lulu'nun bir anda durmasıyla afalladı. Yine de salladığı kılıcı rakip olarak bile görmediği kızın silahıyla çarpışmıştı. Sol elini ileri atıp onu yakalamaya kalktı ama Lulu kendi etrafında dönerek, eğilmiş adamın boğazına palasını indirdi. Kafasını kopartamasa da ölümcül bir yara verebildiği, gırtlağından fışkıran kanı engellemek için kılıcını bırakıp ellerini boynuna bastıran adam dizleri üzerine devrildi. Ağzından da kan geliyordu. Ne yapacağını bilemez bir halde son nefeslerini verirken Lulu'nun göğsüne bir tekme atmasıyla köprüden aşağıya yuvarlandı.

Beklemeden ilerlemeye devam ederken yolun ikiye ayrıldığını gördü Lulu. Yere çöküp kafasını köprüden aşağıya uzattı ve gözlerini kıstı. Bir süre bakındıktan sonra mavi bir parıltı ilişmişti gözüne. Aradığını bulmuş, şimdi geriye güzergah çizmek kalmıştı. Taşın düşmüş olduğu balkonu parmağının ucuna koyup bir bulmacayı çözer gibi oturduğu yere kadar geldi. "Yolu buldum!" diye bağırmış, hemen arkasındaki dostlarına bir el işareti yapıp tekrar koşmaya başlamıştı. O esnada, tercih etmedikleri diğer yoldan bir sürü askerin peşlerine düştüğünü gördüler. Daniel hafifçe sırtlarına vurarak ittirdiği Manik ve Chester'ın arkasına geçti ve adamlara doğru döndü. Geri geri ilerlerken kendine saldıran adamlarla yüzleşiyordu. Bir saldırıdan kaçınıp kılıcının ucuyla boğazını kesti rakibinin. Hemen birkaç adım daha geri çekilmiş, başka bir saldırıyı kılıcıyla karşılayıp kendisini ittirmeye çalışan adama bir kafa atmıştı. Bu esnada kendine çok yaklaşan ve silahını havaya kaldıran bir diğerinin göğsüne sapladı kılıcını. Arkalardan gelen bir mızraktan da kan kusan adamı kendine kalkan yaparak kurtuldu. Adamın bedenini yol boyunca ittirip kendine biraz zaman kazanmıştı ama olacak gibi değildi. Bu şekilde geri çekile çekile savaşırsa ne kadar uzun süreceği önemsiz olmakla birlikte bu tecrübesiz adamlardan beş yüz tane de olsa çizik atamazlardı. Ama sıkıntı şuydu ki zamanla yarışıyorlardı ve o burada durduğu sürece Lulu ve diğerlerini koruyacak kimse olmayacaktı. Kaçıp Lulu'larla birlikte gitmenin ve Sis Taşı'nı ele geçirmenin daha öncelikli olduğu kararına vardı ve koşmaya başladı.

Onu kılıçları çarpıştırarak mağlup edemeyen ve bundan da gittikçe çekinmeye başlayan muhafızlarınsa aklında bambaşka bir şey vardı. Arkalardan, hissettirmeden ve aynı anda üzerine atılan dört mızraktan üç tanesini savuşturmayı başaran Daniel, bir tanesinin başı omzuna girince acıyla bağırdı. Güçlü fırlatılamamış bir mızrak olduğu için ölümcül bir yaraya sebep olmasa da kaçmaya devam ettikçe devamı gelecek olan bu saldırılar can sıkıcı olabilir hele de çocukları vurma ihtimali göz önüne alındığında korkunç sonuçlar doldurabilirdi. İnleyişini duyan, Lulu'ya göre ona daha yakın Chester ve Manik başını çevirmişlerdi. Omzundan mızrağı söküp aşağıya fırlattığını gördükleri Daniel "Gidin!" dedi onlara. Manik ona doğru bir adım atmış ve "Ama..." demişti. Daniel tekrar bakmadan "Gidin dedim!!" diye bağırdı. Chester dostunu çekiştirmişti ve tekrar yola düştüler. 





- evveeeet Daniel çıldırdı ^^ Lulu yardırıyor Chester'la da iyi ekip oldular bu arada ^^ bakalım taşı alabilecekler mi? bakalım hayatta kalabilecekler mi ^^

- herkese iyi okumalar ^^

- sizi yaptığınız yorumlardan seçmeleri ve bölüm kesitlerini paylaştığım Instagram hesabımı takip etmeye davet ediyorum ^^ link bioda ^^ 

- BEĞENMEYİ VE YORUM YAPMAYI UNUTMAYIN!!!!!

Continue Reading

You'll Also Like

40.3K 1.1K 8
Anne ve babasini 2 yasinda kaybetmis. abisiyle birlikte yasayan 24 yasinda bir genc kiz istanbulun en buyuk sirketinde sekreterlik yapmak ister ve or...
38.7K 7.1K 43
Bilinmezlik hep korkutur. Tüm canlılar gibi, insan da çevresindekilere hâkim olma arzusunu bir meşale gibi taşır içinde. Bilinmezlikten korkup, kendi...
869K 19.9K 56
"Madem çok ısrar ettiniz, o zaman artık bey diyebilirim." deyip gülümsedim, bandı yapıştırdıktan sonra yutkundu. "Boşver beyi." deyip dudaklarıma yap...
45.6K 3.1K 42
Gücünü ve güzelliğini adından alan bir kız ; Safir. Tek sığınağı kitaplarken şimdi bir kitabın içinde esir. İsteği gerçekleşti. Kurtarması gereken b...