DEMİR BAĞLAR - SİS (tamamland...

By Risu-kun

39.8K 7.3K 12.3K

"Sana hep ağlamamanı söylüyordum ya, hepsini unut gitsin. Neyi fark ettim biliyor musun Ugo? Bu bizi biz yapa... More

Bölüm 1; buradan gidiyoruz Ugo
Bölüm 2; sadece insanlar ağlıyor
Bölüm 3; aramıza hoş geldin küçük adam
Bölüm 4; Kara Çekiç'in ilk günleri
Bölüm 5; masaya bir tabak daha lütfen!
Bölüm 6; adım Ugo, şimdi çekilin başımdan!
Bölüm 7; demire hayat veriyoruz, öyle mi?
Bölüm 8; arada uğra olur mu?
Bölüm 9; cadılar...
Bölüm 10; kibarlığın canımı sıkmaya başladı
Bölüm 11; ama ben yüzünü görmek dahi istemiyorum
Bölüm 12; Cadı Avcıları
Bölüm 13; Çivili Kapı
Bölüm 14; ben bir cadıyım!!
- DUYURU -
Bölüm 15; tüm eğlenceyi kendine saklamayı bırak
Bölüm 16; zaman ne de çabuk geçmiş
Bölüm 17; tamam ateş yok anlaştık
Bölüm 18; Evan geri dönmüş millet!!
Bölüm 19; daha hiçbir şey görmedin!!
Bölüm 20; yemek hazır!
Bölüm 21; bu hikayeyi dinlemek için yeteri kadar bekledik
Bölüm 22; Kum, Sis ve Kor
Bölüm 23; işte bizim ustamız bu!
Bölüm 24; baban son nefeslerini verirken, gülümsüyordu
Bölüm 25; neden!?! neden ölmeme izin vermiyorsun?!
Bölüm 26; ATEŞİN ŞARKISI
Bölüm 27; surat asmam için hiçbir sebep yok!
Bölüm 28; çocuklar gülmeli Evan!
Bölüm 29; sadece evimi özledim desen de olurdu ihtiyar
Bölüm 30; GODNOSCH
Bölüm 31; yani benim için sıkıntı yok ama...
Bölüm 32; sahi senin adın neydi, Kuzey Kralı?
Bölüm 33; dönmüşsün
Bölüm 34; DEMİRDEN BİR BAĞ
Bölüm 35; aşık bir kıza kimse kafa tutamaz
Bölüm 36; BEYAZ DİYAR
Bölüm 37; böyle bir şey demiştin, değil mi demirci?
Bölüm 38; siz delisiniz
Bölüm 39; üç kişi
Bölüm 40; korkma, ben yanındayım
Bölüm 41; ona kahramanımız diyorsak bu öyle olduğu içindir!
Bölüm 42; KALPLER
Bölüm 43; bize hislerinden bahset!
Bölüm 44; hadi savaşalım!
Bölüm 45; Evan'ın en büyük sırrını anlatayın, olur mu?
Bölüm 46; umut yok, yiyeceğiz!
Bölüm 47; ne kadar da özlemişim be!
Bölüm 48; benimle sıkıntın ne?
Bölüm 49; bir daha da kılıcımı kimseye vermeyeceğim
Bölüm 50; öleceksem de savaşarak öleceğim!
Bölüm 51; demek yine oldu ha..
Bölüm 52; beyaz insan
Bölüm 53; ÖLÜMÜN SEMBOLÜ
Bölüm 54; cam böceklerinin kokusu olmaz!
Bölüm 55; HALA ADIMI SORMADIN? KABALIK EDİYORSUN!
Bölüm 56; ORMANIMA NEDEN GİRDİN?
Bölüm 57; SUS YOKSA DAYANAMAYIP SENİ YOK EDECEĞİM!!
Bölüm 58; SAVAŞMAYACAK MISIN?
Bölüm 59; BİLDİĞİN TEK ŞEY İNSANLARI KÜÇÜK GÖRMEK!!
Bölüm 60; BAK, YİNE YAPTIN!
Bölüm 61; tipim değilsin
Bölüm 62; Ainhina giriş prosedürü
Bölüm 63; ALAZ OTU
Bölüm 64; o benim arkadaşım değil!
Bölüm 65; tekrar ağlamaya başlamayacaksın değil mi?
Bölüm 66; bu kız canını sokakta bulmuş!
Bölüm 67; onun verdiği bir söz var!
Bölüm 68; hayır, bu ölümün borazanı
Bölüm 69; sanırım artık yeni bir hedefleri var!
Bölüm 70; GERÇEK EJDERHA TÖRENİ
Bölüm 71; ne azı ne fazlası
Bölüm 72; eksik bir şey yazmadım değil mi?
Bölüm 73; neden ağladığını biliyorum
Bölüm 74; başaracağını biliyordum Civciv
Bölüm 75; GÖKIRMAK
Bölüm 76; onu sevdiğinin farkına varmayacak!
Bölüm 77; batmışız batacağımız kadar
Bölüm 79; mayıs zambakları gübi gülümsüyorsun
Bölüm 80; benimle dalga geçme!
Bölüm 81; yanılıyorsun, o hala yaşıyor!
Bölüm 82; tüm cadıları da ne demek?!
Bölüm 83; peki o zaman, plan ne?
Bölüm 84; bağlarımız bizi koruyacak!
Bölüm 85; yukarı hep birlikte çıkacağız
Bölüm 86; kusarsanız giysileri batırmayın!
Bölüm 87; eskiden burada yaşıyordum
Bölüm 88; narsist zalimlik
Bölüm 89; öldür beni!!
Bölüm 90; SAÇMALIK!!
Bölüm 91; bugün kimseye merhamet yok!!
Bölüm 92; elimizdeki her şeyle, ödlek
Bölüm 93; sana acının ne olduğunu anlatayım mı?
Bölüm 94; bu benim görevim!
-FİNAL-
** TEŞEKKÜR EDİYORUM **

Bölüm 78; ölmeden önce son bir dileğin var mı?

294 65 134
By Risu-kun




Almas, Yume'nin kendisine kaçmasını söylemesinin ardından bir yardım çağrısı yapmış ve ağaçların arkasına geçmişti. Oradayken gökyüzüne fırlattığı ikinci ateş büyüsü yüklü okla da görevini tamamlamış oluyordu. Ondan, bu yaptığı dışında bir beklentisi olan yoktu da zaten. Daniel ne zaman bir çarpışmaya girecek olsalar saklanmasını, ayak bağı olmamasını ve hayatta kalmaya odaklanmasını söylüyordu. Ona bağırıp çağırmasına ve itham ettiği şeylerin hiçbirini kabul etmemesine rağmen şu an onun dediğini harfi harfine yapmış bulunuyordu. Dizlerinin titremesinin önüne geçemiyor, nefes alıp verişlerini düzene sokamıyor ama bu durum içten içe canını sıkıyordu. Daniel'i haklı çıkartan bu hareketlerden kurtulması gerekiyordu. O kendi başını çaresine bakabilecek kadar güçlüydü, hatta bir ejderha öldürmüş ve kasabasını kurtarmıştı. O da savaşacak, Yume'ye yardım edecekti. Yayına bir ok koydu ve derin bir nefes aldı.

Tam harekete geçecekken yaslandığı ağaca saplanan bir okla titredi. Okun ağaca girişini sırtında hissetmişti adeta. Korkuyla ve temkinli bir şekilde başını çıkarttı. Boş alanın diğer ucunda, elinde yayıyla gülümseyen Balkan'ı gördü. Bu mesafeye rağmen gözlerini ona dikmişti. Ainhina erkekleri yürümeye başlamalarından itibaren kurutulmuş Alaz Otu'nun tozlarıyla gözlerini besledikleri için, aslında bu uzaklık onun için hiçbir şey olmalıydı. "Saklanmak seni kurtarmayacak Almas!" diye bağırdı Balkan. Almas'ın yüreği sıkışmıştı. Derince bir nefes çekip tekrar ağacına yaslandı. Ağlayacak gibi olmuştu.

Topladığı tüm cesaret ve savaşma arzusu rüzgarın savurduğu küller gibi dağılıp gitmişti. Belki de savaşmasına gerek yoktu. Yume ona az önce bahsettiği gibi Kıta'nın en harika büyücülerinden biriydi. Çok güçlüydü. Gergedanı tekmesiyle nasıl da uçurduğunu gözleri önüne getirdi. O pek ala hem Ainhina'lıları hem de koca yaratığı halledebilirdi. Aslında bu şekilde saklanarak ona gayet de yardım ediyordu. Daniel'in ejderhayla savaşma teşebbüsünde bulunmayışını hatırladı. "Arkadaşlarım bir de beni korumakla uğraşmak zorunda kalırlar, bunu yaparken yaralanabilirler!" gibi bir şey demişti. Onu şimdi daha iyi anlıyordu.

Bu düşüncelerle kendisini teskin ettikten sonra beklemeye başladı. Okların havayı yaran ıslık sesleri, gergedanın böğürtüleri, Yume'nin gittikçe öfke dolan savaş naraları son bulmuyor, savaş bitmek bilmiyordu. Almas, onun şimdiye herkesi halledip yanında belireceğini umduğundan gerilmeye başlamıştı. Amasia ve diğerlerinin de çoktan gelmiş olmaları gerektiğini düşününce içi daha da sıkıyordu. Başını uzatıp son durumu kontrol etti. Yume'nin olması gerekenin aksine bir hayli yardıma ihtiyacı varmış gibi gözüküyordu. Derin bir nefes çekti. Beyninin içindeki küçük bir Daniel ona "Karışma! Yume halleder sen saklanmana bak!" gibisinden şeyler deyip duruyordu. Dişlerini sıktı ve kafasını sertçe sağa sola salladı. Avuç içine yeşil bir büyü taşı alıp yayını gerdi ve boş alana döndü. Gözünün birini kısmıştı. "Kapa çeneni Civciv! Ben de savaşacağım işte!" diye fısıldadı ve attı okunu.

Ok, Yume'ye doğru koşan mahluğun omzuna saplandı ve onu devirdi. İkisi de ejderhayı delip geçen bu saldırının gergedanın işini hayli hayli bitireceğini düşündüler ama yanılmışlardı. Yume kısa süren bir sevinçle bağırırken üzerine gelecek okları fark etti ve yaratığın devrilmiş bedeni arkasına saklandı. O esnada Almas'a da birkaç ok atılmış, o da hemen ağacının arkasına geri geçmişti.

Elini göğsüne koydu. Kalbi gümbür gümbür atıyordu. Başarmış, ejderhayı avladığı gibi gergedanın da işini bitirmişti. İçini kaplayan mutluluk hissi olduğu yerde kıkırdamasına sebep oluyor, bu anı diğer herkese anlatıp övüneceği zamanı dört gözle bekliyordu. Sevinci gergedanın böğürtüsünü tekrar duyana kadar sürmüştü. Onun ölmediğini fark edince pörtlercesine açılan gözleri yuvalarından çıkacak gibi olmuş, bir kuş kadar hafifi kalbi korkuyla dolmuştu. Kafasını ağaçtan çıkardığında Yume'nin gergedanın sırtına çıktığını gördü. Parmağını ısırarak izledi yaratığın onu tepesinden atma çabasını. Aklının başına gelmesi biraz zaman almış, bir ok daha atmaya yeltenmişti ki koşmaya başladı gergedan. O daha büyü taşını almadan gözden kayboldular. Koca meydan bir anda boşalmış ve sessizleşmişti. Ta ki Balkan "Almas!" diye bağırana kadar.

O tekrar ağacının arkasına geçmiş, bu sırada sekiz dokuz ok az önce bulunduğu yerdeki havayı yarıp sağa sola saplanmıştı. Onu koruyacak dostu ve düşmanlarının başına bela olan yaratık aradan çekilince geriye ölümünü isteyen insanlarla arasında bir şey kalmamıştı. Korku hissi damarlarında akan kana karışmış gibiydi. Aldığı koca koca nefesler sanki ciğerlerinde delikler varmış gibi boşluğa gidiyor, neredeyse açık havada boğulacak hale geliyordu. Parmak uçlarından boynuna, bacaklarına kadar karıncalanmalar, uyuşmalar başlamıştı. Ainhina'lıların kahkahaları Almas'ın kafasını sıkıştıran bir mengene gibiydi. "Ölmeden önce son bir dileğin var mı?" diye sordu Balkan.

Birisi tepesinden soğuk su dökmüş gibi uyandı. Titremesi durmuş, kaskatı kesilen uzuvları gevşeyivermiş, kendine gelmişti. Birazdan öleceğini kesin bir şeymiş gibi bahseden bu soru kafası içinde yankılanıyordu Almas'ın. Ölecekti öyle mi? Demek özgür bir avcı olarak hayatı burada sonlanacaktı. Ona da bunu kabul edip ölüme gitmek düşüyordu. En azından Ainhina'lı hemşerilerinin kafasındaki şey buydu. Halbuki şu an hiç de ölümü kabullenecek gibi hissetmiyordu Almas. Hele de ikinci kez! Yüzünde nedensizce bir tebessüm belirdi. İki üç aydır birlikte olduğu insanları ve onların hareketlerini düşündü. Onlar gibi olmak istiyordu. Korkusuz, güçlü ve deli dolu.

Derince bir nefes çekti.  Eli çantasına kaydı. Turkuaz parıldayan bir taş çıkarttı ve sıktı avucu içinde. Yutkundu ve "Var! Son bir isteğim var!" diye bağırdı. Bir yandan da ağlıyordu. Sesi öyle güçsüz çıkmıştı ki Balkan etrafındaki dostlarına bakıp kıkırdadı. Boş alanı yarılamışlardı ve Almas' doğru yürüyorlardı.

"Neymiş? Duyalım bakalım!"

Büyünün turkuaz rengini okuna aktaran Almas yayını gerdi ve iki ayağı arasındaki toprağa nişan aldı. "Yaşamak!" diye bağırdı ve okunu bıraktı. Yere saplanan mavi ışıklı oku orada bıraktı ve ormanın içine doğru koşmaya başladı. Onun hareketlenmesiyle yaylarını geren Ainhina'lılar ağacın dibindeki büyünün aktif olmasıyla afalladılar. Patlayan ok yerden bir hayli toprak kaldırmış, kaçmaya çalışan Almas ile aralarına bir toz perdesi çekmişti. Bir anlık dikkatsizlik ve patlamanın verdiği şaşkınlıkla Almas'ın koştuğu yönü tam hatırlayamayan Ainhina'lı gençlerin bir kısmı oklarını hedeflerini göremeseler de attılar. Son gücüyle koşturan Almas, sağından ve solundan geçen okların, eğer hiçbir şey yapmadan sadece kaçmaya çalışsa bir bir bedenine saplanacağını çok iyi biliyor, karşısındaki insanların hedefi tutturmadaki istidatlarından zerre şüphe etmiyordu. Ama ne kadar uzağı görebildiğin hemen önünde bir duvar varsa önemsizdi, bu sebeple de hayatta kalması çekebildiği bu tozdan topraktan perdelere bağlıydı.

Ormanın derinliklerine doğru daldı. Olabildiğince sıklıkla yön değiştirmeye çalışıyor, belli aralıklarla ayakları altına ve sağa sola attığı patlayan oklarla hedef şaşırtıyordu. Ainhina'lılar ilk birkaç seferinde ne yapacaklarını şaşırsalar da duruma alışmaya başlamışlardı. Tam göremeseler bile ayak seslerine ve toz perdesi ardındaki ufak hareketlenmelere göre atışlar yapıyor, her seferinde de hedefi on ikiden vurmaya bir adım daha yaklaşıyorlardı.

Almas sağ kulağı altından vücuduna değip çenesine kadar bir çizgi çeken okun önündeki ağaca saplandığını gördü. Elini boynuna atmış, tekrar baktığında parmaklarının kırmızıya bulandığını görmüştü. Titreyen eli üzerindeki kendi kanına bakıyordu.

"Almas!!" diye bağırdı Balkan. "Nereye kadar kaçabileceksin ha?!"

Titreyen gözbebekleriyle ardına baktı Almas. Yumruğunu sıktı ve tekrar koşmaya başladı. Pes etmeyecekti. Hala yapmak istediği bir sürü şey vardı. Yaratıklar avlamak, insanların ona güveneceği bir okçu olmak istiyordu. Şu an içinde olduğu maceraya doymak, yeni edindiği arkadaşlarıyla daha çok vakit geçirmek istiyordu. YAŞAMAK İSTİYORDU!

Kolunun kaba etine saplanıp, orayı bir bıçak gibi kestikten sonra dışarı fırlayan okla birlikte yere düştü. Elini yarasına atıp acıyla bağırdı. Bu seferki, boynundaki çizik gibi değildi. Avuç içindeki sıcak sıvıyı, tüm gücüyle bastırmasına rağmen parmakları arasından akan kanı hissedebiliyordu. Bağırışı, yerini tam olarak belli etmiş olacak ki farklı yönlerden ona yaklaşan insanların sesi geliyordu. Akşam yemekleri olacak bir ceylanı vurmuşçasına neşeyle sekerek ve kıkırdayarak koşturuyorlardı. Dişlerini sıkıp yerde sürünerek bir ağacın arkasına geçti. Çok canı yanıyor, sessiz sessiz ağlıyor, sıktığı dişleri arasından çektiği nefesler titreyen çenesiyle dalgalanıyordu.

"Bizi boş yere neden yoruyorsun ha Almas?!" diye bağırdı Balkan. "Behbud bir an önce kelleni görmek istiyor!"

Gülüştüler. Ağacın yanından hızlıca yanına çöken Balkan "Böö!" diye bağırmış, ağlamaktan bitap düşmüş Almas küçük bir çığlık atmıştı. Yayını sırtına takmış ve hançerini çıkartmış avcı Almas'ı saçlarından yakalayıp hafifçe kaldırdı. Aşağılayan bir ses tonuyla "Kendini ne sanıyorsun ha?" diye sordu. "Bir avcı olabileceğini mi düşünüyorsun gerçekten?! Şu haline bak!! O serserilerden birkaç numara öğrendin diye bizi atlatabileceğini mi zannettin?!"

Almas cevap vermiyor, sadece ağlıyordu. Saçını biraz daha sert çekip yüzünü yaklaştırdı Balkan.

"Demek konuşmuyorsun ha?! Olsun! Çok da önemli değil! Zaten bizim de acelemiz var! Daha seni kaçıran o pisliği bulacağız!"

Güldü ve "Daniel Slanzar değil mi?!" dedi. "En azından son bir iyilik yapıp bize onun nerede olduğunu söylersin değil mi? O kadar mazimiz var sonuçta!"

"Buradayım!!"

Balkan sesi duyar duymaz Almas'ı bırakıp ayağa kalktı ve arkasını döndü ama geç kalmıştı. Kendini korumak için göğsü önüne kaldırdığı hançeri kesilen bileğiyle birlikte yere düştü. Daniel, Balkan'ın göğsüne bir tekme atmış ve "Beni mi çağırmıştın adi herif?!" diye bağırmıştı. Kopan elinden çıkan kana bakıp acıyla bağıran Balkan, "Vurun şu sarı köpeği!" diye bağırdı. O yerde kıvranırken gerilen yaylardan Daniel'e oklar yağdı. O hemen birkaç adım geri çekilip bir ağacın arkasına geçti.

Yaptığı ilk iş "Almas!" diye bağırmak olmuştu Daniel'in. Almas başını kaldırdı ve yanı başında dikilen sarışın adama baktı. Yüzünde kuduz köpeğinkine benzeyen bir ifade vardı. Gözleri alev püskürüyordu.

"Bu işte beraberiz unutmadın değil mi? Şimdi kalkıp benimle birlikte savaşacak mısın yoksa bebek bakıcılığını mı yapmamı istiyorsun?"

Bir iki saniye bakıştılar. Daniel onun cevabını vermesini beklemeden koşturmaya başladı. Almas başını çevirmiş ve üzerine atılan oklara atılan Daniel'i gözleriyle takip etmeye başlamıştı. Ağaçların sık olduğu yerlerden son sürat koşuyordu. Birkaç oku savuşturuşunu nefesini tutarak seyretti Almas. O koştukça sanki kendi tehlike altındaymış gibi ağaca daha da sokuluyor, dizlerini kendine çekiyordu. Nasıl bu kadar cesur olabiliyordu? Kendini çamura bulayıp onlarca gözcünün olduğu bir yere sızmıştı. Tüm varlıklar içinde en kinci ve gururlu topluma kafa tutarcasına adını duvara yazmıştı. Şimdi de elinde bir kılıçla okçulara doğru koşuyordu. Ölmekten hiç korkmuyor muydu? Kolunun tersini gözlerine silerken güldü Almas. Bebek bakıcısı mı demişti o?

Ainhinalı'lar, Daniel'in kendilerine yaklaşmasına engel olmaya çalışıyorlardı. Geri çekilerek saldırdıkları için Daniel onları yakalayamıyor ama ilginç bir şekilde üstüne ok yağmasına rağmen vurulmamayı da beceriyordu. Ainhinalı'lar karşılarındaki adamın hızından ve atikliğinden etkilenseler de bu oyunun bir yerde son bulacağını biliyorlardı. Birazdan onlar avlarının hareketlerine alışacaklar, Daniel'in de bacakları yorulacaktı ve  bu iş bitecekti. Eninde sonunda göğsünün ortasına oku takacaklardı, endişelenecek bir şey yoktu.

Tam o esnada bir tanesinin gırtlağına ok saplandı. Hırıltılar içinde yere devrilen adam tepiniyor, son nefeslerini veriyordu. Aynı anda okun geldiği yöne bakan Ainhina'lılar Almas'ı ağaçlar arasında koştururken gördüler. Birkaç tanesi ona yönelmişti ki ağaçların arasından fırladı Daniel. Kılıcını savurmuş, kendine en yakın adamın kafasını kesmişti. Diğer iki kişi ona dönmüştü. Kendisine uzak olanın yayına daha erken davrandığını fark eden Daniel sağa doğru bir hamle yaptı. Okunu fırlatmak üzere olan adam bir anda karşısına kendi arkadaşı çıkınca duraksadı. Civciv yavaş kalan ikinci Ainhina'lıyı aralarına almıştı. Kılıcını yüzündeki korkunç ifadeye bakıp eli ayağı birbirine girmiş ve okunu yere düşürmüş adamın göğsüne soktu. Onu ittirip diğer arkadaşına sürdü. Kılıç diğer okçuyu da delip geçmiş, Daniel hala ittirdiği için ağacın birisine saplanmıştı. Şişe takılmış et parçalarına dönen iki adamın da ağızlarından kan geldi.

"Ben hala hayattayken kendinize başka hedefler bakacak kadar yüreğiniz vardı demek!!"

"Sersemler!" dedi ve kılıcını sertçe çekti. Adamların cansız bedenleri yere devrilmişti. Tam o esnada kendine nişan alan okçuları gören Daniel yerde bir takla atıp ağacın arkasına geçti.

Ainhina'lılar da Almas'dan ok yememek için kendilerine ağaçları siper etmişlerdi ama unuttukları bir şey vardı. Küçük gördükleri, öldürmek için peşine düştükleri bu kız kimsenin diş geçiremediği bir ejderhayı öldürebilmişti. Tahta parçaları onları koruyabilecek miydi yani? Ağaçların içinden, kumaşı delen iğne gibi akıp giden yeşil parıltılı bir ok geçti ve kendini güvende zanneden bir Ainhina'lıyı göğsünü yarıp yoluna devam etti. Çatırdayan ağaçların dallarıyla birlikte yere devrilen arkadaşlarına bakan diğerleri panik yapmışlardı. Üçü de sırt sırta verip yaylarını gerdiler. Amaçları kendilerini vurmak için ortaya çıkan Almas'ı hedef almaktı. Bu şekilde dururlarsa Daniel de onlara kolayca yaklaşamayacaktı.

Biraz sollarındaki bir ağacın tepesine mor bir ok saplandı. Üçü de oka doğru baktılar. Darbe büyüsü aktif olan ok patladı ve bir ses dalgası yaydı. Kulaklarına iğne batmış gibi olan üç adam da acı veren bir çınlamayla refleks olarak ellerini kafalarına götürüp korkuyla gözlerini yumdular. Daha önce böyle bir ses patlaması duymadıkları için verdikleri tepki doğaldı ama savaşın ortasında bir saniyelik de olsa böyle bir açık Daniel'in affedeceği bir şey değildi. Gözlerini tekrar açtıklarında üçünün de kafası yerdeydi. Son saniyelerini kendi devrilen bedenleri arasında dikilen sarı saçlı savaşçıya bakarak geçirdiler. Tek hamlede üç kelle alan bu adamın dengi değillerdi.

Kıyafetinden yırttığı bir kısmını aslında elinin olması gereken kısma bastırarak koşan Balkan, bir anda önünde beliren Daniel'i görünce kız gibi çığlık attı. Daniel kasıklarına dizini geçirdiği yaralı adamın şakaklarına da dirseğini vurdu ve yere yığdı. Ağaç kökleri ve çimenler arasıda kıvranırken karnına da bir tekme attı ve yanına diz çöktü. Kılıcını çoktan beziyle silmiş ve kınına sokmuştu. Elini Balkan'ın ter içinde kalmış saçlarına daldırdı ve sertçe çekerek havaya kaldırdı. Bir süre öylece bekledikten sonra "Ben kimim?" diye sordu. Balkan sorunun amacını anlayamamıştı. Acı ve ağrıdan kapandı kapanacak bilinci ardında ne olduğu belli olmayan böyle bir soruyu şipşak diye cevaplayacak durumda değildi. Suratını yaklaştırıp "Ben kimim?!" diye bağırdı Daniel. "Daniel'sin!! Daniel Slanzar!!" dedi Balkan korkuyla. Civciv saçını bırakıp yerde yuvarladığı adama arkasını döndü ve yürümeye başladı.

"Seni canlı bırakıyorum çünkü Behbud'a söylemeni istediğim bir şey var!"

Yürümeyi kesti.

"Bilsin ki bu kızın arkasından yüzlerce adam da gönderse hepsini kılıçtan geçireceğim! Eğer Almas'ı öldürmekte ısrarcı olacaksa kasabadaki kızlara da okçuluk öğretmekten başka çaresi kalmayacak çünkü son adama kadar erkeklerin kökünü kurutacağım!!"

Ona dönüp ölüm kokan bir ifadeyle "Anladın değil mi?" dedi. Başını birkaç kere hızla salladıktan sonra ayağa fırlayıp koşmaya başladı Balkan.

Onun biraz uzaklaşmasını bekleyip Daniel de Almas'ı son gördüğü yöne doğru koşmaya başlamıştı. Birkaç kere adını bağırsa da cevap gelmedi. En sonunda onu bir ağaca yaslanmış şekilde buldu. Kolunu tutuyor ve derin derin nefes alıyordu.

"Almas!" dedi ve ona doğru koştu Daniel.

Almas başını çevirdi ve Daniel'i gördü. Aceleyle "Yume nerede?" diye sordu Daniel. Almas bir saniyeliğine afallamıştı. Böyle bir soru beklemese de yanlarından beraber ayrıldıkları için Daniel'in ortalıkta göremediği Yume hakkında endişelenmesi gayet doğaldı. Zorlanarak da olsa parmağını kaldırdı ve "İri bir yaratık vardı..." diye anlatmaya çalıştı.

"O geri zekalı kızı öldüreceğim!" diye bağırdı Daniel. Almas'ın eli havada kalmıştı.

"Nasıl olur da seni yalnız bırakıp gidebilir! Ama ben demiştim! Evan'a Yume olmaz demiştim! Bir kere ya... Bir kere de benim sözümü dinleyin değil mi? Bu kıza güvenilmeyeceğini anlamanız için kaç yüz şey tecrübe etmemiz gerekiyor!"

Kontrolünü kaybetmiş bir şekilde Yume'yi fırçalayan Daniel'i şaşkın şaşkın seyreden Almas'ın bir anda başı dönüverdi. Sesler bulanıklaşmaya başlamış, gözleri kararmıştı.











- kurtarıcımız yetişti ^^ Ainhina'lılara not: Daniel'in sevdiği kızı öldürmeye çalışanlar olarak yaşam süreniz minimuma indirilmiştir :D haberiniz olsun :D

- Bu arada Almas bu büyülü ok işini çok hızlı kavradı ^^ daha bir çok yeni şey üretecekmiş gibi geliyor bu oklarla ^^ merakla bekliyoruz ^^

- herkese iyi okumalar ^^

- YORUM YAPMAYI VE BEĞENMEYİ UNUTMAYIN!!!!

Continue Reading

You'll Also Like

1.8M 119K 42
HİKAYE İÇİN YAPILAN YORUMLAR "Okuduğum en güzel fantastik hikayelerden birisi. Elementleri farklı bir olayla birleştirmen örneğin; doğanın kızı çok...
50.1K 3.9K 77
"Bulutlu bir gecede yıldızları göremiyor olman, onların var olmadığı anlamına gelmez." *** Satranç. En kutsal ve en ölümcül oyunumuz. Kralların o...
249K 17.8K 67
Ruhumuz bazen kendi bedenimize ait hissetirmez. Bunu farklı yollarla bize gösterir. Kafada duyulan sesler, görülen gölgeler ve daha fazlası. Ruhumuz...
66.7K 2K 80
İşini ailesi gibi gören bi psikolog ve sinirlenince kimseyi tanımayan mafya aşka inanmayan adama aşkı öğreten kadın💖 Ateş ❤️ Ezgi