DEMİR BAĞLAR - SİS (tamamland...

By Risu-kun

40.2K 7.4K 12.3K

"Sana hep ağlamamanı söylüyordum ya, hepsini unut gitsin. Neyi fark ettim biliyor musun Ugo? Bu bizi biz yapa... More

Bölüm 1; buradan gidiyoruz Ugo
Bölüm 2; sadece insanlar ağlıyor
Bölüm 3; aramıza hoş geldin küçük adam
Bölüm 4; Kara Çekiç'in ilk günleri
Bölüm 5; masaya bir tabak daha lütfen!
Bölüm 6; adım Ugo, şimdi çekilin başımdan!
Bölüm 7; demire hayat veriyoruz, öyle mi?
Bölüm 8; arada uğra olur mu?
Bölüm 9; cadılar...
Bölüm 10; kibarlığın canımı sıkmaya başladı
Bölüm 11; ama ben yüzünü görmek dahi istemiyorum
Bölüm 12; Cadı Avcıları
Bölüm 13; Çivili Kapı
Bölüm 14; ben bir cadıyım!!
- DUYURU -
Bölüm 15; tüm eğlenceyi kendine saklamayı bırak
Bölüm 16; zaman ne de çabuk geçmiş
Bölüm 17; tamam ateş yok anlaştık
Bölüm 18; Evan geri dönmüş millet!!
Bölüm 19; daha hiçbir şey görmedin!!
Bölüm 20; yemek hazır!
Bölüm 21; bu hikayeyi dinlemek için yeteri kadar bekledik
Bölüm 22; Kum, Sis ve Kor
Bölüm 23; işte bizim ustamız bu!
Bölüm 24; baban son nefeslerini verirken, gülümsüyordu
Bölüm 25; neden!?! neden ölmeme izin vermiyorsun?!
Bölüm 26; ATEŞİN ŞARKISI
Bölüm 27; surat asmam için hiçbir sebep yok!
Bölüm 28; çocuklar gülmeli Evan!
Bölüm 29; sadece evimi özledim desen de olurdu ihtiyar
Bölüm 30; GODNOSCH
Bölüm 31; yani benim için sıkıntı yok ama...
Bölüm 32; sahi senin adın neydi, Kuzey Kralı?
Bölüm 33; dönmüşsün
Bölüm 34; DEMİRDEN BİR BAĞ
Bölüm 35; aşık bir kıza kimse kafa tutamaz
Bölüm 36; BEYAZ DİYAR
Bölüm 37; böyle bir şey demiştin, değil mi demirci?
Bölüm 38; siz delisiniz
Bölüm 39; üç kişi
Bölüm 40; korkma, ben yanındayım
Bölüm 41; ona kahramanımız diyorsak bu öyle olduğu içindir!
Bölüm 42; KALPLER
Bölüm 43; bize hislerinden bahset!
Bölüm 44; hadi savaşalım!
Bölüm 45; Evan'ın en büyük sırrını anlatayın, olur mu?
Bölüm 46; umut yok, yiyeceğiz!
Bölüm 47; ne kadar da özlemişim be!
Bölüm 48; benimle sıkıntın ne?
Bölüm 49; bir daha da kılıcımı kimseye vermeyeceğim
Bölüm 50; öleceksem de savaşarak öleceğim!
Bölüm 51; demek yine oldu ha..
Bölüm 52; beyaz insan
Bölüm 53; ÖLÜMÜN SEMBOLÜ
Bölüm 54; cam böceklerinin kokusu olmaz!
Bölüm 55; HALA ADIMI SORMADIN? KABALIK EDİYORSUN!
Bölüm 56; ORMANIMA NEDEN GİRDİN?
Bölüm 57; SUS YOKSA DAYANAMAYIP SENİ YOK EDECEĞİM!!
Bölüm 58; SAVAŞMAYACAK MISIN?
Bölüm 59; BİLDİĞİN TEK ŞEY İNSANLARI KÜÇÜK GÖRMEK!!
Bölüm 60; BAK, YİNE YAPTIN!
Bölüm 61; tipim değilsin
Bölüm 62; Ainhina giriş prosedürü
Bölüm 63; ALAZ OTU
Bölüm 64; o benim arkadaşım değil!
Bölüm 65; tekrar ağlamaya başlamayacaksın değil mi?
Bölüm 66; bu kız canını sokakta bulmuş!
Bölüm 67; onun verdiği bir söz var!
Bölüm 68; hayır, bu ölümün borazanı
Bölüm 69; sanırım artık yeni bir hedefleri var!
Bölüm 70; GERÇEK EJDERHA TÖRENİ
Bölüm 71; ne azı ne fazlası
Bölüm 72; eksik bir şey yazmadım değil mi?
Bölüm 73; neden ağladığını biliyorum
Bölüm 74; başaracağını biliyordum Civciv
Bölüm 76; onu sevdiğinin farkına varmayacak!
Bölüm 77; batmışız batacağımız kadar
Bölüm 78; ölmeden önce son bir dileğin var mı?
Bölüm 79; mayıs zambakları gübi gülümsüyorsun
Bölüm 80; benimle dalga geçme!
Bölüm 81; yanılıyorsun, o hala yaşıyor!
Bölüm 82; tüm cadıları da ne demek?!
Bölüm 83; peki o zaman, plan ne?
Bölüm 84; bağlarımız bizi koruyacak!
Bölüm 85; yukarı hep birlikte çıkacağız
Bölüm 86; kusarsanız giysileri batırmayın!
Bölüm 87; eskiden burada yaşıyordum
Bölüm 88; narsist zalimlik
Bölüm 89; öldür beni!!
Bölüm 90; SAÇMALIK!!
Bölüm 91; bugün kimseye merhamet yok!!
Bölüm 92; elimizdeki her şeyle, ödlek
Bölüm 93; sana acının ne olduğunu anlatayım mı?
Bölüm 94; bu benim görevim!
-FİNAL-
** TEŞEKKÜR EDİYORUM **

Bölüm 75; GÖKIRMAK

375 74 128
By Risu-kun




Bir süre daha hedefsizce kuzeye doğru gittikten sonra tekrar kamp kurdular. Son kez, yakınlardaki bir madene uğrayıp büyü taşı depoladılar. Son kez, yakınlardaki lezzetli yaratıklarıyla bilinen bir yerde avlandılar. Son kez kendilerine güzel bir ziyafet çekip yollarına devam ettiler. Çünkü artık kıtanın adı konmamış, insanlarca ayak basılmamış kısmına giriş yapıyorlardı. Sınır Şahinleri'nin haritasındaki boş kısımlarda, kuzeye, bilinmezliğe doğru yol alacaklardı. Başlarından birçok şey geçse de asıl görevleri şimdi başlıyordu. Ucu bucağı gözükmeyen ufukta öylece sağa sola ilerleyecekler ve neye benzediğine, nerede olabileceğine ve ne tür bir tehlike barındırdığına dair hiçbir fikirleri olmadıkları o şeyi arayacaklardı; SİS'i.

İlk adım attıklarında koca bir heyecan kalplerini sarsa da bilinmezliğin baskısı omuzlarına binse de bir süre sonra alıştılar. Haritanın dışına çıktıkları gibi hava şartlarının değişeceğine, bitki örtüsünden coğrafi yapıya kadar her şeyin farklılaşacağına dair hissiyatlarının nasıl bir yanılgı olduğunun farkına vardılar. On adım arkada ne varsa on adım ileride de o olacaktı tabii ki.

Yuva'dan ayrıldıklarından beri güzergah noktasında grubun Sınır Şahini olarak Lulu'ya itimat ediyorlardı. Ortada bakacağı bir harita kalmayınca, ki Lulu harita kullanmıyordu, Sınır Şahini pozisyonunun işlevsizleşeceği düşünülse de aksi olmuştu. Onların nereye gideceğine hala Lulu karar veriyordu ve bu konuda çok daha aktifti. Abisini arkasına oturtmuş, onun durugörüsünden faydalanarak etraflarında ne olduğunu soruyor, ilginç bulduğu yöne doğru kurtlarını sürerek bir yandan da harita çıkartıyordu.

Chibi ve ekibinin Kor Taşı'nı buldukları yerin güney batısındaydılar. Lulu acele etmeden, bölgeyi dip bucak gezerek, altını üstüne getirerek arama peşindeydi. İnsanlar Sis'e bir an önce ulaşma hevesinde olsalar da bu işin zaman alacağını zor yoldan öğreneceklerdi.

Haftalar geçmiş ama rastladıkları ilginç bir şey olmamıştı. Lulu sabırla haritasını çıkartmaya devam ederken hemen arkasında oturan abisi başına dokundu ve "Şu tarafta güzel bir su kaynağı var gibi Lulu. Biraz konaklasak fena olmaz ne dersin?" dedi. Lulu deriden hallice kağıdına sürttüğü kalemini çantasına attı ve "Harika olur!" dedi. Kurtlarının başını Evan'ın tarif ettiği yöne doğru çevirdi. Birkaç dakika yol gittiler. İlerledikçe artan bir gürültü meraklarını arttırmıştı. Yoğun ağaçların olduğu kısımdan çıktıklarında suratlarına sert bir rüzgar vurdu. Lulu dirseğini hafifçe abisine vurdu ve "Su kaynağı mı?!" diye bağırdı. "Bu koca bir nehir!"

Kurtlardan inip kayalıklara doğru yaklaştılar. Gürül gürül akan devasa nehir, üstünde bir geminin rahatça hareket edebileceği kadar büyüktü. Esen rüzgar suyun tatlı kokusuyla buluşuyor, uçuşan kuşların cıvıltısı içlerini huzurla dolduruyordu.

İnsanlar bu doğal güzelliği seyre dalmışlarken kayaların kenarına iyice yaklaşan Evan, "Bu arada yalnız değiliz!" dedi. Onun bu sözü üzerine herkes kafalarını uzattı ve aşağıya baktı. Elli metre kadar diplerinde, nehrin kenarında birileri duruyordu. "Burada yaşayan birileri mi var?!" dedi Lulu. Gördüğü şeyin şokuyla akıl terazisi kaymış, birkaç saniyeliğine mantıklı düşünemez hale gelmişti. Burada, Dört Krallık'tan bu kadar uzakta, Ainhina gibi bağımsız başka bir kasabanın olması ve bundan bugüne kadar kimsenin haberdar olmaması büyük bir olaydı. Lulu'nun beynine bu farazi durumla alakalı teoriler hücum ededursun, "Onlar insan değil." dedi Evan. "Deniz ırkı mensupları."

Bunun üzerine herkes gözlerini kısıp ikinci bir bakış atacaktı ki "Deniz ırkı mı?!" diye bağırdı Almas. Heyecandan olduğu yerde zıplayan kız, ilk kez deniz ırkından birisini görecek olmanın  derdiyle kenara o kadar yaklaşmıştı ki neredeyse aşağıya düşecekti. "Hani?! Neredeler?!" diye haykırıyor, kayalığın bir o ucundan bir diğer ucundan bakmaya çalışıyordu. O kadar ses çıkarmıştı ki nehrin kıyısında kendilerince bir şeylerle uğraşan balıkadamlar kafalarını kaldırıp onlara baktı. Bunun hemen ardından kendi aralarında bir şeyler konuşup telaş içerisinde nehre atladılar. Suyun içindeki seri bir şekilde açılıp kapanan bacaklara ve o zamana kadar çok da dikkat etmedikleri yeşil tene baktı herkes. Suya atlayan kişilerin nehrin öbür yakasından çıkmalarıyla kafalarındaki şüpheler ortadan kalkmıştı. "Balık değil, kurbağa bunlar be!!" dedi Yume. Herkes ona dönmüştü. Ömrünün çoğunu deniz ırkıyla beraber geçirmiş olan oydu. "Ne yani daha önce bu şekilde olanlarından hiç görmemiş miydin?" diye sordu Amasia. Yume güldü ve "Yooo!" dedi. "Çok şaşkınım şu an gerçekten! Bunu ablama anlatsam bana hayatta inanmaz!"

"Ben tanışmaya gidiyorum! Çok heyecanlı!" diye bağırıp, elini çantasına sokup ileri atıldı. Evan, Yume'yi kolundan yakaladı ve "Yapma!" dedi. Herkes ona dönmüştü. Yume bilmişlik taslayarak "Hadi ama Evan! Deniz ırkı zararsızdır oğlum!" dedi.

Evan'ın kast ettiği şey bu değildi. Biraz sert bir şekilde "Korku içindeler Yume! Hissedebiliyorum!" dedi.

Başını nehrin karşısına çeviren Yume, zıplaya zıplaya uzaklaşan kurbağa adamları seyretmekle yetindi. "Tahmin edeyim mi?" dedi Lulu. "Daha önce insan görmedikleri için korkuyorlar!"

Başta herkese mantıklı gelen bu düşünce Evan'ın başını iki yana sallamasıyla sarsıntıya uğradı. "Tam tersi!" dedi Evan. "Bizden, daha önce insanlarla karşılaştıkları için korkuyorlar!"

Lulu beyninden vurulmuşa dönmüştü. "Nasıl?" diye sordu. "Burada, Dört Krallık'tan bu kadar uzakta insanların ne işi olabilir? Söylediğin şeyden emin misin Evan?"

"Eminim! Eğer bizim insan olduğumuzu bilmeseler, ya da insan denen şeyin ne olduğunu bilmeseler içlerindeki korkunun yanında şüphe ya da merak kırıntıları olmalıydı! Ama çok daha farklı bir şey buldum! Hissettiğim şey neydi biliyor musun?"

Herkes ona dikkat kesilmişti. "Öfke!" dedi Evan. "İnsanları sevmiyorlardı, hatta belki de nefret. Zulme uğramış olabilirler!"

"Kim? Onlara kim zulmetmiş olabilir?" diye bağırdı Lulu. "Kurbağaların anılarına bakıp kim olduklarını bulamaz mıydın?"

"Çok hızlı uzaklaştılar, bakamadım. Ayrıca mesafe de vardı, odaklanamadım."

Lulu abisinin ayağına sertçe basıp "En önemli yeri kaçırmışsın Evan! O gücü boş yere mi kazandın!" diye bağırdı. Acıyla inleyen abi "Ne diyorsun be?! Bu kadarını bildiğime şükretsene!" diye yakındı. Lulu onu umursamazca Almas'a dönüp "Ainhina olabilir mi?" diye sordu. Almas kaşlarını kaldırıp "Mümkün değil!" dedi. "Matroba dağının arkasına çok nadiren geçeriz. Geçtiğimiz zamanlarda da bu kadar uzaklaşmayız. Kesinlikle Ainhina değil!"

"Her neyse!" dedi Daniel. "Hadi aşağıya inmenin bir yolunu bulalım! Şu nehri yakından görmek istiyorum!"

Dediği gibi yaptılar. Manzara yukarıdan ne kadar muhteşem görünürse görünsün böyle deli dolu akan bir nehre bu kadar yakın olmanın ayrı bir büyüleyiciliği vardı. Lulu bir anlığına tüm o kurbağa suratlı adamları ve artlarında bıraktıkları soru işaretlerini unuttu. Kurdunun sırtında ayağa kalkmıştı, nehre bakıyordu. Suyun yüzeyinin bir ayna görevi görüp aslında tepelerinde olan bulutları ayakları altına sermesi yetmiyormuş gibi bir yandan da berraklığıyla çizdiği bu resme bir derinlik katıyordu. Öyle ki dalgalanmalar yüzünden insanın gözü ara ara suda yüzen nehrin sakinlerine kayıyor hatta dikkatli bakılmazsa balıklar yüzmüyor da uçuyorlarmış gibi bir manzara ortaya çıkıyordu. Kadim Göl'ü saymazsak bir leğen sudan daha fazlasını bir arada görmemiş Lulu, çocukça bir gülüş yaptı. Onun böyle neşeyle şakıdığını hiç işitmemiş olan yol arkadaşları nehri bırakıp, çoğu zaman kendilerinden neredeyse on yaş küçük olduğunu unuttukları bu sevimli kıza döndüler. Dikkatleri istemsizce üzerine topladığını fark eden küçük deha, "Buldum!" dedi. "Buraya Gökırmak diyeceğim!"

Ardından nereden peyda olduğu bilinmeyen bir balık tutma yarışı başladı. Yume babasının harika bir balıkçı olduğunu, balık tutmanın geyik avlamaya benzemediğini, böyle ekipmansız bir şekilde başaramayacaklarını anlatmaya çalışsa da onu dinleyen olmamıştı. Zırhını çıkarıp paçalarını sıvayan herkes Gökırmak'ın sığ bir yerini bulup ayaklarını soktu. Hepsinin aklından geçen şey aynıydı; gözleri önünde ayaklarının arasından kayıp giden boy boy balıklardan birkaç tane yakalamak neden bu kadar zor olacaktı ki? Sinirlenip kılıçlarını çekenler, kurtlarını devreye sokanlar, büyü kullanan, ok atanlar olmuştu ama hepsi Yume'nin yanına eli boş döndüler. Haklı çıkmış olmanın mağrur tebessümü yüzünde cilveleşen Yume, iki elinde de ikişer koca balıkla köşeyi dönen Evan'ı görünce afallamıştı. Eliyle tutup çıkarttığını, ekstra hiçbir şey yapmadığını iddia eden Evan'a, gözüyle görene kadar kimse inanmadı. Gerçekten de su birikintisinin tepesinde süzülen kuru bir yaprağı alırcasına elini daldırıyor, balığı sırtından nazikçe yakalayıp çıkartıyordu. Ter içinde kalana kadar akıllarına gelen her şeyi deneyen topluluk, bunun bir sihir numarası olduğunu, Evan'dan balığı yakalamadığını, elinde bir balık var ettiğini söylemesini beklediler. Ama o, balığın hangi yöne gideceğini hissedebildiği için bu konuda hiç zorlanmadığını söyleyince izleyicileri bir öfke aldı. Kıskançlık damarları dürtülmüş arkadaşları Evan'ı yakalayıp ters çevirdiler ve kafasını nehre soktular.

Ateş yakılmış, sağdan soldan bulunan dal parçalarına takılan balıklar pişirilmişti. Bir yandan yemeklerini yerken bir yandan da Lulu'nun civarda varlığı Dört Krallık'ca bilinmeyen bir insan topluluğunun bulunması meselesi hakkında ürettiği fikirleri dinlediler. Konu Lulu için çok ilginç olsa da insanların uykusunu getirmişti. Ateşe birkaç odun daha atıp çevresine kuruldular.

Diğer herkes çoktan rüyalar alemine göçse de, yeni gücünün zihnini aşırı meşgul etmesinden kaynaklı olarak Evan hala uykuya dalmada sıkıntılar yaşıyordu. Büyük ilerleme kaydetmişti ama hala kendini etrafındaki şeyleri hissedip durmaktan tamamen soyutlayamıyordu. Biraz uğraştan sonra tam uyuyacak gibi olmuştu ki görüş alanına birisi giriverdi. Bu beklenmedik olayla iğne batmış gibi gözlerini açtı Evan. Arkadaşlarına hissettirmeden doğruldu ve odaklandı. Bugün gördükleri kurbağalardan birisiydi bu. Nehrin diğer ucunda dikiliyor, onları gözetliyordu. Evan o yöne bakmıyordu, gecenin karanlığında baksa bile göremeyecekti zaten ama artık bir şeyin yerini tespit etmek için ne ışığa ne de göze ihtiyacı vardı. Yeteneği sağolsun, yüzde yüz emindi. Kurbağanın suya dalmasıyla ayağa kalktı Evan. Nehir kenarına doğru yürürken zihnini kasıp, akıntıya rağmen hızla kendilerine doğru yüzen kurbağanın iç dünyasına odaklandı. Niyeti hiç de iyi durmuyordu. Elinde mızrağımsı bir şey bile vardı. İçindeki öfke dışarı taşıyordu. Belli ki onları öldürmeye geliyordu. Biraz daha odaklandı Evan. Küçük bir hüzün sezdi. Yalnız olmaktan kaynaklanan bir mutsuzluk. Belli ki buraya arkadaşlarıyla beraber, kalabalık bir şekilde gelmek istemiş ama kimseyi ikna edememişti. Gülümsedi Evan. Bu kavgayı başlamadan bitirmek iki taraf için de en hayırlısı olacakmış gibi duruyordu. Yere eğilip birkaç tane taş aldı. Kurbağanın geldiği yöne doğru fırlattı. Suya düşen taşla yüzmeyi kesen kurbağa bir süre olduğu yerde durdu. Evan deniz ırkı mensubunun kalbindeki titreşimleri hissedebiliyordu. Tekrar yüzmeye başlayınca bir taş daha fırlattı Evan. Kurbağanın kararlılığını kırmaya çalışıyor, onu kalkıştığı bu işten vazgeçirmek istiyordu. Tekrar yüzmeye başlamadan üçüncü ve dördüncü taşı da atınca geri döndü kurbağa. Başarmıştı. Artık rahat rahat uyumaya dönebilirdi Evan.

"Hala uyuyamıyorsun değil mi?"

Evan'ın ödü kopmuştu. Amasia'nın yanına kadar geldiğini nasıl da hissedememişti. Nehre ve kurbağaya odaklanınca diğer şeyler kör noktasına düşmüş gibi olmuştu herhalde. Evan o anda, bu hissetme meselesine fazla güvenip beş duyusunu körelttiğini fark etti. Bunu düşünmeyi sonraya bırakıp Amasia'ya döndü. Gülümseyerek ona bakıyordu.

"Korkuttum mu?" diye sordu. "Az daha nehre düşüyordum!" dedi Evan. Gülüştüler. Amasia derince iç çekip "Sen uyuyamadığında endişeleniyorum!" dedi. Sesindeki hüzün iç gıcıklayıcıydı. Buna rağmen güldü Evan ve "Biliyorum!" dedi. "Her gece uyumuş numarası yapıp nefes alıp verişlerimi dinliyor, uykuya dalabildim mi anlamaya çalışıyorsun! Ama çoğu zaman bunu yaparken uyuyakalıyorsun! Hissedebiliyorum!"

Evan kendince eğlenceli bir şeyi anlatsa da Amasia'nın hiç de neşelenmediğini fark etti. Ona döndüğünde kaşlarını hafifçe kaldırmış ve surat asar bir ifade takınmış olduğunu gördü.

"Demek hissedebiliyorsun öyle mi?" dedi Amasia. Ağladı ağlayacak bir ruh halinde olduğunu anlamak için hiçbir özel yeteneğe ihtiyaç yoktu. Bir anda Evan'ın ellerini kavrayıverdi. Gözlerinin içine bakıyordu.

"Seni seviyorum Evan! Bu dünyadaki her şeyden daha çok! Bunu hissedebiliyor musun?"

Evan başını sallamıştı. Amasia yine hızlıca Evan'ın kafasına attı ellerini. Onu şakaklarından yakaladı ve kendisine çekti. Alnını alnına değdirmişti. Gözleri gözleri önündeydi. "Şimdi ne görüyorsun?! Ne hissediyorsun?!" dedi çatallaşmış sesiyle.

Evan iliklerine kadar titremişti. Bir anda gözlerinden yaşlar akmaya başladı. Ağzını kocaman açtı ve derin derin nefes çekerek kendini rahatlatmaya çalıştı ama olmuyordu. Amasia'daki duygu o kadar yoğundu ki arkasındaki sebebi bile göremiyor, böyle şiddetli bir hüzne sebep olabilecek şeyin ne olabileceğini tahmin dahi edemiyordu. Biri kafatasını yarıp içine limon sıkmış gibiydi. Odağını başka yere vermeye çalışıyordu ama girdaba kapılmış gemi misali sevdiği kadının iç dünyasından çıkamıyordu. Dayanamadı.

"Ne düşünüyorsan Amasia!! Söyle ne düşünüyorsun?!"

Kafasını birazcık ittirip alınlarını birbirinden ayırdı Amasia. Evan onun da gözlerinin iki çeşme gibi boşaldığını gördü. Çenesi titriyordu kızın. "Öldüğünü!" dedi sessizce. "Öldüğünü düşünüyordum!!"

Evan yutkunamamıştı. Sevdiği adamın acı içinde ve korkuyla ona baktığını görünce biraz fazla ileri gittiğini düşündü Amasia. Sarıldı. Sımsıkı sarıldı.

"Yaralanmaktan da ölmekten de korkmadığını biliyorum! Senin cesaretine de aşığım Evan, şikayet etmiyorum! Ölümden korkma ama beni sensiz bırakmaktan kork! Çünkü sensiz yaşayamam anlıyor musun?!"

Bir süre hiç ses çıkarmadan öylece sarıldılar. Sonra Evan kıkırdadı. Amasia "Ne oldu?" diye sordu merakla. Evan neşeli bir sesle "Bir an Sahipsiz Meyve Bahçeleri'nde karşılaştığımız o günü hatırladım." dedi. "Ne alaka şimdi?" dedi ve güldü Amasia. "Bilmem! Öyle işte!" diye karşılık verdi Evan. Elini tuttu ve "Bu gece yıldızları seyredelim mi? Zaten bunca şeyden sonra hemen uyumam mümkün değil!" dedi. Amasia başıyla onayladı ve oturabilecekleri bir yer bulup gecenin incilerini seyre daldılar. Yuva'dakinin aksine burada nehrin kokusu ve şırıl şırıl ninnisi de onlarla birlikteydi.

"Baksana! Saçım ve gözümle alakalı hiç yorum yapmadın!" dedi Evan.

Amasia omzuna koyduğu başını kaldırıp ona baktı. Gülümsedi ve "Üzüleceğini düşündüğüm için bu konuyu hiç açmak istememiştim!" dedi. Evan bir kahkaha atıp "Ne yani ak düşmüş saçlarla ve kırmızı gözlerle çok mu çirkinim!" dedi. Amasia gülmeyle karışık bir şekilde "Hayır!" dedi. "Eski haline göre çok daha havalısın diyecektim!"

"Ne?! Eski halimin nesi vardı?!" dedi Evan. Bir süre sessizlik oldu. Öylece birbirlerine baktılar ve sonra aynı anda gülmeye başladılar. Amasia tekrar başını Evan'ın omzuna yaslamıştı.

"Saçların yeşile, gözlerin pembeye dönse de içinde aynı aptalsın Evan!"











- çok güzel bir bölümdü bence yaa ^^ haritanın bilinmeyen taraflarına çıktık ^^ daha önce hiç görülmemiş bir deniz ırkı türü görüldü, Amasia ve Evan arasında geçen muhabbet ve ve veeeee GÖKIRMAK (kalp)(kalp)(kalp)(kalp) :D atladığım bir şey var mı ^^

- Evan'ın yeni gücü her bölüm daha da güzelleşiyor gözümde yaaa çok harika oldu bu iş bence ^^ bu arada sevgili okurlar Evan'ın bu yeni gücü ile alakalı birkaç isim var aklımda ^^ hangisi olacağına henüz karar vermedim ^^ bu sebeple de size de bir sorayım dedim ^^ bu güçle bu kabiliyetle alakalı aklınıza gelen isimleri ve Evan'ın bu gücü elde ettikten sonra edineceği yeni lakapları yazın bana :D eğer içlerinden çokkk hoşuma giden bir tane olursa kullanabilirim ^^

- herkese iyi okumalar ^^

- BEĞENMEYİ VE YORUM YAPMAYI UNUTMAYIN !!!!!

Continue Reading

You'll Also Like

84K 6.6K 64
"James lütfen öyle söyleme o bizim aşkımızın meyvesi" "NE AŞKI?" Diye bağırdı James 1. #Dracomalfoy 02/01/2024 1. #Harrypotter 31/08/2023 1. #Slyther...
15.6K 619 13
1.3K 382 8
"Bu kitap ailesi tarafından sevilmeyen, ölmek için her gün dua eden bana, çocuklara gelsin..." Herkes biliyordu neyin ne olduğunu, kimin kim olduğunu...
1.1M 27.3K 65
"Madem çok ısrar ettiniz, o zaman artık bey diyebilirim." deyip gülümsedim, bandı yapıştırdıktan sonra yutkundu. "Boşver beyi." deyip dudaklarıma yap...