"Ben yaparım."
Tüm herkes Yeşil Gök Ormanı'ndan çıktıklarından beri ilk kez konuşan Nico'ya döndü. Özellikle defalarca laf atmasına rağmen ağzından tek kelime alamamış olan Lupi arkadaşının konuşmasıyla şaşkına dönmüştü. Nico, kapıya yaslanmış, kollarını bağlamış şekilde baştabibe bakıyordu. "Şu ot." dedi. "Neye benziyor?"
Balkan gülmüş ve elini havaya kaldırıp odanın ortasına doğru yürümüştü. "Dasa Teyze'nin ne dediğini duymadın galiba. Alaz Otu'nu almak için Matroba dağının içine girmen gerekecek. Matroba aktif bir volkanik dağdır, bilmem bundan haberin var mı? Ayrıca dağın sahipleri misafir ağırlamaktan çok hoşlanmaz."
Nico, Balkan'ın söylediklerini umursamadı ve baş tabibe sorduğu soruyu tekrarladı.
"Bana şu ottan bahset. Gidip getireceğim!"
Nico'nun her zamanki abartılı sert tavırlarının yerini ölümüne bir ciddiyet almıştı. Yaydığı hava onu hiç olmadığı kadar olgun gösteriyordu. Sesinin tonu, yüz hatlarının keskinliği ve gözlerindeki ölü bakış arkadaşlarının müdahale etmesinin önüne geçiyordu. Ortamda sadece o ve baştabip varmış gibiydi.
Arkasını dönüp kitaplığa doğru yürüyen Dasa, "Gel buraya!" dedi. Oradan çektiği kalınca bir kitabın sayfalarını karıştırdı ve aradığını buldu. Parmağını açık olan sayfaya bastırdı ve "İşte Alaz Otu!" dedi. Nico kitabın sayfasındaki ince bir sapın tepesinde sallanan üç kırmızı yumruya ve o yumrulardan çıkan püsküllere baktı. Elini usulca kitaba atıp hiçbir izin istemeden resmin olduğu sayfayı yırttı. Dörde katladığı kağıdı cebine koydu. Balkan bu barbarca tavırdan rahatsız olmuş "Hey!" demiş, Nico'dan bir tepki gelmeyince dönüp arkadaşlarına bakmıştı. Onların yüzünde de garipser bir halde Nico'yu izleyen ifadeler görünce meseleyi çok uzatmadı. Zaten Dasa Teyze de sayfanın yırtılmasını dert ediyormuş gibi gözükmüyordu çünkü kitabı kapatıp yerine koydu. Kitaplığın yanındaki dolapları karıştırmaya başlamıştı. Bir yandan da Nico'yla konuşuyordu. "Kasabanın kuzey, kuzeybatısına git. Orada Matroba yamaçlarına doğru uzanan bir yol bulacaksın." deyip dolabı kapattı. Nico'ya dönüp gülümsedi ve "Ama basamaklar bir yerde son bulacak!" diye ekledi. Onun yanından geçip duvara gömülü başka bir dolabı açtı. "Gerisini tırmanmak zorundasın! Uyarayım, dağa tırmanmak zorludur! Ayrıca çok sessiz olmalısın! Ejderhalar senenin dört ayını uyuyarak geçirirler! Eğer birini uyandırırsan peşine düşecektir!"
"İşte burada!" deyip etrafı hasırla sarılı cam bir şişe çıkardı. Aradığını bulana kadar dolabın altını üstüne getirmişti. Nico'ya uzatıp "Bunu yanına alman lazım. Alaz Otu cebine koyup getirebileceğin bir şey değil." dedi. Ondan önce davranan Lupi sepeti kapmış ve "Kaç tane getirmemiz gerekiyor?" diye sormuştu. Nico ona sinirli bir bakış atmıştı. Lupi ona dönmüş, hatta omzuyla onu ittirip aynı şekilde sinirle bakmıştı. "Neden tek başınaymış gibi davranıyorsun?! Evan'ın iyi olması için hep birlikte çalışmayacak mıyız?!" dedi. Nico'nun bu halleri onu çok rahatsız ediyordu. Sadece Nico değil, tüm grup altüst olmuş gibiydi. Bu düşüncelere dalıp gitmişken, Daniel'in yaklaştığını gördü. Nico'nun omzuna elini atıp hafifçe vurdu. "Lupi haklı Nico! Bizi görmezden gelmeyi bırakabilirsin! Alaz Otu'nu almaya hep beraber gideceğiz!" dedi. Lupi, Daniel'in kendisini desteklemesinden çok memnun olmuştu çünkü buna ihtiyacı vardı. Sanırım Evan'ın yokluğunda Daniel'in soğukkanlılığına sığınacaktı. Ayrıca diğerlerinin aksine kafası yerinde duran da bir o vardı.
Nico dişlerini sıkmış, derin bir nefes alarak "Kimsenin gelmesine gerek yok!" diye bağırmıştı. Sepeti Lupi'nin elinden kaptı ve seri adımlarla dışarı fırladı. Lupi sertçe kapanan kapıya doğru dalıp gitti ama bir şey söyleyemedi. Dasa Teyze elini arkadaşı tarafından yüzüstü bırakılan onun sırtına koydu. Lupi arkasında hissettiği bu sıcaklıkla irkildi. Yaşlı kadına dönünce onu tatlı bir şekilde gülümserken buldu. "Bir tane! Sadece bir tane getirmeniz yeterli!" dedi Dasa. Bunu derken ve eliyle sırtını sıvazlarken sanki Nico'nun peşinden gitmesi gerektiğini öğütlüyor gibiydi. Lupi gülümsedi ve başını salladı. Tabii ki de gidecekti!
"O zaman gerçekten de hepimizin gitmesine gerek yok!" diye bir giriş yaptı Jakaranda. Odadakiler ona doğru dönünce kaşlarını kaldırdı ve başını yana yatırarak "Demek istediğim buraya asıl geliş amacımız bir okçu bulmak! Bir kısmımız dağla ilgilenirken diğerlerimiz de buna odaklanabilir. Zamandan kazanmış oluruz!" dedi.
Lupi "Ben Nico'yla olacağım!" dedi. Lulu da Jakaranda'ya bir bakış atıp "Ben de!" dedi. "Küçük bedenim işe yarayabilir. Ayrıca kurtlarla bir yere kadar daha hızlı gideriz."
Yume de elini kaldırıp "Ben de!" diye bağırdı. "Ejderhaları görmek istiyorum!"
Onun bu çıkışıyla tüm odadakilerin yüzü buruşuvermişti. Hepsi birbirine bakıyor, kaş göz hareketleriyle yardım istiyorlardı. "Aslında..." dedi Jakaranda. "Sen benimle gelsen daha iyi olur Yume!"
Yume ona doğru dönmüştü. "Ne?! Okçu işi mi?! Yok ben almayayım çok sıkıcı duruyor!"
Jakaranda, Daniel'e doğru yürüyüp dirseğini ona vurmuş ve "Sen de Yume'nin bizimle sen ve benle beraber okçu aramasının daha mantıklı olduğunu düşünmüyor musun Daniel?!" demişti. Bunu yaparken kaşlarını kaldırıp sesini değiştiriyor, cümlenin arkasında ima ettiği başka bir şey olduğunu anlatmaya çalışıyordu. Daniel gözlerini devirdi. Herkes gibi o da Yume'nin neden Matroba'ya çıkmaması gerektiğini biliyordu. İlk olarak sessiz olunması gerektiği onunla hiç uyuşmuyordu. Onu buna ikna etmenin ne kadar imkansız olduğunu da herkesten daha iyi biliyordu. Ayrıca sessiz olsa bile ejderhaları görünce yaramazlık yapası gelebilir, bu konuda sınır da tanımadığı için işin sonu bir ejderhaya binmeye çalışmasıyla son bulabilirdi. Jakaranda'nın okçu aramaya kendiyle beraber Daniel'i katmasının tek sebebi ise Yume'yle uğraşmak istememesiydi. Onunla başa çıkıp çıkamayacağından emin olamamasının yanında kimseye hissettirmese de ondan biraz da korkuyordu.
"Unuttun mu yoksa Yume?" diye sordu Daniel. "Aradığımız okçunun ayrıca büyüye yetenekli olması gerekiyor. Bu konuda senin büyü bilgin önemli. Burada sana dağdan daha çok ihtiyaç var."
Yume ayaklarını yere vurmuş "İstemiyorum! Ejderhaları göreceğim işte! Okçuya Amasia gitsin o da büyücü değil mi?" demişti. "Hey Amasia!" deyip ona doğru döndü ama eli havada, hevesi kursağında kalmıştı. Amasia, Evan'ın uzandığı yerin yanında dikilmiş sessizce ağlıyor, Evan'ın yanağını okşuyor, ara ara elini saçlarına daldırıyordu. Derince bir nefes çeken Yume, ellerini cebine soktu ve "Tamam tamam, geliyorum." dedi.
Ellerini birbirine vurup "Tamam o zaman!" dedi Daniel. "Herkes ne yapacağını biliyor! Lulu ve Lupi, bir an önce Nico'yu yakalasanız iyi edersiniz! Alaz Otu'nu getirin! Biz de bir okçu bulacağız!"
Lulu, Lupi'ye kafasıyla bir hareket yaptı. Lupi başıyla onayladı ve dışarı çıktılar. Lulu'nun çaldığı ıslıkla iki tane kurt çatıdan yanlarına atladı. Jakaranda da Yume'nin homurdanmalarıyla birlikte dışarı çıkmış, ahşap kapı gıcırdayarak kapanmıştı. Daniel, derin bir nefes alarak Amasia'nın yanına geldi ve elini sırtına koydu. Amasia gözyaşlarını durduramıyordu. Burnunu çektikten sonra "Her ne yapıyorsak en çok zarar gören hep o oluyor. Neden böyle?" diye sordu. Daniel "Aptal olduğu için olabilir." dedi. Amasia gülmüş ve elinin tersini yavaşça Daniel'in göğsüne vurmuştu. Daniel de güldü ve geriye doğru bir adım attı. Derin bir nefes daha çekip ciddileşti. "Merak etme Amasia, Evan bu! Ona bir şey olmaz!" dedi. Amasia ona doğru döndü. Ağlamaktan gözleri şişmişti. Çenesi titreyerek "Ama canı yanıyor Daniel!" dedi. Daniel'in nefesi boğazına düğümlendi. Burnunun kemiği sızlamış, uzun, çok uzun zamandan sonra ilk defa gözleri dolmuştu. "Aşk işte böyle çılgınca bir şey öyle değil mi baba?" diye geçirdi içinden. Dudaklarını içeri büküp başıyla selam verdi ve dışarı doğru yürüdü.
"Dasa Teyze!"
Balkan'ın soğuk bir şekilde baştabibe seslenmesi dikkatleri üzerinde toplamıştı. "Bahbud bundan hoşlanmayacaktır!" dedi. Dasa çok oralı olmamış, dudak büktükten sonra "Bu çocuğu iyileştirmem lazım, sadece işimi yapıyorum!" dedi. Balkan başını hafifçe öne eğmiş, gözlerini açmış, burnundan çektiği derince bir nefesle göğsünü kabartıp "Ben de sadece işimi yapıyorum!" dedi. Ortamın atmosferi gerildikçe geriliyordu.
Tam o esnada bir kapı açıldı ve içeri bir kız girdi. Uzun kollu elbisesinin yakalarını kıvırdı ve dirseklerine kadar katladı. "Hastamız varmış gibi gözüküyor ha Teyze!" dedi ve rafların birinden bir saç tacı alıp kafasına taktı. Böylece neredeyse yere kadar uzanan saçları yüzünün kenarlarından arkasına akmıştı. "Almas!" dedi baştabip. "Nerede kaldın! Acele et ve iğneleri çıkar!"
Daniel baştabibin yardımcısı olduğu her halinden belli olan kızı seyretmeye başladı. Kızın içeri girdiğinden beri üçüncü kez sağ kolunu açıp açıp kapatması ve sol eliyle sağ elinin avuç içini ovuşturması dikkatini çekmişti. Nedense Daniel'in kafasında kızın sağlıksal bir problemi varmış gibi bir düşünce oluşmuştu. Bir şekilde, Evan'ın kol ve bacaklarındakine benzer bir sıkıntı yaşamış da Dasa Teyze'nin Evan'a uygulayacağı yöntemle kolunu kullanabilir hale gelmiş, ona borcunu ödemek için de burada çalışmaya başlamış olduğu bir hikayeyi kafasında kuruverdi. Böylece sanki Evan'ın eski haline döneceğiyle alakalı umutları artmış, yüzünde istemsiz bir gülümseme belirmişti. Hemen sonra hala kızla göz göze gelmiş aptalca gülümserken hala baktığını fark etmiş ve utanmıştı.
Elini Balkan'ın omzuna atıp "Artık çıkalım mı?" diye sordu. Balkan başını sallamış, dışarı kapıya doğru dönmüştü. Daniel çıkmadan hemen önce başını çevirmiş, kıza son bir kez bakmış, onu da şüpheli bir şekilde kendine bakarken bulmuştu. Hemen bakışlarını kaçırdı ve kapıyı kapattı. Kız yani Almas, kapanan kapıya birkaç saniye daha baktı ve "Evet!" diye bağırdı. "Bakalım bugün neyimiz varmış?!"
Evan'ın başına geçti ve başını bir o yana bir bu yana çevirdi. Garipser bakışlarla Dasa'ya dönüp "Teyze! Açık yara ya da onun gibi bir şey göremiyorum! Nesi var bu çocuğun?!" diye seslendi. Teyze içerideki bir odaya girmişti ve yine dolapları karıştırıyordu.
"Uyum iplikleri zarar görmüş. Bağlantı kopukluğu var diye düşünüyorum. Bedeninden başlayarak tüm noktaları uyaracağız. Olmazsa başka bir şey deneyeceğiz."
Almas "Hmmm! Anladım!" dedi. Başını kaldırıp karşısında ağlayan Amasia'ya baktı. Elini onun eli üzerine koyup gülümsedi ve "Hey!" dedi. Amasia koluyla göz yaşlarını silmiş ve ona bakarak gülümsemişti. "Merak etme arkadaşını kurtarmak için elimizden geleni yapacağız! Senden güçlü olmanı ve bana yardım etmeni istiyorum, anlaştık mı?" dedi Almas. Amasia başıyla onayladı ve derin derin birkaç nefes çekip kendisini sakinleştirmeye çalıştı.
"İsmin ne?"
"Amasia."
"Ben de Almas!"
El sıkıştılar. "Ne kadar güzel bir isimmiş! Nereden geliyorsun?" diye sordu Almas. "Güney Krallığı'ndanım. Ama orada yaşadım diyemem." diye cevap verdi Amasia. Almas'ın gözleri parlamıştı.
"Güney Krallığı mı?! En çok görmek istediğim yerlerden birisi de Güney Krallığı. Burada, Dört Krallık'tan çok uzaktayız. Ama ben orasıyla alakalı her şeyi çok merak ediyorum! Ainhina'nın kütüphanesinde okumadığım kitap kalmadı. Gerçi çok kitap yok zaten!"
Son söylediğinden sonra güldü. Tatlı bir gülüşü vardı.
"Tüm Ainhina'yı toplasan okuma yazma bilen kişi sayısı iki elin parmağını geçmez."
Amasia çok şaşırmıştı. "Gerçekten mi?!" dedi.
Mahzun bir ses tonuyla "Evet." dedi Almas. "Okuduğum kitaplarda krallıklardaki çocukların belli bir yaşa geldikten sonra okullara gittiği yazıyordu. Burada öyle şeyler yok. Erkekler ok atmayı öğreniyor biz kızlarsa onlara koca oluyoruz!"
Gözlerini devirdi ve "Bununla çok bir problemim yok aslında. Hem neyse ki Dasa Teyze bana öğretti!" dedi. Amasia "Aslında Kıta'nın tamamında böyle olmuyor. Mesela ben de okula gitmedim. Bana da okumayı babam öğretmişti." dedi Amasia. "Öyle mi?!" dedi Almas. "Ne güzel!"
İleri doğru atılıp "Peki hiç jakaranda gördün mü?" diye sordu. Amasia gülümsedi ve "Hayır." dedi. İçinden Jakaranda'yı kast ederek "Bir tane gördüm!" demek geçmişti ama vazgeçti. Almas hayal kırıklığına uğramıştı "Ne?! Gerçekten mi?! Beni kandırmıyorsun, gerçekten de bir güneylisin değil mi?" diye sordu. "Evden çok çıkmazdım!" dedi Amasia. Almas iç çekip "Bir kitapta görmüştüm! Nedense büyülendim! Keşke bir jakaranda görebilseydim!" dedi. Amasia "Eğer bir gün gidecek olursan Sahipsiz Meyve Bahçeleri'ni öneririm!" dedi. Almas heyecan dolu gözlerle ona baktı, yüzünü daha da yaklaştırmıştı. "Sahipsiz Meyve Bahçeleri mi?! Hiç duymamıştım! Nerede! Nasıl bir yer!" diye arka arkaya sorular soruyordu. Amasia güldü.
"Doğu Krallığı'nın simgesidir. Sadece meyve ağaçlarından oluşan gözünün alamayacağı kadar büyük bir orman! Kızıl kayısılar, gök erikleri, zakkum elmaları ve daha bir sürü şey!"
Almas elini arka cebine attı ve küçük bir defter çıkarttı. Defterin köşesindeki deliğe sıkıştırılmış ince ve kısa kalemi çekti ve yazmaya başladı. Bir yandan da "Sahipsiz Meyve Bahçeleri!" diye mırıldanıyordu. "Yazdım!" diye bağırdı. Bu kez Amasia ona yaklaşıp "Ama dikkatli olmalısın! İçinde devasa kurtların yaşadığına dair söylentiler var!" dedi. Almas defterini kapatıp arka cebine soktu. Gülümseyerek "Burada çalışmayı işte bu yüzden seviyorum! Ne zaman yaralı bir Sınır Kurdu gelse yeni şeyler öğreniyorum!" dedi.
Yaralı Sınır Kurdu lafı onları tekrar dünyaya döndürmüştü. Aynı anda aralarındaki yatakta uzanan Evan'a baktılar. Almas, "Arkadaşına ne oldu Amasia? Yüksek bir yerden mi düştü?" diye sordu. Amasia "O benim arkadaşım değil." dedi. Almas garipser bir yüz yapmıştı. Amasia elini Evan'ın yanağına koydu ve "O benim her şeyim!" dedi. Almas gülümsemişti.
Tekrar ona dönüp "Yeşil Gök Ormanı'ndaydık!" dedi Amasia. "Buranın güneyinde kalan bir yer, neresi olduğunu biliyor musun?"
Almas bir süre düşündükten sonra "Yasak Orman'dan mı bahsediyorsun?" dedi. Amasia "Demek siz orayı bu şekilde çağırıyorsunuz!" diye karşılık verdi. Almas eliyle bir hareket yapıp "Hayır hayır büyük ihtimalle aynı yerden bahsetmiyoruz! Eğer Yasak Orman'dan geliyor olsaydınız gelmiş olmazdınız, ölmüş olurdunuz!" dedi ve yaptığı şakaya güldü.
"Yasak Orman denmesinin sebebi bu zaten, oraya giden avcılarımızdan hiçbiri geri dönmedi. Orasıyla alakalı yüzlerce şey anlatılır. Ama benim en çok etkilendiğim olay şu, bundan iki yüz yıl kadar önce Ainhina'lılar toplanıp o ormanı yakmaya karar vermişler. İçeriye girmeden tabi, uçlarına ateşler koydukları oklarla. Ama oraya gönderilenler birdenbire garip davranmaya başlamışlar. Hepsi bir bir okları ellerine alıyor ve kalplerine saplıyorlarmış! Gerçek mi bilmiyorum ama korkunç, değil mi?!"
"Korkunç!" dedi Amasai. "Bu arada yanılıyorsun, düşündüğünün aksine oradan yani senin tabirinle Yasak Orman'dan geliyoruz. Oradaki bir yaratıkla savaştık, Evan'ı bu hale o yaratık getirdi."
Almas, Amasia'yı ağzı açık dinliyordu.
"Yaratıkla mı savaştınız! Oraya girip çıkabilen olmadı diye biliyorum! Siz nasıl kurtuldunuz?!"
"Onu öldürdüm!" dedi Amasia. "Daha doğrusu, tüm ormanı yok ettim!"
- arkadaşlar başlamadan önce geçen hafta fantastik sıralamasında 9'a yükseldik ^^ tabii sonra geri düştük ama ben ss'imi aldım o yüzden sorun yok :D destekleriniz için çok teşekkür ediyorum ^^ seviliyorsunuz ^^
- evet arkadaşlar Ainhina'ya dair bilgilendiğimiz bir bölüm oldu ^^ bu arada ekip üçe bölündü ^^
LUPİ, NİCO ve LULU → Matroba dağına tırmanıp Alaz Otu bulacaklar
DANİEL, JAKARANDA ve YUME → Ainhina okçularından aynı zamanda büyü yapabilen bir tanesini kendileriyle gelmeye ikna edecekler
AMASİA → Evan'la bekleyecek ve onun tedavisine yardım edecek
ne düşünüyorsunuz ^^ sizce bu üç görevin kaçı başarılı olur kaçı olmaz, neler yaşanır neler yaşanmaz :D yani kısaca diyorum ki; buraya bahisleri alalım :D
- bu arada hikayeye yeni dört karakter katılmış oldu
BAHBUD
BALKAN
DASA TEYZE
ALMAS
aslında bunu geçen hafta soracaktım ama Almas da gelsin öyle sorayım dedim ^^ bu karakterlerle alakalı yorumlarınızı bekliyorum arkadaşlar ^^
- herkese iyi okumalar ^^
- YORUM YAPMAYI VE BEĞENMEYİ UNUTMAYIN!!! YORUM YAPMAYAN YEŞİL GÖK ORMANINA DÜŞSÜN!!! CADILAR İÇİNE KOR TAŞI KOYSUN!!! ÇİVİLİ KAPI HANINDA BÖCEK YESİN!!! (daha ne deyim yav :D)