İKRA

By ikrakaran

2.9M 135K 17.5K

On üçüncü bölüme kadar düzenlenmiştir. Diğer bölümler yavaş yavaş düzenlenip tekrar yayınlanacaktır. More

Tanıtım
1. Bölüm "Başlangıç"
2. Bölüm "İstanbul'un ayyaşı"
4. Bölüm "Piknik"
5. Bölüm "Senden mi?"
6. Bölüm "Sarhoş Kaan"
7. Bölüm "Kızıl hoca"
8. Bölüm "Cambaz"
9.Bölüm "Düğümler"
10. Bölüm"Küçük Bir Sıyrık"
11. Bölüm "Doğum günü"
12. Bölüm "Kumdan Kale"
13. Bölüm "Belki de"
14. Bölüm " İkra'nın hayatına hoşgeldin"
15. Bölüm "Araba"
16. Bölüm " Aşığım "
17. Bölüm " Bembeyaz aşka dair söz"
18.Bölüm "Akif "
19. Bölüm "İmam nikahı"
20. Bölüm "Kaan'ın ilk sevgilisi"
21. Bölüm"Kokteyl "
22.Bölüm " Aşk kazandığı müddetçe "
23. Bölüm "Şerefsiz"
24.Bölüm "Birkaç kare fotoğraf"
Kötü duyuru
25. Bölüm "Teslim"
26.Bölüm "Kaybedilen doğrular"
27.Bölüm "Tutarsız"
İkra'nın instagram sayfası
28.Bölüm "Korku"
29.Bölüm" Başbaşa"
30. Bölüm " Sensizlikten "
Whatsapp Grubu Olmalı mı?
31.Bölüm"Zoru sevmek kolay derler"
HİKAYEYE TATİL GELDİ.
100K OLDUK BEEE ;)
32.Bölüm "Formalite"
33.Bölüm "Koçum"
34.Bölüm "Kelebeklerin Kanat Sesi"
35.Bölüm "Aşık Bir Adam"
36.Bölüm "Ağlayacaksan mutluluktan olsun"
37.Bölüm "Sevgi yetmiyor"
38.Bölüm "Vardaroğlu Şovları"
39.Bölüm "Alp'in sevgilisi varmış"
40.Bölüm "Ben sana kurban olurum hatun"
41.Bölüm "Düğün"
42.Bölüm "Sorgu Sual"
43.Bölüm "Ayırıyorlar bizi"
44.Bölüm "İkra Hanım"
45.Bölüm "Patron"
46.Bölüm "Görüş Günü"
47.Bölüm "Kes sesini!"
48.Bölüm "Teslimat"
49.Bölüm "Ayrıl da gel"
50.Bölüm "Asistan kızlar"
51.Bölüm "Kötüler Toplantısı"
52.Bölüm "Bahar hiç gelmeyecek"
53.Bölüm "Zor denklemler"
54.Bölüm "Dibe Vurun"
55. Bölümden -Kesit-
55.Bölüm "Silahsız"
Sezon Finali - 56.Bölüm "Sürpriz"
Bir Milyon Olan İkra Ailesine
Duyuru
2.Sezon - 57.Bölüm "Can Kırıkları"
58. Bölüm "Aşk"
59.Bölüm "Beyaz Hep En Güzel Renkti"
60.Bölüm "Acıyı Sevmek"
61. Bölüm "Nereden Biliyorsun"
62. Bölümden -Kesit-
62.Bölüm "Konuş Benimle"
Pek Önemli Duyuru
Final - 63. Bölüm "Susmak Kolay"

3. Bölüm "Üniversitede ilk gün"

81.1K 3.4K 365
By ikrakaran

Okullar açılmadan iki hafta önce gelmemiz o kadar iyi oldu ki... İki haftada gezebildiğimiz her yeri gezdik. Kitap ve filmlerdeki o güzel manzaralı tepelere de çıktık, en ara sokaklardaki küçük kahve dükkanlarında da oturduk.

Gezerken şehrin her karışında çok farklı duyguların içinde çırpınırken buldum kendimi. Bazen annesini elinden tutup oraya buraya sürüklemeye çalışan küçük bir kız çocuğu gibi sabırsızdım. Bazen de sanki gezecek tonla yer yokmuş gibi bir manzaraya ya da tatlı küçük bir sarrafa kitlenip gitmeyelim diye direnircesine nazlıydım.

Yeni yerler keşfettikçe içimden bir ses bir şeyler fısıldıyordu kulağıma. Sahildeki meltem denizden haberler getiriyordu sanki. İçimde garip bir his doğmuştu o günlerden sonra. Bu şehir beni rüzgârına katıp karıştıracaktı galiba.

Alarmım çaldı gereksiz yere. Sanki uyudum da uyandıracaktı. Okuldaki ortamın, yeni derslerin merakından uyumak ne mümkündü. Sadece sabah namazını kıldıktan sonra dalabilmiştim uykunun yumuşak sularına. Alarmın çalmasını beklercesine dalınan yumuşak fakat bir o kadar sığ bir uykuydu.

Gözlerimi alarmın çalmasıyla tekrar açtım. Gidip camımı açıp dışarıdaki eylül  kokusunu çektim içime.
Kitaplarda yazılan, filmlerde gösterilen mutlu uyanan kız gibiydim. Bir filmin veya bir kitabın içinde olabileceğimi düşünüp gülümsedim.

Elimi yüzümü yıkayıp mutfağa geçtim. Ağzıma iki üç lokma atıp hazırlandım. Çantama biraz para koydum, evle arabanın anahtarını da alıp çıktım.

Şeyma'yı ,yoklama alınmaya başladığı için dün dönmek zorunda kaldığı yurdundan aldım. Navigasyondan üniversiteyi bulmaya çalışırken  heyecanlı heyecanlı muhabbet ettik. Birkaç kez yanlış yola girsek de üniversiteyi bulmayı başarmıştık.

Dersliklerimizi bulduktan sonra birer kahve içmek için kantinde buluştuk. Kantin de okul kadar kalabalıktı. Ama bu kalabalık hoşuma gitmişti. Üniversitede olduğumu hissettiriyordu önümden geçen çeşit çeşit insanlar. Farklı giyimler, farklı saçlar, farklı muhabbetler... Her biri farklı kitabın kabartmalı kapağı gibiydi.

Oturduğum yerden üniversiteyi çok rahat görebiliyordum. Mimarisi çok güzeldi. Üniversitenin bu yerleşkesi büyük bir alana kurulmuştu. İçinde yedi sekiz binayı barındırıyordu. Etkinlik için ayrılan alanlar çok fazlaydı. Okçuluk dersi için ayrılan koca alanı gelirken görmüştüm. Derslikler çok geniş, çok bakımlı ve donanımlıydı. Anfilerin büyüklüğünü söylemiyorum bile.
Binaların içi kadar yerleştirilme şekli de çok güzeldi. Her birinin girişini ortadaki kantinin de içinde bulunduğu yeşillik alana verilmişti. Kantin, kampüsün ve yeşilliğin ortasında kubbe gibi beyaz çatısının altında saydam duvarlarla çevrelenmişti. Yazın cıvıl cıvıl renklerini, kışın etrafı gelinlik gibi örtüleceğini müjdeliyordu. Mühendislik binasından çıkan kalabalık farklı kollara ayrılsa da çoğunluğu kantine girmişti. Dakikalar içinde dolan tüm masalardan  kahkaha sesleri yükselmeye başladı.

"Üniversite dedikleri bu mu oluyor şimdi?"

"Galiba," deyip duraksadı ve etrafına bakındıktan sonra devam etti. "En azından kantinde hayat böyle."

Yarım saat daha oturup sohbet ettikten sonra rektörün konferans salonunda konuşma yapacağını duyunca ayaklandık. Konferans salonunu biraz ağaçlara asılan yön tabelalarından biraz da kalabalığın aktığı yönden bulduk.

Konferans salonuna girince ortalardan bir yere oturduk. Yeni gelen öğrencilere hazırlanan bir konuşma olacağını büyük ekranda yazan hoşgeldiniz yazısından anladık. Yeni öğrenciler sessizce beklerken yıllanmış öğrenciler kendi aralarında muhabbet ediyor, geçen yıl gerçekleştirilen rektörün konuşmasından bahsediyordu. On beş dakika içinde tüm koltuklar dolduğunda sunucu açılış konuşmasını yapıp hemen sonrasında rektörü kürsüye davet etti. Rektör kürsüye çıkarken alkışlar öyle coşkuluydu ki ister istemez alkışlarımı güçlendirme gereksinimi hissettim. Sıkıcı ve her sene aynı şeylerin tekrar edileceğini düşündüğüm bu konuşma sanırım çok farklı olacaktı.

Prof. Dr. Ali Karakaya'nın kürsüye çıkmasıyla büyük bir şok yaşadım. Şeyma kolumu dürterek hayretle sordu.
"Bu nasıl rektör böyle? Kaç yaşında bu adam? Otuz mu?" 

Şeyma'nın dediği kadar gençti rektör. Otuz bilemedin otuz beş yaşındaydı. Ama kantinde görsek öğrenci diyebileceğimiz kadar gençti.

Konuşmaya başlamasıyla havada dolaşan fısıltılar bıçak gibi kesilmişti. Rektörün coşkuyla karşılanmasının sebebi her yeni cümlesinde daha da belli oluyordu.  Profesör gerçekten çok, çok etkileyici konuşuyordu. İnsanların bu konuşmaya akın etmemesi mümkün değildi. Kendinden, akademik başarılarından hiç bahsetmese de konuşmalarının altında büyük bir başarı öyküsü yatıyordu.

"Ben size okulumuzun akademik başarısını anlatmadım, anlatmayacağım. Çünkü bana akademik başarı ne demekmiş mezun olurken sizler göstereceksiniz. Bunu da iyi bir insan olmayı temel hedef haline getirerek yapabilirsiniz. Zaten iyi bir insan vasfını taşıyan her kişi akademik başarıyı pekâlâ elde edebilir. Sizi temin ederim, iyi bir insan olursanız başarıya kollarınızı açmanız yeterli , o zaten sizin kollarınıza atılmaya can atıyor olacak."

Konuşmasını sonlandırdığında ilkinden çok daha büyük bir alkış tufanı koptu. Şimdi bizim gibi yeni gelen öğrenciler de avuç içleri patlayana kadar alkışlıyordu çünkü.

Başta hocaya karşı ne kadar da önyargılı olduğumu fark ettim. Zannettim ki bizi bir yarışın beklediğini söyleyecek, okulunun gurur tablosunu sayacak. Bizden beklentilerini listeleyecek. Ama konuşmasından, başarılı insandan önce iyi insan yetiştirmek istemesinden etkilenmiştim.

İlk gün olduğu için pek ders işlenmemişti. Hocalar kendilerini tanıtıp dersleri hakkında bilgi verip yıl içindeki planlarını söyleyip bırakmıştı.

Ders bittiğinde Şeyma'yla sözleştiğimiz gibi kantine gittim. Kalabalık arasında dikkatli gözlerle arkadaşımı aradım. Bulamayınca aramak için telefonumu çıkarmıştım ki arkadaşımın cırlayan sesini duydum. Sesin geldiği yönü bulduğumda Şeyma'yı da bulmuştum. Biriyle tartışıyordu. Hem de oldukça şiddetli bir şekilde... Hızlı adımlarla masaların arasından geçmeye başladım.

Son iki adımda "Neden kavga ediyorsunuz?" diye olaya müdahil olmaya kalkışmıştım ki kavga ettiği çocuğu görmemle duraksadım.

"Demek bu cadaloz senin arkadaşın?"

Şeyma bir kavga ettiği çocuğa bir de bana baktı ve kaşlarını iyice çatıp "Ne diyor be bu?" diye sordu.

"Biraz kibar olmayı denemelisin."

Geçenlerde yol kenarında bulduğum çocuğu karşımda görünce sersemlemiştim. Anlık bir sersemlik olmakla birlikte birbirlerine doğru delici bakışlar atıp tekrar laf dalaşına giriştiklerinde "Durun!" diye çıkıştım.

Şeyma'yı kolundan tutup bir adım geri çektim. "Niye kavga ediyorsun? Bir şey mi dedi? Laf mı attı?"

Şeyma bakışlarıyla çocuğu öldürmeye  devam ederken "Son karamı aldı." dedi.

"Karam?" diye sormamla çocuğun elindeki çikolatayı gösterdi. İçimden kocaman bir kahkaha attım.

"Bir çikolata için mi bu tantana?" sorusunu ikisine de sormuştum ciddi kalmaya çalışırken.  İkisi de gözümde çocuktan farklı değildi şu an. Şeyma'nın çikolata sevdiğini biliyordum ama bir çikolata için kavga edeceğini düşünmüyordum. İçimden bir his bu kavganın altında daha farklı sebepler yattığını söylüyordu. Sanki ikisi de kavga etmek için ediyordu. Gereksiz bir sebep bulup birbirlerine saldırıyorlardı.

"Mesele çikolata falan değil. Mesele şu ukalanın davranışları."

"Ne varmış lan benim davranışlarımda?"

"Lan nedir lan?! Azıcık kibar ol hayvan!"

"Hey hey!" diyerek Şeyma'yı kolundan daha sıkı kavradım. Allah korusun elimden bir çıksa çocukta saç bırakmayacaktı, o kadar sinirliydi.

"Yavaş ol! Hayvan falan deme bak seni..."

"Ne? Seni ne?!"

Valla okulun ilk gününden yaşadıklarıma gülsem mi ağlasam mı bilemedim. Kedi köpek gibi birbirlerini yiyip duruyorlardı.

"Sakin olabilir miyiz biraz? Problemi böyle kavga ederek çözemeyiz değil mi? Orta yol bulabiliriz."

Ne Şeyma ne de adını dahi bilmediğim çocuk dediğimi dinlemişti. İkisi de birbirine laf yetiştirmeye uğraşıyordu.

"Hep sizin yüzünüzden bu hale geliyor bunlar!"

Şeyma bu sefer kantinde kavgayı izleyenlere çemkirmişti. Hatta en yakın masadaki kumral gözlüklü kıza "Siz böyle hayranlıkla baktıkça bunlara bunlar da kendilerini bir şey sanıyor!" deyip çocuğu gösterdi. Kız ağzını açıp bir şeyler diyecek olduğunda Şeyma tekrar çocuğa döndü.

"Seni şimdiye kadar fazla şişirmişler anlaşılan. Play boy musun, zengin bir ailenin veliahtı mısın ben bilmem anladın mı?! Senin sözün geçmez bana!"

Çocuk sinirden kıpkırmızı olmuştu. Boynundaki damarlar şişmişti resmen.

"Sen çok oldun artık!"

Şeyma'yı tutup çekmesi ve kolundan tuttuğu gibi sürüklemeye başlaması bir oldu. Birkaç saniye arkalarından bakakaldım. Hemen sonrasında koşa koşa peşlerinden gittim.
Süs havuzunun orada daha sakin bir yerde tekrar kavgaya tutuştuklarını gördüğümde hızlı adımlarla yanlarına ulaştım.

"Sen bana aşık oldun da ondan mı bu agresifliğin?! Dikkatimi çekmeye mi çalışıyorsun?!"

Şeyma bir anda cin çarpmışa döndü. Böyle bir çıkış beklemediği çok belliydi. Ağzı açılmış, kulakları kızarmıştı. Nefesini de tutuyordu besbelli. On saniye kadar sinirle çimenleri ezdikten sonra sakinleşmiş gibi derin bir nefes verdi ve çocuğun göğsüne parmağını dayayıp gözlerini çocuğun gözlerine dikti.

"Sen... Sen var ya..."

Çocuğun çatık kaşları düzelmeye, yüzündeki sert ifade yumuşamaya başladığında Şeyma'nın gözpınarlarından yanaklarına düşen iki damlayı gördüm.

"Sen tam bir hayvansın. Kantinde sıraya girmeyecek, yaptığı hatayı kabul etmeyecek ve bir kızın gururunu incitmekten çekinmeyecek kadar şımarıksın!"

Şeyma arkasını dönüp gittiğinde peşinden gitmeye kalkmıştım ki çocuk kolumdan tuttu.

"Bak arkadaşının sorunu ne anlamıyorum tamam mı? Kalbini kırmak istememiştim ama fazla üzerime geldi."

Bir şey demeden kolumu çektim ve Şeyma'nın peşinden gittim. Çocuk konuşurken Şeyma'yı kaybetmiştim. Telefonumu çıkarıp Şeyma'yı aramaya başladım. Telefonlarıma cevap vermiyordu. Tuvaletlere baktıktan sonra tekrar bahçeye çıktım. Ön bahçede bulamayınca arka bahçeye geçtim. Biraz etrafa bakındıktan sonra duvarın kenarındaki ağacın altında bağdaş kurmuş Şeyma'yı gördüm. Bir çırpıda yanına gidip oturdum.

Kendi kendine söylenirken yanındaki çimenleri yoluyordu.
"Gerizekalı! Kendini ne sanıyor acaba?!"

"Tamam," deyip çimenleri yolan elinin üzerine elimi koydum. "Sakin olmaya çalış."

"Olamıyorum İkra. Kendini beğenmiş insanları gördükçe sinirlerim zıplıyor!"

Sakinleşmesini beklemekten başka yapacak bir şey yoktu. Birazdan her şeyi anlatmaya başlardı zaten.

"Hayır görüyorsun ben bir şey almaya çalışıyorum. Biraz beklesen ölür müsün?"

Bingo dedim kendi kendime.

"İkaz edince de takmadı gerizekalı. Sanki orada yokmuşum gibi davrandı. Aldı alacağını geçti gitti."

"Sen ne yaptın peki?"

"Ne yapacağım?! Geçtim önüne başladım saydırmaya."

Şeyma'yı hem anlıyordum hem anlamıyordum. Çocuk onu takmadı,  arkasını dönüp gitti diye sinirlenip önüne geçerek olay çıkarmasını anlıyordum. Şeyma böyle durumlarda tam da böyle davranırdı. Deli damarı tutuverirdi. Bağırıp çağırır, sakinleşmesi de zaman alırdı.  Ama ağlaması tuhaf gelmişti. Ağlaması incindiği anlamına gelirdi. Ve demek ki Şeyma o tanımadığı çocuğun söylediklerine çok içerlemişti. İşte bunu anlayamıyordum. Adını bile bilmediği, belki bir daha denk bile gelmeyeceği birinin tavırlarından niye bu kadar etkilenmişti? Aklıma bir şey geliyordu, ileri zamanlarda haklı çıkacak mıyım bekleyip görecektim.

Ağacın altında epey oturduktan sonra üniversitedeki ilk gününü mahveden çocuğa söylene söylene sakinleşti. Arabaya giderken ukala ve şımarık insanlar için onları anlatacak genel bir terim bulmaya çalıştı.

"Dur! Buldum galiba."

Arabaya binmeden hemen önce gelen ikâzla durdum ve Şeyma'nın parlayan gözlerine baktım. Elini şıklattı.

"Kendini dünyanın merkezinde sanan, kuş kadar beyni olmayan, kızların alık bakışlarıyla alıklaşan kendini beğenmiş, ukala, şımarık velet sendromu!"

"Hastalığımı teşhis ettiğinize göre tedaviye geçebiliriz değil mi doktor hanım?"

Şeyma'nın havadaki eli inmiş, parlayan gözlerinin feri de alev alıvermişti.

Şeyma, beş metre arkasında duran ve  özür dilemeye çalışan çocuğu duymazdan gelerek   "Hadi gidelim İkra." dedi ve arabaya bindi. Kapıyı da kapatmıştı ki çocuk boğazını temizleyip gömleğinin yakalarını düzelterek geldi ve Şeyma'nın oturduğu tarafın camını tıklattı.

"Çık da biraz konuşalım." derken sesi oldukça naifti. Bir saat önce bağırıp çağıran çocuk değildi sanki.

Şeyma küçük bir çocuk gibi direndi.
"Hadi İkra!" diye de bana çemkirdi. Bir çocuğa bir Şeyma'ya baktım. Ne yapacağıma karar veremedim. Arabaya mı binseydim, yoksa arkamı dönüp gitse miydim? Şeyma uzanıp şoför kapısını açtı. "Bin şu arabaya!"

O an içimden bir ses Şeyma'nın hiç de gitmek istemediğini söyledi bana. Arabaya binmemi söylüyordu ama gözlerindeki o ışık o şımarık oğlanla kalıp kendini affettirmesini istiyordu. Evet evet, kesinlikle öyle istiyordu.

"Ben bi tuvalete gidip geleceğim."

Kapıyı kapatıp arkadaşımın tehditkar işaret parmağına karşılık el salladım.

Çocuk başıyla selam verdiğinde selamını aldım ve okula doğru döndüm.
Biraz stres yaparak biraz gülerek okulun merdivenine oturdum. Uzaktan Şeyma'ları izliyordum. Tuvalete gidip etrafta dolaşmaktan daha cazip gelmişti onları izlemek. Şeyma çocuğa el kol hareketleri yaparak bir şeyler söylüyordu. Çocuk da gayet sakin dinliyor, sürekli Şeyma'yı onaylıyordu. Sanırım biraz da sırıtıyordu.








Continue Reading

You'll Also Like

1.1M 44.7K 50
"Neden böyle bir şey yaptın Yiğit abi ?" "Senin için Derin. " "İyi de neden? Neden benim için hayatını mahvettin?" "Nefret ettiğin kişi ile evlenmeni...
485K 29.8K 59
(FİNAL YAPILDI)"Bazı ilişkilere arkadaşlık az gelir, aşk çok fazla.." Bir kadın ve bir adam.. Onları çocukken buluşturan hayata beraber adım atmış...
352K 13.3K 55
Oysa ne çok ağlamıştım buraya geldiğim için, ne çok kızmıştım babama. " Bu bir tür sürgün! Benden kurtulmak mı istiyorsunuz" haykırışları ile nasıl d...
16.2K 546 41
İnsan hiç adını bilmediği birisine aşık olur mu? Olmaz demeyin çünkü ben oldum Hemde çok fazla... Aslı'nın adamına kavuşma hikayesi bu ... Çıkmaz s...