Lupi yattığı yerden fırladı ve koşmaya başladı. "Evan!" diye bağırmıştı. Kendini yere atıp Evan'ın başını dizine koydu. Elini yanağına koydu, teni çok cansız ve soğuktu. Hızla kulağını ağzına götürüp nefes alıp almadığını kontrol etti. Daniel'e dönüp "Yaşıyor!" diye bağırdı. Daniel, elini göğsüne atmış giysisinin yakasını sıkan ve tir tir titreyen Amasia'nın koluna girmişti. "Ne oldu?" diye sordu Amasia. "Ben de aynı soruyu sana soracaktım." diye cevap verdi Daniel. "Bir rüya gördüm." dedi Amasia. Daniel başını çevirip omzu üzerinden diğerlerine baktı. "Hepimiz gördük."
İnsanların kendine gelmesi zaman alıyordu. Lulu "Abi!" diye bağırdı. Düşe kalka koşmuş abisinin yanında bitmişti. Abisini görünce elini ağzına götürmüş ve hıçkırıklarla ağlamaya başlamıştı. Öyle hıçkırıyordu ki nefes alamaz hale geliyor, öksürüklere boğuluyordu. Çünkü rüyasında kendisine gösterilen vücuduna sıcak demirlerin batırıldığı, derisinin yüzüldüğü, uzuvlarının kesildiği abisi karşısında ve tek parçaydı. Yine de onun çok da iyi olmadığını görebiliyordu. "Ne oldu ona?!" diye bağırdı. Lupi tam olarak cevabını bilmese de birkaç fikrinin olduğu bu durum hakkında şu an konuşmak istemiyordu. "Amasia!" diye bağırdı Lulu. "Pembe büyü taşını kullanman gerek abim çok kötü!"
Daniel'in desteğiyle zar zor ayakta duran Amasia başını sallayıp onlara doğru yürümeye çalıştı. Bir adım atamadan dizleri üzerine devrildi. Daniel onun yanına çökmüş ve "Yavaş ol Amasia!" demişti. Ardından Lulu'ya dönüp "Şu an büyü yapacak halde falan değil!" dedi. Lulu, "Ama..." dese de Daniel onun sözünü kesti ve "Lulu!" diye bağırdı. "Sakinliğini koru!"
Lulu beyninden vurulmuşa dönmüştü. Bir anda ağlamasını da hıçkırmasını da kesti. Gulyabaninin kendine söylediği şeyler aklına gelmişti. Bu onun zayıf noktasıydı işte; EVAN. Onu böyle kandırmıştı. Derince bir nefes çekip Daniel'e başını salladı. Abisine döndü ve ellerini saçlarına daldırdı. Onun yüzünün geldiği hali gördükçe içinde tekrar küçük küçük hıçkırıklar doğmaya başlamıştı. Yeniden ağlaması on saniye sürmedi.
Amasia tekrar ayağa kalkmaya çalışsa da Daniel onu yere bastırdı. Şansını tekrar denedi ama yine başarılı olamadı. "Bırak beni Civciv!" diye bağırdı Amasia. Bu bağırma bile ona zor gelmiş, bedeni Kor'un gücünü kullandığı için halsiz düşmüştü. "Neden bırakmıyorsun?! Evan'a bir şeyler olmuş! Onu iyileştirmem lazım!!" diyor, gücü yettiğince çırpınmaya çalışıyordu. Bir anda birisinin saçlarını okşadığını hissedince durdu ve kafasını kaldırdı. Yume ona bakarak "Sakin ol aşık kız! Dani'yi dinle ve gücünü toparlamaya bak!" dedi. Amasia, Yume'nin gözlerine baktı. Gulyabani tarafından kandırılmış ve oyuna getirilmiş olmanın öfkesi bakışlarından okunuyordu. "Hey küçük kardeş!" diye bağırdı Yume. "Açık bir yarası falan var mı?"
Lulu başını iki yana salladı. "Yok, ama... ama..." dedi ama devamını getiremedi. Yume oraya doğru yürüyecekti ki arkalarından bir savaş narası patladı. Jakaranda kılıcını çekmişti ve onlara doğru koşuyordu. "Amasia Merlot!!!" diye bağırdı. Daniel, Amasia'yı bıraktı ve kılıcına davrandı. Jakaranda'nın saldırısının önüne geçti ve kılıçları çarpıştı. "Ne yaptığını sanıyorsun sen!?!" diye bağırdı Daniel. Jakaranda onu görmüyordu bile. Var gücüyle ittiriyor, Daniel'in omzu üzerinden Amasia'ya bakıyordu. "Çekil önümden Daniel!" diye bağırdı. Daniel bu tepkinin sebebini aşağı yukarı tahmin edebiliyor, hatta anlayışla karşılıyordu. Hepsinin duygularıyla oynanmış, gururları incinmişti ama Jakaranda'nın öylece Amasia'ya saldırmasına müsaade edemezdi ki bu saldırıdan canlı çıkacağı da meçhuldü. Şimdilik onu sakinleştirmenin bir yolunu bulmalıydı. "Gulyabani sana ne gösterdi bilmiyorum ama hepsi hayaldi!!" dedi. "Seni kandırdı!! Her şey bitti Jakaranda kazandık!! Kılıcını kınına sok!!"
Jakaranda onu dinlemedi ve bir ışınlanma büyüsü kullandı. Amasia'nın tam tepesinde belirmişti. Gökyüzünden ona doğru düşerken kılıcını havaya kaldırdı ve onun kafasına saplamak için gerildi ama yanında yeşil bir parıltı belirdi. Jakaranda'nın gözlerini bu parıltıya çevirmesi, Yume'nin soğuk bakışlarını görmesi ve zırhının göğüs kısmına bir tekme yemesi bir oldu. Yume yavaşça yere inerken Jakaranda yeşil büyü taşıyla güçlendirilmiş tekmenin etkisiyle metrelerce uçtu. Düştüğü yerden bir hayli kül kaldırıp birkaç kez sekerek yuvarlandı. Ayağa kalkmadan yere bir yumruk attı ve "Hayal değildi!!" diye bağırdı. "O kız benim krallığımdaki insanları yok etti!! O koca kasabadan da işte böyle bir kül yığını kaldı!! Hayal değildi!! Onu öldüreceğim!! Bir yolunu bulacağım ve onu öldüreceğim anlıyor musunuz?!!"
Daniel, Jakaranda'yı öfke kriziyle baş başa bırakıp tekrar Amasia'ya doğru yürüdü. Kılıcını kınına soktu ve Yume'yle bakıştılar. Daniel bu kızın ciddileşmiş halinden ürperiyordu. Daniel kaşlarını kaldırıp derin bir nefes aldı. "Olumlu düşünelim, en azından hepimiz hayattayız." dedi. Yume'yle aynı anda başlarını çevirip, yere bağdaş kurmuş oturan Nico'ya baktılar. Başını elleri arasına almıştı ve kıpırdamadan öylece oturuyordu. İkisinin de aklından seslenmek geçiyordu ama bunu yapmadılar. Tekrar bakıştılar. Yume dudaklarını büzüp "Yaaani!" dedi. "Hepimiz hayattayız!"
"Kapa çeneni seni adi yaratık!! Kapa çeneni ve yok ol!!"
Gözler Amasia'da toplanmıştı. Yume onun yanına çömelip eliyle saçlarını okşadı, "Gulyabani mi?" diye sordu. Amasia başını salladı. "Bağırıp çağırıyor, bir yok olmadı gitti! Evan'a küfredip duruyor!! Ve bana!!"
Yume gülümsedi ve kolunu Amasia'nın omzuna attı. Ağzını kulağına iyice yaklaştırıp "Hey adi yaratık!! Geber artık tamam mı?!" diye bağırdı. Amasia gözlerini sıkıca yummuş, dişlerini sıkmış, kulağı dibinde bağıran Yume'yi omuzlarından ittirip "Öyle çalışmıyor Yume!!" diye kızmıştı. Yume sırtı üzerine devrildi ve bir kahkaha attı. Gülüşü yarıda kesilmiş, iç çekip doğrulmuştu. "Onu öldüren kişi olmayı çok isterdim! Beni hayli kızdırdı!" dedi. Amasia ile göz göze geldiler. Amasia bir anlığına olsa da Yume'nin bakışlarından korkmuştu.
Daniel'in Evan'a doğru yürüdüğünü gören Yume ayağa fırlayıp onun peşinden gitti. Lulu ve Lupi'nin yanına geldiklerinde ikisi de bir adım geri çekildiler. Yume ellerini kafasına atıp "Bu ne be!?" diye bağırdı. Hızla dolanıp başının olduğu tarafa geçti ve "Evan! Ne oldu oğlum sana böyle?!" diye bağırdı. Bir Lupi'ye bir Lulu'ya bakıyor tekrar Evan'a dönüp bu döngüyü devam ettiriyordu. Daniel de öylece donakalmış, arkadaşının bu halini görmek ona ağır gelmişti. Amasia da panik yapmış, zorlansa da ayağa kalkıp oraya doğru yürümeye başlamıştı. "Ne oldu?!" dedi telaşlı ve ağlamaklı bir sesle. Evan'ı hafif doğrultmalarıyla beraber Amasia da acı gerçekle yüz yüze gelmiş, Evan'ın solmuş tenini, çökmüş yanakları yüzünden iyice belirginleşmiş elmacık kemiklerini, kana bulanmış ağzını görmüştü. Onun önüne diz çöküp ellerini yanaklarına attı. Amasia'nın içini her şeyden öte yakan şey ise sevdiği adamın saçlarına bakmak olmuştu. Evan'ın koyu kahverengi saçları aklarla dolmuştu. "Ne oldu ona?!" diye bağırdı Amasia. "Ne oldu?!"
Bilmesine rağmen, "Bilmiyorum ama..." dedi Lupi. "Sanırım Gulyabaniyle mücadele etti!"
Lulu'nun hıçkırıklı ağlaması durmak bilmiyordu. Nefes alıp vermede bile zorluklar yaşadığı için kendini biraz toparlayıp konuşmayı denedi. "Gulyabani yaptı! Gulyabani benim rüyamdayken Evan da vardı. Ona işkence etti!" diyebildi. Amasia'nın gözlerinden yaşlar akıyordu. Yume bile ağlamaya başlamıştı.
"İşkence mi!! Bu işkence için bile çok fazla tamam mı?! Hangi işkence bir insanı bu hale getirir?! Üzerinde ufak ufak çizikler var, onun dışında bir insana saçları beyazlayacak kadar nasıl işkence edilebilir?! Hem ormana gireli kaç saat oldu ki şunun şurasında?! Biz rüya görüyorken neler olmuş böyle!!"
Amasia derince bir nefes çekip sakin kalmaya çalıştı. Ellerini Evan'ın göğsüne koydu. Sevdiği adamın yorgun kalp atışlarını hissedebiliyordu. Gözlerini yumdu ve odaklanmayı denedi. Birkaç saniye sonra teni pembeleşmeye başladı. İçinde muhafaza ettiği dört pembe büyü taşından birini daha kullanıp Evan'ın acısına son vermeyi planlıyordu. Çektiği her nefesle daha da parlaklaşan bedeni son bir parıltı yaydı ve renk ortadan kayboldu. Birkaç saniye sessizlikten sonra hala bayılmadığını fark eden Amasia şaşkın şaşkın "Ne oldu? Yoksa işe yaramadı mı?" diye sordu. Ellerini Evan'ın göğsüne daha da bastırıp "Sanırım başaramadım!! Tekrar deneyeceğim!!" dedi. Daniel onun omzuna dokunmuş, donuk bir sesle "Yapma." demişti. Amasia, Daniel'in ne kast ettiğini anlasa da ona dönüp başını salladı ve "Hayır yapacağım! Sanırım güzel odaklanamadım!! Başarısız bir büyüydü!!" dedi. Daniel, "Değildi Amasia. Hepimiz ışığı gördük." dedi. Amasia onun elini omzundan atmış ve "O zaman neden ayağa kalkmıyor!" diye bağırmıştı.
Evan'ın hafifçe doğrulmasıyla herkes heyecanlandı. Gözlerini açmıştı. İlk söylediği şey "Amasia, sen misin?" olmuştu. Tam karşısında duran birisine bu soruyu sorması çok şüphe uyandırıcıydı. Amasia "Benim hayatım!" dedi içten bir sesle. Evan elini kaldırmış, onun yüzüne ulaşmak istemişti. Havada duran elinin nasıl titrediğini izleyen herkesin kalbi duracak gibi olmuştu. Amasia buna daha fazla dayanamayarak Evan'ın elini yakalayıp yüzüne koydu. Evan diğer elinin baş ve işaret parmağıyla gözlerini ovuşturdu ve birkaç kez açıp kapattı. "Göremiyorum." dedi.
** ** *** ** **
Yeşil Gök Ormanı'nda, daha doğrusu ormandan geriye kalanların ortasında bir süre daha beklediler. Durum değerlendirmesi yapmaları da yaşananlarla yüzleşmeleri de uzun sürmüştü. Kimse kendi gördüğü rüya hakkında konuşmak istemediği için bazı şeyleri de tamamen anlayamıyorlardı. Olaylara kolaylıkla açıklık getirebilecek birkaç insan da sessizliğini koruyordu. Lupi, Evan'ın aslında hepsinin rüyasında olduğunu ve onları izlediğini söylemenin sırası olmadığını düşünüyordu. Bu tutumu izlemesinin ilk sebebi Evan'ın kendisinin de bundan bahsetmek gibi bir girişimde bulunmamasıydı. Kendince de Lupi, o rüyaların hiçbirinden haberdar olmadığı için söylemesi durumunda nasıl sonuçların doğacağını göremiyor, işleri daha da sıkıntılı hale getirmekten korkuyordu.
Evan'ın görme yetisini kaybetmesinin şoku grubu mahvetmişti. Sadece bu da değil, vücudu çok zayıf düşmüştü ve yürüyemiyordu. Kolları ve bacakları ciddi şekilde titriyordu. Yaşlı bir insanın kaşığı elinde tutamaması gibi onun için de bu durum devam ederse kılıç tutmak ve savaşmak imkansız hale gelebilirdi. Herkes onun bu haliyle yıkılmış, devam etme isteklerini tamamen kaybetmişlerdi.
Daniel'in teklifi insanları biraz daha toparlar gibi oldu. Zaten gitmeyi planladıkları Ainhina kasabasının okçuluğunun da önünde meşhur olmuş bir diğer özelliği tıbbi tedavi yöntemleriydi. Yakın bölgelerde göreve gidip yaralandıktan sonra, yaşam umudunu kaybetmiş şekilde ölümü beklerken Ainhina'lı savaşçılar tarafından bulunup tedavi edilen Sınır Kurtları'nın Yuva'ya döndükten sonra sunduğu raporlarda geçen şeyler hafife alınır şekilde değildi. Mucizevi şekilde iyileştiklerini ya da buna benzer bir şeyi daha önce görmediklerini ifade eden insan sayısı hiç de az değildi. Tabii Amasia'nın iyileştirme büyüsü bile fayda vermiyorken kasabada bulacakları şeyin işe yarayacağına dair büyük şüpheler vardı. Ama en azından buna motive olabildiler. Lulu'nun kurtları çok geçmeden onun etrafında toparlanmaya başlamışlardı. Onu yalıyorlar, kendi dillerinde efendilerinin hayatta olduklarına sevindiklerini ifade ediyorlardı. Kurtlara bindiler ve Ainhina'ya, Matroba dağının yanındaki hiçbir krallıkla bağı olmayan kasabaya yol almaya başladılar.
Artık Yeşil Gök Ormanı'nın etrafından dolaşmak zorunda kalmayacakları için, daha doğrusu artık öyle bir orman olmadığı için yolları bir hayli kısalmıştı. Kurtların üzerinde yarım gün kadar yol alırlarsa ulaşacaklarmış gibi duruyordu. Bu yolculuk boyunca kimsenin ağzını bıçak açmadı. Yume dahil. Zaten Evan, Amasia ile aynı kurtta baygın bir şekilde yolculuk ettiği için insanlar neşelenmekte ve kendilerini iyi hissetmekte çok zorlanıyorlardı. Onun iyileşemeyeceği durumda göreve ne olacağının düşüncesi hepsinin aklında dolaşıyor, ayrıca görevi değil öncelikle dostlarını düşünmeleri gerektiği kalplerine daha doğru geliyor, bu iki haşin duygu arasında vicdanları ezilip gidiyordu.
Lulu'nun bir ıslık çalmasıyla kurtlar yavaşladı ve durdu. Uzaklarda iki tane gözcü kulesi görünüyordu. Soldaki gözcü kulesinin arkasında, uzaklarda tepesinden duman çıkan koca bir dağ gözüküyordu; Matroba Dağı. Lulu etrafına dikkatlice baktıktan sonra aradığını buldu. Bomboş araziye dikilmiş irice bir kütük vardı. Kurdunun tüylerini hafifçe çeken Lulu, onu kütüğe doğru sürdü. Oraya ulaştıklarında kuleye doğru bakmaya başladılar. "Neden bekliyoruz?" diye sordu Jakaranda. O sormasa herhalde başka birisi teşebbüs etmeyecekti. "Ainhina'nın giriş prosedürü böyle." dedi Lulu. Çok geçmeden kendilerine doğru gelen bir atlı gördüler. Kırmızı kıyafetlere bürünmüş atlı onların yanına ulaştı ve "Ainhina topraklarına gelme sebebiniz nedir?" diye sordu. Lulu çantasından deri bir paket çıkartmış, bu paketin ipini çözüp içindeki rulo yapılmış bir kağıdı almıştı. Kurdunda ayağa kalkıp kağıdı adama uzattı ve "Kuzey Krallığı'ndan geliyoruz!" dedi. Adam bu kadar küçük bir kızın Sınır'ın bu kadar dışında ne işi olduğunu merak etmiş, ayrıca ekibin başında o varmış gibi davranmasına çok şaşırmıştı. Kağıdı alırken de açarken de şüpheli bakışlarını Lulu'nun üzerinden çekmedi. Adam yazılanları okuduktan sonra sırtından bir ok çıkartıp okun çubuğundaki özel bölmeye kağıdı sardı. Yayını eline alıp kuleye nişan aldı ve oku attı. Okun gitmesi gerektiği yere ulaşıp ulaşmadığını bile kontrol etmedi. Lulu'ya dönüp "Bu kağıdın bir benzerinin bize ulaşıp ulaşmadığını kontrol edeceğiz. Eğer sözünüzde doğru değilseniz öldürüleceksiniz." dedi. Adamın söylediklerine çok kafa yormadılarsa da grup içinde bakışmalar oldu. Lulu derince bir nefes alıp "İşini yap!" dedi. Adam memnun bir şekilde başını salladı. Aradan bir dakika bile geçmemişti ki hemen yanlarındaki kütüğe bir ok saplandı. Adam okun arkasına bağlanmış yeşil ipe baktı ve "Onaylandı!" dedi. Atını döndürüp sürmeye başlamasıyla Lulu da bir ıslık çalmış kurtları adamın peşine takmıştı. Boş arazide yavaş yavaş ilerlediler. Uzaktan küçük gözüken iki kule, yanlarına yaklaştıkça büyüyordu. İkisinin tam ortasından geçerken kuleye mevzilenmiş yirmiye yakın okçuya baktılar ve adamın "öldürüleceksiniz!" demesiyle neyi kast ettiğini anladılar.
Kasaba, kuleleri geçince kendini gösterdi. Sekiz tane devasa kurda binen sekiz tane yabancı, farklı boylardaki ahşap evlerle dolu sokaklardan geçerken fazlaca dikkat çekiyordu. İnsanlar tüm işlerini güçlerini bırakıp onları seyre koyuluyor, özellikle çocuklar hayran bakışlarla onları izliyordu. Kasaba meydanını da geçip bir hayli büyük bir binanın önüne geldiler. Onlara yolu gösteren adam atından atlar gibi indi. Daniel ve Jakaranda da kurtlarından inmişlerdi. Adam ikisiyle de birkaç saniye göz teması kurduktan sonra "Ainhina'ya hoş geldiniz!" dedi.
- arkadaşlar arkadaşlar T^T Evan kör oldu T^T bunu beklemiyordunuz tabii ama gulyabaninin onun zihnini mıncıklayıp durmasının sonucu bu işte T^T Büyünün Pembe Rengi neden işe yaramadı ve Evan'ın rahatsızlığı tam olarak ne diğer bölümde ayrıntılarıyla açıklayacağız T^T şimdilik sadece bunları yazıyorum T^T eğer sorunuz varsa buraya yorumlayın gelsin dostlar..
- herkese iyi okumalar ^^
- YORUM YAPMAYI VE BEĞENMEYİ UNUTMAYIN !!!!