MEDUSANIN ÖLÜ KUMLARI (Kitap...

By Maral_Atmc6

6.8M 623K 1.2M

Elzem Akay'ın sıradan ama güzel bir hayatı vardı. En iyi okullarda okumuş, en güzel oyuncaklara ve kıyafetler... More

KİTAP KAPAĞI VE DUYURU
(1) Mühür ve Kalkan.
(2) Tarot Kartı.
(4) Kalkanlar.
(5) Neredeyiz Biz?
(6) Parazitler.
(7) Akademiye Doğru Yolculuk.
(8) Ben Ve Hizmetçi Olmak Mı?
(9) Kazara Ayin.
(10) Sürpriz Misafir.
(11) Kim Efendi Kim Köle?
(12) Ruhumdaki Mühür.
(13) Zindan ve Ruh.
(14) Kayıp Şaşkın Bir Ruh.
(15) İstenmeyen Öğrenci Olmak Zor.
(16) Saflar Tutuluyor.
(17) Karanlığın Gizlediği Korkular.
(18) Aksilikler Bir Değil Ki!
(19) Buz Festivalinin Korkunç Yüzü.
(20) Meydan Okuma.
(21) Bitmeyen Gece.
(22) Çocuk Kadın.
(23) Küçük Baş Belası.
(24) Evlilik Mi?
(25) Yorgun Düşüyor Gibiyim.
(26) Sürpriz Ziyaretçiler.
(27) Gizli Gerçekler.
(28) İhanet.
(29) Prenses Ari Ve General Karun.
(30) Geçmişe Doğru Yolculuk.
(31) İnfaz.
(32) Oyun İçinde Oyun.
(33) Yolculuk.
(34) Zindanlarda Ki Sır.
(35) Bedenimdeki Azap.
(36) Veda.
(37) Geri Dönmeyeceğim.
(38) Avcılar.
(39) İktidar Yarışları.
(40) Asıl Suçlu Kim?
(41) Zehirli Elmayı Bir Tek Pamuk Prenses Yemezdi.
(42) Kovulmadım, İstifa Ettim!
(43) Ölümsüz Olmak Mı?
(44) Bir Nefes Kadar Yakınındayım.
(45) Küçük Zararsız Yalanlar.
(46) Büyük Sürpriz.
(47) Hayal Kırıklığı.
(48) Ruh Kapanı.
(49) Geçmişin Enkazı.
(50) Aradığımız Masumiyet.
(51) Benim Şarkım.
(52) Sessiz Çığlıklar.
(53) Bazı Günahların Affı Olmuyordu.
(54) Medusanın Kızı.
(55) Kalbim Yasta.
(56) Ninfalar.
(57) Tanrıların Piyonu.
(58) Geldiğin Yere Geri Dön!
(59) Zamanın Ötesinde.
Duyuru
(60) Tanrı Tanımaz Asi.
(61) Büyü Artık!
(62) Bana Anılarımı Geri Ver.
(63) Kendinin Gölgesi.
(64) Küllerinden Doğmak.
(65) Garip Bir Meyve.
(66) Ansızın Gelen Teklif.
(67) Rüyalarda Buluşmak.
(68) Canavar Ve Güzel.
(69) Geleceği Düşlemek. (FİNAL!)
Buraya Toplanınn

(3) Kim Olduğunu Biliyorum.

113K 9.8K 12.6K
By Maral_Atmc6

"Bana meydan okurken iki kez düşün...kabul etme ihtimalim var."

Elzem Akay.

Yirmi dört yıl, konakta geçirdiğim koskoca yirmi dört yıl boyunca kim ne derse desin bir kez bile tehlikede olduğumu hissetmemiştim. Ancak şu son bir haftadır tüm hislerim çıldırmış gibi alarma geçmişken korkmamak elde değildi. En can sıkıcı olan da korktuğum şeyin ne olduğunu bilmemem. Bilinmeyenler insanı her zaman korkuturdu. Kendimi üç gündür çalışma odasına kapatıp işlerle meşgul olmuştum ama bu bile aklımı yersiz korkulardan çekip almıyordu.

Evet, ebe kadını ziyaret ettiğimizden bu yana çalışma odasından hiç çıkmamıştım. Yemeklerimi burada yiyor, arada bir odama geçip banyo yapıyordum. Haftalarca sürecek tüm işleri şu üç günde gece gündüz çalışıp bitirdiğime inanamıyorum. Şirkete çok az gidiyor olabilirim ama yönetim kurulunda ben ve Itır da vardı. Evde sadece kendi işlerimi değil, Itır'a ait olanları da halletmek tam bir işkenceydi.

İhale için gereken evrakların altına imzamı atıp kapının hemen yanında duran adama uzattım. "Hepsini incelediğimi Sıraç'a bildirirsin. Abim haklı rakip firma bizim teklif ettiğimiz meblağı verecek güçte değil. Üstelik son iki yılda kaybettikleri diğer ihaleleri de düşünürsek hiç şansları yok," dedim. Bence fiyatı arttırmamıza gerek yoktu.

"Vaktim olursa yarınki toplantıya katılacağımı bildir lütfen," dedim beni izleyen adama. "Itır'ı bulursan dosyayı ona imzalattıktan sonra herhangi bir sıkıntı kalmaz." En son ebe kadına teşekkür edeceğini söyleyerek arabadan inmişti ama o günden bu yana kayıplardaydı. Daha önce de bunu sık sık yaptığı için telefonuna ulaşamamak artık eskisi gibi beni korkutmuyordu. Kim bilir yine o sorumsuz arkadaşlarıyla hangi eğlencenin peşindeydi.

Sadık abi uzattığım dosyayı alarak kapıya doğru yürüdü. Fakat aklına ne geldiyse eli kapı kolunda kaldı. "Elzem Hanım?" Dışarı çıkmaktan vazgeçip bana doğru döndü. "Siz iyi misiniz?" Benim için endişelendiğini biliyorum. Güvenlik şefi olan Sadık abi uzun yıllardır konakta çalıştığı için bu yaşlı adam çocukluğumu bilirdi.

Elimle masanın karşısındaki koltuğu gösterdim. "Otur lütfen." Ceketini düzeltip karşımdaki koltuğa oturmasını izledim. "Kaç yıldır Akay ailesi için çalışıyorsun?" Kahve gözlerinde geçen yıllar için bir hüzün belirmişti. "Yirmi yıldır efendim." Ben doğduktan dört yıl sonra işe başlamış olmalı.

"Çok uzun bir süre," dediğimde ona çok güveniyordum. Bana ihanet etmeyecek tek kişi olduğunu bildiğim için genelde tüm işlerim için hep ondan yardım isterdim.

"Hatırlıyor musun, ortaokulda bana kafayı takan aptal bir kız grubu vardı?" diyerek güldüm. "Hani çok ileri gidip beni dolaba kilitlemişlerdi ve sen gelip beni bulana kadar saatlerce orada kalmıştım." Hatırlaması uzun sürmemiş gibi yüzünü buruşturarak başını sallayınca güldüm. "O gün bana bir şey söylemiştin. Düşmanını gör, tanı ve doğru zamanda harekete geç." Evet, tam olarak bunları söylemişti.

Başını hızla kaldırdığında ne demek istediğimi anlamış olacak ki yutkundu. "Sizi tehdit eden biri mi var?" Ah bir bilsem.

Parmaklarımı şakaklarıma bastırarak iç çektim. "Bilmiyorum şu bir haftadır aklımın alamayacağı şeyler oluyor ve ben düşmanımın bu sefer kim olduğunu göremiyorum." Bu ortaokuldaki birkaç aptal kız çocuğuna kafa tutmak ve ödeşmek için onları kazan dairesine kilitlemeye benzemiyordu.

"Hissedin." Ellerimi şakaklarımdan çektiğim esnada tebessüm ederek başını salladı. "Düşmanınız onu göremeyeceğiniz bir şekilde iyi gizleniyorsa, gözlerinizle değil hislerinizle hareket edin efendim. Göz yanılır ama hisler asla. Bırakın size yol göstersinler." Ayağa kalkarak bir elini masaya bastırıp bana doğru eğildi. "Ve düşmanınızı bulduğunuzda sakın bunu ona belli etmeyin. Aptalı oynayın, Elzem Hanım," dediğinde her zaman olduğu gibi yine bana akıllıca nasihatler vermeye başlamıştı.

"Size öğrettiğim gibi rakibinizin ölümcül zayıflıklarını bulmadan sakın bir hamlede bulunmayın," dediğinde danışmanlığımı yapması için doğru kişiyi seçtiğimi bir kez daha anladım.

"Unutmayın doğru an ve doğru zamanda harekete geçmek sadece zekilerin yapacağı bir strateji," dediğinde ona gülümsedim. "Gaflete kapılıp o an tüm kartlarını göstermek ise ahmakların. Ve siz kesinlikle ikinci gruba girmiyorsunuz." Tebessüm ettiğimde yaşlı adam bana göz kırpıp kapıya doğru yürüdü. Beni nasıl motive edeceğini iyi biliyordu.

"Otuz yaş daha genç olsaydın sana evlenme teklifiyle gelebilirdim, Sadık abi," diyerek ona takıldım. "Baksana yaş oldu yirmi dört ama hâlâ senin gibi birini bulamadım."

Kapıyı açarken neşeli bir şekilde kahkaha attı. "Aradaki o otuz yaş en büyük kaybım olacak." Kendimi tutamayıp kıkırdadığımda günler sonra beni güldürmenin huzuruyla gitmişti.

Aslında tüm çalışanlara karşı her zaman kırıcı ve kaba değilimdir. Mara büyük bir istisnaydı tabii.

Onu hatırlamak bile kapıda bitmesine neden olmuştu. "Kahveniz," diyerek kapıyı bile tıklatmadan içeri giren kıza ona tersçe bakmaktan kendimi alamadım. "Sana kaç kere içeri girmeden önce izin istemen gerektiğini hatırlatacağım, Mara?" dedim kınarcasına. Onu daha az düşünsem iyi olacak çünkü ne zaman aklıma gelse bir şekilde bu kızı tam karşımda buluyorum. Bununla ilgili çok güzel bir atasözü var ama söylemeye terbiyem müsaade etmiyor.

Her zamanki gibi rahat tavrından ödün vermeden kapıyı kapatarak bana doğru yürüdü. Elinde tuttuğu tepsideki kahve fincanını ve bir dilim revani tatlısını masaya bıraktı. "Sadece kahve istemiştim," diyerek ona baktım. "Kahveyi özellikle senin yapmaman konusunda anneni uyarmıştım."

"Kahveyi annem yaptı ve içine tükürmeme izin vermedi." Kaşlarımı çatarak kahve fincanını ona doğru ittim. "Sana güvenmiyorum kahveni kendin iç," dediğimde masanın karşısındaki koltuğa oturdu. Gerçekten de büyük bir arsızlıkla fincanı alıp kahveyi keyifle içmeye başladı.

Onu kovmayı o kadar çok istiyorum ki. Yerini ve haddini bilmeyen insanlardan nefret ediyorum. Bu evde bir hizmetçiydi ama diğer hizmetçiler gibi kendi işiyle ilgilenmiyordu. Annem onu ısrarla burada tuttuğu için gereksiz bir egoya kapılıp her defasında bana saygısızlık yapıyordu. Annem yüzünden onu kovamayacağımı bildiği için haddini aşıp duruyordu.

Kahveyi höpürdeterek içerken sinsice bana bakıp, "Annem diye söylemiyorum ama çok güzel kahve yapıyor," dedi. Şaka gibi bir şey bu kız!

"Itır'dan bir haber var mı?" Revaniden bir lokma aldığımda tebessüm ettim. "Bu sefer Berna Hanım şekerini tam dozunda koymuş."

Gülerek başını salladı. "Yaparken görmeliydiniz şekeri az koymasını istediğiniz için sizi cimrilikle suçluyordu," dediğinde gülüşüm büyüdü. Her defasında tatlının içine o kadar çok şeker koyuyordu ki, şeker komasına girmekten korktuğum için yiyemiyordum. Bekle! Ben mi istemişim? Ben üç gündür onu hiç görmemişken bunu ondan nasıl isteyebilirim? Son üç gündür hiç aşağıya inmedim çünkü hep çalışma odasındaydım.

"Sen az önce ne dedin? Annenden şekeri az koymasını ben mi istemişi-" demiştim ki, "Sadece kardeşiniz değil Doğa Hanım'da üç gündür evde değil," deyince elimdeki çatal masanın üzerine düştü. Ne demek Doğa'da evde değil? Itır'ın uzun süre sorumsuzca ortadan kaybolmalarına alışkınım ama Doğa öyle değildi. Su içse bile bunu bana bildirirken nasıl üç gündür evde olmaz?

İçimi bir sıkıntı sardığı esnada Mara, "Evet, yok," dedi başını sallayarak. Kahve fincanını masaya bırakıp ayağa kalktı. "Ebe kadını ziyaret ettiğimiz günün gecesinde Itır onu aradı. Doğa Hanım fazla telaşlı olduğu için çantasını bile almadan evden çıktı. Boşuna aramayın telefonu şu anda odasında," dediğinde kaşlarımı çattım.

Itır'a zaten ulaşılmıyordu. Bu ikisinin başına ya bir şey geldi ya da bir işler çeviriyorlardı. Umarım Doğa, aptal kardeşime uyup şu saçma kanıtın peşine onunla düşmemiştir. Mara'ya bakıp, "Bana Resul abiyi çağır," dedim. Yanına birkaç adam alıp ikisini bulmak için harekete geçmeliydi. Umarım gereksiz bir şey yüzünden beni bu kadar çok korkutmuyorlardır.

Mara başını sallayarak tam yeni bir şey söyleyecekti ki, "Munure Akay! Çık dışarıya iblis!" diyen bir ses duyduk. "Bana yaptıklarının hesabını vereceksin!" Tüm konağı öfkesiyle inleten bu ses kardeşime mi aitti? Itır mıydı bu?

Onun sesini duyunca koşarak pencerenin yanına gittim ve açık camdan dışarıya baktım. "Itır?" Evet, gerçekten kardeşim şu anda avludaydı ve yüksek sesle annemi çağırıyordu. Yanında Doğa'da vardı. İkisi de aklını kaçırmış gibi görünüyordu. "Sana dışarı çık dedim cadı!" diyen kardeşim yüzünden canımdan bezdim. Annemin penceresine bakıp bağırarak ne yaptığını sanıyordu?

Üç günlük sessizlikten sonra böyle olaylı bir dönüş tam da ona göreydi. "O neden bağırıyor?"

"Şimdi öğreniriz, Mara."

İkimizde koşarak odadan çıktık. Merdivenleri aceleyle inerken topuklu ayakkabılarım bana zorluk çıkartıyordu. Mara ile evden çıktığımızda konaktaki tüm çalışanlar ve korumaların Itır'ın etrafına toplandığını gördüm. Hepsi de en az benim kadar bu gürültünün sebebini merak ediyordu. Benim gelişimle kalabalık ikiye ayrılınca her adımımla Doğa ve Itır'ın darmadağın halini daha iyi gördüm.

Itır'ın tişörtünün kolu hafif yırtılmıştı ve boynunda kalem ucu gibi ince bir yara vardı. Boynundan beyaz tişörtüne çok az akan kan bile endişeden nefesimi kesmişti. Üstelik Doğa'nın dağılan saçları, yanağındaki el izine benzeyen kızarıklıklar ve pantolonunun dizlerindeki kirler de hafife alınamazdı. "Size ne oldu?" dediğimde konuşmak için sesimi bulamayacak kadar şoke olmuştum.

Bir saldırıya mı uğradılar?

Kim buna cüret edecek kadar aklını kaçırmıştı?

Kardeşimin siyah gözleri öfkeyle harlanırken, "Ne mi oldu?" diye bana bağırarak çatı katının penceresini gösterdi. "O cadı sana ulaşmayayım diye tam üç gün boyunca bizi bir depoda tutuyordu!" Afalladığımı hissettim. "O pislik çukurundan kurtulmam üç günümü aldı!" Duyduklarım karşısında gözlerimi irice açarken tek odaklandığım şey kaçırıldığını söylediği kısımdı. Birileri gerçekten onları kaçırdı mı?

"Itır sen ne söylediğinin farkında mısın?" dediğimde bir anda oluşan sessizliğin sebebi arkamda duyduğum adım sesleriydi. Herkesin yutkunarak korku içinde arkama bakmasının tek sebebi gelen kişinin annem olmasıydı.

Başımı hafifçe çevirdiğimde yanılmamıştım, gerçekten oydu. Adeta süzülerek yürüyen kadın tüm zarafetiyle göz kamaştırıyordu. Rüzgâr bile yokken siyah saçları hareket edercesine uçuşuyordu. Buz gibi simsiyah gözleriyle ve yaşını hiç göstermeyen pürüzsüz teniyle ona hayran olmamak elde değildi. Yerde sürüklenen siyah elbisenin içinde yine çok güzel görünüyordu. Gelip yanımda durunca ruhsuz gözleri Itır'dan başka kimseyi görmüyordu.

"Bana söylemek istediğin bir şey mi var kızım?" dedi soğuk bir sesle. Yüz ifadesi en az bir taş kadar sabitken daha önce kaşlarını çattığını bile görmedim.

"Evet!" Itır etrafındaki çalışanların anneme attığı korku dolu bakışları görünce iyice çıldırdı. "Kesin şunu!" diyerek onlara sesini yükseltti. "Sizin korkularınızla besleniyor bu canavar!" Herkesin içinde anneme bu şekilde davranması beni fazlasıyla kızdırmaya başladı. Çalışanların yanında onu böyle küçük düşüremezdi.

"Asıl sen kes şunu." Yanına giderek kolunu tuttum. "İçeri geçip orada konuşalım." Kolunu sertçe benden kurtarıp geriye çekildi. "Hayır, Elzem!" Kaşlarını çattığında sorun çıkarmaya devam ediyordu. "Sen susacaksın ve ben konuşacağım. Sana bilmen gereken her şeyi anlatacağım!"

"Itır sakinleştiğinde konuşalım."

"Sor hadi!" diye bağırdı. "Ona neden Medusa dediklerini sor bana." Artık eminim kesinlikle şizofrendi çünkü ruh hali sık sık değişiyordu. Ben sormadan pes etmeyeceğini bildiğim için mecburen ona istediğini verdim. "Anneme neden Medusa dediklerini biliyor musun?"

"Çünkü o bir yılan!"

"Itır!"

"Ama öyle Elzem!" Tersçe bana bakarken sinir krizi geçirir gibi titriyordu. "Bak abilerimiz onun yüzünden evden ayrıldılar. Sırf senin için burada kalıyorum ama onun bir deli olduğunu ikimizde biliyoruz," dediğinde gözleriyle adeta bana yalvarıyordu. "Korkuyorum Elzem," diye fısıldadı. "Kendi öz annemden korkuyorum! Gidelim artık bu evden."

"Itır yeter dedim."

"Asıl senin bu aptallığına yeter!" Aklını kaçırmış gibi beni göğsümden sertçe itince az kalsın yere düşüyordum. "Benden bu kadar!" diyerek bana sesini yükseltti. Gözlerimin içine baktı ve "Tarafını seç artık," dedi. "Bu cadı mı yoksa ben mi?" Kimseden çıt çıkmıyordu. Çatık kaşlarla benden seçim yapmamı isteyen kardeşime baktım. Her ikisiyle aynı kanı taşırken annem ve kız kardeşim arasında bir seçim yapmayacağım.

Birini bırakıp diğerini seçmek benim için imkânsız!

Sessizliğimden seçim yapmayacağımı anlamış olmalı ki gözleri dolarak burukça tebessüm etti. "Ben seni seçerdim," diye fısıldadı. Yanaklarından süzülen bir damla yaşı hırsla sildi ve hayal kırıklığı içinde bana baktı. "Ben seni seçerdim, Elzem!" Haykırırcasına bunları söyledikten sonra çevik bir hareketle yanında duran korumanın belindeki silahı aldı. Silahı bana doğrultunca kadın çalışanlar çığlık atıp geriye çekildi. Bana silah mı çekti?

Beni vurmak isteyecek kadar mı gözü dönmüştü?

"Itır Hanım bırakın onu." Adamlarım beni korumak için Itır'a silah çekince ellerim yumruk oldu. "Derhal indirin silahlarınızı!" diyerek onları uyardım fakat indirmediler. Evin asıl hanımı ne Itır'dı ne de annemdi. Yıllardır annem çatı katında insanlardan izole bir hayat yaşıyordu. Itır ise evin yaramaz çocuğu gibiydi. Evi çekip çeviren ben olduğum için onların önceliği beni korumaktı. Bu yüzden benim için Itır'a silah çekmişlerdi.

Tereddüt ederek bana baktıklarını görünce, "Size indirin dedim!" diye bağırdım. Ben sesimi yükseltince hepsi kardeşime doğrulttukları silahı indirdi. Bir öfke nöbeti geçiriyordu çünkü Itır asla bana zarar vermezdi.

Başımı kaldırınca Itır'ın afallayarak elindeki silaha baktığını gördüm. Yüzü bembeyaz olmuşken gözleri irice açılmıştı. "Tanrım bu da ne?" Yutkunarak elinde tuttuğu silaha bakıyordu.

Şoke olmuş gibi silaha bakarken parmağı tetiğe gidince korkuyla, "Elzem çekil!" diye haykırdı. Bana silah doğrultan oydu ama silahı indirmek yerine çekilmemi istiyordu. Ciddi anlamda psikolojik sorunları olmalıydı.

Ellerimi hafifçe yukarı kaldırıp, "Itır hadi onu yere bırak," dedim yumuşak bir sesle. Ona doğru temkinli bir adım attığımda, "Yaklaşma Elzem!" diye çığlık atarak dişlerini sıktı. Sanki bir şeye karşı büyük bir savaş veriyormuş gibi yüzü sarardı, titremeye başladı. Neler oluyor?

Bağırarak silahı tutan kolunu biraz aşağıya indirmişti ki, aniden iki eliyle silahı kavrayıp kalbime doğrulttu. Dehşete kapıldı. Gözlerini irice açarak, "Hayır, hayır, hayır!" diye haykırdı. "Bana bunu yaptıramazsın!"

Ağlamaya başladığında kafasını çevirmeye çalıştı ama sanki felç geçirmiş gibi hiç hareket edemiyordu. "Elzem çekil!" diye hıçkırdı gözyaşları içinde. "Sana yalvarıyorum çekil!" Sanki elinde silah tutan o değilmiş gibi beni korumak istercesine bakıyordu. Hayır, bu normal bir tepki değildi. Itır'ın çaresiz gözyaşları kontrolü dışında o silahı tutuyormuş gibiydi.

Yolunda gitmeyen bir şeyler vardı.

"Itır bak-" demiştim ki yalvarırcasına başını iki yana salladı. "Affet," diye fısıldadıktan sonra parmağı tetiğe hafif baskı uygulayınca, "Vurun beni!" diye korumalara bağırdı. Doğa hıçkırarak onun bu değişken haline bakarken, Mara şoke olarak solgun bir yüzle onu izliyordu. Benim ise şu anda hissettiklerimin bir tarifi olamazdı.

Itır korumalara bakıp kaşlarını çatarak, "Size vurun beni dedim!" diye bağırdı. "Eğer Elzem'e ateş edersem Tanrı şahidimdir ki sıradaki siz olursunuz!"

Korumalar şaşkınlık içinde birbirine bakarken biri silahına davranmıştı ki, "Aklından bile geçirme!" diye onu uyardım. Kafası iyice karışan adam parmağını tetikten hemen çekti. Ben hayattayken kimse onu incitemezdi.

"Ka-karışma!" Terlemeye başladığında dişlerini sıkmaktan çenesi seğiriyordu. "Sadece bir kez olsun beni dinle ve çekil Elzem," diye hıçkırdı. Sanki tüm gücüyle kendisine direniyormuş gibi kolunu yere indirmeye çalışıyordu. Kardeşime neler oluyordu?

"Ayakkabılarını çıkar Elzem ve sakın göreceklerin karşısında çığlık atma."

Kulağımın çok yakınında bir fısıltı duydum. Sesin kimden geldiğini sorgulamayacak kadar Itır'ın yaptığı şeyin etkisindeydim. Kardeşim delirmiş gibi davranıp bana silah çekerken gerçekten ayakkabılarımın derdine düştüm. Önce sağ ayağım onu rahatsız eden sivri topuklulardan kurtuldu, daha sonra ise sol ayağım. Çıplak ayaklarım güneşin kavurduğu sıcak toprakla buluştu.

Vücudumu saran huzurdan daha çok burnuma gelen ürpertici koku dikkatimi çekti. Başımı hafifçe kaldırdığımda gördüğüm kan dondurucu manzaraya inanamadım. Avazım çıktığı kadar bağıracağım esnada sanki bir el dudaklarımı kapatmış gibi çığlığım boğazımı yaktı. Biri benim bağırmamı istemediği için ilk birkaç saniye ağzımı kapatmıştı. Dudaklarımdaki engel kalkınca sertçe yutkundum. Gördüklerim karşısında gözlerim yuvalarından fırlayacakmış gibi büyüdü. Bu da neydi?

Titreyen ellimi zorlukla hareket ettirdim ve kendi sesimi kısmak için dudaklarımı kapattım. Bağıramam, Itır gibi benim de delirdiğimi düşünürlerdi, değil mi? Kahretsin, bu gördüğüm delilik değil de neydi!

Aklımı kaçırıyorum, evet, gerçekten delirmiş olmalıyım!

Ellerimi sıkıca dudaklarıma bastırırken burnumdan aldığım hızlı soluklar nefes almamı güçleştiriyordu. Gördüklerim karşısında çığlık çığlığa bağırıp kaçma isteğim sadece istemekle kalıyordu. Hani yapabilsem gerçekten tam şu anda arkama bile bakmadan kaçıp gideceğim. Ama olmuyor! Ayaklarım yere mıhlanmış gibi olduğum yerden bir adım dahi kıpırdayamıyorum.

Bir sis bulutu görüyorum. Evet, gerçekten Itır'ın etrafını saran zifiri karanlık bir sis bulutu görüyordum. Hayır, öyle bildiğimiz gibi normal bir sis bulutu değildi, aksine sanki şekil almış gibi Itır'ın etrafını sarmıştı. Her iki yanından uzanan kıskaçları Itır'ın ellerini sıkıca kavramıştı ve silahı bana doğrultuyordu. Aman Tanrım, Itır aslında çıldırmamıştı çünkü kardeşim beni vurmamak için bu şeyle mücadele ediyordu! Kahretsin, bütün bunlar gerçek mi?

Eğer şu anda yatağımda rüya görmüyorsam bunlar gerçekti!

"Karanlığın sürgün ruhları ölümün isyankâr kölesini size sunuyorum. Karanlığın sürgün ruhları ölümün isyankâr kölesini size sunuyorum." Sürekli aynı şeyleri tekrarlayan bir fısıltı duydum. Ayakkabıları çıkartınca garip şeyler görmeye ve duymaya başlamıştım.

Transa girmiş gibi hızlı hızlı nefesler alırken sesin nereden geldiğini bulmaya çalıştım. Gözlerim sırasıyla buradaki herkesin üzerinde gezinmeye başladı. Aradığım korkunç fısıltının sahibini bulmuş gibi bakışlarım tek bir kişide durunca yutkundum. Annem mi?

"Hissedin. Düşmanınızı göremiyorsanız onu hissedin." Tam olarak hatırlamasam da aniden Sadık abinin sözleri aklıma geldi. Aradığım düşman aslında en başından beri dibimde miydi? Üstelik annemin buz gibi karanlık gözleri Itır'ın üzerindeydi. Gözlerini dahi kırpmadan ona bakıyordu.

Sürekli dudaklarını kıpırdatması korkudan aklımı kaçırmama neden olacaktı. Beynimin bir tarafı gerçekleri tüm acımasızlığıyla önüme sererken diğer tarafı hayır diyordu. Bütün bunlar gerçek olamaz diyordu. Kendi içimde ikiye bölünüp çelişkiye düşmüştüm. Duyduğum kan dondurucu fısıltıyı inkâr edebilirim, annemin sürekli dudaklarını kıpırdatmasını da başka bir şeye yorabilirdim. Ancak Itır'ın etrafını saran bu dehşet verici simsiyah sis bulutu hiçbir inkara yer vermiyordu!

Gerçekti! Kahretsin, şu anda gördüğüm bu şey gerçekti ve ben bunu gerçekten yaşıyordum.

Duyduğum bu fısıltıları benden başka kimsenin duyduğunu sanmıyorum. Fısıltı çoğaldıkça sis bulutu daha çok güçleniyor, gittikçe daha çok büyüyordu. Itır daha fazla direnemiyor olacak ki, "Ta-tamam..." diyerek ağlayıp yalvarmaya başladı. "Sen kazandın tek bir kelime etmeyeceğim ama Elzem'e dokunma!"

"Hayır!" Bir saniye bile düşünmeden ona doğru atıldım. O Itır'dı ve bugüne kadar kimsenin karşısında zayıflık göstermemişti. Kardeşimin benim yüzümden anneme boyun eğmesine asla izin vermem!

Evet, annem bunu yapıyordu! Nasıl yapıyor ya da bu nasıl mümkün olur, bilmiyorum ama artık sebebinin annem olduğunu biliyorum! Şimdi yapacağım şey için daha sonra şoka girip kendimi bir tımarhaneye kapatabilirim. Lakin şimdi önceliğim sadece kardeşimdi!

Itır'ın karşısında durduğumda deli gibi korksam da ellerimi uzatıp kardeşimin ellerini saran kıskaçları kavradım. Kahretsin, bu şeye dokunabiliyorum! Ona dokunduğum an ateşe dokunmuşum gibi avuç içlerim yanmaya başladı. Canım yandığı için bağırmamak için dudaklarımı sımsıkı birbirine bastırdım. Elimi yakan şeyi Itır'dan çekmeye çalıştım ama o kadar güçlü ve yakıcıydı ki ona karşı hiç şansım yoktu. Bu neydi böyle?

Parmaklarımın arasında cızırtılı dumanlar çıkmaya başlamıştı. Avuç içimdeki yanan derinin isli kokusu midemi bulandırıyordu. Kızgın ateş derimi yakıp gözeneklerimi kül ediyordu. Gözlerime akın eden yaşlarla acıma meydan okudum. "Gel-geldiğin cehenneme geri git!" Dişlerimin arasında sessizce konuşup tırnaklarımı onun ateşten kıskaçlarına geçirdim. Ben şu anda bunu gerçekten yaşıyorum!

Canım yandıkça öfkem büyüyordu. Nefes alışlarım hızlandıkça hızlanıyor ve vücudum histeri krizleriyle sarsılıyordu. Tarifi olmayan bu koku tüm uzuvlarımı uyuşturacak bir şiddetle artınca kokudan kaçmak yerine onu içime çektim. Burnumdan, ağzımdan hatta kulaklarımdan sızan kokuyu içime çektim. Onu emdikçe Itır'ın etrafını saran sis bulutunun bana doğru çekildiğini gördüm. Pekâlâ, bu iğrençti.

Hayır, direnmedim. Acıdan kıvranırken gittiği yere kadar dayanıp hepsini kendi içime çekmeye çalıştım. Ellerimden parmaklarıma, oradan da bileklerime işleyen siyah dumanı görüyordum. Nabız gibi damarlar tıpkı sarmaşıklar gibi bölünerek kollarıma doğru hızla uzandı. Damarlarımın içine sızdığı için beyaz tenim onları gizleyemiyordu. Kollarımdaki damarlar belirginleşerek siyah rengini almaya başlamıştı. Ağzımdan içime doluşan siyah sis bulutunun neredeyse hepsini içime çektim.

Şu anda neyi nasıl yaptığım hakkında en küçük bir fikrim yok.

Zifiri sis bulutu küçülüp şeffaflaştığında bile durmadım. Son demine kadar hepsini soluyarak kendi içime çektim. Nefes alamayacak hale gelmiştim. Tıka basa dumanla dolmuştum. Boğulduğumu hissederken bile o şey tamamen yok olana kadar her parçasını içime hapsettim. Geri çıkmasından korktuğum için dudaklarımı sımsıkı birbirine bastırdım. Bunu yaptığıma inanamıyorum. Bunu gerçekten yapmıştım.

Itır özgür kaldığı için önce silahı tutan elleri gevşedi, sonra da parmakları arasındaki silah gürültüyle aramıza düştü. Birkaç adım yerinde sendeleyince onunla aynı anda dizlerimizin üzerine düştük. Daha fazla kendimi tutamayıp ellerimi yere bastırarak kusmaya başladım. Asıl şaşırtıcı olan ise kustuğum şey yediğim yemekler değildi. Çamura benzeyen simsiyah balçık gibi bir şey kusuyordum.

Öğürerek ağız dolusu kusarken kustuğum siyah yapışkan sıvının sonu gelmiyordu. Kustuğum balçığı yere çıkardıkça yerde hareket ediyordu. Dizlerime doğru hareket ediyordu. Kısa süre sonra kardeşimle kustuğum şeyin içinde olduğumuzu gördüm. Evet, her ikimizi içine alacak kadar çok balçık kusmuştum. İçimden tamamen çıktığına emin olunca elimin tersiyle dudaklarıma bulaşan şeyi sildim.

Kendime not: Bilmediğin şeyi içine çekme yoksa balçık kusabilirsin.

İkinci not: Buradan çıkar çıkmaz hemen hastaneye gidip mideni yıkat!

Elime bakınca ellerimde hiçbir şey olmadığını gördüm. Avuç içlerimde yanık izleri görmeyi beklerken herhangi bir yara bulamadım. Ellerimi ters çevirip baktım. Az önce dudaklarımdan sildiğim o gömük gibi şeyden hiç yoktu. Başımı eğdiğimde ise Itır ve benim içinde oturduğumuz yapışkan gölcüğün hiç olmadığını gördüm. Burada neler oluyor, bilmiyorum ama az önce yaşadıklarımı sadece benim gördüğümü hissediyorum.

Itır yorgunca, "El-Elzem..." dedi ama devamını getiremedi. Başı zemine çarpınca gözlerini yumdu.

"Itır!" diye bağıran Doğa ona doğru koşarken yavaşça ayağa kalktım. Itır'ı bile orada bırakacak kadar kendimden geçmiştim. Az önce ne yaşadığımı biri bana açıklayabilir mi?

Konağa doğru attığım her adım fazla yorgun ve tükenmişti. Buradaki herkesin şaşkın bakışları eşliğinde adım attıkça dizlerim bükülüyor, yere yığılmamak için kendimi zor tutuyordum. Kimse benim az önce yaşadıklarımı görmemişti. Bilmediğim bir şeyi emerek içime çekmiş daha sonra kusarak geri çıkarmıştım. Bu her gün yaptığım bir şey olmadığı için şoke olmuştum.

Annemin karşısında durduğumda siyah, ruhsuz gözleri bana az önce yaptığım şeyi çok iyi gördüğünü hissettirdi. Her şeyi görmüş gibi bakıyordu. Buna şaşırmamış görünüyordu. Sanki böyle bir şeyi yapmam benden beklediği bir hareketti. Aramızdaki son adımı da kapatıp ona doğru uzandım ve dudaklarımı kulağının çok yakınına getirdim. Yanağım yanağına sürtünürken dudaklarımı kulağına yaklaştırdım. "Kim olduğunu biliyorum!" dedim kısık bir sesle.

Tüm vücudu kaskatı kesilirken hızlı ve yorgun nefeslerim kulağına çarpıyordu. "Ama sen benim kim olduğumu henüz bilmiyorsun." Başımı geriye çekip soğuk gözlerinin en derinine korkusuzca baktım. "Bana meydan okurken iki kez düşün... Kabul etme ihtimalim var." Sertçe yutkundu.

Anne kız karşı karşıya dururken bir adım bile geri atmadım. "Oyun mu oynamak istiyorsun, Medusa?" dedim alay ederek. "Kabul ediyorum, ben varım!" dediğimde belki de ilk kez onun insani bir tepki gösterdiğine şahit oldum. Kaşlarını çatmıştı.

Ve bende bir ilk yapıp ona anne demek yerine Medusa demiştim. Sanki ait olduğu tek isim buymuş gibi.

Yanından geçerek birkaç adım atmıştım ki daha fazla dayanamayan biçare vücudum hızla yeri boyladı. "Elzem Hanım!" Mara'nın bana doğru koştuğunu hayal meyal görmüştüm.

Bugün olanların bir açıklaması olmalıydı.

***

"Elzem Hanım, lütfen artık uyanın. Abiniz sürekli aradığı için evdekiler onu daha fazla oyalayamaz." Bu tanıdık sesle kendimi zorlayarak gözlerimi açmaya çalıştım. Birkaç denemenin ardından nihayet gözlerimi tamamen açmayı başardım.

"Su..." Boğazımda dayanılmaz bir kuruluk vardı. Mara koşarak masanın üzerindeki sürahiden bir bardak su doldurup yanıma geldi. Kendimi zorlayarak yatakta oturduğumda uzattığı bardağı alarak hepsini bir dikişte içtim.

İçimdeki yangını söndürmek ister gibi boş bardağı ona uzatıp, "Bir daha," dedim. Benim için tekrar su getirdiğinde ikinci bardağı da içince rahatladığımı hissettim.

"Ne oldu bana?" Sırtımı yatak başlığına yaslarken çok yorgun ve hasta hissediyordum. Bedenimdeki tüm enerji çekilmiş gibiydi.

Mara endişeyle bana bakıyordu. Her zaman onu birileri için endişelenirken göremezdik. "Kardeşinizin yaptığı o aptalca olaydan sonra bayıldınız." Yanıma gelip yatağımın kenarına oturdu. "Pazartesi'den beri ikinizde uyuyorsunuz." O olay pazartesi günü olmuştu, yani ikimizde o günden beri uyuyorsak bugün günlerden neydi?

"Bugün salı mı?"

"Hayır, bugün çarşamba efendim," deyince afalladım. Gözlerimi irice açtığımda iki gün boyunca uyuduğumu bilmenin şokunu yaşıyordum. Geceleri bile neredeyse birkaç saat zor uyuyan ben, iki güne yakın bir süreyi uykuda mı geçirmiştim?

Bekle! Ben o gün orada neler yaşamıştım öyle?

Aklıma gelen tüm o korkunç sahneleri tekrar hatırlayınca yataktan aceleyle çıktım. "Ne yapıyorsunuz? Bir süre daha dinlenmelisiniz," diyen kızı dinlemeden üzerimdeki gecelikle koşarak odadan çıktım. Diğer odanın kapısı açılınca tıpkı benim gibi Itır'da geceliğiyle dışarı fırladı. "Itır?" Ona doğru koştuğumda gözleri dolarak, "Elzem!" diye fısıldayıp bana doğru koştu. O da yeni uyanmış gibiydi.

Ona sımsıkı sarıldığımda kollarını bana sarıp üzgün bir sesle, "Affet Elzem," diye fısıldadı. "Be-ben asla sana zarar vermek istemedim." Bunu bildiğim için ona kızgın değilim fakat Itır susacak gibi değildi. "Bana inanmayacaksın ama orada kontrolümü ele geçiren bir şeyler vardı. Ben o silahı almak istememiştim ki."

Yüzünü avuçlarımın arasına alarak bana bakmasını sağladım. "Eşyalarını topla hemen şimdi bu evden ayrılıyoruz!" Gördüğüm şeylerden sonra bir dakika bile burada duracak değilim.

Ne gördüğümü bile bilmiyorum ki!

Gözlerini mutlulukla kırpıştırarak bana baktı. "Yani sonunda evden ayrılıyor muyuz?" Sesi bile fazla heyecanlıydı.

"Eşyaları boşver, Itır." Korktuğum için telaşlıydım. "Üzerini değiştirsen yeter. Doğa'yı bul o da bizimle geliyor." Doğa'yı burada bırakamam.

Gözleri ışıldayarak kocaman gülümsedi. "Sonunda be!" diye haykırıp mutlulukla odasına doğru koşunca Mara'ya döndüm. "Sende geliyorsun. Şu anda açıklama yapacak zamanım yok ama inan bana annem seni bu evde tutuyorsa vardır bir çıkarı." Onu da burada bırakamazdım. O kadın her ne planlıyorsa bunun içinde Mara'da vardı. Eğer öyle olmasaydı Mara'yı burada tutmak istemezdi. Bu kızdan nefret ediyor olabilirim ama gördüklerimden sonra onu burada bırakacak kadar da vicdansız değilim.

İtiraz ederek başını iki yana salladı. "Ben bir yere gelemem ailem burada."

Bunun onun için kolay bir karar olmadığını bildiğim için ona karşı anlayışlı olmaya çalıştım. "Önce biz çıkalım bu evden daha sonra onları da aldıracağım." Yumuşak bir sesle onu ikna etmeye çalıştım. "Kimseye tek kelime etmeden aşağıya in ve şu üniformadan kurtul." Onu kızgın bir şekilde bırakıp odama girerek kapıyı kapattım. Bu evden kaçıp gitmeliyiz hem de hemen.

Annem her ne planlıyorsa başarılı olmasına izin vermeyeceğim.

Üzerimdeki gecelikten kurtulunca hemen dolaptan dar paça bir pantolon ve bir tişört giydim. İnce bir yün hırkayı da üzerime geçirdim. Gerçekten hasta olmalıyım ki yazın ortasında bile üşüyordum. Spor ayakkabılarımın bağcıklarını sıkıca bağlarken aklımda olan tek şey bir daha hiç çıplak ayakla gezmemekti. Ayakkabılarımı çıkartana kadar o şeyi görmemiştim. Bu da demek oluyor ki yaşadığım garipliklerin çıplak ayaklarımla bir bağlantısı vardı.

"Daha ne yaşadığımı bile bilmiyorum!" Bir psikoloğa ihtiyacım vardı hatta birden fazla psikoloğa.

Boy aynasından yansımama bakarken gördüğüm manzarayla sinirden güldüm. Sarı saçlarım iki gündür uyuduğum için tıpkı bir hindi gibi kabarmıştı. Gözlerimin yeşili fazla yorgun bakıyor, gözlerimin altındaki şişkinlik ve solgun cildim çok kuru görünüyordu. Belki de ilk kez makyaj yapmadan çantamı alıp dışarı çıktım. Bu evde fazladan harcayacağım bir dakikam bile yoktu. Itır'ın haklı çıktığına hâlâ inanamıyorum.

Konaktan çıktığımda Itır arabamı çoktan getirmişti ve Doğa ile beni bekliyorlardı. "Gidelim hemen," diyen Doğa'ya başımı salladım. O da bir şeyler biliyor olmalı ki en az benim kadar gitmek istiyordu.

"Mara'yı almadan gidemeyiz biraz daha bekleyelim." Tam o esnada koşarak bize doğru gelen kızılı görünce rahat bir nefes aldım. Onu hep üniformayla gördüğüm için üzerindeki beyaz bluzu ve siyah kot pantolonuyla gözlerime ayrı bir güzel görünmüştü.

Nefes nefese yanımıza geldiğinde bana bakıp, "Anneme Merve'ye gidiyorum yalanını söylemek zorunda kaldığım için umarım mantıklı bir açıklamanız vardır," dedi. O kim ya?

"Merve kim?"

"Tanımıyorum ama genelde biz Türk kızlarının kurtarıcısı." Üçümüz gülmeye başladığımızda o da sinirleri bozulmuş gibi kıkırdamıştı.

Arabaya bineceğimiz esnada her ne olduysa dördümüz yan yana dururken başımızı yukarı kaldırdık ve çatı katına baktık. Sanki izlendiğimizi hissetmişiz gibi aynı anda çatı katına bakmamızdan daha garip bir şey varsa o da gerçekten izleniyor olmamızdı. Evet, annem devasa camın önünde durmuş, boş gözlerle sırasıyla bize bakıyordu. Bizi engellemek için herhangi bir şey yapmıyordu çünkü ölü bakışları kaçmanız mümkün değil der gibi bakıyordu.

Mara yutkunarak, "Anneniz diye demiyorum ama çok ürkütücü," dedi.

"Ürkütücü kelimesi onun için az kalır," diyen Doğa irkildi. "Bizi kaçırttı bu tımarhanelik deli. Orada ne kadar çok korktum anlatamam."

"En çok orada senden nefret ettim, Doğa," diyen Itır ters ters yanında duran kıza bakıyordu. "Ben üç gün boyunca bizi kurtarmaya çalışırken sen korkmak dışında hiçbir şey yapmadın!"

"Hepsini konuşacağız ama önce çıkalım şuradan," dedim. Arabaya bindiğimde Itır yanıma ve diğer ikisi de arka koltuğa geçmişti. Anahtarı çevirdiğim halde motordan hiç ses çıkmayınca kaşlarımı çattım. "Neden çalışmıyor?" Birkaç kez daha denedim ama hayır, araba hiç hareket etmiyordu.

Şimdi bozulacak zamanı bulmuştu!

"Itır git kendi arabanı getir," diye ofladım. Hepimiz arabadan indiğimizde garaja doğru koşan Itır'ı beklemeye başladık. Yaklaşık on dakika sonra burnundan soluyarak yanımıza geldi. "Çalışmıyor!" Kaşları çatıktı. "Sadece benim değil garajdaki hiçbir araba çalışmıyor!" Konakta ondan fazla araba vardı, ne demek hiçbiri çalışmıyor?

"Emin misiniz, Itır Hanım?"

"Evet, Mara! Her birinin anahtarı zaten üzerinde. Hepsini denedim ama hiçbiri çalışmıyor." Biz tam konaktan ayrılmaya karar verdiğimizde tüm arabaların arızalanması tesadüf olamazdı, değil mi?

"O yaptı." Doğa'nın fısıltıyla bir yere bakarak konuşması üzerine üçümüz onun bakışlarını takip ettik. Yine hepimiz çatı katının penceresinden bizi izleyen kadına bakıyorduk. Hava kararmaya başlıyordu ve annem dudaklarındaki tehlikeli gülüşüyle bize meydan okuyordu.

Doğa ağlamaklı bir sesle, "Asla gitmemize izin vermeyecek," dediğinde korktuğunu gizleyemiyordu.

"Hemen pes edemeyiz, Doğa." Arabadaki çantamı alarak Mara'ya döndüm. "Bir taksi çağır," dedikten sonra kızlara baktım. "Sizde acele edin. Hadi çıkalım şuradan." Hızlı adımlarla kapıya doğru yürürken Mara aynı zamanda taksi için durağı arıyordu. Öyle ya da böyle çıkacağız buradan.

Dördümüz nefes nefese konaktan çıkmayı başardık. Kaldırımda taksi beklerken Itır rahat bir nefes alıp güldü. "Kurtulduk mu şimdi?" Bu kadar kolay olacağını beklemiyordum ama öyle görünüyor.

"Araba gelene kadar şu kaçırılma olayını anlatsanıza," dedim meraklı bakışlarımı onlara yönelterek. "Sizi neden kaçırdı?" Kaldırıma oturduğumda çok rahatsızdım çünkü pis şeylere temas etmeyi sevmiyorum ve yerler temiz değildi. Ben oturunca kızlar da yanımdaki yerlerini almışlardı.

"Ebe kadın ile konuştum." Itır ayaklarını yola doğru uzatırken iç çekti. "Sizin doğum hikayenizi anlatırken söylediği bir şey dikkatimi çekmişti," dedikten sonra ebe kadının sesini taklit etmeye başladı. "Ben Ragıp Bey'e kötü haberi nasıl vereceğimi düşünürken buz gibi gözlerle aşağıya inen hizmetçi ikisinin yaşadığını söyledi," dediğinde bunu zaten duyduğum için pek şaşırmadım. Bu cümlede ne anladığını öğrenmek için sessizliğimi korudum.

"Bu da demek oluyor ki odada ebe kadın çıktığında Berna Hanım ve annem dışında üçüncü bir kişi daha vardı," dediğinde başımı salladım. Üçüncü kişi bebeklerin yaşadığını söyleyen hizmetçiydi.

"Ebe kadından hizmetçinin adını öğrendim ve yaşadığı yeri Sadık abinin yardımlarıyla buldum." Ne hatırladıysa kaşlarını çattı. "Senin için bana silah çeken tüm o korumaları kovacağım! Bende bu evin hanımıyım!" dediğinde takıldığı gereksiz ayrıntı için doğru bir zaman değildi. Bana silah çektiği an tüm korumalar tarafından ateş hattında kalmıştı. Bunun tek sebebi beni ciddiye alıyor olmalarıydı.

Itır'ın aksine evdekiler otoritemi çiğnemeyeceklerini iyi bilirdi. Itır ise hep sorumluluklarından kaçtığı için orada onu ciddiye almadılar. "Meral Hanım'ın adresini bulunca oraya tek başıma gitmemek için Doğa'yı yanıma aldım."

Tiksinti içinde yüzünü buruşturdu. "Gidip o rezalet pansiyonda yaşlı kadınla görüştük." Gülerek Mara'ya döndü. "İyi ki Doğa yerine seni aramamışım çünkü her yerde papağanlar ve onların tüyleri vardı." Mara'nın şaşılacak derecede rengi atınca kuşlardan gerçekten korktuğunu anladım. Korkmak için o kadar tehlikeli hayvan varken kuşları bulması inanılmaz.

Kırmızı karıncalar daha korkunç bence.

"Kadınla görüşüp oradan çıktık ama fazla uzaklaşmadan bir araba yolumuzu kesti. Gündüz vakti silah zoruyla bizi kaçırıp bir depoya götürdüler. O adiler üç gün boyunca bize ne yemek ne de su verdiler!" Eğer bu kadar sinirli olmasaydı gülebilirdim. Uzun süre açlığa dayanamıyordu.

Geceyi kıskandıran siyah gözlerini tiksinti içinde kıstı. "Tabii inkâr edemem o iğrenç tuvaleti kullanmamıza izin veriyorlardı!" Midemde bir hareketlilik olunca yüzümü buruşturdum. Kirli olan hiçbir şeye kolay kolay temas edemezdim.

Itır, "Zaten tuvalet bahanesiyle adamlardan birini etkisiz hale getirdim. Onlar dönmeden Doğa'yı çözüp kaçtık. Evet, annem yaptı diyorum çünkü biz arabada yarı baygınken kendi aralarındaki konuşmaları duydum."

Mara meraklı bir ifadeyle, "Ne konuşuyorlardı?" diye sordu.

"İçlerinden biri şimdi ne olacak? diye sordu ve arabayı kullanan kişi de, kadın kızların zarar görmemeleri konusunda beni uyardı. Çarşamba gecesine kadar ikisini misafir edip sonra bırakacağız dedi. Ve ben tam uyumak üzereyken ilk konuşan adam, kendi kızı ve gelinini neden kaçırtmak ister ki? dediğini çok iyi duydum," deyince yutkundum. Yani annem gerçekten bu kadar ileri gidip onları kaçırtmıştı, öyle mi? Derinden sarsılırken gözlerimin dolmasına engel olamadım. O bizim annemizdi, bizi korumalıydı.

Dolan gözlerimi gören Doğa üzgünce, "Elzem," deyip burukça tebessüm etti. "Yaşadığın hayal kırıklığını tahmin ediyorum ama o senin annen değil," diyerek beni teselli etmeye çalıştı. Oysaki düşündüğü gibi ağlamayacağım çünkü benim gözlerim hep ıslak bakardı.

Doğa beni teselli etmeye çalışarak koluma dokundu. "Doğduğunuz gece Meral Hanım kıyafet odasında temiz çarşaf arıyormuş," diyerek Itır'ın atladığı detaylara değindi. Evet, annemin odasının içinde tüm kıyafetlerini koymak için gizli bir oda daha vardı.

"Söylediğine göre kıyafet odasında çıktığında Munure Hanım'ı görmüş," diyen Doğa'yı can kulağıyla dinlemeye başladım. "Yerde kucağında ölü bebeğiyle, yani seninle simsiyah bir gölgenin önünde diz çöküyormuş. Meral Hanım tüm konuşmaları kaçırdığını söyledi fakat gölge annenin vücuduna doğru süzülürken bir şeyler söylemiş."

"Annem mi bir şey söylemiş?"

"Hayır, annene doğru süzülen gölgenin söylediklerini duymuş."

"Ne söylemiş?"

Doğa korku içinde irkildi. "Ölümden doğan Kalkan bana kapıyı açacak ama bu yeterli değil. Bedenimi Araftan çıkarmam için benden doğan saf karanlık bir Kalkana ihtiyacım var." Doğa duyduğu sözleri taklit ederek başını salladı. "O gölge tam olarak bunları söyledikten sonra annenin bedeniyle bütünleşmiş." Hayretler içinde ona bakıyordum. Annemin içine bir gölgenin girdiğini mi söylüyordu?

Doğa aklımdan geçenleri tahmin etmiş gibi başını salladı. "Bize anlattığı bunlar. O gece gördükleri karşısında korkan Meral Hanım kimseye tek kelime etmeden terk etmiş." İnanmak istemiyordum hatta eskiden olsa kimse beni böyle bir saçmalığa inandıramazdı. Ancak pazartesi günü yaşadıklarımdan sonra artık doğaüstü şeyler inandığım şeylerin içinde yer alıyordu.

Annem aslında annem değildi, değil mi? O yüzden babam ve abilerim bunu fark edince evden gitmişlerdi. Peki, babam neden bizi böyle birinin yanına bırakıp tek kelime etmemişti? Evet, konaktan ayrılmayan bendim ama gerçekleri bilseydim durum değişebilirdi. Gerçi bizzat o günkü gibi kendi gözlerimle görmeden ona inanır mıydım, bilmiyorum.

"Eğer bütün bunlar doğruysa..." Mara kaskatı olmuş bir halde Itır'a bakıyordu. "Elzem, Munure Hanım'ın kızı çünkü doğumdan sonra o ruh annesinin içine girmiş," diyerek hepimizin gözden kaçırdığı önemli bir detaya değindi.

Itır'a bakıp, "Ama siz o iblisin kızı oluyorsunuz," dedi hepimizin sinirlerini bozarak. "Evet, vücut Munure Hanım'ın vücudu ve baba aynı kişi, yani Ragıp Bey. Fakat bedenin sahibi Munure Hanım olsa da içindeki ruh Munure Hanım'ın değil. Benden doğan saf bir karanlık demiş, yani bir bebek istediğinden bahsetmiş ve sanırım o bebek sizsiniz," dedikten sonra sırıttı. "Kötü haber vermek istemem ama gözünüz aydın turp gibi şeytan bir anneniz oldu." Bu kızın gerçekten çenesinin bir ayarı yoktu!

Itır kaşlarını çatarak ona ters ters baktı. "Ruh önemsiz önemli olan tıpkı Elzem gibi benim de Munure ve Ragıp'ın DNA'larını taşıyor olmam," diyerek Mara'ya çıkıştı. "Beni üvey kardeş konumuna sokarsan seni Medusa ile bu evde bırakırım!"

"Dedi: sözde öz kardeşine silah çeken kişi."

"Elzem ben bu kızı çok temiz döverim!"

"Aslında konusu açılmışken..." Doğa benim yanımdan kalkıp ikisi kavga etmesin diye aralarına oturdu. "Itır sen harbiden ablana silah çektin ya?"

"O iş öyle değil işte." Mini eteğinin tülleriyle oynarken bakışlarını kaçırdı. "Biliyorum bana inanmayacaksınız ama onu ben yapmıyordum," diyerek itiraf etti. "Kulağa saçma geliyor ancak sanki bir şeyler kontrolümü ele geçirmiş gibiydi."

"Gerçekten de kulağa çok saçma geliyor," dedi Mara. "Neden acaba? Yalan olduğu için olabilir mi?"

"Elzem bak cidden kendimi zor tutuyorum," diyen agresif kardeşim her an Mara'yı pataklayabilirdi. "Bu hizmetçiyi sustur!" diyerek bana sesini yükseltti. "Yoksa çenesini on farklı yerden kırarak bunu ben yaparım!"

"Mara kes sesini çünkü en son birinin uzuvlarını kırmaktan bahsettiğinde bunu gerçekten yapmıştı," diye homurdandım. "O şanslı kişi üç ay boyunca kırık bir kolla gezdi."

"O şanslı kişi siz değil miydiniz? Yanılmıyorsam iki yıl önceydi, Elzem Hanım."

"Bu hatırlatma için sana teşekkür etmeyeceğim!"

Hatırladıklarımla kolumu kırdığı için Itır'a tersçe bakarken, Itır bunu bana hatırlattığı için aynı ifadeyle Mara'ya ve Mara ise kaşlarını çatarak Doğa'ya bakıyordu. Doğa kafası karışık bir şekilde, "Sen şimdi bana niye öyle bakıyorsun?" deyince Mara omuz silkerek güldü. "Bilmen öfke zincirini bozmayayım dedim." Doğa kahkaha atmaya başlayınca homurdandım. Şu anda ne yaşadığımızı bilmek istemiyorum.

Bu taksi nerede kalmıştı?

Çoktan akşam oldu ama taksi hâlâ gelmedi. Gökyüzünde gittikçe artan bulutlar yağmur yağacağını gösteriyordu. "Bana silah çeken kişi Itır değildi," dedim. Hepsi alay edercesine gülünce, "Gerçekten o değildi," dedim. "Tamam, oydu ama aslında o değildi." Bu açıklama sanki pek açıklayıcı olmadı.

"Şu klişe cümleyi kullanmaktan nefret ediyorum ama ateşin mi var senin?"

"Gayet iyiyim, Doğa," diyerek alnıma doğru uzattığı elini ittim. "Orada bir ses duydum, biri bana ayakkabılarımı çıkarmamı söylüyordu. Sesin sahibini bilmesem de dediği şeyi yaptım. Ayaklarım yerle temas edince önce bir koku aldım, sonra ise Itır'ın etrafını saran korkunç bir sis bulutu gördüm. Ahtapot kıskacı gibi kolları vardı ve Itır'ı silahı bana doğrultsun diye zorluyordu." Bir solukta anlattığım şeylere Doğa inanmış gibi durmuyordu. Bu konularda benim gibi kanıt görmeden inanmayacak kadar inatçıydı.

Ancak Itır o şeyi görmese de orada ona karşı mücadele verdiğini biliyordu. Bana inandığını kocaman açtığı gözlerinden anlıyordum. Mara ise mavi gözlerini kısmış bir şeyi anlamak istercesine bana bakıyordu. "Nasıl bir şeydi? Bana onu tarif edebilir misiniz?" dediğinde yine dedektifliği üstünde gibiydi.

Başımı salladığım esnada bize doğru gelen taksiyle ayağa kalktım. "Arabada anlatırım." Bize yaklaşıp duran arabayla Itır ön koltuğa binip, "Akçadereye," diyerek Sıraç'ın adresini verdi. Kızlarla arka koltuğa geçince nihayet araba çalışmıştı.

İşte şimdi kelimenin tam anlamıyla ondan kurtulmuştuk.

"Elzem Hanım hadi?" Anlattığım şey Mara'nın ilgisini çektiği için ısrar etti. Itır'da merakla arkaya doğru dönmüştü. "Zifiri siyah bir şeydi," dedim onu tarif ederek. Taksici bizi duyuyor olabilir ama en fazla bir film hakkında konuştuğumuzu düşünürdü. Çünkü anlatacaklarım sadece bir filmin konusu olabilirdi.

"Gözleri, yüzü, ya da cinsiyetine dair bir şey yoktu değil mi?" Mara yine transa girmiş gibi bir şeyleri bilmeye başlamıştı. Gözlerini dahi kırpmadan konuşunca bu beni korkutmadı desem yalan olurdu.

"Sen bunu nereden biliyorsun?"

"Nasıl bildiğimi bilmiyorum ama şu anda bildiklerimi bilmek istemezsiniz, o yüzden lütfen devam edin." Şaka yapmıyorum bu kız gerçekten beni korkutuyordu.

Cama vuran yağmur tanecikleriyle dudaklarımda oluşan tebessüme engel olamadım. Yağmur iyidir. "Itır'ı tutuyordu ama annem dudaklarını hareket ettirdikçe daha çok büyüyüp güçleniyordu. Ona dokundum, sadece dokunmakla kalmadım hepsini içime çektim," dediğimde Mara'nın sertçe yutkunmasıyla bir terslik olduğunu anladım. Yine aklına neler geldi merak bile etmiyorum.

"Aman Tanrım!" Acaba bağırdığının farkında mı? "Siz kara büyüyü emdiniz mi? Bunun ne kadar kötü sonuçları olacağını tahmin edemezsiniz!" Aceleyle ellerimi tutup hırkamın kollarını yukarı sıyırdı ve bileklerime baktı. "Şükürler olsun ki güçlü bir büyü değilmiş." Bileklerime bakıp bunu nasıl anlayabilir ki? Ayrıca ne büyüsü Tanrı aşkına!

"Şimdi beni dinleyin!" Kaşlarını çatarak bileklerimi öyle bir sıkıyordu ki canımı yaktığı için dudaklarımdan firar eden inlemeye engel olamadım. "Kara büyü bozulabilir," diyerek başını hızlıca salladı.

"Kurban verilmeden bozulmayan tek şey lanetlerdir. Kimse büyüyü içine çekemez ama bunu yapan bir ırk var. Emin olun hangi ırk olduklarını bilmek bile istemezsiniz. Onlar doğuştan lanetli olabilir fakat bu yaptığınız onlar için bile çok tehlikeli. Kara büyünün de farklı çeşitleri var ve bunlardan bazıları ölümcüldür." Nedense daha fazlasını bildiğini düşünüyorum. Ancak beni korkutmamak için sadece bilmem gereken yerleri anlatıyor gibiydi.

Yatsı ezanı okunmaya başlayınca araba durdu. Kaşlarımı çatarak şoföre baktım. "Yatsı mı? Yarım saatlik yolu nasıl başardınız da bu kadar uzattınız?" Akşam ezanıyla yola çıkmıştık ama şimdi yatsı olmuştu. Biz konuşmaya daldığımız için bu adamın yolu ne kadar uzattığının farkında değildim.

"Tamam, sorun yok hadi in Elzem," diyen Doğa parayı şoföre uzattı. Arkaya dönen adamın gözlerini görünce sertçe yutkundum. Gözleri simsiyahtı hayır, gerçekten siyahtı. Gözlerinin akı bile siyahtı, bu nasıl mümkün olabilir?

Kahretsin, yine neler oluyor burada!

"Elzem hadi!" Doğa kolumu çekiştirirken yerimde hiç kıpırdamadım. Taksicinin tamamı siyah gözlerine donmuş bir şekilde bakıyordum. Emin değilim ama sanki kızlar yine benim gördüğüm şeyi görmüyordu. Yutkunarak başımı eğip ayaklarıma baktım. Ayakkabılarım ayağımda değildi. Taksiye binince onları çıkarmıştım.

Ayakkabıları çıkartınca ya bir şeyler görüyordum ya da kimsenin alamadığı kokuları soluyordum. Tıpkı şu anda da olduğu gibi. "Ölüm." Hipnoz olmuş gibi taksicinin akı olmayan simsiyah gözlerine bakarken, "Ölüm," diye mırıldandım. "Ruhundaki ölüm kokusu sana ait değil. Kimi öldürdün?"

"Ne saçmalıyor?" diyen Itır'ın sesini çok uzaklarda duyuyordum.

Gözlerimi taksiciden ayırmadan ona bakarken Doğa'nın elini kolumda hissettim. "Elzem yine garip davranıyorsun."

"Ayakkabıları!" Mara'nın sesi telaşlıydı. "Ruhları soluyor giydirin şuna ayakkabılarını!"

"Ne demek ruhları soluyor?"

"Emin değilim Itır Hanım ama ablanız konusunda bazı şüphelerim var. Eğer şüphelerimde haklıysam inanın bana çıplak ayakla olması herkes için büyük tehlike arz ediyor."

Onların ne dediklerini anlamıyorum çünkü onlara odaklanamıyorum. Taksicinin ruhunda soluduğum rahatsız edici kokuların etkisi altına girmiştim. "Bu herif bir psikopat! Polisi arayın derhal!" dedim panikleyerek. "Ruhundaki çığlıkları duymuyor musunuz? Kahretsin çok fazla kişiyi öldürmüş ve kurbanların çoğu çocuk!" Ellerimi kulaklarıma bastırıp çıldırmış gibi, "Durdurun şunu!" diye bağırdım. Tüm bu çığlıklar beni hasta ediyordu!

Taksicinin ruhunda soluduğum katliam ve duyduğum çığlıklar beni çıldırtmaya başlamıştı ki tüm kokular bir anda kesildi. Çığlıklar sustu ve adamın simsiyah gözleri düzeldi. Sanki tüm o söylediklerimi hiç duymamış gibi yüzüme bakıp, "Hanımefendi inmeyi düşünmüyor musunuz?" deyince sertçe yutkundum. Başımı eğip ayaklarımı kontrol ettim. Doğa eğilerek spor ayakkabılarımın bağcıklarını bağlıyordu. Ayakkabıları bana giydirmişti.

Az önce neler oldu?

Doğa'nın beni aşağıya indirmesine izin verdim. Taksici gaza basarak bizden uzaklaşırken kızlar buz gibi bir suratla bana bakıyordu. Hepsi de kaskatı kesilmiş bir haldeydi. "Ben..." Onlara ne diyeceğimi bilmediğim için bakışlarımı kaçırdım. "Bana neler olduğunu bilmiyorum," demiştim ki gördüklerimle donup kaldım. "Yok artık."

Konakta mıyız?

Yağan yağmurda ıslanırken kızlar aynı anda arkasını döndü. Tıpkı benim gibi konağın kapısına bakarken üçü sertçe yutkundu. Başladığımız yere geri dönmüştük. Kaçtığımız evin tam önünde duruyorduk. O adam yatsıya kadar bizi dolandırıp aldığı yere geri bırakmıştı.

"Tuzak," diye mırıldandım. Çift kanatlı kapı iki yandan bizim için açılırken hatırladığım şey nefesimi kesmişti. "Itır o adamlar sizi çarşamba gününe kadar tutacaktı, değil mi?" dedim donup kalırken. "Bu da demek oluyor ki çarşamba için annemin bazı planları var. Ve güzel haber şu ki bugün çarşamba!"

Asla kaçmamıza izin vermeyecekti.
















Ve kızların ortadan kayboldukları bölüme yaklaşmış olduk, hatta yeni bölümde bu yaşanacak.

Elzem nihayet bazı gerçekleri gördü fakat son anda bunları görmesi olacakların karşısında onu koruyamayacak. 

Mara'nın laneti bilgelik fark ettiğiniz gibi. O her şeyi bilmekle lanetlendi. Şimdi diyeceksiniz bu lanet değil ödül ama öyle değil aslında. Elzem ve Mara'nın laneti henüz derin uykusunda tam olarak uyanmadı. Farklı bir boyuta geçmeleriyle sahip oldukları lanetin ne kadar kötü olduğunu göreceksiniz.

Itır ve Doğa'nın sahip oldukları lanet ise şuanda hiç görünmüyor olabilir ama doğru an geldiğinde onları da öğreneceğiz. Peki ne olduklarıyla ilgili tahmini olanlar var mı?

Size gerekirse karşı saflarda yer alacak bir grup bunlar demiştim bunun sebebi taşıdıkları lanetin onları zorlayacakları seçimler.

Peki Elzem'in laneti ne olabilir sizce? Kokuları alması, o bulutu içine çekmesi gibi şeylerin sebebi ne olabilir?

Yeni bölümde görüşmek dileğiyle hepiniz Allah'a emanet olun canlarım.💙

Continue Reading

You'll Also Like

2.1K 678 25
Kahramanmaraşlı olan,mavi köy kasabasında yaşayan,Tarık'in üç arkadaşının şaka yoluyla bir arı fabrikasına kapatmasiyla, mutasyona uğrayan kraliçe ar...
8.2K 576 15
Ben senin annen olurum dedi bu sözü kalbimde ki benim bile unuttuğum yaralarımı sarmıştı ama, tekrar annem gibi gidişi ile o yaralar hiç olmadığı kad...
2.1M 100K 35
Arkeolog olan Ayliz hayatının en büyük hedefini gerçekleştirmek üzere başına neler geleceğini bilmeden Mısır ülkesinde bir piramidin içine girer. He...
1.2K 329 12
Gerçeklerin iki yüzü vardır. Aynı hayatın iki yüzünün olması gibi....