DEMİR BAĞLAR - SİS (tamamland...

By Risu-kun

40.2K 7.4K 12.3K

"Sana hep ağlamamanı söylüyordum ya, hepsini unut gitsin. Neyi fark ettim biliyor musun Ugo? Bu bizi biz yapa... More

Bölüm 1; buradan gidiyoruz Ugo
Bölüm 2; sadece insanlar ağlıyor
Bölüm 3; aramıza hoş geldin küçük adam
Bölüm 4; Kara Çekiç'in ilk günleri
Bölüm 5; masaya bir tabak daha lütfen!
Bölüm 6; adım Ugo, şimdi çekilin başımdan!
Bölüm 7; demire hayat veriyoruz, öyle mi?
Bölüm 8; arada uğra olur mu?
Bölüm 9; cadılar...
Bölüm 10; kibarlığın canımı sıkmaya başladı
Bölüm 11; ama ben yüzünü görmek dahi istemiyorum
Bölüm 12; Cadı Avcıları
Bölüm 13; Çivili Kapı
Bölüm 14; ben bir cadıyım!!
- DUYURU -
Bölüm 15; tüm eğlenceyi kendine saklamayı bırak
Bölüm 16; zaman ne de çabuk geçmiş
Bölüm 17; tamam ateş yok anlaştık
Bölüm 18; Evan geri dönmüş millet!!
Bölüm 19; daha hiçbir şey görmedin!!
Bölüm 20; yemek hazır!
Bölüm 21; bu hikayeyi dinlemek için yeteri kadar bekledik
Bölüm 22; Kum, Sis ve Kor
Bölüm 23; işte bizim ustamız bu!
Bölüm 24; baban son nefeslerini verirken, gülümsüyordu
Bölüm 25; neden!?! neden ölmeme izin vermiyorsun?!
Bölüm 26; ATEŞİN ŞARKISI
Bölüm 27; surat asmam için hiçbir sebep yok!
Bölüm 29; sadece evimi özledim desen de olurdu ihtiyar
Bölüm 30; GODNOSCH
Bölüm 31; yani benim için sıkıntı yok ama...
Bölüm 32; sahi senin adın neydi, Kuzey Kralı?
Bölüm 33; dönmüşsün
Bölüm 34; DEMİRDEN BİR BAĞ
Bölüm 35; aşık bir kıza kimse kafa tutamaz
Bölüm 36; BEYAZ DİYAR
Bölüm 37; böyle bir şey demiştin, değil mi demirci?
Bölüm 38; siz delisiniz
Bölüm 39; üç kişi
Bölüm 40; korkma, ben yanındayım
Bölüm 41; ona kahramanımız diyorsak bu öyle olduğu içindir!
Bölüm 42; KALPLER
Bölüm 43; bize hislerinden bahset!
Bölüm 44; hadi savaşalım!
Bölüm 45; Evan'ın en büyük sırrını anlatayın, olur mu?
Bölüm 46; umut yok, yiyeceğiz!
Bölüm 47; ne kadar da özlemişim be!
Bölüm 48; benimle sıkıntın ne?
Bölüm 49; bir daha da kılıcımı kimseye vermeyeceğim
Bölüm 50; öleceksem de savaşarak öleceğim!
Bölüm 51; demek yine oldu ha..
Bölüm 52; beyaz insan
Bölüm 53; ÖLÜMÜN SEMBOLÜ
Bölüm 54; cam böceklerinin kokusu olmaz!
Bölüm 55; HALA ADIMI SORMADIN? KABALIK EDİYORSUN!
Bölüm 56; ORMANIMA NEDEN GİRDİN?
Bölüm 57; SUS YOKSA DAYANAMAYIP SENİ YOK EDECEĞİM!!
Bölüm 58; SAVAŞMAYACAK MISIN?
Bölüm 59; BİLDİĞİN TEK ŞEY İNSANLARI KÜÇÜK GÖRMEK!!
Bölüm 60; BAK, YİNE YAPTIN!
Bölüm 61; tipim değilsin
Bölüm 62; Ainhina giriş prosedürü
Bölüm 63; ALAZ OTU
Bölüm 64; o benim arkadaşım değil!
Bölüm 65; tekrar ağlamaya başlamayacaksın değil mi?
Bölüm 66; bu kız canını sokakta bulmuş!
Bölüm 67; onun verdiği bir söz var!
Bölüm 68; hayır, bu ölümün borazanı
Bölüm 69; sanırım artık yeni bir hedefleri var!
Bölüm 70; GERÇEK EJDERHA TÖRENİ
Bölüm 71; ne azı ne fazlası
Bölüm 72; eksik bir şey yazmadım değil mi?
Bölüm 73; neden ağladığını biliyorum
Bölüm 74; başaracağını biliyordum Civciv
Bölüm 75; GÖKIRMAK
Bölüm 76; onu sevdiğinin farkına varmayacak!
Bölüm 77; batmışız batacağımız kadar
Bölüm 78; ölmeden önce son bir dileğin var mı?
Bölüm 79; mayıs zambakları gübi gülümsüyorsun
Bölüm 80; benimle dalga geçme!
Bölüm 81; yanılıyorsun, o hala yaşıyor!
Bölüm 82; tüm cadıları da ne demek?!
Bölüm 83; peki o zaman, plan ne?
Bölüm 84; bağlarımız bizi koruyacak!
Bölüm 85; yukarı hep birlikte çıkacağız
Bölüm 86; kusarsanız giysileri batırmayın!
Bölüm 87; eskiden burada yaşıyordum
Bölüm 88; narsist zalimlik
Bölüm 89; öldür beni!!
Bölüm 90; SAÇMALIK!!
Bölüm 91; bugün kimseye merhamet yok!!
Bölüm 92; elimizdeki her şeyle, ödlek
Bölüm 93; sana acının ne olduğunu anlatayım mı?
Bölüm 94; bu benim görevim!
-FİNAL-
** TEŞEKKÜR EDİYORUM **

Bölüm 28; çocuklar gülmeli Evan!

462 82 101
By Risu-kun


Usulca esen rüzgar, binalar arasına bağlanmış iplere asılı gaz lambalarını dans ettiriyordu. Kasabanın karanlığa ve ıssızlığa alışık o sokakları bu gece ışıl ışıldı. Yaşlısından gencine kadın ve erkek herkes sokağa dökülmüştü. Birkaç köşede çalınan huzur verici müzik insanları etrafına kümeleştiriyor, her evin önüne kurulmuş stantlarda pişirilen çeşit çeşit yemekler tebessümlerle birlikte sokaktan geçenlere ikram ediyordu. Buruk bir neşe kaplamıştı her yeri. Sanki her bir nefes ile insanların ciğerlerine dolan hava, oradan duyguları çekip dışarı salıyordu. İnsanlar çok konuşmuyor, çoğu zaman selamlaşmalarını bile sadece birkaç göz hareketi ile geçiştiriyorlardı. Yine de herkesin sokakta olduğu ve gülümsediği hoş bir geceydi.

İki sene önce bu zamanlar, bir cadı bu kasabaya uğramıştı. İnsanların huzur dolu hayatları çok uzak kaldıkları acı denen şeyle mayhoş oluvermişti. Rahatlığa dalıp gitmiş, umursamaz ve bencilce sürüp giden o yaşantılara bıçaklar saplanmış, para ile gelen sahte keyif ateşe verilmiş, geriye küller kalmıştı. İnsanlardan yeri doldurulamayacak şeyleri çalmıştı. Kasabada her sene bu gece ölen akrabalarını anmak adına bir tören gerçekleştirmeye karar vermişlerdi. Bu gece, bu kasabanın katledildiği gecenin yıldönümüydü. İnsanlardaki bu buruk neşenin sebebi buydu. Gülümsüyorlardı çünkü söz vermişlerdi. Ölen tüm sevdikleri adına, onlarla geçen güzel günleri hatırına yaşayacaklardı. Hayatlarına devam edeceklerdi. Yılmadan ve umudu kaybetmeden. Bir gün tekrar buluşacaklarına inanarak. Ölüm ve yaşamın, hasret ve kavuşmanın, huzur ve acının birlikte hissedildiği bir geceydi bu.

Peki ya öfke. Ya pişmanlık. Ve o çığlıklar atarak ağlama isteği. Onlar da buradaydı. Işığın çok vurmadığı karanlık köşelerde kol geziyorlardı. Usulca insanlara yaklaşıp bir oğul ile geçirilmemiş vakitleri fısıldıyor, bir kere olsun "seni seviyorum" denmemiş eşleri anlatıyorlardı. Bir insanın ne kadar aciz ne kadar zayıf ve küçük olduğunu anladıkları geceydi bu.

Evan, elini usulca başına atıp rüzgarın bir oraya bir buraya savurduğu saçlarını düzeltmek yerine biraz daha karıştırdı. Sokakta yüzünde gülümsemesi ile yürüyor ve insanlara selam vere vere ilerlemeye devam ediyordu. Tamak'ın onu görüp seslenmesi ile durdu. Eli ile işaret ediyor ve Evan'ı yanına çağırıyordu. Başı ile onaylayıp kalabalığın içinden yavaş yavaş ilerledi. Sarıldılar. Muhabbetleri Tamak'ın tezgahlardan aldığı lezzetli şeyleri Evan'ın ağzına bir bir tıkıştırması ile bölünüp duruyordu. Sürekli elini Evan'ın koluna atıp sıkıyor ara ara da babacan bir tavırla omzuna hafif bir yumruk atıyordu. Evan artık ailesinin bir parçasıymış gibi sevip önemsediği bu adamın yanında tebessümünün önüne geçemiyor, her hareketiyle havaya yayılan o yoğun merhamet duygusu ona hiç tatmadığı baba sevgisi gibi geliyordu.

Tamak, katlanmış büyük bir kağıt parçasını Evan'a doğru uzattı. Evan merakla gözlerinin içine bakınca "Bu ustan için." dedi. "Bir fener. Demircinin önünde yakabilirsin. Herkes bitirdi sayılır sen de çok geç kalma olur mu? Seni kasaba meydanında istiyorum."

Evan gülümseyerek başını salladı. Feneri aldı ve sokaklardan birine, loş ışığa dalıp kayboldu. Katlanmış feneri açarak incelemeye başladı. Açık renkli kağıdın üzerine koyu bir kalem ile "UGO WALRUS" yazılmıştı. Fenerin altında da karton kısma dört çubuk ile tutturulmuş yapışkan bir topak vardı. Onun yanması ile fenerin içi sıcak hava ile dolacak, böylece de karanlık geceye doğru ışıldayarak yükselip kaybolacaktı. Bu gece için türetilmiş yeni bir gelenek de buydu. Herkes kaybettiği akrabaları için fenerler yakacak ve gökyüzüne bırakacaktı.

Tamak güzel işler yapıyordu. O kadar değişmişti ki, Evan bazen onun çocukluğunun kabuslarından biri olan o Tamak'la aynı kişi olduğunu düşünemiyordu, ki değillerdi de. İnsanlar ölmüş, kurtulanlar yeniden dirilmiş, kasabaları sıcak güzel bir memleket halini almıştı. Acaba Ugo burada olsa o da eskisi gibi gülümsemeye başlar mıydı diye düşünmeden edemiyordu.

Bir anda koluna giren Amasia ile düşüncelerinden sıyrıldı. Sıcak bir hissin vücudunu sarması ile derin bir nefes çekip bıraktı. Tek kelime etmediler. Atmosfer bunu gerektiriyordu. Amasia kendini iyice yaklaştırıp başını Evan'ın omzuna yasladı. Onun kolunu sanki uyurken sarıldığı bir yastıkmışçasına vücuduna bastırıyordu. Tamamen aynı ritme kavuşmuş hayatları gibi yürüyüşleri de birkaç adım sonra senkronize oldu. İki insanı birbirine bağlayan en güçlü bağ hangisidir, hangi bağ kopmaz ve gevşemez olandır bilinmez ama en karmaşık, en adı konulamaz, kalbe en sinsice girip bir sarmaşığın ağacı doladığı gibi sarıp sarmalayan hiç şüphesiz AŞK olmalı diye düşündü Evan. Fenerin bir tüy kadar da olsa elinde oluşturduğu ağırlık, ona bir bakıma cenaze töreni denilebilecek bir seremoniye doğru yol aldıklarını hatırlattı. Zihni o anda, bir gün sevdiği bu kızın da ölümünü görüp görmeyeceğine dair acı dolu bir düşünceye zıplayacaktı ki, kafasına inen sert bir tokat ile afalladı.

"Evan!!"

O an sokakta olup, sevimli çiftin imrendirici yürüyüşünü izleyen tüm insanlar da en az Evan kadar yerlerinden sıçramışlardı. Yume ise aynı patavatsızlıkla Evan'ın diğer koluna girip atmosferi daha ne kadar daha baltalayabileceğini göstermeye çabalarmışçasına yüksek bir sesle konuşmaya devam etti.

"Ne şanslı adamsın var ya!! İki kolunda iki güzel kızla keyif çatıyorsun!! Ohh!!"

Evan önce gözlerini devirip Yume'ye bir bakış attıktan sonra dayanamayıp kıkırdadı. Deli kız.

"Naber Yume?"

"İyidir dostum. Karnımı doyuruyordum sonra sizi böyle görünce peşinize takılayım dedim."

Başını öne eğip Amasia ile göz göze gelmeye çalıştı.

"Kızmadın demi sevimli şey?"

Amasia istifini bozmadı.

"Hiç yapmadığın şey sanki."

Yume günün uyumadığı saatleri hariç tümünde hareket halinde olan bir kızdı. Çabuk sıkılır, sıkıldığında ise ne yapacağı belli olmazdı. Birkaç adım hızlanmış, önlerine geçmiş ve onlara doğru dönüp geri geri yürümeye başlamıştı. Bir yandan da sürekli kasabada yediği yemeklerden, dinlediği şarkılardan ve tanıştığı insanlardan bahsediyordu. Çenesi durmaksızın açılıp kapanıyor, dışarı arka arkaya kelimeler tükürüp duruyordu. Konu bütünlüğünden yoksun mu yoksun bir konuşma faslını daha bitirince, öylece onları izlemeye koyuldu. Sonra gözü Evan'ın elinde tuttuğu fenere ilişince küçük bir çocukmuş gibi merakla ileri atıldı.

"Oooo bu herkesin yaktığı şeylerden dimi? Ver bakayım! Acayip güzel gözüküyorlar yaa. Senin de aldığın iyi olmuş Evan. Ben de istiyordum da satıldıkları yeri bulamadım. Ne bu üzerinde bir şeyler yazıyor. Ustan değil mi oğlum bu senin. Niye üzerine yazdın ki adını?"

Bir anda Evan ve Amasia'nın durması ile o da yerine çivilendi. Başını çevirdiğinde bir demircinin önündeydiler. Bu Yume'nin demirciye ilk gelişiydi. Bir anda yüzünde çok samimi bir gülümseme filizleniverdi. Gözleri, loş ışığın içeri dolduğu dükkanda bir ayrıntıdan diğerine atlayıp duruyordu. Ardından feneri havaya kaldırıp Ugo'nun adının yazılı olduğu kısma tekrar baktı.

"Biliyor musun Evan, kasabanı sevdim. Normalde böyle huzurlu yerler haylazlığımı tetikler ama kendimi çok sakin hissediyorum."

Feneri Evan'a doğru uzattı.

"Hadi al bakalım. Sanırım konuşma falan yapmak istersin."

Evan bir süre durakladıktan sonra başını içeri çevirdi.

"Hey Ugo! Bu tanıştığım en çılgın, en manyak, en yerinde durmaz kız. Kendisi çok değer verdiğim bir dostum olur."

Yume ne olduğunu anlayamamıştı. Evan avuç içi ile kendisine uzatılmış feneri tekrar Yume'ye doğru ittirdi.

"Sen onunla bir konuşma yapmak ister misin Yume?"

Yume şaşırmış bir ifade ile parmak uçlarında yükseldi.

"Harbi mi diyorsun?!"

Evan gülerek başını salladı. Yume heyecanlanmıştı. Yavaşça demirciye doğru döndü. Derin bir nefes aldıktan sonra konuşmasına başlayabildi.

"Hey!"

Başını tekrar Evan'a çevirdi. Amasia ve o gülümseyerek onu seyrediyorlardı.

"Iııııı... Ne desem bilemedim ki şimdi. Adım Yumejuve ama sen kısaca Yume de diyebilirsin. Ejderkol olarak da bilinirim. Şunu özellikle söylemek istiyorum ki ara sıra sizin yerinize Evan'a vurmaya devam ediyorum. Yokluğunuzu aratmamak amacıyla tabi."

Evan'ın kahkahası Yume'nin hoşuna gitmişti. O da biraz kıkırdadıktan sonra devam etti.

"Evan sevdiğim bir dostum. Sizde onun ustası olduğunuzdan sizi de seviyorum. Evan müzedeki heykelinizden daha tontiş olduğunuzu söylüyor, ve göründüğünüzden on kat daha güçlü olduğunuzu. Sınır'dan ötede dize getiremediğiniz yaratığın olmadığını da biliyorum. Siz... Siz..."

Feneri göğsüne doğru bastırmaya başlamıştı. Evan ilk kez Yume'nin gözlerinin dolduğunu görüyordu.

"Siz gerçek bir efsanesiniz."

Elinin tersi ile gözlerini sildikten sonra sesi daha bir neşeli gelmeye başladı.

"Siz süpersiniz ya!! Tam bir manyaksınız var ya!! Dev gibi bir şeysiniz ve acayip güçlü ve çok havalısınız!!"

Attığı çocuksu kahkahanın ardından feneri havaya kaldırıp zıpladı.

"Amasia!! Görüyor musun?! Şu an Ugo ile konuşuyorum!! Şu an cidden Huysuz Çekiç'le konuşuyorum!! Bu çok harika!! Fazla iyi be oğlum!!"

Feneri tekrar göğsüne bastırıp derince iç çekti.

"Sanırım artık feneri yakmam lazım."

Elini beline bağlı küçük çantasının cebine attı. Oradan turuncu bir büyü taşı çıkardığını gören Evan'ın gözleri fal taşı gibi açılıverdi.

"Yume!!"

Bir anda ileri sıçrayıp onu bileğinden yakaladı.

"Ne yapıyorsun?!"

Yume dudaklarını büzüp soruyu anlamsız bulduğunu anlatan bir yüz ifadesi ile Evan'a çıkışmaya kalktı.

"Ne demek ne yapıyorsun bu alttaki küçük topağı yakacaksın işte yoksa uçmaz ki!"

Evan cebinden çıkardığı çakmağı gözüne sokarcasına uzatırken tuttuğu bileği de biraz daha sıktı.

"Bununla yakacaksın!!"

Yume elindeki büyü taşını usulca çantasına geri sokarken çakmağı aldı ve sanki hiçbir şey yaşanmamış gibi tekrar havaya girip demirciye döndü. Ateşin dokunuşuyla anında alevlenen fener gözleri kendine çekiyordu. Yume'nin iki eli arasında tuttuğu şey avuç içlerini ısıttıkça ısıtıyordu. Bu his Yume'nin belki de en aşina olduğu sıcaklıktı. Elini her çantasına atıp turuncu parlayan o büyü taşlarını avuçladığında meydana gelen yakma hissi ve ateş büyüsü kullanmadan hemen önce damarlarında dolaşan o alev, hepsi şu anda tuttuğu basit bir fenerin anımsattığı şeylerdi. Gözleri aleve odaklanmış şekilde öylece beklerken bir anda yerinde sıçrarmış gibi oldu.

"Hey Ugo!!"

Gözleri neredeyse o alev kadar parlıyordu.

"Ben Ejder Kol Yume, Sınır'ın başladığı yerden itibaren öyle bir ateş yakacağım ki insanlar ne senin ne de o Civciv'in babasının adını hatırlamayacak anladın mı?! Tüm o yaratıkları kemiklerine, hatta küllerine kadar yakacağım!! O cadılara büyü nasıl yapılır öğreteceğim!! Heykelim de hikayelerim de seninkinden on kat, ne on katı yüz kat daha havalı olacak!!"

"Dikkat et de o çirkin saçların tutuşmasın velet!!"

Yume, sağ tarafından gelen sese öfkeyle döndü. Daniel'i neşeli gözler ile ona bakarken bulduğunda daha da köpürmüştü. Ağzını açıp bir şeyler diyecekti ki Daniel parmağı ile demirciyi gösterdi.

"Bana bakma. Sana Ugo'nun vereceği cevabı söylüyorum sadece."

Evan da kıkırdayarak Yume'ye yaklaşmıştı. Öksürüğüyle boğazını temizledikten sonra sesini kalınlaştırarak Ugo'yu taklit etmeye çalıştı.

"Sen anca Chibi'nin sigarasını yakarsın!"

Gülüştüler. Fener ellerden ayrılıp göğe doğru yükseldi, ayaklar kasaba meydanının yolunu tuttu. Göçüp gidenlerin hüzün ve neşeyle anıldığı hoş bir geceydi.

Meydan insan doluydu. Ortaya çocuklar konulmuş, yetişkinler onların etrafını sarmıştı. Tüm o küçük eller üzerlerinde ailelerinin isimlerinin yazılı olduğu birer fener tutuyorlardı. Bu çocuklar o kazada tüm yakınlarını kaybedip yetim kalmış çocuklardan başkası değillerdi. Tamak, hemen meydanın bitişiğine kalacakları büyük bir yurt yaptırmıştı. Yemekleri kasabalılar tarafından yapılıyor, giyeceklerinden sağlıklarına kadar da her şeyleriyle ilgileniliyordu. Ama herkesin bildiği bir şey vardı, o da bir insanın yerinin bir başkası ile doldurmanın imkansız oluşuydu. Hiçbir yardım veya sıcaklık, toprak altındaki anneleri veya babalarından gelebilecek kadar güzel olmayacaktı. Minik elleri ile fenerlerini yaktılar. Kasaba meydanından kendi yurtlarına doğru yürüyorlardı. Yume, bu sahnenin boğuculuğuna dayanamayıp çocukların arasına daldı. İçlerinden bir tanesini omuzlarına aldığı gibi havaya kaldırdı. Küçükler bir anda ortalarında buldukları kişiye dikkat kesilmiş, kasabalılarsa şaşkınlık içinde kalmıştı.

"Hey! Bu elinden ateş çıkartan abla!!"

Bir anda hepsinin içi neşe doldu. Küçük kalplerdeki heyecan yüzlerde neşeye dönüştü, cenaze töreni ise sanki bir eğlenceye. Çocuklar ellerindeki ufak fenerleri de düşürmemeye çalışarak bir yandan Yume'nin giysilerini çekiştiriyorlardı.

"Ablaaa!! Hadi yine ateş fırlat!!"

"Ateş topu diyecektin salak!!"

"Aynen abla hadi ateş topu gösterisi yap!!

Yume hızla dizleri üzerine çökünce hepsi sus kesilmişti. Bakışlarını bir bir hepsinin gözlerine değdirdi.

"Bana bakın bakayım!! Bugün büyük gün çocuklar!! Bugün ateş toplarını siz atacaksınız!!"

Hepsi yerlerinde zıplamış gibi olmuşlardı.

"Yapabilir miyiz?"

"Ooooo!!"

"Ateş topu atmak istiyorum!!"

Eli ile başlarını okşadıktan sonra ayağa kalktı. Amasia ile göz göze geldiler. Çocuklara hissettirmeden ona göz kırpıverdi.

"Hadi bakalım küçüklerim benim!! Herkes fenerini kaldırabildiği kadar havaya kaldırsın!! Böyle kollarınız acısa bile kaldırmaya devam edin anladınız mı? Aynen işte böyle. Kaldırın kaldırın kaldırın!! Şimdi!! Bırak!!"

Fenerlerin bırakılması ile tekrar yere çömeldi. Çocuklar nefeslerini tutmuş, pür dikkat göğe yükselen fenerleri seyrediyorlardı. İçlerinden biri sessizliği bozdu.

"Ateş toplarımız seninkiler gibi patlamayacaklar mı abla?"

Yume cevap vermedi. Kendi aralarında konuşmaya devam ediyorlardı.

"Patlamayacaklar tabi, bizimkiler şakacıktan ateş topu."

İçleri yavaş yavaş buruklaşmaya başlamıştı ki büyük bir ışık gök yüzünü kapladı. Patlamayla öyle bir ses çıkmıştı ki herkesin kalbi ağzına gelmiş, elleri kulaklarına gitmişti. Daniel elini refleks olarak kılıcına atıvermiş, Yume bile korkudan yere düşmüştü. Başını bir o yana bir bu yana çevirip duruyordu ki gözleri uçarak çatının birine inen Amasia'yı buluverdi. Uzaktan ona elini sallıyor ve özür dilerim gibi şeyler söylüyordu.

İçinden, "Bu kızın da ayarı yok yemin ediyorum." diye geçirdi.

Birkaç saniyelik ölüm sessizliğinden sonra çocukların sevinç çığlıkları etrafı sarmıştı. Hepsi hoplayıp zıplayıp duruyordu. Kasaba halkı da derin bir nefes aldıktan sonra gülüşmeye başladılar. Tamak elini Evan'ın sırtına vurup sesli bir kahkaha patlattı.

"Ne korktuk ama ha!"

Evan ile gülüştüler.

"Kusura bakma Tamak. Yume delice bir şeyler yapmadan duramaz işte."

"En doğru olanı yaptı bence. Çocuklar gülmeli Evan! En çok onlar gülmeli haksız mıyım?"

Göz göze geldiler. Haklıydı. Sonra bir bir kasaba halkı da meydana daldı ve çocukları omuzlarına almaya başladılar. Herkes kendi çocuklarını da omuzlarına çıkarmıştı. Müzikler tekrar çalınmaya başladı, içecekler doldu. Herkes tekrar muhabbete daldı. Bir ara meydan boşaltıldı ve çiftler dans etmeye kalktı. Evan Amasia ile gözleri üzerinde topluyordu. Daniel, kendini hedefleyen bir takım genç kızın yerine Evan'ın annesini dansa kaldırdı. Yume ise, Chibi'yi kolundan çekiştirip duruyor onu delirtene kadar pes etmiyordu. Lulu, kurtlarını meydanın etrafına konumlandırmış, bir tanesinin sırtından manzarayı seyretmekten öteye gitmiyordu. Gülüştüler, eğlendiler ve gece böyle sürmeye devam etti.

Tamak, etrafın sessizleştiği bir vakit Evan'ı omuzlarından yakalayıp heykelinin altına sürükledi. İnsanların dikkatini bir noktaya toplamak için birkaç yalancı öksürük attı ve "Şimdi de biraz Evan'ı dinleyelim!" diye bağırdı.

Evan kalakalmıştı. Bir yanda Daniel ve Yume ikilisi uzaktan kendi aralarında kıkırdaşarak onun surat ifadesi ile eğleniyor, diğer yanda ise annesi ve Amasia'nın hayranlık dolu bakışları onu daha da geriyordu. Derin bir nefes aldı.

"Güzel bir geceydi değil mi?" dedi. "Hatta harika bir geceydi!"

Derin bir nefes daha aldı. Yüzünde bir gülümseme beliriverdi.

"Biliyor musunuz kasabam ile gurur duyuyorum. Bu yaptıklarınızı düşününce göğsüm kabarıyor ve tüm insanlığın böyle olmasını diliyorum. Bizim gibi..."

Ellerini yumruk yapıp göğsü yanında sıktı ve vücudunu biraz yükseltti.

"...Yenilmez!!"

İnsanların duruşu değişivermişti. Bir kısmı usul usul ellerini nemlenen gözlerine götürmeye başlıyordu.

Biraz kafasını kaşıdı. Böyle zamanlarda ağzından kelimeler çıkıveriyordu. Yüreğinde bir araya gelen duygu parçacıkları top top oluyor, çarpan kalbi onları bir güzel yoğuruyor, kaynayan kanı tüm göğsünü pişirdikçe pişiriyor, ciğerleri çektiği nefesle köpürüyor ve sonra cümleler boğazına geliyor, his kusuyordu.

Elini, gecenin yoğunluğunu daha fazla kaldıramadığı için yanı başında uzanıvermiş mışıl mışıl uyuyan sevimli çocuğun gür saçlarına daldırdı.

"Küçükken, dünyanın ne halde olduğundan bihaberdim. Gerçi o zamanlar bir insan ne yapar onu da bilmiyordum ya!"

Yüzünde acı bir gülümseme parladı ve söndü.

"Bir annenin, bir kardeşin ne olduğunu bilmezdim. Benim için hayat manasız ve boştu. Beni düzeltmek için kafama inen çekiçler kalbime ulaşamıyordu. Sonra bir gece tekrar doğdum. İşler o andan sonra karıştı da durdu zaten. Ustama baba dedim, burnu havada bir serseriye dost, dünyadaki en yalnız kıza da aşk. Bir şey diyeyim mi, bir insanı sevmek aslında çok zor. Sevince önemsiyorsun, ilgili ilgisiz her şeyi. Bir göz yaşı sel oluyor, bir kelime çok fazla manaya geliyor, basit olan her şey karmaşıklaşıyor. Önemseyince korumak istiyorsun, koruyamayınca ise..."

Burnunu çekti. Başını arkaya yatırıp yıldızlarla süslenmiş geceye bir göz gezdirdi.

"Koruyamayınca kaybediyorsun."

Ellerini heykelinin inşa edildiği platforma koydu ve üzerine çıktı. Bacaklarını kendine çekip bağdaş kurarak oturdu.

"Küçükken dünyanın ne halde olduğundan bihaberdim. Şimdi her şeyi çok daha net görebiliyorum. Size bahsetmek istediğim bir şey var. Kuzey Krallığı'nda, Sınır'da genel olarak iki tür görev vardır. Ya çizgiyi geçip sonu gelmez yaratıklarla dolu okyanusa dalarsın ve kimin patron olduğunu akıllarında tutmalarını sağlarsın, ya da geride kalırsın ve Sınır'a yakın kasabaları korursun. İlk kez Sınır Kurdu olduğumda bu savunma görevlerinin manasını anlayamamıştım. Neden tehlikeye bu kadar yakın yerlerde hala insanlar yaşamak zorundaydı ki? Oradaki insanları başka güvenli kasabalara taşıyamaz mıydık?"

Bir süre bekledikten sonra yumruğunu üzerinde oturduğu tahtaya zemine geçirdi.

"Asla!! Eğer bu korkmak manasına geliyorsa, eğer bu insanlık olarak geri adım atmak demek oluyorsa asla!! Sevmek zor, ama her şeyden öte bedelsiz tanımsız bir şey!! Seviyorsan korursun!! Bu topraklar bizim, her ne olursa olsun koruyacak olan da biziz!!"

Nefes nefese kalmıştı ama duramıyordu. Kalbi konuştukça daha da hızlı çarpıyor, o çarptıkça Evan daha da alevleniyordu. Konuştukça alevi kasabalılara saçılıyor, loş geceye isyan edercesine meydanda bir yangın başlıyordu. Kalplerden kalplere sıçrayan bir yangın. Evan, gözlerini kasabalılarda gezdirdi. Gözbebeklerinden yüreklerine ulaşmıştı sanki. Orada bir avuç yaşlı esnaftan, ev kadınlarından, genç birkaç çocuktan fazlası vardı. Bir ordunun karşısında duruyor gibiydi. Her şeyiyle insanlık uğruna yok olmaya hazır bir orduydu bu. Bir saniye bile dönüp arkalarına bakmadan savaşacak, Hibra gibi, son nefesine kadar kılıcını sallayacak yenilmez askerlerdi bunlar.

Onlara bir kısmının da bildiği eski günlerden bahsetmeye başladı. Çok eski günlerden. Ama onların bilmediği şekilde. Cadı Avcıları'ndan bahsetti. İlk cadının öldürüldüğü günden, Kuzey Kralı'nın başlattığı direnişten, sonra Kara Çekiç'ten ve Walrus'lardan, Ugo ve Hibra'dan, onların yaptığı harika şeylerden, Hibra'nın ölümünden ve İris'in Ugo'yu ne hale getirdiğinden, Kor Taşı'ndan ve Amasia'nın çektiklerinden, İris'i öldürüşlerinden, ve şimdiki planlarından, Amasia'yı göstererek cadıların en korkulu rüyası olacağından, Yume'nin ve Daniel'in cesaretlerinden ve güçlerinden, Lulu'nun ve kurtların onlara yol göstereceğinden, kısacası gizli kalması düşünülen, en azından bugüne kadar gizli kalmış her şeyden tek tek bahsetti.

Boğazı ağrımıştı. Nefes alıp verirken gırtlağından geçen hava küçük bir hırıltı bile çıkartıyordu. Binaların tepesinden kendini gösteren güneş gözlerine vurunca elini refleks olarak yüzünün önüne getiriverdi. Ne ara sabah olmuştu? Bu nefes borusundaki acıyı anlaşılır hale getiriyordu. Saatlerdir kesintisiz konuşuyordu. Elini yere koyup halsizleşmiş bedenini doğrulttu ve ayağa kalktı. Güneşi artık göğsünde hissediyordu. Kasaba halkı da onunla birlikte ayaklanmıştı. Parlayan yüzüne bakıyor ve ağzından çıkacak bir sonraki kelimeyi bekliyorlardı.

"Şunu bilin ki Sınır'ın ötesinde yalnız savaşmıyor olacağız. Burada geçirdiğimiz her dakika, sevdiğimiz her bir insan kılıcımızı sallarken bizimle beraber orada olacak. Bu kez bu işe bir son getirecek adımları atıyoruz. Bu anlattıklarımı yayın. Her insanoğlunun bu adımlardan haberi olmalı. Kalplerimizde savaşma arzusu sönerse bir araya gelmemiz gerektiğinde bunu nasıl başarırız? Büyük bir savaş daha vermemiz gerektiğinde kendimizde o gücü nasıl buluruz? Tüm kasabalar, tüm diğer krallıklar da burası gibi olmalı. Yenilmez olmalı!"

Platformdan aşağıya atlaması ile herkes Evan'ın üzerine koşmaya başlamıştı. Yumruklarını havaya kaldırıyor ve bağırıyorlardı. Günün ışıkları dün geceden çok farklı olan o insanlar üzerine doğuyordu. Lulu ve kurtları çatılarda birbiri ardına uluyor, uyuyakalan tüm çocuklar büyük bir sıçrama ile uyanıyor ve daha gözlerini açamadan tekrar omuzlar üzerine alınıyorlardı.

Evan annesi ile göz göze geldi. Gurur dolu nemli gözlerle onu izliyordu. Amasia da hemen yanındaydı ve heyecan doluydu. Yume ve Lulu kendilerini kalabalığın arasına atmış, herkes gibi yumruklarını havaya kaldırıp bağırıyorlardı. Daniel ortadan kaybolmuş gibiydi, bir süre arasa da onu bulamadı.

Tam o anda birinin kolunu sertçe yakalayıp çekmesi ile irkildi. Chibi'nin her zamankinden on kat daha sert suratı ile yüz yüzeydi. Kolunu hala sıkmaya devam ediyordu ve bırakmaya da niyeti yok gibiydi. Kalın ve yorgun bir ses tonuyla fısıldadı.

"Bu şekilde bir yol seçmek istediğinden emin misin velet?"

Evan elini onun omzuna koydu ve gülümsedi.

"Eminim ihtiyar. Hem de hiç olmadığım kadar."





- Ve kasabamızdaki son bölümün sonuna geldik ^^

- Evan Kuzey Kralı'nın aksine tüm gerçekleri tüm açıklığıyla yaymayı tercih etti ^^ bakalım bunun sonuçları ne olacak ^^ Bakalım insanlığın ve Kuzey Kralı'nın bu olaya tepkisi ne olacak ^^

- Herkese iyi okumalar ^^

- BEĞENMEYİ VE İYİ VEYA KÖTÜ OLSUN YORUMUNUZU YAPMAYI UNUTMAYIN !!!

Continue Reading

You'll Also Like

FENİKS By butterflyzyf

Mystery / Thriller

5K 286 10
"Merhaba! Ben çağla, hayatı bir doğum günü gecesi durmuş, 19 yaşında bir kız. Hayatının çoğu bölümünde sevgisizlikle savaşan, hayatını güzelleştirmey...
8K 521 18
Bir buçuk yıl önce Brian Russell, Sarah Wells'i kısacık bir mesajla terk etmişti. Şimdiyse Brian geri döndü. Ve Sarah'nın hatırladığından çok daha at...
1.3K 382 8
"Bu kitap ailesi tarafından sevilmeyen, ölmek için her gün dua eden bana, çocuklara gelsin..." Herkes biliyordu neyin ne olduğunu, kimin kim olduğunu...
1.4K 236 6
Hasta olduğu söylenen genç kıza koruma olarak alınan delikanlı birden kendini tuhaf olayların içinde buluverir. Evin ve genç kızın gizemini çözmeye ç...