Kath'in önünde dikilmiş ona bakan Nelson ve ona bir şeyler anlatan Kath. Her zaman böyle uyumlu görünürlerdi.
Salonun doluluğuna bakılırsa tanıdıkları birçok kişi buradaydı. Oldukça titiz bir işçiliğe sahip halıdan yürüyerek yanlarına ulaştım. Geldiğimi fark edince bana dönüp gülümsediler.
"Merhaba Nelson", dedim uzattığı elini sıkarken.
"Selam Maite, naber?"
"Nasıl olabilirim? Mutlu bir son karşımda ve güzelce gülümsüyorlar", ellerimle ikisini gösterdim.
Nelson'ı uzun süredir tanıyordum, yıllardır Kath'le tartışıp hemen ardından barışmalarına şahit olurduk ve birbirlerini gerçekten sevdiklerinden hiç şüphe duymamıştım. Her bakımdan uyumlulardı, karakterleri neredeyse aynıydı. Belki de bu yüzden bu kadar sık tartışıyorlardı, Kath'in bir defasında dediği gibi; 'İki aksi bulut, birbirine çarpıyor yıldırım çıkarıp duruyoruz'
Nelson Kath'e dönüp mutlulukla yüzüne baktı.
"Kraliçe beni kralı yapıyor", dedi, Kath gözlerini devirip gülerek ona baktı, "Yapma şunu"
Şifon kumaştan renkli bir elbise giyiyordu, harika görünüyordu. Taşlı bilezikler, biri pırlanta olan yüzükler takıyordu. Tırnaklarını yumuşak bir şeftaliye boyamıştı.
Nasıl parıldamasın ki? Seviyor ve sevildiğini biliyordu.
Onlar misafirlerle konuşmak için ayrılırken bizimkilere bakındım. Richard ve Bryant gelmişti sadece. Sadece dediğime bakmayın, bir tek Bryant gelmiş olsa da bana yetecekti.
Her yerde gülüşen insanlar, hiç susmayan müzik, kalabalığın uğultusu... Partileri veya eğlenceleri sevmiyordum ama o burada diye burada olmak istiyordum. Dahası, şu an burası olmak istediğim tek yerdi. Ne gürültünün önemi vardı ne de kalabalığın...
Bana tebessüm eden tatlı yüzü, diğer her şeyi önemsiz kılıyordu. Allah'ım, hep onunla olabileceğimi bilsem nerede olduğumun hiç önemi olmayacaktı. Onun yüzünü görmek bile etrafı renk renk canlandırıyordu.
Daha onu ilk tanıdığım günden beri partileri sevmediğini biliyordum. Belki de beni ona ısındıran ilk şey bu olmuştu. Richard'la konuşurken arada bir kalabalığa bakıp umutsuzca etrafın sakinleşmesini bekliyor gibiydi. Dudaklarımı birbirine bastırarak güldüm, bunun asla olmadığını en iyi bizim gibi sakinlik isteyenler bilirdi.
Çok geçmeden hepimiz bir aradaydık. Kath hâlâ misafirlerle konuşuyordu, Andrew bizi saçma şakalara boğmuştu ve onun şakaları ne kadar saçma olursa, daha çok güldürüyordu çünkü yüz ifadesi de aynı oranda güldürücü oluyordu.
"Kadın tavus kuşunu zorla yutmuş ve tüyleri de dışarıda kalmış gibi!", gülmesinin arasında zorla söylemişti. Susması için gözlerimi açıp ona baktım. Gülmeme engel olamadım.
"Her şeyi neden alaya alıyorsun dostum?", diye sordu Bryant.
"Hey, bunda büyütecek bir şey yok Bryant. Sen neden sadece gülmüyorsun?"
"Bunu duysa hoşuna gitmezdi, bu yüzden gülmüyorum. Ayrıca komik değil", yüzünü neye güldüğümüzü anlamıyor gibi eğdi.
Küçük bir hayranlık içinde yüzüne baktım ama hazırlıksız yakalanmıştım. Gözlerim tam bir uyumla bana bakan gözlerine yerleşti ve bir anda etrafı saran şey sadece ama sadece tüm görüş alanımı kaplayan ışıltılı göz rengi oldu. Oldukları yerden genişleyip her yeri sarmışlar gibi... Nefes kesici bir mucizeydi.
Gerçekten, böyle bir şey gördüğünüzde gözünüzü kırpmadan bakmak isterdiniz ama ben, bu anın güzelliğinden korkarak saniye bile geçmeden bakışlarımı kaçırdım. Hiçbir insandan çekinmediğim kadar ondan çekiniyordum. Bu his, uçsuz bir tanıdıklık kadar aynı ölçüde bir yabacılık da hissettiriyordu, öyle zordu ki...
"Yani, dünya her şeye gülmek için uygunsuz bir yer", sesi az öncekine oranla tereddütlü çıktı, paylaştığımız bu anda aklımdan geçenleri anlamamış olmasını umuyordum.
Andrew yine de güldü, o hep gülerdi. Hep.
"Bu iş için en uygunu Mars filan mı? Hayatta olmaz, hâlâ çok sıcaktır"
Bryant bu kez gülerek onun sırtına vurdu.
"Böylesi daha iyi koca adam"
Nelson, yanında Kath ile salonun ortasına geçtiğinde nihayet salonda ses kesildi. Baştan sona gözleriyle odayı taradıktan sonra, elini Kath'in belinden çekmeden konuşmaya başladı. Bu harikulade akşamda burada olduğumuz için, mutluluklarını paylaştığımız için teşekkür etti ve bu giriş konuşmasından sonra konu Kath'e geldi.
"Kath, onunla tanıştığımdan beri hayatımın en önemli parçası ve inanıyorum ki ruh eşim. Çoğunuz, ikimizi de tanıyorsunuz bu yüzden beni anladınız; iki huysuz insan olup birbirimizi bulduğumuzu biliyorsunuz. Ona sahip olduğum için duyduğum minneti anlatmam imkânsız ama şunu söyleyebilirim ki; onun kopup benim bağlandığım noktalardan, benim kopup onun bağlandığı noktalara kadar hayat bizi bir araya getirdi. Bu, başıma gelen en güzel şeydi. Onunla tanışmak. İkincisi ise, biliyorsunuz. Onunla evlenmek olacak. Sevgili Kath'im, seni benden daha çok kimse sevemez. Belki annen buna itiraz edebilir ama, hey, bir anneyle rekabet hiç adil değil!"
Gülüşmeler yükselirken Kath'in elini kendi elinin içine aldı.
"İşte burada elini tutuyorum, son nefesim çıkana kadar bırakmayacağım"
Herkesin aynı şeyi hissettiğini biliyordum, bu adamın sevgisi erişilmez yükseklikteydi ve hepimizin kalbine dokunmuştu. Kath'in gözleri dolu dolu olmuştu. Kollarını Nelson'ın boynuna sarıp uzun süre ona sarıldı. Kendisine bu kadar değer veren birine sahip olmanın mutluluğuyla gülümsüyordu.
Herkes sessizce onları izlerken alkışlamaya başladılar ama bence bu an ruhsuz alkışlarla bozulmayacak kadar değerliydi.
"Bu adamı seviyorum", dedi Andrew. "Kath gibi birine ancak Kath gibi biri iyi gelirdi"
"Neden alkışlamıyorsun?"
Bryant bana dönüp sordu ve ona nedenini söyledim. Durup onlara baktı.
"Haklısın. Haydi gel, gidip güzel bir şey yapalım", beklemeden elimden tutup yürümeye başladı. Sadece gülüyordum.
"Gençler, müsaadenizle", dedi Nelson ve Kath'e, salona dönerek sesini yükseltti.
"Şimdi izninizle, bu mükemmel çift için dans etme vakti, tabi uygun bir müzikle."
Orkestra müziğe başlamıştı bile. Bryant, sihirbaz gibi bir adamdı. Elini yeniden bana uzattı;
"Dans edelim mi?"
Neşeyle eline bakarken Nelson'ın sesini duyuyordum, garsonlardan birine çıkışıyordu,
"Bunlar fazla soslu, fark edemiyor musunuz gerçekten?"
Onu çatık bir kaşla mutfağa gönderdi. Kath'i evlerine yardımcı almamak konusunda ikna etmeliydim yoksa birinin başı fena yanacaktı.
Bunu aklıma kaydedip elimi Bryant'ın elinin üzerine koydum.
........................................
Antonio yuvaya çağırdığında bunun Paige ile ilgili olduğunu tahmin ediyordum. Bu yüzden içeri girip selam verirken üstümde olacakların gerginliğini taşıyordum.
Paige'in hapisten çıkamayacağını onlara açıklama zamanı gelmişti. Antonio karşımıza geçip Paige'le ilgili gelişmelerden bahsedeceğini söyleyince kendime bir aferin verdim. Uyanık kalmayı böyle küçük bir konuda bile küçümsememem gerektiğini çok iyi öğrenmiştim.
Başıyla kendi kendine ritim tutan Wayne'e ve onun ileri geri giden ensesine bir şaplak atıp kahkaha atan Fred'e baktım. Ayı yavruları gibi birbirlerine girdiler, en sonunda kalkıp ikisini de kulaklarından tutup ayırdığımda sırıtan suratları şok olmuş hâlde bana bakakalmıştı. Benden ilk kez böyle bir hareket görüyorlardı ama beni aralarından biri gibi samimi görmelerinin zamanı gelip geçmişti bile. Hepsinin bana güvenmesine ihtiyacım vardı.
"Bileklerim güçlüdür", diye açıkladım ellerimi iki yana açarak. Fred utangaçça gülerek kulağının arkasını kaşıdı. Haklıydım, tam bir ayı yavrusu işte.
Wayne ise gülerek homurdandı,
"Kahrolası kulak kızartan bilekler..."
İşte, bizim buradaki espri anlayışımıza hayranım.
Antonio aniden beni tutup kendimi tekrar yerimde oturuyor bulduğumda sırıtmam kesilmişti.
"Artık susup dinleme vakti", dedi yüzüme bakarak. Kuşkuyla onu inceledim, açıklayacağı şeye rağmen oldukça neşeli görünüyordu. Yerine oturdu.
"Dinleyin kunduzlar, Paige'i çıkarıyoruz"
Çenem yere düştü.
"Evet, onu çıkarmak için küçük bir yol açıldı, onu genişletip büyük bir yol yapmak gerekiyor ki Paige içinden geçebilsin"
Ne diyordu bu? Wayne kahkaha attı,
"Paige seni duysaydı yemin ederim dizini karnına geçirirdi"
"Burada vücudunun değil beyninin hata yapan kısmının genişliğinden bahsediyorum. Ve beni duyamaz, burada değil"
"Nihayet", diyerek nefes verdi Fred.
"Mutlu yuvamız başımıza çuvallanacak sanmıştım. Kiremitlerin çatıdan düşme seslerini duyuyordum! O olmadan ne halt edecektik?"
Bir yerlerden incinen gurur sesleri geldi.
"Ben buradayım ve burada olduğum sürece ne halt edeceğini düşünmen gerekmiyor", Antonio'nun sesi odaya hâkim oldu. Şaşkın gözlerimi görünce küçük bir kaş işareti yaptı.
"Ama bu işi soygunun ardına ertelemek zorundayız. Öncesinde dikkat çekmek, horul horul uyuyan polisleri uyandırmak istemeyiz"
Sinirimin tepeme kadar tırmandığını hissettim, seni terbiyesiz, kimin horul horul uyuduğunu ellerinde kelepçeler varken göreceğiz bakalım! Ayrıca bu yolu nasıl bulmuştu? O kızın çıkmasının imkânı yoktu.
Ortalık durulmaya başlamıştı. Yerimden kalkmamış, koltukta tek oturuyordum. Antonio kendini koltuğa bırakıp elini omzuma atarak beni kendine çekti.
"Naber Ambra, tatlım?"
"Gerçekten bir yol mu buldun?", şaşkınlığımı gizlemedim. Sesini iyice alçalttı.
"Sessiz ol. Hayır"
*
Bölüm, _Heaven_78'e ithaf edilmiştir. Umarım beğenirsiniz.Bir uyarı; Gelecek bölümü bekleyin arkadaşlar!
Eski kapağa döndük yeniden ve de; Multimedya Bryant :))