Dlatan bir süre ciddiyetinden ödün vermeyip önünde dikilen çocukları süzdü. Bu süre boyunca Lakahl, babasından olumsuz bir cevap alma ihtimalini düşünüp terler döküyordu. En sonunda etrafındaki adamlar gibi gevşeyen, gülmeye başlayan Dlatan eğilip başlarını okşadı. Ardından onları havaya atıp atıp tuttular.
Çocuklar ertesi gün herkesten önce ayağa dikilmişlerdi. Zorlu eğitimleri minik vücutlarının kaldıramayacağı ebatlardaydı ama dişlerini sıktılar. Her gün ama her gün ikisini de geberene kadar çalıştırıyorlardı. En başından başlayarak demircilikteki her şeyi en ince ayrıntısıyla beyinlerine sokmaya çalışıyorlar, bu sırada da kaslarını zorlayabildikleri kadar zorluyorlardı. Ugo tek bir ses bile çıkarmadan Lakahl ne yapıyorsa tekrarlıyor, hatta o ne zaman yoruldum derse yoruluyor ne zaman uyuyalım derse yatağına öyle giriyordu. İlk ay ikisi de gün batmadan uyuyakalıyorlar, sabaha kadar dinlenseler bile kol ve bacak ağrıları ile uyanıyorlardı. Ugo artık iyice toparlamış, o iskeletimsi görünümü çok geride bırakmış, yüzü ve vücudu sonunda insana benzemişti. Ama bunu alışkanlık haline getirmiş olan demirciler hala onun tabağına kendininkilerden yemek doluşturmaya devam ediyorlardı. Bir gün Lakahl'ın dayanamayıp hepsine "Onu şişmanlatmaya mı çalışıyorsunuz?!" diye bağırması ile dağıldılar. Bu olayın ardından Ugo da tabağındakileri onunla paylaşınca, Lakahl biraz utanmıştı.
İkinci ay kondisyonları bir hayli oturmuş, artık ağrıyı ve yorgunluğu o kadar hissetmez olmuşlardı. Ugo hala geride olsa da Lakahl'ın çekiç sallayışı herkesin gözünü dolduruyordu. Çok yorulmadıkları bazı geceler dışarı çıkıp ateş yakıyorlar ve geç saatlere kadar sadece Lakahl'ın konuştuğu o muhabbetlerde kayboluyorlardı.
Aylar böyle geçip gitmiş, kimsenin bir kez bile birbirinden ayrı görmediği bu ikili artık Kara Çekiç'in gerçek bir parçası haline gelmişlerdi. Sürekli uğrayan askerler onların coşkuyla yanıp tutuşan bu hallerine gün be gün şahit olmuş; onları, işlerini emanet edebilecekleri bir demirci olarak kabul etmeye başlamışlardı. Bir buçuk yıldan fazla süre geçmesine rağmen her sabah ama her sabah herkesten önce uyanıp hazır beklemeye devam edişleri ile, bir gün bile sızlanmayıp bazen onları yıldırmak için abartılan işlere bile kendilerine olan tüm güvenleriyle tereddüt etmeden saldırışları ile, başaramadıklarında hatta tamamen çuvalladıklarında bile asla umutsuzluğa düşmeyişleri ile kendilerini kanıtlamışlar ve insanların saygılarını kazanmışlardı. İki genç demircinin hikayesi Yuva'ya yenice kurulmuş handa yemek yenirken laf arasında anlatılır olmuştu; "Lakahl ve o çocuk". Kuzey Kralı azimlerini tebrik etmek için onlara ufak bir takdir notu gönderince havalara uçmuşlardı. "Kara Çekiç'in genç yüreklerine..." diye başlayan notu gururla odalarına çivilemişlerdi. Artık çoğu demirci onları zorlamak için uğraşmıyor, bir işi gerçekten onlara güvenerek emanet ediyordu. Dlatan her gördüğünde gururla başlarını okşarken, bir yandan da kulaklarını çekercesine hala öğrenmeleri gereken çok şey olduğunu söylüyordu.
Lakahl, Ugo'yu artık kardeşten de öte, vazgeçilmez bir parça olarak görüyor, gece ateş başı muhabbetlerinde de bunu açıkça ve tüm kalbi ile ona söylüyordu. Çok içten bir genç haline gelmişti. Sivri bir tipi olsa da duracağı yeri iyi biliyordu, azimli ve hırslıydı. Asla pes etmeyen yapısı ve çalışkanlığı ile de güçlü bir adam olacağı her halinden belliydi. Herkes onu Kara Çekiç'in bir sonraki nesline liderlik yapacak kişi olarak görüyor ve bunu aynı babası gibi harika bir şekilde başaracağına inanıyordu.
Lakahl, onu her saniye bir gölge gibi takip eden Ugo'nun hiç cevap vermeyip hep dinleyici kalışına kendi içinde çok farklı anlamlar yüklemiş, kendine onun yerine de konuşmak gibi bir sorumluluk edinmişti. Adeta hissettiği ve düşündüğü her şeyi onunla paylaşıyor, bunu yapmazsa arkadaşının kendini kötü hissedeceğini düşünüyordu. Ugo'nun onun sözünden başkasını dinlemeyişi de, herkesin dikkatini çeken başka bir konuydu. Biri ona seslendiğinde dönüp dinliyor sonra Lakahl'dan onay alırmış gibi mutlaka gözlerini ona değdiriyor ve öyle işe koyuluyordu. Lakahl'ın ona öğrettiği farklı selamlaşmaları ifadesiz suratı ile yapışı cidden izlenesi bir olaydı. Bunların içinde en yaygını baş parmağını havaya dikerek söylediği şeyi onaylamasıydı ki yapa yapa bu hareketi lonca içinde popüler hale getirmişlerdi. Artık o yaşı başı geçmiş adamlar bile birbirlerini onaylarken yumruklarını sıkıp baş parmaklarını havaya diktikleri o el hareketini yapıyor ve gülüyorlardı. Artık insanlar buna alışmışlarsa da bir çoğu onun asla düzelmeyeceğine ve hep böyle dilsiz kalacağında kesin karar kılmış, tüm umutlarını kaybetmişlerdi. Hatta onun yüksek ihtimalle doğuştan dilsiz olduğuna, bu yüzden de eski haline dönmesinin imkansızlığına, eksi hali de şimdiki gibi olduğundan olursa hafızası geri gelse bile dili çözülemeyeceğinden yine hiçbir şey anlatamayacağına yani onunla alakalı her şeyin her zaman bir muamma olarak kalacağına inanan insanlar da vardı. Ama bunu Lakahl yanında dile getirmeye kimse cesaret edemezdi çünkü o; hala tek bir kelime etmemiş, tek bir ses dahi çıkarmamış olan arkadaşının kendisine söz verdiğini, gün gelince her şeyi bahsedeceğini dillendirir dururdu.
"Hey Lakahl..." diye seslendi bir asker.
"Sus! Biliyorum kılıç bilenecek ve parlatılacak değil mi? Atları gördüm bu kez nereye gidiyorsunuz dökül bakalım?"
Daha ağzını açmadan kuracağı cümleyi önüne diziveren küçük demirci adamı gülümsetmeyi başarmıştı. Lakahl'ın saçlarını okşayan asker "Sen gevezeliği bırak da işine bak bakalım." dedi.
Lakahl, genç Sınır Kurduna, "Baksana neden sana yeni bir kılıç yapmıyorum?" diye sordu. "Şu adi şeyden kurtul artık gerçek bir ustalık işine ihtiyacın var!"
Kara Çekiç demircilerinden muhabbete kulak misafiri olmuş birisi kıkırdayarak onlara döndü ve "Daha kılıca gelene kadar çok yolun var Lakahl, beceremeyeceğin şeyleri kovalama." dedi. Buna hiç bozulmayan, hatta aksine göğsünü kabartıp adamın üzerine yürüyen Lakahl "Hah! İddiasına girerim gözümüz kapalı senden daha iyi kılıç yaparız! Haksız mıyım dostum?" diye cevap verdi. Ugo başını hızla sallamış, onayladığını ifade eden o hareketlerini yapmıştı. Diğer demirciler de olaya dahil olup gülüşmeye başladılar.
"Hemen de iki kişi oluverirsiniz zaten!" dedi birisi. Lakahl kolunu Ugo'nun omzuna atıp kendine çekti ve "Ne sandınız yaşlılar sürüsü!" diye bağırdı. "Burası bir gün ikimizin kalesi olacak!!"
Adamlar bunun olacağına zaten kalpten inanıyorlardı. Bu yüzden de ortada itiraz edecek bir sebep olmadığından gülümseyerek başlarını salladılar ve herkes tekrar işlerine gömüldü. Başka bir askerin daha içeri girmesi ile Lakahl yine atıldı.
"Hoş geldiniz! Kılıç mı bilenecek, hemen alayım lütfen!"
Adam elini omzuna koyduğu çocuğa rulo yapılmış bir kağıt uzattı.
"Bugün değil küçük dostum, bunu babana götür olur mu?"
Lakahl kağıdı aldı ve tekrar adama doğru baktı.
"Şu kağıt işleri ile neden sizi uğraştırıyorlar anlamıyorum, başka adamlar bulsalar ya."
"Bak bunda haklısın işte." dedi Dlatan. Lakahl hemen arkasından gelen ses ile o yöne dönüverdi.
"Baba!!"
"Kağıdı ver bakalım ne göndermişler."
Dlatan, Kuzey Kralından gelen kağıdı okuyorken gülümsüyor, Lakahl ise "Ne diyor baba?" diye sorarak etrafında dört dönüyordu.
"Kuzeybatıdaki kasabalar bu sıralar sürekli saldırıya uğruyormuş. İhtiyar çok sayıda kurt sevk edip Sınır'ın ötesinde biraz temizlik yapmayı planlıyor. Birkaç demircinin de dahil olmasını, görev bitene kadar yakınlardaki bir kasabada konaklayıp ihtiyaçların karşılanmasına destek olmasını emretmiş."
"Vay be!" dedi Lakahl ve "Kimleri göndermeyi planlıyorsun baba?" diye sordu.
Dlatan bir süre düşündükten sonra "Sanırım bu işin başında kendim olmalıyım." dedi. Bunu duyan tüm demirciler ayaklanmış ve onun yanına doluşmuştu. Onun gitmesine gerek olmadığını, lonca lideri olarak etrafta olmazsa işlerin karışacağını söyleyip durdular ama çok dinliyormuş gibi durmuyordu. Lakahl bir anda etraflarını çevreleyen yaşlı demircileri bir bir ittirip babasının yanına geldi. Ugo da hemen peşindeydi tabii ki.
"Merak etme baba! Sen yokken kimsenin savsaklamasına izin vermeyeceğim." dedi. Bu söylediğinden sonra ihtiyarlarla laf dalaşına girmiş böyle havalı havalı konuşması için daha kırk fırın ekmek yemesi gerektiği söylenmişti. Dlatan'ın kağıdı katlayıp cebine soktuktan sonra Lakahl ve Ugo'nun kafasını okşamasıyla herkes sustu.
"O iş için başkasını düşünürüm. Siz ikiniz benimle birlikte göreve geliyorsunuz." dedi. Herkes donakalmıştı. Bir elini hızlıca Ugo'nun omzuna attı ve "Nasıl yani yanına bizi mi seçiyorsun?!" diye sordu.
Dlatan yüzünde gülümsemesiyle "Fikrimi değiştirmeden hazırlanın." dedi.
"Emrin olur usta!!" diye bağırıp arkadaşının elinden tuttuğu gibi odalarına koşturdu. Çoğu orta yaşları geride bırakmış demirciler onların heyecanını izleyip içten içten imreniyorlardı. Lakahl heyecanla Ugo'ya sonu gelmez cümleler kuruyor, ara ara nefes almaktan bile vazgeçtiği için boğulacak gibi oluyordu. Ugo başını sallayarak ve kendine öğrettiği baş parmak hareketini iki eli ile birden yaparak onun heyecanına ortak oluyordu. Tekrar aşağı indiklerinde tüm demirciler onları destekleyen cümleler kuruyor bu Lakahl'ı daha da ateşliyordu.
Kara Çekiç'i coşku ile arkada bırakıp kendileri için hazırlanmış ata bindiler. Sınır Kurtları arasına karışıp at kişnemeleri ve savaş naraları ile Yuva'nın o ihtişamlı kapısından çıktılar. Lakahl bir babasına bir Ugo'ya sorular sorup duruyor, Dlatan bazıları kendine komik ve çocukça gelen soruları gülümseyerek cevaplarken Ugo da baş parmağını havaya dikerek veya yere gömerek kendince muhabbete dahil oluyordu.
Konakladıkları yerde Lakahl ve Ugo askerlerin etrafından ayrılmadılar. Genç çocukları bulmuş birkaç deli dolu asker Sınır'ın ötesini anlatmaya başlayınca gece daha da heyecanlı hale geldi. Kara Çekiç'te de ilk zamanlar olduğu gibi yine insanlar Ugo'nun etrafına doluşuyor ve onun gizemini çözmeye çalışıyorlardı. Ama bu kez Lakahl onun adına sesini gürleştirerek soruları cevaplıyor, azcık da olsa bir ezikliği ima ettiklerini hissetse bakışlarını onlara dikiyordu.
Gece belki de herkesten geç uykuya dalsalar da sabahın köründe yine güneşi ilk selamlayanlar onlardı. Lakahl bu görevin farklı olduğunu biliyordu. Bu kez bu koca birliğin sadece üç demircileri vardı ve ikisi onunla Ugo'ydu. Bu görevde kendilerini belki bir basamak daha yükselteceklerinden, tekrar Kara Çekiç'e döndüklerinde çok farklı şeyler yapacağından emindi.
İki gece daha bu şekilde devam ettikten sonra gün batımına doğru Kuzey Krallığı'nın Yuva kadar büyük olmayan başka bir merkezine ulaştılar. Bu merkez Sınır'a en yakın kamp olarak da biliniyordu. Askerler bir gece daha burada kalacak ve çoktan cepheleri belli olmuş olduğundan yerlerini almak için yarın tekrar yola çıkacaklardı. Demirci tayfası ise yanlarına aldıkları malzemeler ile buradaki Kara Çekiç şubesine, temsili loncaya yerleşecek kendilerine iş çıkmasını bekleyeceklerdi. Atlar, içeri girdikten sonra kendilerine haber gönderilmiş ve bu merkezde görevli insanlar tarafından ahırlara yerleştirildi, yemleri verildi ve bakımları yapılmaya başlandı. Gözüken o ki bu görev, bir hayli küçük olan bu merkezdekileri de bir hayli heyecanlandırmış, ve Yuva'daki yoğunluğa göre daha durgun geçen günlerine renk katmıştı.
"Sonunda geldik!!" diye bağırdı Lakahl. Babası ona doğru dönüp "Sınır'a yaklaşmayı eğlenceli mi buluyorsun Lakahl?" diye sordu.
Lakahl bir süre düşündükten sonra "Ben sadece önemli bir görevin parçası olmanın şeyinden kurtulamıyorum o kadar!" diye yanıtladı.
"Neyinden?"
"Bilmiyorum içim kıpır kıpır işte. Senin değil mi baba?"
Dlatan gülümsedi ve "Benimde öyle." dedi. Derin bir iç çekerek "Yani sizinki kadar olmasa da öyle." diye ekledi. Onların böyle aşk ve şevk içinde olmaları hoşuna gidiyordu.
Sınır Kurtlarından ayrılıp malzemelerini loncaya taşıdılar. Orada ki birkaç demirci onları selamlayıp eşyalarını yerleştirmeye yardım etti. İlk gördüklerinde Kara Çekiç'in iki gençle birlikte geldiğine inanmamış gibiydiler. Biraz orada lafladıktan sonra Dlatan, Ugo ve Lakahl'ı alıp dışarı çıktı.
"Gelin bakalım. Size göstermek istediğim bir şey var."
Merakla ustalarının peşine takıldılar. Biri sağına biri soluna geçmişti ve önlerinden çok Dlatan'ın yüzüne doğru yukarı bakmaya çalışıyorlardı.
"Bu kampın diğerlerinden ayrılan bir yanı var. Uzun bir süre burada kalacak olsak da şimdi anlatacağım hikaye, kalbimde bir dakika bile ertelenmeyecek kadar kıymetli. O yüzden kendinizi vererek dinleyin ve sizin için savaşan bu ruhları özümsemek için çaba gösterin olur mu?"
Onları sağlı sollu kulaklarını dikmiş şekilde kendine bakarlarken görünce gülümsedi. Bir yandan da usul adımlarla yürümeye devam ediyorlardı.
"Bu hikaye, cadılardan gizli gizli savaş planları yapmaya yeni başladığımız zamanlardan kalma. Üzerinden biraz zaman geçse bile anılarım dünmüş gibi taze. Kuzey Kralı'nın kasabama gelip benimle buluştuğu o geceden ve ondan duyduklarımdan sonra çevre kasabalardan birkaç dostuma haber gönderdim ve onları adamları ile birlikte yanıma çağırdım. Kralın anlattıkları sayesinde hepimiz korkularımızdan biraz olsun sıyrıldık ve bir şeyler yapmanın vaktinin geldiğini geç de olsa anladık. Belki kılıçlarımız ve kalkanlarımız yoktu ama kılıç yapacak çekiçlerimiz vardı. Onlara hazırlanmalarını, bulabildikleri kadar demirciyi kasabama getirmelerini söyledim. Bu sırada ise kral ile birlikte bir bir diğer kasabaları gezmeye başladık. İkna edebileceğimiz insan sayısına ve ihtiyaca göre silah üretecektik bu yüzden benim de onunla olmam gerekiyordu. Bu hazırlık çok uzun sürmüştü çünkü gittiğimiz her ama her kasabada insanlar anlattıklarımızla göz yaşlarına boğuluyor ve birbirlerine sonra da onlara sunduğumuz umuda sarılmaya devam ediyorlardı. Bir diğer kasabaya gitmeden mutlaka onlara görevler veriyor, adamlarımı hazırda tuttuğum kasabama ellerinde olan malzemeyi parça parça getirmeleri için tarihleri ayarlıyordum. O günleri az çok hatırlıyorsun değil mi Lakahl?"
Lakahl hızlıca başını salladı. İkisi de gözlerini bile kırpmadan onu dinliyorlardı.
"Kara Çekiç'in ilk günleri."
Gülümsedi, derince iç çekti ve konuşmaya devam etti.
"İşte ihtiyar ile sürüp giden bu seyahatimde diğer kasabalardan, diğer insanlardan, diğer tüm gezdiğimiz yerlerden tamamen farklı birtakım kişilerle karşılaştım. O zaman uğradığımız yer buranın bir hayli güneyinde kalıyordu. Onlarda farklı gözler vardı, nefes alıp verişleri farklıydı, kalpleri farklı atıyordu. Onlara umuttan bahsetmedik, onlara bizimle misiniz diye sormadık, onlardan hiç sayı da almadık çünkü zaten hepsi zırhları içindeydi. Hepsi alev alev yanan gözleri ile bize bakıyor ve sessizce haykırıyorlardı "Neden bu kadar geç kaldınız, biz çoktan hazırız!!". Savaş bitene kadar o sahneyi aklımdan çıkaramadım, hala da çıkaramıyorum. Ellerini göğüslerine vuruşları ve yüzlerindeki o ifade, o gururları gökyüzünde diğerlerini sönük bırakan bir yıldız gibiydi. Savaşa hazır olduğumuz zaman gizli bir buluşma ayarlanmıştı ve o gün liderleri ile tekrar karşılaşma şansını yakalamıştım. Savaşa kasabalarındaki her bir kadın ve erkek ile katılacaklarını söyledi. Kanımız donmuştu. Planı dinledikten sonra yüzü asıldı. Çok daha fazlasını yapmak istiyordu. Haritayı kendi önün çektikten sonra tekrar hepimizin yüreklerini hoplattı. Bir intihar görevi istiyordu. Çocuklarımız için! Tüm insanlığın çocukları için! Onlara yeni bir dünya kurmak için! Gür sesi hala kulaklarımda, hayatımda hiçbir şeyden bu kadar etkilenmedim. İşte o insanlar bedenleri tanınmayacak hale gelene kadar Sınır'ı ittirmeye devam ettiler."
Elleri ile göz yaşlarını sildi. Binalardan sıyrılmışlar, boş bir alana çıkmışlardı. Lakahl ve Ugo resmen nefes almadan, göz kırpmadan dinliyorlardı. Dlatan aniden durunca onlar da kendilerine geldiler. Dlatan diz çöküp ellerini Lakahl ve Ugo'nun omzuna koydu.
"İşte onların adına buraya, onların kasabasına en yakın yere yapılmış bir anıt."
Fazla yüksek olmayan beyaz, damarlı bir mermer taşın üzerinde on kadar zırhlı asker heykeli duruyordu. Zırhları ve silahları ile heybetli ve ihtişamlıydılar. Bir tanesi diğerlerinden daha büyükçe yapılmıştı.
Ugo gözlerini bir bir heykellerde gezdirmeye başladı. Zırhlarının, silahlarının, yüzlerinin her ayrıntısını inceliyordu. Nefesleri sıklaşmaya başlamıştı. Elini yavaşça göğsüne attı, sanki içerde ciğerlerinin arasında bir şeyler kaşınıyor gibiydi. Bir sızı iç organlarını dolaşıyor, şakaklarına çivi çakılırmış gibi bir şeyler beynini deliyordu. Vücudu yavaş yavaş titremeye başlamıştı. Artık her nefesi bir bomba gibi dışarı sesler çıkartarak havada patlıyordu. Lakahl ona doğru hızlıca bir adım attı, bir şeyler söylüyordu ama Ugo şu an kafatası içinde yankılanan sesleri dinlemekle meşguldü.
"İyi geceler oğlum."
"İyi geceler anne."
Kollarını bedenine sardı. Gözleri alev gibi yanıyor, damla damla burnu kanıyordu.
"Anne, nehir çok güzeldi değil mi?"
Sarhoş bir adam gibi sallana sallana birkaç adım attı ve en büyük heykele yaklaştı.
"Daha zırh giymen için yaşın küçük oğlum."
Bakışı bulanıyordu. Gözleri kararıyor bacakları uyuşuyordu. Dizleri üzerine çöktü. Kan tüm çenesini kaplamıştı. Mermere çakılmış parlak gümüşümsü levhanın üzerinde yazan harfler onu esir alıyordu; WALRUS. Beyni içinde bir şok dalgası patladı. Ellerini kulaklarına kapattı, başını sıkıştırıyor ve kendini durdurmaya çalışmalarına rağmen çığlıklar atarak yerde yuvarlanıyordu. Etraftan insanlar da deli gibi bağıran çocuğun başına üşüşmüştü.
"Sen bir Walrus'sun."
"Sen Walrus'sun."
"Sen bir Walrus'sun unutma!"
"Bir Walrus gibi davran!!"
"Sen bir Walrus'sun Ugo!!"
"UGO!!!!"
"UYAN UGO!! UNUTMA SEN BİR WALRUS'SUN!!!"
Çığlıklarına son verdi. Ellerini iki yana açmış yerde uzanıyordu. Etrafında insanlar ona bakıyor ve bir şeyler söylüyorlardı. Gözlerinden yaşlar bir çeşme gibi akarken, o insanların kafalarından sıyrılıp üzerinden uçmakta olan, güneşin batan rengine yani turuncuya boyanmış bulutu izliyordu. Titreyen elini usulca beline attı. İşaret ve orta parmaklarını bıçağına sürtüyordu. Yıllardır mühürlü dudakları, titrek bir edayla, hüzünle, acıyla... ölmüş ve yeniden doğmuş, yeniden doğuşu ile ölümü yeniden hissetmiş o bedeninden ilk kelimesini tükürmüştü.
"Kisam."
- Evet arkadaşlar bir bölümün daha sonuna geldik. Dediğim gibi Walrus'ları anlatmaya doyamıyorum ve doyamayacağım ^^ ama sanırım bu onlardan son kez bahsedişim olacak ^^
- Dlatan da çok babacan birisi ^^ gerçek bir lider ^^ Kara Çekiç'in varislerini yetiştirmek için çok çabalıyor ama yeni neslin babalarının, atalarının bu toprakları nasıl kazandığını da unutmasını istemiyor ^^ bu göreve Lakahl ve Ugo'yla gelmesinin sebebi bu ^^
- Burada tabii Ugo'nun kaderi ailesiyle, daha doğrusu onlardan geriye kalan şeylerle tekrar kesişiyor. Bölümün sonunda konuşan kişi bizim bildiğimiz Ugo ^^ Tabii o kapanan dudakların en son söylediği kelime ile açılması çok hoşuma gitmişti. Böylece Kisam'ı da tekrar andık ^^
- Beni destekleyen herkese teşekkürler, yorum yapmayı ve beğenmeyi unutmayın ^^
İYİ OKUMALAR..