Kaçak

Av primrosiaa

850K 36.2K 3.9K

Kaçtığımı sanırken, aslında her adımım beni ona daha çok yaklaştırmıştı... Ve her bir adımı, yasak bir zevkle... Mer

Tanıtım
Çilek kız'dan şehvetli gecelere...
Kahretsin! Onun burada ne işi vardı?
Yeni Yalanlar
Başka yalan yok.
"Ben playboy'u tercih ederim."
Pekâlâ en son düşüyordum...
Tottenham yuvası...
Eğer Hulk olsaydım, şu an geğirerek dişimde kalan artıkları temizliyor olurdum.
İnsanın para için yapamayacağı şeyler vardı!
Tam da şu hikâyeyi, klişe bir aşk romanına çevirme zamanı değil mi tanrım?
Tanrı'nın Şaka Anlayışı...
Bitmeyen gece...
Kum saatinin içinde akan kumlar...
Sana da merhaba baba...
Zihnimdeki yırtık donu dikmenin vakti gelmişti...
Bugün çarpılmak için pek güzel bir gün sayılmazdı...
En Azından Artık Adam'ın Soyadını Biliyordum...
Bazı ölümler ebediyete yükselirken bir parça da sizden çalarlardı...
Çıplak!
Anne ruh halinden çıkarmak...
"O seni sevmiyor, sevemez!"
"Hayatta kalmaya çalış..."
Her gün şirinleri yemeye çalışan Gargamel
Yasak bir zevk!
Aslında Olmayan Biri
Nefes almaya ihtiyacım olduğundan da fazla...
Tanrım, lütfen bu seferlik beni tak.
Unutma...
Kendini Kaptırmak
Sana aitim.
Dondurmak İstediğim Saniye
Baba...
Gerçekler ve Yalanlar
Korku önümde diz çökmüştü.
Kanıtlama
Ön yargı ve ya yanlış anlama.
Cinayetin Sonuçları
Mutlu Yıllar
Son Söz
Tutsak-Duyuru-Sorular
Tutsak
Daha sert bir şeylere ihtiyacım vardı.
İpuçları
Sihirli Fasulye
Dönüş
Sarılmalar ve öpüşmeler
Delilik
Hoşçakalın
Aşkın meyvesi ya da günahın cezası
Kömür
Son Öpücük
Listeler
Uzun Hikaye
Ziyaret
Bedenlerin Dansı
Öteki Kadın Hamile
Hayır.
Sonra
Buzdan heykel gibi erimek.
Beni Bırakma
Kabulleniş
Son
Son Not

Kıskançlıktan Regli Olmuş Tinkerbell

14.4K 633 52
Av primrosiaa

Yazar notunu okuyan var ya? :D Neyse gençler ve hep genç kalan Kaçak okurları; Vote sınırı koyuyorum-

Şaka şaka yazarken bile tuhaf hissettim yav adfgdh (önce saçma şaka sonra da random gülüş çok yüz veriyorsunuz bana çok :P ) Ama en azından bu bölümde bir üç haneli vote sayısı görsek harika olur değil mi? Şöyle okuyan herkes ufak da bir yorum bıraksa?

Mesela aklınıza takılanları ve eleştirilerinizi yazabilirsiniz, bir de aklında karakterler için Cast'i olan varsa söyleyebilir mi? sizin hayallerinizde nasıl canlandıklarını bilmeye can atıyorum :D

Bu bölüm geç geldiği için özür dilerim, ama tam bir bölüm yazmak istedim yoksa yine geçiş bölümü gibi olacaktı. Umarım gerçekten beğendiğiniz bir bölüm olur :))

Keyifli okumalar!

Tam dokuz saat sonra, sırtım kımıl kımıl kurtlarla kaynıyormuş gibi hissettiren bakışlar eşliğinde ayağımdan neredeyse parçalanmış bale pabucunu çıkartıyordum. Kimse benimle konuşmamıştı. Yalnızca çevremi kuşatan fısıltılardan bir ağ neşemi hapsetmişti.

Henüz üzerinden bir gün geçmiş olmasına rağmen dün gece okuldakileri unutmak çok kolay olmuştu. Tozpembe taytın paçalarını yukarı kaldırıp parmak aralarımdaki pamukları ve üzerindeki kauçuğu çıkardım. Lee'yi kaybetmiştim. Ona yalan söyleyerek bunu hak etmiştim de ancak başka şansımda yoktu.

Gerçekleri söylemek istiyordum. Kardeşimi saklamaya çalıştığımı ve bu yüzden bazı yalanlar söylemek zorunda kaldığımı. Ancak doğruları söylemeye başladığım anda tüm düğümlerin çözüleceğini biliyordum. Ren düğümleri çözmek isteyeceğimden çok daha güçlü ve zekiydi. Şimdi bile beni bulmasının an meselesi olduğuna emindim.

Aniden bu düşünceyle tüylerim diken diken olmuş isterik bir titreme beni almıştı. Sahi hala beni nasıl bulamamıştı?

Çoraplarımı giyerken, artık bakışlar neredeyse görünmez bir el haline gelip boğazımı sıkmaya başlamışlardı. Zorlukla derin bir nefes alıp ayağa kalktım. Parkelerin sıcak ve tatlı tahta kokuları zihnimi rahatlatıyordu. En azından iyi yanından bakmalıydım, Sky'daki gibi kimse aklındakileri yüzüme söylemiyordu.

İçimde tuhaf bir boşluk. Yalnızlık. Bir o kadar da tanıdıktı tanıdık olmasına ama insan iyiye çok çabuk alışıyordu. Aniden eski dostumu unutuvermiştim işte.

En azında... En azından birinin yanıma gelip neler olduğunu sormasını istemiştim. Evet, çok bencilceydi. Sırlarım hakkında sorulan her soru aleyhimeydi ve kardeşimin hayatını tehlike atıyordu ama... Ama içimde en derinlerde bir yerde o şımarık kız çocuğunun sevildiğini bilmeye ihtiyacı vardı.

Burnumdan genzime yayılan dökülememiş yaşların yarattığı asidik hissi görmezden gelip, her zamankinin aksine kafeye gitmek için giysilerimi değiştirmek yerine, otobüs durağına gitmek üzere ağrıyan ayaklarıma pofidik kar botlarını giyerken omzumda bir ağırlık fark ettim.

Altındaki taytı çıkartıp kotunu çoktan geçirmiş olan Adam bana gülümsüyordu. Konuşmadan önce çantamı, eğilip alarak kendimi hazırladım ardından "Adam... Bence... Beni beklememelisin bu sefer... Biliyorsun tüm bu... Olaylar olurken..."diye mırıldandım ve ne diyeceğimi bilemediğimden ellerimi sallayarak hala fısıldaşmakta olan insanları gösterdim.

"Ah yok bu gün kafeye gitmeyeceğim... Aslında eve birlikte gidebileceğimizi söyleyecektim sonuçta artık aynı yerde yaşıyoruz." Dedi göz kırparak. Tanrım...

Adam'ın en sevdiği şey prova sonrası Starbucks'ta en büyük boy cup cake'imsi zımbırtıdan içip çene çalmaktı. Daha önce hiç kaçırdığını görmemiştim.

Bu güne kadar...

Ve benim için sosyal hayatından mı vaz geçecekti?

Burnumdaki sızlama güçlenmişti. Boğazımdaki ağrıyı yutkunarak geçiştirmeye çalıştım. Bunu yapması çok... Tatlıydı.

Ancak buna izin veremezdim. Tuhaf bir şekilde kendimi buna hazır hissetmiyordum. Birinin benim yanımda olması... Garipti. Alışılmadıktı. Böyle birine ne derdim ki?

Ne yapabilirdim?

Hazır değildim. Korkuyordum. Panik içimde katı bir kütleye dönüşüp tonlarca kilo olmuştu.

Birkaç derin nefes alıp vermenin sonunda "Adam, benim için bunu yapma." Dedim kırılgan bir ses tonuyla.

Ofladı. "Saçmalama Annie! Arkadaşlar ne içindir?" Koluma girerken kibarca gülümsemişti. "Seni bu durumda yalnız bırakamazdım." Diye devam etti kolumdan çıkışa doğru sürüklemeye başlarken. Son kez şansımı denemeye karar verdim. Benden sıkılabilirdi o zaman bir daha hiç yanıma gelmezdi. Pişman olmasını istemiyordum.

Böylesi daha üzücü olacaktı. Daha önce öylece beni sevebileceklerine inanmıştım ama işte yine yalnızdım. Şimdi kendimi kandırıp sonra üzülmek istemiyordum.

"Gerçekten istemiyorum Adam. Aynı evde kalıyor olmamız bana yardım etmek zorunda olduğun anlamına gelmez." Bir anda durdu. Suratı yaşadığı derin... Şokun? Hâkimiyeti altına girmiş gibiydi. Niye şoka girmişti ki?

Onun kendini bana eşlik etmek zorunda hissetmesini sağlayacak derecede kibar bir kalbi olduğunu biliyordum ve onu bu görevden azat etmiştim.

"Bunun için mi senin yanında olduğumu sanıyorsun? Ben. Senin. Arkadaşınım."

"Ama-"

"Kes artık Ann!" diye sözümü kesip beni çekiştirerek yürümeye devam etti. Artık daha çok seyircimiz vardı ama yanımda bir olduğu için çok daha rahattım. Büyük kapının kemerinden geçerken Adam her zamanki neşeli gülümsemesine tekrar kavuşmuş gibi görünüyordu.

"Hem bugün 31 Ekim!" diye bağırdı keyifle.

31 Ekim mi?

Yani?

Has siktir! Yoksa doğum günü falan mıydı?

Tam doğum günün kutlu olsun sözcükleri ağızımdan çıkıp özgürlüklerini ilan ediyorlardı ki, Adam tekrar konuşmaya başlayarak bu felaketi engelledi.

"Cadılar bayramı Annie! Hala öyle boş boş bakabildiğine inanamıyorum." Diye feryat ederken bir yandan da yüzleşmekte olduğumuz yağmurdan saçlarını korumak için ellerini kafasının üzerinde tutuyordu.

Ah... Cadılar bayramı...

Beynimde tehlike zamanında çalmaya programlanmış çanlar bağımsızlıklarını ilan ederek dokunaklı tonda bir şeyler çalmaya başlamışlardı bile.

Aslında söyleyecek pek de bir şey yoktu. Cadılar bayramı herkesin yapıp benim yapamadığım milyonlarca aktiviteden biriydi. Ama bunu aşmıştım. Sonuçta dünyada cadılar bayramını kutlamayan tek çocuk ben değildim.

Yine de çocukluğum hakkındaki anıların zihnimi işgal altına almasını engelleyemiyordum. Bir nebze unutmak için başımı sağa sola sallayarak Adam'ın nane kokan arabasına bindim. Deri hala altımda gıcırdarken Adam ne olduğunu anlamadan bana sarılmıştı.

Gözlerimi yumup kendimi bir anlığına onun tarçından inşa edilmiş evrenine bıraktım. Burnuma tatlı kokusu dolayken gözlerimde ertelenip durulmuş yaşlarla yanıyordu. Sanırım artık itiraf edebilirdim. Beni bırakmamasına o kadar çok sevinmiştim ki kalbim ve tüm göğüsüm sıcak bir baskıyla eziliyor gibiydi.

Beni ezen sıcaklık bir kere daha sertçe omuzlarımı kavradıktan sonra serbest bırakmıştı. Kemikli parmakları gözümdeki yaşları kurularken "Ann..." diye inledi.

"Sana yaptıkları doğru değildi ama bilirsin bu tarz insanlar..." Biliyordum. Sadece birkaç dakikalık zevk için bir başkasının hayatını karartacak dedikodular yaparlardı.

Eğlenmek için eğlenceyi çalarlardı...

"Pekala, yalnız kalmak istediğini biliyorum. Çünkü ben senin arkadaşınım. Sok bunu kafana! O yüzden bu CD'yi müzik çalara takıp seni düşüncelerinle yalnız bırakacağım." Demesiyle birlikte yol boyunca sürecek bir sessizliğin içine böylece gömülmüş olduk.

İrlanda folkunun ezgileri yağmurun melodisiyle karışıp kusursuz bir ahenk oluştururken gözlerimin önünden hızla akmıştı şehir. Gri binalar düşen damlaların bıraktıkları izlerle koyulaşmıştı. Keşke ruhumda bırakılmış izlerde zamanla kuruyup yok olabilseydi. Ancak ruhumuzu karartan mürekkep ne yazık ki ebediydi...

Yaklaşık yarım saat sonra araba hala görmeye alışamadığım heybetli şatonun bahçesinde durduğunda hayallerimin kulesinden düşüp yere çarpmışım gibi birkaç saniye kendime gelememiştim.

Esneyerek arabadan inerken kasvetli düşüncelerin de ininden çıkıyormuşum gibi hissettim. Tökezleyerek yeni kesilmiş çimlerin üzerinde beceriksizce yürümeye çalışırken üzerimdeki tuzdan ikinci bir deri oluşturmuş korumuş ter tabakasına rağmen ilk planım yemek yemek olacak kadar açtım!

Hatta kokusu burnumda taklalar atan yeni kesilmiş otlar bile leziz görünüyordu. Son derece kaliteli bir yemek pornosu beynimi ele geçirmiş bir haldeyken fark etmeden evin geniş kapısını geçiyorduk. Yemek almak için mutfağa yöneliyordum ki bir anda gördüğüm şey karşısında donup kaldım.

Oha!

Karşımda birbirine açılan iki balo salonu koşuşturup duran bir sürü uşak ve garsonla dolup taşıyordu. Ve...

Ah!

ÇİKOLATA ŞELALESİ...

Ağızıma salyalar dolarken beynimdeki sıralı komutların arasına yutkunmayı sıkıştırmaya çalışıyordum ama eror vermiş gibiydim.

Sabah gördüğüm hizmetçi tiksinen bakışlarını üzerimden gezdirenene kadar ne kadar süre hipnotize olmuş bir şekilde şelaleye baktığımı bilmiyordum ama sarışının gözleri tırmalarcasına üzerimden geçince ayılıp bulunduğumuz ana dönmüştüm.

Ne oluyordu bu evde?

"Annie" Yaşlılıktan çatallaşmış bir ses beni çağırınca arkamı döndüm.

"Bayan Morano"

"Ne bekliyorsun hazırlanmaya başla! Ancak yetişirsin zaten." Nasıl yani?

"Cadılar Bayramı partisinden bahsediyorum tabii ki! Masken var değil mi? Yoksa Margaret'dan iste." Dedi iki gündür şeytani bakışlarıyla beni göz hapsinde tutan sarışın kızı göstererek. Demek adı Margaret'dı.

Partiye katılmak istemiyordum ama onu reddetmenin çok büyük bir kabalık olacağının da farkındaydım. O yüzden zevk almaya bakacaktım. Mesela Margaret'dan bir şey yapmasını istemek oldukça keyifli olacaktı. Sanırım dünyada bana hizmet etmesinden zerre rahatsızlık duymayacağım tek canlıydı.

Yıkanıp saçlarımı kuruttuktan giyindikten ve son olarak Bree'yle oynadıktan sonra aşağıdan gelen müzik sesleri iyice yükselince (multimedia) odamın güvenli bölgesinde saklanmaya devam edemeyeceğimi fark edip merdivenlere doğru harekete gemiştim.

Merdivenler tükendiğinde ellerimle nane yeşili eteği çekiştirip duruyordum. Üzerimde iki sene önce bale için muslinden dikmiş olduğum Tinkerbell kostümü vardı. Evet, satır arasını doğru okudunuz iki yıldır bir santim dahi uzamamıştım ama göğüslerim saçma derecede büyümüşlerdi.

Bu yüzden Tinkerbell'den çok striptizciye benziyordum büyük ihtimalle ama elimde olan buydu. Büyüzden sudan çıkmış bir balık gibi balo salonundaki kalabalığın arasında bakınıp dururken midemin isyan bayraklarını çekim yandığını hissettim.

Tanıdık olan birilerini arıyordum ama kimse yok gibiydi aslında belki de tanıdık olmayanları aramalıydım. Özellikle Jeannette dışında herkesi. En son bulunduğum balonun anıları hala tazeydi...

Böylece kendimi aşina olduğum ve en zararsız şeylerin yanında buldum. Yani çileklerin...

Belki açlığımın da bu seçimde bir etkisi olabilirdi tabii...

Özenle seçilmiş çileklerden birini şelalenin içine doğru daldırırken bir anda bana yöneltilmiş bir ses duyunca irkildim.

"Ah! Sen minik Annie'sin değil mi?"

Onu hatırlamak için beynimdeki tüm sinirleri zorladım ama tanımadığıma emindim. Zaten böyle birini tanısaydınız unutamazdınız. Uzun bacakları biçimli kalçaları ve ince bedeniyle Adriana Lima'yı zarif duruşuyla Audrey Hepburn'ü kıskançlıktan kıvrandırabilirdi ve beniyse...

İnsanlığımı sorgulamaya itiyordu.

O insansa ben olsa olsa hücre çöplüğüydüm...

Ona biraz daha cevap vermeden sanki trenmiş gibi bakmaya devam edersem beni özürlü sanacağına kanaat getirerek onu onayladım. Ama asıl ağızımdan çıkmak için debelleşen kelimeler 'sen kimsin?' idi.

Boya olduğu belli bordo saçları siyah elbisenin üzerinde erotik bir tezat oluştuyordu. Saçlarıyla aynı renkte dudaklarıyla çikolataya bulanmış çileği ısırırken bir yandan da gözleriyle bana değer biçiyordu.

Sonunda midem tekrar kasılınca elimdeki çileği hatırlayıp ağızıma götürdüm. Elbette onunki gibi sanatsal, ilahi bir erotizmle yiyemiyordum. Ancak abartmanın gereği yoktu en azından saatlerce süren provanın ardından karnıma bir şeyler giriyordu.

Kız sonunda çileğini bitirince tekrar konuştu. "Ben de Keita. Ah!" devam etmeden önce gözlerini kapatıp inlemişti. "Elenore ağızının tadını biliyor değil mi? Çikolata birinci sınıf! Her zamanki gibi..."

Hmm...

Her zamanki gibi? Demek daha önce de bolca bu evi ziyaret etmişti...

Kendimi sıkıp Keita'nın kim olduğunu hatırlamaya biraz daha zorladım. Yirmilerinin başlarında gibi gözüküyordu. Nefes kesiciydi...

"Jett'le aynı evde kalmak güzel olmalı, ha?" diye düşüncelerimi bölünce bir anda sözcükler yalnızca ses dalgalarıydı ama bir an sonra zihnimde anlam kazanınca irkildim.

Ne?

"Yakışıklı, karizmatik ve o bakışları yok mu!" yediğim tek çileğin bir anda dişleri çıkmış içten adeta midemi kemiriyordu. Kızın gözlerini oymak gibi tuhaf bir istek belirdi derinlerde bir yerde. Fazla güzellerdi zaten. Onları oymam bana sevap kazandırmalıydı!

Evet, Tanrım duydun zilin sesini!

"Çok şanslısın." Diye iç çekince gözleri parlayarak, huysuzca "Ne şansı?" dedim.

"Jett yalnızca ev sahibi, ama Sadie yüzünden, evet şanslıyım..."

"Ah yani lezbiyensin çok yazık!" diye dudaklarını büzünce ağızım açık kaldım.

"Ne?" sesim tuhaf çıkmıştı. Bu sırada uzun kokteyl masalarının ardında neredeyse benimkilerin birer yansıması gibi görünen gri-mavi gözlere takıldı bakışlarım.

Gözlerimi yabancı gri gözlerden kopartıp tekrar kıza döndüm ve "Lezbiyen falan değilim!" diye bağırdım dehşet içinde konu nasıl buraya gelmişti?

"O halde Jett'den hoşlanmıyor musun?" Sesim sanki 'yani dışarı çıkınca disko topu gibi parlayan bir vampir misin?' diye sormuş gibi bir tondaydı.

"Hayır..." Pes ediyordum. "O sadece... Ev sahibi işte."

"Her 'sadece ev sahibinle' yatar mısın?" Has siktir!

Kanımın damarlarımdan çekilip yerine ölüm serinliğini bırakırken elimdeki yenmiş çileğin kürdanı yere düştü. Nereden biliyordu?

Kahretsin!

"Ben... Ben onunla yatmadım!" dedim ama sesim zavallıca çıkmıştı.

"Ah! Tatlım bu kadar korkma ben de daha öne ev sahiplerimle yattım... Ve Jett'in karizmasının yanından bile geçmezlerdi." Rahatlatıcı sözleri kulağımdaki uğultulu perdenin arasından geçerken aklımdaki soruyu daha çok tutamayıp sordum.

"Nerden öğrendin?"

Keita bordo dudaklarını kıvırıp garsonun uzattığı tepsiden iki şampanya kapıp birini bana uzattı. Hevesle kadehe uzandım. Tatlı asit kuruyan boğazımı ıslatırken üzerimdeki hasta edici şoku atmaya çalışıyordum.

"Burası büyük bir ev sırların saklana bilmesi için fazla kişiyi çatısının altında barındırıyor..." diye mırıldandı sarı sıvıyla dolu kadehi dudaklarına götürerek. "Vazgeçtim bana göre değil bu gizemli kadın havaları, hizmetçi söyledi. Sarışın olan. Dikkat et o kıza tam bir servet avcısı ve küçüklüğünden beri Jett'e yanık... Aslında seninle yarışamaz ama rakibini küçümseme demişler, öyle değil mi?"

Tekrar ve tekrar ne?

"Kimse benim rakibim falan değil!" diye atıldım kıkırtısı son bulmadan.

Mırıldanmadan önce gözlerini üzerimde gezdirip eline bir çilek daha aldı. "Hmm... Özgüvenli bir kız! Haklısın da gerçi Jett o kızın farkında bile değil hatta adını bile bildiğini sanmıyorum ama şu kız var ya" eliyle köşede duran uzun siyah saçlı kızı gösterdi. "Kelly, o akıllıdır o gerçek rakibin işte."

Kendimi tutamayıp kızı dikkatle inceledim. Okulda Jett'in yanında sürekli gördüğüm kız olduğunu fark edince gerildim ve daha kötüsü Rostand'ların kızıydı. Beni babasının fahişesi olarak tanıyordu...

Bazen onlara anlatmak istiyordum. Ancak anlayamayacaklarını da biliyordum, ben de daha önceleri anlayamazdım. Fakat gerçekten hassas noktanıza değdiğinde; para için yapılamayacak hiçbir şey yoktu.

Kadehi açık büfenin kenarına koyup şimdiki duruma odaklanmaya ikna etmeye çalıştım beynimi.

"Kimse benim rakibim değil çünkü yarışta falan değilim. Jett istiyorsa Kelly'nin olabilir!" son cümle dudaklarımdan döküldüğü anca arkasında acı bir tat bırakmıştı.

"Hah! Jett'i istemiyor musun?" diye sordu bu çok komik bir şeymiş gibi.

"Öyle değil..." dedim nefesimi bitkin bir şekilde vererek. O sadece... Kötüydü işte. Biriyle sırf yakışıklı veya seksi diye bir ilişkiye başlayamazdım.

İlişki mi? Jett'in bunu istediği bile tartışılırdı. Fazla parası vardı, fazla güçlüydü ve fazla zekiydi. Bu kombinasyon benim için fazla tehlikeliydi.

Artık tehlike istemiyordum.

"Biz uymuyoruz. O fazla parası ve fazla gücü olan bir çocuk. Bir gün iyi biri olacak ama... Sırf yalnız kalmak için herkesten ayrı misafir katında yaşayan, tehlikeli motorcu çocuk... Benim pek tarzım değil." Dedim. Tanrım gerçek hayatta yalan söyleyince burnumuzu uzatmadığın için teşekkür ederim!

"Yalnız kalmak için mi? Tanrım! Bu çocuğun neden hiç sevgilisi olmadığı belli... Belki şimdi bana kızacak ama ileride teşekkür edeceğini bildiğim için sana gerçeği anlatacağım- şey aslında teşekkür etmese de anlatacağım çünkü çok eğlenceli neyse-

Adam küçükken, annesi ölündüğünde, yağmurda sürünürken bulunmuş bir köpek yavrusu gibi evin önüne bırakılmıştı. Aslına bakarsan o gün cidden yağmur yağıyordu ve uzun sarı saçları yanaklarına yapışmışken tam bir yavru köpek gibiydi. Ama elbette Jean o zaman da bugünkü gibi kaltaktı minicik korkmuş veledi bu izbe yerin en boş ve soğuk köşesine atmıştı.

Jett o gece onu yalnız başına korkmuş ağlarken bulunca annesine onu kendileriyle aynı katta bir odaya almaları için yalvarmış ama ailenin olduğu yerde başka oda yoktu zaten. O yüzden o gece kendi odasını Adam'a verdi ve o oda gerçekten vermeye kıyamayacağın güzellikte bir yer. Ah! O platin sarısı saçlı minik Jett o kadar tatlıydı ki anlatamam. O minik hokka burnunun altında ciddi bir ifadeyle sıkılmış çenesi ve çatılmış kaşlarıyla!" zihnimde çizilen minik oğlanın görüntüsü bir anda kalbim sanki kesilmiş ve tüm sıcak kan göğsüme yayılmış gibi bir sıcaklık hissettirirken gerilerde, çok gerilerde midemin üst kısımlarında huzursuz edici bir titreşim oluşmuştu.

"Yani aslında tanıdığını zannettiğin Jett hakkında hiçbir fikrin yok."

Beynimde tek bir düşünce çınlıyordu;

Bu kız nasıl olur da Jett hakkında bu kadar bilgi sahibi olabilirdi?

Bana neydi ki?

Tanrım!

Kendime gelmeli ve Jett'i sahipleniyormuş gibi davranmayı bir kenara bırakmalıydım artık o kötüydü!

Ama minik Jett'in hayali görüntüsü gözlerimin önünden gitmezken bu düşünceye tutunmak o kadar zordu ki...

Dün ona sorduğumdaki sıkılgan ve geçiştirici sözlerini hatırladım. Keita anlamamış olsa da bana niye odasını Adam'a verdiğini söylemediğini biliyordum. Kendini kahraman ilan etmek istemiyordu.

Ve kahretsin ki, bu düşüncenin de bana yardımı olduğu söylenemezdi...

Tanrı belamı vermiş ve beni de okulundaki kötü asi ve kesinlikle zararlı insana hayran olan kızlara çevirmişti.

Hayrandım. Evet. Başka hiçbir açıklaması yoktu. Şehvetti bu.

Duygularla alakası dahi olamazdı. Kesinlikle. Kuşkusuz.

Bu konuda beynimle anlaştığımıza göre bir çilek daha yiyebilirdim. Avcuma bir çilek alıp kürdana uzanırken Keita'nın sarışın irice birinin boynuna atladığını gördüm.

Has siktir!

Burnuma tanıdık sandal ağacıyla karışık erkeksi koku dolarken elimin ıslandığını fark ettim. İstemsizce yumruk haline getirmiş olduğum parmaklarımın kenarından süzülen kırmızı sıvı yeşil elbisemi lekelemişti.

Harika artık regli olmuş bir Tinkerbell'dim!

Elimdeki kürdanı önce Keita'nın uyuz edecek derecede kusursuz kollarına sonrada Jett'in ağız sulandırıcı bir şekilde uzanan boynuna saplamak istiyordum.

Keita'nın borda dudakları kirli sakalla gölgelenmiş yanakta iz bırakırken elimdeki kürdan ve avucumun içindeki çilek yere düşmüştü. Amaçsızca kızın ince boynunu kırma dürtüsüyle dolmuştum.

Keita onun sevgilisi miydi?

Jett'ten büyüktü ama bazı şeylerin büyüklüğü yaştan daha çok anlam ifade ederdi. Bilirsiniz işte şey gibi...

Şey...

Gündüz gördüğüm görüntü aklıma hücum ederken düşüncelerimden beni yine bu görüntünün sahibi kurtarmıştı.

"Ablamla tanıştın mı Annie?" Ne?

Ablası mıydı?

Çenem yerle temas edercesine aşağıya salınırken yanaklarımdaki kaslar dişlerimi sıkmaktan sızlıyordu.

Tenimi işgal eden sıcaklık istilasından masaya koyduğum şampanyadan bir yudum alarak kurtulmaya çalışırken bir yanım hiç de kabul etmek istemediğim bir rahatlamayla mayışmıştı.

Soruya yanıt vermediğimi hatırlayın aceleyle "Evet, çok iyi biri..." dedim.

"Benim aksime, öyle değil mi?" diye mırıldandı mantıksız derecede seksi görünen alaycı gülümsemesini takınarak. Havaya yayılan güçlü erkeksi esans beynimi uyuştururken bedenimin onu istediğini fark ettim.

Tutkudan ve seksten öte bu bambaşka bir şeydi. Yalnızca ona yakın olmak istiyordum, çok yakın. Ama aynı zamanda asla istediğim kadar yakın olamayacağımı da biliyordum.

Zaten olmamalıydım da. Yanlıştı!

Kahretsin, uyuşturucu kullanan, tehlikeli, zararlı ve... Ciddi olmayan biriydi. Asla bana bakmazdı. Asla beni sevemezdi.

Ona layık değildim. Sky'da bir fahişenin ve bir alkoliğin kızıydım. Yeterince güzel bile değildim. Birilerinin kullanıp atacağı tek kullanımlık resimli mendil parçası gibiydim.

Güzeldim, ama tekrar kullanılabilecek kadar kaliteli değildim.

Kafamı refleks olarak iki yana hafifçe sallayarak rahatsız edici fikirleri savurmaya çalışırken tekrar aynı gri-mavi gözler gözlerimi esir almıştı.

Onu nereden tanıyordum?

Ya da tanıyor muydum?

Şahin gibi etrafı inceleyen ciddi bakışları benimkilere kenetlenmiş dururken onda neyin bu kadar özel olduğunu bulmaya çalıştım.

"O kim?" diye sordum daha fazla beynimdeki baskıya dayanamayarak.

"Ne?" Gözlerimi mavi gri gözlerden koparmayı başarınca Jett'i karşımda kaşlarını çatmış beni izlerken buldum.

Güçlükle kafamla maske takmamış mavi-gri gözlü kızıl adamı işaret ettim. Jett'in bahsettiğim kişiyi bulması yalnızca birkaç saniye sürmüştü ardından kim olduğunu keşfedince dişleri arasından ürkütücü bir hırlama kopmuştu.

"Alroy!" Jett hışımla benim suratıma bakmadan adama doğru yürürken merakım vücudumun iplerine eline almış beni onun peşinde sürüklüyordu.

Jett iri vücudunun aksine bir kedi esnekliğiyle kalabalığın arasında yolunu bulurken ben de çarptıklarımdan özür dilemekle meşguldüm.

Sonunda Jett'le hemen hemen aynı boylarda olan turuncu saçlı adamın önünde durduğumuzda Jett ağızını tekrar açmıştı. "Annette nerede?" sesinde otoriter ve tehlikeli tını adamın gözünden de kaçmamış olacak ki aynı ciddiyetle;

"Bilmiyorum." Diye yanıtladı. Mavi gözlerinin ardında saklanmış yorgunluğu ve gerginliği tuhaf bir şekilde çok yoğun hissediyordum.

Elimi uzatıp bu yabancıya yardım etmek için adeta yanıp tutuşuyordum. Adamın da gözleri benim üzerimde geziniyordu.

"Anneni nasıl kaybedebilirsin?" Jett'in sabırsızca mırıldandığı kelimeler ölüm kadar soğuktu. Alroy siyah maskesini kızıl saçları arasından çekip çıkardı ve "Kahretsin Jett bu sefer gelmeyeceğini yemin etmişti. Kırk beş yaşında bir kadına bu kadar güvenebileceğimi düşünmüştüm!" diye tısladı.

Otomatik olarak Ren'in hırıltılı sesiyle kulağıma kazıdığı kimseye güvenme düsturunu hatırlayınca irkildim.

"Kırk yaşındaki deli bir kadına güvenemezsin Alroy!" Jett'in ağızından bir kerede çıkan sözlerden sonra havada gerginlikle ağırlaşmış ciğerlerime baskı yağıyordu. Kızıl adam elini hızla Jett'in göğsüne doğru kaldırırken "Annem hakkında doğru konuş Jett!" demişti tehditkâr bir şekilde.

Ancak eli başarılı bir şekilde hedefine ulaşamadan, bileği Jett'in yumruğuyla karşılaşmıştı. Jett bileğine kelepçe gibi sardığı eliyle çok geçmeden tehdidi savuşturmuştu.

"İşler karışmadan Annette'i bulalım." Dedi ve beni de kolumdan çekip kalabalığın arasına tekrar girdi.

Yine Annette demişti. Kendi adımı başkası için kullanılırken duymak tuhaftı ama daha tuhafı bu Jeanette'in bu kadından hoşlanmamasıydı. Bana da hep bu isimle hitap edip bağırmıştı yani bunların sebebi olan Annette bu kadın mıydı?

Her şeyin sırası vardı tabii.

"Alroy'a neden kızdın?" diye sordum başlangıç olarak. Bir anda durdu ve bana döndü.

"Onunla ilgileniyorsun sanırım?" dişlerinin arasından hırıltıyla çıkan sesi beni ürkütmüştü.

"Ne? Ha-hayır! Sadece... Anlamaya çalışıyorum annen... Annette'e neden bu kadar kızgın? Biliyorsun... Şey yüzünden merak ediyorum... Bu Annette o Annette mi?" Neden gerildiğimi bilmiyordum ama beceriksizce kelimeler hiçbir filtreden geçmeden atmosfere karışmıştı.

Jett tek elini platin rengi saçlarına daldırıp yorgun gözlerle etrafına baktı. Bir anda gözüme o kadar yaşlı ve sıkkın görünmüştü ki ona sarılma dürtümü bastırmak için ellerimi göğsümde kavuşturmuştum.

Sonunda indirdiği elini ufak bir ürperti dalgasının yayılmasına sebep olarak belimin oyuğuna yerleştirip beni köşeye çekmişti.

"Annette babamın eski sevgilisi ve annemin en yakın arkadaşı. Annemle Fransa'dan İngiltere'ye bir tatil için geldiğinde babamla aşk yaşamışlar ancak onun tam olarak nasıl bir psikopat olduğunu fark edince başka bir adamla kaçmış.

Babam intikamını almak için hiç düşünmeden annemi kullanmış ancak durumları annemin babası, dedem fark edince evlenmek zorunda kaldılar. Annem her şey için Annette'i suçlamaya bayılıyor ancak buna rağmen Annette her fırsatta annemi görmeye gelir." Sözlerinin bittiğini anlamam ne kadar sürdü emin değildim. Ailesi hakkında bu kadar çarpıcı gerçekleri sanki hava durumundan bahsedermiş gibi bir edayla anlatması sanki tüm bunları daha da sarsıcı bir hale bürümüştü.

Yutkundum. Ve inanılmaz gerçeği hazmetmeye çalıştım; Jeanette için üzülmüştüm. Gerçekten. Beni tonlarca kez rezil etmiş kadına acıyordum... Ömrü zorlamalara, yalanlara ve intikamlara kurban gitmişti.

Kendimi toparladığım anda rahatsız edici sessizliği bozmak için "Annette neden geliyor ki?" diye sordum.

"Babamın yaptıkları için kendini suçluyor, annem gibi. Bu yüzden bıkmadan usanmadan sürekli gelip kendini affettirmeye ve annemin hayatını düzeltmeye çalışıyor. Ancak sonuçta o da kafayı kırmış biri..." Bir an durdu ve sanki sıradan davetlilerden biriymişiz gibi ifadesiz bir suratla koluma girip futbol sahası büyüklüğündeki balo salonunun içerisinde yürütmeye başladı.

"Fakat annem kindar biri. Asla onu affedeceğini sanmıyorum. Hatta bazen onun evini dahi annemin kundakladığını düşünmeden edemiyorum." Tekrar konuşmaya başladığında sesi sanki kendi kendiyle konuşuyormuş gibi derinden kısık bir tınıyla çıkmıştı. Hele son kısmını kimseyle paylaşmadığına emindim. Fazla özel bir bilgi olmalıydı. Ne olursa olsun Jeanette'i canından çok sevdiğini biliyordum ona bu suçlamayı yakıştırmak çok zor olmuş olmalıydı.

"Ama ocağı açık bırakan hizmetçi yüzünden yandığını biliyoruz. Kadın bu hatasının iki tane çocuğu öldürdüğünü fark edince intihar etmiş olmasa sanırım hiçbir kanıta inanamazdım." İki tane çocuk mu?

Soğuk bir titremeyle irkildim. Yanarak, teninin her saniye eridiğini hissederek ölmek, ölümlerin en kötüsü olmalıydı. Ancak en çok da sesindeki hüzün kalbimi kırmıştı. Annesine güvenememek içten içe bitiriyordu onu.

"Scarlett!" Omzuma konan bir elle eş zamanlı olarak titrek tıslama kulaklarımla buluşunca refleks hızla olarak sesin sahibine dönmüştüm.

Elini ağızına götürmüş kadın duman grisi gözlerini kırpıştırarak gözlerimin içine bakıyordu. Benimkiyle aynı tonda kızıl saçları göz kamaştırıcı bir biçimde omuzlarını okşuyordu.

Kafamda her şey anlam kazanmıştı. Bu kadında olan zarif duruş ince hatlar ve egzotik çekiciliğe sahip olmasam da Jeanette haklıydı. Benzerlik çarpıcıydı.

Şey, pekala, aradığımız Annette'e sonunda ulaşmıştık sanırım.

Fortsätt läs

Du kommer också att gilla

1.3K 95 33
babasının ateşler içinde bedenini gören zeynep. artık hiç konuşamaz olmuştur. bakalım zeynep hayatının geri kalanını sessiz bir sekilde nasıl devam e...
3.4K 564 15
Ülkesinden sürülmüş Prens, bir adada köylülerle mütevazi bir hayat yaşarken bir grup korsanın adaya saldırmasıyla bir kabusa uyanır. Bulmak zorunda o...
33.4K 4.3K 48
"Bana metal bir kol verdiler ve geriye kalan her şeyimi benden aldılar. Ama Marin, o; içinde kaybolduğum karanlıkta tek umudum, tek aydınlığım oldu...
HER KİMSEN Av R.İdeli

Äventyrsromaner

23.1K 3.2K 11
🏀 Sayın sen, ben Deva. Deva Çetinceviz. Adımdan da anlayacağın üzere ben kolay lokma biri değilim. Evet, babam beni erkek gibi büyüttü ama öyle olma...