Kıskançlıktan Regli Olmuş Tinkerbell

14.3K 633 52
                                    

Yazar notunu okuyan var ya? :D Neyse gençler ve hep genç kalan Kaçak okurları; Vote sınırı koyuyorum-

Şaka şaka yazarken bile tuhaf hissettim yav adfgdh (önce saçma şaka sonra da random gülüş çok yüz veriyorsunuz bana çok :P ) Ama en azından bu bölümde bir üç haneli vote sayısı görsek harika olur değil mi? Şöyle okuyan herkes ufak da bir yorum bıraksa?

Mesela aklınıza takılanları ve eleştirilerinizi yazabilirsiniz, bir de aklında karakterler için Cast'i olan varsa söyleyebilir mi? sizin hayallerinizde nasıl canlandıklarını bilmeye can atıyorum :D

Bu bölüm geç geldiği için özür dilerim, ama tam bir bölüm yazmak istedim yoksa yine geçiş bölümü gibi olacaktı. Umarım gerçekten beğendiğiniz bir bölüm olur :))

Keyifli okumalar!

Tam dokuz saat sonra, sırtım kımıl kımıl kurtlarla kaynıyormuş gibi hissettiren bakışlar eşliğinde ayağımdan neredeyse parçalanmış bale pabucunu çıkartıyordum. Kimse benimle konuşmamıştı. Yalnızca çevremi kuşatan fısıltılardan bir ağ neşemi hapsetmişti.

Henüz üzerinden bir gün geçmiş olmasına rağmen dün gece okuldakileri unutmak çok kolay olmuştu. Tozpembe taytın paçalarını yukarı kaldırıp parmak aralarımdaki pamukları ve üzerindeki kauçuğu çıkardım. Lee'yi kaybetmiştim. Ona yalan söyleyerek bunu hak etmiştim de ancak başka şansımda yoktu.

Gerçekleri söylemek istiyordum. Kardeşimi saklamaya çalıştığımı ve bu yüzden bazı yalanlar söylemek zorunda kaldığımı. Ancak doğruları söylemeye başladığım anda tüm düğümlerin çözüleceğini biliyordum. Ren düğümleri çözmek isteyeceğimden çok daha güçlü ve zekiydi. Şimdi bile beni bulmasının an meselesi olduğuna emindim.

Aniden bu düşünceyle tüylerim diken diken olmuş isterik bir titreme beni almıştı. Sahi hala beni nasıl bulamamıştı?

Çoraplarımı giyerken, artık bakışlar neredeyse görünmez bir el haline gelip boğazımı sıkmaya başlamışlardı. Zorlukla derin bir nefes alıp ayağa kalktım. Parkelerin sıcak ve tatlı tahta kokuları zihnimi rahatlatıyordu. En azından iyi yanından bakmalıydım, Sky'daki gibi kimse aklındakileri yüzüme söylemiyordu.

İçimde tuhaf bir boşluk. Yalnızlık. Bir o kadar da tanıdıktı tanıdık olmasına ama insan iyiye çok çabuk alışıyordu. Aniden eski dostumu unutuvermiştim işte.

En azında... En azından birinin yanıma gelip neler olduğunu sormasını istemiştim. Evet, çok bencilceydi. Sırlarım hakkında sorulan her soru aleyhimeydi ve kardeşimin hayatını tehlike atıyordu ama... Ama içimde en derinlerde bir yerde o şımarık kız çocuğunun sevildiğini bilmeye ihtiyacı vardı.

Burnumdan genzime yayılan dökülememiş yaşların yarattığı asidik hissi görmezden gelip, her zamankinin aksine kafeye gitmek için giysilerimi değiştirmek yerine, otobüs durağına gitmek üzere ağrıyan ayaklarıma pofidik kar botlarını giyerken omzumda bir ağırlık fark ettim.

Altındaki taytı çıkartıp kotunu çoktan geçirmiş olan Adam bana gülümsüyordu. Konuşmadan önce çantamı, eğilip alarak kendimi hazırladım ardından "Adam... Bence... Beni beklememelisin bu sefer... Biliyorsun tüm bu... Olaylar olurken..."diye mırıldandım ve ne diyeceğimi bilemediğimden ellerimi sallayarak hala fısıldaşmakta olan insanları gösterdim.

"Ah yok bu gün kafeye gitmeyeceğim... Aslında eve birlikte gidebileceğimizi söyleyecektim sonuçta artık aynı yerde yaşıyoruz." Dedi göz kırparak. Tanrım...

Adam'ın en sevdiği şey prova sonrası Starbucks'ta en büyük boy cup cake'imsi zımbırtıdan içip çene çalmaktı. Daha önce hiç kaçırdığını görmemiştim.

KaçakWhere stories live. Discover now