Kaçak

By primrosiaa

850K 36.2K 3.9K

Kaçtığımı sanırken, aslında her adımım beni ona daha çok yaklaştırmıştı... Ve her bir adımı, yasak bir zevkle... More

Tanıtım
Çilek kız'dan şehvetli gecelere...
Kahretsin! Onun burada ne işi vardı?
Yeni Yalanlar
Başka yalan yok.
"Ben playboy'u tercih ederim."
Pekâlâ en son düşüyordum...
Tottenham yuvası...
Eğer Hulk olsaydım, şu an geğirerek dişimde kalan artıkları temizliyor olurdum.
İnsanın para için yapamayacağı şeyler vardı!
Tam da şu hikâyeyi, klişe bir aşk romanına çevirme zamanı değil mi tanrım?
Tanrı'nın Şaka Anlayışı...
Bitmeyen gece...
Kum saatinin içinde akan kumlar...
Sana da merhaba baba...
Zihnimdeki yırtık donu dikmenin vakti gelmişti...
Bugün çarpılmak için pek güzel bir gün sayılmazdı...
En Azından Artık Adam'ın Soyadını Biliyordum...
Çıplak!
Kıskançlıktan Regli Olmuş Tinkerbell
Anne ruh halinden çıkarmak...
"O seni sevmiyor, sevemez!"
"Hayatta kalmaya çalış..."
Her gün şirinleri yemeye çalışan Gargamel
Yasak bir zevk!
Aslında Olmayan Biri
Nefes almaya ihtiyacım olduğundan da fazla...
Tanrım, lütfen bu seferlik beni tak.
Unutma...
Kendini Kaptırmak
Sana aitim.
Dondurmak İstediğim Saniye
Baba...
Gerçekler ve Yalanlar
Korku önümde diz çökmüştü.
Kanıtlama
Ön yargı ve ya yanlış anlama.
Cinayetin Sonuçları
Mutlu Yıllar
Son Söz
Tutsak-Duyuru-Sorular
Tutsak
Daha sert bir şeylere ihtiyacım vardı.
İpuçları
Sihirli Fasulye
Dönüş
Sarılmalar ve öpüşmeler
Delilik
Hoşçakalın
Aşkın meyvesi ya da günahın cezası
Kömür
Son Öpücük
Listeler
Uzun Hikaye
Ziyaret
Bedenlerin Dansı
Öteki Kadın Hamile
Hayır.
Sonra
Buzdan heykel gibi erimek.
Beni Bırakma
Kabulleniş
Son
Son Not

Bazı ölümler ebediyete yükselirken bir parça da sizden çalarlardı...

12.2K 621 65
By primrosiaa

Yeni bölüme hoş geldiniz efendim :D Geçen hafta okur sayısındaki artış çok güzeldi umarım bu artış katlanarak devam eder :)) Oy ve yorum atarak bana destek olan herkese çok teşekkür ederim ama sanırın bu benim sevincimin boyutlarını tanımlamanın yanından bile geçemez :D hatta bu gün bir arkadaşım çok fazla wattpad konuştuğumuz için bizi (@smyrnaa ile beni) azarladı dahi siz düşünün yazmanın ve edebiyatın hayatıma etkilerini :D Ama hep dediğim gibi yazmak benim en bencil ve tabiri caizse en aşık olduğun sevgilim :D
Yani beni biraz böyle kabul etmek zorundasınız :D Okumaya zaman ayıran herkesi çok seviyorum :D
Bu arada bu bölüm hiç ama hiç içime sinmese de bugün söz verdiğim gibi yayınlıyorum mazur görün 30 saattir ayaktayıp her şeyden çok kafa yorgunluğu var.
Unutmadan müzikle okumayı seven okurlarım için ilk multimediadaki parçayı ardından Annie banyoya girince de diledikleri hüzünlü bir parçayı açmalarını öneririm!
Yeter artık çok uzattım iyi okumalar umarım keyif aldığınız bir bölüm olur :))

Not:@lianlk isteğin üzerine bu bölüm Annie'ye banyo yaptırmayı ihmal etmedim! :D
****************

Rahatça duvara yaslanmış sırtı ve göğsünde kavuşturulmuş kollarıyla; şaşkınlığım ile alay eden gülümsemesi gri gözlerine kadar ulaşmış, beni seyrediyordu...

Pekala...

Ne diyeceğimi bilmiyordum. Evet, söyleyecek hiçbir şeyim yoktu.

O yüzden kontrolü ele almak için aklıma ilk geleni söyledim;

"Yani burası senin evin mi?" Elbette Ann, kontrolü ele geçireceğim derken kelepçeleri altın tepside sun ona...

Alayla alev alev yanan gözleri bedenimde gezinirken cevap olarak yalnızca daha da çok gülümsemişti. Bakışlarından kaçmak için içgüdüsel olarak geriye doğru bir adım attığımda dehşet içinde bana doğru yaklaştığını fark ettim. Kendine has erkeksi kokusu burnumu zevkten inletirken her bir adımıyla ben de geriye doğru bir adım atıyordum zira aramızdaki mesafeyle doğru orantılıydı kontrolüm.

Sonunda sırtım gürültülü bir şekilde ağır kütüphaneye çarptığımda kıpkırmızı kesildiğimden emin olmak için aynaya ihtiyacım yoktu zira o tanıdık his oradaydı: tüm tüylerim dikene dönüşüp tenime batıyordu.

Ancak Jett benim aksime sanki dünya rahatlık rekortmeniymiş gibi bana doğru geliyordu. Ağır deri botları benim yumuşak botlarımın burnuna değince durdu. Gözleri eskisinden daha sıcaktı çevresindeki halka neredeyse erimiş metal gibi görünüyordu.

Bakışları bakışlarıma sabitlenince bir anda onu ince kazağından tutup kendime çekmek için karşı konulamaz bir istekle doldum. Kaçamıyordum. Her taraf Jett'le doluydu. Bu oda, el boyaması duvar kağıtları, yerdeki eski parkeleri örten kürk halı karşı duvardaki büyük şömine, boşta kalan duvarı boydan boya bir sarmaşık gibi kaplayan zengin kütüphane ve havada asılı yoğun baş döndürücü esans...

Hepsi Jett'in parçalarıydı her biri ondan izler taşıyordu. Gözlerimi kapatıp yalnızca tanıdını çıkartmak istiyordum...

Tanrım!

Kendine gel Ann!

Kendine gel. Jett kötü... Kötü çünkü...

Nane ve kahve kokan nefesi yüzüme çarparken bir elini arkamdaki rafa dayadı. Aaah...

Ne diyordum en son?

Midemin üst kısmından yayılan sıcak sıvı değdiği her hücremi okşayarak göğsüme yayılırken beynimin uyuştuğunu hissettim. Düşünceler tükenmişti...

Yalnızca hisler vardı...

Başını eğerek bana yaklaşmaya başladığında sandal ağacı ve derinin mest edici esansına kendini kaptıran göz kapaklarım, ağırlaşarak kapanmıştı.

Bekliyordum.

Evet, evet!

Kahretsin!

Beni öpmesini bekliyordum...

Isınan kanım bedenimi yakıyordu. Lanet olsun nerede kalmıştı?

Gözlerimi açtığımda onun suratı yerine esnek bir şekilde eğilmiş ağız sulandırıcı sırtıyla karşılaşmıştım. Ne yapıyordu öyle?

Sert kaslarla kaplı geniş sırt kasılıp yükselirken hipnotize olmuş bir şekilde onun bedenini izlediğimi fark edip daha da kızardığımı hissettim. Bu kadar kızarmak yasal olmamalıydı...

Hatta mümkün dahi olmamalıydı. Bugdı bu...

Tanrı'ya e-mail atmalıydım bu konuda...

Jett eski haline geri döndüğünde bana aklımdan geçenleri okuyabiliyormuş gibi bakıyordu. Boştaki elini de sırtımın dayalı olduğu kitaplığa doğru götürünce iki kolu arasında hapis kalmış gibiydi ve kahretsin ki bu fena halde kanımı alevlendiriyordu. Ardından aslında o elinin boş olmadığını, bir kitap tutmakta olduğunu fark ettim.

Has siktir!

Yerdeki kitabı kaldırıyordu. Beni öpmeyecekti...

Kulaklarım utançtan uğulduyordu. Kızarmaktan neredeyse kılcal damarlarım çatlayacaktı artık...

Rezil olmuştum!

Tanrım lütfen yer yarılsın... Lütfen!

Ve beni en dip köşesine at...

Karşımda beni sanki sahnede sergilenen bir komedyaymışım gibi seyreden alaycı gülümsemesi hala gözlerinde titreşirken suratı bir anda ciddi bir ifadeye bürünmüştü.

"Ah Annie..." dedi dramatik bir şekilde nefes alıp verirken. "Ruhumu ve bedenimi büyüledin. Aşığım, aşığım, sana aşığım... Bu günden sonra asla seni bırakamam" Çenem yerdeki koyu renkli parkeyle kucaklaşırken nefes almadığımı fark ettim.

Sözler dudaklarından dökülürken, iliklerime kadar sıcak titreşimler gönderen sesi tam olarak hayal ettiğim gibi kulaklarımla buluşmuştu. Donmuştum. Mr.Darcy karşımdaydı.

Hangisinin beni daha çok dumura uğrattığına emin değildim;

Jett'in 'Aşk ve Gurur'daki' en romantik pasajı alıntı yapacak kadar ezbere bilmesi mi?

Yoksa karşımda bir ömür bana sarf edilmesini hayal ettiğim sözcükleri söyleyen bir yunan tanrısı çekiciliğine sahip adam olması mı?

Ne diyeceğimi bilemediğimden aklıma gelen ilk şeyi söyledim; "Ellerin... Çok soğuk."

"Sana üç kere seni sevdiğimi söyledim ve senin tek diyebileceğin ellerinin soğuk olduğu mu?" dedi tekrar Mr. Darcy'yi taklit ederek. Ardından boğuk kahkahası tenimin üzerinde okşarcasına gezindi.

Halimle dalga geçiyordu!

Ve ben de ona hala Justin Bieber görmüş on iki yaşında bir kız gibi aval aval bakıyordum.

Dişlerimi ve yumruklarımı sıktım. Ama daha kötüsü Mr. Darcy'mle alay ediyordu!

Sonunda hayranlığımın yerini yeterince öfke kaplayınca sesimi bulmuştum. "Alay ediyorsun!" dedim suçlarcasına.

"Evet, alay ediyorum. O hikaye baştan hatalı ve buna rağmen-aslında belki de bu yüzden kızlar buna bayılıyor..." Sinir soluk borumu tıkamıştı, konuşursam yalnızca ağızımdan boş bir inleme çıkacağını biliyordum. O yüzden kendimi sakinleştirmek adına birkaç nefes aldım. Yeterince hazır olduğumda;

"Hatalı mı neresi hatalı?" diye bağırdım. Hiçbir yeri hatalı falan değildi tamamen mükemmeldi. Kıskanıyordu!

Evet.

Edward Darcy'ye milyonlarca kız tapıyordu ve ona yalnızca birkaç yüz kız... Böyle şeyler egosuna tersti...

İşte! Kesin kıskanıyordu!

"Öyle bir adamın gururunu kırıp o hale gelmesi mümkün değil ve o kadar inatçı bir kadının düşündüklerinin ön yargı olduğuna inanması... Saçmalık..."

"Hayır saçmalık falan değil aşık oluyorlar..." diye savundum.

"Aşk mı?" Alayla güldü ama bu sefer gülüşü cam kırıklarının birbirine sürtülüşü gibi can yakıcıydı.

"Evet... Âşık olunca böyle olur!"

"Aşkı çok biliyormuş gibi konuştun, ne o çok mu âşık oldun yoksa? Gerçi çocuk yapacak kadar âşık olduğun düşünülürse..."

"Çocuk mu?" dedim bir anda boş bulunarak. Ne çocuğundan bahsediyordu?

"Evet, Annie çocuk... Unuttun mu bebeğin... Gerçi unutuyor olmalısın zira iki ay boyunca ruhumuz bile duymadı..." Haa...s siktir!

Kahretsin ki, şey... Pekala, evet, unutmuştum. Durumu geçiştirmek için bir şeyler yapmalıydım. Birkaç saniyelik değerlendirme sonucunda en iyi savunma saldırıdır düsturuna oyumu vermiştim.

"Sana neden söyleyecektim ki?" Meydan okumam yalnızca dudaklarının köşelerinin biraz daha kıvrılmasını sağlamıştı. Naneli nefesi yüzümü yalarken kalbimin tekrar hızlandığını fark ettim.

Hayır, hain kas parçası, maraton koşmuyorsun kendine gel!

Biraz önce söylediğimin aksine sıcacık sert eli yanağıma dokunup gözümün önüne düşen bir kaç parça saçı okşarcasına kulağımın arkasına yerleştirirken, derinden gelen hırıltılı bir ses tonuyla "Bilmem..." diye mırıldanmıştı. Ah! Tanrım! Bu haksızlıktı!

Eğer bir tele-erkek olaydı telefon hattı fazla yüklenmeden kitlenirdi...

Saçlarımı yavaşça bırakan parmaklarını kulamın kenarında gezdirirken ufak bir inlemenin dişlerimin arasından kaçtığını fark ettim.

Tanrım, lütfen kulaklarımın bana yaptığı bir eşek şakası olsun!

Ama değildi Jett'in gözlerindeki derin sıcaklık bunu işaret ediyordu onu en son bu şekilde beni motosikletle evime bıraktığında görmüştüm. Devamında beni duvara yaslamış ve...

Anılar zihnime dolarken başka bir şeye odaklanmaya çalıştım. Jett'in odasındaydım ve bunun anlamı...

Kahretsin!

"B-ben... Babaannen... B-bayan Morano aşağıda bekliyor... Gitmeliyim..." Kekelemiştim ama umurumda değildi buradan hemen çıkmalıydım. İki elini sinir bozucu derecede bir rahatlıkla çekerken, hala lanet alaycı gülüşü oradaydı.

"Kaçıyorsun." Dedi kollarını pazılarını şişirecek şekilde geniş göğsünde bağlarken. Biliyordu. Aklımdan geçen her bir düşünceyi biliyordu ve bununla kendine bir alay etme ziyafeti çekiyordu!

Aslında sormadığını biliyordum ama yine de "Kaçıyorum." Diye yanıtladım onu ve başka hiçbir şey demeden kararlı adımlarla odadan çıktım. Belki içeride yeterince rezil olmuştum ama çıkışım havalıydı!

Hayali skor tablomun 'ev' yazan hanesine bir yazıp havalı bir şekilde yürümeye devam ederken bir ses duydum.

"Ama yanlış yere kaçıyorsun." Ona döndüğümde hala aynı gülümsemeyle beni seyrettiğini fark ettim.

İşte geliyordu...

"Eğer öyle gitmeye devam edersen balkona çıkacaksın ve balkonun diğer kapısı tekrar odama açılıyor... Aslında bekleyip geri dönüşünü izlemek de epey zevkli olurdu..." dedi hanemdeki bir puanımı kalıcı markerla karalayarak.

Gerisin geri kös kös yürürken işaret parmağında sallanan sırt çantamı gördüm. "Bunu benim için mi bıraktın kedicik?"

Hışımla çantayı kaparken hala kendime bir oda bulmadığımı hatırladım. Aşağıya inmeden önce çantayı atacak bir oda bulmak zorundaydım yoksa Bayan Morano'ya bu kadar gecikmemi nasıl açıklayacaktım bilmiyordum.

Gerçi daha ilk günden torunuyla oynaştığımı söylemenin harika bir imaj oluşturacağından emindim...

Bu fırsatı da mahvedemezdim. Bree'yi düşünmeliydim...

Dolayısıyla gururumu siktir edip "Ah... Şey, sanırım kayboldum... Bana misafir odalarından birine gitmemi söylemişlerdi ama belli ki o koridor burası değil..."

"Hayır, burası..." dedi elindeki çantayı bana vermeden koridora çıkarak ardından birkaç adım ilerideki kapıyı açıp içeri girdi. "İşte, odana merhaba de kedicik!" dedi ve devasa görünümlü klasik dört direkli yatağı göstererek devam etti. "Burayı seveceksin bak hatta şurada pençelerini bana saplamadan önce yontabilmen için tahta direkler bile var! Tadını çıkart..." Soktuğu lafı umursamayacak kadar neden misafir odasında kaldığını merak ediyordum. Kendimi tutamayarak;

"Neden misafir odalarından birinde kalıyorsun?" Diye sordum.

"Çünkü evin gürültüsünden uzak. Yalnızlığı seviyorum." Dedi ve bir anda ne olduğunu anlamadan odada yalnız başıma bırakıp gitti.

***

Üç saat sonra azat edilmiş bir halde aynı yerde dikiliyordum. Birkaç dakika önce artık odama çıkıp dinlenebileceğim söylenmişti...

Hala bu günün bittiğine inanamıyordum...

Hatta bu günün yaşadığına inanamıyordum!

Gündüz her şey normal başlamıştı. Okula gitmiştim, dolabımın önünde Lee'yle buluşmuştum, matematik her zamanki gibi sıkıcı, kimya öğretmeni her zamanki gibi sapıktı.

Daha sonra öğle yemeği vardı. Aslında hiç sahip olmadığım dostlarım henüz maskelerini atmamış gülümsüyorlardı bana. Lee elimi tutup beni seviyordu...

Yalnız değildim...

Ardından Ashley gelmiş, kumdanmış gibi aciz kalelerimi, tek ayak darbesiyle yıkmıştı. Onları tekrar birleştirmek için denizden su taşımaya halim kalmamıştı artık...

Zaten belki de hep orada bir yerde Ashley'ler olacaktı...

Adam'ın beni bulması ve Sadie'nin uğraşları aklıma gelince kalbimin ısındığını hissettim. Benimlelerdi. Nankörlük ediyordum, yalnız değildim belki de şimdi...

Ama yine de bilirsiniz...

Kim için özeldim ki?

Bir gün ölseydim kim arkamdan yas tutardı?

Kimin hayatı kökten sarsılırdı?

Peki, kim naaşımın başında iki kelam edecek kadar tanıyordu beni?

Uğursuz düşünceleri kafamı sallayarak kovmaya çalıştım. Daha ölemezdim. Bree güvende olmadan yasaktı...

Tanrı'nın bile bu kadar kötü bir espri anlayışı yoktu...

Tabii Tanrım seninkinin kötü olduğundan değil... Ama biliyorsun...

Ehehehe... Çarpma beni lütfen!

Beynim yine espri zırhını kuşandığına göre rahatlayabilirdim... Bundan sonra zarar gelmezdi.

Soyunurken üzerimden yeşil dumanların nasıl hala süzülmeye başlamadığına şaşırmıştım. Böö...

Terlemiş, terlemiş, terlemiş, kanla kaplanmış ve tekrar terlemiştim...

Pekâlâ...

Bir banyoyu hak etmiştim!

Neredeyse Jett'inki kadar büyük olab oda onunkinin aksine kütüphane olmaksızın salt krem rengi duvar kağıdıyla kaplı olduğundan dolayı çok daha geniş duruyordu. Aynı zamanda mobilyalarda da genel olarak beyaz ve çiçekli desenler hakimdi...

Hayatımda daha önce hiç sahip olmadığım tuvalet masasında hayranlıkla elimi gezdirdim. Beyazdı ve üç tane aynası vardı. İnce işlenişi fiyatını haykırıyordu. Hem bu kadar şatafatlı hem de bu kadar zarif mobilyalar için ödediğiniz bedel astronomik olurdu genelde.

Hemen yanında duran işlemeli kapıya doğru gidip altın rengi oymalı kapı kolunu çevirip açtım.

Tamam...

Nefes al Ann nefes!

Ama,Tanrım, nefes kesiciydi...

Neredeyse eski dairem boyutundaydı ve bir Türk hamamını aratmayacak derecede detaylı döşenmişti.

Fasulye şeklindeki mermer küveti doldurmak için sıcak suyu açtım zira üzerimdeki pislikten ancak haşlanarak kurtulabilirmişim gibi hissediyordum.

Küvetin dolmasını beklerken kenarlarına yerleştirilmiş süsleri incelemeye başladım. Bir kavanozun içine renkli taşlar konulmuş gibiydi... Hayır etiketi vardı:

Banyo tuzu.

Hmmm...

"Banyonuza bir tutam dökün ve mistik aromaların yolculuğuna bırakın kendinizi..."

Kavonozun mantar tıpasını açıp kokladım, deniz yosunuyla karışık tatlı ama taze bir koku genzimde keyifli bir haz tabakası yaratmıştı...

Kavanozdan biraz avcuma döküp turkuaz rengi taşları yükselen suya serptim. Tanecikler köpükler çıkarıp erirken yanında duran nane yeşili mumu avcuma aldım...

Sandal ağacı...

Kibrit bulmak üzere dolapları araştırırken en son üç saat önce gördüğüm beyaz sarı saçlı adam sanki bedenimi sarıyormuş gibi hissediyordum...

Yemek boyunca neredeydi?

Onu hala görmemiştim...

Ve kahretsin evet az önce odasını kontrol etmiştim...

Rezildim ve kendimi bu konuda engelleyemiyordum. Genlerimizde saf yasak erkeklere duyulan zaafı taşıyorduk...

Teşekkürler anne!

Ah annem...

Artık yanan mumu bir elimde tutarak tek ayağımı soda gibi asitli suya daldırdım. Minik hava kabarcıkları ayaklarımda titreşerek bedenimi ve ruhumu rahatlatıyordu...

Zihnimin arınmaya başlamıştı...

Gözlerimden sıcak yaşlar taşarken annemin hüzünlü ve karmaşık mavi gözleri beni izliyordu. Kötüydü, berbattı, hatalar cehenneminin kurucu üyesiydi ama...

Ama annemdi...

Onu seviyordum. Koşulsuz ve şartsız...

Ve şimdi bir paçamı sonsuza dek kaybetmiş gibiydim. Asla geri gelmeyecek bir biçimde yok olmuştu. Tüm bedenimi suya bırakıp, beni annemin asla göstermediği şefkatle kucaklamasını izin verdin. Ardından başımı mermerin oyuk kısmına yaslayarak gözlerimi kapattım.

Titriyordum. Bana yabancı gelen sesim banyonun duvarlarınca çınlıyordu. İkimizde bilmiyorduk nasıl sevileceği, hislerimizi göstermiyorduk birbirimize...

Ne o, ne de ben; kimse öğretmemişti bize sevmeyi...

Ama o ilkel güdü oradaydı. Kalbimin asla birleşmeyecek derece kırıldığını biliyordum. Ve Summer'ın cehennemde bile dünyadakinden çok daha mutlu olacağını ancak...

Artık o yoktu...

Beni terk edip gitmişti... Sonsuza dek...

Yalnızca burada benimle olmasını istiyordum. Her yere kusabilirdi. Her yerde bitmiş içki şişelerini kırabilirdi. Tüm izmaritleri halıya söndürüp delik deşik edebilirdi...

Ama boş gözlerle de olsa bana bakmasını istiyordum...

Orada daha mutlu olduğunu bilsem de burada benimle olsun diye dileniyordum...

Göğsümde özlemin hançeriyle lime lime edilmiş yüreğim; kanıyor, kaybın kor ateşiyle yanıyordu.

Summer ölmüştü.

Annem gitmişti...

Sonsuza dek!

Ebediyen...

Zihnimde sözcükler dönüp dururken kalbim öylesine acıyordu ki ne bağırmaktan ağrıyan boğazımı hissediyor ne harap olmuş ses tellerimden dökülen çatlak inlemeleri duyuyordum.

Sonunda gerçeklik yok olana ve sesim tamamen yitip gidene de ağlamıştım...

***Bacağımı çevreleyen kaslar uyuşmuş bir şekilde titriyorlardı. Sürünerek yatağa gitmek yerine, yerdeki sigara izmaritini bitmiş votka şişesinin içine attım. Burnum bile yorgunluktan istifa etmiş, ucuz votkanın iç kavuran kokusunu alamıyordu.

Üzerimdeki ceketi çıkarırken halının üzerinde duran külleri ayağımla ezip ipliklerinin arasına gönderdim. Ev berbat haldeydi. Her zamanki gibi...

Acaba Summer zavallı bebeği evin hangi köşesinde unutmuştu?

HAS SİKTİR!

Bir yandan küfrederken yine kırık şişelerden birine bastığımı fark ettim. Tek ayağımın üzerinde tepinirken diğer ayağımı elime alıp batan camı aramaya başladım. Neden ayakkabılarımı çıkarmıştım ki?

Lanet olsun, Summer Sword'la yaşıyordum!

Kırık viski şişesini temizlemeyi hayali not defterimle büyük harflerle yazarken bir anda bir gürültü duydup elimden düşürmüştüm defteri. "Onu burada tutmam için bir sebep söyle orospu!" Diye gürlemişti tanıdık bariton bir ses.

Evet, sıradan hayatımın sıradan bir günüydü yine; Agnes her zamanki gibi tekrar direğe çıkmam için başımın etini yemiş ardından kabul etmeyince huysuzlaşmıştı, Bob kıçımı ellemek için sürekli kalçama para sıkıştırmıştı ve Summer'la Ren kavga ediyorlardı...

Tanrım, belki de tek bir heyecan katmak istersin hayatıma?

Buradan defolup gidene kadar bu mümk-

"Benim tohumumun bir fahişeyle büyümesine izin vereceğimi mi sanıyorsun, ha?" Aniden şahlanan aynı bariton ses düşüncelerimi yarıda kesmişti. Ne oluyordu?

Ne demekti bu?

"O senin çocuğun değil." Annemin tiz sesini hayal meyal duyduğum anda kemiklerimin ve kaslarımın artık beni taşımadığını fark ettim...

HAS SİKTİR... HAS SİKTİ... HAS SİKTİR... HAS SİKTİR!

Bunun anlamı... Kahretsin! Lanet kadın Ren'i aldatmıştı!

Ren'i!

Ve bunu itiraf ediyordu...

Kendini öldürtmek mi istiyordu?

Lanet olsun!

Kalbim göğüs kafesimi yırtıp geçercesine atıyor kanımdaki adrenalini saatte binlerce kilometre hızla en ince kılcal damarlarıma bile taşıyordu. Kırık cam parçalarının üzerinde çökmüştüm. Bedenim un çuvalı gibiydi. Sanki tonlarca kilo ağırlıktaymış gibi kolumu dahi oynatamıyordum.

Gök gürültüsü gibi bir ses havadaki suskunluğu delip geçerken zihnim kabul etmek istemese de ruhum biliyordu ne olduğunu...

Ve yüreğim... Kanıyordu...

Sanki o kurşun benim bedenime saplanmış gibi iki büklüm olmuştum. Artık hiçbir şey duyamıyordum yalnız bir uğultu geziniyordu kulaklarımın içinde...

Paldır küldür bana doğru gelen bir çift siyah rugan ayakkabıyı görüş alanıma girince bakışlarımı ona sabitledim. Ciğerlerimi acıyana kadar oksijenle doldurup sesimi yerine getirebilmek için boğazımı temizledim ama konuşurken sesim yine de titremişti.

"O iyi mi? Ne oldu? O... O..." boğazım akmayan gözyaşlarımın etkisiyle yanarken o kelimeyi söyleyememiştim...

Yine de onun anladığını biliyordum. John'un ifadesiz suratı sanki midesi ekşimiş gibi kasılırken artık fazla gelen tuzlu sıvı kapanmış gözkapaklarımın arasından kayarak yanağımı okşamıştı. İçgüdüsel olarak nefes almaya çalıştığımda düğümlenen boğazımdan geçen soluğun sesi beni korkutmuştu. Her soluğumun sesi yırtılırcasına çıkıp odada yankılanıyordu.

Ağlıyordum.

Yine de tıslamayı duyduğum anda hemen ayaklanmıştı. Hala soluğum odanın içinde çınlasa dahi görevimi biliyordum.

"Kaç!"***

JETT

Natalie giderek kötüleşiyordu...

Onun ölmesine kendimi alıştırmam gerekiyordu ama bazı şeylere belki de asla alışmazsınız...

Bazı ölümler ebediyete yükselirken bir parça da sizden çalarlardı...

Eve girdiğimde, salon boştu. Emma ve büyükannem yüksek ihtimalle yatmıştı. Adam sevgilisiyle olmalıydı ama anneme bakmak zorundaydım.

Alkolden tam olarak sağlayamadığım dengeden dolayı sarsılarak ikinci kattaki odasına çıkarken uyuyor olmasını diledim. Böylesi onun için daha huzurluydu...

Sarmal merdivenleri tırmanırken misafir odalarından gelen belli belirsiz haykırışları duyunca kanım dondu.

Annie!

Nereye gittiğimi bilmeden ayaklarım beni krem rengi çiçekli odaya taşımıştı. Kalbime eziyet edecek derece içten bir ağlama çatlamış ve neredeyse sessizleşmişti. Zaman kaybetmeden sesin kaynağını takip ederek banyonun kapısını sökercesine açtım ve içeri girdim.

İşte oradaydı...

Bembeyaz teni ulvi bir ışıkla parlarken, saçları günahın ve yasak şehvetin ateşiyle alev alev yanıyordu...

Ve tezatların prensesi meleklerin kalbini kırarak döküyordu kutsal gözyaşlarını.

O ne bir melekti ne bir şeytandı... İkisinin de tam ortasındaydı...

O melek ve şeytanın kızıydı...

Yasak olan ve helal olandı...

Suyun içinde titreyen bedenini kollarımın arasına alıp, kalbime yaslayınca inledim.Tam olarak dayanılmaz acıyla kavrulan yere bastırmıştım. Onun acı çekmesi canımı her şeyden çok yakıyordu...

Şeytanın bile kalbini kırmaya kıyamayacağıydı o...

Tanrının sevgilisiydi...

Porselenden yapılmaymış gibi duran kolları güneşin öpücükleriyle taçlandırılmıştı. Onları boynuma dolayarak beni ödüllendirirken, sessiz iniltilerinin arasından "Beni bırakma..." dediğini işitmiştim.

Ve o anda anladım onu asla bırakamazdım...

Continue Reading

You'll Also Like

4M 89.9K 103
❗️Kitap ağır cinsellik ve vahşet içerir❗️ ... "Söz verebilir misin, Liya?" "Sana söz veriyorum, seni sevmekten asla vazgeçmeyeceğim. Senden vazgeçtiğ...
4.2K 927 36
Hizmetçi olarak girdiği evden gelinlikle çıkacağını bilmiyodu hizmetçi olarak gittiği evde patronunu etkiliyerek onu kendi ne aşık etirmişti ama kız...
66.9K 4.2K 30
"Her insan kendi kaderini yazar kim bilirdi ki aynı kaderi yaşayacaklarını"
473K 25.9K 34
Yaş farkı vardır, dikkate alarak okuyun. Karakterlerime gelen en ufak hakarette engellenirsiniz. Siz: adınız lütfen bayım :) 0535*: Karşılığında bana...