Nefes- YağHaz

By minevraathena

59K 2.2K 3.1K

Nefessiz kalacağını bile bile, soluğunu sevdiği kadını hayatta tutmak için bir an bile düşünmeden feda eden a... More

Girizgah
Bölüm 1
Bölüm 2
Bölüm 3
Bölüm 4
Bölüm 5 - 1. Kısım
Bölüm 5- 2. Kısım
Bölüm 5- 3. Kısım ''14 Şubat Özel''
Bölüm 6
Bölüm 7
DUYURU
Bölüm 9
Bölüm 10
Bölüm 11

Bölüm 8

3.4K 154 133
By minevraathena

Biraz uzunca bir aradan sonra merhaba çok değerli Nefes okuyucuları, 🌺

Öncelikle bu süreçte hiç şikayetlenmediğiniz, saygıyla ve hevesle beni beklediğiniz için, anlayışınız için nasıl müteşekkir olduğumu anlatamam. Çok teşekkür ederim. İyi ki sizin gibi okuyucuları var Nefes'in.

Bölüm beklenenden biraz daha geç geldiği için özür diliyorum. Bahaneler sunmayı sevmiyorum efendim, bu yüzden yalnızca özür dileyeceğim. 🙈

Bu bölüm oldukça uzun olsa da, Yağhaz açısından çok zengin bir bölüm değil, farkındayım. Ama hikayenin dört-beş büyük kilit noktasından ikisini bu bölümde pat diye açıklayıverdim, umarım bana kızmazsınız.

Yağhaz okumak istediğinizi bildiğim ve sizi bu sefer oldukça uzun süre beklettiğim için şayet yetiştirebilirsem önümüzdeki haftasonu daha Yağhaz ağırlıklı bir bölüm yayınlayacağım. Söz vermeyeyim ama çalışıyorum. 😊

Geçen bölümün oylarının ve her geçen gün aramıza yeni katılan okuyucuların beni nasıl mutlu ettiğini bilemezsiniz. Bu vesileyle özenli yorumlarından ötürü agapi0'a da teşekkürlerimi sunacağım. 🎈

Hepinizi çok seviyorum. İyi ki siz! 💖

Umarım bu bölümü de çok seversiniz. Her zaman olduğu gibi birbirinden değerli yorum ve görüşlerinizi, oylarınızı bekliyorum.

Benimle kalın, Nefes'le kalın! 💜

BÖLÜM 8

HAZAN

Gözlerime ağırlık yaparmışçasına, açılması da kapanması da bana eziyet veren göz kapaklarımı araladım. Hala karşımdaydı. Gördüğüm ilk şey onun keskin yüz hatları ve oldukça yorgun görünen suretiydi. Yağız, renklerine bir türlü karar veremediğim mavi yeşillerinin ardından sakince beni izliyordu. Uyurken bile üzerimden bir an olsun ayrılmadıklarını hissetmiştim. Bütün gece uyumamıştı.

''Teşekkür ederim.'' diye fısıldadım. ''Çok teşekkür ederim Yağız.'' Haberin olmadan bile olsa, beni tüm o kâbusların içinden çektiğin için teşekkür ederim.

''Uyuyabildin mi biraz? Aslında koltukta uyumanı istemedim ama uyandırırsam bir daha uyuyamazsın diye...''

''Uyudum.'' dedim kısık bir sesle. Koltukta hafifçe doğruldum. Beni zorlamak istemediği, bana bir şey sormak istemediği açık olsa da yüzündeki hafif beklentiyi görebiliyordum. Yüzündeki minik endişe ifadesi pek de alışık olmadığım bir tedirginlik yarattı üzerimde. ''Bütün gece seni de uyutmadım....'' derken gecenin köründe kendimi odasının kapısına atmamın mahcubiyetiyle doluydum. ''Çok özür dilerim gerçekten. Ben...'' derin bir nefes alıp birbirine girmiş saçlarımı hafifçe arkaya iteledim. ''Gece gece seni-''

''Hazan.'' dedi sakince. ''Hiçbir önemi yok. Gerçekten yok. Tamam mı? Yalnızca iyi olup olmadığını merak ediyorum ben.'' Tüm samimiyetini, tüm iyi niyetini yansıtan gözlerinde hiçbir yapmacıklık yoktu. Yağız gibi kâh deniz kâh gökyüzü olan gözleri de safi gerçekti.

''Teşekkür ederim.'' diye fısıldadım yeniden. İçimde Yağız'a karşı oluşan minnet dalgası kademe kademe büyüyordu. Hiç kimsenin bilmediği, dudaklarımdan asla dökülmeyen sırrımı; dün gece susarak da olsa ona açtığımın o bilmese bile ben farkındaydım.

''Teşekkür etme artık.'' Yüzünde hak ettiği teşekkürü duymaktan kaynaklanan huzursuz bir ifade vardı. Sanki hiçbir şey yapmamışçasına, her iyiliğini gizleyen adamlardandı Yağız Egemen.

''Senin için endişelendim sadece.'' Ses tonu dalmış gözlerimi uyandırıp, boğazımda bir düğüm oluşturacak kadar yoğundu. Ne demişti? Senin için endişelendim. Gözlerimi yavaşça ona kaldırdım. Yaşadığım karmaşadan habersiz gibi devam etti cümlesine. ''Bak dün gece sormayacağım dedim biliyorum ama...'' Ellerini saçlarının arasından geçirdi. ''Seni bu hale getiren şeyi bir gün birisiyle paylaşmak istersen Hazan... Eğer yükünü-''

''İstemem.'' dedim titreyen bir sesle. ''İstemiyorum Yağız.'' Koltuktan ve Yağız'dan uzaklaşma isteğiyle ayaklandım. Sanki yanında biraz daha kalırsam dudaklarımdan dökülüp gidiverecekmiş gibi, kaçtım ondan. Bu paylaşılabilecek bir yük değildi. Yağız'ın omuzlarına yükleyebileceğim bir yük hiç değildi.

Karşımdaki adamın mermerimsi yüzünde buruk bir ifade belirdi. Gözleri cansızlaşmıştı, sanki uykusuzluğu bir anda su yüzüne çıkıvermiş gibiydi. ''Tamam o zaman.'' dedi kabullenmiş bir sesle. ''Yalnızca iyi olup olmadığını öğrenip işe gideceğim.''

''İyiyim.'' dedim gözlerine bakmaktan çekinirken. ''İyiyim, gidebilirsin sen.''

Yağız'ın ağır adımlarla koltuktan kalktığını, odasına çıkmadan önce çok kısa bir an bana bakıp durakladığını hissettiysem de kaldıramadım kafamı. Yeteri kadar zayıflık göstermiştim karşısında. Yıllar yılı herkesten gizlediğim yaralarımı görme eşiğine getirmiştim onu. ''Çok büyütüyorsun Hazan.'' diye mırıldandım kendime kızarcasına. ''Bu o kadar dramatik bir olay değil, atlattın sen bunu. Geçti.''

Ellerimi yeniden belime sararken yavaşça Yağız'ın az önce ve hatta tüm gece kımıldamadan oturduğu yere oturdum. Sıcaklığı ve kokusu hala buradaydı.

Sehpanın üzerindeki evlilik cüzdanına gözlerim takılırken önce Yağız'ın ''Bir şey olursa, kötü hissedersen arayabilirsin Hazan!'' diyen sesini ardından kapının kapanma sesini duydum.

YAĞIZ

Kafamdaki düşünceler bir an bile beklemeden dile gelirken hafifçe arabama yaslandım. Hazan'ın dün geceki hali, uyurken sayıklayışları, titreyen elleri, beline sıkı sıkıya sarılmış kolları bir türlü gözümün önünden gitmiyordu.

Onun tüm o savuşturmalarına, benim ''sormayacağım'' dememe rağmen uzak duramıyordum. Onu bu kadar dağıtan şey karşısında hiçbir şey olmamış gibi davranamıyordum. Derin bir nefes aldım. Sinan mıydı acaba? Sevdiği adamın abisiyle evlenmiş olmayı mı sindiremiyordu zaman geçtikçe? Pişmanlığının sarsıntıları mıydı bunlar?

Yüreğime çöken ağırlığı çaresizce kaldırmak isterken başımı salladım. Değildi, sıkı sıkıya karnını tutan hallerinin, kabuslarının Sinan'la ilgisi olamazdı.

''Belki de sadece kendimi kandırıyorum.'' diye fısıldadım. ''Pek ala ilgisi olabilir.''

Sarhoş Sinan'ı, Hazan'la gördüğüm o gece geldi aklıma. Karnımdaki kasılmaya eşlik eden bir düşünce belirdi kafamda. Sinan'la daha önce bir şeyler yaşamış olabilir miydi? Belki de hamile-

Sıkılı yumruklarımı açarak kendi düşüncelerimi savdım kafamdan. ''Hayır.'' dedim kendimi yalanlamak ister gibi. Sinan'ı tanıdığın kadar onu da tanıyorsun, yok öyle bir şey.

Hissettiğim şey kıskançlık değildi. Çok farklıydı, biliyordum. Aklıma ilk gelen şey Sinan'ın yaptığı onca iğrenç açıklamadan sonra ilişkileri bu kadar derinleştiyse Hazan'ın ne kadar yaralanmış olabileceğiydi.

Arabanın kapısını açarken yumruklarımı ne kadar sıktığımın farkında değildim. Kendi kuruntularım yüzünden her geçen gün biraz daha kaybediyordum kontrolümü. Tüm bunların ona zarar vermesinden korkuyordum. Benim görevim Hazan'ın hayatına girmek değildi. Ondan uzak kalamadığım için, kendi irademe sahip çıkamadığım için her şeyden habersiz bir kadına bu denli yakın olmak değildi benim görevim.

''Kendine gel Yağız. Kendine gel. Kendine gel.'' Kapıyı sertçe çektim kontrolü yeniden elime almamı sağlayacakmış gibi. ''Uzak duracaksın. Karışmayacaksın. Düşünmeyeceksin.'' Arabayı çalıştırır çalıştırmaz cebimdeki telefon kararımı uygulamaya pek niyetli değilmiş gibi çalmaya başladı.

''Efendim Erdal?''

''Efendim Hazan Hanım'ın babasıyla ilgili...''Derin bir nefes alıp anlatmasına izin vermek konusunda tereddüde düştüm bir süre. Belki de hiç bilmemeliydim, hiç karışmamalıydım.

''Söyle.'' dedim yüreğimdeki bir sızı tüm belkileri bastırırken. ''Ne buldun?''

''Efendim çok kayda değer bir şey bulabildiğimi söyleyemeyeceğim. Hazan Hanım 9-10 yaşlarındayken ölmüş babası. Kendi halinde, herkesin sevdiği, sakin bir adammış.''

Hayal kırıklığına uğramış gibi gözlerimi yumdum. ''Ben daha farklı şeyler öğrenmek istiyorum Erdal. Gerekirse Hazan'ın eski mahallesindeki insanlarla tek tek konuş ama önemli bir şeyler bul bana.''

''Anlaşıldı Yağız Bey.''

Arabayı yeniden çalıştırdım. Her geçen gün emin olduğum doğrular elimden bir bir kayıp gidiyordu. Tutunacak hiçbir şeyim yoktu, tutacak hiçbir şeyimin kalmadığını da hissediyordum. Hazan'la ilgili tüm doğru ve yanlışlar hayatımı zehirli bir sarmaşık misali sarıyordu.

HAZAN

Yağız'ın gidişinin ardından hala ait olamadığım evin içinde ne yapacağımı bilemeden öylece oturdum birkaç saat. Bundan sonra ne yapacağımı bilmiyordum. İş bulmam lazımdı, Yağız'ın hem eşi hem ortağı olamazdım. Ece'yle ilgili bir şeyler yapmam lazımdı.

Yanıp sönen telefon ekranımda Ece'nin adını görünce hızlıca uzandım.

''Ablacım? İyi misin?''

''İyiyim.'' derken Ece sesindeki neşeyi saklayamıyordu. ''Bebeğimi gördüm abla! Gösterdiler onu bana. O kadar minik ki...'' Dudaklarıma sıcak bir gülümseme yayılırken ahizenin diğer ucundan bile bana ulaşabilen heyecanlı sesi duydum yeniden. ''Doktor dedi ki gelişme kaydediyormuş, iyiymiş abla!''

Yaşadığım büyük rahatlamayla yüzümde büyük bir gülümseme belirdi. Ece'nin parlayan açık mavilerini hayal edebiliyordum. ''Daha şimdiden ne de güzel bir anne oldun Ece'm.''

''Sahiden mi abla? İyi bir anne olabilecek miyim sence?'' Onun sesinde duyduğum umutlu biraz da telaşlı ton bile ne kadar iyi bir anne olacağını kanıtlıyordu aslında.

''Sahiden.'' dedim dünyada yüreğini en iyi tanıdığım insanın mutluluğunu her bir hücremde hissederken. ''Çok iyi bir anne olacaksın sen.''

''Oğlum çok şanslı.'' Sesindeki minik titremeyi duysam da, mutluluktan olduğunu biliyordum. ''Dünyanın en iyi kalpli teyzesine sahip.''

''Kuzum.'' Gözlerime dolan yaşların sesime yansımasına izin vermedim. ''Bak göreceksin ufaklıkla bundan sonra her şey çok daha güzel olacak.''

''Biliyorum abla. Artık hiçbir şeyden korkmuyorum biliyor musun? Hiç kimseden korkmuyorum. Onun için her şeyi yapabilecek kadar güçlüyüm artık.'' Dizi taşa deyse yüreğimin titrediği minik kız kardeşim adım adım anne olmuştu. Yıllar yılı benim onun sayesinde ayakta durduğum, her şeye ve herkese karşı gelebildiğimi bilmese de, şimdi aynılarını kendi çocuğu için hissediyordu.

Dudaklarımda minik bir gülümseme belirdi. ''Ne olursa olsun arkanda, arkanızda olacağımı biliyorsun değil mi?''

''Biliyorum. En çok güvendiğim şey bu zaten abla. Sen...'' Sesindeki tereddüdü fark etsem de lafına girmedim. ''Benim sana lansmanda yaptığım o iğrenç şeyden sonra bile sen, kendini bir an bile düşünmeyip yanıma koştun. Suçsuz olduğuma inandın, benim sana yaptığım o iğrenç şeye-''

''Ece.'' dedim o anları hatırlamak ağzımda acı bir tat bırakırken. ''Biz kardeşiz. Ne yaparsan yap senin eline kıymık girse benim senden daha çok canım yanar. Unuttun mu?''

İkimizin de aklında aynı anının belirdiğini biliyordum. Ece'nin burnunu çektiğini duydum.

''Benim için nasıl da dalmıştın beş erkeğin arasına...''

Hafifçe güldüm. ''İyi dayak yemiştim.''

''Bazen düşünüyorum o zamanlar mı boksör olmaya karar verdin acaba diye?''

İkimiz de güldük. Ece ilkokula başladığında, okulundaki çocuklar onunla ''babasız'' diye dalga geçmişlerdi. Ece'yi okulunun merdivenlerinde ağlayarak bulduğumda, dayak yiyeceğimi bile bile dövmeye kalkmıştm çocukları. Faturası kırık bir kol, patlak bir dudak ve zedelenmiş kaburgalar olsa bile, hala gururluydum o anları hatırlarken.

''Abla?'' Sesi beni daldığım anın içinden sıyırdı. ''Yağız sabah yine buradaydı biliyor musun? Her sabah ve akşam uğruyor, benim bir şeye ihtiyacım olup olmadığı kontrol ediyor ve... Biraz da oğlumla vakit geçiriyor sanırım.''

Dudaklarımı hafifçe dişledim, içime grip bir boşluk yayıldı. Yağız'ın minik bebeğe olan sıcacık bakışları gözümün önünde belirirken, yüreğime de bir sıcaklık yayıldı. ''Öyle mi?''

''Sabah beraber gittik kuvöz camının önüne. Sanki bunca ay onları aldatmamın hiçbir önemi yokmuş gibi bakıyordu oğluma.'' Ece'nin duygusallaşmasının ona destek olacak en ufak bir insana delicesine ihtiyacı olmasına bağlı olduğunu biliyordum.

''Yağız kızmıyor sana.''

''Görebiliyorum.'' dedi kısık bir sesle. ''Abla...'' Söyleyeceği veya soracağı şeyden emin değil gibiydi. ''Gerçekten iyi bir adam o.Biliyorsun değil mi?''

Yorgun bir sesle ''Biliyorum Ece.'' derken gözlerim yine sehpanın üzerindeki evlilik cüzdanına kaydı. ''Ama senin asıl söyleyeceğin şey bu değildi, değil mi?''

''Nasıl olduğunuzu merak ediyorum.'' dedi hafif çekingen bir sesle. ''Her şey o kadar üst üste geldi ki balayını bile-''

''Şu anda konuşmamız gereken senin hayatın bence.'' Balayı konusu bana Yağız'la geçirdiğimiz ve sözde hatırlamadığım o günü hatırlatırken konuyu hızlıca Ece'ye çevirmeyi denedim.

''Ben senin kardeşinim.'' Dünyada en iyi bildiğim şey dudaklarından inatla döküldü. ''Kimseyle konuşmadığını biliyorum abla, yalnızca ne düşündüğünü, ne hissettiğini merak ediyorum ben.''

''Ne hissedeceğim Ece? Yağız iyi bir adam ve bana oldukça yardımcı oluyor, bu kadar işte.''

Ece'nin iç çekişini duydum. ''Bu konuyu telefonda konuşmak iyi bir fikir değildi.''

''Hadi hadi. Sen Yasin meselesini ne yapacaksın asıl?''

Nefesinin ahizeden uzaklaştığını duyunca etrafı kolaçan ettiğini anladım. ''Benimle konuşmaya gelmedi.''

''Ben söyledim gitmemesini.''

''Neden?''

''Seninle önce ben konuşmak istedim. Onunla yaptığım gibi.''

''Yasin'le konuştun mu?''

''Konuştuk.'' Karşımdaki kadının heyecanla beklediğini hissedince çabucak açıklamaya giriştim. ''Ece Yasin'in çok büyük hatalar yaptığını biliyorum ama gerçekten telafi etmek istiyor gibi geldi bana.''

Ece bir süre durakladı. Sonra sesi hafifçe kısıldı. ''Bebeğim doğduktan sonra... Bilmiyorum abla. Sanki onu başka birine baba diyerek büyütmek çok yanlış olacakmış gibi hissetmeye başladım. Yasin...'' Hafifçe nefes aldı. Hala çok aşıktı. Benim gerçekten hiç hissetmediğim o kuvvetli duygu karşısında titreyecek kadar çok aşıktı. ''Onu hala çok seviyorum.'' Sesi belli belirsiz bir ton almıştı, titriyordu.

''Boşanacak mısın?'' dedim anlayışlı bir sesle.

''Evet.''

''Yasin'le konuşmak-''

''Biraz daha zamana ihtiyacım var abla. Onun bende açtığı yaraların geri dönüşünün olup olmadığına karar vermek istiyorum.''

Ece yüklendiği anne sıfatıyla daha 18'indeyken bir anda olgunlaşıvermişti. ''Tamam ablacım. Sen nasıl istersen.''

''Son bir şey soracağım abla.''

''Sor güzelim.''

''Dün annemle-''

''İyiyim.'' dedim Ece'nin cümlesinin tamamını duymaya dayanamayacakmışım gibi hissederken. Şimdiye kadar annemin yaptığı, söylediği her şeye dayanmanın bir yolunu bulduysam da; her seferinde sızlayan yüreğimi sakinleştirebilmek için dışıma bir kat daha duvar ördüğümü bir sır gibi saklıyordum. ''Her zamanki annem işte Ece.'' dedim ses tonumda en ufak bir değişme olmazken. ''Sen bunları düşünme kuzum, hadi uyu da dinlen biraz.''

Ece benden istediği şeyleri duyamayacağını anlamış gibi hafifçe iç çekerek kapattı telefonu. Ben de ekrana birkaç saniye dalgın bakışlar attıktan sonra yavaşça sehpanın ortasına bıraktım.

İş ilanları arasında gezindiğim birkaç saatten sonra umutsuz gözlerle kapattım bilgisayar ekranını. Başta Yağız'ın bilgisayarını ondan izinsiz açmak beni oldukça huzursuz etse de, evde Yağız Egemen'in karısı sıfatıyla böylece oturmak da beni daha çok huzursuz ediyordu. Kozmetik işine devam edemeyeceğime çoktan karar vermiştim. Bu fikrimi henüz Yağız'a açmasam da, olan biten onca şeyden sonra ne Sinan'la ortak iş yapmak ne de birilerinden Yağız'dan torpilli olduğum konusunda bir şeyler duymak istiyordum.

Dağınık kafamı toplamaya bile fırsat bulamamışken ev telefonunun garip sesiyle hafifçe koltuktan kalktım. Ev telefonu mu?

Nerede olduğunu bile bulmadığım ev telefonunu nihayet buldum. ''Efendim?''

''Hazan Hanım lobide Yağız Egemen'le acil görüşmek istediğini söyleyen bir kadın var. Biz ona Yağız Bey'in evde olmadığını anlatmayı denedik ama ikna olmuyor. Siz görmek ister misiniz?''

''Kimmiş?'' dedim gözlerim altıya gelen saate takılıp kaşlarım havalanırken.

''Bilmiyoruz Hazan Hanım, bir şey söylemedi.''

''Tamam. Eve yönlendirebilirsiniz.''

''Tamam Hazan Hanım.''

Telefonu kapattıktan hemen sonra içimdeki garip kuşkuyla sehpanın üzerindeki evlilik cüzdanını çekmecelerden birine koyup, dağınık görünen üç beş şeyi toparladım. Çalmasını beklemeden kapıya yönelmiştim ki, kapı çaldı. Uzanıp kapıyı açtım, siması bana bir yerlerden tanıdık gelen, orta yaşlarda bir kadın dudaklarını sıkı sıkıya bastırmış, telaşlı bir hali varmış gibi kapıda dikiliyordu.

''Buyrun?''

''Yağız Bey yok mu?''

Kadının evin içini görmeye çalışan, garip hali beni huzursuz etmişti. Kapı aralığını küçülttüm. ''Yağız evde değil. Ben eşiyim, ben yardımcı olayım?''

''Eşisin.'' derken kadının beni baştan aşağıya, hiç de hoş olmayan bir ifadeyle süzdüğünü hissettim. ''Fazilet diğer kızını da Egemen'lere kakaladı, helal olsun.''

Sesim sertleşirken kadına karşı hissettiğim aşinalık hissi büyüdü. ''Ne diyorsunuz siz?''

Beni duymamış gibi tekrarladı. ''Yağız Bey nerede?''

''Yağız'ı neden arıyorsunuz?'' Kahverengi gözlerimi pür dikkat suratına kilitlemiştim. Kadının bu isterik, durmadan Yağız'ı soran hali beni her geçen saniye daha fazla rahatsız ediyordu.

Gözleri nihayet beni buldu. ''Çok mühim bir konu. Sen yerini söylersen-''

''Kusura bakmayın.'' dedim çatık kaşlarımın ardından. ''Ne istediğinizi bilmeden-''

''Beni içeriye al, konuşalım.''

''Sizi tanımıyorum, evime alamam.''

''Yakında tanıyacaksın, merak etme. Hiç merak etme.''

Kaşlarım çatılırken, yaslandığım kapıdan doğruldum. ''Kimsiniz siz?''

''İçeriye girmeme müsaade ediyor musun? Yağız için çok önemli bir konu bu.''

Endişemi belli etmemeyi denerken ''Burada söyleyin.'' dedim. ''Ne istiyorsunuz Yağız'dan? Kimsiniz siz?''

Kadının dudaklarına hiç hoşlanmadığım bir gülümseme yerleşti. ''Kerime... Kerime Yıldız ben. Git kayınbabana sor, o çok iyi tanır beni.''

Cevap vermeme bile fırsat vermeden arkasını dönüp asansöre yöneldi. Tedirginliğim anbean büyürken, kadının Yağız'a zarar verecek birisi olabilme ihtimali belirdi kafamda. Hızlıca çantama ve evin anahtarlarına uzandım.

Kendimi yalının önünde bulduğumda, Egemen ailesiyle düğün sonu yüzleşmesi yapmaya da, Ece'nin bebeği olayı bu kadar tazeyken onları görmeye de hazır değildim. Ama bu kadının Yağız için zararsız olduğundan emin olmam lazımdı.

''Hoş geldiniz Hazan Hanım.'' Beni gördüğü için şaşırdığı belli olan, yüzünde yapmacık bir saygı ifadesi olan Gülten'e aldırmadan ''Hazım Bey nerede?'' diye sordum.

''Atölyede. Ben geldiğinizi haber-''

''Ben verebilirim, teşekkür ederim.''

Başka kimseyle karşılaşmamak için, yalının minik girişinden hızlıca çıktım. Atölyenin kapısının tedirgince çalarken dudaklarımı dişlediğimin farkında değildim. Kadının bende yarattığı huzursuzluk öylesine kuvvetliydi ki, çok düşünmeden kendimi Hazım Bey'in kapısının önünde buluvermiştim.

Kapı açıldı. Hazım Bey'in suratında beni kesinlikle beklemediğini gizlemeyen bir ifade belirdi. Biraz şaşkın, biraz memnuniyetsiz. ''Hazan? Sen burada-''

''Size bir şey sormam gerekiyor Hazım Bey.'' Gözlerimi kırışıklıklarının çevrelediği gözlerine diktim. ''Önemli bir konu.''

Geçmem için hafifçe çekildi. Atölyenin içine doğru birkaç adım atıp arkamdaki adama doğru döndüm. ''Bugün eve bir kadın geldi. Yağız'ı sordu.''

Karşımdaki adamın suratında donup kalan ifade tedirginliğimin boşa olmadığını haykırıyordu sanki.

Telaşı giderek artarken ''Annemi tanıyor gibi konuştu.'' dedim. ''Sizi de tanıyor sanırım. Adının Kerime Yıldız olduğunu söyledi ama-''

Karşımdaki adamın geriye doğru sendelediğini görüce panikle koluna uzandım. ''Hazım Bey? İyi misiniz?''

''Ben... Ben...''

''Gelin şöyle oturun. '' Tekli koltuklardan birine yavaşça oturmasını sağladım. Bembeyaz olmuştu. ''Tansiyonunuz mu acaba?''

''İyiyim.'' dedi titrek ellerle önündeki sehpanın üzerinde duyan suyuna uzanırken. ''Tamam yok bir şey.''

''Emin misiniz?''

Hafifçe başını salladı daha sonra da koyulaşmış, siyaha yakın gözlerini bana dikti. ''Bu olayı kurcalama Hazan. Yağız'a da hiçbir şeyden bahsetme. O kadının bir daha size ulaşmamasını sağlayacağım. Sen de-''

Kaşlarım git gide çatılırken, Hazım Bey'in ''emirlerini'' böldüm. ''Hazım Bey... Ben sizin ne yapacağını söyleyebileceğiniz bir elemanınız değilim.''

Onun yüzünde de benimkine benzer bir ifade oluştu. Sevecen görünmüyordu. ''Bu bizim aile meselemiz.'' dedi iğneleyici bir sesle. ''Seni alakadar etmez.''

''Öyle mi?'' Kaşlarım alayla havalandı. ''Yağız benim kocam, biliyorsunuz değil mi?'' Bugün içinde Yağız'ı ikinci sahiplenişim bana oldukça garip hissettirse de, ucu ona dokunan bu şeye öylece sırtımı dönemezdim.

Gözlerinden bunun farkında olduğunu ve kabul etmediğini okuduysam da. ''Bir şey fark etmez.''diyerek sözleriyle teyit etti.

''Bana açıklama yapmak zorundasınız.'' Sakin kalmak ve kabalaşmamak için verdiğim çabanın sınırlarında olduğumu hissedebiliyordum. ''Eğer yapmazsanız, bırakmam bu işin peşini.''

Hazım Bey'in gözlerinde, bu odaya ilk geldiğim andan beri oluşan tüm ifadelerden oldukça farklı olan bir acı gördüm. ''Hazan... Yapma.'' Oturduğu yerden kalktı. ''Hem kendi iyiliğin için, hem de Yağız'ın iyiliği için yapma.''

''Yağız'ı düşündüğüm için neler döndüğünü öğrenmek istiyorum!''

''Öğrenemeyeceksin.'' Ben odada yokmuşum, konuşma bitmiş gibi arkasını döndü. Git demek istiyordu. ''Ne yaparsan yap öğrenemeyeceksin Hazan. Sakın Yağız'a anlatıp da, kafasını karıştırma.''

Gözlerim adamın sırtını tararken kapıya yöneldim. ''Ne yapacağımı sizden öğrenmeyeceğim.''

Bindiğim takside rezidansın internetten bulduğum numarasını tuşladığım sırada, Hazım Bey'le yaptığımız mayhoş konuşmanın tüm tesiri üzerimdeydi. ''İyi günler, buyurun.''

''İyi günler ben Hazan Çamkıran... Yani Egemen.'' Gözlerimi hafifçe yumdum. ''Bugün bir kadın gelmişti Yağız'la görüşmek için, o herhangi bir numara bıraktı mı acaba? Kontrol edebilir misiniz?''

''Tabii Hazan Hanım. Hemen bakalım.''

Birkaç saniyelik sessizlikten sonra yeniden ses duyuldu. ''Evet Hazan Hanım. Çıkarken numaranın Yağız Bey'e iletilmesini istemiş.''

''Numarayı alabilir miyim? Yağız'la birlikteyiz de...'' Söylediğim yalanın ardından Yağız'ın eve gitmiş olabileceği ihtimali belirdi kafamda. Neyse ki kadın çok bekletmeden numarayı verdi. Telefonu kapattıktan sonra derin bir nefes verdim.

''Yağız!''

Kadının bilinmeyen numaradan aldığı aramayı Yağız diye açışı korkularımı kamçıladı. Ortada Yağız'ın zarar görebileceği bir şeyler vardı.

''Hazan ben. Görüşebilir miyiz?''

''Sen... Yağız yok mu?''

''Görüşebilir miyiz?''

''Tamam, görüşelim. Eski mahallene gel öyleyse Hazan Hanım.''

''Mahalleme mi?'' dedim şaşkınlık içinde. ''Benim mahallemi-''

''Mahalleme.'' dedi. ''Artık senin mahallen değil. Bekliyorum.''

Taksiciye adresi verirken anlam vermeye, bazı parçaları birleştirmeye çalışıyordum ama nafile. Nerden tutsam elimde kalıyordu sanki.

Geldiğimizi bile taksicinin ikazıyla fark edince parayı ödeyerek indim taksiden. Nereye gideceğimi bilemeden, çocukluğumun geçtiği sokakları adımladım.

''Hazan!''

Çaprazdaki evlerden birinin sundurmasında dikilmişti sabah kapımıza dayana kadın. Eve yöneldim.

''Öğrendin demek...''

Sorgusuz sualsiz eve girmem için çekildi, içeriye girdim. ''Öğrenemedim. Bu yüzden buradayım. ''

Hafifçe güldü. ''Yaşlı adamın ağzı hala sıkı.''

Küçük oturma odasının ortasında şüpheyle dikilirken, kadın her şey gayet normalmiş gibi içerideki odalardan birine yöneldi. İçeriden gelen birkaç tıkırtıdan sonra odadan çıktı, kapıyı kilitledi.

''Yağız'dan ne istiyorsunuz?'' dedim şüpheyle kilitlediği odaya bakarken. ''Ne ilginiz var onunla?''

''Sadece Yağız'dan istemiyorum.''

''Anlamadı-''

''Sinan'dan da istiyorum. Senin parmağında oynattığın iki çocuktan da-''

''Kimsiniz siz?''

Dudaklarında yeniden bir gülümseme belirdi. ''Anne.'' dedi sakince. ''Bir anneyim ben.''

İyiden iyiye kadının aklını kaçırmış olduğundan şüphelenmeye başlamıştım. ''Bunun konumuzla ne ilgisi var?''

Yüzündeki gülümseme büyüdü. ''O ikisinden birinin annesiyim ben.''

Ne diyordu bu kadın? Yüzündeki huzurlu ifade tüylerimi diken diken etti. Gerçekten ruh sağlığı iyi değildi. Yüzümdeki ifadeyi görünce ben kımıldayamadan koluma doğru atıldı. ''Delirmedim ben! Benim oğlum onlardan biri! Benim oğlum...'' Şimdi ağlamaya başlamıştı. ''Annen de biliyor! Git sor! O da duydu, o da biliyor!''

Koluma sarılmış elinden hafifçe kendimi kurtardım. ''Sevinç Hanım-''

''Sevinç Hanım falan değil onların anneleri. Hangisi bilmiyorum ama benim yavrum o! Benim!''

Ağlamaya başlamış, koltuğa devrilmiş kadına ne yapacağımı, ne düşüneceğimi bilemez bir halde bakarken kımıldayamadım. Söylediği şeyler o kadar ayrık ve mantıksızdı ki sağlıklı sonuçlara varamıyordum bir türlü.

''Kerime Hanım.'' dedim hafifçe eğilerek. ''Sizin bir yanlışınız-''

''Sus! Senin hiçbir şeyden haberin yok! Kendi ellerimle bıraktım ben o çocuğu. Yanlışım falan yok benim!'' Aniden kafasını kaldıran kadın beni ürkütse de geri adım atmadım. Kendi ellerimle mi bıraktım demişti?

''Hazım Bey'le... Evlilik dışı bir ilişkiniz mi oldu yani?''

''Hayır.'' Gözleri nefretle parlayan kadın çenesini dikmişti. ''Hazım Bey'in oğlu değil o.''

Açıklama yapacak gibi görünüyordu ki, kapının önünden biri ona seslendi. ''Bekle sen, geliyorum.''

Kalkarken pantolonunun cebinden kayıveren anahtar takıldı gözüme. Anahtarı kavrayıp az önce kilitlediği odaya yönelirken çok düşünmedim. Kapı kararımı destekler gibi çabucak açıldı, arkamdan sessizce kapattım kapıyı. Ne vardı bu odada?

Çekmeceleri birbiri ardında açmaya başladım. Ne bulmayı umduğumu bilmesem de, ben gelince kilitlemişti kapıyı, bir şeyler olmalıydı. Birkaç başörtüsünü, ıvır zıvır fişleri, çamaşırları iteledim; bir şey var gibi görünmüyordu. Yeşil dolaba yöneldim. Kalbim hızlanmıştı. Hiç tanımadığım bir kadının eşyalarını karıştırdığımı düşünmemeye çalışarak dolaba göz attım. Bir ses duyunca arkamı dönmeye yeltenmiştim ki bacağımı o hızla yatağın kenarına vurunca bir ''Ah!'' nidasıyla durdum.

Kadının yeniden içeri girip girmediğini anlamak için nefessiz bekledim birkaç saniye, ses gelmiyordu. Odadan çıkmaya yeltenmiştim ki, az önce çarptığım uçta bir kağıt parçası gördüm. Kalbimin sesi yeniden kulaklarıma ulaşırken yatağı hafifçe ittim. Onlarca gazete haberi vardı. İçinde Yağız ve Sinan'ın olduğu onlarca haber özenle kesilmişti. İçime çöreklenen ağırlık hissiyle telefonumu çıkarıp fotoğraflarını çektim haberlerin. Tam yatağı geri çekeceğim sırada, alttaki gerçek bir fotoğraf çarptı gözüme. Çekip aldım. Gördüğüm fotoğraf boğazımın kurumasına sebep olurken, merdivenlerden Kerime Hanım'ın sesini duyunca panikle fotoğrafı çantama tıkıp yatağı çektim.

Odadan çıkıp, titreyen ellerimle odayı kilitlemeye çalışıyordum, ellerim iyice terlemişti. Kapıyı kilitleyip arkamı döner dönmez kadınla burun buruna geldim. Kaşları çatıldı. ''Ne yapıyorsun sen?''

''Sizi bekliyordum.''

''Odaya mı girdin sen yoksa?!''

Beni itip kapıya yönelince elimdeki anahtarı çabucak koltuğa bırakıverdim. ''Odaya nasıl gireyim? Kilitlemediniz mi?''

Kapının kilitli olduğunu görünce, çatılı kaşlarını suratımdan ayırmadan cebini kontrol etti. ''Anahtar yok.''

''Cebinizden alacak değilim Kerime Hanım, bilmiyorum.''

Sağa sola bakınırken, kanepenin üzerindeki anahtarı gördü. Uzanıp aldı fakat şüpheci gözlerini yeniden bana çevirdi.

''Düşürmüşsünüz işte.'' dedim sakin bir tavırla kolumdaki çantayı düzeltirken. ''Bana dışarı çıkmadan önce ne demek istediğini anlatacak mısınız? Eğer onlardan biri Hazım Bey ve Sevinç Hanım'ın oğlu değilse...'' Sorgulayan gözlerimi karşımdaki esmer kadına kaldırdım.

''Değil.'' Yavaşça koltuğa oturdu. ''Benim oğlum o.''

Tereddütle gözlerimi kırpıştırdım. ''Peki nasıl-''

''Kurcalama. Yalnızca hangisinin olduğunu öğrenmek istiyorum.''

Burnuma gelen kesif kokuyla alnım kırıştı. ''Şimdiye kadar neredeydiniz?''

''Beni yargılamak sana mı düştü Hazan Hanım? Egemen soyadını aldın diye-''

''Yağız'ın oğlunuz olduğunu iddia ediyorsunuz. Tabiki bana düşüyor.''

''Sana hiçbir şey açıklamak zorunda değilim.''

''Yağız'dan uzak duracaksınız.''

''Anlamadım?''

''Gayet açık olduğumu düşünüyorum. Madem bana hiçbir şey açıklamak zorunda değilsiniz, yarım yamalak saçma sapan bilgilerle onu yıpratmanıza izin vermem.''

''Sana mı soracağım!?''

Ayaklanan kadının karşısında dimdik dikilirken, gözlerimi bile kaçırmıyordum. ''Ona zarar verecek herhangi bir şey yapmaya kalkarsanız karşınızda beni bulursunuz. Sakın.''

Kadının cevap vermesini beklemeden kapıya yöneldim. Çantamdaki fotoğrafın her geçen saniye ağırlaştığını hissediyordum. Yalıya gidip annem ve Hazım Bey'le yeniden konuşmam gerekiyordu fakat Yağız eve dönüp benim olmadığımı fark ederse şüphelenebilirdi. Gerçi hala her şeyden habersizdi, şüphelenecek bir şeyi bile yoktu ama dikkatli olmam gerekiyordu. Saate baktım. Yediyi geçtiğini görünce, mahalledeki taksi durağına doğru yürümeye başladım. Anlaşılan yalıya gitme işini yarına ertelemem gerekecekti.

Kafamda bunca soru işareti varken, Yağız'dan böylesine büyük bir şeyi saklamam gerekirken onun yanında hiçbir şey yokmuş gibi davranacak olmak şimdiden beni öylesine huzursuz ediyordu ki, yüreğimdeki minik daralmaları rahatlatmak için derin bir nefes aldım.

Eve geldiğimde Yağız hala yoktu. Üzerimi değiştirmek için odaya yöneldim. Kadının yatağının altından aldığım fotoğrafı Yağız'ın yanlışlıkla bulamayacağı bir yere sakladıktan sonra merdivenleri yeniden adımladım. Ben Yağız'ın çoktan gelmiş olacağını düşünmüştüm ama ses seda yoktu.

Aklıma takılan onlarca sorudan birkaç tanesine cevap bulabilirim umuduyla telefonumu kavradım. Son yaptığımız konuşmadan sonra annemi aramak, sesini duymak oldukça zor olacaktı ama; ucu Yağız'a dokunan bu iş beni oldukça telaşlandırıyordu. Derin bir nefes alıp telefonu kulağıma götürdüm.

''Hazan-''

''Sana bir şey soracağım anne. Sadece cevap istiyorum.''

Onunla biraz fazla konuşursam, ağzından çıkan kelimeler beni yine incitecekmiş gibi hissediyordum. Hep olduğu gibi.

''Hazan-''

''Anne sadece bir soru soracağım ve gerçeği söyleyeceksin tamam mı? Seninle tartışmak için aramadım.''

''Tamam.'' Kabullenmekten memnun olmadığını bilsem de, geçen sefer annem için bile fazla ileri gittiğinin o da farkındaydı.

''Kerime Yıldız kim?''

Ahizenin öbür ucunda duyduğum öksürük sesleri annemin bir şeyler bildiğine emin olmamı sağladı. Kem küm etmeye başlamıştı.

''Anne.'' dedim yeniden sert bir sesle. ''Bana ne biliyorsan anlatacaksın. Beni tamamen kaybetmeye çok yakınsın.'' Kurduğum son cümlenin boğazımda bıraktığı yanık tadı gidermek için yutkunmayı denedim. Annemin sessizliği ulaştı kulağıma.

''Bilmiyordum.'' dedi kabullenmiş bir ifadeyle. ''Tanımıyordum ben de onu. Yalıya geldi geçenlerde, çok olmadı. Hazım Bey'le konuşurken duydum.'' Annemin yalnızca kulak misafiri olmayacak bir kadın olmadığını bilsem de devam etmesi için sözünü kesmedim. ''Oğlumu istiyorum diyordu.'' Annem hafifçe yutkundu.

''Doğru mu söylüyor yani o kadın?'' Başımın hafifçe döndüğünü hissedince bacaklarımdaki tüm güç çekilmiş gibi koltuğa oturdum. ''Yağız'ın veya Sinan'ın annesi mi?''

''Öyle.'' Annemin sesinden bu durumdan da, benim öğrenmem de duyduğu hoşnutsuzluğu okuyabiliyordum. ''Hangisi olduğunu bilmiyorum, o da bilmiyor.''

''Nasıl bilmez?'' diye isyan ettim. Olayın en aklıma yatmayan kısmı buydu. İnsan çocuğunun kim olduğunu nasıl bilmezdi?

''Hazan...'' Annemin aldığı nefes kulaklarıma doldu. ''Hazım Bey'e parayla satmış çocuğu.''

Annemin satmış çocuğu deyişi kulaklarımda yankılanırken suratıma çarpan buz gibi hava da, boğuluyormuşum hissi de gerçekti. Bebeğini mi satmıştı?

Nefes borumdan ilerlemekte zorlanan hava için dudaklarımı araladım. Sanki gaipten bir el boğazıma dolanıp aldığım nefeslerin ciğerlerime ulaşmasına mani oluyordu. Buz gibi olmuş ellerime, bir türlü hiçbir hecenin dökülmediği dudaklarıma karşın; yüreğim alev alev yanıyordu. Belki de o kadın Yağız'ın annesiydi. Yağız'ı satan annesi...

''Hazan... Kızım tepki versene korkuyorum bak.''

''Emin misin?'' dedim boğuk bir sesle. ''Böyle bir şey olabilir mi gerçekten?''

''Eminim. Kendi kulaklarımla duydum, hangisi olduğunu bir Hazım Bey bir Allah bilir ama ikisinden biri o kadının oğlu. Egemen falan da değil.''

Telefonu kapatıp kapatmadığımdan bile emin olmadan koltuğun üzerine bıraktım. Dudaklarımdan bir çığlık, ciğerlerimdeki son hava kırıntılarıyla birlikte dışarı dökülüverdi. Ellerimi başımın arasına aldım. Hayatımda çaresiz hissettiğim çok zaman olmuştu ama bu öylesine farklıydı ki, bundan sonra ne bu yükü nasıl taşıyacağımı ne de bu yükün nasıl Yağız'a dokunmamasını sağlayacağımı bilmiyordum.

Bunu kaldıramazdı. Her şeyi kaldırabilecek Yağız Egemen, ailesiz olmayı; daha doğrusu yıllar yılı hep onlar uğruna mücadele ettiği insanların yalnızca onu kandıran insanlar olduğunu öğrenmeyi kaldıramazdı. Belki de her şeyden çok sevdiği anne figürünün yerle bir olup yerine onu satan bir kadının gelmesini kaldıramazdı.

Onu 12 yaşında Amerika'ya göndermelerini kabullenmiş olsa bile, bu gerçeği öğrendikten sonra kabullenemezdi. Aklına da yüreğine de bir sürü şüphe düşerdi. Onu sevmedikleri için gönderdiklerini sanardı. Bu düşünce benim yüreğime bile şüphe tohumlarını serpmeye başlamıştı. Sahiden daha 12 yaşındaki bir çocuğu, kendi çocukları olmadığı için Amerika'ya göndermiş olabilirler miydi? Dilini, dinini, insanlarını, hiçbir şeyini tanımadığı bir ülkeye; farklı bir saat dilimine yalnızca onu bu aileden uzaklaştırmak için göndermiş olabilirler miydi?

Yüreğimdeki şüphe tohumlarını kurutmak ister gibi ''Hazım Bey Yağız'a çok güveniyor.'' diye mırıldandım. ''Şirketteki yerini ona bırakacak kadar çok hem de.''

Kendi cümlelerimin ardından bir başka anı ve bir başka hatıra süzüldü zihnime. Gökhan'ın altın çocuk diye hitap edip, kıskandığını itiraf ettiği Yağız bir proje gibi yetiştirilmiş olabilir miydi? Yalnızca şirketlerin başına geçecek, aileden uzakta ama iyi eğitim almış bir çocuk.

Boğazımdaki yanma hissinin gözlerime de sirayet ettiğini hissettim. Hazım Bey kendi çocuklarından ayrılamadığı, onların ailesiz büyümelerine göz yumamadığı için minnacık bir çocuğu okyanuslar ötesine gönderecek kadar vicdansız olabilir miydi?

''Olabilir.'' dedim vahşetle. ''Parayla çocuk satın alan bir adam...''

Beni esir alan kuvvetli ağlama isteğini savuşturmak için zayıf bir dürtüyle dudaklarımı sımsıkı birbirine bastırdım.

Hiç kimsenin ona fikrini sormadan hayatında çizdiği yolları, ailesine duyduğu saygı ve sevgi yüzünden hep sessiz sakin yürümüştü o. Şimdi kahramanı olan o babanın onu satın alıp, tüm hayatını bir yalan üzerine kuran bir adam olduğunu; ona hiçbir zaman kardeşlik yapmasalar bile her zaman arkalarını kolladığı kardeşleriyle arasında kan bağı bile olmadığını öğrenirse... Ağzımdan tek bir hıçkırık dökülünce ellerimi sıkıca ağzıma bastırdım.

''Belki de o değildir Hazan.'' Cümleyi kurar kurmaz bir başka gerçeklik çarptı suratıma. ''O değilse Sinan.''

Bir türlü sığamıyormuşum gibi hissettiğim koltukta kıpırdadım. O değilse, aşık olduğun adam dedi içimden bir ses.

Kafamı salladım, böyle olmadığını biliyordum. Bu ihtimalin eskisi kadar yüreğimi sıkıştırmamasından biliyordum işte. Ece'nin zamanında kurduğu cümlelerden biliyordum, Sinan'ın burnumda tütmemesinden biliyordum.

''Hem Sinan daha kolay atlatırdı.'' dedim kendi kendimi ikna etmeyi dener gibi. Kızardı, bağırırdı, kırıp dökerdi ama affederdi o. Unuturdu. Yağız öyle değildi ki. Öğrenirse kabuğuna çekilip hayatı boyunca bir daha kimseyi o kabuktan içeriye almayacağını biliyordum. Affetmezdi Yağız. Ne kadar istese de affedemezdi. Böyle bir şeyin nasıl affedileceğini, nasıl unutulacağını bilen bir adam değildi çünkü o.

Daha az konuşurdu, daha az gülerdi. Kimseyi yaklaştırmazdı kendine. Ne Egemen soyadını bırakmayı becerebilirdi ne de ona ait hissedebilirdi kendini. Konuşacak bir mezarı bile kalmazdı.

Odadaki tüm ışık birden çekilmişti sanki. Gözlerimin alışamadığı karanlık, yüreğime bir zift gibi yayılırken aklımdan tüm bu ihtimalleri uzaklaştırmak için boş bir çabanın içine girdim.

Gelen mesaj sesi saatin oldukça geç olduğunu fark etmeme sebep olurken yavaşça telefonuma uzandım. Yağız'dandı.

''Hazan benim bu gece işle ilgili bir yemeğe katılmam gerekti. Bekleme beni.''

Telefonu öylece koltuğun üzerinde bırakıp Yağız'ın yansımasıymış gibi hissettiğim odasına, yani odama doğru birkaç güçsüz adım attım.

Tüm bu öğrendiklerimden sonra ondan kaçmak isteğiyle dolmama rağmen eve gelmesini istiyordum. Sanki gözümün önünde olursa kimse ona zarar veremezmiş gibi hissettiğim için mi yoksa attığı mesaj bir şekilde hoşuma gitmediği için mi bilmesem de; istiyordum.

Üzerindeki örtüyü kaldırmaya bile yeltenmeden yatağın üzerine bıraktım kendimi. Kendimi yatağa bıraktığım her gece emin olduğum bir gerçekliği daha yitiriyordum sanki. Yağız'ın bana bu saatte haber vermesinde veya yalnız gitmesinde bozulacağım bir şey yoktu. Sonuçta sahte karısını her yere sürüklemek zorunda değildi.

Bu gece yüreğimde onun için açılan büyük karanlığın yanında bir boşluk oluştuğunu hissettim. İçten içe haber vermesini, benimle gitmesini mi istiyordum yoksa?

''Saçmalama Hazan.'' dedim sert bir sesle. ''Sen bugün öylesine şeyler öğrendin ki çok sarsıldın. Yoksa sevdiğin adamın abisinin, sahte kocanın neden seninle gitmesini isteyeceksin.''

Kendimden hıncımı alamamış gibi söylenmeyi sürdürdüm bir süre.

''Sanane Yağız'ın gece nerede olduğundan.'' Dudaklarımdan dökülen son kelime bu olduysa da, sessizliğim uykuya teslim olabilmem konusunda bana hiç de yardımcı olamamıştı.

Geniş ve ferah oda her geçen saniye daha da klostrofobik hale geliyordu. Yorgun gözlerle başımı hafifçe kaldırıp saati buldum. İkiye geliyordu.

Göğüs kafesimdeki minik bir teklemeyle aynı anda aşağı kapının açıldığını duydum. Gözlerimi sımsıkı kapattım. Eve yeni geliyordu.

Yağız'ın ayak sesleri odasına ulaşana kadar gözlerimi aralamamaktı niyetim. Oysa Yağız'ın ayak sesleri uzaklaşmıyor, yaklaşıyordu. Karanlık odanın içinde gözlerimi hafifçe araladım. İstanbul ışıklarının aydınlattığı odanın içinde, yatağın yanına düşen gölgesini görebiliyordum. Hoş görmesem bile, kapının yanında dikildiğini hissedebilirdim.

Gözlerim yerdeki gölgesinden ayrılmazken birkaç saniye kımıldamadı. Sonra da odanın kapısını usulca çekti. Beni daha da büyük bir uykusuzluğun ve karanlığın içine ittiğini bilmeden, ayak seslerinin uzaklaşmasını dinledim.

Artık yatakta daha fazla duramayacağımı hissettiğimde yüreğimdeki büyük ağırlık ve ona eşlik eden boşluk hissiyle kendimi yataktan attım. Yatağın üzerindeki sabahlığı üzerime geçirmeye bile niyetlenmeden çıplak ayaklarla kapıyı araladım. Yağız uyumuştu, ses yoktu.

Sessiz olmayı deneyerek merdivenleri indim. Yeni doğan günün ışıkları, yere kadar olan pencerelerin ardından evi aydınlatıyordu. Koltuğa sessizce oturup yüzümü İstanbul'a döndüm.

Yağız'ın şaşkınlık yansımış sesinden adımı duyana kadar ne yapacağımı düşünerek kımıldamadan oturdum koltukta.

Hafifçe arkamı döndüm. Altında düz lacivert pijama ve üzerine beyaz bir tişört vardı. Dağılmış saçları ve kıpkırmızı olmuş mavi gözleriyle uyku mahmuru mu yoksa sarhoş mu olduğunu anlayamasam da ''Erken uyandım da biraz.'' diye kısa bir açıklama yaptım.

''Kabus-''

''Görmedim.'' diyerek sözünü kestim. Şu an onunla uzun sohbetlere girmek istemiyordum. O aklına gelip bana gittiği yeri bile haber vermezken, ben ona en büyük yaramdan bahsetmek istemiyordum. Buna rağmen içimden yükselen garip bir merak dün gece nerede olduğunu öğrenmek istiyordu. Başımı ondan ayırıp yeniden cama çevirdim.

Bir şey söylemeden birkaç saniye dikildi. Daha sonra ''Ben bugün erken gideceğim işe. Kahvaltımı ofiste yaparım.''dedi robotik bir ifadeyle. Dudaklarımda alaycı bir gülüş belirdi o odasına yönelirken.

Ardından camdaki yansımasına kilitlenmiş gözlerim bir kez daha yorgunca kapandı. Yağız'ın ardından ben de üzerimi değiştirmek için odama çıktım.

Aşağıdan gelen seslerden kahve yaptığını tahmin ediyordum. Aslında o gitmeden aşağıya inmek gibi bir düşüncem yoktu ama bir yandan da dün öğrendiğim büyük gerçekten sonra kendi kendime yaptığım bu saçma trip oldukça çocukçaymış gibi geliyordu.

Yağız'ın 12 yaşında, gözlerinde tek bir damla bile yaş olmadan uçağa yürüyen hali gözümde belirince yeniden merdivenlere yöneldim. Tahmin ettiğim gibi kahve yapıyordu. Açık televizyondan magazin haberi benzeri bir şeyin sesi geliyordu. Yağız'ın magazin haberi izlemesine gülecek olsam da onun adını duymamla son merdivende öylece kaldım.

Arkası dönük adam da duyduğu cümleyle beraber hızlıca televizyona döndü.

''İstanbul geceleriyle uzaktan yakından alakası olmayan Yağız Egemen evlenince çapkınlık turuna çıktı.''

Yağız'ın mavileri burada olduğumu yeni fark ediyormuşum gibi anında ve panikle beni buldu. Sıkı sıkı tutunduğum tırabzanı bırakmadan televizyonu görebilmek için son basamağı da adımladım. Gördüğüm şey mideme yokuş aşağı inen bir hız trenindeymişim gibi hissettirdi. Oldukça şık, güzel bir kadın; bir mekan çıkışında elleri Yağız'a sarılı, sarhoş olduğu her halinden belli bir şekilde kameralara bir şeyler söylemeye çalışıyor, Yağız'da sıkı sıkı kavradığı kadınla kameralara bakmadan yürüyordu.

Yutkunmayı denedim. ''Hazan.'' dedi karşımdaki adam. ''Bak-''

''Bana açıklama yapmak zorunda değilsin.'' dedim boş bir sesle. ''Neyinim ki ben senin Yağız?'' Kahverengilerim onun gözlerini bulduğunda, midemki ayaklanma yatışmamıştı. ''Bana açıklamak zorunda değilsin.'' diye yineledim yeniden. ''Sonuçta benimle hiçbir bağın yok.''

Dahası da mümkünmüş gibi tırabzanı biraz daha sıktım. Yağız'ın yalnızca evlilik ve bana karşı hissettiği sorumlulukla bana suçlulukla bakan gözlerini görmek istemiyordum, kaldırmadım kafamı. Sıkı sıkı tutunduğum tırabzandan destek alarak geldiğim gibi odama yöneldiğimde, bana seslendiğini duysam bile duraklamadım.

Arkamdan gelmeyeceğini bilmeme rağmen kapımı kapatırken ve kilitlerken de durmadım. Bekarken bile gecelerle, kızlarla işi olmayan adamı üç günde bu kadar mı bunaltmıştım? Bu kadar mı sıkılmıştı Yağız? Daha bu kararı ilk verdiğimiz gün gözlerime bakıp ''Sana sadık kalacağım Hazan.'' diyen adam, kendini daha kaçıncı günden dışarıyla, başka kadınlara mı atar olmuştu? Çok anlamsız olduğu halde kadınlık gururumdaki minik zedelenmeyi hissedebiliyordum. Hiçbir zaman kendime ve kadınlığıma inanmamamın somut bir kanıtı daha ortadaydı işte. Yağız bile benden kaçıyordu.

Benimle aynı evde olmaya dayanamıyordu belki de. Hiç görevi olmadığı halde yüklendiği sorumluluk ağır geliyordu.

Midemdeki bulantıyı bastıramayacağımı anladığımda kendimi banyoya attım.

YAĞIZ

Hazan'ın benden inatla kaçırdığı gözlerinde gördüğüm hayal kırıklığı kırıntıları birer birer tenime saplanıyormuş gibi hissederken onu durdurmayı başaramadım. Televizyondaki saçma sapan haberi hınçla kapattım. Nasıl böyle şeyler uydurabiliyorlardı her seferinde?

Şirket avukatına attığım uzun mesajın ardından elimdeki buz gibi olmuş kahveyi dökülmesine aldırmadan masaya bıraktım.

Nereden bilebilirdi ki hayatımda aşık olduğum tek kadınla evli olduğumu? Ondan başka bir kadının ilgimi dahi çekmediğini nereden bilebilirdi?

Her gece yatağında mı diye kontrol ettiğimi, irademin tüm parçalarını ondan uzak durmak için kullandığımı.

Derin bir nefes alarak koltuğa oturdum. Hazan hiçbir şey bilmiyordu. Yaptığı her harekette, kurduğu her cümlede yüreğimde açtırdığı çiçekleri de bilmiyordu, estirdiği rüzgarların içimde şiddetle çarptığı camları da.

Bu çirkin haberi nasıl algılamıştı? Yalnızca sahte de olsa evliliğimize ihanet ettiğimi düşündüğü için miydi gözlerindeki o kırgınlık yoksa söylediği gibi açıklama bile beklemeyecek kadar umursamıyor muydu benim ne yaptığımı.

Dün gece attığım mesaja bile cevap vermemişti. Belki de sahiden o bu evliliği gerçekten olduğu gibi ''sahte'' görmek konusunda benden çok daha başarılı oluyordu. Belki de az önce dillendirdiği gibi adının yanına eklenen soyadım dışında benimle hiçbir bağı yoktu onun.

İlk günden beri yolun sonunda yandığına inanmak istediğim cılız umut ışığının daha da zayıfladığını, neredeyse görünmez olduğunu ve yolumu büsbütün karanlığa gömdüğünü görüyordum.

Oturduğumdan çok daha kuvvetsiz bir halde ayaklanıp evin çıkışına yöneldim.

Ofiste saatler geçirsem de, hayatımda belki de ilk kez kafam önümdeki kağıt parçalarında yazan şeylere bir türlü tam olarak odaklanamıyor; kelimelerin arasında kahverengi gözler beliriveriyordu. Kalemi pes etmiş bir şekilde masanın üzerine fırlattım. Az önce yazdığım, avukata göndermek için son bir kez okuyup imzalamam gereken açıklamaya uzandım.

''Dün gece hakkımda çıkan oldukça çirkin ve yalan haberin tamamen gerçekdışı bir iftira olduğunu belirtmek için haberi yapan kurumlara gönderdiğimiz tekzibin yanı sıra bu açıklamayı eşim Hazan Çamkıran Egemen'in üzerinden yürüttüğünüz yıpratma kampanyasına izin vermemek için yapma zorunluluğu hissediyorum. Dün gece bir iş yemeği için bulunduğum davette karşılaştığım Amerika'dan üniversite arkadaşımla kısa bir süre sohbet ettik, ardından sarhoş olduğunu ve yalnız geldiğini görünce onu arabamla evine kadar bırakabileceğimi söyledim. Kendisi yürümekte zorluk çektiği için, ona destek oldum. Yalnızca bu kadar olan gerçekliği, kendi hayal gücünü kullanarak çarpıtan sevgili gazeteci arkadaşlarım, beni hepiniz oldukça iyi tanıyorsunuz. Bundan sonra da bana ve eşime zarar verecek her türlü yalan haberde beni karşınızda oldukça sert bulacağınızı biliniz ve Hazan'a ihanet etmem gibi bir durumun söz konusu dahi olamayacağınızı aklınızdan çıkarmayınız.

Yağız EGEMEN.''

Kağıdı imzaladıktan sonra avukata teslim etmesi için sekreterime bırakıp çıkışa yöneldim. Bugün her zaman büyük bir istekle başında oturduğum masa oldukça bunaltıyordu beni. Erdal'ın sabah söylediği ''Fazilet Hanım'ın evliliği biraz garip olmuş. Yani evlilik hazırlıkları yapıyormuş ama başka bir adamla.'' lafının yalnızca garip bir mahalle dedikodusu olduğuna inanmak istesem de, o gün duyduğum Hazan'ın babası hakkındaki garip telefon konuşması altının boş çıkmayacağını düşünmeme sebep oluyordu.

Arabama yaslanıp telefonumu çıkardığımda bu konuyu doğrudan onunla konuşmaya karar vermiştim. Ne Hazan'ın ne de -çok hoşlanmasam bile- Hazan'ın annesi olduğu için saygı duyduğum Fazilet Hanım'ın arkasından iş çeviriyormuş gibi davranmak vicdanımı rahatsız ediyordu.

''İyi günler Fazilet Hanım.''

''İyi günler Yağız.'' Kadının sesinde aramamı beklemediği için hafif bir garipseme vardı. ''Hayırdır?''

''Sizinle bir konuda konuşmak istiyorum ama uygun musunuz?''

''Hangi konuymuş bu?''

''Yüz yüze konuşsak daha iyi olacak bir konu Fazilet Hanım.''

''Yalıya niye gelmiyorsun öyleyse?''

''Bence yalı dışında konuşmamız daha doğru olur.''

O günkü konuşmalarını duyduğum ihtimalini düşündüğü belliydi. ''Tamam.'' dedi garip bir sesle.

''Ben yarım saate gelip sizi yalıdan alacağım.''

Telefonu kapattıktan sonra Maria Mercedes'imin sürücü koltuğuna yöneldim hızlıca. İlk duyduğum andan beri kafamı kurcalasa da, Erdal'ın söylediği şey biraz daha tadımı kaçırmıştı. Şimdi çıkıp Fazilet Hanım'ın karşısına ne söyleyebileceğimden, ne sorabileceğimden pek emin değildim. Hazan'ın büyük bir aşkla bahsettiği babasını Fazilet Hanım'ın ''uğursuz'' diye nitelendirmesi belki şüphelenmek için yeterince büyük bi sebep değildi ama....

İbresinin ne ara 180'e dayandığını fark etmediğim arabanın yavaşlaması için frene gitmedi ayağım. Aralıklı yol çizgileri tek bir çizgi halinde birer birer kayboluyordu gözümün önünden.

Yalının önünde durdum. Kadın çoktan inmişti, suratında Fazilet Hanım'ın yüzünde sürekli asılı olan biraz tehditkâr biraz da sinsi ifadeden eser yoktu. Arabadan inip, binmesi için yan koltuğun kapısını açtım ardından tekrar sürücü koltuğuna dolandım.

Ben arabayı çalıştırırken gözlerinin benim üzerimde olduğunu hissediyordum. İkimiz de ben arabayı denize karşı bir restoranın önünde durdurana kadar konuşmadık. İçeri geçip sessizce bir masaya yönelttim karşımdaki kadını.

Havalanmış kaşlarıyla beni süzüyordu. ''Çıkar bakalım dilinin altındaki baklayı Yağız Efendi. Eğer geçen gün Hazan'la yaşadığımız tartışma yüzünden nutuk çekmeye getirdiysen beni buraya, kızım o benim. Ana kız arasında olur böyle şeyler, sen hiç zahmet edip de-''

''Konumuz bugün bu değil Fazilet Hanım.''

Dudakları bir süreliğine donup kaldıysa da çabuk toparladı. Ellerini masaya dayadı. ''Neymiş o zaman konumuz?''

''Geçen gün yaptığınız konuşmayı duyduğumu biliyorsunuz.''

Kollarını masadan çekerek arkasına yaslandı. ''Ne var duyduysan yani? Hazan'ın keçi gibi inatçı olmasına sinirlenmiştim, arkadaşıma söyleniyordum. Artık telefonlarımı mı dinleyeceksin damat?'' İmayla vurguladığı sözlere veya ustalıkla beni savuşturmaya çalışmasına aldırmadım.

''Babasından da pek hoş bahsetmiyordunuz aynı zamanda.'' Kibarca seçmeye çalıştığım kelimelerimin ardından, gözlerimi yüzüne diktim.

''Ne var canım bunda?'' Elini kendine yelpaze gibi sallayarak gözlerini kaldırdı. ''Babasına benziyor diye sinirle söyleyiverdim işte.''

Tüm bilmezden gelmelerine ve ustalıkla oynamasına rağmen gözlerinin altındaki mini minnacık korkuyu gizlemeyi başaramıyordu. ''Fazilet Hanım...'' dedim yeniden hafif sabırsızca. ''Ölmüş bir adamın arkasından uğursuz diye bahsetmeniz bana pek anlık sinir gibi gelmedi ama?''

Masaya yeniden yaklaşırken ''Nereye varmaya çalışıyorsun sen?'' dedi.

''Her ne gizliyorsanız ona.''

''Bir şey falan gizlediğim yok benim. Senin ajan gibi peşimde pit pit kelimelerimi not ettiğini bilseydim daha dikkatli konuşurdum.''

Erdal'ın bahsettiği şeyi ona karşı sunmak istemesem de, kibarlıkla sorduğum tüm soruları inkar ederek beni yavaşça o noktaya doğru çekiyordu. ''İkimiz de bir şey sakladığınızı ve bunun doğrudan Hazan'ı alakadar ettiğini biliyoruz.''

Söylediğim şey çok komikmiş gibi güldü. ''Siz de...'' dedim hafifçe duraklayarak ''Benim bunu size sormadan da öğrenebileceğimi çok iyi biliyorsunuz. Ben sırf saygımdan-''

''Madem kayınvalidene saygı duyuyorsun Yağız Efendi o zaman böyle sorgu meleği gibi karşısına geçip konuşup durmayacaksın.''

Bir türlü bırakmadığı rol yapma işini hala sürdürüyordu. Erdal'ın bana anlattığı şey dilimin ucuna kadar gelse de, herhangi bir kadına böyle bir cümle sunmak –bu kadın Fazilet Hanım olsa bile- hoş değildi. ''Son sözünüz bu mu yani?''

Kaldırdığım kaşlarımla yüzünü baştan aşağıya süzdüm. ''Bu.'' dedi çantasını kavrarken. Uygulamaya koymak istemediğim ikinci planıma yöneleceğimi bilerek ayaklanan kadının arkasından çıktım restorandan.

Hafifçe bana dönerek ''Sen zahmet etme şimdi, ben taksiyle dönerim.'' deyişindeki iğneleme bile sinirlerimi bozsa da tepki vermedim. Yoldan geçen bir taksiyi çevirdim kibarca.

Bindikten sonra gözlerini bana kaldırdı. ''Kızımın senle evlenmesine izin verdiğime beni pişman etme Yağız.''

Hareket eden taksinin ve Fazilet Hanım'ın tehditvari, uyarı cümlesinden sonra nereye gideceğimi çok iyi bilerek yeniden arabama yöneldim.

Maria Mercedes'i Hazan'ın eski mahallesinde durdurduğumda, Erdal'ın attığı adresi son kez kontrol edip arabadan indim. Sokakta top oynayan birkaç çocuğun gülerek başlarını okşadım ardından o gün Fazilet Hanım'ın telefonda konuştuğu adının Binnaz olduğunu öğrendiğim kadının kapısını çaldım. Birkaç dakika sonra açıldı kapı. Kadının simasını düğünde gördüğümden emindim. O da ben olduğumdan emin olmak ister gibi şaşkın bakışlarını yüzümde dolandırdı birkaç saniye.

''Binnaz Hanım? Ben Hazan'ın eşi Yağız, hatırlıyorsunuzdur belki düğünden. Kusura bakmayın rahatsız ediyorum ama sizinle bir konuda bir şey konuşmak istiyordum.''

''Binnaz! Kimmiş o!'' İçeriden gelen erkek sesini duyunca kadın beni kapı girişinden hafifçe iteledi.

''Ayşe gelmiş! Çaya çağırıyor. Ben bir yarım saat oturup geleceğim.'' Uzanıp içeriden aldığı anahtarın ardından kapıyı çekti.

''Gel şöyle oğlum.'' Evin arka tarafına doğru hızlı adımlarla yürüyen kadını takip ettim. Sessiz sakin bir yere gelince durakladı.

''Ne diyeceğin vardı senin bana?''

''Binnaz Hanım...''Gözlerimdeki tereddüdü gizlemeye gerek duymadım. Bu denli hassas bir konuya girecek olmak ve öğrenecek olduklarımın Hazan'ı incitebileceği korkusu bedenime yayılan kanın basıncını arttırıyordu. ''Fazilet Hanım'ın Hazan'la ve babasıyla ilgili sakladığı büyük bir sır olduğunu biliyorum.''

Kadın gözlerini büyük bir korkuyla benden kaçırdı. Bir adım geriledi, rengi atmış suratı kasıldı.

''Bakın amacım kesinlikle sizi zorlamak değil, yanlış anlamayın. Ama ucu Hazan'a dokunan bu sırrın ne olduğunu bilmek istiyorum, ileride ona zarar verebilecek herhangi bir şeyin önüne geçebilmek için istiyorum yalnızca bunu.''

Kadının gözlerindeki korku benimle değil de bu sırla ilgili gibiydi. ''Ben hiçbir şey bilmiyorum.'' dedi Fazilet Hanım'ın aksine yalan söylediği her halinden belli olan kısık bir sesle.

''Yapmayın.'' dedim nazikçe ''Geçen gün Fazilet Hanım'la yaptığınız bir konuşmayı duydum, bildiğinizi biliyorum.''

Kadın telaşla geriye birkaç adım daha attı. ''Benim eve gitmem gerekiyor.''

Koluna uzanacak olduysam da, yanlış anlaşılabileceğini düşünerek geri çekildim. ''Binnaz Hanım, ben yalnızca Hazan'ı düşünüyorum. Lütfen.''

Karşımda kararsızca dikilen kadın bana birkaç adım yaklaştı. ''Hazan'ı çok severim.'' dedi titrek bir sesle. ''Çok esaslı kızdır. Babaları öldükten sonra...'' Gözlerini kaçırdı. ''Ece'ye de Fazilet'e de o kol kanat gerdi. Daha şu kadarcıktı ama...'' Dolan gözlerini silmek için durakladı. ''Çok yürekli kızdır Hazan. Ece gibi bencil değildir o, annesine de çok kızar ama kıyamaz.'' Kadın nemlenmiş gözlerini bana kaldırdı. ''Ama bunu öğrenmek onun hayrına olmaz be oğlum.''

''O zaman ben de öğrenmemesini sağlarım.''

Kadının koyu kahverengi gözlerinden bir damla daha yaş yuvarlandı. ''Tek kanadı kırık bir kuş Hazan. Zaten uçamıyor, ya sen de kırarsan diğer kanadını?''

Rol yapmama gerek yoktu. Hayatımda hiçbir şeye hissetmediğim kadar gerçek ve somuttu Hazan'a olan hislerim. "Hazan'a her kimden olursa olsun zarar gelmesine asla izin vermem.''

Kabullenmiş bir şekilde gözlerini kapattı. Gözlerinden yuvarlanan birkaç damlanın ardından hafifçe iç çekti. ''Kimseye söylemeyeceğine dair annen üzerine yemin edeceksin.''

Annemin parlak mavileri gözlerimin önünde belirirken hafifçe öksürdüm. ''Binnaz Hanım-''

''Yemin etmezsen anlatmam.''

''Yemin ederim.'' dedim kuru bir sesle. ''Hiç kimseye bahsetmeyeceğim.''

''Fazilet bile bildiğini bilmeyecek.''

''Bilmeyecek.''

Kadın bu yükü tek başına taşıyamazmış gibi yanımızdaki duvara yaslandı. ''Hazan'ın babası olarak bildiği adam babası değil.''

Tüm hücrelerimdeki havanın çekildiğini hissederken öylece donup kaldım. Beklediğim şey bu değildi.

''Nasıl yani?''

Kadın devam etmek için ihtiyacı varmış gibi bir derin nefes daha aldı. ''Fazilet'in çok sevdiği bir nişanlısı vardı. Evleneceklerdi.'' Devam etmesi için zar zor hareket ettirebildiğim başımı yavaşça salladım. ''Bir gece...'' Kadının yeniden gözleri dolarken kelimeleri belirsizleşti. ''Tecavüz etmiş Fazilet'e. Kanlar içinde bana geldi zavallım.''

Duyduğum cümleyle birlikte karşımdaki kadın gibi ben de bir yerlere tutunma ihtiyacı hissettim. Elim hızlıca duvara uzandı. Titreyen kadın devam etti. ''Hamile kaldı Fazilet. Hazan'a.'' Dudaklarından dökülen sevdiğim kadının adını ilk kez bu kadar duymak istemiyordum. İlk kez o harfler onun adını oluşturmak için bir araya gelsin istemiyordum. Nefes almakta zorlanınca boğazımdaki kravatı kopartırcasına gevşettim. Kadın gözlerini arkamda bir noktaya sabitleyip devam etti. ''Bıraktı gitti o adam onu. Öylece bıraktı gitti. Sonra bizim mahallede Fazilet'e yanık bir çocuk vardı, çok da iyi yürekliydi. Evlenmek istedi Fazilet'le, karnındaki masum yavruyu da kabul etti. Allah biliyor ya bir gün bile ayırmadı Ece'den Hazan'ı. Ama Fazilet'in içindeki yangın bir türlü sönmedi işte.''

Duyduğum şeyleri sindirmem için ne kadar zaman geçmesi gerektiğini bilmesem de, yalnızca somut bir şeye tutunmak ihtiyacıyla duvara biraz daha yasladım. Hazan'ın hayatında en çok sevdiği ve en çok inandığı şey babasıydı. Hem tüm kalkanlarının en büyük dayanağı, hem en büyük zayıflığı. İnandığı ve doğru olduğunu düşündüğü her şeyi temsil eden, hayatı boyunca seveceği bir baba figürü vardı onun. Babası olmayan bir adama ait olan baba figürü...

Acıyla gözlerimi yumdum. Uğruna mücadele ettiği diğer şey Ece'ydi. Kahramanı olan babasının gerçek kızı olan Ece.

Binnaz Hanım'ın gözyaşlarıyla eve yöneldiği gördüm. Göğüs kafesimin üzerine dünyayı oturtmuşlar gibi bir basınç hissediyordum. Aldığım nefesler sanki boşa gidiyordu.

Duvarın dibine çöktüm. Maldivlerdeki o gecede Hazan'ın yaşlarla parlayan kocaman kahverengilerle bana kurduğu cümleler kulaklarımda yankılanmaya başlamıştı. Fazilet Hanım'ın onu istemediğinden şüphelenmişti. Onun Ece'yi hep biraz daha fazla seviyor oluşundan şüphelenmişti ama nereden bilebilirdi aslında Fazilet Hanım'ın ona bakınca neler gördüğünü?

Kirpik uçlarından, diz kapaklarına kadar sevdiğim kadının hayatını yerle bir edecek gerçeği avuçlarımın içinde tutmanın ağırlığıyla oturduğum yerden kalkamadım. Sanki parmaklarımı biraz fazla aralarsam, gerçekler aralarından sızabilirmiş gibi bir korkuyla dudaklarımı sıkıca birbirine kenetledim. Hazan'ın bu gerçekleri öğrenmesine asla izin vermeyecektim. Ne olursa olsun Hazan'ın kahramanını kaybetmesine müsaade etmeyecektim.

Dünyayı sırtlanan atlas misali gittikçe bana daha fazla acı veren göğüs kafesimdeki baskıyı dağıtmak istedim. Dolan gözlerimi savuşturmak ister gibi burnumu çektim.

Hazan'ın babasından bahsederkenki şefkatli, sevgi dolu gözleri geldi gözümün önüne. Öğrenirse yaşayacağı acıyı tahayyül etmeye bile korkuyordum. İçinde bir yerlerde hep sarıldığı minik kız çocuğu tamamen ölürdü. Biliyordum, öğrenirse o minik kızla aynı bedende barınamazdı. Hazan kendisine ait her şeyi de gömerdi o yalanlarla birlikte. Hayatı boyunca annesinin onu istemediğini, baba diye bildiği adamın babası olmadığını bilerek nasıl yaşayabilirdi? İlk defa Fazilet Hanım'a karşı hissettiğim saygının çok başka bir boyutlara ulaştığını hissettim. Bunca sene hatalarıyla da olsa yalnızca Hazan için susmuştu. Hayatının yerle bir oluşunu, yaşadığı travmayı yıllarca tek başına sırtlanmıştı.

Hazan'ın da çok güçlü bir kadın olduğunu biliyordum. Çok güçlüydü ama bunu taşıyamazdı. İçinde herkesten gizlediği, yara almaya çok müsait savunmasız bir yanı vardı. Zırhının deliğini bana kalbini ilk açtığı o gün görmüştüm. Babasından savunmasızdı Hazan, onunla ilgili gelebilecek hiçbir yarayı kaldıramazdı.

''Öğrenmeyecek.'' dedim çatlak bir sesle. ''Ne pahasına olursa olsun izin vermem. Öğrenmeyecek.''

Sarsak adımlarla oturduğum yerden kalktım. Sevdiğim kadının zırhının o eksik yanını tamamlayacaktım bundan sonra. Avuçlarımın içinde tuttuğum sırrı sımsıkı kapatarak arabaya yürüdüm.

Continue Reading

You'll Also Like

113K 13.2K 34
değişiyorsun, dayanamıyorum
172K 9.3K 60
Oynanılan her oyun er ya da geç bitmeye mahkumdur..
38.6K 1.6K 17
Alaz'la Asi yer değiştirmiş olsa nasıl bir dinamikleri olurdu çok merak ettim. Yaman, Alaz ve Cesur'un birlikte büyüdüğü; Asi'nin Soysalanlar'ın kız...