SEKİZ- CEHENNEMİN KANATLARI (...

By smejka

21.5K 3.3K 274

"Bildiğim tüm doğrular, dudaklarından çıkan bir cümleyle paramparça olmuştu. Avuçlarımda kalan tek gerçek, bi... More

Bölüm 1
Bölüm 2
Bölüm 3
Bölüm 4
Bölüm 5
BÖLÜM 6
Bölüm 7
Bölüm 8
Bölüm 9
Bölüm 10
Bölüm 11
Bölüm 12
Bölüm 13
Bölüm 14
Part 15
Bölüm 16
Bölüm 17
Bölüm 18
Part 19
Bölüm 20
Part 21
Bölüm 22
Bölüm 23
Bölüm 24
Bölüm 25
Bölüm 26
Bölüm 27
Bölüm 28
Bölüm 29
Bölüm 30
Bölüm 31
Bölüm 32
Bölüm 33
Bölüm 34
Bölüm 35
Bölüm 36
Bölüm 37
Bölüm 38
Bölüm 39
Bölüm 40
Bölüm 41
Bölüm 42
Bölüm 43
Bölüm 44
Bölüm 45
Bölüm 46
Bölüm 47
Bölüm 48
Part 49
Bölüm 50
Bölüm 51
Bölüm 52
Bölüm 53
-Yeni Bölüm Değildir-
Bölüm 54
Bölüm 55
Bölüm 56
Bölüm 57
Bölüm 58
Bölüm 59
Bölüm 60
Bölüm 61
Bölüm 62
Bölüm 63
Bölüm 64
Bölüm 65
Bölüm 66
Bölüm 67
Bölüm 68
Bölüm 70
Bölüm 71
Bölüm 72
Bölüm 73
Son Bölüm
Bonus Bölüm

Bölüm 69

195 40 4
By smejka

 Bir haykırış duyuldu.

Hayır, haykırış değildi. Izdırap içindeki birinin çaresiz çığlığıydı daha çok. Tüyleri diken diken ediyor, içimde kulaklarımı kapatma arzusu uyandırıyordu.

Ige'nin sesiydi.

Vücudumun verdiği tepki hızlı olmuştu. Tereddüt dahi etmeden dosyaları bir kenara bırakıp sesin geldiği yöne doğru koşmaya başladım. Zihnimi bir anda ele geçiren onlarca düşünce ve içimdeki kötü his, kalbimin adeta gümbürdeyerek atmasına neden oluyordu. Ige'ye bir şey olmuştu, çok kötü bir şey olmuştu.

Yolun yarısında hava birden buz gibi oldu. Kalenin duvarlarında dalga dalga yayılan bu hissin kışın soğuğuyla uzaktan yakından bir alakası yoktu. Ölümün soğukluğuydu bu.

Ryujin soğukluğu.

Daha önce hiç böylesine yoğun bir Kayra'ya maruz kalmamıştım. İç güdülerim arkama bile bakmadan koşarak uzaklaşmamı söylüyordu. Kralın kendisinden bile daha korkutucuydu. İçinde hiçbir iyilik, hiçbir ümit yoktu.

Ige...Ona bir şey olmuştu.

Açıklığa ulaştığımda gördüğüm şeye inanamadım. Emin olamadım. Bu Ige'ydi...Ama aynı zamanda o değildi.

Teninin altından şeffaf bir ışık yayılıyordu. Damarlarını, organlarını, vücudunda saklı tüm ayrıntıları görebiliyordum. Kayra, insan vücudunu parçalarken adeta kanat gibi bedenini saran devasa mavi alevler Kayra'nın açtığı yaraları iyileştiriyordu. Dudakları bir şey sayıklar gibi kıpırdıyordu fakat sesler kulaklarıma ulaşamıyordu. Onu duyamıyordum. Oradaydı, Ige'yi görüyordum fakat aynı zamanda orada değil gibiydi. Gözleri kapalı bir şekilde kucağındaki bir şeye sarılmışken, onu büyülü camların ardından izliyordum sanki.

Kalenin duvarlarına konumlanmış asker gözüme çarptı. Oklarını hazırlamışlar, gelecek emri bekliyorlardı. Ben neler olduğunu anlamaya çalışırken komutanlardan biriyle göz göze geldim.

Emir verecekti.

Emir vermek içini elini kaldırırken dehşet içinde Ige'ye doğru atıldım fakat bir şey bana engel oldu.

'Bırak!' diye bağırdım elinden kurtulmaya çalışırken. Ona zarar vereceklerdi, Ige'ye zarar vereceklerdi.

'Gitmemelisin.' diye yanıtladı tanıdık bir ses. Muhtemelen Sora'ydı fakat bunu düşünecek durumda değildi. Gözümün önünde askerler oklarını çekmiş Ige'yi öldürmeye hazırlanıyorlardı. Komutanın elini indirdiğini görünce tüm kuvvetimle Sora'ya yumruk attım. Sendelediğini hissetsem de bırakmamıştı. Tanrım, Ige...Ona bir şey olmasına izin veremezdim. Gözlerimin önünde ölemezdi, beni bırakamazdı!

'Gidersen sen de öleceksin!' dedi neredeyse tükürerek. Umrumda değildi, Ige'ye bir şey olmadığı sürece hiçbir şey umrumda değildi!

Fakat çok geç kalmıştım. Tek bir kelimeyle askerler gergince tuttukları ipleri bırakmış, onlarca ölümcül ok Ige'ye doğru yayından çıkmıştı. Her şeyi öylesine yavaş ve net bir şekilde görebiliyordum ki her saniyesi daha da acı veriyordu. Havada süzülen oklar kalbime saplanmış gibi acı içindeydim. Beni saran kollardan kurtulamıyordum, sadece izleyebiliyordum.

Ige'nin gözleri açıldı. İstemsizce geri adım attım.

Gözlerinden kör edici bir ışık yayılıyordu. Kendisini saran alevler bir anda devasa boyutlara ulaştı ve Limprakvrel oklar Ige'ye yaklaşamadan havada eriyerek buharlaştı. Kucağındaki şeyleri bırakarak ağır ağır ayağa kalktı. O hareket ettikçe etrafındaki Kayra dalgalanıyor, onunla birlikte hareket ediyordu. Emir veren komutana doğru döndü. Parmaklarını yavaşça ona doğru uzattı.

Komutan bir anda alev alarak yanmaya başladı. Haykırarak Ryujin alevlerini söndürmeye çalışırken Ige diğer kolunu savurdu ve geri kalan tüm askerler saniyeler içinde yanarak havaya karıştı. Yutkunarak olup biteni izledim.

Cehennemin buz tutmuş alevleri.

Ryujin alevleri.

'Şu an kendinde değil. Sen de ölürsün.' diye fısıldadı Sora kulağıma doğru fakat onu duyabilecek durumda değildim. Ige gerçek bir Ryujin'e dönüşmüştü ve bunun suçlusu bendim.

Alevlerden hiç zarar görmemiş yerdeki kafalara baktım. Yavaş işleyen beynim daha yeni anlayabilmişti durumu. Yutkunarak bakışlarımı ölümcül alevleri kontrol eden kadına çevirdim.  Ige öğrenmişti. Anne babasının öldüğünü öğrenmişti. Daha kötüsü ise buna olabilecek en vahşi şekilde maruz kalmıştı. O öfkeli bir Ryujin değil, acı içindeki bir kız çocuğuydu. 

Kollarını iki yana açtı,Ige. Teni artık tamamen şeffaf olmuş, gece suyun üzerinde parlayan ay ışığı gibi ışıldıyordu. Alevler de gök mavisinden buz gibi bir maviye dönüşmüştü. Her yerde kaos hakimdi. Miranda'nın ve Norah'nın tüyler ürpertici çığlıkları duyuluyordu. Tüm askerler ve mutantlar bilinçsizce ona doğru ilerliyordu. Kimisi kendini teslim etmişti, kimisi ise karşı koymaya çalışıyordu. Boşuna bir çabaydı, işe yaramıyordu. Nasıl hissettiklerini biliyordum.

Boyun eğiyorlardı.

Karşılarındaki kişi Komutan Ige ya da Prenses Ige değildi, tüm Royd'ların kraliçesiydi.

Her birimizin içindeki Kayra'ya hükmediyordu. Kayra'yla bütünleşmiş bedenine çaresizce tapınıyorladı. Bunu biliyordum çünkü ben de hissedebiliyordum. Zihnimde, kalbimde, tüm hücrelerimde... Ona boyun eğmeliydim, bilincimin ve ruhumun sahibi oydu.

Askerler birer birer önünde diz çökmeye başladı. Başlarını ona doğru kaldırdılar. Kutsanmayı bekler gibi...

Ige ise bana doğru yaklaşmaya başladı. O adım attıkça zihnimin bir köşesinden  kontrolüm dışında bir güç yavaşça beni ele geçirmeye başlamıştı. Bir sis gibi düşüncelerimi ve görüşümü kapladı. Daha önce hiç tanık olmadığım bir dehşet ve hayranlık beni sarmalamıştı. Endişelerime ve korkuma ulaşamıyordum, hissedemiyordum. Orada olduklarını biliyordum fakat şu an karşımdaki kadından başka hiçbir şeyin önemi yoktu.

Çok güzeldi, ulaşılmazdı, hükmediciydi. Her şeyimle ona aittim. Ona dokunmak istiyordum, onunla bir olmak istiyordum. İnsan bedenime hapsolmuş Kayra çaresizce ona ulaşmak istiyordu, ait olduğu yere.

'Bana yalan söyledin...' Ona yalan söyledim. Söylemiş miydim gerçekten? Bir önemi yoktu. Öyle olmasını istiyorsa olurdu. 'Bana yalan söyledin, Valentine.'

Valentine... Bendim bu,öyle değil mi? Peki sesini duyduğum kimdi?

Ige... Kayra'nın büyüsüne öylesine kapılmıştım ki Ige'nin aslında kim olduğunu hatırlamakta güçlük çekiyordum. Konuşamıyordum. Ige'ye anlatamıyordum, dudaklarım söylemek istediklerimle titrese de bir şeyler konuşmama engel oluyordu. Zihnimi bulandıran güç şimdi de vücudumu ele geçirmişti.

'Bana neden yalan söyledin, Valentine?' diye fısıldadı hafifçe eğilerek. Ige'ye doğru uzanmak istedim. Tutup sarılmak, üzüntüsünü paylaşmak... Bana istediği her şeyi söylemeye hakkının olduğunu haykırmak istiyordum fakat kahrolası vücudum oynamıyordu. 'Neden?!' diye haykırdı son bir kez ve tüm görüşüm kayboldu.

Zihnimin daha önce hiç keşfetmediğim bir yerindeydim. Görüntüler, renkler ve sesler. Hepsi yabancıydı bana. Ya da belki de olması gerekenden çok daha tanıdık. Peki bu tanıdık yer nasıl olur da böylesine farklı hissettirebilirdi? Çok büyüktü etrafımdaki her şey. Bu kadar büyük ağaçları nerede görmüştüm? Deniz hep bu kadar sonsuz muydu?

'Valentine!' Kalbimi sızlatan tanıdık bir sesti. Aynı zamanda hızla çarpmasına neden olan. Tınısındaki sevgiyi duymak yüzüme bir gülümseme yayılmasını sağlıyordu. Kıkırdayarak aniden yön değiştirip sesin geldiği tarafa doğru koşmaya başladım.

Peri kızı gibiydi. Siyah saçları denizden esen tuzlu rüzgarla hafifçe uçuşuyor, parıldayan orman yeşili gözlerine sığmayan bir sevgiyle kollarını kocaman açmış bana bakıyordu. Yüz yabancıydı fakat o gözleri asla unutamazdım. Yeşil gözlü Ryujin kadınıydı bu.

'Anne!' Damarlarıma yayılan buz gibi bir his yayıldı. Anne mi? Annem değildi, benim annem başka biriydi. Bu kadın benim annem olamazdı.

Fakat gözlerinden dünyayı gördüğüm çocuk neden sahip olduğu en güzel şey o kadınmış gibi kendini koşulsuzca onun kollarına bırakmıştı? Ryujin neden bu kadar sıcak hissettiriyordu? Böylesine güvenli, böylesine huzur verici?

'Bu kadar hızlı koşarsan sana yetişemem, Valentine.'

'Artık senden bile hızlıyım, değil mi anne?' Kadın beni kollarının arasında biraz daha sıkarken melodik kahkahası kulaklarımda yankılandı. Sesini duymak mutlu ediyordu.

'Evet, artık benden bile hızlısın. Sen olduğun için kendimi çok güvende hissediyorum.'

'Hissetmelisin. Ben seni korurum.' diye karşılık verdim yanağına bir öpücük kondururken. Aynı şekilde karşılık verdi bana ve beni kucağında tutmaya devam ederek yürümeye başladı. Ayaklarının altında ezilen yapraklar, ormanın içindeki hayvanların çıkardığı seslere karışıyordu. Parmaklarımı, çocuğun, yani benim o çok sevdiği uzun siyah saçlarına doladım. 'Anne?'

'Efendim, canım?'

'Orman neden bu kadar gürültülü?'

'Onlar gürültü değil, Valentine. Bizim konuştuğumuz gibi konuşuyorlar.'

'Ama kelimeleri kullanmıyorlar.'

'Biriyle konuşmak için kelimeleri kullanmak zorunda değilsin.' Şaşkınlık içinde ona baktım. O ise en az güneş ışığı kadar parlak bir gülümsemeyle beni izliyordu. 'Öğrenmek ister misin?' Bilinçsizce başımı salladım. Narin parmaklarını başıma koyarak nazikçe beni göğsüne bastırdı.

Duyabiliyordum. Damarlarında akan kanı, ağır ağır atan kalbini, vücudunda dolaşan büyüyü... Ama en çok da hissedebiliyordum. Ona daha da sıkı sarılmama neden olacak bir şeyler hissediyordum.

'Beni seviyorsun.' diye fısıldadım hayranlıkla. Gülümseyerek başını salladı. Kendimle gurur duymuştum. Kelimeleri kullanmadan annemle konuşmayı başarmıştım. 'Ben de seni seviyorum, anne. Hem de çok.' Saçlarımı geriye atarak yüzüme baktı. Gözlerine yağmur yağmaya başlamıştı sanki.

'Bu dünya üzerinde nereye gidersen git, ne olursa olsun seni her şeyden çok sevdiğimi asla unutma olur mu?'

'Tamam, anne unutmam. Söz veriyorum.' Minik parmaklarımla yanağından süzülen yaşları sildim. 'Bir yerin mi acıyor?'

'Hayır, bir tanem.'

'Neden ağlıyorsun peki?' Bir süre için tereddüt etti.

'Babanın da bu sözleri duymasını isterdim çünkü.'

'Babam beni seviyor muydu?' diye sordum cevabı bilmeme rağmen. Annemin bana defalarca anlattığı bir hikayeydi fakat her seferinde dinlemekten ayrı bir zevk alıyordum.

'Hem de çok. Her gün karnımda seninle konuşur, seninle yapacağı şeylerin planlarını yapardı.'

'Sesini hatırlıyorum.'

'Bir gün babanla karşılaştığında ona sarıl ve ikimizin de onu çok özlediğini söyle, olur mu?' Huzursuzluk içinde kıpırdandım.

'Neden sen söylemiyorsun?'

'Çünkü senin gözlerine baktığında beni de görecek.'

'Yine de senin söylemeni isterdi bence.' Cevap vermek yerine yürümeye devam etti. Dudaklarından dökülen kısık sesli şarkı, kuşların cıvıltısına karışıyordu.

Görüntü bir anda değişti. Bir önceki kadar huzurlu ve renkli değildi. Koşuyorduk. Birinden kaçıyorduk. Arkamızda bize doğru yaklaşanların ayak seslerini duyabiliyordum. Korkuyordum. O kadar çok korkuyordum ki ağlayamıyordum bile.

Annem bir anda beni arkasına aldı ve kollarını okyanus mavisi alevler sardı. Tam o anda üzerine atlamakta olan iki adama yapıştı.

'Gözlerini kapa!' diye bağırdı. Tereddüt etmeden dediği şeyi yaptım. Minik parmaklarımla gözlerimi kapattım. Titrediğimi ancak o zaman fark edebilmiştim. Islak sesler geldi bir an için. Sonra annem elimden tutup tekrar koşmaya başladı.

'Özür dilerim, Valentine.' dedi titrek bir sesle. Beyaz elbisesinde buharlaşan siyah lekeler vardı. Kötü kokuyordu. Anneme yakışmıyordu.

'Acımadın, değil mi anne?'

'Acımadım, bir tanem. Senin de acımana müsade etmeyeceğim.'

Etraf tekrar değişti. Bu sefer farklı sesler vardı. Ve çok daha büyük bir korku içindeydim. Peşimizdeki adamlardan daha korkunç, daha çaresiz bir korku. Annem ağlıyordu. Orman rengi gözlerinden yaşlar kontrolsüzce akıyordu. Onunla birlikte ben de ağlıyordum.

'Haydi, Prenses Kristianna. Vakit daralıyor.' diye seslendi bir adam arkadan. Çocuk Valentine adamı tanımıyordu fakat ben biliyordum.

Babam.

Ya da şu ana kadar babam zannettiğim kişi. Ve yanında da annem zannettiğim kadın.

'Tamam, Frank. Sadece bir dakika daha.' diye yalvardı annem çaresizce. Beni kucağında öylesine sıkıca tutuyordu ki güçlükle nefes alıyordum neredeyse. Ama sorun değildi, onunla olduğum sürece sorun değildi. 'Benim sevgimi ve babanın sevgisini her zaman kalbinde hisset, Valentine. Asla bundan şüphe etme, olur mu?'

'Anne...' diye inledim korku içinde.

'Her zaman sevgi dolu bir çocuk ol, tamam mı?'

'Anne, beni bırakacak mısın?' Dudakları titredi. Nefes alamıyormuş, göğsüne bir acı saplanıyormuş gibi gözleri kapandı.

'İkinizin de yaşaması için bunu yapmak zorundayım.'

'Beni de götür.' diye itiraz ettim tırnaklarımı tenine geçirirken. Ona olabildiğince yapışmak istiyordum. Böylece beni kendisinden ayıramazdı, gittiği her yere götürmek zorunda kalırdı.

'Bizi de kendisi gibi öldürtecek.' dedi arkadaki kadın homurdanarak.

'Prenses Kristianna sayesinde yaşıyoruz. Hayatımızı onun için adamak onurdan başka bir şey değil bizler için.' diye karşılık verdi adam tereddüt dahi etmeden.

'Özür dilerim, Frank.Size bunları yaşatmak istemezdim ama oğlumu korumak zorundayım.'

'Endişelenmeyin. Ona canım pahasına bakacağıma emin olabilirsiniz.'

'Anne...'

'Ryujinlerden kaçın. Kuzey ve kuzey doğu ağırlıklı gelecekler. Ketsushinlere doğru gidin. Ben onları oyalarım.'

'Anne!' diye haykırdım en sonunda dayanamayarak. Beni gerçekten bırakacak mıydı? 'Beni artık sevmiyor musun?'

'Tanrım, hayır. Sakın böyle şeyler düşünme.' Alnıma bir öpücük kondurdu. 'Ben seni her zaman çok seveceğim.'

'Ama gidiyorsun.' diye ağlamaya başladım hıçkırarak. Yüreğim parçalanıyormuş gibiydi. Küçük bedenimin kaldıramayacağı bir acıydı bu.

Sonra birden acı azaldı. Garip bir şekilde rahatladım. Endişe hala zihnimin gerisinde bilincimi kemirse de zihnimde annemin varlığı huzurlu hissettiriyordu.

Zihnini, anılarını senden sakladığım için özür dilerim, Valentine. Bencilce kendi bildiğim yoldan gidiyorum fakat göz göre göre sizi tehlikeye atamam. Zamanı geldiğinde O, zihninin zincirlerini kırıp sana ait olanı geri verecek. O zamana kadar sağlıklı ve mutlu ol.

Babandan asla nefret etme, olur mu? Bilinçsizce seni bekliyor o da. Gözlerine baktığında anlayacak, hatırlayacak.

Sen ve baban... Benim hayatımdaki en değerli iki şeysiniz. Benim varlığımın nedeni sizsiniz. Sevgi dolu bir yaşam sürün ve bana gülümsemeyi unutmayın. Ben her an sizi seviyor ve size gülümsüyor olacağım.

Görüşüm geri geldi. Zihnimdeki zincirlerden kırılan onlarca anı, duygu ve karmaşa her yeri doldurmuştu bir anda. Her kafadan bir ses çıkıyordu. Kimisi ağlıyor, kimisi gülümsüyor... Başımda toplanan insanlar vardı. Onları görmüyordum. Kalenin tozla duman olmuş duvarlarını izliyordum sadece. Bizi hapseden duvarlar yıkılmıştı. Hem kaledeki hem de zihnimizdeki.

Ve Ige gitmişti.

Sonsuza dek.

Continue Reading

You'll Also Like

448 126 3
En kötü cinayet psikolojik şiddettir. Kimse suçluyu yakalamaz. *** Aslında şöyle ki bu hikayenin kurgusu bambaşkaydı. Daha sonra düşündüm ve dedim ki...
42.4K 3.6K 55
Yıllar oncesine dayanan bir efsaneye göre, bir takım seçilmiş insanlar farklı güçlere sahipti. Onlar Elitlerdi. Kimileri onların gördüğünü iddiaa et...
5.6K 284 21
"O da bizim gibi, kimsesiz, bizden."
114K 5.1K 13
"MARDİN'DE AŞK" Birbirlerine olan aşklarını ifade etmek için konuşmaya gerek yok . Belki de sessizlik, kalplerinin birbirine daha da yakınlaşmasına...