Buzdan Mafya

By 3LUCKY

9M 386K 78.9K

#1 [08.10.2017] "Yalvarırım bana bir şey yapma, yaşayamam." Dudaklarımdan süzülen kelimelerle, gözleri biraz... More

1. Bölüm
2. Bölüm
3. Bölüm
4. Bölüm
5. Bölüm
6. Bölüm
7. Bölüm
8. Bölüm
9. Bölüm
10. Bölüm
11. Bölüm
12. Bölüm
13. Bölüm
14. Bölüm
15. Bölüm
16. Bölüm
17. Bölüm
18. Bölüm
19. Bölüm
20. Bölüm
21. Bölüm
22. Bölüm
23. Bölüm
24. Bölüm
25. Bölüm
26. Bölüm
27. Bölüm
28. Bölüm
29. Bölüm
30. Bölüm
31. Bölüm
32. Bölüm
33. Bölüm
34. Bölüm
35. Bölüm
36. Bölüm
37. Bölüm
38. Bölüm
39. Bölüm
40. Bölüm
41. Bölüm
42. Bölüm
43. Bölüm
44. Bölüm
45. Bölüm
46. Bölüm
47. Bölüm
48. Bölüm
49. Bölüm
50. Bölüm
51. Bölüm
52. Bölüm
53. Bölüm
54. Final
Özel Bölüm-2
Özel Bölüm-3

Özel Bölüm-1

124K 4.9K 725
By 3LUCKY

30 Kasım'ı bekleyemeyen bir yazar!

Özledik mi?

Peki o hâlde başlayalım...

Sırtımı dayadığım ağacın altına çökerken gözlerim onun üzerindeydi. Elimi iki defa yere vurup,

"Otursana."

Diye mırıldandım. İnatla tepemde dikilmeye devam etti. Yerdeki birkaç yaprağı toplayarak ona yer açtım. Israrla yüzüne bakmamı umursamıyordu. Fazla kıymetli bir kıçı vardı!

"Şuradaki bankları insanlar otursun diye yaptılar."

Eliyle işaret ettiği alana gözlerimi devirerek baktım. Kolumu tutup beni tek seferde oturduğum yerden kaldırdı. Peşinden ilerlemek zorunda kalınca, işaret ettiği banka oturduk. İkimiz de birbirimize dik dik bakıyorduk. Bu kadar mükemmelliyetçi olmak zorunda mıydı? Üstelik şu an bile bu banka sadece benim için oturduğunu biliyordum. Aslında bu aşırı titizlikti.

"Dersin ne zaman bitiyor?"

Bakışlarımı gökyüzüne çıkararak düşünmeye başladım. Üniversiteye başlayalı bir hafta olmasına rağmen takip edemiyordum. Her şey o kadar karışıktı ki. Ama bugün sadece iki dersim olduğunu biliyordum. Bu yüzden tebessüm ederek Demir'e baktım.

"Aslında dersim bitti."

Tıpkı bir geri zekalıymışım gibi yüzüme baktı. Evet evet öyle baktıkça bende bir geri zekalı olduğumu düşünüyordum.

"Senin aklın nerede?"

Başını iki yana sallarken bakışlarım sadece saçının salınışını takip edebildi. Şu an karşı bankta oturan teyzenin bakışlarının üzerimizde olduğunu biliyordum. Aslında koskoca üniversitenin bahçesinde bu teyzenin ne işi olduğunu hâlâ anlayabilmiş değildim.

"Aklım sen de."

Yüzünde belli belirsiz bir gülümseme oluştu. Diliyle üst dudağını ıslatıp yüzüme baktı. İnsan aşık oldu mu o insanın bakışına, gülüşüne, sesine bile kapılıyordu. Mesela şu an Demir'in üst dudağını yalaması kimsenin dikkatini çekmezdi. Ama ona gönül gözüyle bakan için, yaptığı en ufak hareket bile iç titreticiydi.

"Benim aklım da şu an çok farklı yerlerde."

Cümlesi biter bitmez kıpkırmızı kesildim. İma ettiği şeyi çok iyi anlamıştım ve teyzenin duyduğuna emindim. Bunu çıkardığı 'cık cık cık' seslerinden anlıyordum. Üstelik Demir bunu sessiz söylemek yerine, her zamanki ses tonunu kullanmıştı. Eh be teyze sen nasıl bu cümlenin manasını anlayabilirsin ki?

"Haydi eve gidelim."

Kulaklarımdan dumanlar çıktığını hissediyordum. Demir elimden tutarak ayağa kalktığında çantamı alıp toparlandım.

"İyi fikir, zaten benimde karnım acıkmıştı."

Teyzeye gülümseyerek ortaya attığım cümleyle, iyice battığımı hissediyordum. Teyze de o kadar sert bakıyordu ki, sanki her an içinden seri katil çıkacak gibiydi. Arabaya bindiğimizde Demir'in dizine var gücümle yumruğumu geçirdim.

"Artık kelimelerine dikkat etsen diyorum! Sürekli beni zor durumda bırakıyorsun."

Arabayı çalıştırmaya başlayıp anlamayan gözlerle yüzüme baktı. Kendi emniyet kemerimi takıp Demir'in kemerini de güçlükle taktım. Onun için canının pek önemi yoktu. Ama Trabzon'un yolları, Ankara'ya benzemezdi.

"Seni ne zaman zor durumda bıraktım?"

Anlamazlıktan gelmesi beni iyiden delirtiyordu. Ben yüzüne bakarken, o bakışlarını yoldan ayırmamakta kararlıydı.

"Az önce yaptıkların neydi? Aklım farklı yerlerde diyen bendim zaten."

"Evet aklım yapmam gereken işlerde. Evde bir sürü dosya beni bekliyor. Sen ne sandın?"

Ben sadece pencereden intihar etmek istiyorum. Hayatım boyunca bu kadar rezil olduğumu hatırlamıyorum. İçimden ettiğim tek dua, benim düşündüklerimin şu an Demir'in aklına gelmemesiydi. Lütfen Allah'ım düşünmesin.

"Sen başka bir şey düşündün. Eve gidip başka şeyler yapacağımızı ima ettiğimi sandın."

"Sus lütfen!"

Diyerek, bakışlarımı dışarıya yönelttim. Tırnaklarımı koltuğa geçirirken renkten renge giriyordum. Beyaz tenli olmanın en büyük dezavantajı da buydu.

"Peki Milena, eve gidince istediğin tarzdan takılabiliriz."

Ağlayacak duruma gelmiştim. Henüz ondan çok utanıyordum. Düğün gecemizin üzerinden yaklaşık iki ay geçmesine rağmen sadece üç defa birlikte olmuştuk.

"Demir."

Sesim acı çekiyormuşum gibi çıktı. Ama cidden acı çekiyordum. Utanç bütün vücudumu esir almıştı. Ellerimin buz gibi olduğunu hissediyordum.

Gülümsemekle yetinerek konuyu kapattı. Bir an önce eve gidip kendimi herhangi bir odaya kilitlemek istiyordum. Düştüğüm durum fazla utanç vericiydi. Yol boyunca bir daha konuşmadım. Eve geldiğimiz gibi kendimi banyoya attım. Buraya henüz yeni taşınmıştık. Ama eski evden daha çok seviyordum. Ankara'da ki evimizde pek iç açıcı anılarımız olmamıştı. Oysa bu evde şimdiden her şey mükemmel denecek kadar güzel ilerliyordu. Tek sıkıntım arkadaşlarımdan uzak olmaktı. Ama sık sık konuşuyorduk. Kısa bir süre içinde kocaman bir aile olmuştuk.

Demir'in buradan işleri yürütmesi zor oluyordu. Ama Ankara'da Batur, Hakan ve Emir onu aratmıyordu. Yine de içi rahat değildi. Birkaç ay sonra sınavlar başlayacak ve notu iyi olanlar birkaç üniversitenin öğrencileriyle değişim yapacaktı. Bu kategoride Ankara'da vardı. Bu bizim en büyük şansımızdı. Yoksa Demir'in dört yıl boyunca Trabzon'da kalacağını düşünmüyordum.

Banyodan çıktıktan sonra pijamalarımı giyinip aşağı indim. Demir salonda çalışıyordu. Aslında bizim için güzel bir masa hazırlayacağını düşünmüştüm. Nerde o günler...

"Demir aç mısın?"

Diye seslendiğimde başını sallamakla yitindi. Adımlarım mutfağa doğru yönelirken,

"Beş dakikaya tostlarımız hazır."

Dedim. Mutfakta olsam da Demir'in homurdanmasını duyuyordum. Tostları hızlı bir şekilde hazırlayıp taze sıkılmış portakal suyunu iki bardağa döktüm. Onları bir tepsiye yerleştirdikten sonra salona döndüm. Tepsiyi Demir'e doğru uzattığımda ters ters baktığı hâlde tostu ve portakal suyunu aldı. Bende tekli koltuğa oturup yemeğe gömüldüm.

"Ne zaman doğru dürüst bir yemek yiyeceğiz?"

Sorusuna burun kıvırarak portakal suyundan kocaman bir yudum aldım. Tosttan âlâ yemek mi olurdu?

"Beğenmiyorsan dışarıdan yemek sipariş edebilirsin."

Hem şikayet edip hem de tostu gayet güzel yiyordu. Aslında galiba onun ki sadece hayatta kalma mücadelesiydi. Yemek konusunda öyle bir yeteneğim yoktu. Bunu o da gayet iyi biliyordu. Yapabileceğim en fazla makarna vardı. Onu da öğrenci evinde hissetmemek için sık sık yapmıyordum.

"Bir an önce yemek yapmayı öğren."

Diyerek işiyle ilgilenmeye devam etti. Bu konuda haklıydı. Ömür boyu dışarıdan yemek yiyemezdik veya hayatımızı makarnayla sürdüremezdik. Hele de Demir'in bir gün daha tost yemeye tahammül edeceğini sanmıyordum.

Bilgisayarla ilgilenirken bakışlarımı yüzüne sabitledim. Kaşları hafif çatık ve iki kaşının arasındaki çizgi belirgindi. Saçları her zamanın aksine biraz daha dağınık olsa da düzlüğünden hiçbir şey kaybetmemişti. Düz dudakları, düz hatlara sahip burnu kesinlikle kusursuz kelimesinin vücut bulmuş haliydi. Allah çok güzel yaratıyordu. Hiç şüphesiz bu kadar güzelliği sadece Allah yaratabilirdi.

"Beni süzüp durma."

"Seni süzdüğümü nereden çıkarıyorsun?"

Başını kaldırıp yüzüme baktı. Kucağındaki bilgisayarı masaya bırakırken oturduğu yerde rahat bir pozisyon aldı. Saçlarını geriye atıp iki elini ensesinde birleştirdi.

"Beni süzdüğünü anlamam için ille de sana bakıyor olmam gerekmez."

Yerimden kalkıp yanına oturduğumda onu özlediğimi fark ettim. Her gün yanımda olmasına rağmen özlüyordum. Bazen keşke geleceğimi düşünmesem, düşünmesek diye geçirirdim içimden. Mesela Demir işe gitmese, benim okul derdim olmasa, ömrümüzün sonuna kadar gerekmedikçe bu evden çıkmasak, sonsuza kadar aynı odanın içinde ve hep yan-yana kalsak... sahi sıkılır mıydım? Bir an bile olsun Demir'den sıkılır mıydım?

"Demir hiç düşünüyor musun, senin neyini seviyorum diye?"

Sorduğum soruyla, dudağı çarpık bir şekilde kıvrım kazandı. Bir elim saçlarını bulurken gözlerimi yummamak için zor duruyordum. Hayatımda dokunduğum en yumuşak saçlara sahipti. Belki de kendisine ait olan tek yumuşak şey saçlarıydı.

"Sevilecek o kadar yönüm var ki, saymakla biteceğini düşünmüyorum."

Egosunu bile seviyordum. Kendini o kadar yerinde övüyordu ki, hiç göze batmıyordu. Elimi saçlarından çektiğimde, ona fark ettirmeden kokladım. Avuç içim parfüm gibi kokuyordu. Sadece saçlarına dokunmak bile elimde koku bırakmaya yetiyordu. O... mükemmel bir adamdı.

"Bir de benden duymak ister misin?"

Sanki içimde bir şeylerin kalmasını istemiyordum. İki aydır evliydik ve ben, Demir'e güzel olan hiçbir söz söylememiştim. İçimde hep kaybetme korkusu vardı. Aslında evliydik ve kaybetme korkum eskiye oranla daha az olmalıydı. Ama her geçen gün biraz daha artıyordu.

"Sana çok belli edemedim, biliyorum. Ama inan bana bir insan en fazla ne kadar sevilebilecekse, seni o kadar sevdim."

"Bu ne şimdi Milena, bir veda mı?"

Gözlerimi devirerek, dizlerimi kendime doğru çektim. En güzel anları artık o da en az Emir kadar bozuyordu.

"Lütfen bölme."

Diyerek başımı dizine koydum. Koltukta uzanırken saçlarımı okşamaya başladı. Gözlerimi duvara sabitleyerek sözlerime devam ettim.

"Tuhaftık biz. O kadar tuhaftık ki, kendimize bir aşk kitabı seçmek yerine Uçurtma Avcısı'nı seçecek kadar tuhaftık. Ne sen siyahtın, ne de ben beyaz. Sadece sen benim siyah tarafımdın, bense senin beyaz tarafın. Biz sadece bunca zaman tamamlanmayı bekliyorduk. Unutma, hiç kimse tümüyle siyah veya beyaz değildir. Her insan bir gün yarımını bulmak ümidiyle sadece kısa süreliğine bir renge bürünür. Peki biz şimdi kakaolu süt mü olduk Demir?"

Kahkahalarla gülmeye başladığımda Demir'in kaşları çatıldı. Güzel bir konuşmanın ardından yaptığıma bozulmuş gibiydi. Kim olsa bozulurdu ama bunu yapmasam içimde kalırdı.

"Aferin Milena aferin."

Uzandığım yerden beline sarılırken gülmemi bastırmaya çalışıyordum. Beni kendinden uzaklaştırmaya çalışsa da, kene gibi beline yapışmıştım. Yaptığım iğrençti ama kendimi durdurmak mümkün değildi.

"Kendini bana sarılarak boğ Milena. Yoksa ben seni öldüreceğim."

Sonunda kendimi dizginlediğimde Demir'in yüzüne baktım. Hâlâ sert bir ifadeyle bana bakıyordu.

"Sadece küçük bir şakaydı."

Dediğimde kaşları mümkünmüş gibi biraz daha çatıldı. Saçlarımı karıştırırken ellerinden kurtulmaya çalışıyordum. Onun da intikamı böyleydi işte.

"Mümkünse bir daha bana olan aşkını anlatma."

Birden ciddileşerek koltukta oturur pozisyona geldim. Şu an isteyeceğim şeyin imkansız olduğunu biliyordum ama ısrar etmekten gocunmazdım.

"Demir sen anlatsana. Haydi lütfen lütfen."

Başını iki yana sallarken biraz ısrarla yola getireceğimi biliyordum. Bir süre sadece en masum şekilde yüzüne baktım.

"Demir ne olacak işte, lütfen."

Ve bu kadar! Bakışları anında yumuşadı. Resmen adamın ağzından cımbızla laf almaya çalışıyordum. Ama belli ki anlatacaktı. Sessizce onu beklemeye başladım.

"Sen bana yeniden hayal kurmayı öğreten kişisin. Galiba senden önce hiçbir hayal kurmadım. Canını çok yaktım. Geçmişte güzel şeyler biriktiremedim. Benden aşkımı göstermemi bekleme. Beceremiyorum. Sen bana, aşkımın sinirimden daha büyük olduğunu öğrettin işte. Daha fazla  bir şey söylememi bekleme."

Kalbim atmayı unutmuş gibiydi. Duyduklarımın şokunu atlatmam mümkün değildi. Demir, bana her zaman sinirinin aşkından büyük olduğunu söylerdi. Sadece şu an aslında aşkının büyük olduğunu duymak bile yetmişti. Bu bir ilkti. Bu en büyük itiraftı.

"Demir..."

Diyerek yanına iyice sokuldum. Söylediklerine karşı cevap verecek tek lafım yoktu. Demir kesinlikle benden daha romantikti. Bunu, bugün kendi içimde kabullenmiştim.
Çenemden tutup gözlerimizi buluşturduğunda karşılaştığım duygu yoğunluğunda boğulacağımı hissettim. Ben geçmişte sadece aşık olduğumu düşünmüştüm. Ama şu an aşkın ne demek olduğunu çok net anlıyordum. Ben, Demir'in geleceğinden habersiz yıllarca onu beklemişim. Demir kalbimin sahibi olabilecek tek kişiymiş.

Bu yakınlığa son vererek benden beklenmeyecek bir hareket yaptım. Dudaklarımızı tek seferde buluşturdum. Günlerce ben yaklaşmaktan kaçan taraf olmuştum. Oysa şimdi delicesine yakın olmak istiyordum. Asıl özlemim bundan kaynaklanıyordu. Kaç zamandır bu kadar yakın olmamıştık ve buna ben sebep olmuştum. Demir hiçbir zaman üzerime gelmemişti, ondan beklenilmeyecek bir şekilde. Fakat bugün artık daha fazla uzak kalmaya gücüm kalmamıştı. Sanki tek öpücükle içimdeki özlem yerle yeksan olmuştu. Tek dokunuş, tek bakış, tek seviş ve tek Demir...

Dakikalarca öpüştük. Sadece öpüştük ve yoruluncaya kadar öpüştük. İçimdeki hırçın fırtınalar yorgunlukla duruldu. Fakat benim aksime Demir hiç de yorulmuş gibi görünmüyordu. Devamını ister gibiydi. Yorgundum ama buna hayır diyemezdim. Şu sıralar Demir'e hayır diyecek gücüm yoktu. İnsan birine bağlandıkça, ona neyi var neyi yok sunmak istiyordu.

"Demir kalbim patlayacak gibi. Bu yük çok... çok fazla. Ben kimseyi sen gibi sevmedim."

Gözlerim dolmuştu. Fazla duygu yüklüydüm ve aşkım beni ağlatacak boyuta ulaşmıştı. Şu sıralar fazla duygusaldım. Dinlediğim müzikler tam olarak ruhumu yansıtıyordu. Fakat ben yine dinlediğim her şarkı da Demir'i buluyordum. 'Aşk sana benzer' şarkısıydı Demir. 'Aşk adam seçiyor' derken bile orada geçen adamdı Demir. Mehmet Erdem 'acıyı sevmek olur mu' derken o şarkı da geçen acı da Demir'di.

"Benim hissettiklerimi şu an daha iyi anlıyorsun."

Dediğinde gözlerine baktım. Onun hissettiklerini çok iyi anlıyordum. Bu dünyadaki en ağır yük sevgiydi. Taşıması en zor olanından...

Tekrar Demir'e yaklaştığımda odaya çıkamayı teklif etmek üzereydim. Ama birden kapı çaldı. Buraya yeni taşındığımız için pek tanıdığımız yoktu. Sadece arada bir yan taraftaki komşu yeni evli olduğumuzu bildiği için yemek gönderirdi. O zamanlardaysa Demir'e gün doğardı. Tekrar onun gelmiş olabileceğini tahmin ediyordum. Ayağa kalktığımda birden başıma bir ağrı girdi. Birkaç saniye gözlerimde kararma oldu. Demir elimden tutarken,

"İyi misin?"

Diye sordu. Başımı belli belirsiz sallayıp,

"Sadece başım döndü."

Dedim. Yüzünde tuhaf bir gülümseme oluştu. Ayağa kalkıp diğer elimi de tuttu. Dudaklarını alnıma bastırırken,

"Yoksa hamile misin?"

Diye sordu. Biraz daha böyle durmaya devam edersek, kapıdaki her kimse geri dönecekti. Demir'in ellerinden kurtulup salonun çıkışına yöneldim. Kapıyı açtığımda görmeyi hiç beklemediğim kişilerle karşılaştım. Batur ve Hakan sadece bana bakıp gülümserken Zeynep, Emir, Şimal ve Nihan hep bir ağızdan,

"Sürpriz!"

Diye bağırdı...

🐼

Yazmayı özlemişim be!

Yorumlarınızı çok merak ediyorum.

İkinci özel bölümde görüşmek üzere...

Continue Reading

You'll Also Like

2.2K 74 4
Eski hesabım da yazdığım ama wattpad de bir dönem hesaplarda sıkıntı çıktığı için hesabıma bir daha giriş yapamıyorum. Eski hesabım da hikaye hala du...
3.7K 422 16
🎻~🎻 Rosalie Katherine Dare yetim bir kızdır, hatırlayamayacağı kadar uzun süredir de Londra'daki kimsesizlerdendir ve burada yetim olmak çok zorlud...
2.7M 92.2K 83
"Söyle bana KİMSİN SEN?" Korkuyordum... "B-Ben anlamıyorum" ağzımdan sadece bu kelime çıkabildi. " Neden sürekli karşıma çıkıyosun?" Sesi o kadar gür...
1.8M 106K 64
Ulaş: Ev alma, komşu al demişler. Işık: Öyle mi demişler. Ulaş: Öyle demişler. Alacağım seni kendime. Mecburuz.