SIR (ACI AŞK...)

By ayseklncr

8.7K 497 156

SIR (ACI AŞK...) HER AŞKIN BİR SIRRI VARDIR... Bir sır herkesin hayatını altüst edecek. Hayatları ummadıkları... More

1.Bölüm (TANITIM)
2.Bölüm
3. Bölüm
4. Bölüm
5.Bölüm
6.Bölüm
7.Bölüm
8. Bölüm
9. Bölüm
10 .Bölüm
11.Bölüm
12. Bölüm
DUYURU
13. Bölüm
14. BÖLÜM
15. BÖLÜM
16. BÖLÜM
17. Bölüm
18. BÖLÜM
19. Bölüm
20.Bölüm
21. Bölüm
22. Bölüm

FİNAL

489 21 11
By ayseklncr

MEDİADAKİ BÖLÜM ŞARKIMIZ VE MELEK

*****

Melek gitmedi. Öfkeli bir halde evdeki tüm odalara bakmaya başladı. Adeta kendini kaybetmişti. Demir endişe ile "Melek hadi gidelim." Dedi ama onu umursamadı Melek.

"Oğlumun battaniyesi nerede?"

Hasret hanım endişe halde eşine baktı. Yaşlı adam "Hanım aldıysan versene battaniyeyi." Dedi. Yaşlı kadın için taşıdığı büyük sırla "Bende değil." Dedi. Melek duyduğu şeyle yerinde çivilenirken "Ne demek bende değil. Oğlumdan bana kalan tek şey o. Çabuk söyle kimde? Fatih'te mi?" dedi. Ama duyduğu şeyle Melek yere diz çöktü.

"Sahibinde."

"Sahibinde derken? Oğ... Oğlumda mı?"

"Oğlun yaşıyor Melek."

"Ne?"

Melek yıkılmıştı. Dizlerinin üzerinde gerçekleri idrak etmeye çalışıyordu. Nemli gözlerinden damlalar yanağına süzülürken "Oğ... Oğlum yaşıyor mu?" diye sorguladı. Hasret hanım yıllardır sakladığı büyük sırrın pençesinde çırpındı çaresizce. Ama tahmin edemediği şey oğlu Fatih'in de her şeyi duymasıydı. Fatih kapıdan tutunmuş, evde olan biteni endişe ile dinliyordu. Kalbinde koca fırtınaları hissederken bir anda annesine öfkeyle baktı.

"Sen neler söylüyorsun anne?"

Yaşlı kadın oğlunu da aldatmıştı. Bu kez Fatih'te suçsuzdu. O da annesinin kurbanıydı. Yıllar süren evlat acısını, gizlendiği yerden gün yüzüne çıkardı.

Melek kimseyi umursayacak halde değildi. Ayağa kalkıp yaşlı kadının yakasına yapıştı.

"Oğlum nerede? Oğlum nerede?" genç kadının haykırışı tüm kalpleri kanatmıştı. Ama Hasret hanımın söylemeye hiç niyeti yoktu.

"Oğlunuz iyi merak etme. Ona sıcacık bir aile buldum. Şimdi oğlunuzun yaşadığını unutup hayatınıza dönün."

"Anne oğlum nerede? Ne yaptın sen? Ne yaptın?"

"Fatih bunu yapmak zorundaydım. Katil bir kadından oğlun olmasını istemedim. Yoksa hep birbirinize bağlı olacaktınız. Sizi asla ayıramayacaktım. Evleneceğim demiştin bana. Bunu duyduktan sonra tek çarem oğlunu öldü bilmen oldu. Sizi ancak öyle ayırabilecektim."

"Sen ne yaptın?" diye haykıran Melek, yaşlı kadının göğsüne vurmaya başladı. Demir donup kalan ayaklarını harekete geçirip Melek'i kollarından tuttu. Fakat bir türlü genç kadının Hasret hanımın yakasından koparamadı. Melek kalbindeki koca evlat acısıyla çırpındı.

"Oğlum nerede? Nerede? Oğluma ne yaptın? Söyle!"

Fatih elindeki çantayı bir köşeye atıp annesinin koluna yapıştı.

"Umut nerede? Oğlum nerede? Anne söyle!"

"Söyleyemem..."

Fatih yıkılmış bir halde elini annesinden çekti.

"Bana bunu nasıl yaptın anne? Bunu nasıl yaptın? Hadi bana acımadın, Melek'in hapisten çıktıktan sonra oğlum diye çırpınışlarını nasıl görmezden geldin? Nasıl yaptın? SEN NASIL ANNESİN?"

"Yaptım işte."

Fatih'in babası Cahit, tüm olanlara anlam vermeye çalışıyordu. Torun acısını yıllardır kalbinde taşırken, eşinin nasıl bu kadar acımasız olabileceğine bir anlam veremedi. Ve buna daha fazla yaşlı kalbi dayanamadı. Göğsünün üzerine elini koyarken, yaşlı adam yere düştü. Fatih korkuyla babasına koştu.

"Baba! Baba! Baba aç gözlerini!"

Melek nemli gözlerini en az babası kadar çok sevdiği adama çevirdi.

"Cahit amca!" diye haykırdı.

*****

Hastanenin soğuk koridorunda bekliyorlardı. Fatih babasını kaybetme korkusunu yaşarken, cama dokundu.

"Baba lütfen bırakma beni!"

Melek'in nemli gözleri, kalbindeki baba acısı, yalan bir hayatı yaşamaya dayanamayan yüreğiyle oturduğu koltukta çığlığını bastı. Herkes endişe ile ona bakarken, genç kadın kalbinde yaşadığı acıya daha fazla dayanamadı.

"Hayır! Hayır! Hayırrrrrrrr!"

Demir tüm korkularıyla karısına sarıldı. Onu da kaybetme korkusunu yaşarken, gözlerinden bıraktı tüm acı haykırışlarını.

"Sakin ol hayatım. Melek lütfen kendine gel!"

Ama Melek eşini duyamıyordu. Artık tüm yaşadıkları kalbine ve beynine ağır geliyordu. Yaşadığı sinir krizine engel olamazken, koridorda doktorlar koşturdu. Demir büyük çabalarla eşini tutarken, genç kadına sakinleştirici verildi. Melek aldığı ilacın etkisiyle gözlerini kaparken, eşinin o eşsiz sözünü duydu.

"Seni çok seviyorum Melek."

Fatih Melek'in Demir'in kucağında odaya götürülmesine seyirci kaldı. Kaybettiklerine yorgun bir halde bakarken, gözleri koltukta oturmuş ağlayan annesine kaydı. Ve öfke bedeninde can buldu.

"Anne!" diye haykırırken, yaşlı kadının önünde durdu.

"Oğluma ne yaptın? Söyle bana kime verdin?"

Hasret hanım endişe ile oğlunun kendini kaybetmiş haline baktı.

"Söyleyemem. Söz verdim. Geri dönüşü yok!"

"Anne sen beni delirtecek misin? Ne olur söyle oğlum nerede?"

"Yapamam oğlum."

"Öyle mi?"

"Evet!"

"O zaman sende ömrünün sonuna kadar oğlundan ayrı kalmanın acısını yaşayacaksın!"

"Fatih sen ne saçmalıyorsun?"

"Artık ben yokum diyorum! Fatih diye bir oğlun yok! Ve senin o katil dediğin kadın var ya..."

"Eeeee..."

"İşte o..."

Sustu Fatih. Bunu yapabilir miydi? Annesine katil benim diyebilir miydi? Gözlerini kapadı. Melek'in tüm katil damgalarına rağmen annesine ben değil oğlun katil dememesini anımsadı. Ve kalbinde büyük bir pişmanlık duydu. Ve yapacaktı. Annesine bunu söyleyecekti. Mecburdu. Oğlu için bunu yapmalıydı.

"İşte o katil benim!"

"Ne?"

"Zeynep Aslan'ı ben öldürdüm. Melek'in babası da benim yüzümden öldü."

Hasret hanım duyduğu şeyin etkisiyle ağzını kapadı.

"Kes sesini! Yalan söyleme!"

"Yalan değil anne. Ben, oğlun bir katil..."

Yaşlı kadın gözyaşlarını tutamazken, ağzını sağ eliyle sımsıkı kapadı. Nasıl böyle bir şey olduğunu içten içe sorgularken, Melek'e yaptığı haksızlıkları gözden geçirdi. Ve bir daha yıkıldı.

******

İnci iki eli montunun cebinde, adımladı İstanbul'un deniz kıyısında. Geçmiş içten içe yakıyordu canını. Gözlerinde gözyaşları yer bulurken, derin nefesler almaya çalıştı. Hava bulutluydu bugün. Kemiklerini donduracak kadar soğukken, içi yandı bir kez daha. Unutamadı kötü maziyi. Kaybolan umutlarını, onun yüzünden ölen ailesini silemedi yorgun belleği. Sustu bir kez daha ama kalbi avaz avaz haykırdı acısını. Savruldu bir kez daha yorgun bir halde ve hıçkırıklarını tutamadı. Gürkan İnci'nin sadece geçmişini mahvetmemişti. Geleceğini de yok etmiş, umutlarına da son vermişti. Genç kadın defalarca bu hayatta ne yapacağını düşündü. İşsiz, güçsüz, bir başınaydı. Melek ile Neriman onun her şeyi olsa da o bazen yalnızlığını en derinden hissediyordu. Çünkü çocukluğunu, babasına sımsıkı sarılıp, kendini güvende hissettiği zamanları çok özlüyordu.

Sustu İnci. Çünkü hayalleri yok olurken haykırdığında, bir faydasını görmemişti. Artık konuşsa ne faydaydı, avaz avaz bağırsa ne fayda. O çoktan kaybetmemiş miydi? Sevdiği adam ailesinin katili, o da sevdiği adamın katili olmuştu. Bunu kaldırmak, yıllarca bu damgayla yaşamak çok zordu. Ne akrabaları onu kabullenmişti ne de arkadaşları. Yıllarca onu kimse aramamış, sormamıştı. Kader onu afla dışarı çıkardığında, yeni doğmuş bir bebek gibiydi. İz bilmez, yol bilmez bir haldeydi. Neriman onu cezaevinin çıkışında karşıladığında duygulanmıştı. Ama o an fark ettiği yaşlı kadının da elinde bir çanta olduğuydu.

"Ne oldu abla?" sorusuna karşılık ise Neriman "Benimde kimsem kalmadı." demişti. İkili birbirine sımsıkı sarılmış ve soluğu Melek'in yanında almışlardı. Çünkü artık birbirlerinden başka kimseleri yoktu.

İnci o kadar dalmıştı ki arkasındaki Murat'tan habersizdi. Murat arabasının önüne oturmuş, genç kadını saatlerce izliyordu. Bu kadar saattir, tek başına hiç kımıldamadan, aynı noktaya bakıp ne düşündüğünü merak etmişti. Ama bunu ona gidip sormaya henüz cesaret bulamamıştı. Elleri cebinde izledi bir süre daha yaralı kadını. İnci hıçkırıklara boğulduğunda, merakı daha da arttı. Ama henüz müdahale etmedi. O da düşündü. Hayatında anneannesinden ve kız kardeşinden başka kimsesi yoktu. Ha bir de Demir vardı. Üniversiteye henüz yeni başladığında onun yanına işe girmişti. Demir, Murat'tan birkaç yaş büyüktü. O da acılı bir adamdı. Nedense kendini Demir'in sadece yardımcısı olarak görmüyordu. Demir onun abisiydi. Sanki canından bir parçaydı. Bunu ona hiç söylemese de Demir istese ölüme gözü kapalı atlardı. Birçok kez Demir'i herkese karşı korumuş, tüm okları başka yönlere çevirmişti. Murat'ın her yerde bir tanıdığı, can dostu vardı. Ve bu da işlerini kolaylıkla halletmesini sağlıyordu. Murat düşüncelerini bir kenara atarken, yavaş hareketlerle doğruldu. İnci'ye doğru elleri cebinde yürümeye devam etti. Genç kadının solunda durduğunda İnci şaşkın gözleriyle ona baktı.

"Senin burada ne işin var?"

"Tesadüf desem inanır mısın?"

"Ben tesadüflere asla inanmam."

"O zaman kader dersem inanır mısın?"

İnci bir süre Murat'ın siyah gözlerine baktı. Kader inanılmayacak gibi değildi ki. Tüm bu yaşanılanların birinin yazması gerekmez miydi? Allah yazmıştı, kader olmuştu. Belki kararlarımızla şekillendiriyorduk ama gücümüzün yetmediği olaylar oluyordu.

"İnanırım."

Murat gülümsedi.

"Neden ağladın?"

"Sana ne?" diye sesini yükseltti İnci. Murat'tan kaçmak istiyordu. Ona da bağlanmamak, bir kez daha üzülmemek istiyordu. Çünkü şu anki dertleri ona yetiyor da artıyordu bile. Üzerine yenilerini eklemek, kendine yapacağı en büyük insafsızlık olurdu.

"Neden bana karşı böylesin?"

"Sadece sana karşı değil! Benim erkeklere karşı büyük bir nefretim var! Demir enişte hariç!"

"Demir bey hariç mi? O nedenmiş?"

"Çünkü şu hayatta adam gibi seven bir tek onu gördüm. Şimdiye kadar hiçbir erkeğin gerçekten sevdiğine inanmadım ben! Ama Demir abi bunu bana ispat etti. Ama ne yazık ki şu dünyada onun gibi mert bir adam sadece bir tane var. Bir başkası yok."

"Öyle mi?"

"Evet öyle!"

"Senin bu nefretinin nedenini anlamıyorum! Nasıl bir geri kafalılıktır bu böyle?"

"Evet, ben geri kafalıyım! Erkeklerden neden nefret ediyorum ki? Çok çok âşık olduğum adam gözlerimin önünde ailemi katletmiş! Bu çok mu önemli ki?"

Murat duyduğu şeyle dehşete düşmüştü. İnci ağlayarak sözlerine devam etti.

"Yetmedi bir de üzerine beni öldürmeye kalktı! Ben ne yaptım?" derken İnci iki elini yanlara açıp "Bu ellerimle onu öldürdüm! Bu ellerimle hayatımı öldürdüm! Bu ellerimle umutlarımı öldürdüm! Ben bu ellerimle her şeyi..." derken Murat sağ elinden onu çekip sımsıkı sarıldı. Sol eli genç kadının saçlarının arasındayken, kokusunu içine çekti.

"Özür dilerim. Çok özür dilerim. "diye fısıldadı.

"Ben yaptım. Babam bu adamdan uzak dur dediğinde, onu dinlemiş olsaydım tüm bunlar başıma gelmeyecekti. Ben ailemi mahvettim! Ben geleceğimi mahvettim! Ben geçmişimi mahvettim! Ben yaptım Murat! Ben hayallerimi öldürdüm!"

"Şitttt... Tamam, sakin ol. Sakin ol İnci ben buradayım. Yanındayım."

"Ölmek istiyorum Murat. Ama bunu bile yapacak, kendimi katledecek gücüm kalmadı. Niçin hala yaşıyorum ki?"

Murat bu sözlerle kalbinde korkunç bir acı hissetti. Bu kıza neden kıyamıyordu? Neden o ağlayınca kalbinde derin yaralar açılıyordu?

"Her insanın bir geçmişi, sırrı, acısı vardır. Benimde var. Babam ölünce annem bizi terk etti. Kız kardeşim ve anneannemle bir başıma kaldım. Onlara bakmak için üniversite çağında çalışmam gerekti. Demir bey olmasaydı, kim bilir ne halde olurdum. Ama yaşamayı seçtim. Evet, senin kadar ağır şeyler yaşamadım. Evet, senin kadar canım yanmadı. Ama bunca şeyin karşısında hala dimdik ayaktaysan bundan sonrada başarabilirsin. İzin ver yanında olayım. İzin ver..." geri çok çekilmeden genç kadının yüzüne baktı. Sol eli saçlarından sağ yanağına kayarken, sevgiyle baktı. Sanki yüzündeki her çizgiyi ezberlemeye çalışır gibiydi.

"İzin ver İnci eşin olayım."

İnci şaşkınlıkla Murat'a bakarken dudaklarında sonsuz sıcaklığı hissetti. Ama kalbi korkuyla karşı koydu. Murat'ı iki eliyle itip koşarak oradan uzaklaştı. Murat çaresiz tek başına orada kaldı. Genç kadının peşinden gitmeye yeltendiğinde, cebinden yükselen telefon sesine kulak verdi.

"Hakan?"

"Kardeşim çok büyük bir şey buldum."

"Ne buldun?"

"O adamı hapishaneye tıkacak delili buldum."

"Ciddi misin?"

"Çok ciddiyim."

"Hemen geliyorum."

Murat heyecanla telefonu kapatıp, arabasına koşturdu. Bu kez bitiyordu. Bu kez savcı ait olduğu soğuk odalara gidecekti.

*****

Melek hıçkırıklara boğuldu. Oğlunu bulmak, ona sımsıkı sarılmak istiyordu. Ama Hasret Hanım bir türlü yerini söylemiyordu. Melek kendini kaybetmiş bir halde sahte mezara gitti. Oğlunun isminin yazdığı mermer taşa öfkeyle baktı.

"Oğlum ölmedi!" diye haykırırken kenarda bulduğu baltayı eline aldı. Tüm öfkesiyle taşa yaklaşıp "Sende diğer herkes gibi yalansın! Yalansın! Yalansın!" diye haykırıp mermer taşa defalarca baltayı indirdi. Demir genç kadına yaklaşamıyordu. Endişe ile onu izleyip, yorgunluktan dizleri üzerine çökmesini bekledi. Melek mermer taşı paramparça edip yere çöktü. Bu kez iki eliyle toprağı kazıyordu. Gözyaşları yanağını yakarken "Yalansınız! Hepiniz yalansınız! Umut! Oğlum neredesin? Neredesin? Umut!" diye haykırdı. Demir genç kadının yanına çöküp onu göğsüne çekti. Melek'in direnecek hali kalmamıştı. Eşinin göğsüne sığınıp, gözyaşlarını doyasıya akıttı.

"Oğlum nerede Demir?"

"Bulacağım hayatım. Ağlama sen. Ben bulacağım oğlumuzu..."

Melek gözyaşları içinde fedakâr eşine baktı.

"Bulalım aşkım. Oğlumuzu bulalım."

Demir aşkım kelimesini duyunca tebessüm etti.

"Bulacağım. Söz sana."

*****

Murat videoyu izler izlemez Demir'in numarasını tuşladı.

"Demir bey hemen şirkete gelmelisiniz."

Demir aldığı telefon sonucu şirketin koridorunda hızla yürüdü. En aşağı kata, kamera odasına girdiğinde merakla "Ne oldu?" dedi. Murat gülümserken ekranı gösterip "Sonunda buldum efendim. Fatih Akman ait olduğu yere gidebilir." dedi. Demir heyecanla "Gerçek mi lan?" derken dev ekrana gözlerini çevirdi. Ve gördüğü şeyle yüzünde gülümseme yer buldu.

"Şimdi bittin işte Fatih. Artık hesaplaşma zamanı."

*****

Melek sabahın ilk ışıklarına kadar Demir'i bekledi. Ama bir türlü Demir gelmemişti. Çaresiz genç kadın montunu alıp soğuk İstanbul caddelerine adımladı. İki eli montunun cebinde uzun süre yürüdü. Sonunda geldiği yer Sinan ile annesinin eviydi. Sinan okul çantası sırtında koşturarak annesine sarıldı. Onların yanına yürüdü.

Melek "Merhaba nasılsınız?" dediğinde acıyla küçük çocuğa baktı.

"Aaaa... Melek teyze gelmiş?" diye sevinç nidalarında bulundu küçük Sinan. Annesi Hilal Melek'e sarılıp "Hoş geldiniz. Hadi buyurun eve geçelim." dedi. Melek kabul edip evlerine adımladı. Kalbinde evlat acısı varken, küçük çocuğun minik elini tuttu. Diğer elinden de annesi tutunca Sinan'ı havaya kaldırarak eve yürüdüler. Gökyüzünü kahkahaları dolduruyordu. Melek'in kanayan kalbine rağmen...

Melek eve girdiğinde her yerde Sinan'ın kokusunu içine çekti. Gülümsedi.

"Sinan Bey her yer sen kokuyor." dedi.

Sinan kıkırdarken odasına koşturdu.

"Melek teyze arabamla oynayalım!" diye sesini yükseltmeyi ihmal etmedi. Melek tebessüm etti. Hilal gülümseyip "Ne içersin." dedi. Melek mahcup bir halde "Zahmet etmeseydiniz." dedi. Genç kadın gülümseyip "Ne zahmeti? Kahve içer misiniz?" dedi. Melek başıyla onaylayınca mutfağa ilerledi.

Melek gülümserken Sinan'ın odasına adımladı. Minik çocuğun odasına girdiğinde yatağın üzerindeki battaniyeyi görmesiyle kapıya tutunması aynı anda oldu. Gözleri dolarken, kalbinde çok büyük ağrıları hissetti. Ve çaresizce dudaklarından tek bir kelime döküldü.

"Oğlum?"

Hayat çok acımasız olduğu kadar merhametliydi de. Melek yıllardır, aylardır hatta günlerdir aradığı oğlunu defalarca görmüş ve sarılmıştı. Ama hiçbir zaman o siyah gözlerin Umut'una ait olduğunu bilememişti. Melek şaşkınca Sinan'ın oğlu olduğunu anladığında koşar adım battaniyeyi eline alıp burnuna götürdü. Ve iç çekerken "Oğlum..." dedi. Küçük çocuk öz annesine bakarken bir anda kendini onun kollarında buldu. Melek gözyaşları arasında öptü evladını. Sanki hayata isyan edercesine sarıldı oğluna. Onu bir daha hiç bırakmak istemiyordu. Onsuz yaşamak istemiyordu. Çünkü Umut'u yokken ölüyordu. Hilal elinde kahve adımladı salona ama Melek orada yoktu. Tepsiyi sehpaya bırakıp oğlunun odasına yürüdü. Ama gördüğü manzarayla şaşkınlığını saklayamadı. En kötüsü de yıllardır korktuğu şey olmuştu. Oğlunun öz annesi gelmişti. Şimdi ne yapacaktı? Oğlundan nasıl ayrılacaktı? Sinan onun canıydı. Her şeyiydi. Bitmek üzere olan evliliğinin kurtarıcısıydı. Hayatının neşesiydi. Ayrılamazdı. Oğlunu bırakamazdı. Koşar adım oğlum diye ağlayan Melek'in kucağından çocuğunu aldı. Korkan gözlerini genç kadına çevirip "Sen ne yapıyorsun? O benim oğlum! Çabuk çık evimden! Çabuk!" diye haykırdı. Melek hala kımıldamazken oğlunu başka köşeye itip, Melek'i sol kolundan kapıya sürükledi. Melek defalarca dirense de mani olamamıştı. Elinde oğluna diktiği yıldızlı battaniyeyle kapının dışında buldu kendini. Defalarca kapıya vursa da ne o kapı açılmıştı ne de yeniden oğluna sarılabilmişti. Melek aklına gelen fikirle çaresiz cebinden telefonunu çıkardı.

"Melek hayatım?"

"Demir! Oğlumu buldum!" diye haykırdı Melek. Sonra nerede olduğunu eşine anlattı. Demir gelene kadar kapının önüne çöktü. Elindeki battaniyeyi burnuna bastırdı. Ve ağladı uzun süre. Yine kaybetme korkusuyla yandı tutuştu tüm benliği.

Demir araba durunca koşarak araçtan çıkıp binaya girdi. Merdivenleri ikişer üçer tırmanırken nihayet yere çökmüş ağlayan karısının yanına ulaştı.

"Melek!" diye endişe ile haykırırken yanına çöktü. Melek iyi değildi. Sürekli "Oğlum..." diye sayıklıyordu. Kendini eşinin sıcak kollarında bulduğunda hıçkırıklarını tamamen dışarı bıraktı.

"Umut burada! Bu battaniyeyi ben dikmiştim. Demir ne olur oğlumu al. Ne olur yalvarırım..."

"Tamam canım. Halledeceğim. Korkma sen." dedi Demir. Ahmet merdivenleri elinde bisikletle tırmandı. Evinin kapısında çökmüş ağlayan çifti görünce endişe ile "Burada ne oluyor?" diyebildi. Demir başını arkasına çevirip adamı görünce Melek'i kolundan kaldırıp adama baktı.

"Bu ev sizin mi?"

"Evet."

"Oğlumuz sizdeymiş." dedi Demir. Çaresiz bir halde baktı korkan gözlere. Ahmet kalbinde büyük acılarla Demir'e baktı. Kapısı açıldığında minik Sinan "Baba!" diye haykırıp genç adama sarıldı.

"Anne babam bişiklet almış! Oley be oley!" diye haykırdı. Melek nemli gözleriyle oğluna bakıp ona adımladı ama belinden tutup onu engelleyen gözleri yaşlı Demir'di. Bu işin olmayacağını çoktan anlamıştı. Hilal endişe ile eşine baktı. Ahmet bisikleti evine bırakıp "Hayatım oğlumla eve geç. Birazdan gelirim." dedi. Ama Hilal kabul etmedi. Sinan'ı komşuya bırakıp eşine eşlik edip hep beraber dışarı çıktılar. Melek ayakta güçlükle duruyordu. Demir'in sol koluna sımsıkı tutunmuş "Oğlumu istiyorum. Lütfen verin bana. Lütfen..." diyebildi. Hilal gözyaşlarını tutamazken "Olmaz! Sinan'ı ben veremem. Ne olur almayın. Beş yıldır ben annelik ettim ona. Hastalandı ben başında durdum. Onunla güldüm, onunla ağladım. Oğlumu alırsanız ben ölürüm. Yaşayamam. Yalvarırım." derken genç kadın dizleri üzerine çöküp Melek'in önünde ağladı. Ahmet eşinin omzuna elini koyarken "Bakın, bize annesinin öldüğü söylendi. Babaannesi tarafından verildi. Yasal yollarla oğlumuzu aldık. Sinan bizim her şeyimiz. Ondan ayrılamayız. Ama siz yine de istediğiniz zaman görebilirsiniz. Ama lütfen oğlumuzu bizden almayın." diyebildi.

Demir endişe ile eşine baktı. Melek acıdan titrerken çaresizce ona yalvaran insanlara baktı. Sinan babası ve annesinden ayrı kalamıyordu. Merdivenleri koşarak inip yanlarına geldi.

"Anne! Neden ağlıyorsun! Baba, anneme ne oldu?"

"Oğlum ben sana gelme dedim. Hadi Fatma teyzenin yanına git. Biz geliyoruz."

Sinan somurturken "Tamam." dedi. Ve son kez Melek'e bakıp el salladı. Eve koşturduğunda arkasında acılı dört kalp bırakmıştı.

"Lütfen..." dedi tekrar Hilal.

Melek yorgun halde "Tamam... Ama oğlumu istediğim zaman görmek istiyorum." dediğinde Hilal sevinç gözyaşlarıyla ayağa kalkıp boynuna sarıldı.

"Tabi ki. Sen benim artık kardeşimsin. Teşekkür ederim. Çok çok teşekkür ederim." dedi.

Demir ile Melek genç çiftle vedalaştı. Onlar evine gidince Melek güçsüz bir halde eşinin kucağına yıkıldı. Çaresiz bedenini daha fazla tutamamıştı. Genç kadın kendinde değildi. Demir endişe ile "Melek!" diye haykırdı. Ama eşine sesi ulaşmıyordu. Melek karanlık bir kuyunun en dibinde çoktan kaybolmuştu.

*****

İKİ GÜN SONRA

Demir mahkemeye başvurdu. Elindeki görüntüde Melek ile Demir'in kaza yaptıkları gecenin görüntüsü vardı. Zeynep'e çarpanın Fatih olduğu tamamen ortadaydı. En kısa zamanda Fatih tutuklanacaktı. Demir rahat bir nefes verirken eve geldi. Ama eşinin heyecanla koşturan halini gördüğünde gülümsedi. Melek elinde tuttuğu iki elbiseyi eşine gösterirken "Demir hangisini giyeyim! Bugün oğlumla pikniğe gideceğiz." dedi. Demir gülümserken " Beyaz ama üzeri siyah çizgili olanı giy. Sana çok yakışıyor." dedi. Melek gülümseyerek eşinin yanağına öpücüğünü bırakıp koşarak odasına ilerledi. Demir günler sonra gülümseyen karısına bakıp derin bir iç çekti.

"Keşke hep böyle gülümsesen." diye düşündü. bir zamanlar ki "Gülme!" demesinin aksine.

İKİ SAAT SONRA

Melek ile Demir piknik yapılacak parka gelmişti. Hilal ile Ahmet heyecanla onları bekliyordu. Birbirlerine sarılıp selamlaştıktan sonra Melek oğluna sımsıkı sarıldı. Kokusunu özlemle içine çekti. Yanaklarına anne öpücüğünü bıraktı. Gözleri dolmuştu. Gizleyememişti büyük acısını. Hilal'de gözleri dolu dolu baktı. Sinan gülümserken "Melek teyze, hadi kısır yiyelim!" deyip Melek'i elinden tutup masaya sürükledi. Çok güzel sohbet başlarken Melek'in gözleri yoldaydı. Fatih'i çağırmıştı. Oğlunu görsün, birazda olsun pişman olsun istedi. Fatih arabasından inip parka adımladığında piknik masasında gülümseyen yüzlere baktı. En son oğlunda kaldı bakışları. Gözleri dolmuştu. Melek Fatih'i fark edince kalkıp yanına geldi.

"Geldin mi?"

"Melek, o Umut mu?"

"Evet."

Sinan'ı Ahmet bisikletine bindirip daire oluşturarak oynatmaya başladı. Bir ara bisikleti bıraktığında Sinan tam Fatih'in önünde düşmek üzereydi. Fatih korkuyla oğlunu bisikletiyle beraber tuttu.

"Teşekkür ederim amca! Melek teyze bak bişiklet sürüyorum!" diye haykırdı. Tekrar babasına döndü.

"Baba! Sana geliyorum!" diye haykırırken heyecanla gerçek ailesinden uzaklaştı. Melek gözyaşları içinde Fatih'e baktı.

"Bak Fatih! Bize ne yaptın? Oğlumuzdan ayrılmamıza sebep olan sensin. Şartlı tahliyeyi engellemeseydin, oğlumu benden koparmasaydın, şimdi onun anne baba dediği kişiler biz olacaktık. İyi bak Fatih. Kaybettiklerimize iyi bak. Sebep olduklarına iyi bak." deyip ondan uzaklaştı Melek. Gözyaşlarını tutamazken yine soluğu eşinin kucağında aldı.

Fatih gözyaşlarını tutamazken güçlükle çalan telefonuna cevap verdi. Arayan ağlayan annesiydi.

"Oğlum. Babanı kaybettik."

Fatih telefonunu yere düşürürken dizleri üstüne çöktü. Kaybettiklerine çaresizce baktı. Nefretle kendi ellerine baktığında ağlayarak kendi yüzüne tokat atmaya başladı. Ardı ardına kendine vururken haykırması yeri göğü inletiyordu. Her şeyini kaybetmişti. Babasını, oğlunu, mesleğini, Melek'i, hayatını, uğruna savaştığı her şeyi kendi elleriyle kaybetmişti.

BİR GÜN SONRA

Melek nemli gözleriyle Cahit babasının mezarına baktı. Şu hayatta sevdiği diğer babasıydı. Onu da kaybetmişti. Yorgun gözleri ağlayan, babasının mezarı başında diz çökmüş Fatih'e kaydı.

"Sen yaptın Fatih. Her şeyi sen yaptın." diye mırıldandı.

Fatih elleri babasının toprağında, nemli gözleriyle donup kalmıştı. Kalbi alev alev yanıyordu. Kaybettiklerini, yaptıklarını düşündükçe omuzları daha da çöktü. Annesinin acı dolu çığlığını işitirken yanına gelen iki polisle nemli gözlerini havaya kaldırdı. İki polis ona bakarken "Fatih Akman, Zeynep Aslan ve Mehmet Yılmaz'ı öldürdüğünüz için tutuklusunuz." dediler. Fatih güçsüz bir halde ayağa kalkıp bileklerini polislere uzattı. Soğuk kelepçeler ait olduğu yeri bulduğunda güçsüz adımlarını polis aracına çevirdi. İki kolundan çekiştiren polisler varken tam Melek'in önünde durdu. Çaresizce baktı kaybettiğine.

"Özür dilerim." diyebildi. Onca yaptıklarına rağmen... Melek nemli gözlerini silip "Dilerim Allah'tan oradan asla çıkamayasın." dedi. Fatih gözyaşlarını tutamazken polis arabasına ilerledi. Hasret koşarak oğlunu tutmaya çalıştı.

"Oğlum! Durun götürmeyin!"

Melek ardından haykıran babasını hatırladı. Ve gözyaşlarını daha fazla tutamadı. Eşinin sağ koluna sımsıkı tutunup "Benim babamda böyle yalvarmıştı. Ama onu kimseler dinlemedi Demir. Kimseler babamı teselli etmedi." diyebildi. Demir yılların verdiği büyük ağırlığı üzerinden atarken "Ne olursa olsun hayatım. Gerçek suçlu ait olduğu yere gidiyor. Sana verdiğim sözümü tuttum." dedi. Zeynep ve bebeğinin de intikamını almak içini tamamen rahatlatmıştı. Melek eşine gülümserken Hasret koşarak yanına geldi.

"Kızım yalvarırım kurtar oğlumu. Ben yapmıştım de. Yine söyle kızım. Ne olur oğlumu kurtar!"

Melek ifadesiz bir yüzle ona baktı.

"Hasret hanım artık bitti. Sır falan kalmadı. Fatih ait olduğu yere gidiyor. Kabul et. Senin oğlun katil!"

Hasret yere diz çökerken Melek eşinin sıcacık elini tutup arabalarına yöneldi. Hayat buydu işte. Biri ağlarken sonunda diğeri zafer gülümsemesini yaşardı. Bunca zaman yaşadığı acılara rağmen... Melek nihayet yeniden başlayabilirdi.

Her son aslında bir başlangıçtı. Kimisi bu sonda pişmanlığını yaşayıp, cezasını çekip tertemiz bir hayata başlardı. Kimisi de yıllardır yaşadığı büyük acı sayfasını kapatıp, yepyeni tertemiz bir mutluluk sayfası açardı.

Melek çok ağlamıştı. Sesini duyurmayı, ona birilerinin yardım etmesini çok istemişti. O soğuk karanlık zindanlarda. Şimdi o yere ilerleyen Fatih'ti. Nemli gözleri karanlık, basık koridorda iken, güçsüz adımları soğuk koğuşa doğruydu. Müebbet cezaya mahkûm olmanın yükü de omuzlarındayken "Bitti." diyebildi. Onu bundan sonra karanlık bir kuyu bekliyordu. Çok acı çekecek ve Melek'e yaptıklarının bin mislini yaşayacaktı. Yıllarca sakladığı sır gün yüzüne çıkmıştı bir kere. Artık çekmek zorundaydı. Daha fazla bir şeyleri saklayamazdı. Çünkü hiçbir sır saklı kalmazdı.

*****

Demir elindeki kırmız gülleri Zeynep'in toprağına bıraktı. Nemli gözleriyle kaybettiğine bakıp "Başardım güzelim. Sana yapılanı karşılıksız bırakmadım." dedi. Başarmış olmanın mutluluğuyla baktı. Son kez uzanıp mezar taşını öptü. Ayağa kalkıp "Artık bende yeniden başlayabilirim. Melek ile mutlu olabilirim. Hoşça kal güzelim." deyip arabasına çevirdi yorgun adımlarını.

*****

Asım bey ( Demir'in babası) salonunda otururken yardımcısına endişe ile baktı.

"Ne oldu?"

"Efendim, Fatih Akman Zeynep Yılmaz'ı öldürme suçundan tutuklandı."

Yaşlı adam ardına yaslanırken "Gerçeği kimse bilmiyor o zaman." dedi. Yardımcısı görüntüleri izlemenin rahatlığıyla "Hayır efendim. Bize dair bir şey yok. Rahatlıkla size ait olan görüntüyü sildim. Suçlu Fatih Akman olarak görünüyor." dedi. Yaşlı adam mutlulukla çayını yudumlayıp "Aferin Hakan..." derken bir deste parayı uzattı.

"Bunu hak ettin."

Hakan parayı alıp gözden kaybolurken Asım geçmişe gitti.

**

Zeynep korkuyla lokantadan çıktı. Asım ve yardımcısı peşindeydi. Genç kız ne yapacağını nereye gideceğini bilemez haldeydi. Karnındaki bebeğine daha sıkı sarıldı. Ama kaderden kaçamazdı ki. İnşaat yığınına yaklaştığında onu gecenin karanlığında aydınlatan aracın ışığına döndü. Bedeninde kocaman acıyı hissederken soğuk nemli asfalta yıkıldı. Asım ile yardımcısı araçtan çıkıp Zeynep'i yerden kaldırdı. İnşaat yığının ardına gizledi. Sanki sonsuza kadar saklayabilecekmiş gibi.

Asım "Seni uyarmıştım Zeynep. Oğlumdan uzak durmalıydın." dedi öfkeyle. Sonrada arabasına binip oradan uzaklaştı. Dakikalar sonra Fatih ile Melek kaza yaptı. Ama onların çarptığı gerçekten de bidonlardı. Bidonların arkasındaki inşaat yığının ardına gizledikleri Zeynep çoktan yaralanmıştı. Sebep onlar değildi. Asım suç işlemişti. Cezasını Melek ödemişti. Şimdi de Fatih Zeynep'i öldürdüğünü sanıyordu. Evet, Mehmet beyin ölümüne neden olmuştu. Ama Zeynep'i öldüren Fatih Akman değildi. Demir'in babası Asım Güçlü'ydü.

****

"Kimse bunu öğrenemeyecek." diye mırıldandı Asım. Kaderin hiçbir sırrı saklamayacağını bilmeyerek... Gün gelecekti o da cezasını çekecekti.

*******

İKİ YIL SONRA

Melek pastanesinin büyülü ortamındaydı. Mutlulukla pasta yaparken gülümsedi. Hayalleri gerçek olmuştu. Demir ile yurt dışına gitmiş pastacılık okulunu okumuştu. Türkiye'ye yeni dönmüşlerdi. Hayallerindeki gibi bir pastane açmıştı. Hayat sonunda ona gülümsemişti. Melek gülümsemeye devam ederken ona seslenen Neriman'dı.

"Hadi kızım düğüne geç kalacağız." dedi. Melek heyecanla Neriman'a bakıp pastayı dolaba yerleştirdi. Heyecanla önlüğünü çıkarıp sağ elini büyümüş karnına yerleştirdi. Sevgiyle okşadı bebeğini.

"Tamam abla."

"Ahmet koşarak yanlarına geldi."

"Hadi pastayı bana verin!" derken yedi katlı pastayı alıp arabaya götürdü. Melek tebessümle ona baktı. Oğluna babalık yapan adamda artık onunla çalışıyordu. Sinan'a daha yakındı. Her gün görüyordu. Demir sırf o mutlu olsun diye Ahmet'ler in karşısındaki evi almıştı. Artık komşulardı. Çocuğu ona anne demese de istediği vakit onu görebiliyordu. Bu ona yetiyordu. Daha doğrusu yetinmek zorundaydı. Oğlunun mutluluğu için. Düşünceleri arasında pastaneden çıktılar. Neriman kapıyı kilitleyip öne oturdu. Melek'de arabanın arkasına oturdu. Hala eli beş aylık bebeğinin üzerindeydi. Sevgiyle karnını okşamayı ihmal etmiyordu. Düğün kır düğünüydü. Geldiklerin de Melek tebessüm ederken arabadan indi. Neriman elbiselerinin olduğu çantayı taşırken, Ahmet'te pastayı taşıyordu. Melek Neriman ile beraber giyinme odasına geçip mavi uzun elbisesini giydi. Saçlarını dağınık topuz yaptığında, hafif makyajla muhteşem görünüyordu. Neriman heyecanla "Ay gelin hanım ne yaptı acaba?" derken Melek güldü.

"Kesin stresten tırnaklarını yiyordur." dedi. Neriman kıkırdadı.

"Ay evlenmem diye tutturmuştu. Bizim deli oğlan zor ikna etti." dedi. Melek tebessüm ederken "Ne yapsın kız? Zor güveniyor." dedi. Neriman'da gülümserken çoktan hazırlanmıştı.

"Hadi bari yanına gidelim. Kızmasın." dedi. Melek gülümseyip "Tamam." dedi. Beraber İnci'nin yanına geldiler. Düşündükleri gibiydi. İnci odada volta atarken tırnaklarını yemekle meşguldü. Kaşları çatılmış, heyecandan kalbinin gümbürtüsü ile savaşıyordu. Neriman endişe ile "Ay kızım ne bu halin? Bir sakin ol! Nefes al!" dedi. Melek gülümserken onu kolundan çekeleyip koltuğa oturttu.

İnci "Ay öleceğim ben. Murat nerede?" diye çirkefleşti. Melek yüzünü buruştururken "Ne bilim ben! Gelirler şimdi. Zaten düğün başlayacak. Sen bir sakin olsana!" dedi.

Hilal sıkıntıyla "Ay sabahtan belli söylüyorum dinlemiyor ki. Öldürdü beni." dedi. Kızlar gülümserken hala İnci somurtuyordu. İki ayağını da stresten sallarken "Ay ağlayacağım ben!" diye haykırdı. Neriman öfkeyle sırtına vurup "Kız bir sus! Aaaaa... Bizde de bir sabır var. Giderayak dayak yeme benden. Gelir oğlan. Ne bu heyecan?" dedi. İnci tekrar susarken nihayet kapı açılmıştı. Murat heyecanla eşini almaya geldi.

"İnci ayağa kalk!" dedi Melek. İnci heyecanla ayağa kalktı. Murat büyülenmiş gözleriyle ona yaklaştı.

"Çok güzel olmuşsun." dediğinde İnci'nin yanakları utançtan kızardı. Gülümserken Murat'ın sol koluna elini doladı. Nihayet mutluluğa koşuyordu. Hem de ona huzur veren adamla. Aşk ilk defa yüzünü güldürmüştü. Dua etti İnci. Bu mutluluğun bir daha son bulmaması için.

Düğün alanına geldiklerinde Melek, gülümseyerek Sinan'ı kucağında seven Demir'i gördü. Şanslı olduğunu bir kez daha düşünerek eşine adımladı.

"Canım?" derken kalbini veriyordu Demir'e. Demir Sinan'ı öperek yere bıraktı. Sinan "Baba!" diyerek Ahmet'e koştururken Melek Demir'e sarıldı. Murat ile İnci alkışlar eşliğinde karı koca olmuştu. Artık onlarda mutlu olabilecekti. Her şeye rağmen dimdik durabileceklerdi.  Sezen Aksu'nun "İki Gözüm!" şarkısında dans başladığında Melek kocasının boynuna doladı ellerini. Demir'de eşinin büyümüş karnı el verdiğince beline doladı ellerini. Gülümsediler. Aşkla baktılar birbirlerine. Huzurla sarıldılar. Birbirlerinin dudaklarına küçük aşk buseleri bıraktılar.

"Sen benim hayatımsın Melek. Ömrümsün. Aşkımsın. Seni çok seviyorum." dedi Demir.

Melek gülümserken "Sen benim aydınlığımsın Demir. Ömrümsün. Aşkımsın. Seni çok seviyorum." dedi.

Tüm kötülüklere inat mutlu olarak, kötü kaderden intikamlarını aldılar. Her şeye rağmen...

SON

UMARIM BEĞENMİŞSİNİZDİR. YORUMLARINIZI BEKLİYORUM. HOŞÇAKALIN... 

Continue Reading

You'll Also Like

1.6M 58.5K 56
DİKKAT: ÖĞRETMEN ÖĞRENCİ KURGUSUDUR +18 VARDIR RAHATSIZ OLACAK OKUMASIN. Lavinia: Sana vermem gereken bir ceza vardı. Defne: Tobe hasa Defne: Ben ned...
188K 6.3K 44
"Oo küçük hanım iki gündür sizin peşinizdeyiz." "Siz de kimsiniz niye peşimdesiniz ne istiyorsunuz?" " sakin küçük kız" "Kimsiniz dedim" " babanın öd...
2.5M 79.7K 59
İtalyan bir mafya... Başka açıklamaya gerek var mı? Ters köşelere doyamayacağınız. Her an şaşırarak sürükleneceğiniz bir kitap hayal edin.. Sonra oku...
838K 58K 35
Peyda, bir Gerçek Aile/Kaçırılmış Çocuk klasiğidir. "Şimdi, on yedi yıl sonra annem ve babam karşımda dikiliyorlardı. Onları görüyor, onlarla aynı m...