Turunculu.

By Undominel

377K 16.9K 4.6K

Hayaller, derin bir uçurumu andıracak kadar derinlerdi. Kaderin yazıldığı uç noktalar, hayallerin bittiği... More

Duyuru-
1.Bölüm ✴ Turunculu.
2.Bölüm ✴ Turuncu.
3.Bölüm ✴ Tarık Aras.
4.Bölüm ✴ İnci Sultan.
5.Bölüm ✴ Hasta.
6.Bölüm ✴ Sevgililik Rolü.
7.Bölüm ✴ Korku.
8.Bölüm ✴ AVM.
9.Bölüm ✴ Balo.
10.Bölüm ✴ Doğum günü.
11.Bölüm ✴ Ulaş Güler.
12.Bölüm ✴ Yağmur.
13.Bölüm ✴ Öfke.
14.Bölüm ✴ (1) Mesaj.
15. Bölüm ✴ Pia.
16.Bölüm ✴ Kavga.
17.Bölüm ✴ Kesik.
18.Bölüm ✴ Fal.
19.Bölüm ✴ Çadır.
20.Bölüm ✴ 28 Kasım.
Kesit
21.Bölüm ✴ Peri kızı.
22.Bölüm ✴ Morg.
23. Bölüm ✴ Aşktanbul.
24.Bölüm ✴ Yoğun Bakım.
25.Bölüm ✴ Geri dönüş.
26.Bölüm ✴ Yabancılar.
27.Bölüm ✴ Bir gerçek.
28.Bölüm ✴ Pijama partisi.
Mektup.
29.Bölüm ✴ İlk Kar.
30. Bölüm ✴ Bozuntu.
31.Bölüm ✴ Acı ve gerçekler.
32.Bölüm -Hatırla...
33.Bölüm ''Ege.''
34.Bölüm - Ritüel.
35.Bölüm - Mektup...
36.Bölüm - Ninni.
37.Bölüm Alkol...
38.Bölüm - Bir Umut
39 ve 40.Bölüm- Ruh
41.Bölüm. -
42.43.Bölüm- Ölüm.
*
44.Bölüm Ninni
45.Bölüm -Çiçek tacı
46.Bölüm -Tuzlu kahve.
47.Bölüm -Kına Gecesi.
49.Bölüm-Final.
Finalden sonra ne Oldu?
Yıl dönümü...
Turunculu. Özel Etkinlik Part-I.

48.Bölüm- Düğün.

3.7K 188 42
By Undominel

Bu konuşmayı yapmak için uzun zaman beklediğim doğrudur. 

Bir gün minibüsteyim ve müzik dinliyorum. Maskeli bir Gece'nin finalini kafamda kurgularken, bir yandan da ''Bin muhteşem Güneş'' i okuyordum. Okuyanlar bilir, orada ''Tarık.'' adlı bir karakter vardı. Ben bu karaktere hayrandım... Hatta belki de aşık.

Hayatta en çok sevdiğim iki isimdir Bora ve Tarık. Hatta ileride çocuğum olursa, adını Bora koyacağım bile tescillenmiş bir gerçektir. Şimdi asıl meseleye gelelim. O gün kitabın kapağını kapattığım an, kendi kendime konuşmaya başlamıştım. ''Turunculu.'' adlı bir romana başlayacağım. Baş karakterin adı: Tarık Aras olacak ve herkes bu adama aşık olacak demiştim.

Peki öyle mi oldu? 

Hayır.

Bu kitleye gelmek için gerek parodilerim, gerek arkadaşlarım ve gerek ben çok çaba sarf ettik. Bugüne kadar yanımda olan sevgili eski parodilerim, her ne kadar beni yarı yolda bırakmış olsalarda:

-Emine/ Nazlı/ Gökçe/Vildan/Yaren/Ayşegül/Sena.

Benimle bu yolda birlikte yürümeye devam eden iki kişi kaldı sadece.

Ebrar/Tuğçe.

Hepsine en içten teşekkürlerimi sunuyorum. Beni her ne kadar yarı yolda bırakmış olsalarda, onlar benim ilk göz ağrılarımdır, bunu biliyorlar.

Turunculu'nun başlarında yanımda olan fakat sonra beni terk eden sevgili okur kitlesi, ''Aşkokurlarım.'' Hepinize kocaman bir yazıklar olsun diyorum.

Gerçekten yazıklar olsun.

Turunculu'yu, gerek sözleriyle gerek davranışlarıyla yerden yere vuran tüm Aşkokurlardan nefret ettiğimi bilmelerini isterim. Kendileri, Turunculu'yu okuduklarını belirtseler bile...

Onun dışında okumaya devam eden, yanımda olan herkese çok teşekkür ediyorum.

Finalden önceki son bölümü huzurlarınıza sunarken, hala benimle olan kişilere teşekkürlerimi ilettiğimi bilmelerini isterim.

Finalde görüşürüz arkadaşlar.

Hoşça kalın!

***

Bölüm: 48

Uyandığımda, Kayra'nın başını karnımda hissetmiştim. Gözlerimi açar açmaz karşılaştığım ilk manzara bu mu olacaktı? Ah ne kadar bahtsızım...

Dün gece Kayra, heyecandan uyuyamayacağını söylediği için teklifini kabul edip Kayra'ya kalmaya gitmiştim. Ne ara bu pozisyona geldik bilmiyordum ama Kayra'nın salyaları kazağımı ıslatmıştı.

Alnına minik bir fiske attım. ''Artık kalksan diyorum.''

Kendisine sardığı yorganıyla, başını sağa yasladı. ''Aman, bugün okul yok.'' dedi uykulu bir sesle. Tek kaşımı kaldırıp gülümsedim ve göz kapaklarını çekiştirmeye başladım.

''Doğru ya, bugün ben evleneceğim sen değil-'' dediğim sırada, Kayra resmen havaya sıçramıştı. Dağınık topuz gibi duran sarı saçları, yüzünün her tarafına yapışmış, tek gözü kapalı bana bakıyordu.

''Oha bugün evleniyorum.''

Elimle alnımı kaşıdım. ''Doğru evleniyorsun.''

''Azra evleniyorum!'' diye bağırdı. Kulak zarımı yırtacak şiddette olan sesine karşı kulaklarımı kapatırken, fısıldadım. ''Kayra çok bağırıyorsun.''

Yorganı üzerimden çekip yere fırlattı ve yatakta, ''Ben evleniyorum!'' diye bağırıp zıplamaya başladı. Odanın her bir köşesini dağıtırken, sevinç naraları atıyordu. ''Evleniyorum! Evleniyorum! Evleniyorum!''

''Gelin delirdi.'' deyip başımı sertçe yastığa bıraktım. ''Düğün çıkışı balayına değil de deliler hastanesine gidecekmişsin gibi geliyor.''

Koca bir yastığın suratıma doğru geldiğini hissettim. Reflekslerim kuvvetli olduğu için havada yakalayabilmiştim.

''Kayra, gelinliğini giyemeden ölmek mi istiyorsun canım?''

Çok sevdiğim ölüm tehlikesi bakışlarımı üzerinde gezdirirken, gözlerini kısıp tek kaşını kaldırdı ve hızlı adımlarla banyoya yöneldi.

Yastığı, yatağın öbür tarafına bırakırken ayağa kalktım. Saat 10.08 di. Kayra'nın düğünü saat 13.00'ta başlayacaktı ve biz, henüz yeni kalkmıştık.

Banyoda duş alan Kayra'nın arkasından dağınık odasını toplarken, telefonunun zil sesini işittim. ''Kayra biri arıyor...'' diye seslenmeme rağmen cevap vermediği için, telefona ben bakmak zorunda kalmıştım. Zaten arayan kişi, ''Aşktanbul.'' idi.

''Efendim tatlım.'' diye açmıştım telefonu, yorganın örtüsünü düzeltirken.

''Azra sen misin?''

''Benim Aşktanbul.'' yorganın kenarını düzeltirken, gözlerimi devirdim. Başka kim olabilirdi ki?

''Şey, Kayra nerede?''

''Duş alıyor.''

''Şimdi mi alıyor? Kızım kuaför bekliyor, kuaför! Saatten haberiniz var mı?'' diye bağırıyordu Aşktanbul, arka planda Ece'nin bağırışma sesleri gelirken. Elimi yavaşça alnıma yasladım.

''Çıktı zaten duştan, giyiniyor şimdi yarım saate oradayız.'' Gözlerim, banyo kapısına çevrilmişti. Çıkmak ne kelime; Kayra şarkı söyleyerek duş alma peşindeydi.

''Peki, biz kuaföre geçiyoruz.'' deyip kapatmıştı Aşktanbul. Kız haklıydı evlenecek olan Kayra iken, ondan daha çok telaş yapan bizlerdik. Ya yetişemeyiz korkusuyla...

Telefonu şifoniyerin üzerine bırakırken, iki elimle sertçe banyo kapısına vurdum. ''Kayra geç kalıyoruz!''

Söylediği şarkısını yarıda keserken, su sesi de kesilmişti. ''Çıktım tamam ya.'' deyip söylene söylene banyodan çıkmıştı. Hemen ardından duşa ben girmiştim.

Kayra'ya nazaran on dakika sonra çıkmıştım. Saçlarımızı aynı anda fön makineleriyle kuruttuktan sonra, kot pantolonlarımızı bacaklarımıza, gömleklerimizi üstlerimize geçirmiştik. Çalan zilin eşliğinde ise, aşağıya inmiştik.

Kapının girişinde bekleyen iki kişi vardı. Bora ve Tunç.

Gözlerim her yerde Tarık'ı ararken, Bora yavaşça omzuma dokundu. ''O Tanem'le.''

İçimin rahatladığını belli eden bir gülümsemeyle karşılık verirken, minnettar bir şekilde Bora'nın omzunu sıktım. Tunç, arka koltuğun kapısını açarken gülümsüyordu. ''Buyurun gelin hanım.''

Kayra, üzerinde sanki gelinlik varmış gibi müthiş bir edayla arabasına kurulurken, selfie çekmeyi de ihmal etmiyordu. ''Düğünden önce, ölü gelin!'' adlı başlıklarıyla.

Onun bu tatlı hallerine, tatlı tatlı sırıtırken Bora sırtımdan hafifçe ittirdi. ''Binmeyi düşünmüyorsun herhalde?''

Başımı hafifçe öne eğerken gülümsemeye devam etmiştim. ''Dalmışım Bora, haydi gidelim.''

❆ ❆ ❆

Geldiğimiz yer, iki katlı bir güzellik salonuydu. Bora ve Tunç bizi uğurlarken, Kayra ile hızlı adımlarla en üst kata çıktık.

Kuaförün içinden gelen fön makinesinin sıcaklığı ve sesleri başımdaki ağrının şiddetini arttırırken, özel kremlerden gelen kokular insanı mest edecek kadar güzel kokuyordu.

İkinci kata geldiğimizde, Edip ve Hale Kayra'yı kollarından yakaladıkları gibi başka yöne çekerken, ellerimi ceplerime sokup yürümeye başladım. İkinci kat neredeyse bizim kızlarla doluydu.

Ece, siyah koltukta oturmuş kısacık saçlarına şekil vermesi için kuaför arkadaşa emir verirken, Aşktanbul makyajının tarifini yapıyordu.

Aşktanbul'un sağında biten kişi, Ahu'ydu. Ahu, esmer bir kadındı. Siyah uzun saçları vardı. Yosun yeşili gözleri ve uzun tırnakları... Evet tırnaklarından bahsediyordum çünkü tırnakları her zaman bakımlı ve uzundu. Tahmin ettiğim gibi, tırnaklarına manikürünü yaptırıyor ve tırnaklarına takılacak özel taşları kendi elleriyle seçiyordu.

Başımla, hafifçe selam verdikten sonra tüm koltuklar dolu olduğu için, beklemeye koyuldum. Pencere kenarında bulunan siyah koltuğa kendimi yavaşça bırakırken, Kayra'nın hemen yanında biten küçük kız dikkatimi çekmişti. Tanem miydi o?

Oturduğum yerden hızlıca kalkarken, Kayra'nın yanındaki koltuğa doğru ilerledim. Bu esnada Kayra, saçlarını yeni yıkadığını fakat bir daha yıkanmasını istediğini belirtiyordu.

Kayra'yı saçları yıkanması için farklı bir köşeye alırken, boş kalan koltuğa oturup Tanem'i izlemeye başladım.

On iki yaşına yeni yeni bastığı için, genç kızlığa emin adımlarla ilerliyordu. Göğüsleri hafiften çıkmaya başlamış ve boyu uzamıştı. Tam bir topuklu meraklısı olan Tanem, gittiğimiz her yerde topuklu ayakkabı giyiniyordu.

Küçükken sarıyla kahverengi karışımı olan saçlarının sarılığı seyrekleşmiş, daha çok kahverengileşmişti ve her zamanki gibi beline kadar gelen saçlarına, değişik topuz modelleri uygulatmaya çalışıyordu. Genellikle kadınsı modeller...

''Hayır, ben dergideki kadının saç modelinden istiyorum.'' deyip dergiyi sertçe cam masaya vurdu. ''Beni duymuyorsunuz herhalde?''

''Fakat küçük hanım...'' Adam, umutsuz bir şekilde Tanem'in saçlarını havaya kaldırdı. ''Yaşınız ve saçlarınız için, bu çok ağır bir topuz-''

''Sen bana küçük mü demek istiyorsun? Ben on iki yaşında bir hanımefendiyim!''

''Şüphesiz fakat-''

''Dediğim saçı yapmazsan, seni işten attıracağım!''

Dudaklarımı büzüştürüp hafiften yukarı kaldırdım ve bir kahkaha patlattım. Demek kuaförümüzü işten atmakla tehdit ettirecek seviyeye gelmişti ha, diye geçirdim içimden. Cidden, komik bir kızdı.

''Aa, Azra gelmiş.'' dedi oturduğu koltukta doğrulurken. ''Azra'cığım şunlara söyler misin, saçımı şu modelden yapsınlar.''

Uzattığı dergiyi elime alırken, bahsettiği model dudak uçaklatacak türdendi. Dergideki kadının saçları, platin sarısıydı. Arka dipten yapılan topuz, gülün açılmış yapraklarını andıran bir topuzdu. Üstelik kadının saçı o kadar işlem görülerek yapılmıştı ki tek bir kusur, tek bir elektriklenme veya tek bir pürüz yoktu.

''Harika bir model.'' deyip dergiyi kapattım ve masaya bıraktım. ''Fakat senin için daha güzel bir modelim var.''

Oturduğum yerden kalktım ve Tanem'in arkasına geçip, saçlarını elime aldım.

''Bana güveniyor musun?'' 

Başını, evet şeklinde sallarken çarpık bir şekilde gülümsedim. ''Güzel, o zaman modelin sürpriz olacak.''

''Ama-''

''Aması yok Tanem. Sürpriz sürprizdir.'' deyip göz kırptım. Hemen ardından, Tanem'in saçlarını yapacak olan Koray'ı kenara çekip saç modelini anlattım.

''Saçlarının bol bir örgü olmasını istiyorum, sağ omuzdan sarkacak şekilde. Örgünün aralarına küçük pembe çiçekler serpiştirilebilir. Zaten düğün, kır konseptli kış bahçesi olacağı için gayet güzel görüneceğine eminim.''

Koray, anladığını belirterek: ''O iş bende.'' dedi ve Tanem'in saçlarını yapmak için eski yerine kuruldu. ''Hazır mısınız prenses?'' dedi usulca.

 ''Hazırım.'' dedi Tanem, ensesini arkasına yaslarken. ''Başlayabilirsiniz.''

Tanem'in asil tavırlarını, annesinden aldığını düşünüyordum hep. Çünkü bir kız mutlaka annesine çekerdi ve Tarık'ın anlattıklarına göre, Tanem annesinin kopyasıydı.

Kollarımı göğsümde kavuşturup, duvara yaslandım ve gözleri kapalı olan Tanem'in saçlarının yapılışını izlemeye koyuldum.

Kahverengi saçlarına öncelikle su dalgası maşa geçiliyordu. Hemen ardından çiçek süslerini hazırlaması için neredeyse bir fısıltıyla, yardımcılarını emirler yağdırıyordu Koray.

Gözlerim, hemen yanda biten Kayra'ya kaydı. Kayra, klasik bir topuz yaptırmak istediğini söylüyordu. Ensede biten dalgalı bir topuz ve önlerden bırakılmış bir iki tutam saç... Başına takmak için seçtiği saç tokası: alnına bir pırlanta düşürüyor, saç dipleri boyunca incileri sürdürüyordu. Gerçekten, görüp görebileceğim en güzel gelin olacağı kesindi...

''Bir gün sende evleneceksin.'' diyordum Kayra'ya. Balkonda, dondurmalarımızı yeyip gülüşürken. 

''Bence de.'' diyordu Ahu. ''Hatta, nedimen ben olacağım...''

Bunu konuştuğumuz zamanlar, on beş yaşında olduğumuz zamanlardı. Ahu, annemin yakın bir arkadaşının evlatlık kızıydı. Küçükken anne babası tarafından yurda bırakılmış, bırakıldığı günde zengin bir aile tarafından evlatlık edinilmişti. Yeni ailesinin koyduğu Ahu ismini kullanmayı tercih eden Ahu'nun asıl adı aslında, ''Mine'' idi.

''Ben evlenmeyeceğim.'' diyordu Kayra, ne zaman evlilik konusu ortaya sersek. ''Eğer ailem beni evlendirmeye çalışırsa kendimi öldürürüm.''

Omuz silkti. Gözlerini güneşe çevirdiği sırada, gözünden bir damla yaşın süzüldüğünü fark etmiştik. Ahu ile üzerine gitmek istemiyorduk çünkü biliyorduk. Kayra, evlilikten çok korkuyordu.

Harun'un Kayra'yı çoğu kez dalgaya aldığını hatırlıyordum. Ders esnasında, güçlü elleriyle Kayra'nın saçına yapışır ve ardına kadar çekip şöyle söylerdi: ''Kocan senin saçlarını böyle çekecek!''

Herkes aynı anda kahkaha boğulurken, Kayra oturur akşama kadar ağlardı. Kayra'nın koca korkusu vardı. Ona göre eşler, evlendiği zaman eşlerini döver ve sonra sokağa atarlardı. Bu yalanı ona kimin yutturduğunu bilmiyordum fakat vazgeçirmesi zor bir düşünce olmuştu.

Şimdi ise, günün birinde Ege'yle el ele tutuşarak karşımıza geçip bize evleneceklerini beyan ettiklerinde, Harun ile birbirimize bakıp kahkahalara boğulmuştuk. Harun direk saçlarını işaret ederken, Kayra büyük ihtimalle unutmak için sildiği anısını hatırlamak için düşüncelere dalmıştı. Fakat hatırlayamamıştı. Gerçi hatırlayamaması güzeldi aslında, neticede Ege'den de korkup evlenmekten son an da vazgeçmesini istemezdik.

Gözlerim uzaklara dalmış bir şekilde düşünüyorken, gardımı düşürdüğüm için saçımda hissettiğim acı, çığlık atmamı sağlamıştı.

Ağzıma kapanan ellerin sahibini tanıyordum. ''Mahir.'' 

''Benimle geleceksin Azra Güler. Zira ben bir vampirim!'' deyip boynumu ısırıyordu. Dirseğimle karın boşluğuna vururken, ani bir hızla geri çekildi ve suratını buruşturdu. ''Öldürseydin?''

Saçlarımın diplerini okşadım. ''Kopartsaydın?''

''Kopartamam.'' dedi işaret parmağını hayır anlamında sallarken. ''Çünkü saçların ve sen bana lazımsınız.''

Eliyle işaret ettiği koltuğa, catwalk adımları yaparak ilerlemeye başladım. Aynadaki halime gözlerimi devirirken, hızlıca kırmızı deri koltuğa bedenimi bıraktım.

Mahir, 20 yaşında bir gençti. Bu güzellik salonu kendisine aitken, saçlarımı emanet edebildiğim tek kişi kendisiydi. Saçlarımın çok değerli olduğunu, neredeyse bir tarihi eser olduğunu söyler ve onlarla kendi uğraşmak isterdi.

Daldığım zamanlar, beni uyandırma şekli de genelde saçlarımdan tutup, sürüklemek olurdu.

Mahir için fötr şapkalar vazgeçilmezdi. Onu ne zaman görsem, yaz da olsa kış da olsa, mutlaka fötr şapkalarını takar, gömleklerini giyerdi. Bugünde öyleydi. Kıvırcık sarı saçlarını, siyah bir fötr şapkanın altına saklamış da olsa kıvırcık sarıları, bir yerlerden çıkmayı başarmıştı.

''Evveet.'' diyordu sonda ki e harfini uzatıp, saçlarımı iki elleriyle okşarken. ''Bu güzelliklere ne yapmamızı istersin?'' Tam ağzımı açıp bir kaç cümle söyleyecektim ki buna müsaade etmeden cümlesine devam etti. ''Diye sormayacağım. Senin söz hakkın yok çünkü.''

Koltuğumun demirinden tutup beni bir hızla döndürürken, aynadaki görüntüme ters dönmüştüm ve Mahir'den başka kimseyi göremez olmuştum.

''Şimdi, şuradaki beyaz ışığı görüyor musun?'' Pencereye vuran güneş ışığından bahsediyordu. ''Işığa sakın gitme, sadece ona bakakal. Ben saçlarını yapacağım.''

Her zaman böyle olmaz mıydı zaten?

''Pekala, ışığa gitmiyorum.'' Gözlerimi kapattım. ''Ve saçlarımı Mahir'e emanet ediyorum.''

''Yes bebeğim!'' deyip çoktan eline siyah tarağını almıştı. Saç diplerimi yırtarcasına tararken, eline sertçe vurdum. ''Yavaş ol, canımı acıttın.''

''Ağzına bant filan mı yapıştırsak senin, sen çok konuşmaya başladın.''

Gözlerimi kapatıp, ensemi koltuğa yasladım. ''Pekala, susuyorum...''

Aradan geçen yarım saatin ardından, Kayra ve Aşktanbul hariç hepimiz hazır olmuştuk. Saçlarım zaten kısa olduğu için, benim işlemim makyajla birlikte yirmi dakika sürmüştü. Tanem'in ki yeni yeni biterken, Ece beklemekten sıkıldığını dile getirip duruyordu.

Aynadaki görüntüme tekrar göz attığımda, suratımdaki tebessüme engel olamamıştım. Saçlarımın kısa olmasına rağmen Mahir, her zamanki gibi harikalar çıkartmıştı.

Sol kulağımın altına doğru örgüler eşliğinde inen, dağınık ve minik bir topuz yapmıştı. Saçımın yarısı önlerden, sağdan soldan maşalı bir halde dökülürken, gözlerime koyu beyaz bir makyaj yapılmıştı. Rujum ise elbisem gibi pudra pembesiydi.

Gözlerimi, beklemekten sıkılan Ece'ye çevirdim. Saç boylarımızın neredeyse aynı olmasına rağmen, Ece'nin daha kalın ve daha çok saçlara sahip olması ona yüksek avantaj sağlamıştı.

Saçlarına, sütçü kız örgüsü yaptıran Ece wamp bir makyaj yaptırmayı tercih etmişti. Siyah cat gözler ve bordo ruju vardı.

Ahu, nihayet bitirebildiği saçlarıyla sergiye çıkarken, yüzü gülüyordu. En tepeden toplattırdığı saçlarının uçları lüleli bir şekilde beline kadar iniyordu. Duyduğum kadarıyla onunda elbisesi mor rengi gibi bir şeydi.

Neyseki hepimizin saçları tamamen bittiği sırada, Tanem'den saçları için öpücük almıştım.

Elbiselerimizi giyinmek için farklı bir odaya geçtiğimiz sırada, hepimiz birbirimizin elbiselerini giymesine yardım etmiştik. En sona Kayra'yı bırakmıştık. Çünkü en zoru onunkiydi. Nihayet Kayra'nın da gelinliğini giydirtikten sonra, tam Peri kızı'nı andırdığını fark etmiştik.

Ece, üzerine siyah yırtmaçlı bir elbise giymişti. Dışarıda yapılacak olan düğün için tüm organizasyonlar ve çiçekler hazırlanmıştı. Karın yağmasına rağmen incecik elbiselerle nikah töreni için ayakta dikilecektik.

Aşktanbul, üzerine uzun kollu kahverengi mini bir elbise giyinmişti. Kolları her ne kadar uzun olsada, bacaklarından üşüteceği kesinliğini koruyordu. Uzun ve güzel olan kahverengi saçlarına, kraliçe topuzu yaptırmıştı.

Aslında, düğünümüzün minik yıldızı Kayra'dan hemen sonra Tanem olmuştu. Büyük ihtimalle abisinin seçtiği beyaz elbisesi, üzerinde mükemmel duruyordu. Elbisenin tümü şifondu. Kolları uzun ve boldu. Etekleri yerleri süpürüyor ve saçlarıyla aşırı şekilde uyumlu duruyordu ve ayakkabı olarak tabiki topuklu seçmişti.

Benim elbisem ise, garip bir şekilde sadeydi. Pudra pembesi balık bir modeldi. Kolları uzun ve dantelden oluşmaktaydı. Onun dışında pek bir esprisi olduğu söylenemezdi.

Kuaförden alkışlar eşliğinde Kayra'yı çıkartırken, o gelinlikle onu zar zor bir kat indirebilmiştik. Nihayet ki dışarı çıkacağımız sırada, hemen köşede duran üç tane çocuk konfetiyi patlatmış ve Kayra'nın yollarına, pullar dökülmüştü. Kuaförün çıkışından limuzine kadar uzanan kırmızı halı, sadece Kayra için tasarlanmıştı. Bu yüzden bizler, yanlardan geçmekle yetinmiştik.

Ege, üzerindeki jilet gibi duran siyah damatlığıyla, büyülenmiş bir şekil de Kayra'yı izliyordu. Buğra Lordumuzun isteği üzerine, piercinglerini sadece bugünlüğüne çıkartmış ve o kıvırcık saçlarına değişik bir şekil vermişti.

Ece ve Aşktanbul, sevgililerine doğru koşarken bende mahcup bir şekilde Tarık'a doğru yürüyordum. Suratındaki gülümseme o kadar güzel ve etkileyiciydi ki bugün ayrı bir yakışıklı olduğunu fark edememiştim. Bir dakika, üzerinde ki frak takım mıydı?

Eteğimin kenarını tutup ona doğru yürürken, üzerine dikkatlice göz gezdirdim. Lacivert takımın arka kısmı kalçalarına doğru uzanıyordu. İçine giyindiği lacivert yelek ve beyaz renkli gömlek onu oldukça yakışıklı gösteriyordu. Ceketinin yakasına takılan beyaz çiçek ise, beni benden alıp götürmeye yetmişti.

''Bu ne yakışıklılık-'' deyip tam kollarımı açıp sarılacaktım ki Tanem benden önce davranıp, Tarık'ın beline sarılmıştı.

''Nasıl olmuşum abi?''

Tarık, Tanem'in boyuna ulaşmak için dizlerini kırıp yere doğru eğildi ve yavaşça Tanem'in elini tuttu. Tanem'i etrafında bir defa döndürürken, belinden tutup havaya kaldırdı.

''Her zamanki gibi, çok güzel.''

Tanem, duyduğu iltifatlar karşısında kendinden emin bir şekilde yere iniş yaparken, Tarık Tanem'in saçlarına dokundu.

''Saçların ise, ayrı bir güzel olmuş.''

Tanem kahverengi gözlerini, gözlerime çevirdiği sırada ufak bir göz kırptım.

''Ben güzelsem saçlarımda güzel olacaktır.'' dedi Tanem. Hemen ardından benim gibi eteğinin uçlarından tutup, abisinin arabasına yöneldi.

Herkes, arabasına binip gaza bastığı sırada arabalarına geçmeyen tek çift olarak Tarık ve ben kalmıştık. Kollarımı boynuna dolarken, boynuma minik bir öpücük bıraktı ve sıcak nefesiyle kulağıma üfledi. ''Peri kızı, çok güzel olmuşsun...''

Belimi sıkan elleri, tüm bedenimin ürpermesini sağlarken, cama yapışan Tanem tüm romantikliğimizi bozmuştu. Hafiften öksürük sesi çıkartırken, duruşumuzu düzelttim ve tek kaşımı kaldırıp fısıldadım. ''Tanem bizi izliyor.''

Tarık alt dudağını dişlerken, ''Pekala.'' deyip arkasını döndü. ''O zaman Peri kızı, lütfen buyrun.''

Arabanın ön kapısını açarken, tüm ihtişamıyla bana gülümsüyordu. Ona sahip olduğum için kendimi dünyanın en şanslı kadını hissedebilir miydim?

Kesinlikle...

❆ ❆ ❆

Geldiğimiz yer düğün yeriydi.

Havadan düşen kar kristalleri, düğünün olacağı yeri inanılmaz bir şekilde süslerken, Kayra'nın bir dileğinin daha gerçekleştiğine hep birlikte tanık oluyorduk. Ege'yle evlenme kararı aldıklarında, kar yağarken evlenmek istediklerini söylerdi hep.

''Kar kristalleri yeryüzüne düşerken, sana evet diyeceğim Ege!''

Dışarıdan bakıldığında, ormanlık alan gibi görünse de burası, sadece orman süsü verilmiş bir bahçeden ibaretti.

Boylu boyunca uzanan mor halının bitiminde, bir iki basamak ve nikah memuru için beyaz bir kürsü vardı. Çardak gibi oluşturulan kürsünün bulunduğu kısımlar, simlerle ve süslerle donatılmıştı. Kayra ve Ege'nin duracağı alanlara kalp işaretleri çizilirken, nikah memuru kırmızı cüssesiyle uzaktan onları bekliyordu.

Boylu boyunca uzanan mor halının yanlarında maytaplar vardı. Aynı zamanda girişinde çiçeklerden oluşan bir kapı...

Tüm halı neredeyse pembe gül yapraklarıyla süslenmişti. Misafirlerin oturması için beyaz tabureler tüm güzellikleriyle dizilmişken, Kayra'ların nikahının kıyılacağı yerde çok güzel yapay bir kiraz ağacı vardı. Pembe çiçeklerini açmışken, dondurulmuş gibi orada öylece dikiliyor ve ortama anlam katıyordu.

Ege ve Kayra, arabadan indikleri sırada alkış sesleri tüm bahçede yankılanmıştı. Tarık ve Tanem hızlıca yerlerine geçerken, Bora ve ben el ele tutuşarak hızlıca nikah memurunun yanına geçmiştik. İkimiz, nikah şahitleriydik. Normalde Ege'nin şahiti Harun olacaktı fakat Harun, Selim amcanın yanına gitmesi gerektiği için, düğüne katılamamıştı.

Harun Asya ve Nazenin sultan dışında, neredeyse herkes buradaydı. Ah tabi birde annem dışında...

Ege ve Kayra bu uzun mor halı yolculuğunda kol kola yürümeye başladıkları sırada, ''My Heart Will Go On.'' şarkısı çalmaya başlamıştı.

Yol o kadar uzundu ki attıkları her adım, şarkıya ritim tutar gibiydi. Attıkları her adım, onları evliliğe ve sonsuz mutluluğa götürüyordu. Nikah memurunun önünde bekleyen Buğra Lordumuz, üzerine giyindiği smokiniyle tüm gençlere taş çıkartacak kadar yakışıklı görünüyordu.

Kayra ve Ege'nin attıkları her adımda maytaplar patlıyor, etraflar sarı ışıltılarla donatılıyordu. Kayra ve Ege, etrafa yaydıkları harika aura ve kahkahalarıyla müthiş uyumlu iki çift olarak nikahlarının kıyılacakları yere hızlıca ilerliyorlardı.

Nihayet mor yolculuk bittiği sırada, Kayra Ege'nin kolundan çıkıp ellerini babasına uzattı. Babası, Kayra'nın ellerini sıkıca tutarken kızını alnından öptü ve şöyle söyledi:

''Seninle gurur duyuyorum Prenses. Hayatınız boyunca mutlu olmanız dileğiyle...''

Düğün alanında kopan alkışa Bora ve ben eşlik ederken, kıskanmadım desem büyük ihtimal ile yalan söylemiş olurdum.

Lordumuz Buğra, Kayra'yı tekrar Ege'nin ellerine teslim ederken, basamakları çıkmak için gelinliğinin ucundan tutup basamakları tek tek çıktı Kayra. Nihayet nikahlarının kıyılacağı yere geldikleri sırada, heyecandan birbirlerinin yüzlerine bakamıyorlardı.

Şarkı tüm naifliğiyle devam ederken, hafif bir öksürük sesinin ardından genç nikah memurumuz konuşmaya başlamıştı.

''Öncelikle, tüm davetlilere hoş geldiniz demek istiyorum ve cümlelerimi uzatmadan, şu heyecanla iki çifte dönmek istiyorum.''

Kayra ve Ege, ellerini birleştirirken Kayra başını arkaya yasladı ve dudaklarını birbirine bastırdı. Heyecanı yüzünden okunuyordu.

''Siz, Buğra Yalnız'ın kızı Kayra Yalnız, aşk haricinde hiçbir etki altında kalmadan, Ege Soylu'yu eş olarak kabul ediyor musunuz?''

''Evet!''

Bende dahil olmak üzere avuçlarımız patlayana kadar alkışlamıştık. Kayra, heyecanlanınca genelde alt dudağını dişlerdi, yine aynısı yapıyordu.

''Pekala siz, Alp Soylu'nun oğlu, Ege Soylu. Kayra Yalnız'ı-''

''Evet!'' Ege, nikah memurunun cümlesini yarıda keserek direk evet demişti. Hepimiz kahkahalara boğulurken, Ege yaptığı şeyin farkında bile değildi.

''Şey pardon ben...'' Başını mahcup bir şekilde öne eğdi.

''Heyecanınızı anlıyorum ve buna saygı gösteriyordum.'' diyordu sevgili nikah memuru. Hemen ardından soru, bize yönetilmişti.

''Peki siz, sayın Azra Güler ve Sayın Bora Kes: bu çiftlerin aşkına şahitlik edecek misiniz?''

''Sonsuza kadar!'' deyip gülümsedik Bora ile aynı anda, o esnada konfetiler patladı ve şarkı tüm gürlüğüyle çalmaya devam etti.

Ege ve Kayra, etraftakileri umursamadan bir kaç saniyeliğine öpüşerek, evliliklerini mühürlediler. 

Ve sonsuza dek mutlu yaşamak için, birbirlerine söz verdiler...

Çiftlerin ilk dansı için, ''Robert Alagna- Parla piu Piano.'' şarkısı çalmaya başlamıştı.

En orta sahne onlara ayrılırken, Tarık elini hafifçe bana doğru uzattı.

''Peri kızı?''

Bana düşmanca bakışlar atan Tanem'e muzipçe gülümserken, ''Bu sefer abini ben çalıyorum.'' deyip Tarık'ın elini tuttum ve birlikte Kayra'ların yanına geçtik.

Yaptığımız dansın adı Vals'di. Belki de en basiti o, diye bunu tercih etmiştik. Fakat sadece biz değil, bahçede bulunan herkes aynı dansı yapmaktaydı.

Danstan hemen sonra, Kayra'nın buket atma töreni vardı. Kadınlar ve erkekler olarak müthiş bir topluluk çizerek, bahçenin arka kısmında toplandık. En önde Tarık ve ben vardık. Arkalar ise, akrabalarıyla doluydu.

''Hazır mısınız?'' deyip buketi elinde sallıyordu Kayra. Bizden bayağı bir uzağa giderek. ''Atıyorum?''

Bize arkasını döndü ve ucunda mor pudra rengi tül bağlı olan çiçeğini havaya kaldırdı.

''Üç,'' diye başlayarak geri saymaya başladı. Hep birlikte Kayra'ya eşlik ediyorduk.

''İki,''

''Bir!''

Kayra'nın buketi, arkaya doğru havalanırken gökyüzünü süsleyen küçük bir melek gibi duruyordu. Gökyüzünde asılı kaldığı sürece, kim bilir kaç kartanesini barındırmıştı çiçeklerinde bilinmezdi ama onu yakalamak için herkesin ayrı bir çaba içine girildiği kesindi.

Normalde, bu tarz şeylere inanmasam da elimi umarsızca havaya kaldırdım ve çiçeği havada yakaladım. Ya da, yakaladık denebilirdi.

Çiçeğin sağ ucundan ben, sol ucundan ise bir başkası tutuyordu. Çiçeği tutan ellerin sahibine baktığımda, Tarık'ın kehribar renkli gözleriyle karşı karşıya geldim.

Kaşlarımı çattım. ''Bu çiçek bana aitti.''

Gelin buketine tüm gücüyle asılırken, sadece dudaklarını oynatarak kısık sesle bir iki cümle fısıldadı ve ben hariç, kimse bu cümleyi duymadı.

Soğuktan pembeleşmiş dudaklarından şu cümleler dökülmüştü. ''Benimle evlenir misin?''

Bir anlık boş bulunarak çiçekten ellerimi çektim ve bir iki adım geriledim. Dünyanın bir anlığına durduğunu ve herkesin ölüp tekrar dirildiğini hissettim. Tarık, minik bir göz kırpma işaretinin ardından, çiçeği havaya kaldırarak ortaya kadar geldi. ''Çiçeği ben aldım.''

Buketi havada sallarken, kehribar renkli gözleri gözlerime bulmuştu. ''Ve sanırım, evlenecek olan şanslı benim.''

Boğazımda kalan yumruyu, zoraki bir şekilde yutmaya çalışırken bana söylediği cümle başımı döndürüyordu. ''Benimle evlenir misin?'' Bunu bana gerçekten teklif etmiş miydi?

Ağzım yarım ay gibi açık kalmış bir şekilde ona odaklanmıştım. Çiçeği, elime tutuştururken boşta kalan eliyle elimi tuttu. ''Takı töreni başlıyor, gidelim mi?''

Daldığım dünyadan henüz çıkamadığım için gözlerine aval aval bakmakla meşguldüm.

''Seni taşımamı istiyorsun?'' Cevap veremedim.

''Pekala bu dileğini yerine getireceğim.'' dedi ve kollarını önce bacaklarımdan sonra sırtımdan geçirip beni kucağına aldı. Donmuş bir bal mumu heykeli gibi, hala gözlerinin içine bakıyordum.

''Azra, Dünya da mısın?'' Bora'nın tiz sesiyle irkildim. ''Misafirler çoktan geldi, hadisenize!''

Bir anlığına gerçek Dünya'ya döndüğüm sırada, Tarık'ın alaycı bakışlarını gözlerimde hissettim. ''Hey, senin kucağında ne işim var!''

''Bunadı bu.'' diyordu Bora, kolumdan çekiştirip beni indirmeye çalışırken. ''Azra, yürü gidiyoruz!''

Tarık'ı arkamızda bırakırken, elimi ona doğru uzattım fakat elimi tutan Tarık değil, Bora olmuştu. ''Takı töreni başladı bile, hızlan!''

Bora tarafından bahçenin ön tarafına sürüklenirken, saçlarımın yarısı dağılmıştı. Kayra'ların bitimindeki yere neredeyse beni çivilerken, kulağıma doğru bağırdı.

''İçtin mi ne yaptın bilmiyorum ama dur burada! Kıpırdama ve gelenleri selamla.''

Gözlerim, boşluğa dikili bir şekilde bakarken Bora'nın söylenerek yanımdan ayrıldığını hatırlıyorum. ''Kime anlatıyorum ki! Geliyorum Ece!''

Bora, her ne kadar gelenleri selamla diyerek bir emir vermişte olsa, bu emrini yerine getiremiyor ve gelenlere boş boş bakıyordum. Gözlerim, uzaktan gelen bir kıza takıldı. Bordo baş örtüsü ve üzerindeki kırmızı tuvaletiyle harika bir uyum içersindeydi. Ege'nin olduğu kısıma doğru yürüdüğü için, büyük ihtimalle Ege'nin bir tanıdığıdır diye düşünmüştüm. Ki öylede olmuştu...

''Ayşegül!'' deyip gelen kıza kocaman sarıldı Ege. ''Geleceğini biliyordum, hoş geldin.''

''Ege damat oluyor ve gelmeyeceğim ha?'' diyordu isminin Ayşegül olduğunu öğrendiğim kız, Ege'nin sırtını sıvazlarken. ''Öyle bir dünya yok.''

Kayra, kıskançlık içeren bakışlarını, Ayşegül'ün üzerine gezdirirken omzuna hafifçe dokundum. ''Kim o?''

''Ege'nin bir arkadaşı herhalde.'' deyip gözlerini devirdi. ''Ege artık gelir misin, insanlar bekliyor!''

Ege aldığı uyarıyla geri geri giderken, Kayra'nın dibinde durdu. Ayşegül, küçük bir altını Ege'nin kurdelesine takarken, Kayra'ya attığı bakışları, inanılmazdı.

❆ ❆ ❆

Aradan geçen iki saatin ardından çoğu davetli düğünü terk ederken, Tarık tek başına etrafına bakınıyordu. Tam Tarık'a doğru ilerliyordum ki Kayra yoluma çıkıp, Tarık'ın yanına gitmişti.

''Saatlerdir etrafıma bakındım fakat göremedim.'' diyordu. Suratını ekşitip, gelinliğinin uçlarını serbest bırakırken. ''Sen biliyor musun, İnci Sultan nerede?''

Tuşuna basılmış bebekler gibi olduğum yerde kalırken, düğündeki en büyük eksikliği hatırlamak, kalbimi acıtmıştı. Annem yoktu. Annem, Kayra'nın düğününe bile gelmemişti.

Tarık, tam ağzını açıp bir şey söyleyeceği sırada gözlerimiz buluşmuştu. Kayra'nın sorusunu, ''Bilmiyorum.'' diye yanıtlarken başıyla gelmemi işaret etti.

Kayra, ''O zaman diğerlerine soracağım.'' deyip Tarık'ın yanından ayrılırken, Tarık'ın yanına sokulmuştum. Küçük davet masalarında tırnaklarımla ritim tutarken, çenemden kavrayıp başımı hafifçe kaldırdı. ''Peri kızı?''

Bakışlarımı, gözlerine çevirmeye cesaretim olmadığı için yere diktim. ''E-evet?''

''Neyin olduğunu artık açıklayacak mısın?''

Bana evlenme teklifi ettin, şok geçiriyorum.

''Açıklayacak bir şey yok.'' Gülümsedim. ''Ben gayet iyiyim.''

''Emin misin?'' deyip tek kaşını kaldırdığı sırada, Tarık'ın omzuna dokunan yabancı bir el vardı. Bir kadın eli...

Üzerindeki mor elbisesiyle ve sağ omzunda toplamış olduğu bukleli kahverengi saçlarıyla, gözüme yabancı gelen bir kadın karşımda duruyordu.

Tarık, büyük bir merakla arkasını döndüğü sırada, surat ifadesi görülmeye değerdi. ''Ömür?'' dedi gözlerini irileştirip, müthiş bir şekilde gülerken. ''Ah, sende mi buradaydın?''

''Tabiki buradayım şapşal, en yakın arkadaşım buradayken nereye gidebilirim ki?'' diyordu, adının Ömür olduğunu öğrendiğim kadın. Biraz önce Kayra'nın verdiği tepkiye şimdi bir anlam verebiliyordum. Tarık ve Ömür, tam birbirlerine sarılmaya yeltenecekleri sırada, Tarık'ın gömleğinin yakasından tutup geriye çektim.

''Merhaba, bende Azra. Onun sevgilisiyim.''

Elimi Ömür'e uzatırken, sarılmalarına engel olduğum için bakışları beni bulunca bozulmuştu.

Elini elime uzatıp hafifçe sıkarken gülümsedi. ''Ömür.''

''Haydi gidelim sevgilim.'' deyip Tarık'ın elinden tutup çekiştirmeme rağmen, Tarık yerinden oynamıyordu.

''Çok yakın bir arkadaşımdır Ömür. Biraz müsaade etsen, sohbet etsek?''

Tek kaşımı kaldırıp, önce Ömür'ü baştan aşağıya süzdüm. Hemen ardından gözlerimi Tarık'a çevirirken gülümsedim ve gömleğinin yakasından tuttuğum gibi, başka bir yöne sürüklemeye başladım. Benim olanı başkasıyla paylaşmayacaktım, asla!

Onu, bahçenin arka tarafına götürürken ağaca sert bir şekilde yasladım.

''Seni başkalarıyla paylaşmıyorum.''

''Tamam.''

''Başka kadınlarla konuşmanı da istemiyorum.''

''Ona da tamam.''

''Sadece beni sevmeni istiyorum.''

Yaptığım itiraflar terlememi sağlarken, bir anda yer değiştirmiştik. Ağaca yaslanan benim bedenim olurken, önümde duran Tarık olmuştu.

Bileklerimi usulca kaldırıp başımın üzerinde kenetlerken, dudaklarımızı birbirine yapıştırmıştı.

Tam o sırada, Tanem'in sesi kulaklarımızda çınladı.

''Ne yapıyorsunuz siz!''

Continue Reading

You'll Also Like

84.6K 6.5K 40
Polen 24 yaşında son derece tatlı bir mankendir. Kariyerinin daha ilk basamaklarında yükselirken sevgilisinin ihanetine uğrar ve sağlam bir suç dosya...
1.2M 11.9K 9
​Yade, acı bir ayrılığın sonrasında kendini bir çıkmazın içinde bulur. Aşağılanmış, kırılmış ve özgüvenini yitirmiştir. Ama kardeşi Mahir'in arkadaşı...
633K 40.3K 59
Bu hayatta her şey insanın istediği gibi gitmeyebilir. Zorluklarıyla var çünkü hayat. Dünya da ki insanların kötülüğünden gerçek anlamlı hayatı yaşa...
1.3M 48.6K 52
DİKKAT: ÖĞRETMEN ÖĞRENCİ KURGUSUDUR +18 VARDIR RAHATSIZ OLACAK OKUMASIN. Defne çocuk ruhlu biridir. Bir akşam canının sıkıntısı ile anonim bir uygul...