Medya : BERAT
#YIL 2015- ÇAĞIL#
Gün boyu ağlamaktan ve uyumaktan şişen gözlerim yüzünden canım yanıyordu ve uyuyamıyordum. Çağkan'da eve gelmemişti. Zaten şuan onu görmek istemiyordum.
Kırgınlığımın dışa vurumu ikimizi daha da çıkmaza sürüklerdi.
Bu korumacılık çok aşırıydı, hastalıklıydı.
Sinirlendiğinde gözlerinde oluşan o öldürücü ifade beni korkutuyor, tanıdığım adamın yerine bambaşka yabancısı olduğum şekle bürünüyordu.
Beni içten içe huzursuz eden hala onu hatırlamamış olmamda olabilirdi, bu davranış bozuklukları da.
Üzerime sabahlığımı alarak geniş bahçeye çıktım. Zifiri karanlıkta parlayan yıldızlar kalbimin tuhaf bir biçimde atmasını sağlıyordu. Sanki yıldızlarla ilgili olan çok büyük bir anımı hatırlarmaya çalışıyorlardı bana.' Biz buradayız, sen neredesin? ' der gibilerdi.
Yada hafıza kaybının bende oluşturduğu kuruntular iyice karakterime işlemişti. Artık her şeyin altında bir şey arar olmuştum.
Dün çardakta bıraktığım gitarıma yöneldim.
Müzik gerçekten ruhun gıdasıydı.
İçimde ki hüznü çıkarırcasına başladım çalmaya.
Söz vermiştin bana
Yanı başımda yaşlanmaya
Söz vermiştik bu dünyaya
Ne olursak olsaydık
Kaç yıl geçti bak hala
Son bakışın miras bana
Saklı duruyor ne fayda
Bıraksaydın solsaydık
Hangi bahane avutur bilmem
Hangi günahın bedeli bu
Kandırmıyor ne gündüzüm ne gecem
Böyle intikam olmaz
Çok mu fazla bu sitem
Ağır değil mi bu ceza
Söyle kim çok gördü seni bana
Böyle yalnız kalınmaz
Paylaşılmıyor hüzün
Paylaşamam yolu yok bunun
Anlatamam sözü yok bunun
Çekilecek başa geldikçe dertler
Bir zaman bir yerde
Buluşuruz yolu yok bunun
Kavuşuruz yolu yok bunun
Görülecek günü geldikçe
Son sözlerimle birlikte boynuma dolanan kollar irkilmeme neden oldu. Kafamı çevirdiğimde Çağkan ile burun buruna gelince derin bir nefes verdim. Bahçenin bir dış girişi de olduğu için korkmuştum açıkçası.
Ona hala kırgın olduğumu belli edercesine kıpırdandım ama bırakmadı beni. Konuşmazsa on sene bile konuşmazdım ben. Sinirlenince, kırılınca böyle oluyordum.
Boynuma biraz daha sokuldu ve derin bir nefes alarak 'görülmeyecek' diye mırıldandı. Ne demek istediğini anlamıyordum. Sesi boğuk ve anlaşılmazdı. Zaten duymamı ister gibi de konuşmamıştı.
"Bırak lütfen abi." Diye söylendim ellerini çözemediğim için. Beni rahat bırakmayana kadar konuşmayacaktım bu defa.
"Gidebilirsin"
Verdiği cevabı yanlış anlamıştım sanırım. Yada kafası güzeldi saçmalıyordu.
"Anlamadım?"
Kafamı iyice omzumun boş kalan kısmına eğerek yüzünü görmeye çalıştım.
Dişlerini sıkarak konuştu tekrar.
"Gidebilirsin işte. Barda çalışmana izin veriyorum."
Söylediği şeyle birlikte hızla yerimden kalktım. Heyecandan olsa gerek ellerinden kurtulmuştum bu defa. Benim çekilmemle boşlukta kalan Çağkan çenesini çardağa geçirdi. Gülümsemek ve acısından dolayı acımak arası değişik bir ifadeyle kalakalmıştım bir an. Sonra hemen yanına gidip sarıldım ve çenesini öptüm. Resmen izin vermişti.
Yine de suratı asıktı. Mutlu değildi ve zoraki izin veriyordu ve bunu da belli ediyordu. Ama alışacaktı oda. Hayalime kavuşmuş olmanın verdiği mutluluk, bedenide müthiş bir rahatlama duygusuna yol açmıştı.
"Teşekkür ederim Çağkan. İnan pişman olmayacaksın. Seni seviyorum"
'Umarım olmam' diye mırıldanırken bana daha da sokuldu ve saçlarıma öpücük bıraktı.
"Bende seni seviyorum. Bunu hiç unutma ne olur."
Sesi o kadar çaresiz çıkmıştı ki...o an ona yoğunlaşsaydım belki bir şeylerden şüphe edebilirdim. Ama o an çok mutluydum.
#BERAT#
Her gece yaptığım gibi elime aldığım içki şişesi ile evin terasına çıkmıştım. Ve her gece olduğu gibi peşimden gelen Ulaş'ın dırdırını dinliyordum.
"Yeter artık. Kendine gelmen için daha kaç sene geçmesi gerekiyor. 3 sene geçti üzerinden. Koskoca bir üç yıl. Ve sen cenazeden beri her gece sığındığın bu delikte aynı haltı yiyorsun. Nereye kadar gidecek bu mabedin. Ne zamana kadar hiçbir şeyi olmayan biri gibi devam edeceksin? Ne zaman geri döneceksin İstanbul'a. Burası sana göre değil. Sen bu değilsin. Kendini topla."
Söylediği ıvır zıvırlar değişmemişti. Anlayamazdı beni o. Sevmemişti ki Hazal'ı benim gibi. Benim gözümden bakmamıştı o güzelime. Benim gibi dokunmamıştı ona.
Suçlamıştım onu da yaptıklarından dolayı ama Hazal'ın öldüğü gün herkese olan nefretim de son bulmuştu. Sevgimin merhametimin de son bulduğu gibi. Üç senedir nefes alan bir ölüydüm. Kendine ölümü bile yakıştıramamış bir ölü. Onun gibi masum birinin üzerine örtü olmuş olan kara toprağa layık olamayacak kadar kirliydim ben.
Kendime olan nefretimin de bir sonu yoktu. Hakkıyla ölmeden ölmeyecek, ama o güne kadar da yaşamayacaktım ben.
Elimden alıp fırlattığı içki şişesinin dağılmasını izledim. Tepki vermeyecek kadar yorgundum. Ağzımdan çıkan sayılı sözcük varken, konuşabildiğimi bile unutuyordum çoğu zaman.
İçeriye geçip içki dolabıma yöneldim ama karşılaştığım manzara uzun zamandır beni sinirlendiren tek şeydi. Dolap bomboştu. Koca bir boşluk...hayatım gibi. Yaşamak gibi. Hazal'ın olmadığı her gün ve her gece gibi boştu.
Ben onun öldüğü haberini aldığım geceden beri ayık kafayla dolaşamamıştım. Sarhoş olmadan uyuyamamıştım. Sakin kalmaya çalışarak Ulaş'a döndüm. Benden bir şeyler bekliyordu ama boşuna bekliyordu. Olmayacaktı.
Masanın üzerinde duran cüzdanımı aldım ve çıktım evden. İzmir'e geldiğimden beri uğradığım ve yolunu bildiğim tek yere, tekel bayisine doğru yürüdüm ağır ağır.
Yeni hayatım İzmir'de başlamıştı. Yani yaşantım ve yaşam alanım bulunduğum ev olmuştu. Yeni ve tek yoldaşım ise Alkol.
Bedenimde ruhum gibi benden gidene kadar devam edecek tek sistemdi bu.
Cehenneme adım atana kadar, konuk evinde ağırlanacaktım belki bir süre daha.