DOĞUM LEKESİ -2- ANAHTAR AİLE...

נכתב על ידי Tursuu

286K 18K 1.4K

Doğum lekesi adlı hikayenin ikinci kitabıdır. Uzun yıllar sonra tekrar bir araya gelen bir aile... Değişmiş d... עוד

Önsöz
Yeni yıla özel bölüm
Hayat
Anlamsız
Yalnız
Sorun
Tehdit
Misafir
Karışık
Aptal
Kararsız
Düşünmek
Muhafız
Güven
Plan
Kayıp
Ölü
Tehdit
Santos
İçgüdü
Orman
Yağmur
Başlangıç
İnanç
Bir
Kaybetmek
Kaybeden
Kraliçe
Final
Son
3.KİTAP

Büyücü

6.9K 526 16
נכתב על ידי Tursuu

Bir yandan elimle dumanı yüzümden uzak tutmaya çalışırken diğer yandan da en ufak bir şey görme çabası içindeydim. Duman geldiği gibi bir anda yok olduğunda şaşkınlıktan donup kalmıştım. Ağzımdan kaçan çığlık koridorda yankılanırken birilerinin duymasını ümit ettim. Karşımda duran beyazlara bürünmüş adam ya da genç yüzünde memnuniyetini yansıtan bir ifadeyle dikiliyordu. Alnına dökülen siyah saçlarının aksine yüzü kireç gibi bembeyazdı. Üzerindeki kıyafetinden ayırt bile edilemiyordu. Fakat asıl sorun gözleriydi. Gözleri bir renk cümbüşüydü. Girdap misali dönen renkler içime korku aşılıyordu. Fazla ürkütücüydü. Özellikle gözbebeğinin yanındaki beyaz noktadan gözlerimi alamıyordum.

Aniden içeri giren Adrian bana baktı. Gözlerimi takip ettiğinde karşımda dikilen o şeyi gördüğünde o da aynı şekilde donup kaldı. Kımıldamak için yaptığım hamlelerin yersiz olduğunu farkettiğimde istem dışı hareketsiz kaldığımı anlamıştım. Büyücü Kletos içeri girdiğinde derin bir nefes aldım.

"Prens?"

Büyücü Kletos eğilip selam verdiğinde küçük dilimi yutacaktım neredeyse. Gözlerim tekrar onunla buluştuğunda yutkundum. Gözlerine her baktığımda dışarı çıkmak için uğraşan bir şey hissediyordum göğüs kafesimde. Baskı oldukça güçlü ve garipti. O hissin gitmesini istiyordum fakat gitmesini istemiyordum da. Tezatlıklar aklımı karıştırırken ne yapacağımı şaşırmış sadece olan biteni izliyordum. Birşey anlamasam da izliyordum.

"Büyücü Kletos. Selamınız baş üstüne."

Büyücü dikleşip şaşkınlığıyla beraber karşımda dikilen ve varlığını benimseyemediğim varlığa baktı.

"Sizi buraya getiren sebebi merak ettim doğrusu."

Sessizce ekmeğimden bir parça alıp ağzıma attım. Üzerimdeki baskı kalkmıştı. Fakat hâlâ göğüs kafesimi sıkıştıran hissi hissedebiliyordum.

"Duyduğuma göre bir büyücüye ihtiyacınız varmış."

Kaşlarımı çattım.

"Ama efendim..."

"İtiraz kabul etmiyorum büyücü. İşler tahmin ettiğinizden de kötü durumda."

Büyücü Kletos sessizliğini koruyarak başını yere eğdi. Ağzıma bir lokma daha atıp olanları değerlendirmeye devam ettim. O varlık bana tekrar baktığında ağzımdaki lokma boğazıma takıldı. Öksürürken diğer yandan da göğsüme vuruyordum. Alnımda hissettiğim soğukluk bedenime yayılırken titredim. Boğazımdaki lokma gitmişti. Üzerimdeki uyuşukluk yerini enerjiye bırakmıştı. Gözlerimi açtığımda yüzündeki tebessümle bana bakmakta olan 'o' varlığı gördüm. Soğuk parmağını alnımdan çekerken yüzündeki tebessüm yerini ifadesizliğe bıraktı. Daha fazla merakımı dizginleyemeyeceğimden sordum.

"Neler oluyor Büyücü Kletos?"

Büyücü bana bakarken iç çekti.

"Sen öldün Arya. Ruhunu bedeninde tutmak için yoğun çaba sarf ettim. Yasak büyüleri kullanmak zorunda kaldım."

Prens olduğu söylenen varlık Büyücüye cevap verdi.

"Bulunduğumuz hâl dolayısıyla göz ardı edildin Büyücü. Endişelenmen gereken bir durum yok."

Duyduklarım karşısında yutkundum.

Ben ölmüş müydüm?

"Nasıl olur?"

Büyücü gözlerimin içine baktı.

"Bilmiyoruz"

Ben resmen ölmüştüm.

Söylemesi ne kadar da kolaydı.

Büyücü konuştu.

"Prens Endre sizinle konuşmamız gerek."

"Ne konuşacaksanız yanımda konuşun."

Tepkim üzerine Adrian yanıma geldi.

"Arya, sözlerine dikkat et."

Sessizce beni uyardığında sinirden delirmek üzereydim. Prens olmasından korkmuyordum.

Korkmamalıydım.

"Arkamdan birşeyler çeviriyorsunuz. Bana da anlatın."

Büyücü Kletos'un sabrını taşırdığımı biliyordum fakat umurumda değildi. Ne oluyorsa içinde bende vardım. Bu yüzden bilmek en büyük hakkımdı. Direttim.

"Bilmek istiyorum."

Büyücü bana ithafen konuşmak üzere ağzını açtığında Prens Endre onu susturdu.

"Onunla ben konuşmak istiyorum."

Büyücü susup geri çekildiğinde Prens'e çevirdim gözlerimi.

"Benimle bahçeye gel."

Emir vermesi sinirimi bozsada seslenmedim. Şu an tek istediğim olan biteni öğrenmekti. Yataktan inip onu takip ederken Adrian'la göz göze geldim. Endişliydi. Duygularıyla oynamadım. Ona güven vermek için gülümsedim sadece. Başını salladığında yüzümdeki tebessümle odadan çıktım. Rahatlamıştım. Prens koridorda ilerlerken peşine takıldım.

Yürüyüşü o kadar garipti ki. Sanki onu ilerleten bir mekanizma varmış gibi. Ne ayaklarının hareketini görebiliyordum ne de başka bir ipucuyu. Sonunda bahçeye çıktığımızda onu incelemeyi bırakıp başka şeylere odaklandım. Durduğunu farkettiğimde yanına geçip baktığı yere baktım. Tekrar ilerlemeye başlayınca gözlerimi devirdim.

"Evet?"

Dedim taşan sabrımı ifade edercesine. Ses vermedi. Ormana doğru yürümeye devam ederken sinirlenmeye başladığımı hissediyordum. Tekrar konuştum.

"Benimle ne konuşacaksın?"

Yine ses vermedi. Sanki konuşmaya hiç niyeti yokmuş gibi beni umursamadan ilerledi. Bir anda durup bana elini uzattığında kaşlarımı çattım. Ona öylece baktığımı görünce elimi tuttu. Dudakları kıpırdandığında bir anda bahçeden çıkıp Adrian ve Büyücü Kletos'un yanına geldik.

Amacı neydi bunun?

"Beni neden buraya getirdin?"

"Sus ve dinle"

Adrian'a döndüğümde masaya dayanmış ve yeri izliyor olduğunu farkettim. Bizi görmemişlerdi. Büyücü Kletos ise odada dönüp duruyordu.

"Buradakiler aramızda kalacak."

Prens fısıldayınca ona dönüp başımı salladım. Büyücü konuştuğunda dikkatimi onlara verdim.

"Yanınızda Prens'in olması büyük bir ayrıcalık. Onunla iyi anlaşmaya bak ve görevine odaklan. Beni anlıyor musun?"

Adrian yerde olmayan bir şeye tekme savurdu ve başını salladı. Onu ilk defa bu kadar düşünceli görüyordum.

"Görevi ne?"

Diye fısıldadım. Prens gülümsedi ve normal ses tonuyla cevapladı.

"İzle"

"Yanına beş muhafız al. Fazlası yük, azı dezavantaj oluşturur."

"Ne zaman yola çıkıyoruz?"

Diye sordu Adrian. Büyücü bir süre düşündü ve cevapladı.

"Prens geldiğinde"

Prens tekrar elimi tuttuğunda ona baktım. Bir şeyler mırıldandı ve tekrar ormandaydık.

"Bunları bana neden izlettin ve o görevde neyin nesi?"

"Bilmek istediklerini gösterdim sana. O görev ise sensin. Adrian seni kurtarmak için kendini feda ediyor."

"Ne?"

Diye bağırınca iç çekti.

"Aramızda kalacak demiştim."

"Böyle birşey yapamaz. O delirdi mi? Hayır, buna izin veremem."

"Kimse senden izin istemedi."

"Hayır dedim"

Bana attığı bakışla beraber etraf karardığında onu sinirlendirdiğimi anlamıştım.

"Beni dinle. Eğer o göreve gitmezse sen öleceksin. Anlıyor musun beni? Ve eğer o göreve gitmezse Ayaz'da ölecek. Bunu mu istiyorsun?"

Anahtar kelimeyi söylemişti. Heyecanımı yuttum ve ona baktım.

"Pekala"

Tekrar elime uzandığında sağ kolunda seviyesi olmadığını gördüm. Bu nasıl bir prensti? Seviyesi bile yoktu. Gerçi güçleri tahmin ettiğim kadar varsa seviyeye ihtiyacı olduğunu pek sanmıyordum. Onu durdurdum. Bana sabır dilercesine baktı.

"Yine ne var?"

"Seviyen yok?"

Başını iki yana salladı.

"Bunu sormak için mi durdurdun beni?"

Başımı salladım.

Tekrar elime uzandı. Sağ elimdeki üç sayısını gösterdi.

"Ona iyi bak."

Avucuma dokunduğunda seviyemin kaybolduğunu gördüm. Ağzım açık kalmıştı. Kolumu çekip seviyemin yazdığı yeri ovdum. Hâlâ yoktu.

"Ona ne yaptın?"

"O sadece bir aldatmaca. Normal insanları diğerlerinden ayırmak için kullandığımız bir yöntem."

"Bende neden var?"

"Sende bir aldatmacasın Arya. Kral'a karşı bir aldatmacaydın fakat pek işe yaradığı söylenemez."

"Hııı"

Diyerek kolumu ona tekrar uzattım.

"Aldatmacamı istiyorum."

Avucuma tekrar dokunduğunda seviyem yerini aldı. Bir sorun vardı. Üç yerine iki yazıyordu. Kaşlarımı çatıp ona baktım.

"Seviye sadece kılıç kullanma yeteneğini göstermez Arya. Seviye değerini yansıtır."

"Ama..."

İtirazımı dinlemeyip kolumu tuttu ve mırıldandı. Bu sefer Kral'ın yanında olduğumuzu gördüğümde çığlık atıp geriye doğru sendeledim. Prens omzumdan tutup beni yerime sabitledi. Hatıralarımı yutup izledim.

Kral beyaz tahtında oturmuş, parmaklarını mermere vurarak düşünüyordu. Siyah çerçeveli büyük pencerelerle kaplı, beyaz duvarlarında siyah motiflerin işlendiği salona baktım. Burayı hiç özlememiştim. Yerde üzerindekini yansıtan bir nevi ayna gibi olan mermerlerden yansıyan ışık duvarlarda hareket ediyordu.Buraya neden geldiğimizi anlamamıştım ve hemen gitmek istiyordum. Ayaz'ı görmek pahasına da olsa bu yerde kalmak beni korkutuyordu.Salonun ortasına şimşek düştüğünde gözlerim korkuyla açılmıştı. Şimşeğin etkisi kaybolduğunda salonun ortasında bir adam dikiliyordu. Gözleri siyahtı. Normal bir siyah değil,umutsuzluğun siyahıydı. Etrafa yaydığı duygu beni bile etkilemişti.

Katıksız karamsarlık...

Kral heyecanla doğruldu.

"Ne oldu?"

"Sabır kral. Sabır"

Kral homurdanarak oturdu. Normal kıyafetler içerisindeki adam cebinden çıkardığı siyah otu kokladı. Prens'in tedirgin olduğunu yaydığı hissin değişmesinden anlamıştım. Başımı ona çevirdim bir anlığına. Tekrar o adama baktığımda bana baktığını sanıp yutkundum. Direk olarak gözlerimin içine bakıyordu. Göz kırptı ve bir kelimeyle beraber elimdeki otu yaktı. Prens kolumu tuttu ve mırıldandı.

"Seni hissetti"

Sonrasındaysa tüm bedenimizle Adrian ve Büyücü Kletos'un yanındaydık. Bizi gördüklerinde bir an şaşırsalarda sonradan Prens'in diyeceklerini beklediler. Prens konuştu.

"Gidiyoruz"

Merhaba insanlar!

Bölümlerin kısa olmasından yakındığınız için yavaş yavaş sözcük sayısını artırmaya çalışacağım. Sizlerde yorum sayısını artırmaya çalışırsanız acayip makbule geçer. Umarım bölümü beğenmişsinizdir. ;)

המשך קריאה

You'll Also Like

1.2M 11.9K 9
​Yade, acı bir ayrılığın sonrasında kendini bir çıkmazın içinde bulur. Aşağılanmış, kırılmış ve özgüvenini yitirmiştir. Ama kardeşi Mahir'in arkadaşı...
1.3M 100K 47
Gelecekten, geçmişe engebeli bir serüven! 27 yaşında olan Feride gittiği Topkapı Sarayında esrarengiz bir şekilde ortadan kaybolur. Gözünü açtığında...
26.8K 357 22
Şahsıma kurulan şeytani bir kumpas sebebiyle ayak kölesi oldum. Bu durumdan nasıl kurtulacağım..
635K 44.1K 50
Gözlerimi sımsıkı kapatarak derin bir nefes aldım. Yapmak üzere olduğum şey benim için bile deliceydi. Sadece birkaç dakika sonra yüzyıllar öncesine...