Görüşme odasında Bryant'la yan yana oturmuş, az sonra gelecek olan mahkumu bekliyorduk. Tüm bastırma çabama rağmen zihnim kötü anıları gün yüzüne çıkarıyor, bu da midemde kasılmalara neden oluyordu. Kollarımı karnıma sarıp bastırdım. Önce bir iki adım sesi ve ardından metal kapının tıkırdayan sesi duyuldu. Sabit bir şekilde kapıya baktım, aralanan kapıdan Antonio'nun sert yüzü fotoğraf albümünden eski bir kare gibi göründü, yanındaki memurla birlikte içeri girdi. Bir an durup coşkulu denebilecek bir şaşkınlıkla baktı ve ardından sakin adımlarla yürümeye devam etti. Gelip masanın yanında dikildiklerinde memur onu bırakıp birkaç adım geri gitti. O ise gülümsedi, başıyla ikimize de selam verdi ve gözlerini hiç ayırmadan oturdu. Ellerini masada kenetledi, yine aynı masanın diğer ucunda Bryant'ın parmakları durdukları yerde sabırsızlıkla tıkladı.
"Maite?" dedi Antonio. "Sensin ha? Sanki sonradan bumeranga dönüşen normal bir çalı gibi. Geri dönebileceğini aklıma getirmemiştim bile. Vay canına!"
Onun gördüğünü hazmetmeye çalışan heyecan içindeki yüzüne baktım, üzerinde turuncu üniforması ve hapishane traşı olmuş saçıyla Antonio Arcuri muhtemelen hayatında ilk defa standart bir adam olup çıkmıştı. Ama halinden bir dinginlik okunuyordu ki daha önce onu böyle gördüğümü sanmıyordum. Sakin, zararsız, dengeli görünüyordu ama şu vardı ki; kafes içindeki bir aslan kükremezdi.
"Dur bakayım..." dedi, başını omuzlarına gömüp gözlerini yüzüme dikerek gözlemlerini sıralamaya başladı,
"Yüzün incelmiş sanki, kilo vermişsin. Bir de yüzünde küçük izler var ama öyle göz tırmaladıkları filan yok endişe etme."
Bryant'a döndü, "Yüzlerinde oluşacak bir iz kadınları ölüm gibi korkutur"
Tekrar bana döndü, "Ama bana da hiç öyle bakma, bunu kendine sen yaptın. Ampul parçaları hani... Ben prensip olarak kadınların dış görünüşlerine zarar vermeyi hiç sevmeyen bir adamım."
"Seni asil adam..." dedi Bryant, "Biliyorum. Görünüşlerine zarar vermek yerine onları öldürmeyi tercih ederdin"
"Prensiplerime daha uygun"
Gözlerini bir anlığına yukarı kaldırdı; "Uygundu. Eskiden"
"Senin centilmenliğini herkes anlayamaz Arcuri. Bir yaşam stili."
Antonio hafifçe güldü,
"Çok doğru, teşekkür ederim"
Birkaç saniye sessizlik oldu. Antonio bana bakıyordu,
"Konuşmayacak kadar öfkelisin galiba?"
"Öfkeli değilim."
"Değil misin? İşte bunu beklemiyordum"
"Bana oldukça zor anlar yaşattın Antonio" dedim. "Nasıl olup da şu an burada olduğumu tahmin edemezsin. Yazabildiğin senaryoyla gurur duyardın."
"Hadi ya..."
"Evet. Çok iyiydi, öyle ki içinden çıkmak için birkaç kesiğe ve yıpranacak bir bedene katlanmak gerekiyordu. Ama sana kendim adına kızgın değilim, bunu atlattım. Sadece ölümümün dağıttığı insanlar adına seni affedemiyorum. Madem beni buraya çağırdın, şimdi aylar sonra sana sormam gerek; pişman oldun mu? Yoksa yaşıyor olmam hapis süreni kısaltacak diye mi buradayım?"
"Hayır, hayır. Hapis süremi kısaltacağın için seni görmek istemedim. Öyle olsa umurumda olmazdın Maite, hala sana öğreteceğim şeyler varmış baksana."
Belli belirsiz güldü ve kaşlarını kaldırarak devam etti,
"Size açık olacağım dostlarım; insan aylar boyu hapiste kalınca epey düşünme fırsatı oluyor. Seni öldürdüğümü düşünmek bana bir rahatlama hiç vermedi. Açıkça söyleyeyim, pişmanlık da duymadım ama üzülüyordum. Çünkü biliyorsun bir zamanlar seni..."
Bakışları bir anlığına Bryant'a gidip hemen geri döndü,
"Neyse."
Bryant'a yandan bir bakış attım, kıpırtısız duruyordu ve Antonio'ya dikilmiş gözleri yandan bakınca bile insanda çekince oluşturuyordu. İçimden gülümsedim.
"Anlayacağınız 2 ay boşuna kendimi üzmüşüm, yaşıyormuşsun. Bunu öğrenince iki farklı şey düşündüm; biri, suçlamamdaki eyalet ajanı öldürme suçundan yakayı sıyırdığımdı ki bu beni devletin gözünde çok daha az suçlu yapardı. Federal bir ajanı öldürmediysen, teröristler hep senden daha önemlidir onlar için. İkincisi ise beni kandırdığın dönemdeki halindi ki o karanlık kadına bayağı..."
Tekrar Bryant'a baktı,
"Her neyse... Sana bir sempati beslediğimi ve ölmediğine sevindiğimi fark ettim. Seni kanlı canlı görmek güzel! Davetimi kabul ettiğin için teşekkür ederim."
"Seni görmek de güzel. Belirsizlikleri ortadan kaldırıp olanların gerçekliğini vurguladı"
Gülümseyerek başını eğdi ve Bryant'a döndü bu kez.
"Sevgili Bryant! Sen de son görüşmemizden bu yana gençleşmiş görünüyorsun. Baksana gerçekten dediğin oldu, Maite döndü. Evleniyor musunuz?"
"Çok kısa zaman içinde."
"Kutlarım! Daha birkaç ay önce ikimiz de kapana kısılmış hissediyorduk Bryant"
"Ya şimdi?" diye sordu Bryant, ilk defa gerçekten konuşmayla ilgili gibiydi.
"Artık kapana kısılmış hissetmiyor musun?"
"Bu konuları aştım"
Kendimi tutamayarak tepki verdim,
"Hadi canım! Beni buna inandıramazsın. Seninle çok uzun zaman geçirmesem bile seni neredeyse tamamen çözdüm. Tanıdığım Antonio Arcuri mahkumiyeti asla kabullenemezdi."
"Ben de öyle sanıyordum. Kesinlikle burada durabileceğime ihtimal vermiyordum ama Maite, insanın içinde hep tanımadığı bir parçası oluyor. Benimki tam olması gereken zamanda, olması gerektiği gibiymiş. Durumumu düşününce bayağı iyiyim. İnanmayacaksın ama yavaş yavaş iç dengemi yakaladım, tuhaf bir mantığa kavuştum. Tüm hayatımı gözden geçirince eskiden göremediğim şeyleri görebiliyorum. Dedim ya burada düşünecek çok zamanın oluyor."
Söylediklerinde samimi miydi bilemiyordum ama hayrete düşmüştüm. Yüzünde de hiç kurnaz bir ifade yoktu.
"Vay be" dedi Bryant, "Demek aklının başına gelmesi için sana bir sarsıntı gerekiyormuş."
"Burada bir uğraşım bile var, Akdeniz'den geliyor; ahşap oymacılığı."
"Bizimle kafa bulmuyorsan eğer, tahta oymacılığı yapacağını düşündüğüm son insan olurdun."
"Kafa yok. Gerçek. Nasıl ama, sizi şaşırttım değil mi? Resmen şok oldunuz."
Bryant'la birbirimize küçük bir bakış attık ve şaşkın bir kabullenişle başımızı ağır ağır salladık.
"Eski tanıdıklardan herhangi biriyle konuşup anlatmaya ihtiyacım vardı" dedi. "Ha eski tanıdık demişken aklıma geldi, sizin şu asabi sarışın... Sorguma geldiği zamanlar onu gözüm bir yerden ısırıyordu ama bir türlü bulamamıştım. Burada eski bir arkadaşımla karşılaştım, (burada eski arkadaşlarımla karşılaşmak hiç de zor olmuyor) onunla konuşurken aklıma geldi nihayet. Ortak bir arkadaşımız, Farhell Hyacinthi'den bahsederken sonunda taşlar yerine oturdu. Soyadından eşleştirdim ama buna gerek bile yoktu, babasına o kadar benziyor ki ikisini ayrı ayrı da olsa gören biri eşleştirmeyi yapardı."
"Babası mı? Ne babası?"
"Kızın babası"
"Kathleen'in babası öleli aylar oluyor Antonio"
"Biliyorum canım. Tanışıklığımız vardı, çok eskiden ufak tefek işler yapmıştık birlikte. Ölümünden birkaç gün önce onu aramıştım, bir iş için görüşmek istedim. O zaman bu işleri bıraktığını söyledi. Müslüman olmuş."
İnanamıyormuş gibi gözlerini açıp alaycı bir şekilde gülümsedi. Onun bu eğlenen yüzüne bakakaldım.
"Ne?" dedim, sesim keskin, yorgun bir vurguyla göğüs kafesimden çıkmıştı.
"Ben de inanamadım" dedi, "Alkolü filan bırakmıştı. Eski hayatından kalan hesapları kapatmaya çalışıyordu. Onun gibi bir adam! Görmeliydiniz, eskiden haydutun biriydi"
"Yanılıyorsun. Kath'in babası bir kumarhane kavgasında ölmüştü. Nasıl Müslüman olmuş olabilir?"
"Bir hesabı kapatmaya çalışıyormuş işte"
"Hiç aklım almıyor, nasıl olabilir?"
"Yakın bir zamanda hapis tutulmuştu. Orada Müslüman olmuş. Detayını nereden bileyim Maite, o kadar iyi tanımıyorum herifi."
Heyecanımı bastırmaya çalışarak kendimi oturduğum yerde sabit tuttum. Hâlâ şaşkınlar gibi bakıyordum. Tamamen savruk şekilde ortaya fırlayan bu tesadüf gelip yüzüme çarpmıştı. Düşünülecek şeylerin her biri bir tarafa dağılmıştı, birini yakalasam diğerlerini kaybediyordum.
Birden öne atıldım, Kath için değildi bu.
"Kath'e anlatmam gerek" dedim gözlerimi iki çivi gibi ona dikerek. "Bana kesin bilgiler gerekiyor. Yardım edebilecek bir isim söyle"
Hayır, bu isteğim Kath için değildi. Bencilce gelebilirdi ama bunu kendim için istiyordum.
Antonio şüpheli bakışlar attı, "Bu konu niye böyle heyecanlandırdı seni?"
"Çünkü Kath benim arkadaşım ve babasını lanetle anıyor"
"Eh, ölmüş bir baba olsaydım bunu istemezdim. Dur düşüneyim. Ona yakın olan bir isim biliyor olmam lazım..."
İsmi hatırlayıp söyledi. Telefonuma not ettim ve olabildiğince sakin kalmaya çalışarak ayağa kalktım.
"Bu görüşme hepimiz için iyi oldu, iyi olmana sevindim Antonio."
Bryant ve Antonio da ayağa kalktılar, Bryant halime anlam verememişti, canı sıkkın görünüyordu.
"Geldiğiniz için teşekkür ederim. Her ne kadar şu an tuhaf davranıyor olsan da Maite, seni görmek geçmişten bir hayalet görmek gibi değil, özlediğim bir dostu görmek gibi oldu."
"Bu yüzyılda dost kavramı tartışılan bir konu oldu" dedi Bryant, Antonio bir an ona bakıp kahkaha attı.
"Benim düşmanlarım dostlarım olabilir ve siz ikinizde hiç düşman tipi yok."
Görevli gelip Antonio'yu götürdü ve biz de çıktık.
Bryant huzursuzdu, bana bakıyordu. Benim aklımdaysa Antonio'nun söyledikleri dolaşıyordu,
"Müslüman olmuş."
İçim kuvvetlice ezildi, Yusra'nın sesi geldi kulağıma, gece esintisinde Kuran okuduğu ve onu dinlediğim dakikalar. Sonra namaz kılan Müslümanları izlediğim cami. Onun kokusu ve hep beraber yere kapanan insanların kuvveti. Birden kafamdaki tüm karmaşa çözüldü ve günlerdir ilk kez bu kadar berrak hissettim kendimi. Kalbim heyecanla havalandı, ne yapacağımı biliyordum. Kesinlikle biliyordum. Yalnız oracıkta beni neredeyse hıçkıra hıçkıra ağlatacak bir şey vardı ki, buna nasıl dayanacağımı hiç bilmiyordum. Sonsuz ışıklı gözleriyle bana bakıyordu. Hayatım boyunca bu kadar şiddetle sevebileceğim tek adam; Bryant'tan ayrı kalmayı nasıl göze alabilirdim ki?
*
Merhaba, uzun bir aradan sonra birlikteyiz yine. Bölümün kısa olması sizi yanıltmasın, yeni bölüm çok bekletmeden gelecek inşallah. Görüşmek üzere :)