MUHÂFIZ

Par mercanfatmanur

27K 3.1K 4.2K

"Benim değil. Koruduğun inancının muhafızısın." dediğimde aniden gözlerime baktı. Bir kılıç kadar keskindi ba... Plus

00: Muhafız
01
02
03
04
05
06
07
08
09
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
Duyuru
25
26
27
28
29
30
32

31

547 66 321
Par mercanfatmanur

"Ben sana feci aşığım."

****

'Hayat neticelendirilmemiş sonlarla doludur.' demişti biri.

Sonunda! Deriz ya hani.. Sonunda bitti, işte bitti, nihayet! deriz ya.. fakat aslında hiçbir son tam olarak bir son olmaz hep bir başlangıca gebedir. Her sonun ardından bir doğum gelir, bir yenilik alır konar göğsüne, sinen o dava derdinden bir türlü kurtulamaz. Yeni bir savaş başlar adeta içinde, velut olaylar silsilesine bir adet daha eklenmiştir oysa..

İşte tam o filizlenişin elini eteğini tutuyorduk şu an. Bir olay daha nihayetlenmişti, şükür. Ama bitmiş sayılmazdı. Sadece ilmeğin ucu artık bizim elimizdeydi. O ipi tutup hafif bir çekim gücüyle sökmek artık bizim elimizdeydi. Bu sebeple şu an her şey bitmiş sayılmazdı. Fakat canımız iyiydi, canımız güvendeydi.

Bu adam zekiydi. Zekasına hayrandım.

Saçlarımdaki masum öpücük ve zafer kazanmışlık hissiyle omuzlarımdan tutup beni sıkı sıkı sarmıştı. Dudaklarımdan gülümseme firar ederken ellerimi yakasına yaslayıp boynuna bir öpücük de ben kondurmuştum. Bu hareketim Ammar'ı yutkundurmuş ve şaşırtmıştı ama fazla duraksamadan bu sıkıştığımız yerden çıkmalıydık.

İlk önce o çıktı ardından ben de onu takip edip peşinden yürüdüm. Meydana çıkar çıkmaz harabe ortamı gözümüze ilişti. Ortalık savaş meydanına dönmüştü. Anastasia dahil hepsi yerde bir böcek gibi yatıyordu. Evet baskını bizim ekip yapmıştı ve herbirini şu an teker teker kilitlemiş ve paket olmaya hazır hale getirmişlerdi. Gözlerim Yağız'ı bulduğunda minnettar bir bakış sundum. Tam zamanında gelmişlerdi. Hem de fazla zamanında..

Leyla yanımda bittiğinde elini omzuma yaslayıp okşadı. Dudaklarımı birbirine bastırıp gülümseyerek Leyla'dan güç aldım. Destek ekipten polisler gelip hepsini tek tek çekiştirerek götürüyordu. Gözümün önünde hepsi suçunu kabullenmiş koyun gibiydiler.

Gözlerim Ammar'a değdiğinde tek dizini yere yaslayarak Korkut'un önünde eğilmiş gözleri Korkut'un gözlerini delip geçerek beynini kıskıvrak yakalarken, yüzü kaskatı kesilmişti. Dudaklarını araladı.

"Oyunumuz yarım kaldı Korkut." Sonra bir psikopat gibi dudağının kenarı kıvrıldı Ammar'ın. Korkutucu görünüyordu. Yutkundum.

"Bir el daha atalım mı ne dersin?" Korkut'un gözlerinde nefretten başka hiçbir şey yoktu. Ağzını açsa tek bir söz söyleyemezdi. Aralarındaki savaşta böylece başlamadan bitmişti.

"Götürün şunu." Korkut'un omzuna ayağıyla baskı uygulayıp kafasını yere çarpmasını sağlarken ayağa kalkmıştı. Girip çıkan polisler Korkut'u da yaka paça yakalayıp dışarı çıkardılar.

Birden ışıkların yanmasıyla hepsi elindeki feneri söndürdü. Ammar ve Yağız açık olan kasanın önünde içeriyi inceliyordu. Olay yeri ekipleri içeri girdiğinde incelemeleri başlayan çalışanlara engel olmamak için ortada durmak istemedim. Kasanın kalın çelik kapısına yürüyüp Ammar'ın hemen arkasında durdum. Diğer ekip üyeleri de kasanın etrafında toplanmıştı. Yağız başını eğip kasanın içine girdi. Bir oda büyüklüğündeki kasa hepimizi içine alabilirdi. Ki öyle de oldu. Hepimiz tek tek içine girdik. Duvarlar çelik kaplamaydı ve yerlerse bembeyaz.

İlk göze çarpan elbetteki mermer platform üzerinde deste deste dizilmiş tomarla paraydı. O kadar çok para vardı ki, ben hayatımda bu kadar parayı hiç  bir arada görmemiştim.

"Hepsi dolar bunların. Bir parça bile Türk lirası yok." dedi Yusuf. Hepimiz para tomarlarına bakmıştık. Gerçekten hepsi dolardı.

"Kime çalıştıkları burdan bile belli şerefsizlerin." dedi Engin. Dudağımın içini kemirirken dikkatimi çeken bir noktayı farkettim.

"Mermerin altı dolap mı bana mı öyle geliyor?" diye sorduğumda Ammar gözlerini kısıp oraya yaklaştı.

"Harbiden kapakları var sanki." diye beni tasdikledi Leyla. Ammar tutabileceği kulp arıyordu fakat yoktu. Orada birer tane kapak olduğunu herkes fark edemezdi. Kulpunun olmaması da bundan kaynaklıydı. Yani aslında bu kapakların farklı bir manevrası olmalıydı.

"Üstüne bastır." dediğimde omzunun üstünden dönüp bana baktı. Niye öyle tatlı tatlı bakıyorsun ki şimdi ben bayılmaz mıyım..

Dediğimi yapıp kapağın üstüne bastırdığında kapak kendini attı ve açıldı. İşte aslında akıllı kızım da sözümü dinleyen olması lazım.

"Oğlum bu tüplü televizyonların altındaki dolap camları da böyle açılıyordu." diye şaşkınlığa uğrayan Fatih'e güldük. Çok geçmeden toparlanıp dolabın içindekileri görmek için Ammar'ın başında toplandık. Kapaklar açılır açılmaz bizi raflara dizilmiş dosyalar karşıladı. Dosyaların düzeni, titizce dizilmiş olması gözden kaçmaz bir gerçekti.

"Bunların hepsinin incelemeye alınması lazım, ben olay yerine haber edeyim." diyip kasa çıkışına yöneldi Yağız. Ammar bir dosyayı çekip aldı. Rastgele dosyayı açtığında imzalı kağıtlar duruyordu.

"Yazılar İngilizce." parmağını bir noktaya bastırdı.  "Bütün işbirliği, alttan sızdırmaların hatta aramıza asker, polis diye karışan alçakların dahi imzaları var. Elimizde hiç olmadığı kadar delil var."

"Baldıranların kökleri kurudu desene devrem." Engin'e cevap olarak başını salladı Ammar.

"Şu zamana kadar arayıp bulamadığımız şey, şu an tam önümüzde." dedi Gülçin hayretle. "Şaka gibi." diye ekledi.

Derin bir nefes verdi Leyla. Şu an nasıl hissettiklerini anlayamazdım. Senelerdir peşlerinde koştukları örgüt kıskıvrak yakalanmıştı. Peki ben ne hissediyordum? Mutluluk? Rahatlamışlık? Hayır.

Hala canları yansın istiyordum. Bu yeterli değildi. Bu örgütü kimin yönettiğini ve benden ne istediğini, onca kadın kurban edilirken benim neden kurtulan tek kurban olduğumu hala merak ediyordum. Ayrıca İdris Amirin bundan önceki operasyonda bana bize bir şey olmayacağından emin olduğunu söylemesini de unutmuş değildim. Benim Baldıran'la ne gibi bir bağlantım olabilirdi?.. Yoksa benden de mi şüpheleniyorlardı. Beni kullandılar mı?

Aklım sorularla doluyken ben her şey bitti diyip iç çekemezdim. Benim için bitmemişti.

"Çok şükür."

Ammar dosyayı yerine koyup doğruldu. Artık bizim burada işimiz bitmişti. Olay yeri inceleme bizim bulamadığımız ve göremediğimiz delilleri de görürdü. İşi ehline bırakıp artık yurdumuza dönsek iyi olurdu. O kadar özlemiştim ki.. yaşadığımız şehri, kaldığım lojmanı hatta emniyet merkezini bile..

****

Üstümdeki hırkayı çıkarıp arka koltuğa attım. Yoldaydık. Ekip çoktan yola çıkmıştı. Biz de kaldığımız eve gidip eşyalarımızı topladıktan sonra yola çıkacaktık. Yani şu an Ammar'ı tanıdığım, içini gördüğüm, şahit olduğum o eve gidiyorduk.

"Nasıl hissediyorsun?" Direksiyonu kırarken yandan bana baktı. Dudağını aşağı kıvırıp bıraktı.

"Yarım." Kaşlarım havalandı.

"Bitti ama?" diye bir soru daha ekledim.

"Bitmemiş gibi hissettiriyor." dediğinde Ammar'ın da benim gibi hissettiğini anladım. Hissettiklerimiz ve duygularımız aynıydı, kaygı ve endişelerimiz farklı olduğu kadar..

"Şimdi biz ne olacağız?" Önce kaşları çatıldı. Sonra ifadesi tek düzeliği takındı.

"Hangi bakımdan soruyorsun Serçe hanım?"

"Bence anladın." dedim histerik bir gülüşle.

"Sen ne istersen o olacak." dediğinde istediğim net cevabı alamamıştım. Araba kasabanın girişindeydi neredeyse gelmiştik. Aramızda her an bir kavga ateşi fitillenebilirdi.

"Ayrılmayı istersem kabul edeceksin yani?"

"Ayrılmayı düşüneceksin yani?" diye cevapladı benimle aynı tınıda. Derin bir nefes verdim. Araba evin önünde durdu.

"Cevabından 'düşünmeli' olduğumu algılıyorum. O halde gözden geçirmem gerek." dedim. Sinirliydim ve bu lanet ki sesime yansıyordu. El frenini çektiğinde kısa bir an yüzüne baktım. Dudaklarındaki belirsiz gülümseme beni daha çok çileden çıkardı. Gidip bavulumu doldursam ve buradan artık gitsek ve artık yolları ayırsak iyi olurdu.. ne? Tabii iyi olurdu. Elbette iyi olurdu!

Arabadan çıkıp kapıyı sertçe kapattım. Gerçek bir evlilik olacak mış mış, ayrılmayacak mış mış..

Şimdi ne olmuştu da bana bırakıyordu. Anlamıyordum. Bu adam bu konuda hep net davranmıyor muydu? Şimdi ben istesem beni bırakıp gidecek miydi?.. yani her şey iş bitene kadar mıydı? Beni kandırmış mıydı!.

Ne kadar salağım..

Bahçeyi yürüyüp kapıya geldim. Anahtarım olmadığı için onu beklemek zorundaydım. Aman ne güzel.. ayağımı merdivene vurduğumda canımın acısıyla bağırdım. Galiba cidden salaktım ben ya.

Ammar geldiğinde geri çekilip kapıyı açmasını bekledim. Anahtarı çevirip kilidi açtı. Kapıyı açıp içeri girdiğinde beklemeden özlediğim eve adımladım. Ayakkabılarımı hızla çıkarıp girdim. Çelik kapı sertçe kapanırken mutfağa koştum. Bir bardak temiz su iyi gelecekti. Öyle de olmuştu. Dudağımdan süzülen damlayı elimin tersiyle sildim ve mutfaktan çıkıp lavaboya yöneldim. Kapısını açacağım sıra içerden açıldı ve Ammar'la yüz yüze geldik. Gözlerimi devirerek kaçırdım ve yanından geçip içeri girdim. Bakışlarını arkamda hissetsem de takmadım.

Şu an tek isteğim, kamera var mı yok mu diye endişelenmeden banyoya girmek ve tertemiz olmaktı. Elimi yüzümü yıkadıktan sonra odama çıktım. Bavulumu hazırlamadan önce duşumu alıp üzerimdeki bütün bu yükten kurtulmalıydım. Eşyalarımı hazırlayıp odadan çıktım ve kattaki banyoya girdim. Aklımdaki bütün düşünceleri, soruları, merakları, safsataları, duygu ve hissiyatları def edip suyun ısınmasını bekledim.

****

Üzerime geçirdiğim kazağı aynada düzelttim. Saçlarımı kazağın içinden dışarı çıkardım. Altıma bol bir pantolon giymiştim. Tahminimce birazdan çıkardık. Bu sebeple saçlarımı kurulamayı ihmal etmedim. Bavulumu da kapattığımda artık resmen hazırdım. Tutma kulpunu çekip bavulu odadan çıkardım. Tabi tekerlekleri sayesinde bu oldukça kolaydı fakat gel gelelim merdivenden indirmesi çetin bir yol olacaktı.

Gözlerim yavaşça Ammar'ın odasına kaydı. Burada bıraksam pek tabii aşağı indirirdi, ama! Kendi işimi kendim görürdüm. Elbette. Güçlü bir kadınsın. Ayaklarının üstünde duran, güçlü bir kadın.. Bavulu merdivenden indirmek de buna dahil.

Bavulu tutup basamakları inmeye çabaladım. Önce kendim iniyor sonra kollarımla ıkına ıkına bavulu indiriyordum.

Aşağı kadar 28 basamak olsa ve her basamakta 15 saniye harcasam merdiveni kaç dakikada inerdim?

Matematik problem sorusuna da konu olduğuma göre artık işime odaklanmalıydım. Merdivenin yarısına geldiğimde elimden atom bombası çekilmişçesine bir rahatlık vücudumda ve azalarımda vuku bulunca kaşlarım çatıldı. Yanımdan bavulumla birlikte ikişer basamak inen adamı izledim. Sanki elma taşıyordu. Ne bu rahatlık yiğidim! Anladık en güçlü sensin ya.. sakin ol. Hem ayrıca ben kendi işimi kendim görebiliyorum.

Bunları yüzüne söylesen daha iyi olabilir.

Doğru.

Dona kaldığım basamaktan ayrılıp merdiveni hızlı hızlı indim. Bavulumu merdivenin girişine bırakmıştı. Kendisi de salona doğru adımlıyordu. Salona girmesini engelleyerek yanına uçtum. Çok geçmeden dudaklarımı araladığımda olduğu yerde durdu.

"Senden bavulumu taşımanı istediğimi hatırlamıyorum." diyip kollarımı göğsümde bağladım. Önce omzunun üstünden baktı sonra yetmezmiş gibi bütün vücuduyla döndü. Karşı karşıyaydık fakat mesafeler aramızda setti.

"Derdin ne bakalım senin?" Söylediği şey beni bozguna uğrattı. Tökezlemiş ifademi silmeye çalışarak,

"Ne derdim olacak, sadece-" bir adım atarken lafımı kesti.

"Yok yok bir derdin var." Yüzümü buruşturdum.

"Ne gibi bir derdim olabilir ki?" Ellerimi yanlarıma saldım. "Ne cevap bekliyorsun benden mesela?" diye devam ettim.

Kızmasını, söylenmesini ya da ne bileyim cevap vermeyip gitmesini beklerken bir adım daha attığında geriledim. Yutkundum. Dudaklarındaki algılayamadığım kıvrılma beni tedirgin ediyordu.

"Net bir cevap." dediğinde kaşlarım çatıldı. "Soru ne tam olarak?" diye mırıldandım. Mırıldandım çünkü dibime girmesine bir çeyrek adım kalmıştı. O böyle aramızdaki mesafeleri hiçe sayıp setleri kaldırırken benim aklımdaki tüm düşünceler tüy gibi uçuşuyordu. Sesim içime kaçıyordu.

"Ayrılmak mı istiyorsun?" demek o konuya geldik. Elbette gelmeliydik. Sonuçta bu evden çıkmadan bu net kararı verip hayatımıza öyle devam etmeliydik.

Asla.

"Evet." Az önce toz gibi dağılan sinirim gün yüzüne çıkmıştı. Net bir cevap istemişti ve düşünmeden ben de vermiştim. Yalan bile olsa bu aradığı bir cevaptı. Gözlerine gözlerimi kaçırmadan ve çekinmeden doğrudan bakıyordum.

Ayakları ayaklarıma çarptığında tekrar geri adım atacaktım ki sırtım duvara çarptı. Kapana kısılmıştım. Gidecek bir geri kalmamıştı. Göz bebekleri benim gözlerimi delip geçerken aklımı okuyor gibi hissettim. Hareleri ateş gibi parlıyordu. Ben de ateş gibi yanıyordum.

"Demek öyle." dedi sakin sesiyle. Bu sakinlik normal değildi. Bu sakinliği beni hem kudurtuyor hem de korkutuyordu.

"Öyle."

Şu an benim için en hayırlısı kaçmaktı. Evet kaçmalıydım. Kaçmak için sağa yöneldiğimde duvara yasladığı sol kolu beni engelledi. Aynı şeyi sol tarafa yaptığımda bu defa refleksi daha hızlıydı. Beni duvarla arasına hapsetmişti. İki kolunun arasında esirdim. Allah aşkına bu adam benden ne istiyordu!!

Başını eğdi. Burnunun ucunu burnumun ucuna değdirdiğinde kalbim göğüs kafesime tekmeler savuruyordu. Yüzümü stabil tutmak öyle zordu ki..

Gözlerim yarı açılır yarı kapanırken nefeslerimin hızından bayılacak gibi hissediyordum. Bu etki bana fazlaydı. Zor da olsa konuşmaya çabaladım.

"Sen istemiyor musun?" Kaşları havalandı. "Yani ayrılmayı.."

"Ayrılmayı istediğim birine, karım der miydim Serçe?" Dudaklarıma fısıldadı. Cümleyi algılamaya başladığımda gözlerimi açıp bakışlarını karşıladım.

"Yollarımı ayıracağım bir kadından beni sevmesini ister miydim?" Duvardaki elini gözümün önüne gelen perçeme yaklaştırıp kulağımın arkasına sıkıştırdı. Hareketleri öyle yavaştı ki bedenim savrularak yere yığılacaktı.

"Bir daha görmek istemediğim bir kadına ben durmuş neden böyle bakayım.." duvardaki diğer elini belime yaslayıp beni kendine çektiğinde titreyen dizlerime derman olmuştu. Fakat içimdeki bu hissi iki katına çıkarmayı da başarmıştı.

"Deli miyim ben Serçe?" Dudağını burnumun ucuna bastırdı. "Yoksa sen mi ahmaksın.." Bu durumda hakaret yiyen bendim. İçime kaçan sesimi toplamak istedim. Fakat yutkunmaktan öteye gidemiyordum. Etkisi altına girmiştim, çıkamıyordum.

"Senden tek istediğim," dedim fısıltıya yakın bir tonda "soruma net bir cevap vermen." Önce dudaklarını görüş açımdan çekmelisin Muhafız.

"Sor."

"Benden, ayrılmayı, aramızdaki bu münasebeti sonlandırmayı, benim isteyip istemememe bakmadan, istiyor musun? İstemiyor musun?"

Derin ve sinirli bir nefes verdi.

"Damarına illa basacağım diyorsun yani." diye söylendiğinde belimdeki eli sıkılaştı. Az önce saçımı düzelttiği elini boynuma yasladı. Canımı acıtmayacak şekilde sıktı. Ellerimin titremesini görmezden gelip söylediği şeye omuz silktim.

Boynunu kütletti. Yüzündeki bütün alayvari ifade gitmişti, gözlerindeki ateş bütün yüzüne yayılmıştı.

"Bak kızım, doğrularımı yanlışlarımı az çok tanıdın. İçim öfkeyle dolduğunda gözümün hiç kimseyi görmediğini de artık biliyorsun. Sen her ayrılma mevzusunu açtığında ben sinirleniyorum. Kaç defa söylemem gerek?" Gözlerim donuk bir şekilde bal gibi parlayan, ateş gibi yanıp sönen gözlerine dalmıştı. Derince yutkunurken dudaklarımı birbirine bastırıp bıraktım. O da dudaklarını ıslatıp konuşmasına devam etti

"Aramızdaki her şey bir ölüm kadar gerçek. İnanmak mı istemiyorsun?" Dişlerinin arasından adeta tıslamıştı. "Rüyada mı sanıyorsun sen bizi?"

"Sen bir rüya kadar uzak, bir hayal kadar güzelsin Muhafız." Gözlerim saçma bir şekilde doluverdi. Hayır, ciddi ol. "Seninle olmayı seviyorum, seninle vakit geçirmeyi istiyorum."

"Sen yanımda olmadığında derin bir boşluğa düşüyorum. Hayatımda böyle hissettiren tek varlıksın. Gerçek olamayacak kadar.." nefesim kesildiğinde devam edemedim. Ellerimi sert göğsüne yaslayıp soluklandım. "Uyandığımda kaybolacak kadar soyut geliyorsun. Bu beni korkutuyor. Senin gerçek olmaman, beni korkutuyor." Ensemdeki elini sürterek saçlarıma çıkardı. Saç tutamlarım parmaklarının arasından aşağı süzülüyordu şimdi.

"Hakikaten biri birini nasıl kabul edebilir, ömrünün sonuna kadar.. hem de düpedüz sevmiyorken!" diye yükseldim aniden. Yüzüm buruşmuştu biraz. Haksız değildim. Ne olursa olsun, insan aşık olmadığı biriyle bir ömür nasıl geçirebilirdi? Tahammül sınırını aşacak bir düşünce yapısıyla, iki insan nasıl yaşardı.. iki ayrık otu gibi, tatsız kıvamsız katlanılabilir miydi ki?

Ama biz Ammar'la böyle miydik.. eğer öyle değilsek birimizin bir şeyleri itiraf etmesi gerekirdi.

"Kim kimi sevmiyor?" Kaşları oldukça çatıktı. Göz bebekleri öfkeyle büyümüştü.

"Sen beni." Kaşları ortaya doğru büzüştü sorgulayan ifadesi beni suçlu hissettirdi.

"Kim demiş?"

"Seviyorum dememen sevmediğin anlamına geliyor. Dedim ya somut, ele gelir bir ifaden yok." Gözlerimi kısıp derin bir nefes verdim.

"Çok güzel konuşmaların var. Beni benden alan hareketlerin var. Fakat erkek milleti işte, beni kandırmadığını nereden bileceğim.." Tatlı ve nazlı bir edayla göğsünde duran ellerimden birini tenine sürterek ensesine çıkardım. "Dil ile ikrar da elzem. Bu aramızdaki münasebeti somutlaştırmamız gerek. Aksi halde ben hep, uçurtmanın ipini elimden kaçıracakmışım gibi bir korkuyla yaşayacağım."

Burnunu kaldırıp indirdi. "Annem hep derdi de inanmazdım. 'Kadınlar sevildiğini duymak ister. Sözler senettir. Evlendiğinizde sık sık söyleyin.' diye."

"Kayınvalidem çok hoş bir kadınmış. Fevkalade de haklı. Peki sen neden zorlanıyorsun?"

"Sevdiğim insanlar benden hep gitti Serçe. Birilerini sevmek. Sevdiğimi söylemek aynı o uçurtma gibi hissettiriyor bana." Baş parmağım boynunu şefkatle okşadı.

"Ama madem sen somut bir söz istiyorsun, bunu seve seve yaparım" nefesim titrediğinde burun kenarları hareket etti. Göğsünü şişirip derin bir nefes verdi.

"Bunu hayatımda ilk defa yapacağım." Sadece iki kelime söyleyecekti. Bu kadar basit bir şey için ikimizin de bu denli sabırsız ve heyecanlı olması mantıklı mıydı? Dudaklarım kıvrıldı, göz bebeklerim eminim bir kedininki kadar büyüktü. Beklentiyle yüzünü inceledim. Gözlerim dudaklarından çıkacak sözlere takıldı. Gözleriyle dudakları arasında mekik dokuyordum.

Belimdeki eli bedenimi bedenine iyice yasladığında aramızda santimlerden başka mesafe kalmadı. Göğsünde duran elim kazağını kavrayıp sıktı, boynunda duran elimse teninin sıcaklığını damarlarımda hissetmemi sağlıyordu.

"Senden korkuyorum. Çünkü," bu eve ilk geldiğimizde, tam kapının önünden benden korktuğunu söylemişti. Hatırladığımda kaşlarım havalandı. Merakla devamını bekledim. "Seni öyle bi' muhabbetle seviyorum ki, karakterimin devrildiğini hissediyorum." Başını iki yana salladı. Kısık gözlerinin arasından parlayan hareleri beni ortamdan soyutlamaya yeterken, sözleri beni mahvediyordu.

"Öyle muhabbetle ve bağlılıkla seviyorum ki, o söylediğin boşlukta sen yokken debeleniyorum." Bir gün bile dayanamayıp yanıma geldiğini unutmadım.

"Öyle bi' muhabbet ki bu, Rahman yerleştirdiyse boş değildir diyorum." Dudakları kıvrıldı. "Böyle düşününce seni daha çok seviyorum Serçe." Burnumda sızı hissettim. Tam olarak hayatımın hangi bölümünde ne sevap işlemiştim bilmiyorum ama çok şükür.. Şükür ki Allah beni bu adamın sevgisine layık gördü. Öyle bir şükür ki, ömrüm boyunca şükrünü eda etmem hakiki bir ihtiyaç.

"Hak ediyor muyum peki ben bu sevgiyi?"

"Kendinin farkında değilsin. Bu zoruma gidiyor Hafsa." Adımı söylediğinde doğrudan gözlerine baktım. Burnunu burnuma sürttüğünde gözlerim kırpıştı.

"Seni öpebilir miyim Muhafız?" Dudaklarına bakarak sorduğum bu soru Ammar'ın bakışlarındaki şefkati darmaduman etmiş gibiydi. Bakışları o anda derinleşti. Sanki bu soruyu yıllardır bekliyormuş gibiydi. Dudakları düz bir çizgiyken dudaklarımı iki yandan aşağı kıvırarak gülümsedim. Hala bir cevap vermemişti.

Burnunun ucunu yanağıma sürttü bu defa. Saçlarımdaki elini çekip çenemi tuttu. Yüzümü yüzüne biraz daha kaldırdığında nabzım bir çiçek gibi açtı. Nefesim kesildi. Dudağını tam kıvrımıma bastırdı. Gözlerimi kapattım. Geri çekildi. Kapattığım gözlerimde birer buse daha hissettim. Hala soruma cevap alamamıştım. Dudaklarımı aralamıştım ve tekrar sorcaktım ki boynumdaki öpücük sözümü kesti. Tamamıyla uyuşmuştum. Sesimi soluğumu kesmişti.

"Ammar." diye zor bela fısıldadım. Nefesini tekrar yüzümde hissettiğimde göğsünde yaslı olan elimi diğer elimin yanına çıkarıp boynuna doladım. Parmak uçlarımı saçlarına yasladım. Ayak uçlarımda havalanıp açmaya takat bulamadığım göz kapaklarımdan cesaret alarak dudaklarımı dudaklarına bastırdım. Ne zaman bu hale gelmiştik, bilmiyordum. İçimdeki arzuyu daha fazla bastıramamıştım. Dudaklarımızı birleştirmiştim.

Hareketime cevap gelmeyince kuru dudaklarımla ayrıldım. Pişman değildim ama yine de tuhaftı. Belki de beklemeliydim.

"Bir günde iki gerçek he.." gözlerimi araladım.  "Beni mahvettin.." sözlerini algılamaya fırsat vermedi. Az önce kalkıştığım o hareket, Muhafız tarafından tekrarlandı. Dudakları dudaklarımda hareket ederken nefesimi dahi toplayamadım. Bunu haketmiş olabilirdim.

Tüylerim ürperirken şoktan sıyrıldım. Gözlerimi tekrar kapatıp anın büyüsüne kapıldım. Ellerim saçlarını karıştırıyordu. Yeni çıkmaya başlayan sakallarının yüzüme batması bile hoşuma gidiyordu.

Şu an ben hakikaten bir Serçe gibi hissediyordum. Öyle bağlı, bağımlı, aşık, sevdalı.. Gönle dair tüm tasvirleri taşımaya hazırdım. Karşımdaki adam bendim, ben de oydum. Tek bir nefeste buluşuyorduk. Kalbimizin ritmi aynı hızda atıyordu. Ammar beni korumaya söz vermişti bende onun kalbini koruyacaktım. Göğüs kafesinin içine sığardım. Uçup konardım. Şu hayatta yaptığım en iyi şey olurdu.

Şu hayatta başımdan geçen tek harikulade şey de bu adamdı. Beni sadece korumamış, aynı zamanda gönlünü vermiş ve bana bir şeyler katmıştı. Bana kendini katmıştı. Sınırlarını, mahremini, gönlünü hatta korkularını.. Beni kendinden uzak tutan Ammar Demirhan uzak tuttuğu her şeyin içine beni almıştı.

Kalbine, aklına, sınırlarına, dinine, dünyasına ve ahiretine kadar beni kabul etmişti. Bütün mahremini herkesten saklarken beni mahremiyet sınırı yapmıştı. Bendeki özellik neydi, kendimde farkında olmadığım şey tam olarak neydi bilemem fakat Ammar'ın hoşuna gidiyorsa bununla gurur duyardım.

Ammar Demirhan...

Aklında kaç tilkinin ona yandaşlık yaptığını bilmediğim, kalbi bir alev topu kadar sıcak, zihni bir buz kütlesi kadar soğuk, tavırları insanı çorba edip kendine hayran bıraktıracak boyutta, kıvrak zekalı, gönlü yaralı, bedeni yaralı olan adam.. O adam şu an buzdan kalesini yıkmıştı. Benim için.

Kaynayan bir volkandım şimdi ben. Her an alev püskürtecek bir yanardağ kadar da heyecanlı. Biri kibriti çakmış ve üstüme atmıştı sanki. Öyle yanıyordum. Öyle sıcaktı ki, Muhafız'ın buzdan kalesi aramızda yok olmuştu. Erimiş erirken bizi de eritmişti.

İlklerin heyecanı mı derler bilmem ama, insan ilk defa bedenini hakikaten sevdiği birine karşı bütün duygularıyla açınca, bütün bu tüyleri diken diken eden ürpertici hisleri olası bir oranda tadıyordu. Fikrimce aklımız ve yüreğimiz arasında ufacık bir yol vardı. Bu yol ikimizi de tüketiyordu. Hem yakıp kül ediyor, hem içimizde ırmak gibi çağlıyordu.

Yaşadıklarımın bir tarifi yok. Muhabbet. Muhabbet denilen şey o ufacık yoldu. O ufacık yol bizi birbirimize katıyor, damarlarımızdaki taze kanı adeta fokurdatıyordu.

Evet. Dudaklarımdaki dudaklar tam anlamıyla buna tarifti. Kaynamak. Taşmadan kaynamak. Kanarken kanatmak. Yaraladıkça sarmak. Sardıkça kanatmak. Acı bizi olgunlaştıran yegâne gerçekti.

Ayaklarımı indirdiğimde dudaklarımız ayrıldı. Nefes nefeseydim. Ammar'ın da benden farkı yoktu. Burunlarımız hala birbirine değerken hızlı soluklarımız da birbirine karışıyordu. Aralı dudaklarında tebessüm vardı. Gözlerine bakmaya cesaret bulamadığım için göz bebeklerim dudaklarında ve çenesinde dolanıyordu. Çenemden tutup yüzümü yüzüne sabitledi. Gözlerim direkt gözlerini buldu. Gözlerinin içi parlarken kaşları ortaya süzüldü.

"Mahvettin beni." Boynundaki ellerimi gevşetip ensesindeki saç tutamlarını karıştırdım. Hülyalı bakışlarımla karşılık verdiğimde devam etti. "Kül ettin." Söylediklerinin bende elektrik hissi oluşturduğunu bilse yine söyler miydi acaba? Dudaklarını her araladığında tüylerim diken diken oluyordu.

Az önce hayatımda hiç tatmadığım dakikaları yaşamıştım. Geri dönüşü olmayan bir yola adım atmıştık. Ve artık ben de bir şeyler söylemeliydim.

"Seni gördüğüm günden beri zihnim allak bullak Muhafız." Islak dudaklarımı tekrar ıslattım. Kademeli bir iç çekişten sonra tek elimi çenesine yaslayıp batan sakallarını okşadım. "Aklımdan bir türlü çıkmadın. Hayranlık ve sevgi arasında gidip geldim. Bence ben sana aşık değildim, sadece sen çok mükemmeldin ve ben de sana hayrandım." Merakla dinlerken yutkundu. "Yani öyle düşünmek daha mantıklı geldi. Çünkü sen beni sevecek bir adam değildin." Ensesini okşayan elim durdu.

"Kalbimi avucuna alıp defalarca sıktın. Bazen olur olmadık kırıldım. Senin suçun yokken seni deli gibi kıskandım. Aklımdan çıkmadın. Bir türlü gitmedin."

"Şimdi de geçmiş karşıma benim gibi bir çatlağı sevdiğini söylüyorsun." Kaşlarım çatıldı bunu söylerken. Kızgın bir ifadeden çok şaşkınlığım galipti.

"Muhafız!.." ayaklarımı yine kaldırıp yüzlerimizi hizaladım. "Ben sana feci aşığım."

"Hatta öyle bir aşığım ki," belimi sıkıca kavramış olan elini alıp sol yanıma yasladım. "bu elinin altındaki et parçası seni her gördüğümde at gibi koşturuyor."

Burun kenarları hareket etti. Göz bebekleri beni dinlerken büyümüştü. Boğazındaki yumruyu aşağı gönderdi, öyle sert yutkunmuştu ki şu an ne yapar tartamıyordum.

"İrademi zorluyorsun Serçe." Bu defa ben yutkundum.

"Sadece ben de dürüst olmak istedim."

"Beni paramparça ettin."

"Sen de beni." diye karşılık verdiğimde kendini sıktığı belli olan damarlarıyla kaçırdığı gözleri dikkatimi çekti. Pekala, artık ayrılmalı olabilirdik.

Birden ayaklarım yerden kesildiğinde gözlerim şaşkınlıkla kocaman oldu. Gözlerim direkt beni kucaklayan adamı bulduğunda ifadesi dalgalıydı. Boynuna sıkıca tutunmuştum. Salona doğru yürürken yüzünün güzelliğini inceledim.

"Bana aşık mısın?" diye sorduğunda dudaklarım kıvrıldı. Beni utandırmak için sormuştu. Ama utanacağım son şey bile değildi bu. Aşk gurur tanımaz yiğidim. Seviyorsan utanmayacaksın. Onu şaşırtarak omuz silktim.

"Hem de öyle bir aşığım ki, aklın hayalin durur." Burnundan verdiği nefesle güldü.

"Nasıl bir aşk?"

"Eğer 14. Yüzyıl'da yaşasaydık, Divan'da seni anlatan bir sürü gazel yazardım. O mükemmel sevgili sen olurdun."

"Divan'da aşk karşılıksızdır Serçe hanım. Aşkın temeli ıstıraptır. Bırak bizimkisi basit bir sevda olarak yazılsın." dediğinde dudağımı büzdüm.

"Haklısın Muhafız. Fazlasında gözüm yok. Basit bir sevgi de yeterli." Eğilip beni yavaşça koltuğa bıraktığında geri çekilmedi. Parmağını burnuma dokundurduğunda kaşlarım havalandı.

"Basit ve tutkulu." diye düzeltti. Dudağının tek tarafı kıvrıldığında söylediği şeyin az önce yaşadığımız şeylere atıf yaptığını anlayınca derin bir yutkunma bahşettim. Sonra geri çekildi.

"Gitmeyecek miyiz?" diye sorduğumda başını salladı.

"Bugün burdayız. Karımla vakit geçirmek istedim." dediğinde sırıtmamak için dudaklarımı kasıp ağır ağır başımı salladım.

Sonra salondan ayrılıp mutfağa girdi. Koltuğa kurulup merakla Ammar'ı beklemeye başladım.

****

Kapalı gözlerim uyku mahmuruyla aralandı. Esneyip uzandığım koltukta oturur pozisyona geçtim. Işık loştu. Yanımda kimse yoktu. Koltukta uyuyakalmıştım. En son film izlerken Ammar'ın kolları arasında uyukluyordum. Şimdiyse üstümde bir pikeyle koltukta tektim. Kaşlarım çatıldı. Ammar neredeydi?

Ayaklarımı sarkıtıp kalktım. Usul usul çıplak ayaklarımı zemine basarak merdivenden çıkmaya başladım. Diğer yerler karanlık olduğu için aşağı katta olmadığı belliydi. Beni koltukta öylece tek bırakıp gitmeyeceğine göre önemli bir işi olmalıydı. Namaz kılıyor olabilirdi. Ama namazını da kılmıştı.

Basamaklar bittiğinde önce odama gidip ortalığa baktım. Bıraktığım gibi duruyordu. Kapısını tekrar kapatıp Ammar'ın odasına adımladım. Kapı, ucundan azıcık aralıktı. Bakıp bakmamakta kararsız kalmakla birlikte onun kocam olduğunu ve beni sevdiğini hatırlayarak kapıya yanaştım. Düşüncelerim beni güldürürken gördüğüm görüntü bana iç çektirmişti.

Hem acıyla hem de istekle iç çekmiştim. Mükemmel fit vücudu vardı. Esmere yakın, temiz fakat pürüzlü, iri ve de yapılı bir üst vücuda sahipti. Hayranlığımı gizleyemezken sırtındaki artık beyaz çizikler halini almış o bütün yara izleri, omzundaki henüz şimdi farkettiğim taze kanlı yaraya sürmeye çalıştığı merhem, dudağımın içini kemirip acıyla iç çekmeme sebebiyet vermişti.

Aynanın önünde durmuş omzuna bakıp duruyordu.

"Gel." İçeriden sesini duyduğumda kendimi anında toparladım. Dudaklarımı birbirine bastırıp yakalanmışlığın verdiği mahmurlukla pişmiş kelle gibi gülerek aralı kapıyı iyice açıp odaya girdim.

"Bakabilir miyim?" dedim yarasını işaret ederek. Bütün vücuduyla bana döndüğünde karşımda her zaman üstü çıplak bir Ammar görmediğim için heyecanlanmıştım. Sesimi temizleyip gözlerimi kaçırdım.

"Kolum omzumun arkasına yetişmiyor, arkamı göremiyorum. Sürsen fena olmaz Serçe."  Yüzüne kaçamak bir şekilde bakıp başımı salladım.

"Sürerim."  Bir saniye.. tam olarak bu yaz dizisi başrol alıklığı bana nereden bulaşmıştı! Kendine gel Hafsa. Karşında kocan var. Kendine gel kızım. Anda kal bebeğim.

Başımı iki yana sallayıp kendime geldikten sonra yaralı omzuna yaklaşıp ayaklarımın üstüne yükselerek inceledim. Yüzümü istemeden de olsa buruşturmuştum. Çok kötü görünüyordu. Sulanmıştı. Biraz daha bakmasak iltihap toplardı. Aceleyle sarmak gerekti. Dişlerimin arasından acılı bir nefes çekip "Çok kötü olmuş, bunun acısına nasıl dayandın sen?" dedim.

"Güçlü bir narkozum var. Acı falan hissetmedim."

"Nasıl bir narkoz bu?" Kafasına göre narkoz mu kullanıyordu?

"Yaramaz, kafasının dikine gitmeye bayılır, beni deli etmekte üstüne yoktur..bitiyorum ona." Omzunun üstünden yüzünü bana çevirdiğinde söylediği şeylere karşılık olarak kıkırdadım. Kalbimin hızlanan ritmini es geçip  "fazla ön yargılısın bence" dedim ve arkasına geçip elimi çıplak sırtına yaslayarak yatağa doğru ittim. Sırtındaki kısa kesik izleriyle bakışıyordum. Beni zorlamadan yürüyüp yatağa oturdu.

"Az bekle." diyip banyoya koştum. Temiz bir bezi ıslatıp tekrar odaya döndüm. Yatakta, tam yaralı omzunun yanına dizlerimin üstünde duracak şekilde durdum.

"Acıyacak biraz." Burun kırıştırdım. Gardroptaki boy aynasından bizi izliyordu. İfadesine takılmayıp işime odaklandım. Önce kanları bir güzel temizledim. Acımasın diye uğraşıyordum. Az bastırdığım zaman sanki kendi canım acımış gibi iç çekiyordum fakat adamın umrunda değildi. Gören de yarayı onun omzunda değil benim omzumda sanırdı. Gülümsedim.

"Güzelce temizlendi." 

Elime merhemi alıp kokladım. Kaşlarım havalandı. "Sarı kantaron yağı mı bu?"

"Evet."

"Nerden biliyorsun yaralara iyi geldiğini?"

"Çok fazla yara izim var. Senin gibi beni düşünen tek biri vardı hayatımda. Annem sağ olsun. Bilir böyle şeyleri."  Dudaklarını birbirine bastırdım.

"Beni en yakın zamanda kayın validemle tanıştır. Hayranıyım." Güldü.  "Nasip. Kendisi uzakta ama gideriz inşaallah."

"Nerdeki?"

"Annem Azerbaycanlı Serçe. Orada yaşıyor. Çok görüşemiyoruz. Babamdan sonra temelli oraya yerleşti."

"Baban?"  İç çekti derinden.

"Şehit oldu." 

"Allah rahmet eylesin."  Amin diyip hüzünle başını salladı.

"O zaman Hatice teyze de mi Azerbaycanlı?"  Başını salladığında şaşırdım.

"Vay be.. ikisi de buraya gelin gelmişler." dediğimde Ammar güldü.

"Baya şaşırdın."

"Beni annene götür Muhafız. Kesin götür." 

Keyifle güldü.  "Tamam inşaallah da sen omzumu unuttun güzelim. Hadi sür artık şunu."  Ay harbi! Hafsa kendine gel..

"Özür dilerim. Birden şey edince şey olduğu için şey ettim."  Gözlerini devirip burnundaki nefesle güldü. Daha fazla kendimi rezil etmeden elime bir miktar yağdan aldım ve çok nazik bir dokunuşla yaraya sürmeye başladım. Parmak uçlarımla ufak daireler çizerek yağı yedirmeye çalışırken çaktırmadan Ammar'ın ifadesinde baktım. Gözlerini kapatmıştı. Elleriyse çarşafı sıkıyordu. Kaşlarım çatıldı. Yüzüne yandan eğilip nefesimi boynuna verdim.

"Sen iyi misin? Çok mu acıyor?" Bastırmamaya gayret ediyordum.

"Hızlı sür gözünü seveyim. Bitir artık." Tedirginlikle yüzünü inceledim.

"Noldu ki?"

"İrademi zorluyorsun."  Kaşlarım havalandı.  "Ben böyle bir adam değildim. N'aptın bana bilmiyorum ki..." dediğinde içim bir tuhaf olmuştu. Kıpır kıpır. Kıyır kıyır. Gümbür gümbür. Ne alaka ya..

Tamam sakin ol. Etkilenebilir. Sen daha çok etkileniyorsun.

"Cazibeme kim dayanabilir.. eminim zor oluyordur, anlıyorum." Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Şaka yapmaya çalışıyordum ama yüzü gayet ciddiydi. Hala elim merhemi tenine yedirmeye çalırken aniden kendimi yatakta sırtüstü yatarken buldum. Bileklerimi tutmuş ve yüzüme eğilmişti.

"Beni zorlama." Nefesim tıkandı. 

"Zorlarsam ne olur?"

"Açıklayayım mı?"  Başımı iki yana salladım. Gerçekten..

"Ne yapabilirsin ki?" dedim küçük görerek. Tek kaşı havalandı.

"Göster hadi."  Ben ne utanmaz bir mahluktum böyle..

Başını iki yana sallayıp gülerek üstümden kalktı.

"Ne olursa olsun, bu arsız cevapların beni tüketiyor. Çok farklısın be Hafsa."

"Huyum kurusun Muhafız."

Yataktan tamamen kalktı. Üzerine giymek için dolaptan tişört aldı. Üstüne giyeceği zaman sesimle onu durdurdum. Sorgulayan bir bakış attığında sesimi temizledim.

"Üstünü giyme. İzlerine dokunmak ve her birini sevmek istiyorum." Söyleyip söylememekte karasızdım. Dudağımın içini kemirip bıraktım.

"Yara izlerini öperek iyileştirmek istiyorum." Derin bir nefes aldım.

"Bugün benimle saatlerce uyur musun Muhafız?"

****

Hayırlı bayramlarr 🤍🐥

Uzun zamandır beklenilen bölüm geldi. Umarım beğenmişsinizdir.

Sınır: 80 oy 320 yorum

Yorumların yb ile dolması yerine hakiki satır arası yorumları tercih ederim. Aksi halde sınır olayını kaldırabilirim. Yeter ki her şey gerçek olsun.

Selametle.

Continuer la Lecture

Vous Aimerez Aussi

13.8K 12.1K 18
**Bilinmesi gereken gerçekler **Ahiret **Namazın önemi ** Gerçek Tesettür nasıl olmalı
3.2M 222K 64
On yıl boyunca ölü bir adama âşık olmak... Hiçbir karşılık beklemeden, yalnızca toprağını öpmek... Ona en çok ihtiyacın olduğu anda mezarına sarılmak...
O'na İyi Bak Par HilAySavascisi

Roman pour Adolescents

883K 289 2
"Hep böyle güzel mi ağlarsın?" dedi "Komik bir mesele varsa, bazen de gülerim."dedim Güldü. Arkasını dönüp karanlığa doğru yol almaya başladı. "Hey...
204K 4.6K 15
Genç Kız Edebiyatı içinde #1 Bir Mahalle Klasiği... Bu hikayede ne lüks evler arabalar, ne zengin insanlar, ne de kötü adamlar var... Bu hikayede b...