ASTERYA

By acikyarada

51K 3.2K 7K

Solarya'nın aşağılarında, yapayalnız uzanan tuhaf bir şehirde. İyinin, kötünün Daha da kötünün, Ve en iyin... More

ASTERYA
I. ŞEYTAN VE DÖRT BÜYÜK GÜNAH
II. PERSUS SAPAĞI
III. ASTERİA TANRIÇASI
IV. İKİ SİLAH BİR KURŞUN
V. KAYAN YILDIZ RESTİALİ
VI. ŞEYTANIN NİNNİSİ
VII. SIFIR NOKTASI
VIII. HİPOTERMİ ÇIKMAZI
IX. HİSLERİN MASKESİ
X. UYANIŞ
XI. GECEYE DÜŞEN ACILAR
XII. ZİHİNDEKİ TİLKİLER
XIII. TAHTINA DÖNEN KRAL
XIV. YERDEKİ KARGALAR
XV. DAĞ VE CEYLAN
XVII. KIYAMET YAKLAŞINCA
XVIII. FELAKET ETKİSİ TEORİSİ
XIX. SIFIRDAN GERİYE
XX. ASİLKANIN TARİHÇESİ

XVI. KAYAN YILDIZ

1.2K 91 466
By acikyarada

SELAAAAAAAMM!!!!🙇🏻‍♀️🙇🏻‍♀️

Bir sonraki bölümün ilk kitabın finali olduğunu hatırlatmaya geldim. Asterya tahminimce iki
kitaptan oluşacak. Sonrasında onlara veda edeceğiz. Bir sonraki bölümden sonra SP'ye bölüm atmaya başlayacağım. Ardından(her ne kadar bunun için söz veremesemde) TA'i yayımlamaya çalışacağım. Bir de minik bir süprizim var. Onun için çalışıyorum.🪷 Neyse çok konuştum kaçayım bennn.⭐️⭐️

İyi okumalar herkese.🤍

AS.

🔏


XVI. "KAYAN YILDIZ"
"Bir yıldız gibi kayarım hayatından, yapabileceğin tek şey dilek tutmak olur."

Daisy Gray- Wicked Game(Cover)






Geçmiş;

Saçlarını okşar sanmıştı, bilmiyordu babasının onun güçlü durabilmesi için acı çektireceğini.

"Doğum günü, ha?" diye mırıldandı adam. Bugün günlerden 17 Ocak'tı. Cehennem evi olan çocuğun, Vuslat Akkor'un doğum günü.

"Erkekler doğum günü kutlamaz."  dedi sert ve tok bir sesle.

Adamın kocaman eli, çocuğun omzuna yerleşti. Hafifçe sıktırdı.

"Doğum günleri sadece acı getirir."

Babalar hep doğru söylerdi zaten, değil mi?
Bir pasta üflemek isterdi belki de. Mumları nefesiyle teker teker söndürerek onu alkışlayan insanlara bakmak isterdi. Ama erkekler doğum günü kutlamazdı.

Doğum günleri sadece acı getirirdi.

Yanlış anlamayın sakın, Köksal Akkor hiçbir zaman kötü bir baba olmamıştı. Sadece biliyordu, evrenin nasıl bir yer olduğunu çok iyi biliyordu. Her şeye rağmen arkasında ayakları üzerinde durabilen, gözü kara bir oğlan miras bırakmak istiyordu geride.

Ancak pastadaki mumları üflemek küçük bir erkek çocuğunun istemeyeceği bir istek değildi.

Özünde o bir çocuktu.
Özünde hepimiz çocuklardık.
Hayal kurmalıydık, mum üflemeliydik...

Hayalleri olacaktı, onları gerçekleştirmek için çabalayacaktı. Belki hayal kırıklığına uğrayacaktı. Başaramayacaktı. Büyümek zorunda kalacaktı, bir canavara dönüşecekti. Sonuçta geriye bakınca şeytanda önceden bir melekti. Tıpkı Vuslat'ın bir çocuk olması gibi.

Yaşamak için, hayallerini gömüyordu toprağa. Yaşamak için çocukluğunu koyuyordu o tabuta. O bir hayatta kalandı.

"Baba." dedi çaresiz bir mırıltıyla. "Pasta bile alamaz mıyız? Ayçelen çileklerini çok seviyor..."

"Hayır."

Parıldayan zifir harelerini yavaşça yere indirdi küçük çocuk. "Ne söyledim sana?" dedi Köksal sert bir sesle. "Bu hayat sana her zaman güzel hediyeler getirmez," Gözleri gelen ağlama sesiyle kapıya çevrildi. "Acı çekmeden ulaşamazsın bazı şeylere."

Acı çekmelisindir
bazen zirveye yerleşmek için.

"Ama..."

"Karanlıkta ne kadar uzun süre kalırsan görmeye başlarsın evlat." Daha fazla bir şey demeden ağlama sesleri gelen küçük kızının yanına ilerledi Köksal. Kızına karşı asla böyle değildi, her an kırılacak diye ödü kopuyordu.

Ama unutma, kendini her en tepede hissettiğinde aslında en diptesindir.

Köksal Akkor, Vuslat Akkor'u eğitmeye çok küçük yaşlarda başladı. Çünkü dünyanın ne boktan bir yer olduğunu en iyi o biliyordu.

Şeytanın alevi sıçramış meleğe, çünkü biliyormuş, kanadı kırık meleğin olması gereken yer şeytanın yanı başıymış.

Çünkü bilmiyorlarmış, kanadı kırık melek çok acılar çekmeli, hak ettiği yere gelmeli.





O akşam geç saatlere kadar ayakta kalmıştım. Mavisel için minik bir operasyon düzenlenecekti. Bense ayakta kalabilmek için bir sürü kafein alarak— kahve içerek, ayık kalmıştım. Lacivert kapaklı defterime birkaç şey karalamış, biraz yazı yazmıştım. Yazı yazmak iyi geliyordu işte. Kimseye seni dinlemesi için yalvarmıyordunuz, sizi koşulsuz dinleyen bir dostu yazı.

Neredeyse.

Mavisel, çıldırmış gibi liderlerini aramakla meşguldüler. Hatta okuduğum birkaç haberden kaçtığına dair söylentiler çıkmıştı. Ama bilmiyorlardı ki, Kuvars ölmüştü.

Saatlerce romanlar okuyup birkaç cümlenin altını çizdim. Daha sonrasında güzel bir duşa girerek temizlendim. Üzerime rahat bir tişört geçirip saçlarımın kolay kuruması için salık bıraktım. Atıştırmalık bir şeyler bakınmak için aşağıya inecektimki odasından çıkan Vuslat'ı görünce gülümsedim. O ise beni çatık kaşlarıyla süzdü. Yaklaştı.

"Biliyorum, tatlım. Ben senin Güneş'inim. Ama hava ne kısa kollu giyinmek için ne de ıslak saçla dışarı çıkmak için uygun." Eli saçlarıma gitti, memnuniyetsiz bie mırıltıyla saçımı parmağına dolayarak bukle haline getirdi. Güzelce bıraktı. "Bir şey olmaz." Homurdandım. Birilerinin beni düşünmesinden nefret ediyordum. Bağımlılık yapıyordu, kendimin önemsendiğini bilmek lügatıma yabancıydı işte. Yabancı gibi hissediyordum. Bugüne dek kimsenin umursadığı birisi olmamıştım. Beni kim umursasa gidiyordu çünkü. Gidiyordu.

Asla unutmam hasta yatağımda tavana bakarak ölmeyi beklediğim günleri. Baba yok, anne yok. Kardeş yok. Yalnızca, sessizce ölmeyi bekliyordum.

Parmaklarını parmaklarımın arasına kenetleyip elimi sıkıca tuttu. Ve hemen karşımızda kalan odasına doğru beni çekiştirdi. Yavaşça başparmağını hareket ettirerek elimi okşuyordu. İçeriye girince kapıyı kilitledi. Elimi bırakmadan dolabına ilerledi, içerisine bakınıp gri bir sweatshirt çıkardı. Yavaş hareketlerle askısından çıkarıp bana döndünce seslice nefes vererek ona baktım.

"Çocuk değilim."

"Benim gözümde küçük, sarışın bir kız çocuğundan farkın olmadığını bilmiyorsun o halde." dedi Vuslat gözlerini gözlerime sabitleyerek. Çenemi ufacık bir hareketle havaya doğru kaldırdım yüzüne ve gözlerine bakabilmek için. Verecek bir cevap bulamazken zaferin verdiği hazla olmuş olsa gerek sırıttı kocaman. "İzninle." Elini yavaşça tişörtümün eteklerine yerleştirdi.

Asterya Ramona 0
Vuslat Akkor 1

Bıkkınca bir nefes verirken tişörtü yavaş hareketlerle üzerimden çıkarmasına izin verdim. Gözlerimi kapatıp yeniden açtığımda gözlerine baktım. O sırada üzerine bakmakla meşguldü. Hareket eden adem elmasından yutkunduğunu anladım. Kalbim içinde sanki sıkışakalmış bir kuş varmışcasına çarpmaya başladı.

Neredeyse. Neredeyse kalbimi durduracaksın Akkor.

Koyu gözleri askısı hafif omuzlarımdan düşmüş sütyenimin askısını düzeltti. Elinin tersini yavaşça omuzunda, kolumda gezdirdi. Dudaklarını ıslatırken gözleri gözlerime tırmandı. Eğilerek boynuma bir öpücük bıraktı. Geri çekilip derince nefes aldı, sweatshirt'ünü başımdan geçirdi. Tek başına yatakta hastalıktan ölmeyi beklerken, şimdi bir adam tarafından ölümüne düşünen Asterya'ya.

Sweatshirt bana oldukça büyük gelmişti. Zaten onun büyük cüssesinin yanında benim minik bedenime oturmasını bekleyemezdik. Asla. Sonrasında banyosuna ilerleyerek elinde kurutma makinesiyle geri geldi. Güzelce saçımı kuruturken sesimi bile çıkarmamıştım.

"Bugün ne yapacağız?"

"Birisi var. Sanki Kuvars'ın bile arkasında olan.. Gizemli bir göt." dedi Vuslat. "Onun kim olduğunu öğrenir, sonrasında da işini bitiririz. Zafer yakın." diye mırıldandı kısık bir sesle.

"Hoş, güzel plan. Ama ne yapacağımızı hala anlamadım." Zift siyahı gözlerinden gözlerimi ayırmıyordum. "Ne yapacağız?"

"Yavuz'u hatırlıyor musun? Yavuz Karmen."

Yavuz. Deniz'in zamanında hoşlandığı çocuk. Mavisel için önemli birisi. Öyle birisi, çünkü Deniz sahte ihanetinde onun yanındaydı. Bu işin içinde ne kadar hakim merak ediyorum. Yavaşça başımı salladım.

"Bizi anlayacaklarını, ya da yardım edeceklerini sanmıyorum. Fakat Yavuz piçi işimize yarayabilir. O işimize yarar." Tek kaşımı kaldırarak ona baktım. "Bilmediğim bir şey mi var?"

"Aklına ne esiyorsa onu yapıyor." dedi başını eğerken. "Onu parayla yanımıza kolayca çekebiliriz."

"Yine de bu ihtimale tutunmasak mı?"

"İhtimaller her şeydir, sarışın." Havaya doğru kaldırdığım çenemi tutarak güzelce okşadı. Gülümsedi soğuk ellerine ve sesine rağmen. Sweatshirt'ün içine sıkışan saçlarını dışarıya çıkardı.

Hanımcı şeytan.

Sonrasında beraber aşağıya indik, Arabayı Vuslat kullanıyordu. Ezhel hemen yanındaki ön koltuktaydı, ben ise arkada Deniz'in yanındaydım. Arabanın tavanından içeriye yayılan ışık, karanlık geceyi aydınlatıyordu. "Sarışın, emniyet kemeri." diyince Vuslat elim emniyet kemerine gitti. Yavaşça taktım.

"Ya bir de söyleyince inanmazsınız." dedi Ezhel yüzünü buruşturup. "Playboy Damon'dan, yavru kedicik Vuslat Akkor'a." dedikten sonra cebinden sigara paketini çıkararak dudaklarına yasladı. Arkasına dönüp bana bakarak sırıttı. Sonrasında çakmağını çıkarıp çıkarıp sigarasını ateşlerken gözleri Deniz'e değmişti. Deniz onun gözlerinin içine bakıp gözlerini geri kaçırdı hemen.

Gergindi. Bunu biliyordum. Yavuz'u görecekti. Buna hazır olmadığınıda biliyordum.

"Playboy mu?" Kaşlarım hafifçe çatıldı. Gözlerim dikiz aynasından bana bakan Vuslat'a gitti. "Nerenin playboy'uymuş söylesene."

"Ezhel, seni camdan aşağıya atarım. Üstünden arabayla altı kere geçerim, sonrasında üzerine işerim." dedi sinirle Vuslat.

"Ee, oha ama, ne bu? Ezhel Şiddet Vakfı falan mı?" diye homurdandı Ezhel. Sigarayı içine çekerken arabanın içerisine üfledi. Vuslat ise tek eliyle rahat bir şekilde kullanıyordu arabayı.

"Biz sana konuş dedik mi kardeşim? Sen paketlenmek istiyorsun, anlaşıldı."

Gözlerim Deniz'e gitti. O eğlenceli, neşeli havası yoktu. Hafif ona yaklaşarak gülümsedim. Yanağına kocaman bir öpücük bıraktım. "Bir sorun yok değil mi?"

"Hayır." Deniz gözlerini bana çevirirken gülümsedi. "Biraz... Yorgunum sadece."

"Biraz yalan söyledin sadece." Gülümsedim. "Sen benim ne hissettiğimi anlıyorsan; bende aynı şekilde seni anlıyorum Den. Haberin olsun."

Duraksadı, gülümsedi.
"Den mi? Unutmamışsın."

Ona tabi canım bakışı atarak geriye yaslandım. Gözlerim camın dışarısına kaydı. Yıldızlar oldukça belirgindi. Saymaya çalışsam yıllarca sayacağım türdendi. Gecenin karanlığını yıldızlar aydınlatıyordu. Ve gökyüzünden bir yıldız kayınca dudaklarımda bir tebessüm oluştu.

Bir yıldız gibi kayarım hayatından, yapabileceğin tek şey dilek tutmak olur.

Yol boyunca bizi takip eden ayı ve yıldızları seyrettim. Geceye pusulalardı sanki, yön gösteriyorlardı.

Kısa bir süre sonra ilk kez, lüks, malikane gibi bir yer haricinde bir yere geldik. Issız bir yerde minik bir kulübe. Vay. Kulübe odunlardan yapılmıştı, etrafında ne başka bir ev ya da hayvan vardı. Aslına bakılırsa ürkütücü bir yerdi. Arabadan indim. Diğerleri ve ardından Deniz'de arabadan indi. Bize doğru yaklaşırken oldukça rahat bir ifade takınmıştı yüzüne.

"Önden ben giderim, siz sonradan gelirsiniz." Vuslat bu cümleyi bana bakarak kurdu. Cebinden telefonunu çıkararak saate baktı. Gözlerim Ezhel'i bulurken kaşlarının çatık olduğunu farkettim. Onun böylesine sinirli görünmesine alış değildim. Omzumda bir kol hissettiğimde arkama dönmeye çalıştım. Vuslat omzuma dokunmuştu. Ayakta kalabilmek için. Gözlerini kırpıştırdı, kapatıp açtı. Onu tutmaya çalışacakken gözleri kapandı. Ve şimdi yerdeydi. En son hatırladığım şey ise elinde odun tutan Deniz'in özür dileyişleri oldu.

Ne?

"Sen..." Deniz'e bakarak geri geri gitmek üzereydim ki, sanki arkamda biri varmış gibi hissedince başımı çevirmek için dönmeme zaman kalmadan kafamda güçlü, şiddetli bir kaotik ağrı hissettim. Sert yere düşmeyi beklerken tanımadığım, yüzünü göremediğim yabancı birinin göğüsüne doğru yığıldım. Bilincimi kaybettim. Sonrası oldukça karanlık ve bulanıktı. Çok bulanık.

Başım zonkluyordu. Çok, çok zor tutuyordum kendimi. Korkunç bir rüya görmüştüm. Deniz'in bizi yine sattığına dair. Kötü bir rüyaydı. Yavuz'un kaldığı yere geldiğimizde hepimizin başına odunlarla vurup bayıltıyorlardı. Göz kapaklarımı zorla aralamaya çalışırken ellerimi hareket ettiremediğimi farkettim. Olduğumuz yere baktım. Bir kulübe. Ve hepimiz sandalyelere bağlıyız.

O bir rüya değildi. Yaşanmış bir andı.

Bizi satmıştı.
Muhtemelen ikinci kez.

Yavuz. Buradaydı. Üzerinde siyah bir gömlek vardı, düğmeleri açılmış ve kolları kıvrılmıştı.

"Deniz..." diye fısıldadım. Hayır. Yapmamıştır. Başka bir şey olmalıydı.

Yavuz'un hemen yanında duran Deniz'e baktım. İpleri zorlamaya çalıştım. Deniz'e hayal kırıklığıyla baktım. Yoğun bir hayal kırıklığı hissediyordum. Hislerim zehirli bir oktu sanki, göğüsüme batıyordu. Acıyordum. Berbat hissediyordum. Gözlerine baktım. Hayır.

İki kız kardeş, tek bir akıl.

Hepsi bir oyun. Gerçekler gizlenebilir ama gün yüzüne hep doğrular çıkar. Bir anne koca bir yalan değil, ama bir gerçek doğurabilir.

Hiçbir şey göründüğü gibi değil.
Bakma, gör.

Oyun.

"Ah," dedi Yavuz pis bir sırıtışla "Uyuyan güzelimiz uyanmış. Biraz fazla mı sert vurduk senin kafaya ya?"

"Sen daha bize ne kadar ihanet edeceksin ya?" Deniz'e doğru tükürür gibi bağırdım. Oyunu kuralına göre oynamak lazımdı. Değil mi?

Yavuz, suratını buruşturarak Vuslat'a baktı. "Yalnız seninki senden vahşiymiş Akkor." dedi gülerek. "Tatlım, sakin ol ya. Eğleneceği burda. Kırma ama kalbimi. Yapma böyle şeyler." dedi sahte, yalandan bir üzüntüyle. Dudaklarını büzdü.

"Sen bir beni çöz, sana kim vahşi göstereyim." dedi hastalıklı bir şekilde. Benim bile tüylerim diken diken olmuştu resmen. Çok korkunçtu.

"Seni mahvedeceğim Deniz! Duydun mu beni? Çöz beni. Korkak." Gözlerim Ezhel'e doğru kaydı. Bizim aksimize sadece yere bakıyordu. Evet, Deniz'in Ezhel'e karşı hisleri olmayabilirdi.. Ama Ezhel?

Dövmesindeki kadın... O tarafından ihanete uğramıştı, peki ya Deniz'e karşı bir şeyler hissediyorken ihanete uğradığını düşünüyor olsaydı? Yutkundum.

"Ne istiyorsun?" diye mırıldandı bu sefer Ezhel. Gözleri Yavuz'a çevrildi. Yavuz'un dudakları pis bir şekilde kıvrılırken kolunu Deniz'in omzuna doğru attı.

"Dur düşüneyim.." Kısa bir şekilde yalandan düşünüyormuş gibi yaptı. "Hadi bize derine kazıdığın kadını anlat. Dövmendeki kızı." Tüylerim diken diken oldu. Deniz'le göz göze geldik.

Dudaklarım aralık bir şekilde şaşkınca Ezhel'e döndüm. Bunu yapmasına gerek yoktu, Deniz acil bir şeyler yapmalıydı. Bu onun özeliydi. Deniz'e baktım. Ama sanki dinlemek istiyordu. Hayır.

"Bunu yapmak zorunda değilsin, Ezhel!" İplerden kurtulmaya çalışırken ona baktı Vuslat. Öyle bağırmıştı ki, yutkunma ihtiyacı hissettim.

"Böyle hiç eğlencesi yok ama!" dedi Yavuz bir çocuk edasıyla. "Hep böyle oyunbozan bir çocuk muydun sen ya?" dedi Vuslat'a dönerek. "Belki de o yangının çıkması iyi olmuş..." Araya girmek istedim ama Ezhel benden önce davrandı.

Ezhel'in boş gözlerle Yavuz'a baktığını farkettim. "Ece."

"Ne?" dedi piç gibi sırıtırken Yavuz, kucağını yaklaştırarak duymamış numarası yaptı. "Tekrar söyle, duyamadım."

"Ece. Beni doğuran kadın ve kocası beni Mavisel'e kendi elleriyle teslim edince onu orada görmüştüm." Aldığı sert nefeslerin ardında kısa bir bakışla Deniz'e baktı. Bize bakmıyordu bile. "Onu gördüğüm ilk an, aşık oldum. Her şeyine. Ama o bana ihanet etti."Çenesini havaya kaldırdı. Dudaklarını ıslatırken bu sefer başını yana doğru eğdi.

"Anladık, muhtaçsın dramaya. Ama benim aşk hayatımı merak etmek ne Karmen? Yoksa gay mısın?" dedi alaycı bir sesle. "Ve üzgünüm. Tipim değilsin. Belki başka bir evrende Romeo..."

Yavuz'un suratından bozulduğunu anlarken dudaklarımdan bir kahkaha kaçtı.

Tam. Bir. Pislikti.

Yavuz, cebinden silahını çıkararak bana doğrultunca kahkaham silinmedi. Ona bakıyordum. "Lan!" Kükredi Vuslat. "Sen şu an yaşamıyorsun Yavuz! Şu an yaşamıyorsun bile!"

"Sıksana lan, yavşak!" gülerek konuştum. Ve asla boyun eğme. Kimseye. İşin ucunda ölüm olsa bile, herkes ölür Asterya. Her zaman, her an, banyo yaparken, yatağımızda güvende uyurken ya da vurularak. Her an ölebiliriz. O yüzden dik dur. "Sık..."

"Asterya!" Vuslat resmen kükremişti. Önümde bana doğrulan silahtan korkmamıştım ama onun bağırışıyla irkildim. "Yavuz, seni kendi sidiğinde boğacağım lan! Duydun mu beni!?" Bağladığı iplerden kurtulmaya çalıştı.

"Uuu." Eğlenir gibi konuştu. "Yaparsın sen Akkor, işler kızışıyor." Ezhel'e döndü.
"Ne ihanetiymiş bu, anlat. Detaylı."

"Yavuz..." Ezhel sert sesiyle konuştu. Onu daha önce hiç öyle görmemiştim. Çenesi seğiriyordu. Deniz dolu gözlerle Yavuz'a bakıyordu. "Ben senin yerine olsam o silahı indirirdim."

"Anlat." dedi Yavuz.

"Yapma." Ezhel'e baktım. "Ezhel, yapma." fısıldadım. Anlatmasına gerek yoktu.

Ezhel duraksadı. Derince bir nefes aldı, tam anlatmak için dudaklarını aralıyordu ki. Bir kurşun sesi duyuldu. Bir mermi, bir kurşun. Ve bir yaralı. Belki de ölü. Ezhel gözlerini benim üzerime çevirirken iyi miyim, diye bana baktı.

"Asterya, iyi misin?" Vuslat konuşmuştu.

Benimde gözlerim bedenime giderken kendime baktım. Herhangi bir acı hissetmiyordum. Hayır. Ben vurulmamıştım. Başımı salladım hızla, kafamı kaldırdığımda yerde kanlar içinde yatan Yavuz bakış alanıma girdi.

Yavuz vurulmuştu.
Deniz vurmuştu.

Ve Deniz, titreyen eliyle tuttuğu silahı yere düşürdü.

"Rahatla. Her şey yolunda." Dizlerimde yatan Deniz'in saçlarını yavaş yavaş okşadım. İkimizde katillerdir, yaşamak ve yaşatmak için. "En doğru olanını yaptın..." Ellerim kahve saçlarının arasına geçiyor, yumuşak saçlarını yavaş hareketlerle okşuyordum. Deniz olmasaydı, muhtemelen hepimiz orada ölürdük.

Muhtemelen.

Yavuz ölmüştü orada.

Ezhel ve Vuslat ahşap kulübeyi ateşe vermişlerdi. Yanmıştı. Mavisel'deki herkes yanıyordu.

"Ne hissediyorsan ağlayabilirsin, biz kardeşiz seninle." Bu sefer aynı sözleri ben ona fısıldadım. "Benimde omzum sana siper, Deniz. Bir ailemi daha kaybedemem, senin için ölürüm." Deniz duraksarken yavaşça doğruldu. Gözlerinin içi kıpkırmızıydı. Burnunu çekti. Boncuk boncuk gözyaşları parıldıyordu. "Üzgünüm," onu daha fazla bu denklemde zorlamak istemedim. Deniz, gözyaşları içinde başını salladı. Sımsıkı sarıldı bana.

Lisedeyken, sevdiği çocuğu başka biriyle görünce ağlardı omzumda. Her anında teselli verirdim ona. 'Her şey daha güzel olacak' derdim. Ama ne her şey daha güzel oldu. Ne de biz bir adım öteye gidebildik. Yerimide saydık. Sahi neden hala tiyatrodaki ölü karakterlerden ibarettik ve alevlerin içerisindeydik?

"Asterya." dedi birden sanki bir şeyin yeni farkında varıyormuş gibi. Gözlerime baktı, bende bir cevap arar gibi gözlerine baktım. "Ben... Bir Asil'i öldürdüm."

Asil'i öldürdü.
Eğer bir Asil bir Asil'i öldürürse..
Siktir.

Ona bakarken kafam karıştığı için ne diyeceğimi bilemeden gözlerimi kırpıştırarak baktım. "Dilek hakkı." Başını salladı. Boğazlarım acırken yutkundum. Kaderi yönetemezdik, değiştiremezdik. Hayır. Adil'i yaşatamazdım.. Hayır.

Böyle boktan bir evrende yaşamasındı da zaten.

Bu devirde ölenler, yaşayanlardan daha şanslı. Çünkü dünyada vahşet var, savaş var. Ayrılık var. Çok var. Renk yok. Her şey siyah beyaz— ki eğer bir renk olsaydı bile bu kırmızı olurdu. Masumların kanı. Bizim kanımız.

"Kimseye söyleme. Vuslatlar'ın bildiğinden şüpheliyim... Asla dilek dileme. Sonucunda ödenecek bedelleri olabilir."

"Ama..."

"Deniz... Bu iş bizi aşıyor."

Yeniden sımsıkı sarıldı bana. Bir şey söylemedi. Bir süre omuzumda sessizce ağladı Deniz. Sessizce saçlarını okşadım, burada olduğumu ona tekrar tekrar hatırlattım. Sonrasında ise dinlenmesi için odasından çıktım.

Biliyordum. Hiçbir şey bitmemişti. Her şey daha yeni başlıyordu. Aslında Yavuz'la beraber bütün cevaplarımızda sonsuzluğa gömülmüştü.

Odadan çıktıktan sonra sessiz adımlarım doğrudan Vuslatın'ın kaldığı odaya yöneldi. Hafif aralık kapıdan ne yaptığına bakmaya çalıştım. Sırtı dönüktü, eli tişörtünün eteklerini bulurken üzerindeki tişörtü çıkarıp attı.

Manzara hoşuma gitmişti.

Alt dudağımı dişlerim arasına alırken yapılı,
koca cüssesini seyrettim. Dövüşlerde neden kaybetmediğini şimdi anlıyordum. "İçeri soğuk giriyor, gel içeriye sarışın." Yanaklarımın alev aldığını hissederken, yutkundum. Kapıyı açmadan önce kendimi saçlarımı düzeltirken buldum. Kapıyı açıp yavaşça içeri girdim. Kapıyı kapatırken ona doğru minik adımlarla ilerledim.

Sesleri duyunca gözleri bana döndü. Sert ifadesi gevşedi. "Arkadaşın nasıl?" Gözleri vücudumda dolandı. Omuz silkerken yatağın kenarına oturdum. Ayaklarımı sallandırmaya başladım. "İyi değil," itiraf ettim. "Ama unutacaktır."

"Alışacaktır." diye düzeltti beni. Dudakları yukarıya doğru kıvrıldı. "Biz insanız, unutmayız. Ama alışırız." Çıkarttığı tişörtünü bir kenara attı. Gözlerim vücuduna yerleşti. Kasları shop olmalıydı. Kolları kaslarla örülüydü resmen.

"Ama ben alışamıyorum."

"Neye?" diye sordum saf saf. Kaslı,
güçlü kolu belime sarılarak beni kendisine doğru çekti. Göğüsüm göğüsüne temas ediyordu. Kalp atışlarını hissediyordum, teni çok sıcaktı. Gözlerini kırpmıyordu bile bana bakarken.

"Sana. Senin varlığına... Kırmızı çizgim olmana. Zayıf noktam olmana alışamıyorum Asterya." diye fısıldadı, sesi oldukça boğuk çıkıyordu. Bu içimde değişik, adını bilmediğim hislerin oluşmasına neden oldu. "Bana kafayı yedireceksin sonunda." Kısık sesiyle.

Daha fazla konuşmadan aramızdaki kısacık mesafeyi kapatırken dudaklarımızı birleştirdi. Tenimdeki hisler beni allak bullak etmişti. Bir eli sweatshirt'ümün içine girince bedenim ürperdi. Küçük bir inilti ağzımdan kaçarken sımsıkı koluna tutundum. Dizlerim titriyordu, bu hazzı taşıyamıyordum.

"Seni istiyorum," dedi erkeksi bir sesle. Bu cümle beni heyecanlandırırken kalbimin pır pır çarpmasına sebep oldu. Dudaklarımı hızla ve tutkuyla öperken ona uyum sağlamaya çalışıyordum. Vuslat'ın büyük elleri bedenimde gezinerek göğüslerime geldi. Arkaya doğru süzüldü. Sütyenimin kopçasıyla uğraştı. "Söyle. Beni istediğini söyle."

Kulağıma doğru fısıldadı, kulağımda boynum arasındaki yere ıslak bir öpücük bıraktı. Ardından nefesini verip kulak mememi ısırdı. "İ-istiyorum..." Geri çekilirken zift gözleri koyuluktan gözükmüyordu neredeyse. Üzerimdeki sweat'i çıkarıp attı. Beni yukarıya kaldırdı, bacaklarımı onun beline doladım. Kollarım boynuna doğru dolanmıştı. Nefes nefeseydik. İkimizde. Beni öpmeye devam ederken, sırtımı soğuk duvara doğru yaslayınca inlememe engel olamadım. Öpüyordu. Her yerimi öpüyordu. Dudaklarımı, çenemi, boynumu, göğüslerimi.  Tek bir hamlede sütyenimi çıkarırken aralık dudaklarım titremişti.

"V.." Konuşmama izin vermeyen hırıltılı erkeksi nefesi olmuştu. Midem büzüşüyordu, boynuna daha güçlü tutundum. Yeniden kelimeleri dudaklarımdan alırken öpücüğü ateşe verilmiş gibi tutkuluydu. Duvardan uzaklaşırken beni yavaşça yatağa uzandırmıştı. Ağırlığını vermeden kendiside üzerime doğru uzandı. "L-lütfen..." diye fısıldadım, devamını bile getirememiştim.

Boynumdan ıslak bir çizgi çekerek göğüslerime kadar sulu öpücükler bıraktı. Bir eliyle tamamen kavrayarak sıktırınca belim havalandı, yeniden inledim. Onu istiyordum. Eli aşağılara doğru kaydı. Kolayca altımdakini çıkardı. Benim ellerim ise onun kemerine gitti. Çıkarmaya çalıştım, ama heyecandan yapamadım bile. Vuslat, halime gülerken saçlarımı okşadı, çenemi kaldırıp ona bakmamı sağladı. "Sakin, fıstığım." Fıstığım. Eli elime giderken bana yardımcı oldu, beraber kemerini çıkardık. Kendini bana yaslarken ikimizde inledik.

"Aroması neli olsun..?" Geri çekilirken komidine ilerledi. Komidinin içi prezervatiflerle doluydu. Hazırlıklı mıydı? Yanaklarım kıpkırmızı oldu, iyice utanırken bacaklarımı birbirine bastırdım. Çıplaktık. İkimizde. Ve her anlamda.

"Hangileri var?" Titreyen sesimle konuştum. Dişlerim birbirine çarpıyordu titremekten.

"Hepsinden var sarışın..."

Ve bu benim ilkim.
"A..Ahududu? Var mı?" Ben orada kıvranırken bir iki pakete baktı. Bir tanesini alıp geldi, dişleri arasına yerleştirerek ağzıyla yırtıp açtı. Ve prezervatifi taktı. Ona heyecanın parıltıları olan gözlerimle bakarken o da bana baktı. El boynuma yerleşirken beni kendine çekti. Onu içimde hissederken dudaklarımızı birleştirmişti.

Nefesim kesilirken alamadığım oksijeni bana dudaklarıyla vermeye başladı. Ben altında kıvranırken, Vuslat ilk başta yumuşak bir şekilde içimde hareketlendi. Dudaklarımı güzelce emdi, çekerek öptü. Onu öptüm. Öpüştük. Dışarıya sadece inlemelerim ve onun hırıltılı nefesleri çıktı. Zaman geçtikte temposu sertleşti, daha güçlü hareketlerle hareketlenmişti. Onun temposuna göre benim inlemelerimde şiddetlenmişti. Hem acıdan hem de zevkten inledim. Hissettiğim acı dayanılmayacak kadar değildi, acı yerini zevke bırakmıştı çünkü. Elleri göğüslerimi kavrıyordu. İnliyordum. Çığlıklar atıyordum. Dudaklarını dudaklarıma veriyordu. "Ah..."Eli boğazıma yerleşti, hafifçe sıktırırken öpüşmekten şişen dudaklarımla ona baktım. Ahududu kokusu geliyordu ikimize de.

Saçları dağılmıştı, dudakları dişmişti,
gözleri koyulamış ve yüzünde, vücudunda benim tırnak izlerim vardı. Kesik kesik nefes alırken onun boynunda asılı duran zincire tutundum. Alt vücudum tamamen sızlıyordu. Alt dudağımı parçalayacak gibi ısırırken manzaramı seyrettim. Göğüsüm hızla kalkıp inerken sadece onu izledim.

Manzara gerçektende hoşuma gitmişti.

"Gökyüzünden düşen yıldızı şeytan yakalarmış... Düş, tutacağım seni.." dedi az önce sıktığı boğazımı yumuşak hareketlerle okşarken.

O gece bir yıldız kaymıştı.
Ve biz birbirimizin olmuştuk.


⭐️

Continue Reading

You'll Also Like

234 116 35
Bir keder ek ruhuma; büyüsün, şiir olsun.
657K 19.1K 26
(Cinsel içerikli sahneler, yaş farkı ve daddy isuess içermektedir.) Ölü çocukluklar yaşamaya devam eden ölü insanlar doğurur... Kapak @-necirvan a ai...
6.4M 280K 61
Her şey abimin düğününde beğendiğim çocuk yerine abimin arkadaşının numarasını almakla başladı. Liya; ANALAR NELER DOĞURUYOR Liya; KAYNANAM ABARTMIŞ...
395K 21.5K 46
Şanlıurfa ☞ Muğla 0546****; Fotoğraf* 0546****; Belli ki bu yoldan yürümüşsün... 0546****; Yoksa etraf böyle çiçeklenmezdi. İlsu; Var öyle marifet...