İKİ YABANCI

By ozgenrts

234K 10.4K 859

Soğuktan donmuş ellerini cebinden çıkardı. Sadece bir kez kapıya vurması ile kapının açılması bir olmuştu. Ha... More

İKİ YABANCI
1. BÖLÜM "KİMSİN SEN?"
2. BÖLÜM "GÜVEN"
3. BÖLÜM "YALANCI"
4. BÖLÜM "ŞAH VE PİYON"
5. BÖLÜM "SESLER"
6. BÖLÜM "ESİR"
7.BÖLÜM "KIRMIZI NOKTA"
8.BÖLÜM "ACI"
9.BÖLÜM "ANNELER VE SIRLARI"
DUYURU ve KARAKTER TANITIMI
11. BÖLÜM "HATALAR"
12. BÖLÜM "MİSAFİR"
13. BÖLÜM "ESKİ DOSTLAR VE YETİŞKİN İNSANLAR"
14. BÖLÜM "GEÇMİŞTEN GELEN"
15. BÖLÜM "YÜZLEŞME"
16. BÖLÜM "İYİ Kİ"
17.Bölüm -özel-
18. BÖLÜM "KAOS"
19. Bölüm -özel-
20. BÖLÜM "BAŞLANGIÇLAR VE BİTİŞLER"
21. BÖLÜM "FEDA"
22. BÖLÜM "TÜNELİN SONUNDAKİ IŞIK"
23. BÖLÜM FİNAL
ÖZEL BÖLÜM🥂

10. BÖLÜM "GERÇEKLER"

11.5K 463 43
By ozgenrts

Düzenlenme tarihi: 4 Aralık 2016

Uyandığımda odada yalnızdım. Güneş henüz yeni doğmuş gibiydi, açık perdelerden gördüğüm kadarıyla hava hala gri gözüküyordu. Yatmaktan uyuşan kalçamı hareket ettirmek adına yavaşça yerimden oynadığımda sargıda olan kolumda büyük bir acı hissettim. Ağzımdan kısık sesle bir küfür kaçtığında, bir yandan sağlam olan kolumdan destek alarak oturur pozisyona gelmeye çalışıyordum ancak ne kolum ne de sırtımdaki yara buna izin veriyordu.

"Kahretsin! Ne zaman ayağa kalkacağım?" kendi kendime mırıldandıktan sonra son bir kez daha ayaklanmayı denedim. Bu kez ağırlığımı tamamını sağlam olan koluma bırakmıştım. Başarılı sayılabilecek bir şekilde hafif oturur pozisyona geldiğimde kalçamı yavaş yavaş oynatarak uyuşukluğumu gidermeye çalıştım. Ufacık bir kaç harekette bile yorulduğumu hissettiğimde hırsla kafamı yastığa doğru bıraktım. Tanrım, ne zaman ayaklanıp kızıma gidecektim?

Aklıma dün gece Yağız'la olan konuşmalarımız ve sırtımdaki eli aklıma geldiğinde irkildim. Tuhaf bir şekilde onun sırtımdaki elinin varlığı beni rahatlatmıştı. Sanırım bunca şeyden sonra güven duygusunu hissetmeyi unutmuştum.

Kapının yavaşça aralanması ile bakışlarımı oraya çevirdim. Elinde tepsiyle içeri giren Asrın'ı gördüğümde ona bakmayı sürdürdüm. Ona baktığımı görünce yüzünde kocaman bir gülümseme doğdu. "Günaydın, küçük anne bugün nasıl hissediyor bakalım?" diye sordu muzipçe.

Ona gülümserken, "Eğer hareket edersem daha iyi hissedeceğim onun dışında put gibi yattığım sürece hiçbir şeyim yok!" dedim alayla.

"Pekala, eğer çorbanın hepsini içer ardından ilaçlarını alırsan -ah bir de sargılarını değiştireceğiz- sonra belki hava almaya çıkabilirsin." Elindeki tepsiyi kucağıma bıraktıktan sonra sağ kolunu uzatarak, sır veriyormuş gibi fısıldayarak konuştu. "Kaslı kollarım ve ben sana yardımcı olacağız."

Onun bu haline tebessüm ettikten sonra kucağıma bıraktığı tepsiye uzanarak çorba kasesini avuçladım. Ah- bu Kader hanımın yaptığı sebze çorbasıydı. Şaşırdığımı gören Asrın konuştu. "Yağız hazırlatmış, bu sabah getirdiler. Sanırım en sevdiğin çorba bu."

Söylediği şey ile şaşkınlığım kat ve kat arttı. Yağız'ın bu çorbayı sevdiğimi bildiğinden emin değildim ama benim için bir şeyler hazırlatması... sanırım gerçekten bana kendini borçlu hissediyordu. "Evet, çok severim." dedikten sonra boş midemi çorba ile doldurdum. Ancak sadece yarısına kadar içebilmiştim. Mideme bir şeyler gitmeyeli günler olmuştu, bu yüzden birden içtiğim çorba midemi bulandırmaya yetmişti bile.

"Pekala, mide bulantısı normal o yüzden seni zorlamıyorum. Peki, kalkmaya hazır mısın küçük anne?"

"Küçük annede nereden çıktı?" Sabah geldiğinden beri böyle sesleniyordu. "Selçuk bana bir çocuğun olduğundan bahsetmişti. Bir çocuğa sahip olmak için fazla ufak gözüküyorsun."

Kaşlarımı çattığımda ellerini havaya kaldırarak gülümsedi. "Çatma kaşlarını hemen. Sen uyurken, telefondan sana kızının sesini dinlettik. Ardından bir kaç saat geçti ve uyandın." dediğinde yeniden şaşırdım. "Sesini mi dinlettiniz?"

Kafasını sallayarak beni onayladı. "Açıkcası fikir Selçuk'a aitti ama benimde doktor olarak onayladığım bir şey. Orada uyku ve ölüm arasındaki ince çizgiden seni ancak buraya bağlayan en önemli şey geri getirebilirdi. Eh, haksızda sayılmazmışım değil mi?"

Ona cevap vermek yerine kalkamama yardımcı olan koluma tutundum. Asrın beni yavaşça yerimden doğrulturken koluma dikkat ediyordu. "Pekala, yavaş yavaş. İşte böyle küçük anne, koluna dikkat et."

Yavaşça oturur pozisyona geldiğimde, sırtımda kendini belli eden bir ağrı hissettim. Yüzümü buruşturduğumda aynı anda odaya gür bir ses hakim oldu. "Canın mı yandı?"

Yağız bir kaç büyük adımla kapıdan içeri geçerek yanıma geldiğinde bir kolu belimi sardı ve eli ağrının merkezini buldu. "Hayır, yani çok değil." dediğimde bana aldırmadan Asrın'a baktı. "Ayağa kalkması için erken demedin mi sen?"

"Yağız burada kimin doktor olduğunu unutuyorsun sanırım. Biraz hava alması ve dolaşmasından zarar gelmez." Yağız Asrın'a ürkütücü gözüken bir bakış attığında Asrın onaylamazca kafasını salladı. "Sana yardımcı olduğum için teşekkür edeceğine-"

"Hey, hey!" Dikkati kendi üzerime çektim. "Tartışacaksınız bunu benim üzerimden ve burada şu anda değil başka bir zamanda yapın olur mu? Ayağa kalkmak istiyorum." diye konuştum. İkiside cevap vermemeyi tercih etmişti.

Yağız'ın kolu hala belime sarılıyken, Asrın bir kaç adım geriye gitmek zorunda kalmıştı. Sargılı koluma dikkat ederek yavaşça ayağa kalktığımda titreyen bacaklarım dengemi sarstı. Düşeceğimi hissettiğimde, ağzımdan küçük bir çığlık firar etti. "Şşt, düşmene izin vermem. İyi misin, oturmak ister misin?"

Yağız'ın kulağımın dibinde fısıldayışına karşılık sertçe yutkunarak kafamı salladım. "Hayır yürüyebilirim." Yağız beni onayladığında dikkatli bir şekilde adım attım ve bu kez titreyen bacaklarım beni yarı yolda bırakmadı. Bir kaplumbağa hızında odadan çıkabildiğimizde Asrın'da hemen arkamızdan bizi takip ediyordu.

Karşımıza bu ufak kliniğin girişini olan bir koridor çıktı. Ardından koridorun hemen sonunda otomatik açılıp kapanan kapı bulunuyordu. Yağız'la oraya doğru ilerlerken, "Çorba için teşekkür ederim." diye mırıldandım.

Yağız'ın belimdeki kolu kasılır gibi oldu. "Teşekkür etmene gerek yok."

"Olsun." dedim fakat bana herhangi bir cevap vermedi. Ardından koridoru bitirerek kapıya ulaştık. Kapı bizi algılayarak açıldığında yüzüme buz gibi bir esinti vurdu. Soğuğu her zaman sevdiğim için bu beni rahatsız etmek yerine rahatlatmıştı. Yüksek sesli bir gökgürültüsü beni ürkütene kadar her şey mükemmel gözüküyordu. İrkilen bedenim refleksle Yağız'a sığındığında Yağız'dan kısık bir gülüş geldi. Yüzünü görmeyi isterdim ancak ona bakmıyordum.

"Gökgürültüsünden korkmuyorum de!" Alaycı sesine karşılık ondan uzaklaşabildiğim kadar ulaştım. Ancak bir santim bile sayılmazdı. Kolları hala beni ayakta tutuyordu.

Gökgürültüsü bana hep yaşadığım o kötü şeyi hatırlatıyordu. Uykusuz kaldığım, çaresiz kaldığım, nefessiz kaldığım o geceleri hatırlatıyordu. O karanlık odada geçirdiğim geceleri. Çünkü o zamanlarda duyduğum tek ses bu ürkütücü gökgürültüsü oluyordu.

Ona cevap vermeden dışarı çıkmak için harekete geçince beni durdurdu. "Üzerine bir şey almadan çıkmasak daha iyi." Üzerimde ince bir tişört ve tayt vardı.

Ardından arkasını dönerek arkamda olduğundan bir haber olduğum adama seslendi. "İbrahim, odadaki şalı getir." dediğinde "Getirir misin?" diye onu düzelttim.

Yağız'ın gözleri beni bulduğunda ters bir bakış attı. "Kibar olmalısın." diye uyardım. Beni ne kadar dinlediği meçhuldü ama yine de yanımda insanlara emir verilmesinden nefret ediyordum. Bana babamı hatırlatan bir davranıştı ve beni öfkelendirmekten başka bir şeye yaramıyordu.

"O benim çalışanım Deren." dediğinde gözlerimi kıstım. "Olabilir, yine de ona emir vermek zorunda değilsin. Zaten rica etsen de bunu yapacaktır."

"İnatçı keçi. Kesinlikle avukat olmak için doğmuşsun, sahi bir mesleğin var mıydı?" dediğinde aklıma gelen Leyla ile kaşlarımı çattım. Ben onun kadar şanslı değildim. Üniversiteyi yarıda bırakmak zorunda kalmıştım. Bir psikoloji öğrencisiydim. Yağız'a cevap vermek yerine İbrahim'in uzattığı kalın kırmızı şala sarıldım ve Yağız'ın kollarından çıkarak artık ayakta durmaya alışmış bacaklarımı hareket ettirdim ve bahçeye çıktım. Çevrede hiç bir bina gözükmüyordu. Sanki dağın başında gibiydik ama ilerde sislerin izin verdiği kadarıyla uzun yüksek binaların bir kısmını görebiliyordum.

Temiz havayı içime çektiğimde, rahatladığımı hissediyordum. Ancak yavaş yavaş yorulmaya başlamıştım ve yaralarım sızlıyordu. Sert bir rüzgar estiğinde üzerimdeki şala daha çok sarıldım. Sargıda olan kolumu hareket ettirmeyi denediğimde omzuma bıçak saplanır gibi oldu.

"Hey, kolunu hareket ettirmek için çok erken. Oraya da bir kurşun isabet etmişti, unuttun sanırım." Asrın'ın sesi ile kafamı çevirdim. Yağız hemen kapıda duruyordu, Asrın ise ondan bir kaç adım daha ileride, bana biraz daha yakındaydı. İkisininde gözleri dikkatle beni incelerken, kafamı çevirerek önümdeki bahçeyi inceledim. Burası gerçekten ufak bir yerdi. Hastaneden çok, tek katlı bir evi andırıyordu. Biraz ilerde duran banka doğru hareket ettiğimde Asrın koluma dokunarak bana yardımcı oldu. Oturduğumda yeniden kapıya dönüp baktım ancak Yağız orada değildi.

"Yağız ile nasıl tanıştınız?" dediğinde Asrın'a döndüm. "Nasıl mı tanıştık?"

"Evet, ona sordum ancak hiçbir şey söylemedi. Aramız pek iyi sayılmaz." dediğinde Yağız'ın Asrın'ı her gördüğündeki asabi tavırlarını anlamıştım. "Neden?" diye sorduğumda çapkın bir gülümseme ile bana baktı. Yeşil gözlerini ilk kez bu kadar yakından görüyordum. Sanırım hayatımda gördüğüm tüm yeşil gözlerin en güzel tonuna sahipti.

"İlk önce ben sordum." dediğinde ne diyeceğimi bilemeyerek ona baktım. Gerçeği söylemem sanırım doğru olmazdı. Hele ki Yağız'la araları pek iyi değilken, Yağız'a sormadan hareket etmesem daha iyiydi. "Yağız'la ortak bir arkadaşımız sayesinde tanıştık, işe ihtiyacım vardı. O da Melis için yardımcı arıyordu. O şekilde." dedim rahatsızca yerimde kıpırdarken. Sonra ona bakarak, "Sıra sende." dediğimde konuşmak için dudaklarını araladı ancak hemen kapının girişince gördüğüm kişi ile dudaklarım şaşkınlıkla aralandı. Leyla kapıdan geçerek onu karşılayan Yağız'ın boynuna sarıldığında Yağız'da büyük ellerini onu ince beline koyarak karşılık verdi. Asrın nereye baktığımı anlamak için kafasını çevirdiğinde benden çok daha fazla afallamıştı. Leyla ve Yağız ayrıldığında, Leyla'nın bakışları bizi buldu. Beni hızlı bir şekilde süzdükten sonra nihayet Asrın'a baktığında gözlerinde şimşeklerin çaktığına yemin edebilirdim. Yağız'a baktığımda onunda bana baktığını görünce bakışlarımı kaçırdım. Burada benim anlamadığım bir şeyler olmuştu ya da oluyordu.

Leyla'yı incelediğimde uzun kumral saçlarını dalgalar halinde açık, kısa perçemlerini gözlerini kapatacak şekilde önünde bırakmıştı. Üzerindeki deri ceketi ve koyu renk dar kotu ile gerçekten güzel gözüküyordu. Fazlasıyla kadınsı durduğu yadsınamaz bir gerçekti.

Ben onu incelerken o çoktan bize doğru yürümeye başlamıştı bile. Bir kaç adımda yanımıza ulaştığında, samimi bir şekilde bana gülümsedi.

"Deren, çok geçmiş olsun." Bakışları benim üzerimdeydi ancak Asrın'a bakmamak için direniyor gibiydi. Asrın'a baktığımda onun bakışlarının bende olduğunu gördüm. Nedensizce ona küçük bir tebessüm gönderdiğimde, ardından Leyla'ya döndüm. Bakışları tebessümün henüz silindiği dudaklarımdaydı. "Teşekkür ederim." diye mırıldandım.

"Asıl ben teşekkür ederim. Yağız'ın önüne atlamış olman çok büyük bir fedakarlıktı. Ona bir şey olmadığı için ne kadar mutlu olduğumu anlatamam." Bakışlarım Leyla'nın sözlerinden sonra Yağız'a kaydığında sert bakışlarının yüzümde gezindiğini gördüm. Açıkcası ona bakmadan önce de bana baktığını hissetmiştim.

Leyla'ya cevap vermeyi reddedip Asrın'a döndüm. "Çok yoruldum, içeri girebilir miyiz?"

Asrın oturduğum banktan beni kaldırdığında, koluma girerek yürümeme yardımcı oldu. Yağız'ın yanından geçtiğimiz sırada gürleyen gökyüzü ile yine irkildim ancak bu sefer kimseye sığınmak gibi bir şey yapmadım. Yavaş adımlarla içeri girdiğimizde yağmurun başladığını duydum. Yağmur sesiyle her zaman huzurlu uyurdum. Bu karışıklık ve ayakta durmuş olmak beni yormuştu. Güzel bir uyku için Asrın'ın beni odama götürmesine ve yatağıma yatırmasına izin verdim. Ardından bana yeni bir serum taktı ve içinde ağrı kesici olduğu için daha rahat uyuyacağımı söyledi. Tüm bunları yaparken şu iki günde her zaman olduğundan daha sakin ve sessizdi. Bunun Leyla'nın gelişi ile alakalı olduğunu anlamak için çok zeki olmaya gerek yoktu. Ancak bunları düşünemeyecek kadar yorgun hissediyordum. Yağmurun sesi ve kanıma karışan serum ile kendimi uykunun kollarına bıraktım.

***

Battaniyemi düzeltirken, Kader ablanın yastığımı düzelmek için yaptığı tuhaf hareketleri durdurmak adına eline tuttum.

"Yeter Kader abla, sabahtan beri kaçıncı yastık düzeltişin bu." Kader abla sahte bir kızgınlık ile geriye çekildi. "Aman! Sana yardım edende kabahat." Melis halimize kıkırdarken, ona göz kırptım.

Hastanede geçen iki haftanın ardından Yağız'a ve Asrın'a yalvarmamın sonucu olarak sabah eve gelmiştim. Daha doğrusu, ben hastanedeyken kaldıkları şehir dışındaki dağ evlerini andıran eve. Ev hem çok salaş hem de çok güzeldi. Diğer ev göre küçük ama benim için hala oldukça büyüktü. Beren beni gördüğünde kucağıma gelmiş saatlerce kucağımdan inmemişti. Onu özlediğim için de bende o kucağımda uyuyakalana kadar ağlamıştım. Melis ve Kader abla da bu halimize bakıp ağlamıştılardı. Yağız en sonunda evindeki bütün kadınlar ağladığı için evden kaçar gibi uzaklaşmıştı.

Şimdi salonda Melis ve Beren ile beraberdim. Rahat ve geniş koltuğa hazırlanan yatağım ile oldukça rahattım. Asrın ameliyat sırasında çok fazla kan kaybettiğimi söylediği için Kader abla durmadan elinde kan yapıcı olduğunu iddaa ettiği yiyecek ve içecekler ile geliyordu.

Yağız ile aramız daha iyiydi. Kavga etmeyi bırakmıştık. Ve beni sorgulaması da bitmişti. Aslında tuhaf hissediyordum. Sadece bir aya yakın kısa bir zamanda yaşadıklarım gerçekten akıl alacak gibi değildi. Sanki biri benim hayatımı yaşıyordu ve ben de uzaktan izliyordum. Kendi hayatıma müdahale edemiyor gibi, artık her şeyi oluruna bırakmıştım.

Leyla'yı ise o gün hastaneye geldiğinden beri görmemiştim. O gün bana tekrar gözükmeden gitmişti. Eve geldiğimde de Leyla'nın kısa bir süreliğine gittiğini duymuştum ve açıkcası bu beni mutlu etmişti. Onun bakışları ve imalı sözlerinden rahatsız oluyordum.

Yağız'ın sesini duyunca, düşüncelerimden ayrılıp kafamı kaldırdım. Üzerindeki ceketi koltuğa atarken, göz göze geldik ve gülümsedi.

"Nasılsın?"

Kader ablaya ve Melis'e aldırmadan benimle konuşması beni biraz utandırsada, belli etmemek için uğraştım.

"Çok daha iyiyim, Kader abla bana iyi bakıyor." Yağız onları yeni fark ediyormuş gibi bakışlarını odada gezdirdi.

Ardından yerde oyuncakları ile oynayan Beren'e doğru eğildi ve saçlarına bir öpücük kondurdu. Beren'e karşı merhametli ve sevecen olması hoşuma gidiyordu. En azından artık ona zarar vermeyeceğinden emindim. Ben evde değilken bile Beren'e çok dikkat etmiş onu gerçekten korumuştu. Hastane de geçen iki haftamın arasında Yağız ara sıra eve gidiyor, Beren'i kontrol ediyordu. Beren'e Kader abla ve Melis bakmışlardı. Ve tabii bir de Selçuk. Tanrım, kızımın başından ayrılmadığını duyduğumda şok geçirmiştim. Ancak Melis'in söylediğine göre Selçuk gerçekten Beren'in üzerine titremişti.

Yağız üzerini değiştirmek için odadan ayrılırken, Melis hafifçe esnedi.

"Ben uyusam olur mu? Sabah çok erken kalktım." Saate baktığımda neredeyse gece yarısına yaklaştığını gördüm. Melis'e gülümserken, kafamı salladım. "Tabii ki olur canım, uyu sen. Çok yoruldunuz zaten."

Melis hastaneden geldiğimde yaklaşık on dakika kadar ağlayıp bana sarılmıştı. Ah, o kadar duygu dolu ve iyi kalpli biriydi ki. O an daha iyi anlamıştım, onu öz kardeşim gibi sevmiştim kısacık zamanda. Bu evde bana ilk andan beri iyi davranan tek insandı. Tabii bir de Kader abla vardı. Eve geleceğim gün çeşit çeşit yemekler yapmış, içeri girer girmez bir de onun ağlayışlarını dinlemiştim. Kısa zamanda bu insanların kalbinde yer etmiş olmam güzeldi. İkisi de kızımla ilgilenmiş, ona yokluğumu hissettirmemek için çok uğraşmışlardı.

"Beren bu gecede benimle uyusa olmaz mı?" Beren ben hastanedeyken geceleri Melis ile uyumaya alışmıştı, anlaşılan Melis'te ona.

"Olur, sen rahatsız olmayacaksan eğer." dedim ancak sesim biraz kararsız çıkmıştı.

Kocaman gülümsedi ve "Merak etme sadece bir gecelik." dediğinde bende ona gülümsedim. Kader ablanın yardımı ile odadan ayrıldılar. Hemen arkalarından Yağız odaya geldi. Üzerinde yine siyah bir tişört vardı. Altına giydiği gri eşofman ise her an belinden aşağıya düşecekmiş gibi duruyordu. Onu izlemeyi kesip, bakışlarımı ondan çektim.

"Uykun geldi mi?" Kafamı sağa sola salladım. "Hayır." İki haftadır o kadar çok uyumuştum ki, uyumaktan sıkılmıştım.

Yerinden kalkıp televizyona doğru ilerledi. "Film izlemek ister misin?" Teklifi cazip geldiği için onu onayladım. "Patlamış mısır olmadan tadı çıkmaz ama," Dedim gülerek.

"Peki o halde, ben mısırları patlatırken sen de filmi seç bakalım." Yağız'ı mutfakta herhangi bir şey yapabiliyor olması beni şaşırtırken, o çoktan mutfağa gitmişti bile.

Kucağıma bıraktığı film kutusunu karıştırıp, içinden güzel olduğunu tahmin ettiğim bir filmi çıkardım. Filmlerin yarısı aksiyon yarısı romantik komediydi ve buradan Melis'in ve Yağız'ın zevkleri ortaya çıkıyordu. Gerçi Yağız'ın aksiyon sevmesi çokta entresan değildi. Yağız'la sıradan bir akşam geçirecek olmama, hatta onunla herhangi bir akşam geçiriyor olmama inanamıyordum. Yağız'ın bize karşı yumuşamış olduğunu artık apaçık görebiliyordum.

Yağız kısa bir süre sonra elinde mısır dolu kase ile gelip ayak ucuma oturunca, bacaklarımı yavaşca toparlayıp ona daha fazla yer açtım. Mısır kasesini ortamıza koydu ve seçtiğim filmi başlattı. Sonra birden filmi durdurdu hızlı adımlarla odadan çıktı ve bir kaç saniye sonra elinde bir bardak su ve ilaçlarım ile geri döndü.

"İlaçlarını unutma." dedi bardağı bana uzatırken. Şaşkınlıkla gülümsedim, "Teşekkür ederim."

"Teşekkür etme." dediğinde kafamı sallayarak gülümsedim. İlacı içtikten sonra filmi yeniden başlattı ve ikimizde sessizce filmi izlemeye başladık.

Filmin ortalarında, ilaçlar sayesinde bastıran uykumun esiri olarak biraz daha koltukta yayıldım ve başımı koltuğa yaslayıp kapanmaya direnen gözlerimi serbest bıraktım.

Yüzümde hissettiğim el ile, kafam sert koltuk sırtından sıcak bir zemine yerleşti. Gözlerimi açamazken, bir kaç şey mırıldanıp yeniden uykuma geri döndüm. Olduğum yerden fazlasıyla memnundum.

***

Gün ışığının tatlı sıcaklığı yüzümü ısıtırken, hafifçe yerimde kıpırdanıp gözlerimi araladım. Aynı anda yoğun bir şekilde gözlerime hücum eden güneş ile ellerimi gözlerime siper ettim. Gözlerimi bir kaç kez ovalayıp, ellerimi yüzümden çektiğimde, gördüğüm ilk şey, Yağız'ın yüzü oldu.

Hafifçe irkilirken, çatılan kaşlarım ile hızla bulunduğumuz duruma baktım. Yağız, koltukta oturur pozisyonda, kafasını koltuğa yaslı uyuyordu. Bense neredeyse Yağız'ın göğsünün üzerine uzanmış vaziyetteydim. Yağız bir kolu sırtımda yaramın biraz altında, diğeri göğsünün üzerinde duruyordu.

Şaşkınlık ve utanç duygusu ile alt dudağımı hafifçe ısırdım ve olduğum yerde dikleşerek Yağız'ın yüzüne doğru baktım. Dün gece için hatırladığım tek şey, film izliyor olduğumuzdu. Ne ara uyuduğumu ve ne ara bu pozisyona ulaştığımızı bilmiyordum. Film izlerken çokta büyük olmayan koltukta mesafeli oturuyorduk.

Yağız'ın hafif aralık duran dudaklarından sızan sıcak nefesi yüzüme vurduğunda, kendi nefesimi bir anlığına tutarak dudaklarına baktım. Ardından bakışlarım çıkık elmacık kemiklerine sonra uzun kirpiklerine ve kirpiklerinin bıraktığı gölgeye kaydı. Her insan uyurken fazlasıyla zararsız ve masum gözükürdü. Bunu biliyordum ya da tahmin edebiliyordum ama Yağız'da bu masumluk oldukça farklı ve güzel duruyordu. Her zaman olduğu o çatık kaşlı halinden kurtulmuş olması, bence daha iyi bir görüntüydü. Fakat, Yağız'ın her an böyle masum ve zararsız gözükmesi onun açısından pekte iyi olmayabilirdi. Sadece bir an, korumasız ve dikkatsiz olmuş olması beni hayatımdan ediyordu. Ve benim yerimde o da olabilirdi.

Onunla konuşmam gerektiğinin farkındaydım. O gece anlattığı şeyler yüzünden, ona bakış açım tamamen değişmişti. Mecbur bırakıldığı kirli bir hayatı yaşarken, hem güçlü hem de iyi bir adam olarak kalmak istiyordu. Bu mümkün müydü?

"Uyurken fazla yakışıklı gözüktüğümden bahsetmişlerdi. Demek ki doğruymuş."

Bir an duyduğum ses ile, irkilerek geriye kaçtım ve ani hareketim sırtımdaki yaranın sızlamasına neden oldu. Yüzümü buruştururken, yerinden hızla doğrulan Yağız zaten sırtımda olan eli ile tişörtümün üzerinden yaramı okşadı.

"Hey, hey korkma! Sadece şaka yapmak istedim. İyi misin?" Endişeli ve panik kokan sesi yüzüme çarpınca kafamı belli belirsiz salladım ve kollarının arasından çıkarak ondan uzaklaştım. Sıcak bedeninin eksikliğini vururcasına titreyen bedenimi kollarımla sardım ve yüzüne doğru baktım.

"Şey, uyuyakalmışız."

Kafasını sallarken, hafifçe kollarını yukarıya doğru kaldırarak gerindi. Aynı anda yukarı doğru çekilen tişörtünden gözüken tenini görünce nefesim hızlandı. Tişörtü, izlediğim tenini yeniden örttüğünde hemen gözlerimi kaçırdım ancak yakalandığımı biliyordum. Utançla kafamı öne eğerken, üzerimdeki örtünün püsküllerini düzelttim.

Yağız ayaklanıp odadan çıkarken, başımı kaldırıp gidişini izledim. Kapıdan çıktıktan bir kaç saniye sonra elinde tuttuğu tişört ile yeniden odaya girdiğinde şaşkınlık ile ağzım hafifçe aralandı ve gözlerim kocaman açıldı. Tişörtünü çıkarmıştı ve altındaki eşofman dışında çıplak sayılırdı. Vücudu tüm ihtişamı ile karşımda iken, az önce küçücük bir kısmı gözüken tenini şimdi karşımda rahatça sergiliyordu. Tam göğsünün üzerindeki bir dövme vardı. Anlamını bilmiyordum, garip bir şekildi bir yıldızı andırıyordu fakat benim dikkatimi çeken şey dövmesinden çok vücudunda bulunan izlerdi. Sanki büyük bir bıçakla vücuduna büyük ve derin çizgiler çizilmiş gibiydi.


Vücudunun kalanını inceleyemeden Yağız konuştu.

"Ben duşa gireceğim, Kader hanım kalkmıştır. İstersen seni kızların odasına götüreyim?"

"Ger-" Şaşkınlığım yüzünden hafifçe incelen sesimi düzeltmek adına öksürdükten sonra devam ettim. "Gerek yok, ben hallederim. Sen duşunu al, yani tişörtünü de çıkarmışsın. Yani bu normal tabii ki, sonuçta tişört ile duş alınmaz ama orta yerde çıkardığına göre- ah evet sen duşunu al. Ben de çenemi kapayayım." Son cümlemi kısık ses ile söyledikten sonra utanç ile alt dudağımı ısırdım ve Yağız'ın az önce saçmaladığım şeyler yüzünden gülümseyen suratına baktım. Tek kaşını kaldırarak elindeki tişörtü salladı ve yeniden gülümseyerek kapıdan çıktı. Elimi alnıma sertçe vururken, kendimi koltukta yavaşça geriye doğru bıraktım. Ah, gerçekten harika bir sabahtı!

***

"Günaydın." dedim yerime geçerken. Yağız gittikten sonra bende kalkmış, zorlansam da beni rahatlatan bir duş almıştım. Dikişlerimi gizleyen sargı bezlerini değiştirip, Asrın'ın öğrettiği gibi pansuman yaptığımda kendimi biraz daha iyi hissediyordum. Ardından herkesin çoktan kurulduğu kahvaltı sofrasında yerimi alabilmiştim. Beren'in bir mama sandalyesinde oturduğunu gördüğümde kaşlarım hayretle kalktı. Yağız'ın bu kadar detaylı düşünüyor olması, enteresandı.

"Günaydın Deren." Melis'e gülümserken, Yağız'a kaçamak bir bakış attım.

Elindeki kupadan bir yudum aldıktan sonra, bakışları beni bulunca yeniden yakalanmış olmanın utangaçlığı ile kafamı hızla çevirerek masada duran yiyeceklerden bazılarını Beren'in tabağına koymaya başladım. Dişleri çıktığı için fazla huysuzdu, üstelik benden uzak kalması ikimize de pek iyi gelmemişti. Eğilip yanağından öptüğümde, gülümseyerek bana baktı. Yeniden eğilip burnunu öptüm ve kıkırdağında, Yağız'ın güldüğünü duydum. Kafamı kaldırdığımda, Beren'e bakarak gülümsüyordu.

"Deren?" Adımın seslenilmesi ile kafamı kaldırarak Yağız'a baktım. "Efendim?"

"Yaranda ya da dikişlerde herhangi bir sorun var mı? Ağrın falan?" Tam gözlerimin içine bakan mavi gözlerine bakarken, kafamı salladım.

"Zorlamadığım sürece bir sıkınt-"

"Günaydın!" Cümlemi yarıda kesen sesin geldiği yöne doğru döndüğümde, her zamanki güzelliği ve havalı hali ile gülümseyerek bize doğru yaklaşan Leyla'yı gördüm. Yeniden Yağız'a döndüğümde, bana bakarak hafifçe gülümsedi ve gözlerimi bir kez kapatıp açtı. Ne demek istediğini anlamasam da, yine de ona gülümseyerek karşılık verdim.

"Günaydın Leyla." Melis'in karşılık vermesi ile Leyla ona doğru öpücük attı ve Yağız'ın yanına doğru gelip yanağına küçük bir öpücük kondurdu.

"Nasılsın Yağız?" Yağız hafifçe gülümseyip kendini geri çekti. "Hoşgeldin Leyla."

Leyla sandalyelerden birine otururken, bana bakarak samimi olduğuna emin olduğum bir gülümseme gönderdi. "Nasılsın Deren? Eve geri dönebilmiş olmana çok sevindim." Samimiyetine mi, yoksa söylediği şeylere mi şaşırmalıydım? Cevap vermek yerine aynı şekilde gülümsemeyi tercih ettim. Leyla hafifçe öksürdü. "Yağız konuşmamız gereken şeyler var. Dosyalar ile alakalı." Yağız'ın keyifli yüzü sinirli bir hal alırken kafasını sallayıp yerinden kalktı. Leyla'da onu taklit etti ve kısa sürede evin içine girdiler. Neler dönüyordu?

***

Beren'i küvetten çıkarıp havluya sardığımda, huysuzca kıpırdandı. "Anne," deyip ıslak yüzünü yüzüme sürttüğünde küçük bir kahkaha attım. "Bebeğim, güzel kızım." dediğimde küçük kollarını bana doladı. Tombul yanaklarına birer öpücük kondurdum. Her banyo zamanı, saatlerce suyun içinde kalmak isteyen bir bebeğe sahiptim. Eğilip küvetin tıpasını çıkardım ve suyun üzerinde yüzen ördekleri kenara bıraktım. Banyodan çıktığımda, Yağız'ı yatağın üzerinde otururken gördüm. Geldiğimi fark edince gülümsedi.

"Biraz daha çıkmasaydınız ben gelecektim, bu ufaklığın bir balıktan farkı yok." Hafifçe kıkırdayıp Beren'i yatağın üzerine bıraktım.

"Kader hanım yardım etseydi, neden zorladın kendini?"

"İyiyim Yağız. Kızımdan yeteri kadar ayrı kaldım zaten, çok küçük olsa da bunun farkında. " kafasını sallayarak Beren'in ıslak saçlarını okşadı. Beren ona öndeki minik dişlerini göstererek Yağız'a güldü ve eğilip elini ısırmaya çalıştı. Gözlerim kocaman açılırken, yüksek sesle kahkaha attım. Yağız'da gülerek Beren'in ağzından elini kurtardı ve bana döndü.

"Elimi mi ısırdı o?"

Kahkaha atarak kafamı salladım. "Evet."

Yağız gülümseyerek kafasını salladı ve konuştu. "Bugün yurt dışına çıkacağım, muhtemelen bir ya da iki gece kalıp döneceğim. Fakat erteleyebilirim, eğer bir sorun olacaksa?" demek istediği şeyi anladım ve ona güven verircesine gülümsedim. "Hayır sorun olmaz. Sonuçta burada güvendeyiz, sen yeteri kadar işlerini aksattın zaten." Açıkçası ona işlerini aksatma demem saçmaydı. Sonuçta dışarıdan holding sahibi gibi gözüküyor olabilirdi ama asıl işi farklıydı. Gerçek bir kez daha yüzüme çarparken, hafifçe yutkunup gülümsemeyi kestim.

"Pekala, ben geç olmadan hazırlanayım. Selçuk'ta benimle gelecek, bu yüzden koruma sayısını artıracağım. Sizde ben gelene kadar evden ayrılmayın." Kafamı sallayarak onayladığımda, bakışlarını çekemeden yerinden kalktı ve yanımızdan ayrılıp odadan çıktı.

***

"Dediklerimi unutmayın, evden çıkmak yok. Zaten eve herhangi biri de giremez. Tamam mı?" Yağız bininci kez hatırlatmasını da yaptıktan sonra elindeki çantayı kapıdaki adamlardan birine verdi. Ardından sandalyesinde Yağız'ı yolculamak için bekleyen Melis'e doğru eğildi ve alnına uzun bir öpücük bıraktı.

"Görüşürüz ağabey, kendine dikkat et." Yağız kafasını salladıktan sonra Melis'in saçlarını okşayıp doğruldu. Ardından hemen yanında duran Leyla'nın boynuna atlaması ile bir kaç adım geriledi.

"Dikkat et ve gelişmeleri haber vermeyi unutma."

Yağız geri çekildikten sonra cevap verdi. "Olur merak etme." Leyla'nın yanından çekildikten sonra bir kaç adımda karşımdaydı. Hafifçe gülümsediğimde, aynı şekilde karşılık verdi. "Herhangi bir ağrın ya da sıkıntın olursa, kapıdaki adamlara söyle doktora haber versinler. Ayrıca yarın kontrolün vardı ama ben benim geleceğim güne aldırdım haberin olsun."

Söylediği şeylere tek tek kafamı sallayarak onayladım. Kucağımda Beren'i alıp, yanaklarından öptüğünde, Beren anında kafasını Yağız'ın omzuna yasladı. Onlara gülümsediğim de, Yağız'ında bana katıldığını gördüm. Yağız Beren'i yeniden kucağıma verdikten sonra, yeniden yüzüme baktı.

Ona sarılmalı mıydım?

Kesinlikle saçmalıyordum.

Kısa fakat bana uzunca gelen bakışmamızdan sonra ona gülümsediğim de Yağız elini bandajda duran yaralı omzuma koyarak okşadı, ardından gülümseyerek bakışlarını benden ayırdı ve bir kaç adımda kapıya ulaşarak evden ayrıldı.

•••

"Bak bu son kaşık, hadi bebeğim." Beren kafasını geriye doğru çekerek yemek istemediğini belirttiğinde oflayarak kaseyi kenara bıraktım. Son bir haftadır, herkes pek iyi bir ruh halinde değildi.

Yağız bir kaç güne dönerim dediği yurt dışından bir haftadır dönememişti. Bir sorun olduğunun farkındaydım ama ne olduğunu çözemiyordum. Ev sürekli bir hareket içindeydi. Hatta Leyla bile evden çıkmıyor, sürekli Yağız'ın çalışma odasında korumaların getirdiği dosyalar ile bir şeyler yapıyordu.

Durumum bir haftada daha iyiye gitmişti. En azından hareket ederken zorluk çekmiyordum. Yağız ile sadece bir kez, doktor eve geldiğinde konuşma fırsatım olmuştu. Asrın'ın neden gelmediğini sorduğumda bana o yokken Asrın'ın eve giremeyeceğini söylemişti. Sesi çok yorgun be sinirli geliyordu. Sorduğumda ise, işlerin karıştığını söylemişti ve ben de konuşmak için uygun ve istekli olmadığını anlamıştım.

Beni vuran, daha doğrusu Yağız'ı vurmak isteyen adamı ya da adamları bulmuşmuydu merak ediyordum. Korktuğum şey, bu karışıklığın onlar ile ilgili olmasıydı. Yağız'ın birilerini öldürdüğünü ya da zarar verdiğini bilmek ona karşı yumuşayan yönümü yeniden donduruyordu.

Mutfağa girdiğimde, Kader ablanın masada oturup kahve içtiğini gördüm. Beni görünce hafifçe doğruldu, "Sana da yapayım mı?" dedi elindeki fincanı gösterirken. Kafamı sağa sola sallayıp, yanına oturdum.

"Kader abla, sende bir sorun olduğunun farkındasın değil mi?"

Kafasını sallarken, kahvesinden bir yudum aldı. "Evet canım farkındayım, Yağız Bey'in çok sıradan bir hayatı yok. Tek korku-"

Kader ablanın sözünü bölen şey, dışarıdan gelen silah sesleri oldu. Korkuyla yerimden kalkıp salona koştuğumda, Leyla yerde ağlayan Beren'i kucağına alarak bize doğru koştu. Elindeki dosyaları Kader ablanın elime tutuşturup, Beren'i Kader hanıma verdi ve panikle bağırdı.

"Hepiniz alt kattaki odaya girip, kapıyı kilitleyin çabuk!" Leyla'nın konuşması ile Kader abla kucağında ağlayan Beren ile merdivenlere yöneldi. Bir anda patlayan cam ile hepimiz aynı anda bağırarak yere doğru eğildik.

Beklemeden Kader ablaya sarılarak Beren'i korudum ve eğilerek yürüyüp merdivenlere yöneldik.

Geriye baktığımda, Leyla'nın kapıya doğru koştuğunu gördüm. Vakit kaybetmeden Kader ablayı alt kata yönlendirirken, Melis'in odasına gitmek için onlardan ayrıldım.

"Deren nereye gidiyorsun!" Kader ablanın endişe ve korku dolu sesi silah seslerinin arasında kaybolurken elimle Melis'in odasını işaret ettim ve yerde sürünerek odaya ulaştım. Melis yerinden kıpırdayamadığı için korkuyla yatağına sinmiş haldeydi. Beni gördüğünde, yüzündeki endişe biraz olsun giderken ona yardımcı olarak sandalyesine oturmasını sağladım. Ardından odadan çıkmak için kapıya döndüm ve siyah kıyafetli uzun boylu bir adamla karşı karşıya geldim.

Ben korkuyla yerimde kalırken, adam odadan içeriye doğru ilerledi ve tam karşımda durarak beklemeden hızla beni duvara doğru fırlattı. Hızla duvara çarpan omzumun ve sırtımın acısı ile çığlık attığımda, Melis daha da şiddetli ağlamaya başladı ve sandalyesini geriye doğru sürdü.

Adam bir kaç adımda Melis'e ulaşıp onu sandalyeden kaldırdığında, panikle yerimden doğruldum. Adam beni görmemiş gibi, odanın çıkışına yöneldiğinde masanın üzerinde duran vazoyu elime aldım. İçindeki rengarenk çiçekleri umursamadan adamın ensesine doğru savurdum. Bir kaç saniye hareketsizce kalan adam kucağında Melis ile beraber yere yığıldığında, Melis'i kendime doğru çektim. Korkuyla şoka girmiş gibi ağlarken, bende yaptığım şeyin yeni farkına varmış gibiydim.

Ölmüş müydü?

Korkuyla adamın nabzını kontrol ettiğimde, yaşıyor olduğunu anladım. Silah sesleri kesilmişti. Melis'e yardımcı olarak onu odadan çıkardım ve merdivenlere yönlendirdim.

Melis'in fazlasıyla zayıf olması işime yararken, biraz zorlanarak beline sarıldım ve merdivenlerden inmeye başladık. Melis hala ağlarken, gözyaşları sarıldığı boynumu ıslatıyordu.

Merdivenin ortasındayken, Kader abla demir kapılı olan odadan çıkarak bize doğru yöneldi. Daha önce bu odayı görmemiştim. Melis'i indirmeme yardım ederken bir yandan da korkuyla arkasına bakıyordu.

"Deren, iyi misin?"

Demir kapıdan geçerek tek bir pencere bile bulunmayan ve bir kodesi andıran odaya girdiğimizde Melis'i odada bulunan koltuğa yerleştirdik. Kader abla bir yandan ağlarken, bir yandan Beren'i yatıştırmaya çalışıyordu. Leyla'nın verdiği dosyalar ise masanın üzerindeydi. Kader ablaya doğru döndüm.

"Arkamdan kapıyı kilitleyin ve sakın dışarı çıkmayın. Yukarı çıkacağım." Çıkışa yönelirken, bileğimde hissettiğim elle yerimde kaldım.

"Aptallaşma Deren, yukarısı çok tehlikeli!"

"Leyla orada yalnız! Nasıl durabilirim?" Diye bağırdım ona doğru. Evet onu sevmiyor olabilirdim ama bu onu orada bırakıp saklanacağım anlamına gelmezdi. Kader anlamın bir şey söylemesini beklemeden odadan çıktım ve kapıyı kapattıktan sonra bağırdım. "Kilitleyin!"

Kilit sesini duyduktan sonra koşarak merdivenlerden çıktım. Salona baktığımda, gördüğüm görüntü ile şaşkınlık yerimde kaldım.

İçerde üç tane, az önce kafasına vazo ile vurduğum adam gibi iri kıyım adamlar vardı. Asıl tuhaf olanı ise, Leyla'nın onlarla tek başına dövüşüyor olmasıydı. Hareketleri ustaca ve onun gibi zayıf bir bedenden beklenmeyecek şekilde sertti.

Boğazına sarıldığı adamdan destek alarak hemen arkasında bulunan adamın suratına sert bir tekme attı. Ne kadar iyi olursa olsun, üç kişiye karşı tekti. Etrafa beni koruyabilecek bir şey var mı diye bakındığımda, sadece şöminenin yanında duran demir çubukları gördüm.

Elimi birbirine vurarak adamların dikkatini çektiğimde, bir tanesine bana doğru hızlı adımlarla yaklaştı. Leyla önündeki adamı yere serdikten sonra bana baktı ve göz göze geldik. Gözlerindeki şaşkınlığı umursamadan elimi demire doğru uzattım. Fakat koluma aldığım darbe yüzünden elimden kayıp düşmesi uzun sürmedi. Acıyla çığlık attığımda karşımda duran adama baktım. Ben onunla bakışırken, bacağımda hissettiğim acı ile yere yığıldım. Adam acımasızca ikinci tekmesini de kalçama yakın bir yere geçirdiğinde yerde sürünerek ondan uzaklaşmaya çalıştım. Sırtıma vurmasına izin veremezdim. Şu an kolumdaki acı bile bana fazla geliyordu. Eğer bir de sırtıma darbe alırsam acıdan bayılırdım. Kendimi geri çekerek, savunmaya çalıştım. Adam yeniden bana yönelirken, bir anda yerinde kaldı ve sonra eli başına giderek yere yığıldı. Arkasında elinde demirle nefes nefese kalmış Leyla'yı gördüğümde rahatlayarak bir nefes verdim.

Açık kapıdan içeriye giren iki korumayı gördüğümde, yavaşça ayağa kalktım. Karnıma ve bacağıma saplanan ağrılar ile tökezledim. Elim karnıma gittiğinde, bluzumu sıyırarak karnıma baktım. Kızarıklıklar kocaman bir şekilde karnımı kaplamıştı.

Salonda üç, Melis'in odasında bir ve bahçede kim bilir kaç tane baygın ya da ölü adam vardı. "Leyla hanım iyi misiniz? Diğer herkes güvende mi?"

Leyla sinirle soludu. "Nasıl dikkat etmezsiniz? Ya burada olmasıydım, bizden birine bir şey olsaydı. Ya o dosyalara ulaşsalardı?"

Koruma konuşmak için ağzını açtığında Leyla elini kaldırarak onu susturdu. "Kes! Yağız geldiğinde ona hesap verirsiniz."

Ardından bana dönerek, "Dosyalar aşağıda değil mi?" Dedi. Girdiğim şoku atlatamadığım için duraksadım ve cevap veremedim.

"Deren! Cevap ver!" Leyla bağırdığında hızla kafamı salladım. "O dosyalar da ne? Onun için mi terör estirdiler bu evde?" Leyla beni umursamadan merdivenlere yönelince aksayarak peşinden ilerleyip kolundan tutarak durdurdum. "Sana söylüyorum! Nasıl öyle dövüşebildin? Kim o adamlar!"

"Bana sakın bağırma." Sinirle soluğunda ona bir adım daha attım. "Az önce neler olduğunun farkındasın değil mi?" dedim öfkeyle. "Az kalsın kızıma, Melis'e, evdeki herkese zarar vereceklerdi. Bana her şeyi anlatacaksın!" diye bağırdığımda üzerime yürüdü ve bandajlı kolumu sertçe tutarak konuştu. Dikişli yerime aldığım darbe ve şimdi de Leyla'nın sert tutuşu ile kolumdaki acı daha da artmıştı. Yine de acıyla inlememek için kendimi tuttum.

"Basit bir yardımcı için fazla meraklısın. Sesinin çok çıkıyor olması Yağız'ın sana iyi davranmasına mı borçluyuz? Hatırlatayım, Yağız önüne atladığın için sana kendini borçlu hissediyor. Eğer iyi davranıyor, sesini çıkarmıyorsa hepsi vicdanından. Ancak vicdan konusunda ona pek güvenme derim." Cevap vermemi beklemeden aşağıya inince, bende peşine takıldım. Ancak bacağıma aldığım darbeden dolayı ondan daha yavaştım.

"Yağız ne zaman gelecek peki?"

"Bilmiyorum, çoktan haberi olmuştur bile. Hatta yalnız da gelmeyecektir."

Biri şu kadına şifreli konuşmalarından hiçbir şey anlamadığımı söylemeliydi.

Kapıyı vurduğunda, içeriden küçük bir çığlık geldi. Bizi o adamlardan biri sanmışlardı. "Biziz, açabilirisin." Diye seslendim. Bir kaç saniye sonra kapı açıldı.

İçeriye geçip Kader ablanın kucağında ağlamaktan gözleri kızarmış ve dudaklarını büzmüş Beren'i hızla kucağıma alıp sarıldım. Ardından korkuyla koltukta oturan Melis'in yanına oturup tek kolumu omzuma attım.

"Gittiler değil mi?" Melis'in ağlamaktan kısılmış sesiyle konuşmasına iç çektim.

"Gittiler canım korkma. Güvendeyiz." Melis hıçkırdığında, onu göğsüme doğru çekerek sarıldım. Beren'de sanki anlamış gibi bir elini Melis'in ıslanmış yanağına koydu.

"A-abim ne za-zaman gelecek?"

"Bilmiyorum canım, hadi toparla kendini abini arayalım olur mu?" Melis kafasını sallayıp, yüzünü sildi.

Kafamı çevirdiğimde, Leyla'nın elindeki dosyalar ile odadan çıktığını gördüm.

"O dosya neyin nesi?" Melis'in sorusuna omuz silktim.

"Bilmiyorum ama öğreneceğim."

***

Her yerim ağrıyordu. Sırtımda, kalçamda, karnımda, kolumda ve bacağımda morluklar vardı. Dikiş yerim acıyordu. Kısacası tüm vücudum hasar içindeydi. Kendimi fazlasıyla zorlamıştım. Karşımdaki koltukta benden daha canlı ve az hasarla kurtulan Leyla oturuyordu. Bakışları halının üzerine kilitlenmişti ancak nereye baktığının farkında olduğunu sanmıyordum. Fazlasıyla dalgın ve düşünceliydi.

"Leyla bana anlatacak mısın? O dosyalarda ne gizli? Bu adamlar kim?"

"Sana bunu anlatacağımı düşündüren ne?" diye sordu öfke ile. "Seni kurtardım, yardım ettim. Üstelik bu işe gereğinden fazla bulaşmış durmuyor muyum? Beni vuran adamlarda bunlardı değil mi?" dediğimde

Derin bir nefes verirken, zaman kazanmaya çalışıyor gibiydi. "Evet ama yine de sana hiçbir şey anlatamam bu doğru de-"

"Leyla," sözünü sert bir çıkışla kessem de, devamını oldukça sakin getirmiştim. "Artık doğru ya da yanlış yol farkında mısın? Resmen bu hayatın içine dahil oldum. Bir şeyleri bilmeye ihtiyacım var, her sabah bugün neler olacak diyerek uyanmak pek sağlıklı değil."

Uzun konuşmam ile ikna olmuşa benzeyen Leyla, kafasını salladı. "O dosyaların içinde, hiç kimsenin ulaşmaması gereken bilgiler var." Kaşlarımı çattım. Karışmış aklımla ona baktığımda konuşmasına devam etti.

"Bak, seneler önce bir ilaç bulundu. 25-30 yıl önce belki. Fakat o zamanın şartları yüzünden ilaç ile yeterinde deneyler yapılamadı ve neyse ki etkisi tam olarak anlaşılmadı. İlaç diyorum ama daha doğrusu bir zehir. Amerika'da yaşayan ancak ayak takımını burada tutan güçlü bir adam varmış. Amacı kendi sahip olduğu bir hastalığı ortadan kaldırmak. O ilacı bu yüzden yarattılar. Fakat, kesinliği yoktu. Şimdi yeniden bu işe girdiler. Bu ilacı isteyen o hasta adam öldü ama ilaçtan haberdar olan o kadar çok insan kaldı ki. Şimdi hepsi bu ilacı tam anlamıyla işleve geçirmek için uğraşıyor. İşte bu yüzden bir çok bebek ve yetişkin denek olarak kullanıldı. Bebekler yaşarken, yetişkinler çok geçmeden öldüler. Ve bebeklerin, ne durumda oldukları belli değil. O ilaç bir canavara bile dönüştürebilir. Çünkü sağlıklı bebeklere, daha da güçlenecekleri bir şey enjekte edildi, düşünsene. Kimileri bu ilaca sahip olup zengin olma derdindeydi kimisi de onu ortadan kaldırıp daha büyük zararları önlemeyi istedi. Onlardan biri de Yağız'ın babası Tahsin amca. Daha sonra Tahsin amca yanına bir çok güçlü adam topladı. Ancak onlardan bazılarına amacının o ilacı yok etmek olduğundan bahsetmedi, onlarda kendine bir pay düşeceğini sanarak Tahsin amcaya yardım etti." Dudaklarını ıslatıp, derin bir nefes aldı. Ardından konuşmasına devam etti. Bense şaşkınlıkla duyduklarımı anlamaya çalışıyordum.

"Çok uzun uğraşlar sonucu yerlerini öğrendiler, deneylerin yapıldığı yer basıldı. Bebekler kurtarıldı ve formüllerin yazıldığı her belge ortadan kaldırıldı. Bu işin içindeki kandırılan bir kaç kişi o günden beri Tahsin amcanın sakladığı o belgelere ulaşmaya çalışıyor. İş sadece burada değil, dünyanın bir çok ülkesinde çok önemliydi. O dosyada o belgelerin yerleri hakkında bilgiler var. Asıl dosyaların yerini ise sadece Yağız ve bir kaç kişi biliyor. Onlar da güvenilir tek dostlarımız."

Şaşkınlık ile açılan gözlerimi, kendime gelmek amacıyla bir kaç kez kırpıştırdım. Ah, bu...bu çok korkunç bir şeydi. Onlarca insan ölmüştü, herkesi tehlike altına alan bir ilaç yaratılmıştı. Küçücük bebekler kullanılmıştı. Tahammül edilecek bir şey değildi. Konuşmak istiyordum ancak dudaklarımı aralayamıyordum bile.

"Leyla ben- yani ben çok şaşkınım yani bunlar çok korkunç ve imkansız geliyor."

Leyla hafifçe gülümsedi. "Ama gerçek bunlar. Bu belgeler çok az kişinin koruması altında. Bunlardan biri biziz, yani Yağız. Diğerleri Amerika'da yaşayan ya da yanına yaklaşılması güç insanlar. Yağız'ın burada olmaması ya da bir anlık dalgınlığı onlara cesaret vermiş olmalı."

Şaşkınlıkla gözlerim açıldı. "Ne? Yani beni vuranlar-"

"Evet seni vuranlar onlardı."

Derin bir nefes alarak, ağrıyan başımı ovuşturdum. "Peki ne olacak? Sürekli böyle hamle yapmalarını bekleyeceksiniz?"

"Hayır. Yağız bu yüzden gitti. David ve bir kaç kişiyi buraya getirecek. Köklerini kazımaları çok sürmez." Leyla'nın kendinden emin ve sakince verdiği cevaplara şaşırıyordum. Nasıl böyle rahattı?

"David'de kim?" diye sordum. "David o güvendiğimiz dostlarımızın en iyisi."

"Senin rolün ne peki?"

Kısık sesi bir kahkaha attı. "Yağız'la çocukluğumuz beraber geçti Deren. Çünkü, babalarımız arkadaştı. İş arkadaşı." İş arkadaşı kısmına vurgu yapmıştı. "Yani ben çocukluğumdan beri bu işlerin içindeyim. Tek çocuk olmuş olmanın yan etkileri işte, annenin prensesi, babanın tehlikeli varisi oluyorsun."

Başımı sağa sola salladım. "Bu kadarı bana fazla. Böyle hayat mı olur? Bu çok korkunç." Omuz silkip ayaklandı. "Seçme şansımız yoktu Deren. Ne Yağız'ın ne de benim. Bu hayatta, seçimler senin elinde olmuyor. Her neyse, bu kadar sohbet yeter, dışarıyı kolaçan edeceğim."

Leyla konuşmak istediğini açıkça belli ederek, evden ayrıldığında kendimi koltuğa bırakarak tavanı izledim bir süre bomboş. Leyla'yı bambaşka biri olarak hayal etmiştim. Asla aptal ama güzel olan kadınlara benzemiyordu. Fakat bu kadar sert ve cesur birisi olduğunu görmek şaşkınlık vericiydi. Babasından bahsederken gözleri başka, sözleri başka şeylerden bahsediyor gibiydi. Tıpkı Yağız'a benziyordu. Hayatı acı ve mecburiyet ile geçmişti. O da Yağız gibi, istemediği bir hayatın içinde doğmuştu.

Melis'e bakmak için, hafifçe yattığım yerden doğruldum ve ayağa kalktım. Topallayarak Melis'in odasına vardığımda, Beren ile aynı yatakta yattığını gördüm. Hepsi çok korkmuştu. Kader abla neye uğradığını şaşırmış vaziyetteydi. Melis ise uyuyana kadar sürekli ağlamış ve yaşadığı şoktan kurtulmaya çalışmıştı. Beren bile çok fazla etkilenmiş ve korkmuştu. Kucağımdan bir an olsun inmemişti. Hepimiz hasarlıydık, korkmuştuk.

Saate baktığımda, gece yarısını çoktan geçtiğini gördüm. Yorgunluğumu ancak uyuyarak atabilirdim. Vakit kaybetmeden salona geri döndüm ve koltuğun üzerinde rahat bir pozisyon alarak uykuya teslim oldum.

•••

Omuzumda hissettiğim, küçük baskı ile hafifçe mırıldanarak kıpırdandım. Uyanmak istemiyordum, sanki tüm bedenim ağrıdan ölüyor gibiydi.

"Deren, uyan." Tanıdık ses zihnime süzüldüğünde, hızla gözlerimi açarak tam karşımda duran Yağız'ı gördüm.

Gelmişti.

"Yağız!" Yağız'ın ismini sevinç ve rahatlık ile söylerken, aynı anda boynuna sarmıştım kollarımı.

Bir kaç saniye sonra, onunda ellerini belimde hissettiğimde yaptığım şeyin farkına yeni varmıştım.

Sarılmıştık. Hayır, hayır. Ona sarılmıştım! Ben ona sarılmıştım.

Hızla ve utançla kendimi geri çektiğimde salondaki iki erkeğin ve Leyla'nın bizi izlediğini gördüm. Rezillik. Rezillik ve rezillik.

"İyi misin?" Yağız'ın sesi ile kızarmış yüzümü ona çevirdim. "Şe-şey evet, sanırım."

"İyi olduğunu sanmıyorum, dayak yedi çünkü." Leyla'nın alaylı sözlerine karşılık kaşlarımı çatarak ona baktım. "Kes sesini."

"Bir saniye, dayak mı yedin?" Yağız'ın sinirli sesine karşılık hafifçe gülümsedim. "Eh...yani...biraz. Leyla'nın kıçını kurtardım!" Yine dikkat etmeden öylece söylediğim kelime ile hafifçe dudaklarımı ısırırken, biraz daha kızararak kafamı eğdim. Salonda bulanan erkeklerden bir tanesi kıkırdarken, diğeri anlamaz gözler ile bizi izliyordu.

"Nasıl bu kadar dikkatsiz olursun? Birilerini kurtarmak sende alışkanlık haline gelmiş gibi."

Yağız'ın öfkeli sözlerine karşılık kaşlarımı çattım, "Bence benim morarmış bir yerlerimden çok daha önemli işleriniz var. Dosyalar, belgeler, formüller gibi."

Yağız bir kez daha şaşırken, Leyla'ya döndü. "Bunu ona nasıl anlatırsın. Her bilen kişi için, bir kişi fazla tehlikedeyiz demektir."
"Bunu bir de ona söyle. Yeter artık, çocuk gibi azarlama beni. Nelerle uğraşıyorum farkında mısın?"

Leyla'nın anı çıkışına karşılık Yağız sinirle elleri ile yüzünü ovuşturdu.
"Sadece..." yüksek çıkan sesini kontrol altına almak ister gibi bekledi. "Sadece biraz uzak kaldım ve her şey birbirine girdi. Evim basıldı, kapıya diktiğim onca koruma aptal birer oyuncak askere dönüştü ve evdeki kadınlar kendilerinin iki katı adamlar ile dövüşmüşler, harika."

"Melis'e saldırdı, onu kaçıracaktı, ne yapsaydım izlese miydim!"

Yağız sinirle ayağa fırlarken, en başta söylemem gereken şeyi sona sakladığım için kendime kızıyordum.

"Ne demek Melis'e saldırdı? İyi mi o? Nerede, odasında mı?" Yağız hızla Melis'in odasına doğru yönelirken, koltuktan fırlayıp koluna yapıştım. "Uyuyor ve iyi. Sadece korktu. Zaten zar zor uyudu, onu uyandırma. Beren'de onunla uyuyor." Yağız yatışmak istercesine bir nefes vererek yine yüzünü ovuşturdu. "Pekala tamam. Tamam sakinim. Beren iyi mi? Kader hanım?"

Kafamı salladım, "Hepimiz iyiyiz. Rahatla."

Yağız hafifçe güldü, "Bu benim için ne kadar zor bilemezsin." Ona cevap verecekken, başka biri konuştu.

"Dostum, herşey yolundaysa artık işe koyulsak?" Bu siyahi olan adamdı. İngilizce'yi bu kadar iyi biliyor olmama ilk kez sevindim. Adam oldukça hızlı konuşuyordu.

"Pekala, siz yukarıya çıkın. Birazdan geliyorum."

Hepsi onaylarak salondan çıktıklarında arkalarından onlara bakıyordum. David denilen bu adamdı, tahmin edebilmiştim. Peki diğeri kimdi? Bunu Yağız'a sormak için döndüğümde, o benden önce davranmıştı.

"Gidiyorsun."

"Hı?"

"Gidiyorsun diyorum. Artık daha fazla kalmak zorunda değilsin. Sana güveniyorum ve daha fazla tehlike altında kalmanı istemiyorum. Bundan sonra karşına çıkmayacağım. Sizi evlerden birine göndereceğim korumalar yanınızda kalsın, zaten çevremde olmadığın sürece tehlikede olmazsın. İstediğin kadar orada kalabilirsin."

Şaşkınlık ile Yağız'a bakıyordum. Ah, bunu beklemiyordum. Yani öylece bırakıyor muydu? Bundan sonra bir evde tutsak kalmak, tehdit altında durmak yok muydu? Peki burada tanıyıp sevdiğim insanlar ne olacaktı? Öğrendiklerim ve gördüklerim ne olacaktı? Hepsine veda edip, göz mü yumacaktım?

Cevap vermediğimi görünce, daha fazla beklemeden kapıya yönelen Yağız'ın arkasından bir kaç adım atarak, ikimizide şaşkına çeviren cümleyi söyledim.

"Hayır, burada kalacağım."

Continue Reading

You'll Also Like

5.8M 272K 58
"Küçük bir kız çocuğu gibisin." Soğuğun içime ilmek ilmek işlemesi gecenin ayazından değildi, onun buz gibi sözlerinden ürpermiştim. Gök yüzünde bizi...
Derin By Betül

Short Story

966K 44.1K 42
Kafamı ellerimin arasına alıp kendimi öne doğru eğmiş az önce yaşananları algılamaya çalışıyordum. Bu olamazdı, hayır hayır hayır yine sokakta bir y...
27.3K 1.8K 16
Gece yarısı uyanmalarımda bile özledim seni. Hangi duvara baksam sen, hangi boşluğa dalsam sen gibi. Seni özlemek; Senden gayrısını duymayacak ama, S...
12.8M 282K 32
(Eski Adı: Beşik Kertmesi) İnsanın kaderi ne zaman yazılmaya başlar? İnsanın kaderi kaç kez yazılır? İnsan kaderini değiştirebilir mi? Melek ve Yiğit...