KAYBOLMUŞ RUHLAR SARAYI (Tama...

By DilaraKeskin2

613K 41.7K 52.5K

"Savaşın ortasında doğan kaç çocuğun seçim şansı vardır ki?" İki düşman aile, iki düşman ülke: Zirakov ve Sen... More

BÖLÜM BİR: Ölüme Yolculuk
BÖLÜM İKİ: İrina'nın Kızı
BÖLÜM ÜÇ: Kanlı Oda
BÖLÜM DÖRT: Taht Oyunları
BÖLÜM BEŞ: Havada Çarpışan Kılıçlar
BÖLÜM ALTI: Son Akşam Yemeği
BÖLÜM YEDİ: SADAKAT
BÖLÜM SEKİZ: Aşk ve Güç
BÖLÜM DOKUZ: Beklenen Misafirler
BÖLÜM ON: Kaderin Kırmızı İpliği
BÖLÜM ON BİR: Gözyaşları
BÖLÜM ON İKİ: Korkunç Tiyatro Gecesi
On Üçüncü ve On Dördüncü Bölümler
BÖLÜM ON BEŞ: Veliaht
Kaybolmuş Ruhlar Sarayı Serisi
BÖLÜM ON ALTI: Cadının Kehaneti
BÖLÜM ON YEDİ: Deniz Kızı
BÖLÜM ON SEKİZ: Kalp Kırıklıkları ve Ölen Kelebekler
BÖLÜM ON DOKUZ: Fırtınanın Başlangıcı
BÖLÜM YİRMİ: Vahşetin Sureti
BÖLÜM YİRMİ BİR: Yalanlar ve Aşk
BÖLÜM YİRMİ İKİ: Sevgiyle Yeşeren Umutlar
BÖLÜM YİRMİ ÜÇ: Ortaya Çıkan Gerçekler
Bölüm Yirmi Dört: Geçmişin Yankıları
BÖLÜM YİRMİ BEŞ: Veda
2. Kitap/ Bölüm 1: Zirakov'a Dönüş
2. Kitap/ Bölüm 2: Kâbusun Kalbi
2. Kitap/ Bölüm Üç: Mahşerde Yeşeren Çiçek
2. Kitap/ Bölüm Dört: Yeniden Açan Kırmızı Güller
2. Kitap/ Bölüm Beş: Savaşın Öncesi
2. Kitap/ Bölüm Altı: Karar
2. Kitap/ Bölüm Yedi: Balo Gecesi
2. Kitap/ Bölüm Sekiz: Acının Dansı
2. Kitap/ Bölüm Dokuz: Mahşerde Solan Çiçek
2. Kitap/ Bölüm On: Tehlikeli Sırlar
2. Kitap/ Bölüm On Bir: Eve Dönüş
2. Kitap/ Bölüm On İki: Senteria Sokakları
2. Kitap/ Bölüm On Üç: Tehlikeli Planlar
2. Kitap/ Bölüm On Beş: Çapkın Prens
2. Kitap/ Bölüm On Altı: Denizin Haydutları
2. Kitap/ Bölüm On Yedi: Gerçekler
2. Kitap/ Bölüm On Sekiz: Savaş Çanları
2. Kitap/ Bölüm On Dokuz: Fedakârlık
2. Kitap/ Bölüm Yirmi: Soylu Kanın Bedeli
2. Kitap/ Bölüm Yirmi Bir: Senteria'nın Vârisi
2. Kitap/ Bölüm Yirmi İki: Gerçek Zafer
2. Kitap/ Bölüm Yirmi Üç: Öldükten Sonra Bile
2. Kitap/ Bölüm Yirmi Dört: Ölüm ve Yaşamın Cilvesi
2. Kitap/ Bölüm Yirmi Beş: Savaşın Sonu
2. Kitap/ Bölüm Yirmi Altı: Tutulmamış Sözler
FİNAL

2. Kitap/ Bölüm On Dört: Saray Oyunları

4.3K 355 87
By DilaraKeskin2

"Kollarımda kanlar içinde yatarken, bir insanda bu kadar kanın olduğunu ilk kez fark ediyordum. Sevdiğim kadının derin acısına şahit olmak ve hiçbir şey yapamamak korkunç bir ıstıraptı. Ölümü kucaklamak üzere olmasına rağmen bana çevirdiği buz mavisi gözlerinde hayat buldum. Dudaklarını araladı ama her ne demeyi istiyorsa sesi çıkmadı. Hemen ardından gözünden bir damla yaş şakaklarından süzüldü ve gözlerini son kez kapadı. Gözlerindeki yaşam parıltısının sönüşüyle birlikte benim hayatım da karanlığın esiri oldu."

Vincent yüksek sesle okuduğu kitabı sinirle duvara fırlatınca kendimi tutamayıp bir kahkaha attım. Son bir saati pencerenin önündeki dinlenme koltuğunda oturan Vincent'in bacakları arasında kurulmuş, göğsüne yaslanmış bir vaziyette geçirmiştim. Bir yandan da Vincent'in okuduğu kitabı gözlerimle takip ediyordum.

Gülüşüm sanki onu daha da sinirlendirmiş gibi, "Bir daha asla senin önerdiğin kitapları almayacağım," diye çıkıştı.

Gözlerimi aralarken öfkesine şaşırarak, "Ben ne yaptım ki?" diye sordum. Bir yandan da başımı göğsünden kaldırmadan yan dönüp hafifçe yukarı bakarak gözlerimizi buluşturmuştum.

"Önerdiğin tüm kitaplar kötü sonla bitiyor, Kitana. Artık beni üzmek ve sinirlendirmek için çabaladığını düşünmeye başlayacağım," dediğinde gülmemek için titreyen dudaklarıma yenik düştüm. "Bir de gülüyorsun!"

"Özür dilerim ama sonlarını nereden bilebilirim ki?"

Bir cevap bulamamış olmalıydı ki, "Hayatımda daha aptal karakterler okumamıştım," diye söylenerek konuyu değiştirdi. "Kadın savaşçı değildi ve sırf adamı görebilmek için orduya katıldı. Savaşın ne kadar yıkıcı olacağı hakkında en ufak bir fikri olmayan biri. Orduyla birlikte gitse öleceği, en iyi ihtimalle adama ayak bağı olacağı belli. Neden gidiyorsun? Hayır, kadın salak ama adam ondan da salak. Neden kadın seninle geleceğini söyleyince teşekkür ediyorsun? Kalması için ikna etsene!"

Vincent'le tamamen aynı şeyi düşünmeme rağmen onu daha fazla sinirlendirmek için, "Herkes senin gibi duygusuz değil," dedim. "Bazıları sadık aşık."

"Ben de aşığım, ben de sadığım," diye kendini savundu. "Ama seni ateşlerin içine atmıyorum."

"Demek bana verdiğin değer bu kadar," diye suratımı buruşturdum doğrulurken. "Yazıklar olsun."

Vincent omuzlarımdan tutup kendine doğru çekerek sırtımın tekrar göğsüyle buluşmasına sebep oldu. Kalkmak için gösterdiğim kısa direnişin ardından pes edip tekrar Vincent'in göğsüne başımı yasladığımda ikimiz de gülümsüyorduk. Sonunda gülüşlerimiz durdu ve sadece şöminedeki alevlerin çıtırtılarıyla bozduğu derin bir sessizlik odanın hâkimi oldu. Başımı hafifçe sola çevirip koyulaşmış gökyüzünü süsleyen yıldızları izledim. Vincent'in yumuşak parmak uçları kolumu okşarken gökyüzünden bir yıldızın süzüldüğünü görmemle irkilmem bir oldu.

Bedenimdeki bu küçük değişim Vincent'in dikkatinden kaçmadı. "Ne oldu?" diye merakla sordu.

"Bir yıldız kaydı dilek tut."

Burnunun ucunu saçlarımda hissettikten sonra boğuk sesiyle cevap verdi. "Sanırım ne dilemem gerektiğini biliyorum."

"Öyle mi, nedir o?"

"Tam şu an zamanın, dünyanın durmasını, sonsuza dek kollarımda kalmanı istiyorum."

Vincent'e kıyasla daha inançsız bir insandım ama, "Umarım sen haklısındır da Tanrılar gerçekten bizimledir, Vincent," dedim. "Zira tek bir ömür seni sevmem için yeterli değil. Benim sonsuzluğa ihtiyacım var."

Kolları bedenimi daha sıkı sararken saçlarıma gömdüğü burnundan derin bir nefes aldı. Kendimi güvende ve evimde hissettiğim şu kısacık zaman dilimine daha da sıkı tutunmak isteyerek Vincent'in elini tuttum.

Nasıl ve ne zaman başladığını bilmiyordum fakat şu gerçek açıktı ki, Vincent'e dünyadaki tüm âşıkları kıskandıracak kadar âşık olmuştum.

Sanki zihnimdekileri okuyormuş gibi, "Seni seviyorum," deyince gülümsedim.

Yüz üstü dönüp çenemi Vincent'in göğsüne yerleştirdiğim ellerime yasladım. Dudakları insanın ruhunu okşayan tatlı bir tebessümle hafifçe yukarı kıvrılırken yüzüme düşen bir tutam saçı kulağımın arkasına itti. Gülümsemesi kıyametin içinde açan çiçek gibiydi. Her şey ne kadar kötü giderse gitsin umudun bir yerlerde nefes aldığını haykırıyordu.

Zihnimden bunlar geçerken Vincent'e alık alık baktığımın farkında bile değildim. Öyle ki gülümsemesi insanı gafil avlayan yumuşak bir kahkahaya dönüşmese bu şekilde bakmaya devam ederdim. Vincent işaret ve baş parmağıyla küçük bir O şekli oluşturduktan sonra işaret parmağını serbest bırakarak şakağıma hafifçe vurdu.

"O zihninden neler geçiyor acaba, Kitana?"

"Hiç," dedim. "Sadece kocamın ne kadar yakışıklı olduğunu fark ettim ve ona tekrar âşık oldum."

"Hm," dedi Vincent. Hemen ardından öne eğildi ve iki elini belime yerleştirip çekiştirerek doğrulmamı, ata biner gibi kucağına oturmamı sağladı. "Bak sen."

Kollarını belime sararken o da doğrulmuştu ve gözlerindeki parıltı masum aşıktan tutkulu bir adamın alevine evriliyordu. Vincent'in saçlarına uzanan ellerim orada biraz oyalandıktan sonra yavaşça yanaklarına gitti. Sonunda gözlerimiz buluşunca öne eğildim ve dudaklarımızı birleştirdim. İkimizin de daha fazla konuşmak istemediğini artık anlamıştım.

Öpüşmemiz ilk başta tatlı ve yumuşaktı ama her ne olduysa aniden değişerek hırçınlaştı. Vincent'in beni absorbe eden dudaklarına maruz kalmak kalbimin atışının hızlanmasına ve ona aynı sertlikte karşılık vermek istememe sebep oluyordu.

İkimiz de tükendiğimizde aynı anda geri çekildik ve alınlarımızı birbirine yasladık. İkimizin de göğsü hem nefessiz kalmaktan hem arzu dolu bir alevde yanmaktan hızla inip kalkıyordu. Kalbim o kadar güçlü çarpıyordu ki göğüs kafesimin içinde davul olduğunu söyleseler inanmamazlık etmezdim.

Vincent çenemden başlayıp boynuma uzanan bir öpücük yolu çizerken gözlerimi kapadım ve kendimi anın büyüsüne bıraktım. Dudakları ve dili dokunduğu her yeri adeta kasıp kavuruyordu ama yeterli gelmiyordu. Daha fazlasını istiyordum.

Vincent benimle aynı düşüncede olduğunu kanıtlamak ister gibi sırtımı sertçe koltukla buluşturdu ve üstüme çıkıp bedenimi öpücük yağmuruna tutmaya devam etti. Ani hareketlerimiz yüzünden karnıma kadar çıkan geceliğimi bir çırpıda çıkardıktan sonra elleri kendini soymaya odaklandı.

İkimiz de tamamen çıplak kaldıktan sonra dudakları önce karnıma, ardından aşağısına dokununca çığlık atmamak için elimi ağzıma bastırdım. Dünya etrafımda yok oluyor ve aynı anda küllerinden yeniden doğuyordu. Ellerim Vincent'in saçlarına giderken o kadar hızlı nefes alıp veriyordum ki başım dönmeye başladı.

Vücudum tanıdık bir titreme dalgasının esiri olmak üzereyken Vincent aniden geri çekilince neredeyse ağlamak üzereydim. Afallayarak başımı kaldırdım ve Vincent'in çakmak çakmak olan gözlerine baktım. Bakışlarında beni yutmak isteyen kuvvetli bir derinlik vardı.

Beni bu şekilde bırakacağından korkarak, "Dur-ma," diye kekeledim ama bacaklarımın arasına yerleşip kendini ileri itince dudaklarımı ısırarak söyleyeceğim her şeyi yuttum ve vücudumun bir yay gibi kıvrılmasına izin verdim. İkimiz de senkronize şekilde hareket ederken bedenlerimiz terden yapış yapış olmuştu. Titreyen bacaklarımı ve kollarımı Vincent'in bedenine sıkıca sardım.

Hareketlerimiz ne kadar süre devam etti en ufak bir fikrim yoktu. Zaman ve mekan algımı tamamen yitirmiş gibiydim fakat sonunda beklenen oldu. Bedenim hassaslaştı ve doruklara çıktım. Sanki uçurumun kenarında duran ve aniden aşağı doğru yuvarlanan bir arabanın içindeymişim gibi hissettim. Bedenimi saran sıcaklığa titreme dalgaları eşlik ederken Vincent, çığlıklarımı yutmak için dudaklarını benimkilere bastırdı ve sadece birkaç saniye sonra o da benim gibi uçurumdan aşağı yuvarlandı.

Vincent üstümden kalkıp yanıma uzandığında ikimiz de nefes nefeseydik. Tüm bedenim ter havuzuna düşmüş gibi hissediyordum ama o kadar bitkindim ki kollarını bedenime saran Vincent'in göğsünden başımı çekmedim. Saçlarıma dokunan parmaklarını hissettiğimde gözlerimi kapadım ve huzur dolu bu anın beni kollarına almasına izin verdim.

Dakikalar sonra, "Yarın ne yapacaksın?" diye sordum.

Dudaklarını başıma bastırdıktan sonra, "Babam beni Güney'e gönderdi," diye yanıtladı. "Büyük bir rüşvet ağının varlığından şüpheleniyor. Bizzat benim orada olmamı istedi. Akşam da benimle konuşacakmış. Bu yüzden döndüğümde yanına uğrayacağım." Bana sıkıca sarılırken, "Döndüğümde bundan tekrar yaparız," diye takıldı.

Hınzır şakalarına karşılık vermek yerine merakla çatılan kaşlar eşliğinde, "Ne konuşacakmış ki?" diye sordum.

"Bilmiyorum."

Kıkırdamadan edemedim. "Muhtemelen beni bırakman konusunda tekrar şansını denemek istemiştir," dedim. "Bizi ayırmak için varını yoğunu ortaya koyar o."

Vincent'ten de şakacı bir karşılık beklemiştim ama o ciddiyetini koruyarak, "Eğer sana benim gözlerimle bakabilseydi senden vazgeçmemi söylemezdi," dedi. 

Yüreğimi ısıtan bu sözlerinden sonra kelimelerle duygularımı ifade edemeyecek kadar yumuşadım ve ona sıkıca sarıldım. Dakikalar birbirini kovalarken ağırlaşan göz kapaklarıma daha fazla karşı koyamadım. O sırada Vincent'in bir şeyler söylediğini duyar gibi oldum ama beni yutmaya çalışan karanlığa çoktan teslim olmuş, rüya alemine çoktan geçiş yapmıştım.

*

Gözlerimi koltukta açmayı bekliyordum ama yatakta, yorgana sarılmış bir şekilde uyandım. Vincent'i göremeyeceğimi bilsem de etrafıma bakınmadan edemedim. Armondo'yla konuşmamın üstünden tam bir hafta geçmişti. Ondan istediğim adamı çoktan bulmuştu ama doğru zamanı bekleyeceğimiz konusunda onu uyarmıştım.

Ve sonunda, beklediğim an gelmişti.

Üstümdeki yorganı çekiştirip kendimi banyoya, sıcak bir duşun altına attım. Dişlerimi de fırçaladıktan sonra kendimi bedenimi kurulayan ve karışımlarla cildimi yumuşacık hâle getiren hizmetkarların kollarına bıraktım. Adını bilmediğim kız ısıtılmış demiri saçlarıma geçirerek kuruttuktan sonra onları asil görünümlü bir topuzun altında topladı.

En sonunda gece mavisi, uzun tüller kollarından sarkan zarif bir elbise giydim. Benimle ilgilenen kadınları odadan gönderdikten sonra makyajımı kendim yaptım. Evet, her işimle birilerinin ilgilenmesi oldukça işime geliyordu ama bir şeylerle uğraşmazsam heyecandan kafayı yiyecekmişim gibi hissediyordum.

Sonunda kapı çalındı, içeri üniformalarını giymiş Diana ve Amelia girdi. İki kadının da endişesi hissediliyordu. "Her şeyi hazırladınız mı?" diye sordum. Başlarını sallarlarken o kadar kendilerinden emin değillerdi ki, "Emin misiniz?" diye sorumu yineleme ihtiyacı hissettim.

"Her şey hazır," dedi Amelia. "Ama efendim, emin misiniz? Bu yaptığımız garip bir-"

"Evet evet," diye sözünü keserken yanaklarımı pembe pudrayla renklendirdim. "Ben de dayak yemeye meraklı değilim ama bazen bazı fedakarlıklar yapmak gerekiyor."

"Size saldıracak adam tehlikeli biri," dedi Diana. Görünen o ki beni son kez vazgeçirme denemesini yapmaya karar vermişti.

"Pamuk gibi bir insanın parayla birine saldırmasını beklemiyorsunuz, değil mi?"

Diana, "Efendim," dedi. "Armondo bu adamın sadece sizi korkutacağını, anlaşmanın o şekilde sağlanacağını söyledi ama içim hiç rahat değil. Adamı bana uzaktan gösterdi, korkutucu bir tipi var. Yolda yürürken karşıma çıksa arkama bakmadan kaçarım."

"Sakin olun, kızlar," dedim. "Her şey ayarlandığı gibi gidecek." Amelia bir şey daha söylemek üzere öne atıldı fakat sert bakışımla karşılaşınca söylemeyi düşündüğü tüm sözcükleri yutup başını öne eğdi.

Kısa bir sohbetin ardından kızları gönderdim. Saatler geçerken karnımı doyurdum, kitap okudum ama vakit o kadar geç geldi ki en sonunda heyecandan ve sabırsızlıktan düşüp bayılacaktım.

Üzerime siyah, ince bir pelerin aldıktan sonra dışarı çıktım ve bahçeye doğru ilerledim. Her şey tam da planladığım gibi olacaktı, öyle olmak zorundaydı.

Ahıra geldiğimde tahmin ettiğim gibi orada kimse yoktu. Etrafıma bakındım, saldırganımın tam da buraya gelmesi gerekiyordu ama görünürde kimse yoktu. Sakinleşmek için ahıra girdim ve uslu atlardan birinin başını okşamaya başladım. Sesi çıkmayan hayvanın birden korkmasıyla başıma bir darbe hissederek yere yığılmam bir oldu.

Dudaklarımdan bir çığlık dökülürken arkamı döndüm ve Armondo'nun beni hırpalamak için tuttuğu adamla karşılaştım. O an, Diana'nın ne demek istediğini anladım. Esmer ve sakallı yüzünde yer eden koyu kahverengi gözleri, adeta tehlikeli olduğunu haykırıyordu. Neredeyse siyaha çalan koyu kahverengi saçları kuş yuvası misali darmadağınıktı. Üstündeki kıyafetler kir pas içindeydi ve ağır bir koku yayıyordu.

Dirseklerimi ve ayaklarımı kullanarak kendimi geri çektim ama adam öne eğilip suratıma bir tokat indirdi. Dışarıdan konuşma seslerinin yükseldiğini duyar gibi olunca adamın saçlarıma götürdüğü eline tırnağımı batırdım ama bu durum onu daha da öfkelendirmişe benziyordu. Suratıma bir tokat daha indirdiğinde ağzımda yayılan kan tadını hissettim.

Adam bir ip çıkarıp boğazıma sardı ve nefes almamı kısmen engelledi. "Prens Ezra'ya düşman olmanın bir bedeli olacaktı, değil mi?" dedi adam, tam da Armondo'nun söylemesini emrettiği gibi. Ardından bunu defalarca tekrarladı. Duyacağım son şey buymuş gibi hissetmemi sağlamak istiyordu.

Adam ipi bıraktıktan sonra beni hırpalamaya, darbelerini suratıma indirmeye devam ederken tanıdık bir kadının sesi duyuldu: "Ne oluyor orada?!"

Adam hiç beklemeden anında kalktı ve var gücüyle koşmaya başladı. Birkaç askerin de adamın peşinden gittiğini göz ucuyla gördüm. Aslında ayaklanabilirdim çünkü adam Armondo'nun hizmetkarına verdiği sözünde durmuş, bedenime ciddi bir zarar vermemişti ama yerden kalkmadım ve bilincimi yitirmek üzereymişim gibi hareketsiz kaldım.

Az önce beni kurtardığını zanneden kadın yanımda diz çöktü ve yüzümü ellerinin arasına aldı. "Kitana," dedi Ophelia. "İyi misin?"

*

Vincent'in annesi Ophelia o kadar iyi niyetli bir kadındı ki beni şifahaneye getirdikten sonra bile yanımdan ayrılmadı. Bense şifacılara canımın acıdığını söyleyerek sızlanırken, Ophelia'ya ne kadar korktuğumdan bahsederken muazzam bir vicdan azabı duyuyordum. Onun iyi niyetini suiistimal etmişim gibi geliyordu fakat yine de rolümden vazgeçmedim.

Yoğun bir ağlama nöbetinin ortasındayken Estes merakla içeri girdi. "Neler oldu?"

Sanki sinirsel bir buhranın etkisindeymişim gibi, "Hepsi senin suçun!" diye bağırdım. Estes bir bana bir karısına bakarken Ophelia bir baş işaretiyle tüm hizmetkarları kovdu.

Odada sadece üçümüz kaldığında Estes, "Ne saçmalıyorsun sen?" diye sordu. Bakışlarında neredeyse elle tutulacak kadar somut bir mesafe vardı.

"Beni yok etmeye o kadar çok odaklandın ki Vincent'i bekleyen ve gözünün önünde olan tehlikeyi fark bile etmedin!"

Kabul, Estes beni sevmiyor hatta nefret ediyordu ama tahta çıkarmak için yetiştirdiği oğluna olan düşkünlüğünü kimse reddedemezdi. Bunu, beni öldürme emrine karşı gelmesine, üstelik bunu Senteria askerini yaralayarak yapmasına rağmen Vincent'i cezalandırmamasından anlamak mümkündü.

Estes'in yüz hatları gerilirken, "Ne söylemeye çalışıyorsun?" diye sordu.

"Görmüyorsun, değil mi?" derken gözyaşları yanaklarımdan süzüldü. "Ezra onu yok etmek için gözünün içine baka baka savaş veriyor ve sen görmüyorsun." Estes gözlerini birkaç kez kırpıştırırken, "Daha en başından ona düşmanlığı vardı," diye anlatmayı sürdürdü. "Seninle konuştu, Vincent'le beni evlendirme fikrini aklına soktu. Bunu sence iyiliğinden mi yaptı?" Başımı iki yana salladım. "Bunu yaptı çünkü Vincent'in düşman bir prensesle evlenerek halkın gözündeki itibarını zedelemeyi hedefledi. Kısmen başarılı da oldu."

Estes, "Sadece buna dayanarak-" diye lafa girdi ama bakışlarında bir kere güvensizlik oluşmuştu.

"Ama biz evlendikten sonra her şey onun için daha kötü oldu," diye lafını böldüm. "Çünkü Zirakov'la ilgili bilgi sızdırmaya ve senin gözüne girmeye başladım. Vincent onun istediği gibi düşman bir prensesle evlenen hain adam konumunda olmadı. Aksine, artık bana, yani Zirakov'u yok edecek anahtara sahipti." Gözlerimi kısıp başımı yana yatırdım. "Vincent adına Victoria'ya yazılan mektupları kim gönderdi, Estes?" diye sordum farklı bir konuya geçerek. "Andre o mektupları gönderdiğini hiçbir zaman kabul etmedi. Vincent'se bir ordu toplayıp savaş başlatacak kadar bana sadık olduğunu kanıtladı. Öyleyse sana soruyorum, Vincent'in beni aldattığına inanarak ona düşman olmam ve bilgi vermeyerek göze girmesini sağlamaya son vermem kimin işine gelirdi?"

Estes derin bir nefes aldı. "Çok fazla şey söylüyorsun, Kitana."

"Bu söylediklerimin hepsini Cassandra'nın bizzat bana itiraf ettiğini söylesem inanmayacaksın," dediğimde afallayarak gözlerini fal taşı gibi araladı. "Ama öyle. Bir daha buraya dönmeyeceğimden emin olduğu gün bana neler yaptığını zevkle itiraf etti. Fakat işler umduğu gibi gitmedi, yine buradayım. Yine Vincent'in yanındayım, yine onu destekliyorum ve eğer Zirakov'la ilgili bilgiye ihtiyacı olursa bu bilgiyi ona sağlamaktan mutluluk duyacağım." Histerik bir kahkaha attım. "Ve şu işe bak ki Vincent'le aram düzelince biri tarafından öldürülmenin kıyısından dönüyorum. Kraliçe Ophelia olmasaydı beni öldürmek isteyen hainler amaçlarına ulaşacaklardı."

"Bunu Ezra'nın yaptığı ne malum?" diye karşı çıktı. Anlaşılan Ezra'ya da kuvvetli bir sevgisi vardı.

"Çünkü beni öldürmek isteyen adam Ezra'ya düşmanlığımın bedelini ödediğimi söyledi," diye cevabı yapıştırdım ama Estes başını iki yana salladı.

"Neden senin lafına inanayım?" diye sordu. "Orada sadece sen vardın. Belki de yalan söylüyorsun ya da öyle duyduğunu sandın."

Gözlerimi kapatıp başımı öne eğdim ve derin derin nefes alarak bekledim. Sonunda, "Yalan söylemiyor," diyen Ophelia'nın sesini işittiğimde derin bir nefes aldım. "Tam o an ahırın önünden geçiyordum ve adamın bu sözlerini ben de duydum. Zaten hemen sonra beni fark edip kaçtı."

Estes kelimenin tam anlamıyla darbe yemiş gibi afalladı. Şu an sessiz kalmam onun duygu durumu için daha iyi olabilirdi ama, "Sence beni öldürmek istemesinin amacı gerçekten bana zarar vermek miydi yoksa asıl hedefi öz kardeşi miydi?"

Estes soruma cevap vermeyerek Ophelia'ya döndü. "Senin orada ne işin vardı peki?"

Ophelia, "Çiçek bahçesine gidiyordum," dedi. "Çünkü beni oraya-" lafının devamını getirmeden önce duraksadı ama sonunda doğruları itiraf etti. "Cassandra çağırmıştı."

"Yani sizi saraydan uzaklaştırdı," diye lafa girdim. "Ve şansa bakın ki o gün saldırıya uğradım, ne tesadüf."

Ah, elbette böyle bir tesadüf hiçbir koşulda gerçekleşemezdi ama bu durumun zeminini hazırlayan Cassandra değil, bizzat bendim. Günler önce sadık yardımcım Diana bana Cassandra ve Ophelia'nın havalar biraz daha ılıyınca çiçek bahçesinde gezmeyi planladıklarını söylediğinden beri bu anı planlıyordum.

Estes derin ve titrek birkaç nefes aldıktan sonra, "Bunu Vincent'e-" diye lafa girdi ama tam o an kapı tekmelenerek açıldı. Üçümüz de aynı anda irkilirken önden Vincent, hemen arkasından Andre ve Ezra odaya girdi.

Yatağın kenarına oturan Vincent yüzümü ellerinin arasına aldı. Onu burada görmeyi beklememenin verdiği şaşkınlıkla, "Güney'de olmalıydın," diye mırıldandım ama o beni duymadı bile.

"Kim yaptı bunu?" Odada derin bir sessizlik oluşurken Vincent gözlerini önce annesine, ardından babasına çevirdi ve sesini daha da yükselterek sorusunu yineledi: "Kim yaptı bunu?"

Estes'ten cevap alamayan Vincent tekrar bana döndü. Gözlerinden çıkan öfke alevi benimle buluşunca söndü ve şefkatli bir adama dönüştü. Estes'e kaçamak bir bakış attıktan sonra, "Bilmiyorum," dedim. Senteria'nın kralı derin bir nefes alırken bana minnetle baktı. Görünen o ki bir taşla hem Ezra'nın ne kadar alçak biri olduğunun anlaşılmasına sebep olmuş hem Estes'in gözüne girmiştim.

Öte yandan Vincent'in gözünde şüphecilik vardı. Beni sandığımdan da iyi tanıyor, ne zaman yalan ne zaman doğru söylediğimi kolaylıkla ayırt edebiliyordu. Bu konuyu daha fazla uzatmamak için başımı omzuna yasladım. "Şu an hiçbir şey düşünecek durumda değilim," dedim. "Lütfen, izin ver dinleneyim."

Vincent derin bir nefes aldıktan sonra bir elini sırtıma, diğerini dizlerimin altına koydu ve tek hamlede beni kaldırdı. Şifahaneden çıkarken başımı Vincent'in göğsüne yasladım ve gözlerimi kapadım.

Nihayet odaya geldiğimizde Vincent beni yatağa yatırdı ve, "Anlat bakalım," dedi. "Neler oldu?"

Derin bir nefes aldım ve daha fazla korkmasına sebep olmamak için yaşanan her şeyi tek tek anlattım. Korkusu tahmin ettiğim gibi azalırken varlığını öngöremediğim bir duygu gözlerinde peyda oldu: Öfke.

Anlattıklarım bitince, "Sen ne yaptığını zannediyorsun?" diye parladı. Kendini kontrol etmeye çalıştığını ama başarısız olduğunu görebiliyordum.

Bana çıkışmasına şaşırarak ve sinirlenerek, "Tahtına gidecek yolu sağlama almaya çalışıyorum," dedim ve büyük bir imayla ekledim: "Önemli değil."

"Böyle bir şeye kalkışmadan önce bana sorman gerekirdi."

"Bağışla beni," dedim burnumdan soluyarak. "Ezra'nın senin için bu kadar önemli olduğunu bilmiyordum."

"Konu Ezra değil," dedi ayaklanırken. "Bu kadar düşüncesiz olmana inanamıyorum."

"Asıl ben bu kadar sert çıkışmana inanamıyorum," diye karşılık verdim. "Bana teşekkür etmelisin."

Bana bağırmak istediği açık olsa da, "Kendini dövdürdüğün için sana teşekkür mü edeyim," diye sordu sesini alçaltarak. "Onun yerine aptallığını dile getirmeyi tercih ederim, sağ ol."

Öfkeden neredeyse delirecektim ama ben de kimseye duyulmamak için sesimi alçak tuttum. "Senin için büyük bir riske giriyorum ve karşılığını böyle mi ödüyorsun? Bana hakaret ederek mi?"

"Olayın ciddiyetinin farkında değilsin," dedi odada dolanırken. "Annem ahırın önünden geçmese ne olacaktı?"

"Çiçek bahçesine giden iki yol var," diye açıkladım. "Biri ahırın oradan geçiyor, diğeriyse bu sabah Armondo tarafından bakım yapıldığı gerekçesiyle kapatıldı. Yol çamur içinde, elbette ahırın önünden geçecekti."

Şok olmuş bir şekilde gözlerini araladı. "Demek Armondo'yu da bu işin içine soktun. Bravo, Kitana!" Beni suçlaması git gide kendimi kötü hissettirirken Vincent konuşmayı sürdürdü: "Bu kadar aptal olmana inanamıyorum. Bir de kendi ismin duyulmasın diye cidden bir başkasıymış gibi davranmış, kendine o şekilde saldırtmışsın. Ya adam para alacağı kadın olduğunu bilmeden seni ciddi şekilde incitseydi, o zaman ne olacaktı?"

Vincent'in bana böyle bir baktı ki eriyip yok olmak istedim. Bu kadar şiddetli bir öfke beklemiyordum, hazırlıksız yakalanmıştım. "Senin için belki de her şeyimi tehlikeye attım," diye mırıldandım. "Bunu senin saltanatın için-"

"Şu savunmayı yapma bana," diye lafımı böldü. "Sana zarar verecek tahtı ve saltanatı istemiyorum ben."

Vincent'in şu an mantıklı düşünemediğini fark edince sessiz kalarak ve bakışlarımı kaçırarak geri çekildim. Hoş, o da öfkeyle odayı terk edip beni tek başıma bırakınca sessiz kalıpla kalmamak arasında verdiğim karar savaşı doğal olarak son buldu.

Continue Reading

You'll Also Like

358K 13.1K 48
"Oo küçük hanım iki gündür sizin peşinizdeyiz." "Siz de kimsiniz niye peşimdesiniz ne istiyorsunuz?" " sakin küçük kız" "Kimsiniz dedim" " babanın öd...
34.9K 2.4K 23
Basılı metin tam haliyle aynı zamanda wattpad üzerinden yayınlanmaktadır! Ruslan bir vampirin aşkının zalimlik ve bağımlıktan ibaret olduğunu İlay'la...
885K 61.4K 36
Peyda, bir Gerçek Aile/Kaçırılmış Çocuk klasiğidir. "Şimdi, on yedi yıl sonra annem ve babam karşımda dikiliyorlardı. Onları görüyor, onlarla aynı m...
1.8M 65.5K 58
DİKKAT: ÖĞRETMEN ÖĞRENCİ KURGUSUDUR +18 VARDIR RAHATSIZ OLACAK OKUMASIN. Lavinia: Sana vermem gereken bir ceza vardı. Defne: Tobe hasa Defne: Ben ned...