ASTERYA

Por acikyarada

51K 3.2K 7K

Solarya'nın aşağılarında, yapayalnız uzanan tuhaf bir şehirde. İyinin, kötünün Daha da kötünün, Ve en iyin... Más

ASTERYA
I. ŞEYTAN VE DÖRT BÜYÜK GÜNAH
II. PERSUS SAPAĞI
III. ASTERİA TANRIÇASI
IV. İKİ SİLAH BİR KURŞUN
V. KAYAN YILDIZ RESTİALİ
VI. ŞEYTANIN NİNNİSİ
VII. SIFIR NOKTASI
IX. HİSLERİN MASKESİ
X. UYANIŞ
XI. GECEYE DÜŞEN ACILAR
XII. ZİHİNDEKİ TİLKİLER
XIII. TAHTINA DÖNEN KRAL
XIV. YERDEKİ KARGALAR
XV. DAĞ VE CEYLAN
XVI. KAYAN YILDIZ
XVII. KIYAMET YAKLAŞINCA
XVIII. FELAKET ETKİSİ TEORİSİ
XIX. SIFIRDAN GERİYE
XX. ASİLKANIN TARİHÇESİ

VIII. HİPOTERMİ ÇIKMAZI

2.1K 179 231
Por acikyarada

SELAAAAAAAMM!!!!🙇🏻‍♀️🙇🏻‍♀️

uzun zamandır buraya, böyle yazılar yazmıyorum(çok özlemişim) ve minik bir duyuru tarzında bir konuşma yapmak istiyorum. Kitapta bölümler ilerledikçe konular, karakterler belirli bir kalıba giriyor doğal olarak. Aklımda şu an, iki kitap olması var. Sezon finali olacak yani, ve çok çok az kaldı diyebilirim. 👯‍♀️👯‍♀️Size önceden haber veririm diye düşünüyorum. Sayaç vs. olsun haberdar olabilmek sosyal medya hesaplarımı takip edebilirsiniz.

Yıldızları parlatıp çokça yorum yaparsanız çok mutlu olurum.

İletişim için bana ulaşmak isterseniz;
ig: @/acikyarada
tw: @/acikyarada

O zaman beraber ışıldayalım.
Keyifli okumalar🤍

AS.

VIII. "HİPOTERMİ ÇIKMAZI"

Pamela- İstanbul

Soğuk.

Bütün bedenimde hissettiğim tek şey buydu. Soğuk. Bir çift ellerin beni sıkıca kavradığını hissetsemde içindeki üşüme hissine engel olamıyordum. Karanlıktı ve soğuktu.

Ölüm gibi bir şey oldu ama kimse ölmedi, dedikleri yerdi galiba bu.

Çünkü ölmemiştim, çünkü henüz değil.

Ciğerlerimin göğüs kafesimi yumrukladığını hissediyordum. Nefes al, nefes al, diyordu.

Gözlerimdeki bir ton ağırlığa rağmen açarken Vuslat'ın çekik hareleriyle karşılaşmam bir oldu. Bana baktı ve yüzeyi işaret etti.  Daha sonra iki parmağını kullanarak gözlerini işaret etti, sonra tekrar yüzeyi işaret etti ve parmağını bir daire içinde döndürdü. Başımı salladım, alanı incelemek için önce yukarı çıkacaktı, ben yukarı çıkmadan önce etrafın temiz olduğundan emin olacaktı.

Hızla yüzeye doğru yüzdü, bense nefesimi tutmaya odaklanırken Vuslat çoktan yüzeye çıkmış, kafasını sudan çıkarmıştı.  Suya çarpmamızın etkisiyle her an bayılacakmışım gibi hissediyordum.  Arabanın çarptığı suyun yüzeyinde parlak bir ışık parlıyordu, Muhtemelen o arabaların ışıklarıydı.

Vuslat geri dönmeden yıllar geçmiş gibi gelmişti. Vuslat, yeniden aşağıya yüzdü başparmaklarını kaldırdı ve sessizce iyi olup olmadığımı sordu.  Başımı salladım ve o sol tarafımızı işaret ederek yüzeyi aşmamızın güvenli olmadığını belirtti.

Vuslat'a hızla yüzerek ve ayak uydurduğumdan emin olmak için birkaç metrede bir geriye bakarak önden gitti. Yüzeye çıkmaya başlarken büyük bir gölge üstümüzde belirdi.  Bana baktı, güvenli olup olmadığını kontrol etmek için yüzeye çıkarken elini kaldırdı.  Geri çekildi ve kolumdan tutup beni hızla yukarı çekmeden önce başını salladı.

Başım suyun yüzeyine çarptığında, nefesim kesildi.hızlıca nefes alıyordum, ciğerlerim biraz oksijen almak için rahatlamış bir şekilde çığlık atıyordu sanki. Oksijen, bütün bedenimde asılı kalıyor, haykırıyordu sanki. Göğsüm hızla kalkıp iniyordu. Soğuktu. Daha da soğuktu.

Göğüsümün altındaki kalp, şimdi tıpkı bütün bedenim gibi titriyordu. Üşümüştüm ve korkuyordum. Yeni yeni farketsem de.

Köprünün tam altında olduğumuzu görmek için yukarıya baktım.  Sağımızda havada uçan bir helikopter, düştüğümüz yerin etrafını parlak bir ışıkla aydınlatıyordu.  Spot ışığı yanımıza yaklaşmaya başladı ve köprünün üzerinden uçarken gözden kayboldu ve sadece solumuza döndü. 

Bir helikopter mi? Yok canım.

"Sarışın, iyi misin?" Vuslat bana bakıp kolunu belime dolarken onuncu kez nasıl olduğumu sordu.  "İyiyim."  dedim dişlerim birbirine çarparken.

"Köprünün iki tarafında da adamlar var, bizim yukarı çıkmamızı bekliyorlar."  Kıyıya doğru yüzmeye başladığında açıkladı.  "Köprünün altında kalırsak, fark edilmeden inmeyi başarabiliriz." 

Yüzme sessizdi, ikimiz de enerjimizi saklıyorduk ve hipotermiye yakalanmadan önce hızla karaya çıkmaya odaklanmıştık.  Tek ses, ağır nefes almamız ve ara sıra üstümüzdeki gök gürültüsünün kükremesiydi. Akıntıya ve sert dalgalara karşı savaştık tüm kaslarımızı kullanarak bedenlerimizi her zamankinden daha fazla ittik. Vuslat arada elimi tutarak beni çekiyordu yorulmamam için.

Karaya vardığımızda ikimiz de yorgun düşmüştük.  Ellerimin ve dizlerimin üzerinde kıyıya sürünerek ağrıyan kaslarıma uzun yolculuktan çok ihtiyaç duyduğum bir rahatlama sağladım. Sırt üstü yuvarlandım ve pürüzlü yüzeye yattım ve nefesimi düzenlemeye çalıştım, vücudum soğuktan çok uyuşmuştu, kayaların derimi kazdığını hissediyordum.  Yağmur üzerimize yağmaya devam ederken gözlerimi kapattım.  "Peki, şimdi plan ne?" dedim derin bir nefes almaya devam ederken.

"Sen stratejik olansın, sen söyle." Vuslat, elleri dizlerinde ve sırtı kamburlaşarak yanımda dururken nefesler arasında konuştu.  "Biliyorsun." dedim ayağa kalkarken.  "Hepsi, senin siktiğimin planı."  dedim hala nefesimi düzenlemeye çalışırken.  "Benim hatam mı?" dedi, göğüsü hızla yukarı aşağı hareket ederken.  Ayağa kalkmaya başladığımda yüksek bir gök gürültüsü patladı.

"Benim sayemde hayattasın." Vuslat.

"Siktir git, bu hayatta kalmak mı?" Ona doğru yürürken nefes aldım ve göğsünü sertçe itip yanından geçtim, aramızdaki mesafeyi arttırırken topuklarım kayalara takıldı. "Kaç metrelik uçurumdan denize çakıldık!"

Yürümeyi bıraktım, sinirle yumruklarımı sıktım. Yorgundum, üşüyordum, ıslanmıştım ve çok sinirliydim. Eğilip altımdan büyük bir taş aldım.  "Her görevde..." dedim kafasına doğru bir taş fırlattım. Bana ölümcül bir bakış atmadan önce eğildi ve bundan kolaylıkla kaçındı. "Şimdiye kadar yaptığım her siktiğimin planından," dedim ona bir taş daha fırlatıp derin bir nefes alıp, hala nefesimi düzenlemeye çalışıyordum.  Zar zor atlattı. "En son benim haberim oldu lan!" Ona şimdi, ağrıyan kaslarıma rağmen amansızca ona elimden geldiğince sert bir şekilde taş atıyordum. Ben ona bir avuç taş atarken o da elini yüzünün önüne koyarak hepsinden kaçındı.

"Siktir git!" Son taşı fırlatırken derin bir nefes alarak bağırdım. Tek eliyle elimi yakalarken gözlerimin içine baktı.  Bu sefer başarısız kaçışımızdan daha fazlasını konuşuyordum. 

Hayatıma bir kasırga gibi girmişti ve dünyamı alt üst etmişti, vücudumu kontrol edilemez bir arzuyla lekeleyerek ve sürekli onunla ilgili düşüncelerle zihnimi yozlaştırdı. 

"Eğer benim kalçam yerine yola odaklansaydın, düşmezdik!"  Yüzüne bir yumruk savurarak ona bakarken bağırdım.  Hızla yumruğumdan kurtuldu ve bana doğru atıldı.

"Bu pislik için beni mi suçluyorsun?!"  Beni yere indirirken tekrar bağırdı.  Beni kucağına aldı ve boynumdan tuttu ve sıkıca sıktı.  "Ben olmasaydım, şu anda ölmüş olurdun!"  Yüzümüze yaklaşırken hırladı, burunlarımız birbirine değiyordu.  Şimşek ve gök gürültüsü üstümüzdeki gökyüzünü tutuşturdu.

"Odaklanmamış," dedim, devam ettim.  "Geri zekalı!"  Dedim ona tekrar yumruk savunurken.

"Seni aptal, pervasız-" nefesimin altından söylemeye başladım.  "Asterya." Vuslat ciddi bir ses tonuyla arkamdan yürümeye başladı. "Üstün, şatafatlı-" Biraz daha yüksek sesle söyledim, onun uyarısına aldırmadan önünden yürümeye devam ederken.  "Asterya."  Arkamdan hırladı, Kolum sıkıca kavranıp arkaya doğru çekilmeden önce söylemeye başladım ve arkamı dönüp çok kızgın görünen Vuslat ile yüzleşmeme neden oldu.  "Asterya." diye dedi sakince.  "NE VAR?!" diye bağırdım ona. Ellerim sinirle yumruk haline geldi.

"Fazla konuşuyorsun." İşaret parmağını dudağımdaki sus çizgisine doğru bastırdı. Gözlerimi kırpıştırırken yutkunmuştum istemeden.

İçimdeki alev, sözleriyle daha da harlanırken geri çekildim hemen ve ormana doğru sinirle ilerlemeye başladım. İkimizde yürümeye başladık, ayak seslerinden arkamda olduğunu biliyordum.

Aklıma Deniz gelmesiyle derin bir nefes verdim. Hala onunla tam olarak konuşamadığım için vicdan azabı çekiyordum. Birlikte büyümüştük, beraber gülüp beraber ağlamıştık. Onunla konuşmalıydım. Bir şeyler olmuş olmalıydı.

Silahlarımız sırılsıklam ve işe yaramazdı, telefonlarımız çalışmaz hale gelmişti ve destek için Ezhel'le iletişim kurmamızın hiçbir yolu yoktu. Şansıma o planını büyük, terk edilmiş bir kulübeye rastladık.  Pencerelerin çoğu paramparçaydı ve elektrik yoktu ama hiç yoktan iyiydi.

Ahşap zeminler gıcırdıyordu ve tüm kabini karanlık kaplamıştı. Gölgelerde dolu bir çocukluk geçirmiş olsam da, karanlık beni yine de korkuturdu.

Vuslat çekmeceleri karıştırıp işe yarar bir şeyler bulmaya çalışırken oturma odasına hızla geri döndüm.  Ürkütücüydü, onlarca yıldır burada kimsenin olmadığı izlenimini veriyordu.

Mobilya yoktu, yalnızca birkaç masa, üzeri yırtık pırtık bir çarşafla kaplı tozlu bir piyano ve geride birkaç küçük eşya kalmıştı.  Odanın ortasında büyük bir şömine vardı ve yanına kütükler yığılmıştı.  Sağlanan tek ışık, ara sıra dışarıdaki şimşek çakmalarıydı.  Isı ya da elektrik yoktu ve kabinin içi dışarısından daha soğuktu.  Diğer odaya girerken biraz ısınmaya çalışarak ellerimi birleştirip nefes aldım.  Gördüğüm her çekmeceyi açtım, ısınmak için kullanabileceğimiz bir şey aradım. Birkaç tane granola bar, üç şişe viski, ilk yardım çantası, bir kutu mum ve bir yastık buldum.  Bir çift ince beyaz çarşaf bulduğumda neredeyse sevinçten çığlık atacaktım.  Hepsini aldım ve hızla oturma odasına geri döndüm.

Vuslat şöminenin önündeydi.  Malzemeleri yere bırakırken ne yaptığını inceledim.  Elinde çakmaktaşı, diğerinde silah vardı, bir kıvılcım yaratmaya çalışıyordu.  Elindeki çakmaktaşına küfredip silahın çeliğiyle şiddetle vurmaya başlarken dudaklarımı ısırdım. 

Vuslat'ın mücadele edip küfretmesiyle geçen birkaç dakikadan sonra kıvılcım yakalandı ve çok geçmeden ateş yanmaya başladı.  Kavurucu ateş odayı zar zor aydınlattı ve karanlık hâlâ hüküm sürüyordu.  Hemen mumları alıp ikişer ikişer yakmaya başladım. Mumları odanın her köşesini aydınlatmak yerleştirdim.

"Bitti." dedim son mumu yerleştirirken.

Kemerine uzandı, çözdü ve pantolonunu çıkarmaya başladı.  "Ne yapıyorsun?" dedim kaşlarımı kaldırarak ona bakarken.  Etrafımızdaki ateşin loş ışığı kaslı vücudunu aydınlatıyordu.  Kasları esnerken dövmeleri dans ediyordu.  "Üzerimiz sırılsıklam ve soğuk. Onları çıkarmazsak hipotermi geçirip ölürüz. Sen de aynısını yapmalısın."  Sadece pantolonunu çıkardı ve kendini gri bir boxerla bıraktı.  Yutkundum.

Sırılsıklam ıslanmışlardı ve tenine çarparak her detayını ortaya çıkardı.  Gözlerim kusursuz vücudunda gezinirken yanaklarımın kızardığını hissettim.  Hem benim saldırımdan hem de kazadan dolayı cildinde kesikler ve morluklar oluşmuştu.

Kalbim göğüs kafesimden fırlayıp kaçacaktı.

Kasları kocamandı, gerçek anlamda kocamandı. Özenle çizilmiş bir resim gibiydi vücudu. Dövmeleri vücudunu süslemiş, ayrı bir hava katmıştı. Alt tarafına bakma cesaretini kendimce bulamadım.

Sırılsıklam olan trençkotumu çıkarmaya başladım. Haklıydı, kıyafetlerimiz ıslaktı ve kuruyana kadar ısınmak imkansız olurdu.  Onları aşağı çekmeye devam ederken sırıttı, derin gamzesini ortaya çıkardı. Ona ölümcül bir bakış attım ve elleri durdu. 

  "Gözlerini yuvalarında tutmak istiyorsan, arkanı dönsen iyi olur."  Üstümü çıkarırken onu tehdit ettim.  "Ben zaten her şeyini gördüm,sarışın. İlk geldiğinde üzerini değiltirmiştim."  Omuz silkerken baştan çıkarıcı bir sesle fısıldadı.  Parmağımı ona şaklattım, ona ölümcül bir bakış attım ve duvarı işaret ettim.  "Ama yine de sen bilirsin."  Arkasını dönerken neşeli bir şekilde söylendi.

Sırılsıklam olan ıslak body ve filelerimden hızlıca çıktım.  Siyah dantelli iç çamaşırlarımla kalmıştım.  Çarşafları elime alıp etrafıma sardım. Vuslat'ın döndüğünü hissettim. Dudakları hafifçe aralanırken gözleri vücudumda gezindi. Gözleri ince çarşaflara sarılı vücuduma yapıştırılmıştı. Doğal erkeksi kokusu duyularımı işgal ediyordu.

Kirpiklerimdeki ağırlık, yorgunluktan ya da uykusuzluktan değildi. Tamamen duygularım yüzündendi. İçimde kontrol edemediğim bir fırtına vardı, sanki bir duanın etkisindeydim ve bu fırtına beni içine çekiyordu. Vuslat'a.

Bazenleri o kadar güzel bakıyordu ki, sanki bir rüyadaymışım, bir masalda gibi hissettiriyordu. Ama uykumdan uyanınca bunun bir masal olmadığını, aslında cehennem— yani kor alevlerde yanan şeytanın ini olduğunu anlıyordunuz.

İçini saran titreme hissi, beni yakalayarak uzaklara götürdü. Bedenimi sardı. Gözlerim Vuslat'ın vücudundaydı. Düşmüştüm ona pervasızca.

Boğazını temizledi.

"Hadi, uyu artık sen." Vuslat.

"Uykum mu gelmiş?" sorguladım, uyumak istemiyordum. Bu sefer gerçekten sadece gözlerini değil, onu izlemek istiyordum.

"Gelmiş, bu sefer gelmiş." zorlukla konuşuyordu sanki. Kelimelerini seçmeye çalışıyordu.

İkimizde sadece iç çamaşırlarımızla kalmıştık, ateşin yaydığı ışık bedenlerimizi aydınlatıyordu sadece. İçerisinde bulunduğumuz durum, değişik bir çekim hissiyatı veriyordu. Hayır. Zamanı değildi.

Yaşanacaklardan kaçmak için uyudum.

Güneş tenimi ısıtıyordu ve şimdiye kadar duyduğum en güzel melodiyle  uykumdan uyanmak üzereydim. Pamela'dan İstanbul şarkısını tanıdığımda gözlerim hala kapalıyken yuvarlandım.

İstanbul, bizim için sadece bir isimden kalmaydı. Öyle bir yer var olmuş muydu, yoksa sadece şarkılarda ve kitaplarda geçen uydurma bir yer miydi, bilmiyorduk.

Çünkü düzen değişmişti.

Geçmişe dair hiçbir şey yoktu bu gelecekte.

Gözlerimi açtım ve elimin tersiyle ovuşturdum. Vuslat, rustik piyanonun önünde oturuyordu, kaşınmış sırtı bana dönüktü. Elleri ustaca anahtarlarda gezindi, odayı müzikle doldurmasını hayranlıkla izledim.

Piyanoya doğru yürürken çarşafları etrafıma sardım ve sıkıca tutturdum. Gözleri beni bulup süzdükten sonra, hızlı tempolu melodi yumuşak ve yavaş bir ritme dönüştü.

Elleri hala piyanonun zar zor akort edilen tuşlarını ustaca çalıştırırken "Günaydın." diye mırıldandı.

"Çaldığını bilmiyordum." dedim ve piyanonun kapağına yaslanıp öne doğru eğilirken. "Ve kesinlikle seni bir  Pamela hayranı olarak düşünmezdim." onu izlerken güldüm. Eski bir sanatçıydı, bu zamanlarda fazla dinlenmezdi.

"Gençken çalardım ama Persus hayatına başladığımdan beri hiç denemedim." Bana bakarken sadece belirtti, parmakları tempo yükseldikçe güzel melodiyi yaratmaya devam ediyordu. "Ama nedense bugün tekrardan çalmak istedim." dudaklarını ıslattı. "Ve Pamela bir müzik dehası." çalmaya devam ederken savunma yaptı.

"Ben de daha çok eski kafalı bir kadınım." dönüp sırt üstü yatarken omuz silktim.

Parmakları heybetli bir şekilde tuşlarda gezinirken, şimdiye kadar duyduğum en muhteşem sesi yaratarak gülümsedi.

Sırt üstü uzanırken yumuşak bir şekilde şarkı söyledim ve gözlerimi kapatırken kollarımı başımın üzerine kaldırdım.

"Bir ortak geçmişimiz var, bir de hep açık yaralar. Kendine hatırlattığın: fazla parlamış anılar." diye şarkıyı mırıldanmaya başladım, başımı Vuslat'a çevirip sırtımı kamburlaştırdım. Derin bir nefes alırken bana baktı, gözleri gözlerimden hiç ayrılmadı. O kadar yetenekliydi ki, güzel melodi devam ederken parmak uçlarının altındaki tuşlara bakmasına bile gerek yoktu.

"Karşıma her yerde çıkan otuz yaş üstü adamlar," dedim, maviliklerim onun dipsiz bir kuyuyu andıran harelerine saplanmıştı. "Hep seni sevmiştim diyen, bir şeyler bekler bakışlar" Piyanonun kapağına oturup ona doğru dönerken şarkı söyledim. Çalmaya devam ederken kocaman bir gülümsemeyle bana baktı.

Parmakları, korodan önceki melodinin hızını ayarlayarak tuşlara sertçe basmaya başladı. Hızla piyanodan atladım ve odanın içinde dans etmeye başladım.

"Yer çekimine yenik üstün başın, bir de hep güzel tınlamış adın adın!" Dans ederken yüksek sesle şarkıyı mırıldandım, etrafıma sarılmış çarşafı bir elbiseymiş gibi döndürdüm. Çarşafın kenarlarını kaldırdım ve sanki bir Flamenko elbisesiymiş gibi onunla dans ettim.

"Cebinde bir tek numaran kalmış artık. Herkes için bir tadımlık."

Vuslat, çorak odanın etrafında ritmine göre şakacı bir şekilde dans etmemi izlerken yüksek sesle güldü. Vuslat'a doğru döndüm ve piyanonun etrafında dans ettim, zıpladım elimi havada sallayarak hayatımda hiç olmadığı kadar kaygısız hissettim.

Koro başlamak üzereyken Vuslat'ın yanında durdum. Ayağa kalktı ve aniden piyano sehpasının arkasına düşmesine neden oldu. Bana çocuksu bir sırıtışla bakarken tuşlara vurdu, şarkının korosuna başlarken yüzlerimiz arasında santimler vardı.

"İstanbul seni hapsetmiş, eski bir bandı kaydetmiş. Yüzlerce binlerce insan aman Allah hep bu şarkıyı söylemiş!" diye şarkıyı bağırarak söylemeye başladım.

"İstanbul seni kaybetmiş, ilaçlayıp berbat etmiş." diye devam ettirdi Vuslat.

"Davul gibi gerilen derini aman Allah kim bilir kimler inletmiş—"

"Bir şeyi mi bölüyorum?" Ön kapıdan erkeksi bir ses geldi. Vuslat'ın elleri hemen tuşlara basmayı bıraktı odayı bir kez daha ürkütücü bir sessizlikle doldurdu. Hızla beni korumacı bir şekilde arkasına aldı.

Ezhel yüzündeki kendini beğenmiş sırıtışla çatlak kapı çerçevesine yaslandığı girişe baktık.

"Arkanı dön, oyarım gözlerini Ezhel." Sert bir şekilde konuştu, Ezhel gözlerini ikiletmeden kapattı.

"Bizi nasıl buldunuz?" Soğuk bir şekilde, çarşafı alıp çıplak vücuduma daha sıkı sararak sordum.

"Ormanda ayak izlerinizi bulana kadar bütün geceyi köprünün çevresini kontrol ederek geçirdik."

Ezhel bize spor çantasını fırlatırken güldü. Vuslat onu kolaylıkla yakaladı, hala vücuduyla beni koruyordu. Açtı, içinde bizim için iki çift yeni kıyafet vardı.

Kısa süreliğine bu engebeli dünyamdan kaygısız bir şekilde uzaklaşmışken şimdiyse sancılı bir şekilde geri giriş yapmıştım.

Bazenleri yönünüzü bulamazsınız. Bir pusulanız olmaz ve karanlık denizlerde kendinizle beraber ruhunuzu, benliğinizi de kaybedersiniz. Eğer, bunu engelleyebilmek elimde olsaydı geçmişin derinliklerine dalar ve yaşadığım şeyleri engellerdim.

Kalbim, bazı sorulara net bir cevap veremiyordu. Veremiyordu ve paslı demirlere vuruyordu kendini. Ben istemiyorum, doğru yola ulaşmak istemiyorum. Ama sen istiyorsun.

Ben intikam için ruhunu satacak o kadınım ve sen benden korkuyorsun. Vücudumda, ruhumda kırıklar ve çıkıklar var. Dikişle kapanmayacak yaralar var. Ve kimse görmüyor, hiç kimse.

Unutmayacaksın öfkeni, yummayacaksın sana yapılan hatalara gözünü. Çatlamış bir bardaktan su içemesin— zehirli bir toprağa çiçek ekemezsin. Büyümez. Büyüyemez.

Şimdi, yeniden Persus'a geri dönmüştük bir günün ardından. Araçtan indiğimde bedenimde dolaşan uyuşukluk hissi en çok bacaklarımda kendini belli etmişti. Yürürken tökezleyip yere düşmekten korkuyordum. Başımda nevrotik bir ağrı vardı, tıpkı vücudumun her yerinde olan ağrılar gibi.

O kulübedeyken bu arıları hissetmemiştim. Fakat şimdi iliklerime kadar acı hissediyordum. Her yerim ağrıyordu. Bir anda güçlü bir kolun belime dolandığını hissederken dudaklarımdan minik bir nida koptu. Kim olduğunu biliyordum.

Nane kokusu hücrelerime hücum edip, bir antibiyotik gibi vücuduma girerken başımdaki ağrıyı alıp beraberinde götürdü. Ona baktım. "Ayakta bile duramıyorsun.. Gel buraya." Mırıldandı, o şekilde Persus'a girdik. Persus'a girdiğimizde birçok kişinin gözleri üzerimizdeydi.

Benim için ne kadar olduğunu bilmesemde hepsinin Vuslat için endişelendiğine emindim. Gözlerim Beste'nin üzerinde saplandı. Dilimi onca yorgunluğuma rağmen dişlerime sürttüm. Ona soğuk, korkunç bir bakış attım. Vuslat, hiçbir açıklama yapmadan ilerlerken Ezhel arkamızdan gelerek neler olduğunu açıklmıştı herkese.

Yukarıya çıktığımızda ikimizde kendi odalarımıza dağıldık. Bense vücudumdaki kirlerden arınmak için kendimi suyun altına attım ve düşündüm. Uzun zaman sonra ilk kez bu kadar eğlenmiştim, bunu itiraf etmeden duramayacaktım. Ve tek sebebi herkesin şeytan dediği o adamdı.

Duştan çıktığımda sıkıca havluya sarıldım. Ayağıma yumuşak bir şeyin dolanmasıyla bunun Tırfıl olduğunu anladım ve elime alarak kaldırdım. "Güzelim," Burnunu öptüm. "Özlettim mi?"

"Miyav..."

"Ben yokken ne yaptın?"

"Miyav..."

Onu göğüslerime yaslarken odadaki krem dolaba doğru ilerledim. Bordo, boğazlı bir kazak çıkardım, altındaysa siyah bir eşofman. Sonrasında ıslak saçlarımı taramış ama kurutmamıştım, odada duran makyaj masasına baktım. Vakit öldürmek istiyordum. Bu yüzden oje sürebilirdim bence. Masaya doğru ilerledim, gözlerim onlarca renkte gezindi. İlk başta yeşil bir renk gözüme çarpsada üstümle uyumlu olmayacağını düşündüğümden bordo bir oje tercih ettim.

Tırfıl'ı kenara bıraktım. O da farklı bir yere gitmek yerine usluca beni izlerken ojeyi açtım. Bordo ojeyi taşırmamaya özen göstererek sürmeye başladım. Odaklandığımdan dolayı farkında olmadan dudağımı dişlerim arasına almıştım. Aynı ojeyi ayaklarımada özenle sürdüm. Parmaklarımı dudaklarıma yakınlaştırarak elimi salladım, ve üflemeye başladım. Güzel bir koku burnuma yayılmıştı.

Ve hayır.
Aldığım kokunun ojeden geldiğini düşünsemde ojeden gelmiyordu.

"Ne kokuyor burası—" Sözü yarım kalırken gözlerimiz beraberinde kesişti. Boğazımı temizledim. Üzerimdeki havluya sıkıca sarılırken ayaklandım.

"Kapı tıklama adetiniz yok mudur sizin Tarzan Bey?"

Durdu. Güldü. "Ney, ney, ney?"

"Kapı çalmak diyorum, girmeden önce diyorum. Tık tık tık diyorum."

"En son dediğini söyle."

"Tarzan mı?"

Gülerek başını iki yana salladı. "Solarya haber canlı yayında, yayılan bir hastalıktan bahsediyor," Konuşmama izin vermeden devam etti. "Vuslat Akkor'a lakap takma hastalığı."

Bir an gözlerimi kırpıştırdım, sonrasında kıkırdadığımda alt dudağımı dişlerimin arasına alarak güldüm. Onun bakışlarının yüzümde odaklandığını hissettim. Gülüşümde.

Yatağa otururken gözlerini hala gülüşümde hissedebiliyordum. Yanaklarımın ısınmasına sebep olurken kucağına atladı bir anda Tırfıl. Farketmedi bile. Ya da aldırış etmedi, önce Tırfıl'a baktı, sonrasında yeniden bana çevirdi gözlerini. Tüylerini okşadı.

"Sikeyim, böyle gülmen için sürekli espiri mi yapmam gerekiyor?" diye fısıldadı boğuk bir sesle. "Bence kafayı bozman gerekiyor." Elimi ampül çevirir gibi çevirerek deli işareti yaptım. Bu sırada gülüşüme engel olamıyorum, gittikçe büyüyordu.

"Aksine, kafayı seninle bozacağım."

"..."

"Ne oldu?"

Pis bir koku yayılmıştı etrafa, Tırfıl'ın çişini yaptığını anlamak için dahi olmaya gerek yoktu.

Vuslat Akkor'un kucağına işemesi önemli bir detaydı tabii ki.

Seguir leyendo

También te gustarán

EFSUNKÂR Por m.

Novela Juvenil

2K 332 10
Aşk zindanında tutsak kalpler, yalnızca ölümle özgürlüğe ulaşabilirler.
MELUN Por Seyma

Ficción General

1.1K 596 16
KAYIP KİMLİKLER VE SÖYLENEN YALANLAR... "Seni daha iyi koruyabilmek için." Ve kurt kızı yedi. Kocaman ağzının kenarında yalan bir tebessümle gizledi...
121K 4.9K 39
Gözlerini kapat ve öyle kal sonsuza kadar. Çünkü hiç görmemiş birine gök kuşağını anlatmaktan daha kolay. COPYRIGHT© Tüm hakları saklıdır.
4.4M 1.7K 3
Hayat küçük mucizelerle doluydu; bazen küçük bir kalpte, bazen bir kar tanesinde, bazen yıldızların arasında... Bazen de tam yanı başımızda! Sahip o...