ASTERYA

By acikyarada

50.9K 3.2K 7K

Solarya'nın aşağılarında, yapayalnız uzanan tuhaf bir şehirde. İyinin, kötünün Daha da kötünün, Ve en iyin... More

ASTERYA
I. ŞEYTAN VE DÖRT BÜYÜK GÜNAH
II. PERSUS SAPAĞI
III. ASTERİA TANRIÇASI
IV. İKİ SİLAH BİR KURŞUN
VI. ŞEYTANIN NİNNİSİ
VII. SIFIR NOKTASI
VIII. HİPOTERMİ ÇIKMAZI
IX. HİSLERİN MASKESİ
X. UYANIŞ
XI. GECEYE DÜŞEN ACILAR
XII. ZİHİNDEKİ TİLKİLER
XIII. TAHTINA DÖNEN KRAL
XIV. YERDEKİ KARGALAR
XV. DAĞ VE CEYLAN
XVI. KAYAN YILDIZ
XVII. KIYAMET YAKLAŞINCA
XVIII. FELAKET ETKİSİ TEORİSİ
XIX. SIFIRDAN GERİYE
XX. ASİLKANIN TARİHÇESİ

V. KAYAN YILDIZ RESTİALİ

2.2K 163 303
By acikyarada


AS.

V. "KAYAN YILDIZ RESTİALİ"

Afraid-The Neighbourhood

Kafamın içindeki sesler o kadar güçlüydü ki, susmuyorlardı. Kızgınlardı, acı çekiyorlardı.

Kabuslar pençelerini zihnime geçirmiş, düşüncelerimi deşiyordu.

Bazen zihnimde saklanan düşünleceler beni korkutuyordu. Kapalı odalar arkasına sakladıklarım beni yıkmak için an kolluyorlardı.

Başımın altındaki yastığa daha da sarıldım, gözlerimi sıkıca yummaya çalıştım. Kirpiklerim sızlıyordu.

Beni rahat bırakmayan o ses kafamın içinde kendini gösteriyor yine. Susturmaya gücüm yetmiyordu. Kafamın içi şimdi bir harp meydanı, düşünceler birbirini katlediyor. Kulaklarımdan bir çığlık yankılanıyor, annemin ninnisi. Anne. Al bu sesleri benden.

Hızla doğrulurken nefes nefeseydim, Göğüsüm hızla kalkıp inerken bir an oksijenin dudaklarımda sıkışacağını düşündüm. Elim boynuma gitti.

Geçti Aster, alışıksın sen kabuslu gecelere. Saat üç ve beşlere. Üstelik yatağın altındaki öcülere.

Yanımda büyük bir bedenin varlığını hissettim, gölgesini. Nefes alışverişlerini. Başımı hafifçe çevirdim. Buradaydı.

Dışarıdaki ay ışığı yüzüne vuruyor, bir yarısını aydınlıkta, diğer yarısını karanlıkta bırakıyordu. Kafasını hafifçe geriye yatırmıştı, tekli koltukta oturuyordu. Dudaklarının arasında olan bir şeyin sigara olduğunu adım gibi biliyordum. Ve beni izliyordu.

Kurumuş dudaklarımı ıslattım, yüzünün yarısını görememem ona öyle bir hava katıyordu ki. İliklerime kadar ürpersem de hoşuma gidiyordu. "Çok kabus görüyorsun," diye mırıldandı. Aldığı nefeslerden sigarasını derince içine çektiğini anladım. Dumanını havaya verdi. Ve yayıldı.

"Sen görmüyor musun?" diye mırıldandım, yeni uyandığımdan sesim boğuk çıkmıştı. Fazlasıyla hemde. Onun dipsiz kuyuları beni içine doğru çekerken yapabileceğim tek şey derince nefes almaktı.

"Bazen, yaşadığın şeyler yüzünden kabusların sana hafif gelir." Sigarayı içine çekti. Üfledi. Kendimi zehirledi. Beni zehirledi. Bizi zehirledi.

"Gelir mi?"

"Gelir."

"Yaşadığımız şeyin ağır olup olmadığını nereden anlayacağız peki?" diye mırıldandım, tokam bileğimde asılıydı. Elimle onu çekerek bileğime vurmasını sağlıyordum. Bir süre sessiz kaldı, sonrasında konuştu. "Eğer, olayın içinde vedasız gidişler varsa... Sebepsiz kabuslar vardır, sarışın."

Vedasız gidişler varsa,
sebepsiz kabuslar vardır.

Başımı hafifçe salladım, sessiz kalmak istedim. Kafamın içi zaten oldukça bulanıktı.  Kelimelerle daha da çorba etmek istemiyordum.

Bir süre sessizce sigarasını ciğerlerine çekti. Üfleyip durdu, ikinci dalını ateşlerken konuştu. "Aklıma gelmişken bir daha, duş aldıktan sonra o saçlar kurulanacak Küçük Hanım."

Kaşlarım çatıldı. "Ben çocuk değilim."

"Çocuksun, teknik olarak benden 7 yaş küçüksün." tam ağzımı açıp konuşacakken benden önce davrandı. "Bir kere de söz dinle, Asterya." Gözlerimi kıstım, öylece ona baktım. Gözlerim pencereye doğru yol aldı bir süre sonra. Camın ardından sesler yükselirken döne döne düşen beyaz parçalara gitti gözüm. Kalbim hızla çarpmaya başladı. Dudaklarım aralanırken yataktan hızlıca inerek cama yaklaştım. Cama iyice yaslanıp, avuçlarımı açarak cama yasladığımda yağan şeyin kar olduğunu anlamıştım. Her biri farklı bir şekili barındıran kar taneleri hızlanarak döne döne yere düşüyordu.

"Kar," diye fısıldadım. "Kar yağıyor." dedim heyecanla. Buraya geldim geleli ilk yağan kar değildi fakat kabusumdan uyanıp kar görmek garip hissettirmişti.

Kolay kolay heyecanlanan bir insan olmamıştım. Ama kar, benim için bir anı tutulmasıydı. Mutsuzken Adil'in beni güldürmek için yaptığımız kartopu savaşları, Deniz'le kardan adamlar yapmamız, hepsi geçmişin küllü raflarına kaldırılmıştı. Bir tozdan ibaretti. Adil'i özlüyordum. Sürekli özlüyordum. Ama ben Deniz'i de özlemiştim. Onun senini duyma ihtimalim varken bile duyamıyordum. Başını belaya sokmasını istemezdim. O benim tek yakın arkadaşımdı. Bir kayıp daha beni mahvederdi.

Vuslat'ın bakışlarının üzerime doğru kaydığını hissettim. "Ne var ki bunda?"

Gözlerim onu buldu, heyecanla parıldadıklarına emindim. Kar yağıyordu. Adil karı severdi, bende severdim. Gözlerimi karlara çevirdim.

"Seni bir kar bile bu kadar mutlu edebiliyor mu?" gözlerimi geri ona çevirdiğimde yine bana bakıyordu. Cümlesi içimde bir yerlere oturmuştu. Canıma kıymık gibi atmıştı. Ama bu duyguyu da en diplere itekleyecektim. Her zamanki gibi.

İç çektim. "Karı seviyorum." Yeniden karlara döndüm.

"Tekrar söyle."

"Neyi?"

"Karı sevdiğini."

"Karı seviyorum." ona garip bir şekilde bakarken Vuslat aniden ayaklanarak yanımdan geçti. Dolaba ilerledi. Dolabı açarak bir kazak ve mont çıkarttı. Dolabın içi doluydu. Bana kıyafet mi getirmişti? Söylememişti bile. Gerçi Tekin'i öldürdüğünden beri fazla konuşamamıştık.

"Bunları giyin ve aşağıya gel sarışın. Çabuk ol." diye mırıldandı. Bir şey dememe izin vermeden çıkıp gitti. Arkasından gözlerimi kırpıştırarak bakakaldım.

Çıkardığı beyaz kazağı ve siyah montu giyindim. Kendimi annesi tarafından üşümesin diye sıkıca giydirilen çocuklar gibi hissediyordum. Tanıdık ve bulanık bir histi. Bir o kadar da berrak. Gülümsedim, aşağıya indim hemen.

Kapının önünde Vuslat'ı göremeyince kaşlarım çatıldı, gözlerim saate kaydı. Gece 3'tü. Gerçekten delirmiş olmalıydık. Bir anda gözlerimin önüne siyah bir perde çekilmesiyle çığlığı bastım. İleriye doğru gidecekken geriye çekildim. Yavaşça görüş alanım düzeldi. Vuslat kafama bere takmıştı.

Ona döndüm. Vuslat kocaman sırıttı, yanağımdan bir makas alırken ne yapacağımı şaşırmıştım artık. Önüme bot bıraktı. Muhtemelen onun botlarıydı ve kocamandı. "Bunun tekine benim iki ayağım birden girer." söylenerek siyah botları giymeye çalıştım.

"Tipe bak," dedi gülerek. Kenardaki aynadan halime baktım. Kazağın üzerindeki mont beni komik göstermişti. Eşofmanım ise hala Vuslat'ın ki olduğundan bir paçası uzun, diğer paçası kısaydı. Bir de kocaman botlarım vardı.

"Bana bak, bu görüntüyü hemen aklından sil." kaşlarım çatıldı. Normalde olsam asla böyle dışarı çıkmazdım. Rahatıma düşkündüm ama pasaklı da değildim.

Hızlıca gözlerinin hapsinden kaçmak kocaman botlarla kapıya yürüyüp kapıyı açtım ve beni selamlayan soğuklukla karşılaştım. Bembeyaz kar taneleriyle.

Kalbim duracakmış gibi hissettim.

Bakışlarım o an nerede asıla kalacağını bilemedi. Yürüdüm. Kocaman botlar kara batıp çıkıyordum adımlarımla beraber. Bir an bile sorun etmedim bu durumu. Ya da burnumun sızlamasını. Muhtemelen kızarmıştı soğuktan. Elimi açtım, avuç içime kar tanelerinin bir bebeğin annesinin rahimine düşmesi gibi düşüşünü izlerken gülümsedim.

Ne kadar süre öylece kaldım, yağan kar tanelerini izledim bilmiyordum. Ama bir süre sonra sertçe yutkunabilme kabiliyetini buldum kendimde. Nefes almak, oksijeni burnumdan soluyabilmek.

Hayat bazen hiç adil olmuyordu.

Hayır, gerçekten Adil olmuyordu.

Bir çıtırtı sesi.

Hayır, bu sefer kalbimden gelmiyordu, buna emindim.

Bir dal kırılma sesi.

Bir miyav sesi.

"Miyav."

Oradaki ağaca baktım, gözlerimi kısarak yaklaşırken Vuslat'ın bana seslendiğini duydum ama cevap vermedim. Ağaca yaklaştıkça yanılmadığımı anlayıp telaşlandım ve hızlandım. Ağacın yanına ulaştığımda eğilip karların arasında hareket eden ve titreyen bembeyaz minik bir yavruyu çıkarttım.

"Sen.. Senin burada ne işin var?" Sanki bana cevap verecekmiş gibi sormuştum, üstelik sesimi bile inceltmiştim. Soğuktan gözlerini bile açamıyordu bebek. Başını benim kollarımın arasına gömmeye çalışınca sıkıca sardım onu. Çok üşümüştü, titriyordu. Tüylerini okşadım, tıpkı bir anne gibi o şekilde geldiğim yere geri döndüm. O an, yağan karın yok olmasını bile istedim.

Ben farketmeseydim muhtemelen donarak ölecekti.

"O ne?" dedi Vuslat hafif sert bir tonla, içeriye geçerken kocaman botları çıkartığ kenara attım, başımdaki bereyi de çıkartıp kedinin altına soktum üşümesin diye. "Baksana ne kadar üşümüş, daha yavru. Ateşe götürmeliyiz. Isınsın."

Gözlerim Vuslat'a tırmanırken ona baktım. Yutkunduğunu hissettim. "Dikkat et, ateşe yaklaşmasın." bu demekti ki, bizimle kalmasında bir sorun yoktu. İzin vermişti. Gerçi ondan izin alan kimdi ki?

Ben şömineli odaya doğru geçerken gelen adım seslerinden arkamdan geldiğimi anladım. Kedi sessizce miyavlıyor, daha çok kolumun arasına girmeye çalışıyordu.

"Şömineden uzak dur, sarışın."

Yakınlaştım şömineye, yere otururken onu güzelce sardım tekrardan bereye. Minik kafasına bir öpücük bıraktım. "Şştt, geçti. Geçti minik bebek seni."

"Miyav..."

Ona bebek diye seslenecek değildim. Güzel bir isim bulmalıydık şimdi. Minik kedi bir süre sonra ısınınca gözlerini aralamıştı. Boncuk gibi masmavi gözleri vardı. Ve bembeyaz tüyleri. Dudaklarımı birbirine bastırdım, şöminede tekrar tekrar harlanan ateşte gezindi gözlerim. "Ne düşünüyorsun?" diye mırıldandı Vuslat, gözlerim ona döndü. "İsim, isimsiz kalacak değil ya?"

"Boncuk olsun?" diye sordu çenesini kaçırken. "Mavi gözleri var zaten."

"Sıradan." Göz devirdim. İsim konusuna karışacağını düşünmemiştim. "5 kediden 6'sının adı boncuk zaten."

"Pamuk nasıl?" tüylerini okşadım kediyse yeniden kısa bir şekilde "Miyav..." dedi. Bende beğenmediğime dair mırıltılar çıkarttım. Sanki saat şafak vakti değilmiş gibi burada isim konuşuyorduk.

"Saçma." diye homurdandım. "Olmasın."

"Kar olsun. Karların arasında bulmadın mı? Bembeyaz tüyleride var. Sırıtmaz bile."

"Hayır olmasın," Kaşlarımı çatarak ona baktım. "Bakıyorum da isim haznemiz baya genişmiş." Yüz ifadesi sertleşti. Az önceki hali kayboldu. "Bana ne senin kedinden. Sen koy o zaman ismini." diye sinirlendi bir anda. Kenardaki tekli koltuğa geçerek oturdu. "Karışan yok zaten." deyip kenardan tabletine uzandı. Bir şeye bakmaya başladı. Bense gözlerimi kırpıştırdım, minik yavruya döndüm. Tatlı tatlı bana bakıyordu.

"Tırfıl olsun mu senin ismin?"

Gülümsedi kocaman, Tırfıl ise kocaman bir şekilde ağzını açarak esnedi. "Miyaaav..."

"Vuslat," Gülme sesi işitirken gözlerim Vuslat'a kaydı. "Ne?" dedim ona bakarak. "Tırfıl mı? Senin isim haznende baya yaratıcıymış, Kayan Yıldız seni."

Bir kez daha, "Vuslat." diyerek ismini mırıldandığımda, tekrardan gözlerimi devirdim. "Getirme beni oraya." Tırfıl'ın tüylerini okşadım.

"Şuna bak," dedi alayla, eğleniyordu. "Pençeleri de varmış." zifir hareleri bir süre gözlerimde oyalandı, kısa süreliğine kollarımın arasındaki kediye inerken yeniden gözlerime baktı. "Sadece sen miyavlamıyormuşsun demek ki."

Tek kaşımı kaldırarak ona baktım, kedi mi olmuştum şimdi?

"Şimdi ne alaka.. Söylesene sen bi. Merak ettim."

"Fazla merak kediyi öldürür, derler."

Bingo.

Gözlerim mermer teni üzerinden boğucu gözlerine sabitlediğinde gözlerim kısıldı. "Bu bana ne kattı şimdi?

Sırıttı. "Genel kültür."

Ona kötü kötü baktıktan sonra yeniden Tırfıl'a döndüm. Gülümsedim kocaman, uyuyakalmıştı. O kadar minikti ki. Küçücüktü. Canını acıtacağım diye ödüm kopuyordu hatta.

Öylece durduk, uzun bir süre. Öyle uzun bir süre durduk ki, şimdiyse güneş doğuyordu. Gözlerim cama gitti, iç çektim. Güneş'i seyrettim, gözlerim Vuslat'a doğru kayarken Tırfıl'ın yumuşacık tüylerini yavaş yavaş okşuyordum.

Persus'a geldiğimden beri anladığım kadarıyla; şeytan olmak zorunda bırakılan, fakat içinde hala kendinden barındıran ama tozlu raflarda olan bir adamdı Vuslat Akkor.

Onu o yapan tam adıydı. Onu bencilliğe mahkum eden tam adıydı. Vuslat Akkor, namı değer Damon T.

Duvarda pili bitti bitecek gibi duran saatin akrebi 5 sayısının dışındaki çembere yaklaşmıştı. Bordo ojeli tırnaklarım, Tırfıl'ın tüyleri arasında kayboluyordu. Yeniden doğuyordu. Vuslat, cebinden bir dal sigarasını çıkarttı. Çakmağıyla beraber ateşledi. Dudakları arasına sıkıştırdı.

Ve Vuslat'ın kaşları havalandı. Sonrasında gülümsedi

Bir süre boyunca tabletteki o ekrana bakındı.

Sayfayı yeniledi.

Yeniden duraksadı.

Sayfayı tekrar yeniledi.

"Neler oluyor?" hafifçe kaşlarım çatıldı benimde. Bir şeyler oluyor gibi hissetmiştim.

Ayaklandı, sigarasını koltuğun üzerinde söndürdü. Tableti kenara bıraktı. "Bültenlere baktım, ikimizde şu an kırmızı alarmla aranıyoruz." Bravo bize.

"Ama biz hiçbir şey yapmadık."

"Biz çok şey yaptık."

Ve yanımdan çekip gitti.

Kelimelerini neden beraberinde götürmemişti?

"Senin bu anneni ne yapacağız?" diye mırıldandı Ezhel, kucağında Tırfıl vardı. Karnını gıdıklıyordu. "Değil mi Turşu? Kız.."

"Tırfıl onun ismi." kaşlarım çatıldı.

"Tırfıl ne ya?" Dirseğiyle beni dürttü. "Yeni
kelimeler üretiyorsun."

"Ayrıca ben Türkçe değil, Üstün Ezhelice konuşurum. Ve bu kedinin ismi bundan sonra Turşu..." yanına gelerek dikkatle kucağındaki Tırfıl'ı aldım. Mavi gözlerine bakarken kocaman gülümsedim, o şekilde odaya çıktım.

Vuslat, ortalıklarda yoktu. Persus'da değildi bildiğim kadarıyla. Gitmeden önce bana bir telefon bırakmıştı. Sadece onun ve Ezhel'in numarası kayıtlıydı.

Tırfıl ile beraber yatağa uzandım, o ise üzerimdeydi. Komidinin üzerinde duran telefonuma uzandım. Bir bildirim gelmişti. Hemen tıkladım.

Vuslat: İyi misiniz?(12.38)

Asterya: İyiyiz, merak etme.(12.52)

Vuslat: Neden geç baktın?(12.52)

Asterya: Aşağıdaydım, merak etme.(12.53)

Vuslat: Kedi evi pisletmesin.(12.53)

Asterya: Sen iyi misin?(12.53)

Asterya: Bu arada sordum, kirletmezmiş, merak etme.(12.54)

Vuslat: Kesinlikle merak etmeyeceğim.(12.55)

Vuslat: Merak etme.(12.55)

Asterya: Ne yapıyorsun?(12.58)

Vuslat: Boşver, merak etme.(12.59)

Asterya: Seni engellerim, merak etme.(13.00)

Ne kadar sinir olsamda dayanamayıp sessizce güldüm. Yeniden telefona baktım, yüzümde silemediğim bir gülümseme vardı.

Vuslat: Fotoğraf at.(13.06)

Vuslat: Görevde lazım, kafanda kurma bir şeyler.(13.06)

Asterya: Ne yapcaksın fotoğrafımı?(13.08)

Vuslat: Sarışın, hadi.(13.08)

Gözlerimi devirdim, ön kamerayı açtım. Önce önleri hafif dağılmış saçlarımı düzelttim. Gülümsemeli miydim, yoksa normal mi dursaydım? Hafifçe gülümseme kararı verirken kırmızı tuşa basmamla beraber karnımdan göğüslerime kadar bir hareketlik hissetmemle gözlerim göğüslerimi buldu. Çünkü tam arasında Tırfıl duruyordu. O anın şaşkınlığıysa çektiğim fotoğrafı Vuslat'a yolladım. Dudaklarımdan bir nida koparken Tırfıl ise aynı anda mırıldandı.

"Miyaaavv..."

"Sus, ne miyaav? Yaptığını beğendin mi?"

Sonrasında telefonu kenara bıraktım, Tırfıl'ın tüylerini okşarken boş tavanı seyrettim. Kısa sürede değişen hayatımı düşündüm. Kısa sürede hayatıma girip, beni değiştiren adamı düşündüm.

Ölümcül bir zehir taşıyordu hareleri. Her sabah aynı yangının fitilini ateşleyen bir savaş yaşanıyordu. Sanki geçmişin yangının külü göğüsüne atılmıştı, zaman geçtikçe de bileğine dolanmıştı. Bu hayata mahkum olmuştu.

Vuslat, kimi ne kadar esir düşürmüşse bir o kadar da kendisinin esiriydi.

Tık tık tık, sesiyle düşüncelerim bölümdü. Başımı kaldırdım. Kapıya baktım. Tırfıl'ı göğüslerimin arasından çıkarırken doğruldum. "Gel."

Gelen Ezhel'di.

"Civciv surat, hazırlan. Vuslat'ın yanına gidiyoruz."

Şeytanın en büyük günahı hırsıydı.

İçimde hiç yaşamamış bir kadının ruhunu saklıyordum. Kafamı kaldırıp arabanın dikiz aynasına baktığımda gözlerim Ezhel ile kesişti. Arabayı hızla sürerken yalnızca gözlerini seyrettim.

"En fazla bir kurşun daha yeriz, sıkma canını." Bakışlarını aynadan çekip doğrudan bana baktı. İçimde gittikçe büyüyen bir kara delik vardı. Eğer böyle devam ederse, önce beni olmak üzere etrafımdaki herkesi yutacaktı.

"Daha önce vuruldun mu?" dedim şaşkınca. Gözlerimi şaşkın şaşkın kırpıştırdım.

"Ohoo... Burada vurulmak günlük rutindir. Sekizden sonrasını saymayı bıraktım." bir süre sırıttı, sonrasında tepkime kahkaha attı.

Araba durunca Ezhel'den önce indim hemen. İçeriden müzik sesleri gelen kocaman binaya baktım. Burası Mavisel'in yeni ini miydi? Ezhel'le aynı anda birbirimize baktık. Kolayca girebilecektik çünkü Erva bizi hazırlamıştı. Kimlik değiştirmiştik. Saçlarımda siyah bir peruk, gözlerimdeyse kahverengi bir lens vardı. Kolaylıkla tanınmaz hale geliyordun bu iki şeyle.

Kurumuş dudaklarımı ıslattım, beraber sahte kimliklerimizi göstererek rahatlıkla içeriye girdik. Bizi kollaraya ayrılan kocaman bir salon karşıladı. Herkes dans ediyordu, muhtemelen kollar ise Mavisel'in arşivine, pisliklerinin saklı olduğu odalara çıkıyordu.  Rengarenk ışıklar yayılıyordu etrafa. İçerisi oldukça serindi, herkes kendince eğleniyor ve içiyordu.

"Vuslat'ı arayacağım, ayrılma bir yere."

En sondaki yöne doğru giderken arkasından Ezhel'i izledim. Gözlerim sonrasında birinde takılı kaldı. Tanıdık bir simâydı. Dudaklarım aralandı, önündeki adamı takip etti. Gözleri etrafta gezindi. Etrafı taradı. Ve sağ taraftaki kola doğru gittiler. Ve zihnimin bana haykırdığı, bağırdı tek bir isim vardı. Deniz.

Kafamda onlarca olasılık vardı, hiçbiri ise iyi bir kapıya çıkmıyordu. İçimdeki kara delik, gerçekten yanılmamıştı. Korkuyordum, hemde çok.

Benim aptal arkadaşım, Mavisel'dendi.

Deniz, benim düşmanlarımın tarafındaydı.

Aptal.

Bu olaylara karışmaması gerekiyordu, babası her ne kadar bu işin içinde olsada onu uyarmalıydım.

Bir tane daha kardeşimi kaybedemem.

Düşünmeden hızla peşine doğru adımladım, bir an olsun düşünmedim bile. O benim arkadaşım, kardeşimdi.

Damarlarımda akan kan adeta donmuş gibiydi. Sağ taraftaki kollardan birisine girdim. Müzik sesleri boğuklaşmıştı. Sessizce ilerledim, duvarın ardında gizlenirken yanındaki adamla konuşmalarını dinledim. Yanındaki adam Yavuz'du.

"Şeytan kapanları burada. Bu sefer kaçışı yok o şeytanın." dedi Yavuz, sırıttı. Deniz ise Yavuz'a baktı. Gözlerinin içi parıldıyordu resmen.

Sebebi aşık olması mıydı yani? Yoksa... Düşünmek yok Asterya.

Onlar ilerlemeye devam ederken hızlanıp aramızdaki mesafeyi kapattım. Sertçe Deniz'in bileğini tutup kendime çevirdim.

"Sen ne yapıyorsun?" diye sordum sertçe. Sesim öylesine soğuk ve kırgındı ki, yine de kırıklar ona batmasın diye kendi canımı yakmıştım.

Gözlerininde ne kadar duygu değişimi yaşandı, sayamadım. Ama bana öyle değişik baktı ki, bu Deniz, o Deniz değildi. Kim olduğumu anlamadı, saçımdaki peruğu çıkarttım. Kasıldığını hissettim.

"Niye geldin buraya Asterya?"

"Sen," kelimeleri arıyordum, ne diyeceğimi de bilmiyordum. "Asiller'densin. Sen busun Deniz." Gözlerimi kapattım, derin bir nefes verip tekrar ona baktım. "Masum insanların öldürüldüğü tarafta olamazsın. Benim tanıdığım Deniz bu değil."

"Yanındaki o adamın ne kadar virâneye dönüşeceğini merak ediyorum. Karşımda durma Asterya. Herkes kendi tarafını seçti."

Yapma. Yapma Deniz.

"Sen bu değilsin, sırf bir adam uğruna arkadaşlığımızı hiçe say..."

"Hadi Deniz, gel." Yavuz'un sesi bizi böldü. Göğüsüm hızla kalkıp iniyordu. Bir kardeşimi kaybetmiştim, diğerini de kaybedemezdim. Yavuz beni görmemişti, daha ilerdeydi. Muhtemelen beni görseydi yakalatırdı zaten de. Ama umurumda bile değildi.

"Karşıma çıkarsan, seni bitiririm Asterya. Çıkma. Persus'dan çık. Kurtar kendini." onlara doğru yeniden hareket edecektim ki, birisi beni kolları arasına doğru çekmesiyle bu girişimim başarısız oldu.

Nane, ağır sigara kokusuna karışmış viski.

"Vuslat," diye fısıldadım. "Bırak beni. Deniz'i almalıyım. Konuşmam lazım."

"Asla."

Çekmeye çalıştım, kollarından uzaklaşmaya çalıştım. Ama bırakmıyordu. "Bırak, bırak dedim!" Onu ittirmeye çalıştım, beni bırakmamaya yemin etmiş gibiydi. "Anlamıyor musun?" diye soludum öfkeyle. "O benim ailem, böylece çekip gitmesine izin vermem. Onu kaybedemem!"

"Duygularınla hareket ediyorsun, Asterya." dedi. "Sakin ol."

"Vuslat, bırak!"

Kolları arasından kurtulamadım, bir süre boş bir şekilde çırpındıktan sonra yavaşça duraksadım. O tarafını açıkça belli etmişti. "Şştt, bana bak. İyisin..." beni hafifçe geriye çekerken gözlerime baktı. Saçlarımda elinin gezindiğini hissettim. Saçlarımı mı okşuyordu? Okşuyordu...

Karşımdaydı.

Üstünü çizdim, Deniz.

O küçük delik, büyüdü, büyüdü, ve büyüdü. Engelleyemeyeceğim kadar büyük bir delik haline dönüştü. İlk olarak beni olmak üzere her şeyi içine çekti. Yuttu. Hapsetti.

Çenemi kaldırıp bütün gücümle ona baktım. Ve benim kimsem kalmamıştı. Uğruna savaşacağım bir meseleydi artık Persus. Eğer bu mesele yüzünden ben Deniz'i kaybetmişsem oyunu kurallarına göre oynayacaktım.

"Ölsem bile Persus'u terk etmeyeceğim. Bundan sonra.. Savaşsa savaş. Tamam.. Tamam mı?" diye fısıldadım.

Gözlerinin için parıldadığını hissettim, saçlarımdaki elleri duraksadı. Bir elinin belime doğru indiğini hissettim.

"Savaşsa savaş." diye destekledi beni.

Şeytanın alt etmenin bir diğer yolu, ona dönüşmekti.

Tıpkı benim adım adım yaptığım gibi.

Asterya Ramona


Damon T.

Continue Reading

You'll Also Like

EFSUNKÂR By m.

Teen Fiction

2K 332 10
Aşk zindanında tutsak kalpler, yalnızca ölümle özgürlüğe ulaşabilirler.
1.3K 129 4
(+18) On iki deneme. Her biri bir tıkırtı, her tıkırtı ölümün soğuk nefesi. Bir saplantı. Alaycı bir gülümseme, karanlıkta yankılanan bir ses: "Ölme...
1.5M 35.5K 44
Tam sınıftan çıkıcaktım ki gelen sesle dikildim kaldım."sen kal ada yapamadığın son soruya bakalım" OLUR OLUR HOCAM BAKALIM. Dırırııırıırıfırı Canı...
2.5M 31.6K 14
MAVİ AY, EPSİLON YAYINLARI BÜNYESİNDE ARTIK RAFLARDA! 💙🌝 Rüyalarını unutanlardan mısınız, yoksa her ayrıntısını hatırlayan ve içinde yaşıyormuş gib...