TOP | BangChan

By cileklisut00

23.5K 2.6K 2.7K

Bir kenara itilen bir prenses, ne kadar tehlikeli olabilirdi ki? Ah, baştan uyarayım; Isırıyorum. More

⚠️⚠️⚠️
giriş
1.
2.
3.
4.
5.
6.
7.
8.
9.
10.
11.
13.

12.

948 123 155
By cileklisut00

Bu kişi(ben) yorum yapmayanlara küsüyor haberiniz olsunn

- Yazar -

"Hayır."

Seol, sinirle alt dudağını yaladıktan sonra yanında durmuş, kolunu tutarak gitmesini engelleyen adama baktı.

"Gideceğim dedim."

Chan, kendisine öfkeyle bakan gözlere karşılık sakindi. "Ben de hayır dedim." dedi. "Bunun bir tuzak olduğunu bile bile gitmiyorsun hiç bir yere. Hem senin elini kana bulamana gerek yok."

Saraya kadar gelmişlerdi ve Seol her çatışmaya direkt katılmak istiyordu. Chan ise adamlarının yeterli olduğunu, sadece kenarda durup izlemenin daha doğru olacağını savunuyordu.

"Bana bak." diyerek, Chan'ın tutmadığı eliyle prensin yakasını kavradı. Yüzleri, bu hareketle iyice yakınlanmıştı. "Burası senin değil, benim sarayım. Buranın sahibi benim."

Chan, kızın gözlerindeki hırsı görünce sırıttı. "Hmm, pençelerini çıkardı. Sakin ol bakalım."

Seol elini prensin yakasından çekip biraz gerilediğinde, Chan da kızın kolunu bırakmıştı. "Durumu ciddiye almıyorsun." dedi prenses gözlerini devirerek.

"Alıyorum, o yüzden gitmeye gerek yok diyorum."

Kaşlarını çatarak, "Anlamıyorsun da." dedi. "Benim çözmem gereken olaya gereğinden fazla dahil oldun zaten. Kendi işimi kendim yapmayı tercih ederim, o yüzden gitmem lazım."

Sonra elini, belindeki olan kılıca götürüp kontrol etti. Prens ise bıkkınca oflamış ve, "İyi, ben de geliyorum o zaman." demişti. "Abin, sana sahip çıkmazsam bana kızar."

Bahanesi de hazırdı.

"Kızmaz. Kal burada." derken kıyafetinin iplerinin sıkı olduğundan emin oluyordu.

"Savaşçı Prenses." diyen gençle bir an duraksasa da, parmakları ipleri sağlam bir düğüm atmaya devam etmek için yeniden hareketlendi. "Neden diğer prenses ve leydiler gibi oturup işin bitmesini bekleyemiyorsun? Baksana, yüzün, ellerin... her yerin yara içinde. Soğuktan burnun kızarmış. Bu zayıf vücut, böyle bir savaşı kaldıramaz."

"Kaldırmasını isteyen mi var? Abimi kurtarmam yeterli, gerisini o hâlleder zaten." dedi umursamazca.

Veliaht Prens, anlamayarak baktı. "Ölürsün diyorum, farkındaysan."

Prenses de sonunda başını kaldırıp gözlerine baktı. Kararlı duruşu bir an bile yıkılmamıştı. "Farkındayım." dedikten sonra başını çevirerek saraya baktı.

Kar yavaş yavaş yağıyordu. Depo olarak kullanılan bir yerin çatısındalardı, ikisinden ayrı olarak iki asker de onlarla birlikteydi. Diğer askerler ya bilgi toplamaya gitmiş, ya da farklı yerlere konumlanarak işaret bekliyorlardı.

Kar tanelerinin süzülerek süslediği saray nasıl da boş geliyordu gözlerine. Değersiz, karanlık... Sahi, kendi hayatı da öyle değil miydi, değersiz ve karanlık?

"Burası böyle bir yer değildi... bu kadar soğuk ve karanlık değildi." dedi fısıltıyla. "Eğer benim ölümüm burayı, bu ülkeyi, daha sıcak ve mutlu bir yer yapacaksa neden olmasın?"

Yanındaki gence baktığında onun da kendisine baktığını fark etti. Birkaç saniye ikisi de bir şey söylemedi, sadece bakıştılar. Veliaht Prens'in ne düşündüğünü anlayamıyordu yüz ifadesinden.

Çok geçmeden bilgi almaya giden askerler gelip öğrendiklerini söylemiş, bu sayede harekete geçmişlerdi. Abisinin zindanda tutulduğunu öğrenen Seol, yaşadığı için derin bir nefes almıştı.

Gecenin karanlığına sığınarak gizlice ilerleyip zindanın bulunduğu binaya ulaştılar. Alt kata inen merdivenler sanki uzadıkça uzuyordu. Yine de hiç önemli değildi bu Seol için. İsterse yerin kırk kat dibi de olsun, yine de gider abisini bulurdu. Çekirdek ailesinden kalan tek kişi oydu, onu da kaybetmek istemiyordu.

Merdivenlerin sonu nihayet göründüğünde, meşalelerin aydınlattığı koridorda sessiz adımlarla ilerlemeye devam ettiler. 

Karşılarına çıkan nöbetçileri, önlerinden giden iki asker etkisiz hâle getiriyor ve işleri hızlandırıyordu. Hücrelerin önüne geldiklerinde herkes dağılıp Seungmin'i aramaya koyuldu. Veliaht Prens ise gözlerini ayıramadığı prensesin yanındaydı.

Seol, kapılardaki küçük pencereleri tek tek açıp elindeki meşaleyi içeriyi görebilecek şekilde yaklaştırıyor ve abisini arıyordu. Birkaç hücreyi geçtikten sonra askerlerden haber geldi.

"Burada, Prens Seungmin'i bulduk."

Seol vakit kaybetmeden işaret edilen tarafa koştu. Diğer mahkumlar ne olduğunu anlamadıkları için homurdanıyorlardı bu esnada.

Elindeki meşaleyi, hücrenin kapısında bekleyen askere verdikten sonra içeri girdi. Abisi yerde baygın bir şekilde yatıyordu. Ayağına sanki gerçekten bir suçluymuş gibi zincir takmışlardı kaçamasın diye. Kıyafetlerindeki yırtıklar ve görünen yaralardan da kırbaçlandığı anlaşılıyordu.

"Abi?" diye fısıldayarak yere, baygın bedenin yanına çöktü. Bir elini, dağılan saçlara koyarak yumuşakça okşadı. "Abi, ben geldim."

Yanına oturan Veliaht Prens onun aksine baygın bedeni omzundan tutup sarstı. "Seungmin, uyan. Seungmin."

Bu sarsılma etkisiyle gözleri yavaşça aralanan Seungmin'in kendine gelmesi birkaç saniye sürdü. "Seol?" dedi şaşkınlıkla doğrulurken. Seol hemen ona sarılmıştı, yaralarına dikkat ediyordu canı yanmasın diye. Abisi de sarıldı ona. Elini kısa saçlarda gezdirirken göz yaşlarına engel olamamıştı.

Gerçek bir prenses gibi yaşamasını istediği biricik kardeşinin ne işi vardı burada? Hem de bu kılıkla?

Askerler, Seungmin'in ayağına bağlanan zinciri açmaya uğraşırken Chan da olayları, "Seni kurtarmaya geldik." diyerek özetledi. "Buradan hemen çıkmamız lazım, kapalı alanda kendimizi korumamız zor olur." diye de ekledi.

Seol, abisini istemeyerek bırakıp geri çekildi. Zincirlerden kurtulduklarında vakit kaybetmeden dışarı çıktılar.

Dışarı çıkar çıkmaz, "Ne işin var senin burada, bu hâlde hem de?" demişti Seungmin.

"Bu, konuşulması gereken son şey bile değil." dedi Seol. "Ülkemi ve abimi kurtarmaya gelmeyip ne yapacaktım? Çay mı içecektim?"

Seungmin bir an, evet, demek istese de onun yerine, "Dayeong'dan haberiniz var mı?" diye sordu. "Ve... Jeongin'den."

Seol, duyduğu isimle gözlerinin yandığını hissedince ağlamamak için hemen kırpıştırdı. "Öldüğünü duyduk." dedi sadece. Sonra konuyu değiştirmek için, "Dayeong kim bu arada?" diye sordu. Dyreen'deyken birkaç kez ismini duysa da kimse bahsetmemişti.

Veliaht Prens ve 13. Prens, aralarında kısaca bakıştılar. "Haber yok." dedi Veliaht Prens.

Seungmin üzgün bir ifadeyle başını eğerken Prenses, elini beline koydu. Dayeong kimdi bilmiyordu ama Jeongin ve annesinin ölümünden sorumlu kişileri biliyordu. "Boş boş etrafa bakacağınıza yürüyün." dedikten sonra önden yürümeye başlamıştı.

Saklanmaya niyeti yoktu artık, rahat bir tavırla yürüyordu. Soğuk rüzgar yüzünü okşayıp geçerken elindeki kılıcı sıkıca tuttu. Arkasından gelenlerin adım sesini duyuyordu, dönüp bakma gereği duymadı.

Chris'in, "Saklanmıyor muyuz?" sorusuna karşılık tebessüm etti.

"13. Prens'in güvenliğini sağladık." dedi sakince. Kraliçe'nin, burada olduklarını öğrendikten sonra zarar verebileceği biri yoktu. Çok değer verdiği köşkün yakıldığını ve hizmetçilerinin öldürüldüğünü duymuştu.

"Kaybedecek bir şeyim yok. Ayrıca bu sarayda yeterince saklanarak vakit geçirdim." dedikten sonra adımları hızlanmıştı.

Kraliçe'nin sarayı görünene kadar birkaç asker grubuyla karşılaşmış ve onları savurup yollarına devam etmişlerdi. Saraya ulaştıklarında ise kapıda onları bekleyen Kraliçe'yi gördüler. Askerleri ile bekliyordu.

Elbette Kraliçe'nin her şeyden haberi vardı. Bugün için hazırlanmıştı, hesaba katmadığı tek şey Dyreen Veliaht'ının burada olmasıydı. Ama bu, onun için gereksiz bir detaydı. Nasılsa Veliaht ölecek, Dyreen de işgal edilecekti ona göre. Veliaht'ın ölümünün öne çekilmesi iyi bile olmuştu.

"Ah, Seol." dedi yapmacık bir şekilde gülümseyerek. "Ne kadar büyümüşsün."

Seol de gülümsedi. "Evet ve inan bana, beni yıllar önce öldürmediğin için pişman olacaksın."

Kraliçe, bu sözlerden etkilenmedi. "Ben pişman olmam, hayatım. Seninle oynarken eğlendim."

Seol istemsizce bir elindeki kılıcı sıkmış, boştaki elini de yumruk yapmıştı. "Güzel," dedi. "Çünkü oynama sırası bende ve pişman olmayacağım."

Sonrasında askerler, Kraliçe'den gelen emirle saldırmış ve anında karşılık almışlardı. Kılıçlar birbirine çarptığında çıkan sese zamanla kan kokusu da karıştı. Karın üstü parlak bir renge boyanmaya başlamıştı.

Seol, terden alnına yapışan saçlarıyla birlikte tüm gücüyle askerleri püskürtmeye ve asıl hedefine ulaşmaya çabalıyordu. Gücü tükenmeye başladığı için bir an önce sonuca ulaşmak istiyordu.

"Prenses!" diyen Chris'in sesini duyar duymaz arkasına dönüp baktı. Kendisini hedef alan kılıcı fark etse de harekete geçmek için geç kalmıştı. Kendisi engelleyemese de aniden önüne geçerek kılıcını savuran beden ile irkildi. Abisi önüne geçip onu korumuştu.

"Odağını yitirme, Seol." dedi Seungmin. Genç kız, yavaşladığını fark eden abisi ile utandı. Dışardan belli mi oluyordu yorulduğu?

Daha güçlü olmak istiyordu. Korunmak değil, korumak istiyordu. Yine de ne kadar uğraşsa da vücudunun belli sınırları vardı ve aşamıyordu işte.

Kılıcını savururken daha hırslıydı şimdi. Düşmanına zayıflığını gösteremezdi, göstermemeliydi.

"Kaçıyorlar!" diyen askeri duyunca, kendisine gelen saldırıyı savuşturup etrafa baktı. Evet, gerçekten de Kraliçe, birkaç asker ve biricik oğlu -şimdiki Kral- ile birlikte kaçıyordu.

"Sanki izin veririm de!" diye bağırarak peşlerinden atıldı.

"Prenses, dur!" diye arkasından bağıran Veliaht Prens asla umurunda olmadı. Veliaht Prens ise, prensesin arkasından gitmek istese de önüne yığılan askerler yüzünden ilerleyememişti.

Karanlık, geçen zamanla yerini loş bir aydınlığına bırakıyordu. Zorlu geçen gece, güneşin doğmaya başlamasıyla sonlanmıştı. Yine de bu, savaşın bittiği anlamına gelmiyordu

Seol, koşarak yetiştiği askerlerden iki tanesini, yerde kayarak kılıcıyla yaraladıktan ve yürüyemez hâle getirdikten sonra ayağa kalktı. Onun bu hamlesini beklemediği için kaçan grup durmuştu. Kraliçe, kaybedeceklerini anlayınca kaçmak zorunda kalmış olmasına zaten öfkeliydi, bu nedenle, "Nereden çıktın yine?!" diye bağırdı.

"Neden?" dedi Seol nefes nefese. "Korktun mu? Küçümseyip eziyet ettiğin o küçük kızdan hem de."

Histerik bir gülüş ile konuştu Kraliçe. "Senin neyinden korkacağım?"

Kral da ona katıldı. "Acıdığımız için yaşamana izin verdik, bu şekilde mi iyiliğimizi ödüyorsun? Askerler, ne bakıyorsunuz boş boş? Saldırsanıza!"

Üzerine atılan 4 askere aynı anda karşılık veren prenses aslında gücünün sınırına çoktan ulaşmıştı. Yerler buz tuttuğu için ayağı kayıp yere düşünce kılıcı da elinden fırladı.

Kolunun üstüne düştüğü için hissettiği acıyı yaşama fırsatı olmadan boynuna 4 kılıç birden dayandı. Kraliçe'nin kahkahası, güneşin doğuşuyla beraber yükselmişti.

"Ne yaparsan yap, sen hâlâ beceriksiz bir çocuksun." dedi Kral da sırıtarak. En büyük abisiydi, 1. Prens derlerdi eskiden ona.

Böyle bitmesine izin veremem, diye düşündü Seol. Yorulduğu için derin nefesler alırken soğuk hava, ciğerini sanki delinmiş gibi sızlatıyordu. Bu şekilde olmaz, asla olmaz. O, sayısız masumu katlettikten sonra, bir kişinin bile intikamını almadan olmaz.

"Şimdi ne yapacaksın acaba?" dediğini duydu Kraliçe'nin. Başını kaldırıp kendisine alayla bakan yüze baktı.

Kıpırdadığında boynuna saplanacak kılıçlar olmasaydı eğer, birçok plan kafasında dönüyordu. Belki çelme takabilirdi askerlere, ama ayağa kalkmaya fırsatı olmadan şah damarı kesilirdi. Şu an bile boynuna baskı yapıyordu buz gibi soğuk demir parçaları.

Aniden ıslık sesi duyuldu, herkesin odağı dağılırken askerlerin iki tanesi kalplerine saplanan oklarla yere yığılmıştı. Hemen ardından diğer iki asker de oklardan nasiplenerek yere düştüler.

Kral ve Kraliçe telaşlandılar. "Ne oluyor? Nereden geliyor bu?" Etraflarına bakarak ne olduğunu anlamaya çalışırken Kral da sonunda kılıcını çekmişti.

"Vay vay vay. Kimleri görüyorum?" dedi yüksek bir ses, genç bir kıza ait olduğu belliydi. Üzerinde durduğu duvardan atlayarak yanlarına yaklaşırken okuyla Kral ve Kraliçe'yi hedef almıştı.

Seol, düşmanlarının dikkatinin dağılmasını fırsat bilerek sessizce kılıcına uzandı ve ayağa kalktı. Oku tutan kız ve Seol karşı karşıya durdukları için Kral ve Kraliçe, ikisinin arasında kalmıştı.

"Sen..." dedi Kraliçe şaşkınlık ve öfkeyle karışık.

"Ne oldu, dilini mi yuttun?" dedi genç kız alayla.

Seol derin bir nefes alarak Kral'ın kılıç tuttuğu eline hamle yaptı. Beklenmedik darbeyle kolu yaralanan adam, kılıcını düşürmüştü. Seol hemen kılıca bir tekme atarak buzlu zeminin yardımıyla kılıcı uzaklaştırdı.

Kraliçe, oğlunu bırakarak kaçmak için adım atmasıyla başka bir beden daha dahil oldu aralarına. Güneş vurduğu için parlayan kılıç, Kraliçe'nin boynunda yer edinmişti bile.

Seol, kendi kılıcını Kral'ın boynuna yaslayarak Kraliçe'yi kimin durdurduğuna baktı. Tanıdık yüz gözlerinin büyümesine sebep olurken şok içinde konuştu.

"Jeongin?"

JEONGINIMM NASIL ÖZLEDİKK :") Okçumuzun da Dayeong olduğunu söylememe gerek yok bence.

Bu bölümü bitirdikten sonra kılıç, kral ve kraliçe kelimelerine alerjiniz oluşabilir ahskxmdnskdclf bazı yerlerde çok kullandım ama daha düzgün nasıl yazacağımı bilemedim. Sizi de daha fazla bekletmek istemediğim için çok uğraşmadan paylaşıyorum ♡

E artık yavaştan love işlerine girişelim mi  ahdksmxmdnsofkemscl

Umarım beğendiğiniz bir bölüm olmuştur. Sizi seviyorum 💝

Continue Reading

You'll Also Like

96.7K 5.1K 62
"Komşum ünlü bir futbolcu. Fazla yakışıklı ve bunun da fazlasıyla farkında. Üstelik inatçı keçinin teki, tam anlamıyla gıcık ve çekilmez biri. Başta...
229K 32.8K 20
oğlum sadece en sevdiği oyuncakları kırıyor. ben onun yok ettiği kumdan kalelerin kralıyım omegaverse, etl texting
12.6M 605K 87
18 yaşında genç bir kızın yolu çıkmaz bir sokakta hiç kesişmemesi gereken bir adamla kesişti. Adam hayata ve mavi renge küskündü. Genç kızla beraber...
69.5K 5.7K 23
nasıl olsa görmez diye düşünen yağmur çözer, barış alper yılmaz'ın mesaj kutusunu not defteri olarak kullanmaya başlar. - hayat beni tekrardan 13 yaş...