ÖLÜMCÜL SIR

By maysamellia

1.7M 92.9K 96.5K

"Gözlerime bak Ezgi..." Artık yaşlarım akıyor muydu bilmiyorum. Sadece tek gördüğüm; karanlık. Islak ve sıcak... More

GİRİŞ
1. Bölüm: ORMAN
2. Bölüm: ACI KARŞILAŞMA
3. Bölüm: ŞOK DALGASI
4. Bölüm: GÖREV
5. Bölüm: KUPA
6. Bölüm: SONUÇ
7. Bölüm: ZAMAN EN İYİ ÖĞRETMEN
8. Bölüm: NE İLE MUTLUSUN?
9. Bölüm: NEFRET VE FEDAKÂRLIK
10. Bölüm: KAÇIŞ VE YÜZLEŞME
11. Bölüm: DERİN KORKU
12. Bölüm: UMULMADIK HABER
13. Bölüm: GÖRÜNENİN ÖTEKİ YÜZÜ
14. Bölüm: KAR KOKUSU
15. Bölüm: ÖLÜMÜN CESARETİ
16. Bölüm: AKLIN OYUNU
17. Bölüm: CAM KIRIĞI
18. Bölüm: AVCILIK ZAMANI
19. Bölüm: YALNIZLIK ORTAĞI
20. Bölüm: ÖZGÜRLÜĞE GİDEN YOL
21. Bölüm: ÖLÜMÜN HUZURU
22. Bölüm: ATEŞTEN TAHT
23. Bölüm: ZEMHERİNİN ACI KESİĞİ
24. Bölüm: HAYATIN SOĞUK YÜZÜ
25. Bölüm: UYANIŞ
26. Bölüm: ÜMİTLERDEN VAZGEÇİŞ
27. Bölüm: KORKUNUN KARANLIK SOĞUĞU
28. Bölüm: SICAK FIRTINA
29. Bölüm: SIĞINAK
30. Bölüm: BEYAZ KALP
31. Bölüm: KARANLIK ZİHNİN SULARI
32. Bölüm: BİLİNMEZLİĞE YOLCULUK
33. Bölüm: KARDELENİN YALNIZLIĞI
34. Bölüm: GÖRÜNMEZ ZİNCİR
35. Bölüm: GİRDAPTAKİ İHTİRAS
36. Bölüm: ÖLÜMÜN YASAKLI YERİ
37. Bölüm: ÖFKE VE ŞOK
38. Bölüm: KARANLIKTA UZANAN EL
39.Bölüm: ARZULU ARAF
40. Bölüm: GERÇEĞİN SIRATINDAKİ CEHENNEM
*AYDINLANMA METNİ*
41. Bölüm: KALBE AKAN ZİFİR
42. Bölüm: İKİ TEN, TEK NEFES
43. Bölüm: CESARETE BÜRÜNEN HIRS
44. Bölüm: ÖLÜMLE GELEN İLK İLHAM
46. Bölüm: KÂBUS VE GERÇEK
AÇIKLAMA
47. Bölüm: ZAMANSIZ DÜET
48. Bölüm: SÜRPRİZ BAĞ
49. Bölüm: DEJAVU

45. Bölüm: KIRIK PARÇALAR, AYRI HİSLER

11.2K 1K 2K
By maysamellia

Sizinleyim yine

Son bölümdeki 1500 yorum tamamlanınca attım bölümü. Biliyorsunuz ki uzun bir ara verdiğim için okuyucu kaybettik. En azından etkileşim olması adına sizlerden yorum istiyorum.

Yine 1500 yorumu tamamlayarak tepki ve düşüncelerinizi paylaşın benimle🥹 Yorum sayısı tamamlandığında bir hafta içinde bölümü atmak istiyorum. Sayı tamamlanmadığında inanın tüm motivasyonum gidiyor ve yazasım bile gelmiyor.

Ve son olarak: Kitlemizi daha da arttırmak adına kitabı arkadaşlarınıza önerir misiniz🥹

Herkes göz simgemizi bıraksın👉🏻👁️

Keyifle okuyun💙

Bölüm müziği: 
Fill The Void x The Hills
Mert Kıyak- Gel


"Yemin ederim gerçekti Ezgi. Sana o gün söylediklerim gerçekti."

~

-Yavuz-

Kocaman bir yangının ortasında, düğümlerle bağlanmıştı aklım. Her zerremi uyuşturan bir sıcaklık parmaklarımı uyuşturmuştu.

Yutkundum.

Sanki ciğerlerimden boğazıma yükselmiş ateşten bir yumruydu geriye itmek istediklerim. Kanımı hararetlendiren, damarlarımdan fışkırırcasına coşturan şey; yularına her zaman sahip çıktığım öfkemdi.

Ve ben o yuları serbest bırakmıştım.

Avucumun içinde olan kağıtta gezinen gözlerim, tüm hükmünü yitirip karanlık gölgeleri getirmişti peşinde. Sıkıca kapandı göz kapaklarım. Ardından avucumdaki kağıda örtündü parmaklarım. Avucuma yaptığı baskıyla moraran parmaklarım kağıdı parçalamak istiyordu. Bir kaya misali elime ağır gelen kağıdı tenimle bütünleştirdim.

Öfkemin ateşi, gözlerimdeki karanlığa hükmederken bir kez daha yutkundum. Sıkıca yumduğum gözlerimi aralayıp derin bir nefes aldım.

Nasıl en yakınıma girebilirdi?!

Ezgi...

Tehlikedeydi.

Şimşeği andıran hızla kalktığım yerden kapıyı açtım.

"Bunu kim getirdi buraya?!" Avucumla neredeyse bütünleşip buruşmaktan küçücük olmuş kağıdı duvara fırlattım. "Bu odaya kim girdi?!!"

Odanın kapısından bir adım ileride dar koridorun ortasındaydım. Duvarlara çarpan sert sesim koridorun sonundaki hemşirelerin korkuyla bana bakmasını sağlamıştı.

"Kim girdi?!"

Koridorda dolaşıp kendi kendine konuşan, gülen birkaç hasta kükrercesine çıkan sesimle ürküp etrafta koşuşturmaya başlamıştı.

Arkamdan gelen bir hemşirenin telaşlı sesiyle kasılmış çenemi hafifçe sağa çevirip bakışlarımı yana kaydırdım.

"Neler oluyor?"

Duvara fırlattığım kağıdı düştüğü yerden alıp hemşireye döndüm. Diğer hemşireler, etrafta korkup koşturan hastaları toparlamaya çalışıyordu.

"Bugün, bu odaya kim girdi?" Dedim kelimelerimi bastırarak.

Sesimi kontrol altına almayı başarsam da öfkem hâlâ kanımın tüm hızıyla damarlarıma baskı uygulamasına izin veriyordu.

"Be- benim bir bilgim yok. Sakin olun lütfen." Uzun boylu, sarı saçlı, neredeyse siyah kadar koyu renge sahip gözleri olan hemşirenin sesi korktuğunu fazlasıyla belli ediyordu. Etrafımdaki insanları korkutmaya hakkım yoktu. Nefes alışverişlerimi düzene sokmaya çalışarak derin bir nefes aldım.

Vücudum bir yangının ortasındaydı sanki. Öfkem her zerremi aleviyle sarmıştı.

"Kimin bilgisi var?" dedim gözlerimi gözlerine dikerek.

Tam ağzını açmıştı ki, Seniha Hanım'ın sesiyle gözlerimi geldiği tarafa çevirdim. Hızlı adımlarla olduğum yöne doğru geliyor, telaşlı gözlerle etrafı kontrol ediyordu.

"Neler oluyor burada Yavuz Bey?" Koyu gözleri önce yanımdaki hemşirenin daha sonra da benim gözlerimi buldu.

Elimi saçlarımın arasından geçirip avucumdaki buruşmaktan sertleşmiş kağıdı açtım. "Bu kağıt annemin avucunun içindeydi." Ona baktım. "Kim koydu bu kağıdı?"

Bu adam her deliğe nasıl girebiliyordu?

Elimdeki kağıda göz ucuyla bakarken kaşlarını çattı. Bakışlarını yanımdaki hemşireye çevirip gidebileceğini gösteren bir ifade takındıktan sonra dudakları aralandı. Gözleri elimdeki kağıda dikkatle bakmaya başladı. Ne olduğunu anlamaya çalışıyor gibiydi.

"Hiçbir bilgim yok," başını iki yana salladı. Gözleri kağıtla benim aramda gidip geliyordu. "Nasıl olabilir böyle bir şey?"

"Bugün buraya farklı bir kişi geldi mi hiç?" dedim kısmış olduğum gözlerimi etrafta gezdirerek.

"Bilmiyorum..." gözlerini yere çevirip duraksadı. Düşünüyor gibiydi. "Gelse fark edilirdi."

Sinirle ensemi ovaladım. "Demek ki fark etmemişsiniz."

Yüzü daha düşünceli bir hâl aldı. Alt dudağını ısırdıktan sonra gözlerini gözlerime sabitledi. "Hayır... Olamaz böyle bir şey." Kendinden şüphe etmiş gibi bir hâli vardı. "Yani... Ben görmedim."

Kaşlarım havalandı. "Sen görmedin?"

"Biliyorsunuz, yıllardır buradayım ve sizin annenizle ilgileniyorum. Sadece sizin anneniz değil. Başka hastalar da var ve hiçbir zaman böyle bir şey ile karşıla- "

"Tamam!" Öfkem bedenime hükmetmeye çalışıyordu. Derin bir nefes alarak gözlerimi yumup açtım. Acilen Ezgi'nin yanına gitmem gerekti. "Şimdi gidiyorum. Bu konu burada kapanmadı."

Yanından hızla geçip giderken duraksayıp tekrar ona döndüm. "Yetkili kişi kimse şimdiden kamera kayıtlarını hazırlasın." İşaret parmağımı Seniha'ya kaldırdım. "Ve derhâl annemin kaydını başka bir hastaneye alın."

Burnumdan solurken sesimin otoritesiyle karşımda yıllardır bana güler yüzle karşılık veren kadın, bu sefer kaşları çatık bir şekilde başını sallamıştı.

Elimde değildi. Bunca olanları kontrol edememek, ve... Yenilgiye uğrayacağımı hissetmek bile içimdeki öfkeyi kükretiyordu. Fakat ben kontrolcü bir adamdım. Bununla başa çıkacaktım.

Kendimden emin adımlarla hastanenin çıkışına doğru giderken karşıma çıkan adamla durdum.

"Merhaba. Ben bu hastanenin müdürüyüm. Sorun nedir?" Benden ortalama on santim kısa, geniş omuzlu bir adamdı. Siyah saçlarının önü dökülmüş, alnı haddinden geniş görünüyordu. Çerçevesiz gözlüklerinin ardındaki yeşil gözleri sorgulayıcıydı.

"Hastanenize girip çıkanları bilmemeniz." Deri ceketimin yakalarını dikleştirip gözlerimi gözlerine diktim. "Sorun bu."

"Olur mu öyle şey?" Dudaklarına zoraki bir gülümseme yerleştirdi. "Odama gelin, ayrıntılı bir şekilde konuşalım bu durumu."

Hasta kaybedip, hastanelerinin adının çıkacağından korktuğunu daha fazla belli edemezdi.

Aldırmaz bir şekilde ona bir bakış atıp yürümeye devam ettim. Acele etmem gerekiyordu. Ezgi'den emin olmam lazımdı.

"Her kim sorumluysa, faturası ağır olacak."

Kapıdan çıkıp adımlarımın hızını düşürmeden arabama doğru ilerledim. Bir yandan Ezgi hakkında durum bilgisi almak için Aslan'ı arayıp telefonu kulağıma götürdüm.

Siktiğimin oyunu her neyse, Ezgi'ye bir zarar geldiyse... Kaybettiklerim ve kaybedeceklerimi ateşe verirdim.

🩸

Korkuma gölge düşüren sorgulayıcı bakışlarım karşımda duran uzun boylu, simâsı tanıdık kişide geziniyordu.

"Sen..." Zihnim bu yüzü nerede gördüğüme dair kendini zorlarken yutkundum. "Kimsin?"

Saçları fazlasıyla kısa, keskin yüz hatlarına sahip, kemerli bir burnu vardı. Kavisli kaşları yüzüne sert bir ifade katmıştı. Üzerinde siyah boğazlı bir body ve altındaysa yine siyah renkte kargo bir pantolon vardı. Baştan aşağı siyah giyinmesinin aksine ayağındaki botlar haki yeşiliydi. Siyah kadar koyu gözleri önce bedenimde gezindi. Bakışları sîmasının aksine daha yumuşaktı.

"Ben Sabri."

Kaşlarım biraz daha çatıldı. Bu ismi duymuştum sanki...

"Sabri?" dedim onu biraz daha inceleyerek. Kapıyı o mu kilitlemişti?

"Evet." dedi düz bir ifadeyle. "Kapıyı yumrukladığınızı duydum. Yardım etmek istedim."

"Teşekkürler." dedim bakışlarımı üzerinden çekmeyerek. Yüzüme düşen bir tutam saçımı kulağımın arkasına yerleştirdim. Kim olduğunu hâlâ çıkaramamıştım.

Derhâl çantamı alıp kapıya yöneldim. O ise hâlâ düz bir şekilde bana bakıyordu.

"Seni daha önce görmüştüm sanki..." dedim. "Hastaneden değil gibisin."

Başını olumlu anlamda sallayıp beni onayladı. "Evet, daha önce gördünüz. Emniyete gelmiştiniz."

Tabii ya...

Koridora adım atarken onu nerede gördüğüm, zorladığım zihnimde canlanmıştı. Adem Çet'in sorgulanacağı gece, Gökçe'yi emniyete getirdiğimiz gün görmüştüm onu. Adem'e saldırırken Yavuz onu sorgu odasına götürmesini söylemişti. O hengamede duymuş olmalıydım ismini.

"Evet..." dedim zoraki gülümseyerek. Vücudumu sarmış olan korkum yavaş yavaş elini çekmeye başlamıştı benden. "Şimdi hatırladım."

Peki onun burada ne işi vardı?

Benim buraya geldiğimi nereden görmüştü?

Beni takip eden... Sabri'ydi.

Yukarı kata doğru çıkarken o da benimle birlikte merdivenleri adımlıyordu. Meraklı bakışlarımı ona çevirdim. "Buraya ne için geldin?"

Düz bir şekilde bana baktı. "Görevim gereği sizi gözetlemem gerekiyordu." Bakışlarını benden ayırıp devam etti. "Ben de gözetledim."

Demek görevi gereği... Yavuz...

Bu talimatı Yavuz vermiş olmalıydı. İyi de kendisi neredeydi?

Her ne kadar ona evin kapısını üzerime kilitlediği için kızgın olsam da içimdeki meraka engel olamamıştım. Sabri'ye yandan bir bakış attım. Fazlasıyla soğuk bir tipti. Tok bir sesi vardı. Anlaşılan konuşmayı pek sevmiyordu.

İçimde yeşeren güven hissine dayanarak son olarak Kerim'den de numune aldığımda burayla işim bitecekti. Kaydımı donduracaktım. Bir daha bu hastaneye girmeyecektim. Bugün yaşadığım korku beni fazlasıyla silkelemişti. Ve hâlâ o kapıyı kimin kilitlediğini bilmiyordum.

"Sabri?" Dedim ona bakmadan. "Kapıyı kimin kilitlediğini gördün mü?"

"Hayır," dedi kendinden emin bir şekilde.

"Madem beni gözetliyordun, nasıl görmedin kapıyı kilitleyeni?"

"Görmedim," dedi tekrardan kendinden emin bir sesle. "O sırada Dedektif Yavuz'dan telefon gelmişti. Neler yaptığınızı ona bildiriyordum. Size ses gelme ihtimaline karşı kısa bir an bir köşede konuşmuştum." Tek kaşını kaldırıp devam etti. "Zaten odaya girmiştiniz."

İlk defa bu kadar uzun konuşmuştu. Şimdi aydınlanmıştım fakat içimde parçaladığım korkumun ağırlığı kendini hissettiriyordu. Kimdi kapımı kilitleyen? Şair'in olduğu düşüncesi bile tüylerimin diken diken olmasına yetmişti.

Yavuz... Her neredeyse benden bilgi alıyordu. Beni kendince korumaya çalışıyordu.

"Yavuz nerede peki?" Dedim merakıma yenik düşerek.

"Bilmiyorum," dedi aynı ifadeyle.

Sabri'den herhangi bir bilgi alamayacaktım, belliydi. Onun bu kadar konuşmasına şükredip geldiğimiz poliklinik katında durdum. Şu an güvendeydim ve Sabri'nin daha fazla yakınımda olması şüpheli olabilirdi. Kerim'den de numune almam gerekiyordu. O neredeydi bilmiyordum ama önce odasına gidip kontrol edecektim. Sabri'nin beni uzaktan takip etmesi yeterli olurdu.

"Sabri, benim bir numune daha almam gerekli. İşim henüz bitmedi." Koyu gözlerini dikkatle bana çevirmişti. "Sen yine haberim yokmuş gibi beni kolla."

Tamam, anlamında başını salladığında hızla üçüncü kata çıkıp ezberlediğim koridordaki odaya ilerlerken bir yandan da nasıl bir bahaneyle odasına gireceğimi düşünüyordum. Adımlarımın ağırlaşıp, kapısının önünde durdu. Tek bahanem geçmişi açmak olabilirdi. Kapıyı tıklattım. İçeriden herhangi bir ses gelmemişti fakat buna rağmen kapının kulpunu aşağı indirdim.

Kapı kilitliydi.

Neredeydi bu herif?

Artık şu lanet hastaneden çıkmak istiyordum. Sinirle oflayarak polikliniğin danışman birimine gittim. Eski sekreter yoktu burada. Yeni personel gelmişti anlaşılan. Kısa saçlı, mavi gözlü, kumral bir kızdı.

"Merhaba," dedim sıkıntıyla.

"Merhaba," bakışlarını önündeki bilgisayardan ayırdı.

"Kerim Hoca odasında değil sanırım. Nerede? Sizi bilgilendirdi mi?"

Yüzüne düşen kısa saçlarını geriye attı. "Kerim hoca amfide dersteydi." Kolundaki saate baktı. "Çıkmak üzeredir. İstersen ders çıkışı geldiğini haber verebilirim. İsmin neydi?"

Amfideyse nasıl numune alacaktım bu adamdan?

Ozan hoca her zaman içecekle dolaşırdı, bunu biliyordum ve numune alabilmiştim. E Sarp hoca da yemek yiyordu. Ondan da alabilmiştim. Ama Kerim'den nasıl alacaktım?

Odasına girseydim eğer mutlaka bir şeyler yapabilirdim. Odasının dışında olması çok büyük şanssızlık olmuştu benim için.

Şansıma küfrederek çıktığım merdivenleri hızla inmeye başladım. Şansımı denemekten başka çarem yoktu. Hastaneden çıkıp amfi binasına doğru ilerlerken etrafıma göz gezdirdiğimde Sabri'nin dediğim gibi çevremde dolaştığını fark etmiştim.

Yanından geçtiğim büfeyi gördüğümde aklıma gelen fikirle beynimde resmen bir flaş patladı. Dudaklarıma yayılan gülümsemeye engel olmadan derhâl büfeye doğru ilerledim. Kerim'le konuşma bahanesiyle kahve içecektim.

Onda bardak yoksa bardağı ayağına getirebilirim değil mi?

Aldığım kahveleri iki elimde tutuyordum.  Dökülmemelerine dikkat ederek amfi binasından içeri girdim. Girişte oluşan kalabalıktan anladığım kadarıyla öğrenciler dağılmaya başlamış, ders bitmişti. Amfinin iki girişi vardı ve üst girişteki kapıyı araladığımda Kerim'in içeride masanın üzerindeki kağıtları düzenlediğini gördüm. İçeride birkaç öğrenci kalmıştı. Onların çıkmasını beklemeden içeriye girip arka sıralardan birine yerleştim. İçeride kalan birkaç öğrenci çıkışa yönelmişti bile.

Kerim'in hareketlerini izlemeye başladım. İçimde bir yerlerde ona karşı zerre bir his yoktu. Sadece kandırılmıştım. Her şeyden öte onun katil olacağını düşünmek kendime öyle büyük bir nefret doğuruyordu ki...

Asla bunun olmasını düşünmek bile istemiyordum. Ama ortada bazı gerçekler ve şüpheler vardı. Bunları inkâr edemezdim. Yavuz'un dediği gibi: Bazı gerçekler hançer kadar keskindir. Acı verir."
Ve o acı kalbime çok derin bir yara açacaktı. Belki de paramparça edecekti. Eğer böyle bir şey varsa asla affedemezdim kendimi. Ben asla kendim olamazdım artık.

Tam çıkmaya hazırlanmıştı ki benimle göz göze geldiğinde duraksadı. Hareketleri haddinden fazla yavaşlamıştı ve yüzünde önce bir şaşkınlık daha sonra o tanıdık manidar ifade belirdi.

Egoist bir gülümseme...

Yüzümü buruşturmamak için kendimi tutarak onu süzdüm. Üzerinde mavi bir gömlek, altındaysa siyah renkte keten bir pantolon vardı. Gömleğinin üstten açık birkaç düğmesi, esmer tenini ön plana çıkarmıştı.

Yavaşça ayağa kalktığımda bu sefer beni süzen taraf o oldu. Elindeki kağıtları masaya bırakırken gözlerinde sorgulayıcı bir ifade vardı.

"Hangi rüzgar attı seni yanıma?"

Elimdeki kahvelerin dökülmemesi adına dikkatle merdivenden iniyordum. Sustum. Onun bana yapacağı kışkırtmalara kanmayacaktım. Son merdiven basamağını da inip masasına doğru ilerledim.

"Bakıyorum da hâlâ yüzsüzsün." Gözlerime yerleşen aşağılayıcı ifadeyle onu süzmemek için kendime engel olamadım. Kahveleri masasına koyup değişen yüz mimiklerine baktım. Yüzündeki o egoist gölge yerini tamamen sorgulayıcı bir hâle bırakmıştı.

"Neden geldin buraya?"

Önümdeki kahve bardaklarından bir tanesini onun önüne doğru ittirdim. Bakışları kısa bir an bardağa kaydı. Kahveyi içmesi benim için yeterliydi. Burada fazla durmayacak, hedefime ulaştıktan sonra gidecektim.

"Seninle konuşmak için..." dedim kahve dolu bardağı dudaklarıma götürürken.

Dudaklarında belli belirsiz bir sırıtış belirirken sandalyesine oturdu.

"Ne konuşmak istiyorsun?" Kollarını göğsünde birbirine doladı. "Son sözünü söylemedin mi?"

"Hayır, söylemedim." Dedim sesimin kendimden emin çıkmasını sağlayarak.

Yüzündeki belirsiz sırıtış kendini iyice belli ederek büyüdü. "Doğru, en son Dedektif sevgilin girmişti aramıza."

Evet, başlıyoruz.

"O zaman Yavuz sevgilim değildi," dedim göz devirme isteğime karşı koyarak.

Göğsündeki ellerini çözüp masanın üzerinde birleştirdi. Gözlerini benden ayırmadan gövdesini masaya doğru yaklaştırdı. "O zaman?" Dedi kelimelerini bastırarak.

Onun yaptığı gibi gözlerimi ondan ayırmadım. Kahvemi bir kez daha dudaklarıma götürürken onun da içmesi için içimden dualar ediyordum.

"Evet," dedim onu daha da sinir edeceğimden memnun olarak. "O zaman sevgilim değildi." Onun gibi 'o zaman'ı bastırarak söylemiştim. "Şu an sevgilim."

Evet, Yavuz'a kızgındım. Beni kırmıştı, yanımda da değildi. Ama her ne olursa olsun gölgesini benden eksik etmiyordu. İçimdeydi. Onun için kırılan kalbimdeydi.

Şu an nerede olduğu tekrar kafama takılsa da bunu düşünmemeye çalıştım.

Yüzündeki sırıtışa gölge düşüren sözlerim üzerine önündeki kahveyi alıp dudaklarına götürdü.

Evet.

"Peki sevgilin şu an burada olduğunu biliyor mu?" Çenesi kasılmıştı.

Elimdeki bardağı masaya bırakıp gülümsedim.

"Bu seni ilgilendirmez artık değil mi?"

Dudaklarından ufak bir kahkaha dökülürken ellerini masaya dayayarak ayağa kalktı. Arkasına döndüğü sırada bardakların yerini hızla değiştirip ne yaptığını seyretmeye başladım. Kapıya yaklaştığında ne yaptığını anlamıştım. Bardağı yere boşaltıp çantama atarak adımlarımı onun tarafına yönlendirdim.

"Ne yapıyorsun sen?!"

Kapının kilidini çevirip anahtarı cebine attığında onu omuzundan ittim.

"Ne aptallıklar dönüyor kafanda!?"

Gülümsemesi yerini soğuk bir ifadeye bırakmıştı. Ellerini cebine sokarak üzerime yürümeye başladığında Kerim'in de bir katil olabileceğini bir kez daha anladım. Dengesizdi. Asla bir anı bir anını tutmuyordu. Ve bu ihtimali düşünmek biraz evvelki rahatlığımı bozguna uğratmıştı.

"Sevgilinin seni bu kadar savunmasız bırakması..." adımları üzerime gelirken istemsiz bir şekilde gerilemeye başladım. "Bence çok yanlış."

Ne diyor bu?

Kaşlarımı çattım. "Yavuz'dan bahsetmeyi kes artık!"

Bir adım daha attığımda sırtım duvara değdi. "Ben olsam seni asla yalnız bırakmazdım." Üzerime iyice yaklaştığında sırtımı duvara tamamen yasladım. "Sonuçta etraf senin için tehlikeli."

Bakışları yüzümde gezinmeye başladı. Üzerime çöken gerginliğimin ağırlığıyla yutkundum. Gözlerim üst taraftaki buraya girdiğim kapıya takıldıktan sonra onun gözlerine kaydı. "Çekil önümden."

O kapıdan çıkacaktım.

Tam yana doğru adım atmıştım ki elini yöneldiğim  taraftaki duvara dayayarak alanımı kısıtladı. Diğer tarafa atıldığımda oraya da diğer elini koyarak beni duvarla kendi arasına hapsetti. Suratındaki buz gibi ifade gerginliğimi iyice yükseltmişti. Buna engel olmaya çalışarak derin bir nefes alıp kısa bir an gözlerimi kapattım.

"Buraya gelmem sadece bir hataydı." Gözlerimi açarak devam ettim. "Senin gibi birisiyle sevgili olduğum için kendimden iğreniyorum. Ancak bunu yüzüne söyleyerek rahatlatabilirdim kendimi." Bir an evvel buradan çıkmam gerekti. Sabri'inin amfinin yakınlarında olmasını umuyordum.

"Ama buradasın," dedi dudaklarına tekrar soğuk bir gülümseme yerleştirerek. "Ama benimle sevgiliydin..." Yüzünü boynuma eğerken devam etti. "Bu aramızda küçük bir sırdı." Son cümlesini fısıldayarak söylemişti.

Sırdı...

Yutkunarak sanki daha da mümkünmüş gibi kendimi duvara yasladım.

"Evet," dedim nefesimin kontrollü çıkmasına özen göstererek. "Sen ve aptal sırların."

Burnu boynuma yakınken derin bir iç çekerek yüzünü kaldırdı bana. "Bizim sırrımızdı ve sen bunu Yavuz'a söyleyerek bozdun," bakışlarını dudaklarıma çevirdi. "Sevgilim."

"Her şey senin boktan kariyerini düşünmen yüzünden oldu!" Kendime alan açmak adına omuzuna vurarak onu itsem de başarısız olmuştum. Ellerini kuvvetle duvara yaslamıştı. "Baştan aşağı yalansın! Bana oğlunun olduğunu bile söylemedin." Parmağımı kaldırıp sertçe göğsüne bastırdım. "O ağzından sevgilim kelimesini duymak midemi bulandırıyor. Beni hak etmiyorsun."

Yüzünde dolaşan tiksinircesine olan bakışlarımın karşılığı olarak soğuk bakışlarını yüzümde gezdirmeye devam etti. "Evet, hatalıydım. Ama sana her şeyi anlattım." Sol tarafımdaki elini kaldırıp parmağıyla hafifçe yanağımı okşamaya başladı. Bu durumdan rahatsız olarak yüzümü sağa çevirsem de parmağı hâlâ yanağımın hizasındaydı. "Ve her şeyi anlatmama rağmen sen yine Yavuz'u tercih ettin."

"Yavuz benim tercihim olamayacak kadar vardı hayatımda. Peki ya sen?" İçimdeki korkuya inat bakışlarımı diktim ona. "Senin varlığın, Yavuz'un yokluğu kadar bile yer kaplamadı hayatımda."

Buz gibi bakışları alevlenirken bir anda havadaki eliyle çenemi kavradı. Yüzünü yüzüme daha da yaklaştırdığında burnu burnuma değmişti. Hareket etmeme fırsat vermeden yaklaşan yüzüyle beraber bedenini de gövdeme yasladı.

"Hayatında olsaydı şu an burada olurdu değil mi?" Parmaklarını yanağıma biraz daha bastırdı. Yaptığı hareket yüzünden dudaklarım hafifçe öne doğru toplanmıştı. "Benimleyken içten içe onu seviyordun değil mi? Sırrımızı o yüzden söyledin ona..."

"Siktir git," dedim yüzüne tükürürcesine.

Derin bir iç çekti. "Yavuz, benim kadar yer kaplıyor mu sende?" Beni duymazdan gelmişti. Kulağıma eğilip bana kendini daha çok bastırmasıyla hissettiğim sertlik beynime kan sıçramasına sebep oldu. Yaptığı ima ve hissettiğim sertlik, midemi haddinden fazla bulandırmıştı.

Cümlesini bitirmesiyle tüm gücümü kullanarak sol çene kemiğine bir yumruk attım. O sıra bozguna uğrayıp başı yana savrulmuşken bacaklarının arasına dizimi geçirip üzerimdeki hakimiyetine son verdim. Dudaklarından acı dolu bir inilti çıkarken bedeni bacaklarının arasına doğru büküldü.

"Orospu çocuğu!" Dirseğime düşmüş olan çantamı düzeltirken boş alana doğru giderek ondan uzaklaştım. "Senin tek derdin bacaklarının arası oldu her zaman. Sadece pis zevklerini sevgi sandım ben!" Yüzünü bana çevirdiğinde eliyle çenesini tutuyordu. Savrulan bedenini dikleştirmeye başladı. "Senin tüm pisliklerini bu hastaneye duyuracağım. Artık bu hastaneyle işim yok. Ve kendi bokunda rezil olacaksın."

Kıkırdayarak başlayan kahkahası üzerine dudakları yüzünde yukarı doğru yol aldı. Açığa çıkan dişlerine kan bulaşmıştı.

"Hastasın sen," dedim geldiğim yöndeki merdivenleri hızla adımlarken. Bu hâli beni ürkütse de belli etmemeye çalışarak buradan çıkacaktım. O sırada onun tarafında kalan alt kısımdaki kapı tıklatılmıştı. Fakat buna aldırmadım.

"Size o gün bu işin bitmediğini söylemiştim." Gülümsemesi solarken yüzüne sahte bir düşünceli hâl takındı. "Sahi, o kilitli kapıyı açan kimdi? Yavuz değildi değil mi?"

Ne?

O kapıyı Kerim kilitlemişti...

"Sen..." dedim duraksayıp ona dönerek merdivenleri çıkmaya başlamıştı. "O kapıyı kilitleyen sendin..." Ufak çaplı bir şok yaşıyordum. Kalbimin atışları hızlanmış, bedenim kaskatı kesilmişti.

Yüzüne tekrar bir gülümseme yayıldığında bu sefer dişlerine bulaşan kan geçmişti. "Çok korktun mu sevgilim?"

Ne demek istiyordu?

Eğer ablamı o öldürdüyse canım pahasına onu öldürebilirdim. Çünkü onun katil olduğunu bilmek beni zaten bir ölüden farklı kılmazdı.

"Amacın ne senin?"

Aramızdaki mesafeyi kapattığında kapı birkaç kez daha tıklatılmıştı. Bu sefer kapıya daha sert vurulmuştu.

"Hiç..." dedi omuz silkerek. "Sen o kata geldiğinde ben de malzeme odasındaydım. Sadece biraz eğlenmek istedim."

Kısılan gözlerim artık öfkemin ağırlığını taşıyordu. "Sen nasıl bir piçsin?"

"Senin korktuğunu hissetmek hoşuma gitti. Ama kata gelen ayak sesleri yüzünden maalesef ki eğlencem yarım kaldı." Yüzüne sahte bir hüzün yerleştirip dudaklarını aşağı büktü. "Gelen kişinin kim olduğunu da göremedim. Yukarı çıkmam gerekiyordu."

Her saniye beni daha da şaşırtıyor, içimdeki büyüyen korkunun ağırlığıyla ruhum daralıyordu.

Kilitli kapının yumruklanma sesi artmıştı. Fakat o bu duruma aldırmayıp aramızdaki iki merdiveni de geçerek arkamda durdu. Geldiğim kapı bu sefer onun arkasında kalmıştı. Benim sırtım ise merdivenlerin aşağı yönünde kalmıştı. Gövdemi ona tamamen çevirdiğimde kahverengi gözlerini gözlerime dikti. "Söylesene sevgilim, o odaya giren ben olsaydım," başını yana eğip alaycı bakışlarını yüzümde gezdirdi. "Yavuz'un kurtarabilir miydi seni?"

Kalbim göğsüme öyle şiddetli vurmaya başlamıştı ki Kerim muhtemelen sesini duyuyordu.

"Tam bir orospu çocuğusun," sıktığım dişlerimin arasından konuşmuştum. "Yaptıkların yanına kalmayacak." Arkamı dönüp hızla merdivenleri adımlamaya başladım. Buradan bir an evvel çıkmam gerekti. Kapı kırılırcasına yumruklanıyordu ve ne için yumruklandığını düşünecek durumda değildim.

Bir anda beni bileğimden tutup kendi tarafına çektiğinde düşmemek için dengemi zor kurmuştum. "Ne yapmışım ben?" Bu sefer dişlerinin arasından konuşan taraf oydu. "Benim hakkımda ne düşündüğünü söyleyeceksin!"

Bileğimin acısına aldırmadan tiksinircesine olan bakışlarımı yüzüne diktim. "Neler yaptığını bilmiyor musun?" Bileğimi çekiştirdim. "Senin hakkında ne düşündüğümü bir kez daha söyleyeyim; tam bir orospu çocuğusun." Korkum gram umrumda değildi artık.

Sorgulayıcı bakışlarını öfkesinin gölgesi kaplamıştı. Bileğimdeki elimi bir kez daha sıktı. "Bana açık konuş. Buraya ne için geldin?"

Bakışlarımı bileğime çevirdim kısa bir an. "O elini bileğimden çek."

Beni biraz daha çekti kendine. "Önce soruma cevap ver," dedi. "Bardağımı neden çantana attın? Anlamayacağımı mı sandın?"

Bardağı almaya kalkarsa buna asla izin vermeyecektim. "Elini bileğimden çekmezsen ben çektiririm."

Dudaklarından dökülen kahkahayla yüzüm buruşurken o elini hâlâ bileğimden çekmemişti. "Kendi başına dedektifçilik mi oynuyorsun yoksa? Sesinin soğukluğu bedenimin buz gibi olmasına yetmişti. "Ne saklıyorsun benden?"

"Sana bileğimden elini çek dedim, puşt!" Sözlerimi bitirmeden kapı kırılma sesi duymuştum fakat o an Kerim'in suratına bir yumruk atmaya kalktığım için o tarafa bakmamıştım. Savurduğum yumruğu bu sefer tuttuğunda elindeki bileğimi ondan kurtarmak adına kendimi hızla geri çektim. Kendimi geri çekme hızımla bileğim elinden kaymıştı ve o an ne olduğunu anlayamadan merdivenlerden düşmeye başladım.

"Ezgi!"

Merdivenlerden düşerken sıralardan birine tutunmayı başarıp başıma darbe almaktan kendimi korumuştum. Her şey o kadar ani gelişmişti ki üzerime gelip bana seslenen kişinin Yavuz olduğunu sonradan fark ettim.

Kapıyı kıran kişi Yavuz'du.

Yavuz'a baktığımda nefes nefeseydi ve beni bir çocuğu kaldırır gibi kollarına alıp sıralardan birine oturttu. Saniyeler içinde gelişen bu olayları takip etmekte zorlanıyordum. Yavuz'un yüzünde tek gördüğüm şey saf öfkeydi. Beni sıraya bırakıp öyle bir hızla merdivenleri adımlamıştı ki Kerim'in suratına indirdiği yumruğu çıkan iç burkucu sesle anlamıştım.

Çene kemiği kırılmış olabilirdi.

Kerim Yavuz'un üzerine gelme hızını hesap edememiş olacak ki attığı yumrukla sıraların arasına düşmüştü. Bir eliyle sıralardan destek alıp ayağa kalkacaktı ki bu sefer Yavuz kolundan tutup onu kendi tarafına çekti. O sırada oturduğum masadan kalktım. Fakat ayağıma saplanan ağrı, adım atmama müsaade etmemişti. Sanırım bileğim burkulmuştu.
Yavuz kolay kolay öfkelenen bir adam değildi. Karşısındakini zekasıyla döven bir adamdı. Bu özelliğine hayrandım. Öfkelendiğinde yapacakları ne kadar tehlikeli olsa da her zaman kendine engel olmaya çalışırdı. Fakat şu an gördüğüm Yavuz kendini durduracağa benzemiyordu. Gözlerinden fışkıran sinir, kuvvetine kuvvet katmıştı sanki.

Kerim'in ağzından kan akmaya başlamıştı. Ağzındaki kanı yere tükürdükten sonra sırıttı.

"Dedektif Bey gelmiş..."

Yavuz gömleğinin yakalarından tutup onu kaldırdı. "Yarım kalan işimi tamamlamaya geldim yavşak piç."Cümlesini bitirmesiyle Kerim'in yüzüne kafasını çakması bir oldu. Sanırım bu sefer burnu da kırılmıştı. Çıkan ses bunu gösteriyordu. Geriye savrulup acı bir şekilde inleyen Kerim hâlâ dengesini sağlamak adına sıralardan destek almaya çalışıyordu. Gözlerindeki hırs korkunç boyuttaydı. Yavuz bir kez daha üzerine yürüdüğünde iki taraftan destek alıp bacaklarını kaldırarak Yavuz'un göğsüne bir tekme attı. Yavuz, Kerim'in tekmesiyle kısa bir an dengesini kaybetse de aynı şekilde o da sıraların birinden destek alıp dengesini sağlamıştı.

"Yavuz!"

Bağırışım Yavuz'u durdurmaya yetmemişti tabii. Bu işin sonu iyi olmayacaktı. Yavuz bir Dedektif'ti ve Kerim'in bunu koz olarak kullanmasından korkuyordum.

Bakışlarım hızla amfinin içinde dolaştı. Bir an evvel ayrılmaları gerekiyordu. Kırılan kapının ağzında birikmiş birkaç öğrenci korkuyla kavgayı izliyordu. Gözlerim sıraların sonunda, öğretmen masasının üzerine oturmuş telefonuyla oynayan Sabri'yi görünce kaşlarım çatıldı.

Ne yapıyordu bu düz surat?

"Sabri!" Bakışlarını ağırca bana kaldırdığında bağırmaya devam ettim. "Ayır artık şunları."

Sabri, omuz silkerek Yavuz ve Kerim'e kısa bir bakış atıp tekrar telefonuna döndü. Sabri ona verilen görev dışında tamamen gamsız ve düz bir varlıktı anlaşılan. Ondan hayır gelmeyeceğini anlayarak masalardan destek alıp yukarı bir adım attım.

"Yeter artık!"

O sırada Kerim Yavuz'un üzerine bir yumruk savurmuştu ki, Yavuz bileğinden tutarak hızlı bir manevrayla Kerim'in kolunu çevirip bileğini beline doğru büktü. Çıkan sesle şu an o eli kullanamaz hâle geldiğini anlamıştım. Ağzından çıkan acı haykırış, yüzümü buruştursa da ona karşı içimde gram acıma duygusu doğmamıştı. Yavuz, Kerim'in arkasında kalmış, diğer eliyle de yüzünü masalardan birine dayamıştı. Ensesindeki elini sanki daha da mümkünmüş gibi bastırdı.

"Bu eli zamanında kıracaktım." Nefes nefeseydi. Arkasından kulağına doğru biraz daha eğildi. "Sana o bileğe dokunmayacaksın demiştim." Elindeki bileği biraz daha büktüğünde Kerim'in haykırışı bir kez daha yankılandı amfide. Fakat gözlerindeki hırs hâlâ yerindeydi. Kalkmak için çaba harcıyordu. "Zerre cesaretin varsa diğer elinle dene..." sesindeki cüretkar öfke yüzüne de yansıyordu. "Dene ve gör bakalım nefes alabiliyor musun?"

"Sağlam elimle denemek isterim açıkçası." Yorgun çıkan sesinde hâlâ alaycı ifade vardı. Pes etmiyordu.

Yavuz'un aniden belindeki silahı çıkarıp başına dayamasıyla dudaklarımdan büyük bir çığlık koptu.

"Yavuz, yalvarırım bırak!"

Kerim zerre umrumda değildi ama bu işin ucu Yavuz'a dokunabilirdi. O sırada gelen güvenlik görevlilerinin önüne Sabri geçerek yukarı çıkmalarına engel oldu. Tepkisiz Sabri'nin yüzünde bile bir an endişe oluşmuştu.

Yavuz silahı hâlâ Kerim'in başına bastırmış vaziyette duruyordu. İkisinin de sık ve derin nefesleri duyulmayacak gibi değildi. Yavuz elinin altındaki Kerim'e diktiği gözlerini çekip kısa bir an bana baktıktan sonra tekrar derin bir nefes aldı. Öfkesini kontrol altına almaya çalışıyordu.

Sabri, tereddütle Yavuz'a bakarak görevlileri geri göndermeye çalıştı. Kerim'i bırakacağından emin olmaya çalışıyordu. "Polisiz, her şey kontrol altında,"

"Gidelim buradan, lütfen..."

Resmen nefesimi tutmuş, Yavuz'un hareketlerini dikkatle izliyordum. Gözlerini bir an olsun Kerim'den ayırmadan yavaşça silahı çekti kafasından. Biraz daha sakinleşmişti. Derin nefes alışverişini kesti. Kerim ise haddinden daha az korkmuşa benziyordu. Onun bu hâli ürkmeme sebep oluyordu.

Silahı beline yerleştirip dikleştiğinde alaycı bir şekilde gülerek konuşmaya başladı. "Öğrencilerine iyi bir sahne çektik ha?" Patlarcasına olan öfkesini biraz daha kontrol altına almıştı. "Bir doktorun kendini öldürtme çabası..." Başını sağ sola salladı. "Öğrencilerine kötü örnek oluyorsun doktor."

"Sizin biteceğiniz günleri dört gözle bekliyorum." Kerim zorlukla yerinden kalkmıştı. Hâlâ pes etmeyip laflarıyla Yavuz'u tahrik etmeye çalışıyordu.

"Beklemeye devam et." Yavuz aniden yanıma inerek beni kucaklamıştı. Gözlerindeki öfke izlerini bırakmıştı ve kimseyi görmüyor gibiydi. Merdivenlerden indiğimizde Sabri'ye bir bakış atıp "Gerekeni yap, Sabri." Dedi.

Verdiği komut üzerine Sabri belinden kelepçe çıkararak Kerim'in olduğu merdivenleri çıkmaya başladı. Gözlerimi Yavuz'un omuzundan arkaya doğru çevirdiğimde Kerim'in hırsın ateşiyle kavrulan bakışlarıyla denk gelmiştim.

Gözlerime bir an olsun bakmayan Yavuz, sadece önüne bakıyordu. Kolları arasında öğrencilerin arasından geçerken bakışlarım yüzündeydi. Herkesin gözleri bizim üzerimizdeydi ve Yavuz şu an her şeyden vazgeçmiş gibiydi.

Kucağında beni kendiyle bütünleştirmiş gibi sahiplenircesine taşıyordu.

Her şey alev alsa dönüp bakmayacakmış gibi, umrunda değildi hiçbir şey sanki.

Tek sığınağım olduğunu ispatlarcasına yaslıyordu beni göğsüne.

Kollarımı boynuna dolamış vaziyette okuldan çıktığımızda kimseye bakmadım. Onun yaptığı gibi umrumda olmadı hiçbir şey.

Öfkesi bedenine gölge düşüren adamın göğsüne sığınmıştım.

Kırık kalbimin taşlaşan köşesi, onun kollarında yumuşamıştı.

Konuşmadım. Konuşmadı. Beni arabanın yanına getirdiğinde bacaklarımın altındaki eliyle arabanın kapısını açıp beni koltuğa yerleştirdi. Yüzüme bakmıyordu. Arabanın sürücü koltuğuna geçer geçmez dudaklarının arasına sigarasını yerleştirdi. Çakmağı sigarasına götürürken bir eliyle kontağı çevirerek arabanın çalışmasını sağladı. Çektiği duman dudaklarının arasından süzüldüğü sırada direksiyonu seri bir hareketle çevirip arabayı park ettiği yerden çıkardı.

Ana yola çıkmıştık. Ne sigara içmiştim ne de tek bir kelam etmiştim. İçimde dudaklarımı aralamam adına kopan fırtınalara inat Yavuz'un tarafına bakmıyordum. Üzerime çöken bu sessiz gerginliğin ağırlığında ezilmeye başlamıştım. Aklıma takılan birçok soru ve kalbimde kırık parçalar vardı.

Beni eve kilitlemişti. Muhtemelen yaptığının yanlış olduğunu fark edip kapıyı açmıştı. Peki neden Sabri yerine kendi gelmemişti benimle? Neredeydi?

Yine en olmadık ama olması gereken zamanda yanımdaydı. Her neredeyse, yolunun sonu yine bendeydi. Başımı yavaşça onun tarafına çevirip baktım. Yüzünde hâlâ o gergin ifade, gözlerinde aynı soğukluk vardı. Eminim ki benim şu an ona baktığımı fark etmişti ama bana bakmıyordu.

"Numûneleri getirdim." Dedim çantamı arka koltuğa yerleştirip. "Artık çok az kaldı."

Konuşmadı. Bakışlarını bir an olsun bile benim tarafıma kaydırmamıştı. Benim o hastaneye gitmemi istememişti. Ve ben onu dinlemeyip gitmiştim. Korkularıma dolanmaya yakın o çekip çıkarmıştı beni dolandığım dikenli sarmaşıktan.

Yüzüne kısa bir an daha bakıp bana en azından bakmasını bekledim. Yapmadı.

"O hastaneyle daha işim kalmadı artık. Bu iş sonlanana kadar gitmeyeceğim."

Vereceği tepkiyi beklerken o yine değişmeyen yüz ifadesiyle yola odaklanmıştı. Bugün fazlasıyla öfkelenmişti. Ve şu an ki kızgınlığı da banaydı.

Belki de kızgınlık değildi suskunluğu. Kırgınlığıydı. Belki de her ikisi...

Onu dün gece kırıp bugün de kızdırmış olabilirdim. Evet, dün haklıydım. En azından içimde tutamadığım sabırsız tarafım haklıydı. Ama böyle olacağını tahmin etmemiştim. Bana zarar geleceğinden korktuğunu söylemişti. Korktuğu şeyin üzerine yürümüştüm.

"Hiçbir şey demeyecek misin?"

Önce hiçbir şey demedi. Sonra koyu yeşillerini yana çevirdi. Benimle göz teması kurmadan tekrar yola döndü bakışları.

"Ne dememi istiyorsun?"

Bakışlarım yüzünde tereddütle dolandı. "İstediğini söyleyebilirsin. İçinden ne geçiyorsa..."

Dudaklarını ıslattı diliyle. Direksiyonu saran eli daha da sıkılaştı. "Senin için bir önemi var mı Ezgi?" Yeşillerini bana çevirdiğinde onlara tutundu ela gözlerim. "Ya da senin için ne önemi var sözlerimin?"

"Var," dedim kelimemi bastırarak. "Önemi var."

Dudaklarında beliren gülümseme samimiyetten uzaktı. İnanmadığını haykıran bir gülümsemeydi. "Önemi var..." dedi sözlerimi tekrarlayarak. "Önemi olduğu için mi gittin?"Bakışları bir yandan da yoldaydı. "Önemi olduğu için mi girdin o hastaneye?" Sesine yansıyan siniri aramızdaki gerginliği arttırmıştı.

"Başka ne çare vardı söyler misin?" Kendime engel olamayarak sesimi yükseltmiştim.

"Sana çareyi söylemiştim."

Alnımı ovalayıp benim tarafındaki camdan dışarı baktım bir an . "Olan olduktan sonra neyin davası bu?"

"Ölebilirdin!" Bana bağırması beklediğim bir şeydi.

"Ölmedim!" Bana cevap vermedi. "Beni malınmışım gibi eve tıkıp, siktir olup gittin!"

"Kapıyı açtım da ne oldu ha?!" Tek elini direksiyonda bırakıp diğerini hızla saçlarının arasından geçirdi. "Ben yetişmesem..."

Cümlesinin devamını getiremedi.

"Seni o piç kilitledi, değil mi?" Sesi bu sefer biraz daha sakin çıkmıştı.

Bakışlarımı ondan ayırıp kendi tarafımdaki camdan baktım. Başımı olumlu anlamda salladığımda bana baktığını biliyordum.

"O orospu çocuğunu öldürmeliydim." Pişmanlıkla söylemişti bunu. "Eğer o an Sabri kapıyı açmasaydı ne olurdu?" Pişmanlığının yerini soğuk bir ifade almıştı. "Eğer Sabri'yi peşine takmasaydım ne olurdu, Ezgi?" Her bir kelimesini bastırarak sormuştu.

"Takmasaydın o zaman Sabri'yi. Beni tek bırakmak yerine gelseydin benimle." Beni sorgulayıcı konuşması sinirime dokunmuştu. "Sabri'nin görevinde sen olsaydın." Ellerimi havaya kaldırıp imayla konuşmaya devam ettim. "Sen beni eve tıkmakla meşguldun tabii," bakışlarımı ona çevirdiğimde bana bakmıyordu bile. Tepkisizdi. "Çünkü bizim dedektifimiz gizemli," sesimi biraz daha yükselttim. "Çünkü bizim dedektifimiz yediği bokun arkasında durmaz, kilitlediği kapıyı açıklama yapmadan açar gider!"

"Sen ne gizeminden bahsediyorsun ha?!" İsyankâr bağırışı beni susturmuştu. Kollarımı birbirine dolayıp koltuğa yaslandım. "O gece kilitlemeseydim o kapıyı, evden çıkmayacak mıydın? Boktan gururun yüzünden duracak mıydın evde?" Cevap vermedim. Verecek cevabım yoktu. "Şimdi söyle, nereye gidecektin? Nereye gidebilecektin bir katil varken peşinde!"

"Hangi cehennem olursa, tamam mı?! O boş konuşmalardan sonra evde durmamı mı bekliyordun?" Elimle arkaya bıraktığım çantamı işaret ettim. "Bak! Her şey daha erken oldu işte." Sinirden titreyen ellerimi şakaklarıma dayadım. O ise arabayı hızla sürmeye devam ediyordu. "Senin benimle yapmaya cesaret edemediğin şeyi yaptım!"

"Tek acı çeken sensin, değil mi?" Biraz evvelkinin aksine sesinin durgunluğu ona bakmamı sağlamıştı. "Tek kaybı olan, tek derdi olan," her sözünü bastırarak söylüyor ve her kelimesinde sesinin şiddeti daha da artmaya devam ediyordu. "Tek ağlayan, tek acı çeken sensin değil mi?!" Yüzünü bana çevirip içime bir ok saplayan bakışlarını gözlerime dikti. "Değilsin." Yutkundu. "Bu hikayede tek acı çeken sen değilsin Ezgi. Bunu o kafana sok artık! En az senin kadar benim de acı çektiğimi, bir şeyler yapmaya çalıştığımı gör."

Bu sefer dilim dönmedi. Bu sefer ona karşı acımasız olamamıştım. Gözlerimi belirsiz bir yere sabitledim. Her ne kadar ona bakmasam da hareketlerini görebiliyordum. Bir eli direksiyondaydı ve bana doğru eğildi. "Gerçekten seninle gelmeyi düşünmediğimi mi sandın?" Yine sustum. Çünkü cevap vermemi beklercesine sormamıştı bu soruyu. "Kavga ettik diye senden vazgeçtiğimi mi düşündün?"

Hayır, benden vazgeçtiğini düşünmemiştim...

"Bana açıklama yapmadın..." dedim ona bakmayarak.

"Hırsın aklının önüne geçmiş Ezgi," beni duymamış gibi devam etmişti. "Hırsın yüzünden sadece kendini düşünüyorsun."

"Yanıma Sabri'yi diktiğini bile söylemedin bana!" Öfkeyle dolan gözlerimi ona çevirdim.

"Her şeyi kendi başına halledemeyeceğini öğren artık!" Elini direksiyona vurmuştu. Arabayı hızla kenara çekip durdurmasıyla öne doğru atılmıştı bedenim. Ellerimle destek alarak kafamın bir yere çarpmamasını sağlamıştım.

"Annem..."durdu. "Annem rahatsızlanmıştı." Kapıyı açarken bana bakmadan devam etti. "Başımda bir dünya bokluk var ve sen tüm dertlerin kendi etrafında döndüğünü zannediyorsun." Son cümlesindeki ağırlık, kalbimi bir kağıt misali buruşturup küçücük yapmıştı göğüs kafesimin içinde. "Tek derdin sana haber vermem mi?" Kapıyı açtıktan sonra yüzünü benim tarafıma çevirip cevap vermemi bekledi. Gözlerimi girdiğimiz toprak yoldaki bir ağaca diktim. Dudaklarım mühürlenmişti sanki. "Boş versene..."

Dudaklarına bir sigara yerleştirip kapıyı sertçe kapattı. Onu ilk kez böyle görüyordum.

Sırtını arabaya dönüp kaputa yaslandı. Sözleri kalbimdeki kırıkları bana saplarken zihnimin silkelenmesine sebep olmuştu. Acı veriyordu. Sözleri ve şu an ki tavrı kanatmıştı yüreğimi. İkimiz de ayrı hisler içindeydik.

Aynı kırıklara sahip ama farklı hislerde...

Kalbime en derin saplanan kırık parçanın sebebi de haklı olmasıydı...

Bunca şeyin arasında yenik düştüğüm duygularım onu unutturmuştu bana.

Yüzünü yandan görebiliyordum. Arabayı buraya çekmesi iyi olmuştu. Daha fazla kavga etseydik, tehlikeli olabilirdi. Yavuz her zaman ki gibi öfkesini dindirmeye çalışıyordu.

Haklıydı. O kavgadan sonra beni takip edecekti demek ki. Ama olmamıştı... Annesi rahatsızlanmıştı ve yine beni düşünerek Sabri'yi yakınıma yollamıştı.

Ne açıklama yapmasını bekliyordum ki? O kavgadan sonra ne diyecekti bana? Hiçbir şey olmamış gibi, hiçbir şey konuşmadan 'Git, seni koruyacağım,' mı?Kendi hayatındaki git geller yetmezken bir de bana açıklama yapmasını beklemiştim.

Yine haklıydı...

Ve ben onu haklı çıkarmaktan artık nefret ediyordum.

Kapıyı ağırca açtım. Önce sağ ayağımı yere koyduktan sonra arabanın kapısına tutunarak gövdemi yukarı çektim yavaşça. Sol ayağımdaki ağrı şiddetli değildi. Üzerine basmamaya özen göstererek dengede durdum.

Yavuz bana bakmamıştı, yine. O koyu yeşillerindeki ağır duygu kaplamıştı etrafımı. Gözlerindeki o kızgınlık, hatamı fark ettirmişti bana.

Beni düşünüyordu. Bunu zaten biliyordum. Benden tek istediği; onu da düşünmemdi.

Bencildim...

Ve şunu fark etmiştim; aslında benim hırsımı besleyen şey Yavuz'un varlığına olan güvenimdi. Bugün onun varlığını hissetmemek, korkularımın bana hükmetmesine sebep olmuştu. O varsa, ben güvendeydim. O yakınımdaysa, ben yaşamak istiyordum. Yaşamaya tutunduğum şey onu hissetmekti.

Yavuz'u hissetmem, yaşadığımı hissettiriyordu.

Hafifçe sendeleyerek yanına gittim. Yüzü gergin, kısık yeşillerindeki durgunluk ise yerini koruyordu. Sanki ben yokmuşum gibi sigarasını içmeye devam etti.

Kalçamı onun gibi kaputa yaslayıp toprak yola baktım ben de. Yüksek bir yerdeydik ve yolun aşağısında ufak tefek ağaçlar vardı. Yağmur yerini güzel bir rüzgara bırakmış, estikçe toprağın kokusunu bizlere taşıyordu.

Kolum hemen koluna değiyordu. Sigarasını dudaklarına bir kez daha götürürken uzanıp elinden almaya kalktım. Bana yandan bir bakış atıp sigarayı parmaklarımın arasına almama izin verdi. Dudaklarımın arasına aldığım sigarayı derince içime çektikten sonra yukarı doğru üfledim. Ona bakmadım. Birbirimize bakmadık.

Sadece dinledik ve bekledik.

Üzgündüm, kırıldığım için.

Kırgındım, onu da kırdığım için.

Parmaklarımdaki sigarayı dudaklarına götürdüm. "Özür dilerim."

Önce bana kaydı yeşilleri, daha sonra dudaklarını aralayıp sigarayı yerleştirmeme izin verirken parmaklarının arasına aldı dalı. Bakışlarındaki kızgınlığın yerini düz bir ifade almıştı. Yine kendini saklamıştı.

Konuşmasını beklemeden devam ettim. "Haklıyım; çünkü beni eve kilitlemen yanlıştı. Erkenden sonuca varmak istedim. Haksızım; çünkü sadece kendimi düşündüm ve seni dinlemedim."

Yüzünü bir kez daha incelediğimde şakaklarındaki damarın yok olduğunu fark ettim. Sigarasını bitirmeye yakın hiçbir şey demeden tıpkı benim gibi dudaklarıma uzattı. Parmaklarının dudaklarıma değmesine izin vererek araladım onları.

"Özür dilerim..." Bu sefer konuşan oydu. Kadifemsi çıkan sesi ruhumu okşamıştı.

"Haksızım; çünkü seni eve kilitledim. Öfkeme yenik düşüp hastaneye birlikte gitmeyi teklif etmedim. Haklıyım; çünkü seni korumak istedim ve beni anlamanı bekledim."

Sözlerini bitirdikten sonra beni seyretti. Biten sigarayı yere fırlattıktan sonra gövdemi tamamen ona döndüm. Mimiksiz yüzüne tezat yumuşayan yeşillerine değdi gözlerim. "Çok üzgünüm..." alt dudağımı ısırdım. "Annen için." Annesinin kelimesi geçtiğinde bakışlarına anlık gelen düşünceli hâl gözümden kaçmamıştı. "Durumu nasıl?"

"Her zaman ki gibi..." yutkundu. "Anlık tepkileri var."

Annesini merak ediyordum. Onu ne kadar görmek istesem de bu teklifi bir gün onun yapmasını bekliyordum.

"Bilmiyordum..." kenardan çıkan saç tutamını kulağımın arkasına yerleştirip derin bir nefes aldım. "Annenin yanında oldu-" beni aniden göğsüne bastırmasıyla kelimelerimi tamamlayamadım.

"Ben de üzgünüm... Hem de çok." Bir eli belimi sarmış diğer eliyse saçlarımın üzerindeydi. Fısıltıyla konuşmuştu. Burnunu saçlarımın arasına gömüp hiç olmadığı kadar içten bir nefes çekti. "Senin yanında olamadım."

Biraz geriye giderek kollarımı boynuna dolayıp karşılık verdim ona. Ben de burnumu deri ceketinin açıkta bıraktığı boynuna gömdüm. "Sen yoksan, cesaretim yarım. Senin varlığın yaşadığımı hissettiriyor." Kokusunu hiç almamışım gibi çektim içime.

Saçlarımı okşayıp dudaklarını bastırdı onların arasına. "Bazı hisleri yaşamadan anlayamazsın. Varlığımı hissetmeden korkularını tattırmak istedim sana." Bir kez daha bastırdı dudaklarını. Ellerini sıkıca sardı belime. "Güvende olmanı istedim. Benimle ol istedim."

Boynuna bir öpücük kondurdum. "Seninleyim."

Aynı şekilde o da dudaklarını boynuma değdirdiğinde içimden sıcak bir şeyler aktı karnıma doğru. "Benimlesin sevgilim..."

Sevgilim...

Kullandığı sözcükle dudaklarım yukarı kıvrılmıştı. Daha önce duyduğum bu kelimeyi ilk kez onun dudaklarından duymak, sanki hiç tatmadığım ama sonsuza dek tatmak istediğim bir tat gibiydi.

İlk kez bir kelime içime işlemişti.

"Sevgilim..." dedim onu tekrarlayıp, "Bu kelime çok yakıştı senin sesine."

Bir kez daha öptü boynumu. "Daha çok duyacaksın bu kelimeyi." Gülümsediğini ses tonundan anlamıştım.

"Ölene kadar duyabilirim."

Sustu. Söylediğim cümle onu susturduğu gibi istemsizce beni de dondurmuştu. Benden ayrılıp yüzümü avuçlarının arasına aldı.

"Bir daha ölüme dair bir şey duymak istemiyorum ağzından. Ölümü hem senin hem de kendi zihnimden silmek istiyorum."

Bu tabii ki de imkansız bir şeydi. Onun ve benim mesleğim bunun üzerineydi.

Sadece gülümseyerek karşılık verdim ona. O ise aniden beni kucakladığında şaşkınlıkla küçük bir çığlık attım.

"Ama bu, hâlâ seni bu hâle getirdiği için Kerim piçini öldürme isteğimi değiştirmez."

Ellerimi boynuna dolayıp küçük bir kahkaha attım. Aklıma gelen şeyle kahkaham daha da şiddetlenmişti. Beni arabanın kapısına getirdiğinde duraksayıp yüzümü incelerken dudakları yukarı kıvrıldı. "Ne oldu? Neden o kadar güldün?"

"Sen..." dedim kahkahalarımın arasından. "Kapı kırmaya ne kadar meraklısın öyle?"

"Dedektifiniz ayağınıza geldi, diye duyuru mu yapsaydım?" Somurtarak devam etti. "Kapı kilitliydi, açılmayınca ben de kırdım işte." O anı düşününce sinirlenmişti anlaşılan.

"Amfinin diğer tarafında açık kapı vardı ama sen bilirsin." Kahkahalarım sonlansa da gülümsemem yerini koruyordu.

Hışımla arabanın kapısını açtı. Gülmesini tuttuğunu hafifçe kıvrılan dudaklarından anlamıştım. "Ne bileyim, kızım? Sabri de demedi bana bir şey. Geldiğimde kilitli kapının önünde bekliyordu."

Beni arabaya yerleştirirken kaşlarımı çattım. "O Nemrut, neden orada bekliyordu?"

Dudaklarını bilmem anlamında aşağı büktükten sonra bakışlarında ima belirdi. "Kapı kilitliyse acımam, biliyorsun."

Kollarımı boynundan çözerken imayla konuşmamı sürdürdüm. "Bilmem mi?"

Gülümsedi. "En iyi sen bilirsin Stajyer Hanım."

Beni koltuğa yerleştirdikten sonra kapıyı kapatıp sürücü koltuğuna oturdu. Bana yumuşak bir bakış atıp kontağı çevirdi.

"Kerim'e karşı..." dedim direksiyonu çevirirken. Bakışlarım yüzündeydi. "Korkunçtun."

Hiçbir şey söylemedi. Kısılan gözleri o anı tekrar hatırladığını gösteriyordu. "Gerçekten öldürecek miydin onu?"

Çenesi kasıldı. "Ne duymak istersin?"

"Gerçekleri." Dedim kendimden emin bir şekilde.

"Oteldeyken bir adamla kavga etmiştim hatırlıyor musun?"

Evet anlamında başımı salladım.

"O gece sana bir şey söylemiştim." Benim tepkimi beklemeden devam etti. "Söz konusu sen olunca gözümün karardığını bir kez daha anladım, demiştim."

Evet, o kavgayı da o sözleri de dün gibi hatırlamıştım. Kavga esnasında adamın "Koptu!" diye bağırışlarını da...

Gülümsedim. "O gece hatırlanmayacak bir gece değildi. Şiddete karşıyım ama o adamın hem küfredip hem de acı içinde haykırması komiğime gitmişti."

O ise gülmedi. Yüzündeki ciddi ifadeyi korudu. "Yemin ederim gerçekti Ezgi. Sana o gün söylediklerim gerçekti." Uzanıp elini bacağıma yerleştirdi. "Söz konusu sensen bırak gözümü karartmayı, hayatımı karartırım." Bacağımı sıkarak devam etti. "Yemin ederim yaparım."

Bacağımdaki elini tutup parmaklarımı parmaklarının arasından geçirdim. Sıkıca tuttu elimi. Bu eli artık bırakmak istemiyordum. Her zaman yanımda olacağından emindim.

"Seni seviyorum Yavuz."

Gözlerinden geçen o derin duygu bana en büyük cevaptı. Öyle bir duyguydu ki gözlerindeki, orada kalmak istedim. Bakışlarında yeniden nefes aldığımı hissetmiştim sanki. Dudaklarına yayılan gülümsemeyle beraber konuşacaktı ki çalan telefon her zamanki gibi anın içine limon sıkmıştı.

"Alo?"

Yavuz'un çatılan kaşları iyiye işaret değildi. Ve duyduğu şey her neyse, sakinleşen Yavuz'un yerini gözü kararan bir Yavuz almıştı.

Elimdeki elini çözüp direksiyonu kavradı. Telefonu kapattıktan sonra direksiyonu kavrayan parmaklarının sıkmaktan morarmaya başladığını fark ettim.

"Ne oldu?" dedim alevlenen öfkesine karşı tereddütle yaklaşarak.

Dişlerini sıkıyordu. Bakışlarında yükselen ateş korkutucuydu.

"Yine..." sessizce bir küfür savurdu. "Yine birini öldürmüş."

##

Nasıldı bölüm?

Ezgi'nin kapısını açan kişiyi tahmin etmiş miydiniz?

Kapı kırıldığı an Yavuz'un geldiğini tahmin ettiniz mi smskdjeıdhek

Yavuz ve Ezgi'nin barışma sahnesini beğendiniz mi?

Peki, sizce ölen kişi kim?

Yeni bölümde görüşürüz💙

Beni instadan takip etmeyi unutmayın. Hepinizin Dm'lerine elimden geldiği kadar cevap vermeye çalışıyorum. Ne zaman isterseniz yazabilirsiniz.

Hesabım: maysamellia

Continue Reading

You'll Also Like

799K 22.6K 24
Sevgiden nefrete dönüşen imkansız bir aşkın hikayesi. "Onlar cehennemi yaşayacak, Aşk cennetin dilinden onlara kalan tek an olarak kalacak, bu aşkın...
5.8K 476 13
Herşey Changbin'in internette gördüğü videoları Jisung yerine yanlışlıkla Hyunjin'e atmasıyla başlar
14.5K 3.6K 69
" Kan ağlayan bir gecede , bütün hayat devriliverir göğsüne. Enkazı şiirlerden , can kayıpları yokluğundan oluşur. " Bk. 25.02.19
10.2K 3.8K 25
Geçmiş ardımda eli kanlı bir şekilde bekliyordu. Şimdim ise korkuyla bana bakıyordu. Fakat ben ne geçmişimden gidebiliyordum ne de şimdim de kalabili...