VOLEYBOLCU | Texting

By afroditmavisi

4.9M 377K 156K

Alara Yılmaz babasının başantrenörlüğünü yaptığı milli erkek voleybol takımının kaptanına aşık olur... '300423 More

0.1
0.2
0.3
0.4
0.5
0.6
0.7
0.8
0.9
1.0
1.1
1.2
1.3
1.4
1.5
1.6
1.7
1.8
1.9
2.0
2.1
2.2
2.3
2.4
2.5
2.6
2.7
2.8
2.9
3.0
3.1
3.2
3.3
3.4
3.5
3.6
3.7
3.8
3.9
4.0
4.1
4.2
4.3
4.4
4.6
4.7
4.8
4.9
5.0
5.1
5.2
5.3
5.4
FİNAL

4.5

55.9K 5.2K 1.1K
By afroditmavisi

İyi okumalar <3

"Gerçekten aklım almıyor Alara, sen oraya bize haber vermeden tek başına nasıl gidebilirsin?"

Arda'nın evinden çıkmıştık, hastaneye gelmiştik şimdiyse asansördeydik ve Tuğçe'nin söylenmeleri hâlâ bitmemişti. Her iki cümlede bir aptallığımı yüzüme vuruyordu. O böyle konuştukça ben kendimi daha berbat hissediyordum. Mantıklı düşünebildiğim bir anda olsaydım kafama estiği gibi Arda'nın evine gitmezdim ancak o an tek istediğim bir şekilde bu yaşananların hıncını Arda'dan çıkarmaktı.

"Ya biz gelmeseydik ne olacaktı?" Gözlerini yüzüme sabitlemiş bana dik dik bakıyordu. Bakışlarının altında eziliyordum resmen ve gözlerim Tuğçe dışında her yerde geziniyordu. "Yaşanacakları düşünebiliyor musun Alara?"

"Tamam," diyerek araya girdi Tayfun. "Sen de daha fazla gitme kızın üstüne. O da korkmuş baksana, yüzünden belli."

Nasıl bir hâldeydim bilmiyordum ama korktuğum kesindi ve Tuğçe de söylenip durdukça korkum azalmak şöyle dursun, Arda'nın evinden çıkalı neredeyse bir saat olmasına rağmen daha da artıyordu.

"Üzerine gidiyorum ki bir daha böyle salaklıklar yapmaya kalkışmasın, akıllansın. Her zaman bugünkü kadar şanslı olacak diye bir şey yok çünkü."

"Benim suçum mu Arda'nın öyle bir şeyi yapmayı aklından geçirmesi?"

"Ben seni suçladım mı Alara?" Bu esnada asansör durmuş ve kapısı açılmıştı. Üçümüz beraber asansörden inerken Tuğçe konuşmaya devam etti. "Farkındaysan neden gittiğini bile sorgulamadım çünkü seni anlıyorum ve sen yapmasaydın bunu ben yapardım. Ama öyle bir psikopatın evine tek başıma gitmeye kalkışmazdım. Yanımda mutlaka biri olurdu. Sana kızdığım nokta bu, sen tek başına kalkıştın bu işe."

"Doğru düzgün düşünemedim o an."

"Farkındayım. Tekrar böyle bir hataya düşme diye üzerine geliyorum senin. Kötülüğünü düşündüğümden değil." Sesi artık daha ılımlıydı ve az önceki gibi suçlarcasına çıkmıyordu. Bağırmıyordu da.

Koridorda aynı anda durup birbirimize döndüğümüzde Tuğçe bakışlarıyla yüzümü taramış, hemen ardından omuzlarını düşürerek "Gel buraya salak kız." demiş ve kollarını bedenime sarmıştı. Tuğçe'ye sıkıca sarılırken bu gece yaşananları zihnimden def etmeye çalışıyordum. Belki başta ben de Arda'ya karşı ağır konuşmuştum, ailesini işin içine katmıştım ama devamında kalkıştığı o iğrenç eylemden sonra kendimi bu konuda asla suçlamamaya karar vermiştim. Sütten çıkmış ak kaşık olmasam da en azından onun kadar kötü birisi değildim.

Tuğçeyle birbirimizden ayrıldığımızda gözlerim koridorun sonunda kalan odaya doğru çevrildi. Biz sarılırken yanımızdan ayrılan Tayfun'u ve başından beri burada olan Yunus'u babamla konuşurken görünce babamın hangi ara olaydan haberi olduğunu merak etmiştim. Tuğçe kafamdaki soru işaretlerini hissetmiş gibi "Yunus haber verdi," demişti. "Takımın antrenörü olarak oyuncusunun durumundan ilk haberdar olması gereken kişilerden biri."

O sırada benim aklıma bile gelmemişti babama haber vermek.

Tuğçeyle beraber babamlara doğru ilerledik hızlı adımlarla. Adım seslerini duyunca babam yüzünü çevirip bize bakmıştı. Kaşları çatıktı, gözleri sinirini açıkça belli ediyordu. Arda'yı öğrenmiş miydi bilmem ama bu bakışlara bakılırsa hiç hoş şeyler öğrenmediği ortadaydı.

"Bu hâlin ne senin?" dedi babam beni kısa süreli bir süzmenin ardından.

Kafamı eğerek üstümü başımı inceleme ihtiyacı hissettim. Gündüz özene özene giydiğim elbisem kırış kırış olmuştu. Yeni yıkanmış da hiç ütü vurmadan giymişim gibi görünüyordu. Saçlarımı göremiyordum ama su dalgası yaptığım buklelerin birbirine girdiğini hissedebiliyordum. Saçlarım resmen kafamda bir ağırlık yapıyordu. Makyajım çoktan dağılmış olmalıydı. Kelimenin tam anlamıyla berbat görünüyor olmalıydım.

"Üzüntüden dağıldı biraz," diye cevap verdi benden önce Tuğçe. Ben kendimi incelemekten babama bir cevap verememiştim çünkü.

Kafamı salladım onaylarcasına. Bakışları sorgularcasına biraz daha üstümde gezindi ve sonra Yunusla Tayfun'a dönerek olay hakkında konuşmaya devam etti. Anladığım kadarıyla Ardayla alakalı olduğunu öğrenmişti ancak onları çok dinlemeden yan tarafta kalan kapıya yönelmiştim çünkü laf arasında Gökalp'in yaklaşık yarım saat önce uyandığını duymuştum.

Elim kapı kulpuna gittiğinde Gökalp'in uyandığını duymasına rağmen hareketsiz duran Tuğçe'ye çevirdim bakışlarımı. "Sen gelmiyor musun?"

Gözlerini babamlardan ayırarak bana çevirdi ve hafifçe tebessüm etti. "Sen girip gör. Ben gelirim birazdan."

İtiraz etmedim, beraber girelim diye de diretmedim. Saatlerce Gökalp'e ulaşamanın korkusunu yaşamış, ortalığı ayağa kaldırmış birisi olarak şüphesiz en çok endişelenen bendim. Bu yüzden bizi biraz yalnız bırakmış istemiş olmalıydı. Kapıyı yavaşça ittirip açılan boşluktan kafamı soktum ve yatağın üstünde yatan Gökalp'i yokladım bakışlarımla.

Yatakta sırt üstü yatmış, açık olan gözlerini tavana dikmişti. İfadesiz bir surat ifadesiyle tavanı izliyorken kapının açılmasıyla beraber bakışları aşağı inmişti. Cansız yeşilleriyle göz göze geldiğimde yutkunmuştum istemsizce. Üzüntüm daha da artarken bedenimi tamamen odanın içine sokup kapıyı arkamdan kapattım ve ufak adımlarla yatağa doğru yürümeye başladım.

Gökalp'in dudakları kıvrılmıştı beni gördüğünde. "Neredesiniz sarışın ya? Bir an unutuldum, hepiniz beni bırakıp gittiniz sandım."

Gülmem mi gerekirdi kendini iyi hissetmesi için bilmem ama bu neşeli gibi görünmeye çalışan tavrı benim boğazıma bir yumru oturmasına sebep olmuştu. İçi içini yiyor bile olsa bu süreçte dışarıya belli etmeyecekti, an itibariyle bunu anlamıştım. Titreyen dudağımı dişlerimin arasına kıstırarak pencerenin önündeki sandalyeyi alıp yatağın yanına çektim ve üstüne oturdum.

"Nasıl hissediyorsun kendini?" diye sordum endişeyle gözlerinin içine bakarken. Sanki en ufak bir mimiğinden kötü hissettiği fark etsem elimden bir şey gelebilecekmiş gibi dikkatle yüzünü izliyordum. Şu durumda verilebilecek teselli yoktu ne yazık ki. En çok da bu canımı sıkıyordu. Gökalp üzgün de olsa ben bunu düzeltemeyecektim.

"Sormak istediğin buysa eğer iyiyim," dedi yattığı yerden doğrulmaya kalkışırken. Hemen ayaklanıp arkasındaki yastığı kaldırdım ve Gökalp'in oturur pozisyona gelmesinde yardımcı oldum.

Tekrar sandalyeye oturdum. "İyi olmadığını biliyorum."

"Ne yapabilirim Alara?" Dudağındaki o ufak gülümseme de kaybolmuştu şimdi. "Oturup ağlayayım mı?"

"İçinden geşen buysa eğer..." Bir keresinde mesajlaşmamız esnasında kolay kolay ağlayan birisi olmadığını söylemişti. Şimdiyse sakatlanmıştı. Henüz doktorlardan voleybola ne kadar ara vereceği, sahalara geri dönüp dönemeyeceği hakkında bir şey öğrenmemiştik. Ben onun yerinde olsaydım çoktan hüngür hüngür ağlamaya başlamış olurdum. Şu an bile Gökalp'in yerine ağlamak istiyordum ancak daha fazla üzülmesini istemediğimden kendimi tutuyordum. 

Gökalp bakışlarını benden ayırarak sağ kolunda takılı olan alçıya indirdi. Bir iple boynuna sabitlenmişti kolu. "Her neyse." diye mırıldandı. Odada sessizlik olmasa sesi dibinde olan bana dahi zor ulaşırdı.

"Ne olduğunu biliyoruz biz," dedim. "Yani her şeyin Arda yüzünden olduğunu öğrendik."

Öğrenir öğrenmez o şerefsizin evini bastım, damarına basacak sözler sarf ettim ve sonra... Dilimin ucuna kadar gelse de bunları Gökalp'e söylememiştim.

"Amacına ulaştı." demekle yetindi. Kısa ve netti sözleri.

"Ama yanına kalmayacak."

Yeşilleri yeniden gözlerime değdiğinde samimiyetsiz bir tebessüm oluştu dudaklarında. "Şu saatten sonra yanına kalıp kalmayacağının bir önemi var mı Alara?" Alçılı kolunu hareket ettirdi yavaşça. "Görüyor musun hâlimi? Beni bu hâle soktuktan sonra onun başına ne gelirse gelsin benim içim soğur mu sanıyorsun? Voleybola devam edip edemeyeceğimi bile bilmiyorum henüz."

Hiçbir bilgim olmamasına rağmen sırf Gökalp'in içini rahatlatmak istediğimden "Edeceksin." diye atılmıştım.

"Beni teselli etmene gerek yok. Bir belirsizlik olduğunu biliyorum."

"Sporcular sakatlanır, bir süre ara vermek zorunda kalır ve sonra yine sahalara dönerler Gökalp. Daha doktorlardan bir açıklama duymamışken ümitsizliğe kapılmanın ne anlamı var?"

"Sporcuların bütün kariyerlerini bitiren sakatlanmalar da vardır," Gökalp'i daha önce hiç bu kadar tepkisiz görmemiştim. Konuşuyordu ama yüzünde resmen mimik oynamıyordu. Çok ciddiydi. "O yüzden bir sporcunun en korktuğu şey sakatlanmaktır. Küçük veya büyük, nasıl bir sakatlanma olduğu fark etmeksizin."

Ne diyebilirdim ki? Ne söylersem söyleyeyim doktorun yapacağı bir açıklama kadar etkili olamayacaktım. Derin bir nefes alıp yatağın üstündeki diğer eline uzandım. Parmaklarım elini sıkıca kavrarken amacım yanında olduğumu ona hissettirmekti. "Ne olursa olsun ben senin yanındayım. Kolun iyileşecek, sen de kariyerine devam edeceksin. Her bir adımında yanında olacağım."

Kafasını sallamakla yetindi. Elimi çenesine götürüp yüzünü kendime doğru çevirmesini sağlarken bakışlarım elmacık kemiğindeki morarmaya yakın kızarıklıkla alnındaki ufak bez arasında gidip geliyordu. "Yüzün çok kötü bir hâlde değil," dedim baş parmağımı dudağının kenarındaki yarada gezdirirken.

"Çünkü yüzüme çalışmadılar," dedi. O kadar soğukkanlıydı ki şaşırıyordum. "Amaçları belliydi Alara, sakatlamak istiyorlardı. Direkt vücuduma çalıştılar." Gözlerim sanki görebilecekmişim gibi bedenine kaymıştı. Üstünde hastane kıyafeti olduğundan vücudunun ne hâlde olduğunu göremiyordum ancak bedeninin kızarıklıklarla hatta belki morluklarla dolu olduğunu hissediyordum.

Bu düşünceyle beraber yüzüm acıyla buruşurken Gökalp bu hâldeyken bile ortamdaki gerginliği dağıtma görevini üstlenmişti. "Elbise yakışmış," Bakışları yukarıdan aşağı bedenimi süzmüştü. İltifatıyla gülümsedim ama pek samimi bir gülüş olmamıştı, Gökalp kendini iyi hissetsin diye zorlanarak dudaklarıma yerleştirmiştim. "Gerçi fotoğrafta da ne kadar yakıştığı belliydi. Ayrıca o nasıl pozdu be sarışın, uçarak yanına gelmemek için kendimi zor tuttum."

"Arsız," diye mırıldandım, elimin tersiyle hafifçe omzuma geçirerek. "Şu durumda bile aklın başka yerlerde."

"Bebeğim senin güzelliğin bana her şeyi unutturabilecek kapasitede."

Aslında kendine bile şu anki durumunu unutturmaya çalışıyordu. Umursamıyormuş gibi davranırsa canının sıkılmayacağını sanıyordu ama gözlerini etkisi altına almış cansızlık bile aksini iddia ediyordu. Yine de ona ayak uydurarak gülümsedim. "Hiçbir fırsatı da kaçırma zaten."

"Asla."

Tam o esnada kapı tıklatıldığında ikimizin de bakışları kapıya doğru çevrilmişti. Saniyeler sonra kapı aralandı ve içeriye önce doktor daha sonra da sırayla babam, Tuğçe, Yunus ve Tayfun girdi. Bu ilk geldiğimizde bize açıklama yapan doktordu. "Hastamız uyanmış," demişti direkt içeri girer girmez. Tayfun arkasından kapıyı kapatırken herkesin bakışlarının odağı Gökalp'ti ve Gökalp daha ilk saniyede bundan rahatsız olduğunu sıkıntıyla nefes almasından belli etmişti.

Doktor Gökalp'e nasıl hissediyorsun, ağrın var mı gibi sorular sordu ve Gökalp keyifsiz bir ses tonuyla sorularını cevapladı. Şu an bu durumda ve burada olmaktan o kadar rahatsızdı ki, diğerleri anlamış mıydı bilmiyorum ancak ben tek bir mimiğinden bile rahatsızlığını anlayabiliyordum.

Doktorun soruları bittiğinde Gökalp "Voleybola ne zaman dönebilirim?" diye sormuştu.

İlgilendiği tek şey buydu zaten. Doktorun söyleyeceği başka hiçbir şey umrunda değildi.

Bakışlarım merakla doktora çevrildi. "Kolundaki kırıklar ve zedelenmeler tamamen iyileşmeden kolunu zorlayacak en ufak bir hareket bile yapamazsın Gökalp. İyileşmeden yapacağın her hatalı hareket iyileşme sürecini uzattıkça uzatır ve çekeceğin ağrıları katlar. Yarın Ortopedi bölümü doktoruyla konuşursan bu konuyu sana daha iyi cevaplar verecektir. İyileşme sürecine göre sana bir yol haritası çizeceğinden eminim."

"Zamanı geldiğinde voleybola devam edebileceği anlamına geliyor yani bu." dedi babam. Kalıcı bir sakatlanma olmadığını duymak istiyordu. Sadece babam değil, biz de bunu duymayı istiyorduk.

"Dediğim gibi iyileşme sürecinde aksaklıklar yaşanmazsa voleybol kariyerine son verecek bir sakatlık değil bu. Tabii iş yine hastanın kendine verdiği değerde bitiyor." Doktorun gözleri Gökalp'e çevrildi. "Henüz tamamen iyileşmeden voleybola dönmeye çalışırsa bu kalıcı bir sakatlığa dönüşebilir." Üstüne basa basa bunu söylüyordu doktor. Cümleleri hep aynı kapıya çıkıyordu.

"Yarın mesai başladığında Ortopedi doktorunu size yönlendireceğim," dedi doktor odadan çıkmaya hazırlanır bir tavırla. "Öğlene doğru da taburcu olabilir hasta."

Doktor iyi geceler dileklerinde bulunarak odadan ayrıldığında biz bize kalmıştık. Bir süre hepimiz sessiz kaldık. Babam bile ne yapacağını bilemiyormuş gibiydi. Oyuncuları arasında ayrımcılık yapan bir insan değildi. Konu voleybol olduğunda tüm oyuncularına eşit davranırdı ancak neredeyse on yıldır yanında yetiştirdiği oyuncunun sakatlığının onu ne kadar üzdüğünü, belli etmemeye çalışsa da görebiliyordum.

"En iyi doktorlarla görüşürüz," diye konuştu babam bir süre sonra. "Bir kırıktan voleybol hayatın bitecek değil ya."

"Ben konuşmak istemiyorum bu konu hakkında," dedi Gökalp. "Biraz şu kolumdaki alçıyı hazmetmem için bana zaman tanıyın lütfen." Bakışları alçıya kaysa bile anında tekrar başka yöne çeviriyordu. Daha o alçıyı kolunda görmeye dahi dayanamıyordu. Gözleri bu görüntüye alışmayı reddediyordu sanki. "Beni yalnız bırakır mısınız?"

Bakışlarını babama çevirdi. Babama baktığında gözlerinde bir tereddüt belirmişti. Sahanın dışında olsak bile ona olan saygısından ödün vermiyordu. "Lütfen hocam."

"Odadan çıksak bile dışarıdayız," dedi Tuğçe. "Bu gece buradan ayrılmayız Gökalp."

"Biliyorum, sağ ol."

Tuğçe, Tayfun ve Yunus birer birer odadan çıkarken ben de Gökalp yalnız kalmak istediği için ayaklanmıştım ki bileğimden kavradığı gibi beni durdurdu. Babam gözlerini Gökalp'in bileğimdeki eline dikmişti. Gökalp boğazını temizleyerek konuştu. "Alara bu gece yanımda kalsa olur mu?" Gözlerim açılırken bakışlarımı tepkisini ölçmek istercesine babama dikmiştim. "Şu koltukta uyur," diye ekledi aceleyle.

"Şansını zorlama istersen Gökalp."

"Baba şu koltuğa kıvrılacağım," diyerek dahil oldum konuşmaya. "Refakatçi olarak kimse kalmasın mı bu çocuğun yanında? Yazık."

"Kuzenleri kapıda Alara. Refakatçi arıyorsak onları koyarız yanına."

"Ya lütfen," dedim harfleri uzatarak. Masum bir ifade takınmıştım suratıma.

Gözlerini devirdi sesli bir şekilde nefesini verirken. "Tuğçe de kalacak yanınızda." dedi şart koşar gibi bir tavırla.

Ne de olsa Tuğçe'yi yanımızdan postalardık. Kafamı onaylarcasına sallarken "Tamam." demiştim hemen, babam caymasın diye. Babam bakışlarını ikimizin de üzerinde gezdirdikten sonra arkasını dönüp kapıya yönelmişti. Kapıyı açıp içeriye Tuğçe'yi çağırdıktan sonra odadan ayrıldığında yaklaşık beş dakika boyunca Tuğçe yanımızda bekledi. Olayı kavradığı için babamın gittiğinden emin olduktan sonra yanımızdan ayrılıp bizi tek bırakmıştı.

Sandalyeden kalkıp elimdeki çantayı ikili koltuğa bırakırken buraya nasıl sığacağımı hesaplamaya çalışıyordum ki Gökalp'in sesini duydum. "Orada uyumayacaksın herhalde sarışın."

"Yanında uyumayacağıma göre? Üstelik sen hastayken."

"Hasta değilim ben sarışın," dedi söver gibi bir edayla. "Alt tarafı kolum alçıda. Amansız hastalığa yakalanmadım."

"Olmaz, canın acır."

"Kızım benim ilacım sensin, gel şuraya. Uğraştırma beni."

Yatakta yana doğru kaymış bana yer açmıştı bile çoktan. Sağlam kolunun olduğu tarafı boşlukta bırakmıştı. Biraz düşünmenin ardından çok çabuk bir şekilde bu görüntüye tav olup yatağa doğru ilerlemeye başlamıştım. Gökalp gülümseyerek yastığını indirdi. Yatakta yatış pozisyonu alırken ben de yatağın ucuna oturmuş beyaz spor ayakkabılarımın ipini çözüyordum.

Ayakkabılarımı çıkardığımda bir bacağımı yatağa yerleştirip diğerini de temkinli bir şekilde yanına atarak Gökalp'e doğru dönmüştüm. Sıyrılan elbisemi fark ettiğimde elimi götürüp eteğini aşağı doğru çekiştirdiğimde Gökalp elimi tutmuştu. "Dert etme güzelim, görmediğim şey değil sonuçta." dedi muzip bir şekilde.

"Utandırma beni," Elini ittirip Gökalp'in üstündeki ince çarşafın ucundan kavrayarak üzerime çekiştirdim. "Cins ya."

Sesli bir şekilde güldü. Gülüşünün samimi olup olmadığını görmek için bakışlarımı yüzüne çevirdiğimde gözlerindeki o cansızlığa yeniden şahit olmuştum. Gülse bile içten değildi. Sadece her şey normalmiş gibi davranıyordu. Gökalp'in gözleri hep parlardı, şimdi o parlamadan eser yoktu. Voleybola ara verecek olması bile onu derinden sarsmıştı.

İç çekerek Gökalp'in yanındaki boşluğa uzandım. Anında kolunu belime dolamıştı. Ben ona baskı yapmamak için olabildiğince bedeninden uzak durmaya çalışırken o inatla beni kendisine çekiyordu.

Baskılarına daha fazla dayanamayıp kafamı yavaşça omzuna yasladım. Yüzüm boynuna gömülürken Gökalp bundan tatmin olmuştu bu pozisyondan. Baş parmağı belimde yuvarlaklar çizerken ben yorucu günün etkisiyle hızlı bir şekilde uykuya dalmıştım ancak Gökalp gece boyunca uyumamıştı. Ara sıra yarı uyanık olduğum anlarda hâlâ parmağının belimde hareket hâlinde olduğunu hissettiğimde anlamıştım uyumadığını.

Continue Reading

You'll Also Like

817K 36.9K 20
Son yirmi yedi saniye. Zaman gelmişti, kulaklıktaki ses son kez konuşacaktı. "Sonuna geldik, küçük hanım," Alacağı canları düşündükce duyduğu memnuni...
16.2K 2K 17
Batıl inançlara sahip bir aile, motora sevdalı bir kız...
487K 17.9K 49
"Oo küçük hanım iki gündür sizin peşinizdeyiz." "Siz de kimsiniz niye peşimdesiniz ne istiyorsunuz?" " sakin küçük kız" "Kimsiniz dedim" " babanın öd...
116K 3.6K 19
Merhaba arkadaşlar ben Ayşe Bayraktar bu Yaz öküzüm adlı kitabın ikisi dier wattpadımda sorun çıktığı için kitabım 18 uncu bölümde kalmıştı çok yorum...